Şarap dumanları’nın ilk yıllarında ele aldığım bazı konulara şimdilerde değinmemeye gayret ediyorum. Sovyetlerde devlet terörü, ya da Rusların verdiği ismiyle repressiya bu konulardan. Sebebi de, blogu “bir teşhir platformu” olarak görmemem. Düşünen insanlığın çoktan geride bıraktığı tartışmalarla gereğinden fazla haşır neşir olmanın kime ne getirisi olabilir? Dahası, politik tarihin karanlık dehlizleri yerine kültür-sanatın aydınlık patikalarında yürümek yazana da, okuyana da herhalde daha iyi gelecektir.

Ancak bu dehlizlerde yaşanmış öyle olaylar var ki, insanda uyandırdığı şaşkınlığı, kızgınlığı ve burukluğu yüksek sesle dışa vurmamak neredeyse imkansız.

1937 tarihli sağır-dilsiz davası işte bu olaylardan.

Sovyet tarihiyle ne kadar ilgili olursanız olun, ne kadar ‘artık hiçbir şeye şaşırmam’ derseniz deyin, tren istasyonlarında kartpostal satarken bir anda kendini ensesine dayalı bir tabancayla Leningrad kırsalında bir çukurun başında buluveren sağır dilsiz tiyatrocuların hikayesi karşısında şaşırmadan edemiyorsunuz.

Kendisi de sağır dilsiz olan, talihsiz tiyatro grubunun üyesi David Ginzburgskiy ve davadan sadece on yıllık çalışma ve ıslah kampı cezasıyla kurtulan Anatoliy Razumov ve Yuriy Gruzdev’in 1990’lı yıllarda kayda geçirdiği bilgilere dayanarak olayların gelişimini özetleyelim.

Sovyetler Birliği Sağır Dilsiz Topluluğu’nun Leningrad şubesi başkanı Erik Totmyanin, topluluğa üye bazı sağır dilsizleri NKVD’ye ihbar eder. Sorumluluk sahibi, dürüst komünistin gerekçesi söz konusu şahısların tren istasyonlarında el yapımı kartpostal ticareti yapmalarıdır. Totmyanin ihbarını “Sovyet karşıtı içerik de dağıtıyor olabilirler” sosuyla süslemeyi ihmal etmez.

İlk tutuklanan sağır dilsizlerden biri, yine sağır dilsiz mülteci bir Alman komünistiyle ev arkadaşıdır. Ev arkadaşının içtiği Alman sigaralarının içinden çıkan birkaç Hitler resmi işin rengini değiştirir. Sorgucular artık “sosyalist mülkiyetin zimmete geçirilmesi ve spekülasyon” ile değil, “faşist-terörist sağır-dilsiz grubu”nun “Sovyet liderlerine suikast hazırlığı” ile uğraşmaktadır.

Tutuklamalar, sorgular birbirini izler. İçeri giren herkes arkasından bir başkasını sürükler. 1937 Aralık ayı geldiğinde Sağır Dilsiz Topluluğu Tiyatro Kulübü’ne üye, aralarında bilim insanı, fotoğrafçı, fabrika işçisi, öğretmen, sporcu ve sanatçıların bulunduğu 55 kişi Leningrad’ın Lubyanka’sı Bolşoy Dom’un bodrumlarındadır. Olayın fitili ateşleyen Erik Totmyanin de dahil.

Yıl 1937. Molotov-Ribbentrop Paktı’nın imzalanmasına daha iki yıl var. Bu koşullar altında sonucu tahmin etmek zor olmasa gerek.

Tutuklananlardan 10’u kadın, 35 kişi kurşuna dizilmek suretiyle idam cezasına çarptırılır. Cezaları Leningrad’ın meşhur Levaşovo Çoraklığı’nda infaz edilir. (Tüm Rusya Sağır Dilsizler Topluluğu’nun çabalarıyla 2008 yılında kurbanların anısına Levaşovo’da bir anıt dikilecektir. Bakınız yazının başındaki resim). Kalanlar 10 yıllığına çalışma ve ıslah kampına, daha bilinen adıyla gulaga yollanır.

Hikayenin devamı 1939’da. NKVD yönetiminin el değiştirdiği, yenilerin, eskilerin defterlerini önce açıp, sonra sonsuza dek dürdüğü dönemde sağır-dilsiz davası akla gelir. Yapılan inceleme sonucu soruşturmayı yürüten ekibin sorgu sırasında işkenceye başvurduğu, ifadeleri değiştirdiği, delillerle oynadığı (Hitler resmi sayısı bir anda 1400 olmuştur), ifadelerin alınması sırasında hazır bulunan işaret dili çevirmenlerini tehdit ederek yalan tutanakları imzalamaya zorladığı ortaya çıkar.

Soruşturma ekibinin başı ve bir sorgucu idam, kalanlar kamp cezasına çarptırılır. 1940’ta Razumov ve Gruzdev gibi hala hayatta olan mağdurlar serbest bırakılır. Ne var ki, idam edilen sağır-dilsizler de dahil, tüm kurbanların itibarlarının iade edilmesi için Stalin’in ölmesini beklemek gerekecektir.

Tiyatro kulübünün üyelerinden David Ginzburgskiy, NKVD görevlilerinin, provayı bastıkları günü hatırlıyor. Kolektif o sırada Ekim Devrimi’nin 20. yıl dönümü için Ostrovski’nin Ve Çelik Böyle Sertleşti romanını sahneye koymaya hazırlanmaktadır.

Dünyayı burjuvalar ve proleterler diye ayırmak, komünistleri de proletaryanın öncüsü tayin etmek, ardından da proleterlere burjuvaların mezarını kazma görevi vermek şeklinde bir mantık silsilesi acaba nereye varır?

Elbette bol bol mezar kazılmasına. Bulabilirlerse çok burjuvaların, bulamazlarsa az burjuvaların, sonra şunun, sonra bunun, derken, sıra illa ki sağır-dilsiz tiyatroculara gelecek, çelik işte böyle sertleşecektir. Ta ki ortasından çat diye kırılana dek.

1937 sağır dilsiz davası, sportif kulüpler, tiyatro grupları gibi Sovyet rejiminin her zaman teşvik ettiği (Usta ve Margarita’daki koroyu hatırlayın) toplumsal örgütlenmelerin, bu vesileyle kurulmuş ilişkilerin bir anda ters yönde işleyip insanları felakete sürükleyebildiğini gösteriyor. Leningrad’daki tiyatro kulübüne üye olan bahtsızların çoğunun aklında insan içine çıkabilmekten fazlası olmasa gerek.

Ama bu dava ile ilgili asıl akılda tutulması gereken, edebiyatı ve sanatı ilgilendiren gözlem şu: 1937 yılında Sovyetler Birliği’nde hayatta olan her romancı, şair, tiyatro yazarı, yönetmen, oyuncu buna benzer nice davanın yarattığı atmosferde nefes aldı, yazdı, üretti, yaşadı. Bulgakov, Pasternak, Ahmatova, Çukovskaya, Grossman, Platonov, Şvarts… 1937 yılı varlığıyla ya da yokluğuyla tüm yazılanlarda iz bıraktı. Yine Usta ve Margarita’daki imaları hatırlayın. Adı açıkça hiç anılmayan yüksek makamlar, birdenbire kaybolan insanlar. Pasternak’ın Doktor Jivago‘sunuGrossman’ın Her Şey Geçip Gider‘ini, Ahmatova’nın Requiem‘ini hatırlayın.

1937’yi anlamadan Rus edebiyatının XX. yüzyılını anlamak gerçekten kolay değil.


İdam edilenlerin kimlikleri, resimleri, hikayeleri: http://bessmertnybarak.ru/article/puli_dlya_glukhikh/

Kurtulanların tanıklıkları, 1939’daki soruşturma tutanaklarından parçalar: http://visz.nlr.ru/person/show/15948

2008’de anıtın dikilişine dair: http://www.gulagmuseum.org/showObject.do?object=75760913&language=1