İki Tür Ulusalcılığın Makûs Talihi!..

 

 

ABD emperyalizmi gibi süper güçler, hegemonya mücadelesi verdikleri Ortadoğu gibi bölgelerde, süper güç olmalarının gereği olarak bölgedeki farklı, hatta birbiriyle savaş halindeki bütün güçlere yatırım yaparlar ve bu “taktik esnekliğin” sonucu olarak bir birine, bir diğerine, hatta aynı anda her ikisine birden oynarlar. Bu gayet doğaldır ama bölgedeki farklı ve çatışan güçlerin paradigmalarını ABD “taraftarlığı” ya da “karşıtlığı” üzerine kurmaları, bu paradigmaların her an yerle bir olması riskini taşır.

 

Bugün gördüğümüz gibi, ABD’nin bir anda, silah yardımı yaptığı YPG’yi en azından bir dönem için yüz üstü bırakıp Menbiç’te TSK’yı devriye gücü olarak kullanması, PKK-YPG’nin ABD’nin desteğinde iş görme stratejisini en azından bir dönem için boşlukta bıraktığı gibi, aşırı Kürt hareketi düşmanı Vatan Partisi’nin ya da Doğu Perinçek’in “ABD ve PKK”ye karşı ilan ettiği “vatan savaşını” da boşlukta bırakmış ya da ters köşeye yatırmıştır.

 

TSK’yı “vatan savaşı”nın biricik gücü ilan edip “ABD emperyalizminin namlularını Türkiye’ye çevirdiğini” söyleyen VP, şimdi TSK’nın ABD’nin desteğiyle Menbiç’te devriye gücü rolü oynamasını nasıl izah edeceklerdir? Belki de yüzsüzlüğü elden bırakmayıp, ABD’nin “vatan savaşına” boyun eğmek zorunda bırakıldığını iddia edeceklerdir ama sanmıyorum ki bu, “vatan kurtaran aslan”ların ABD himayesinde devriye gücü rolü oynamayı sineye çekmenin utancını örtebilsin. Tabii, utanmak diye bir şey kaldıysa!

 

Öte yandan, ABD himayesinde “ulusal kurtuluş” hareketi yürütmeye ve bunu hiç utanmadan ABD himayesinde vermeye kalkan PKK veya YPG önderliğinin durumu nasıl izah edeceği de bilinmemektedir. Aslında bu, emperyalist himaye politikalarından kurtulmaları için bir fırsattır ama sanmıyorum ki, en az TC kadar reelpolitik olan PKK önderliği bu durumdan dersler çıkarıp bir silkiniş içine girsin.

 

Sonuç olarak, son Dünya Kupası finallerinden etkilenerek söyleyecek olursak, Türk ulusalcılığı da, Kürt ulusalcılığı da, ABD emperyalizminin iki kaleye de attığı penaltılarda ters köşeye yatarak golü yemiş bulunuyorlar.

 

Ulusalcılığın makûs talihi!

 

Gün Zileli

7 Temmuz 2018

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Yerelden Yenmek!

Artıgerçek YEREL MÜCADELELER Merkeziyet-âdemimerkeziyet tartışması son 200 yılın en önemli tartışmalarından biridir. Marksist sol, her …

240 Yorumlar

  1. Peki, aynı şey anti-emperyalizm – veya anti-siyonizm – adına İran ve Molla rejimi gibi bölge diktatörlüklerinin kuyrukçuluğunu yapanlar için de geçerli midir?

    Bu diktatör rejimler, iyilikleri-kötülükleri bir yana, en az ABD/AB emperyalistleri kadar reel-politik, pragmatist ve güvenilemez değil midirler?

    Tıpkı – Trump iktidarında çöpe atılsa da – Obama döneminde varılan nükleer anlaşma gibi.

    Ya da dün ABD’yle birbirlerine esip gürleyen, bugün ise yumuşayıp anlaşma yoluna varan K.Kore gibi.

    “Din/İman(!) Soslu Taşeronluk!

    T.C-iRAN gibi barbar terörist devletleri ve bağlı barbar çeteleri müttefik olarak gören Hüda-Par,
    “İsrail karşıtlığı” maskesiyle işgalci devletleri kutsuyor;
    İşgalci konumlarını meşrulaştırıyor;
    Taşeronluğunu da ispatliyor!”

    (Nasname)

  2. Siz ne yaptiniz Gün Bey . Meclis disinda kalmis fasist ve dincileri meclise tasidiniz. Meclis’de yeterince bu gürühlardan vardi. Iyi parti yüzünü aciga cikarti. AKP ve Cephesiyle ortak kararlar alacak. PKK ve kurd ulusalcilarin yanildiklari söyliyeceginize sizlerin Millet ittifaki icin cigirtkanlik yaptiginizi söyleyin. Fasistleri meclise tasidiniz. Siz ne diyeceksiniz. Stalin Hitlerle ittifak yapti. Sizde fasist iyi parti ile ittifak yaptiniz. Sizlerde yanildiniz ve itiraf ediniz.

  3. İki Tür Liberalizmin Makûs Talihi!..

    1)

    “Sağ olsunlar, incelik göstermişler.”

    [“Kürt aydınlarını, Devrimci Solcu İşçi Parti’li kardeşlerimi kutluyorum. Liberalleri kutluyorum. Genç Siviller’i kutluyorum.”]

    2)

    “Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’a selamlarımı iletiyorum. Ahmet Altan’ın yazılarını okuyorum. Özgürlükçü yanının güçlü olduğunu biliyorum. Onların Taraf gazetesiyle önemli bir özgürsel yol açtığını biliyorum. Bunu çok değerli ve önemli buluyorum. En değme solcudan daha yararlı ve cesur buluyorum. Taraf gazetesinin Türkiye’deki hegemonik yapıya eleştiriler yaparak özgürlüksel bir duruş sergilediler. Benim Taraf gazetesine eleştirilerim de var. Onları zaman zaman eleştirdim de. Ama benim bu eleştirilerim onların bu değerli, özgürsel yanını ortadan kaldırmaz. Eleştirilerim var ve bunu da anlasınlar. Zaten Kürt sorununa, toplumsal konularda da eleştirisel yaklaşmak gerekir. Yasemin Çongar’ın da yazılarını aynı çerçevede buluyorum. Değerlidir, özgürlük yanı gelişkindir. Onun edebi yanı da, yönü de var, gelişmiştir. Daha önce edebiyat üzerine yazdığı yazıları okuyordum. Son zamanlarda yazmıyor ya da ben alamıyorum. Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e selamlarımı iletiyorum.”

  4. İki Ulusalcı Liderin Makûs Talihi!..

    Öcalan “Döndükçe” İtaat Edenler Mekanikleşiyor!

    27 Haziran 2011 / Nasname

    Değişim, iç hesaplaşmalar, tartışmalar, kıyaslamalar ve olaylar arasında yeni bağıntılar kurma sonucu gerçekleşirse sağlıklı olur ve bu tür değişimler bireyi geliştirir. Buna karşın değişim, dışarıdan birileri istedi diye ve aniden gerçekleşirse bireyi geliştirmez; çünkü bu tür değişimler mekaniktir.

    Yıllarca siyaha beyaz diyen ve bunu hararetle savunan birinin, aniden siyaha siyah ya da siyaha beyaz dışında bir başka renk demesi onun dengesini bozar. Çünkü ani düşünsel değişimler insan psikolojisi üzerinde olumsuz bir etki yapar. Birine koşulsuz itaat edenlerin “sorunlu‘ kişiliklere sahip olmalarının temel nedeni, doğal değişime kapalı olmaları ve itaat ettikleri kişinin değişimlerine ayak uydurarak aniden ve mekanik bir tarzda değişmek zorunda kalmalarıdır.

    İtaat edilen kişi Öcalan gibi tutarsız, her gün yeni bir şey söyleyen, her söylediği “yeni” bir önceki söylemini çürüten biriyse, itaat edenlerin bu mekanik değişimlerden dolayı başı döner, dengesi bozulur ve ciddi psikolojik sorunlar yaşar. Apocuların içinde bulunduğu sorunlu psikolojik durumu bu çerçevede değerlendirmek ve anlamaya çalışmak lazım.

    Genelkurmay ve Öcalan’ın Taraf gazetesini hedef göstermesiyle, o zamana kadar Taraf gazetesini kendisine çok yakın bulan Apocular, aniden Taraf düşmanı kesildiler ve neredeyse Taraf okumak ile “ihanet‘ aynı şeymiş gibi değerlendirilmeye başlandı.

    Öcalan son basın açıklamasında, Taraf’a dair söylemlerini değiştirdi; önceki yaklaşımıyla tamamıyla karşıt olan olumlu şeyler söyledi:

    Öcalan, “Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’a selamlarımı iletiyorum. Ahmet Altan’ın yazılarını okuyorum. Özgürlükçü yanının güçlü olduğunu biliyorum. Onların Taraf gazetesiyle önemli bir özgürsel yol açtığını biliyorum. Bunuçok değerli ve önemli buluyorum. En değme solcudan daha yararlı ve cesur buluyorum. Taraf’ın Türkiye’deki hegemonik yapıya eleştiriler yaparak özgürlüksel bir duruş sergilediler. Taraf’a eleştirilerim de var. Onları zaman zaman eleştirdim de. Ama benim eleştirilerim onların bu değerli, özgürsel yanını ortadan kaldırmaz. Zaten Kürt sorununa, toplumsal konularda da eleştirisel yaklaşmak gerekir. Yasemin Çongar’ın da yazılarını aynıçerçevede buluyorum. Değerlidir, özgürlük yanı gelişkindir. Onun edebi yanı da var. Daha önce edebiyat üzerine yazdığı yazıları okuyordum. Son zamanlarda yazmıyor ya da ben alamıyorum.’ Diyor…

    Şimdi Apocular ne yapacaklar?

    “Tanrı’ istedi diye Taraf’a düşmanlık yapanlar, yine “Tanrı’ istedi diye Taraf’ı savunmak zorunda kalacaklar. Tıpkı Daha önce İsmail Beşikçi ve birçok olayda yaşanan tavır değişiklikleri gibi…

    Öcalan sürekli farklı ve karşıt tespitler yaparak tabanının dengesini bozmuş durumdadır. Ve bu dengesiz insanlara her gün yeni dengesizler katılmaktadır. Öcalan’ı olumlayan herkes bu dengesizlikten pay almaktan kurtulamıyor. Öcalan bu tavır değişikliklerini iradesiyle gerçekleştirmediği ve sadece Genelkurmay’ın emirlerini yerine getirdiği için o da dengesizleşmiş durumda. Yani dengesiz bir insanın liderliğinde dengesiz bir itaatkâr grubunun etkili olduğu politik bir süreç yaşıyoruz. Çözüm, “birlik’ adı altında dengesizleşmek değil, değişimleri doğal bir şekilde yaşamak/gerçekleştirmek ve dengeli bir kişilikle politika yapmaktır…

    Altan Tan ve Şerafettin Elçi başta olmak üzere yeni yetme Apocuların içine düştüğü duruma bakınca, itaat sonucu yaşanan değişimlerin insanı ne kadar basitleştirdiği, zavallılaştırdığı rahatlıkla görülebilir.

    Düne kadar, Ergenekon, Kemalizm, statüko, vesayet, gibi kavramları dillerinden düşürmeyen Tan ve Elçi, neredeyse bütün Cumhuriyet döneminin olumsuzlarını sadece AKP’ye yükleyecek kadar körleştiler. Devleti unutarak sadece AKP’yi hedef yaptılar. Yani Apocuların, Ergenekoncuların ısrarla yaptıkları ve Kemalizm’i aklamayı amaçlayan politikalarının militanı oluverdiler…

    Devlet içi hesaplaşmalar “uzlaşma‘ ile sonuçlanırsa (ki sonunda bu gerçekleşecektir.Çünkü devletin bekası söz konusu olduğunda iççelişkiler unutulur ve sistemin tüm kanatları birleşir) ve Öcalan AKP hükümeti ile anlaşırsa, itaat edenlerin durumu ne olacak?

    Yarın Öcalan çıkıp, ‘aslında AKP mevcut partiler içinde bize en yakın olanıdır, yaptıkları olumlu şeyleri görmezden gelemeyiz, Kemalistlere göre daha ilericidir’ derse, Başta Elçi, Tan ve yeni Apocular olmak üzere, itaate bağlı değişenlerin hepsi de bir kez daha değişecekler; yani mekanik tarzda değişerek yine dengesizleşecekler…

    Önümüzdeki süreç, dengesizler ile dengeliler, itaat sonucu değişenler ile doğal değişenler, kişiliksizleşmiş olanlar ile kişilikli olanların ayrıştığı bir süreç olacaktır. Ve kişilikli insanlar ancak Kürdistan halkının devletleşmesi için sağlıklı bir politika üretebilirler…

    Haber/Yorum

    https://nasname.com/ocalan-dondukce-itaat-edenler-mekaniklesiyor/

  5. Uzun süredir Türk ve Kürt ulusları Baba’nın (ABD’nin) sevgisini kazanmak için yarışan iki düşman kardeş gibi.

  6. Her ulusal çıkar her zaman emperyalist çıkarlarla çelişir mi?
    ABD İngilizlere karşı bağımsızlık savaşı verirken Fransadan yardım aldı.
    TC.. SSCB den..
    Çağımızda Ulus devletleşme özünde zaten ekonomik sömürünün yerli taşeronluğu arzusu ile kültürel bağımsızlık arzusu değil mi?

    Kürt hareketinin ABD ile işbirliği Ulus Devletleşmenin özü ile çelişmez..Bu çağda (gecikmiş) ulus devlet modeli o ya da bu emperyal çıkarların bir uzantısı olmak zorundadır.
    TC nin durumu da Ulus Devleti koruma pozisyonu açısından farklı değil..

  7. Tek Yol:

    Türkiye Devrimci Hareketi’nin lideri olması gereken anti-kapitalist Ali Koç’un anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketlerinin de başına geçmesi.

    Ali Koç başkan, işçiler – emekçiler – ezilen halklar şampiyon!

  8. “”Kürt hareketinin ABD ile işbirliği Ulus Devletleşmenin özü ile çelişmez..Bu çağda (gecikmiş) ulus devlet modeli o ya da bu emperyal çıkarların bir uzantısı olmak zorundadır.””

    bu elbette doğru. burada asıl mesele, kürt hareketinin ve ona eklenmiş solun kendilerini demokratik komünalist ekoloji hareketi gibi pazarlamaları.

  9. Yerel kaynaklardan alınan bilgilere göre, Raco ilçesinin Edamo köyünde yaklaşık 2 bin 500 zeytin, üzüm ve nar ağacını yaktığını kaydetti. Ağaçların sahiplerine ilişkin de bilgi veren kaynak; Mihemed Osman Salim, Recem Osman Salim, Sileman Mihemed Mihemed, Welid Mihemed Mihemed ve Mihemed Hesen İsmail’in 100’er ağacının, Yehya Reşid Mustefa’nın 300 ağacının, Mihemed Bekir Şex Dada’nın bin 500 nar ve 300 üzüm ağacının yakıldığını belirtti.

    Çetelerin Eltaniye köyünde Abdulrehman İsmail’in buğday tarlalarına el koyduğu, İsmail’in Türkiye’ye sürgün edildiği ve tarlalarının da ateşe verildiği belirtildi.

  10. Türk savaş uçakları Biradost bölgesine bulunan Helkêla ve Dêliyan Dağı alanlarını bombaladı. Bombardıman sonucu bölgede çıkan yangında onlarca dönümlük ormanlık arazi ile Nawmêrgan ve Helgêlan köylerindeki tarım arazisi kül oldu.

  11. İki Tür Demokratik Rejim

    “Suudi Arabistan Kralı Abdullah ve Katar Şeyhi El Tani, Suriye’ye demokrasi gelmesi konusunda hemfikir”

    (Zaytung)

    Necip ve Recep Bey’ler de hemfikir.

  12. “PKK/HDP
    “Yapacağız” dediği hiçbir şeyi yapmadı;
    Özgürlük, barış, eşitlik, demokrasi, Kürdlerin hakları gibi…
    “Yaptırmayacağız” dediği her şeyi ise yaptırdı;
    Tayyip’in başkanlığı gibi…”

    “Tarihin gördüğü en büyük işbirlikçiye “Tanrı” diye tapacaksınız;
    Sıradan Kürdleri “işbirlikçi” diye katledeceksiniz;
    “Kürdlük/devrimcilik” maskenizin altında
    Taşeron/tetikçi/çete/kontra özünüz sırıtıyor!
    Maskenizi indirip suratınıza tükürmeyen her Kürd
    Sizin suç ortaklarınızdır”

    “PKK/HDP ve aklayıcılar;
    Bir heyet gidip “süreci başlatın” diye Berzanîlere yalvarıyor;
    Başka bir heyet de ‘T.C. ile diplomatik ilişki kuruyorlar’ diye Berzanîlere küfür/hakaret ediyor;
    Tutarsızlık/soysuzluk/ikiyüzlülük/sahtekarlık değil mi bu yaptıkları?”

    “Kutsadığınız Venezuela eski Devlet Başkanı Chavez’in çömezi ve Yeni Başkan Nicolás Maduro Tayyip’i ziyaret edip dostça pozlar verdiğinde ses çıkarmadınız;
    Ama Berzanî’nin Tayyip ile görüşmesine ve olası görüşmelerine Pavlov’u doğrularcasına havlıyorsunuz! (Şartlı Refleks)…”

    (Nasname)

  13. Nasname anladigim kadariyla sende barzani familyasi ile birlikte semiriyorsun. Paralari cukka ediyorsun. yasadigin yerde ayricaliklisin. Hangi firma, ihale ve sirket sana ait. Hanedanin kullumusun yoksa hanedan ailesindenmisin? Haaa yeri gelmisken söyliyeyim. Hevlere gittim. Her köse basini sizinkiler tutmus. Bal tutuyorlar, on parmaklarini yaliyorlar. erkekler nikahsiz kuma usutne kuma aliyorlar. Bunlar sizin familyada oluyor. Kadin herzamanki gibi geri planda ve erkegine tabii. Uffff yoruldum, ne yazayim bay Nasnas. Heryerinizden gerilik, bagnazlik, feodalite ve kapitalizm akiyor.

  14. http://gercekgazetesi.net/sites/default/files/main/articles/dkdk_kore_turkce.jpg

    ABD-Kuzey Kore: Kimse gardını indirmesin!

    Gerçek
    Temmuz 8, 2018

    ABD başkanı Trump ile Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un Haziran başlarında Singapur’da yaptığı zirveden çıkarılacak sayısız ders var. Birkaçını sayalım. İlk ders şu: Dünya meselelerini anlamak için işçi sınıfı ve sosyalistler sakın ola emperyalist medyaya ve onun uşağı durumundaki Türkiye düzen medyasına inanmasın! “Onlarda bilgi var, biz ne biliriz?” diye yerinmektense Marksizmin diyalektik yöntemini kullanarak, bilgiyi alıp yeniden kesip biçmek sosyalistlerin görevi. Zirveden önce emperyalist medya da, bizimkiler de, “Kim korktu, geri bastı, Trump zirveyi iptal etti, Kim yalvarıyor” yönlü yayın yapıyordu. Gerçek gazetesi ise kontrolün Kim’in elinde olduğunu, onun ve arkasındaki Çin’in, yanlarına Güney Kore başkanı Mun’u da alarak inisiyatifi ellerinde tuttuklarını yazdı tekrar tekrar. Şimdi, hakikat ortaya çıktı. Bütün emperyalist medya aynı şeyi yazıyor: Kazanan, Kim’dir. Hiçbir ciddi taviz vermemiştir, bir ton itibar kazanmış, iki Kore’yi birbirine yaklaştırmıştır.

    İkincisi, Kim’in kazanması, ne Kuzey Kore işçi sınıfının, ne de sosyalizmin kazanması değildir. ABD devletinin hesabı uzun vadede Kuzey Kore’nin, bürokrasinin sultasında olsa da hâlâ bir işçi devleti olan düzenini kapitalist Güney Kore’nin yutmasıdır. Kim’in, stratejik bir hedef olarak bu amaçla hemfikir olduğunu gösteren çok önemli bir şey olmuştur Singapur’da. Bugüne kadar halkından dünya kapitalist sisteminin zenginlik timsali olarak görülebilecek yanlarını gizlemek için elinden geleni yapan Kuzey Kore bürokrasisi, bu kez Kim’i görüşmelerden bir gün önce Singapur’da bir gezintiye çıkartmış ve hazırladığı propaganda filminde bu ülkenin gösterişli zenginliğini kendi halkına sergilemiştir. Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi geri getirenlerden ilk cumhurbaşkanı Boris Yeltsin, çöküş öncesinde Batı başkentlerini ilk ziyaret ettiğinde süpermarketleri öve öve bitirememişti! Anlaşılan Kim de halkı alıştırmaya çalışıyor.

    Üçüncüsü, Trump Kim’in elini sıktı diye kimse dünya barışı için herhangi bir hayale kapılmasın! 13 Haziran günü “Kuzey Kore artık nükleer tehdit değil” diye tweet atan Trump, 23 Haziran günü ABD devletinin 2008’de ilan etmiş olduğu “Ulusal Acil Durum” belgesini yenilemiştir. Orada Kuzey Kore’nin ABD için “olağan dışı ve olağanüstü” bir tehdit olduğu yazıyor! Trump’ın tutarlılığını falan boş verin. Daha önemli olan şu: Trump, bir eliyle Kuzey Kore ile anlaşma yaparken, bir eliyle de Çin’e karşı ağır bir ticaret savaşı açıyor! Onunla yetinmiyor, en yakın müttefiklerine, kuzey komşusu Kanada’ya, güney komşusu Meksika’ya, NATO müttefiki Avrupa Birliği’ne de, hem de “ulusal güvenlik” gerekçesiyle ticaret savaşı açıyor. Dünya barışı değil, dünya savaşı mevzi kazanıyor. Singapur altüst olmuş dünyamızda kalıcılığı sabun köpüğü değerinde bir tiyatrodur.

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2018 tarihli 106. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/abd-kuzey-kore-kimse-gardini-indirmesin

  15. “Özal döneminde
    Ankaraya’ya gelen Berzanî ve Talabani’ye
    Devlet Konuk Evinde faşistler (Alperenler) saldırmıştı;
    Bu gün ise faşist Alperenlerin yerine PKK/HDP ve aklayıcıları bu kirli görevi layıkıyla(!) yerine getiriyorlar…”

    “16 Ekim ihaneti başarılı olup Hewlêr düşseydi
    Nêçirvan Berzanî yerine Pavel Talabani Ankara’ya gelecekti;
    Nêçirvan’a havlayan sizler de barış türküleri(!)yle Pavel’i alkışlayacaktınız;
    Çünkü Pavel de “halklar” adı altında “Kürdistan fikrini çöpe atan” kirli anlayışı temsil ediyor”

    “İstihbarat örgütlerinin karanlık odalarında “müzakere” adı altında Kürdlerin ulusal haklarını satanlar,
    Kürdlerin uluslararası ilişkilerde
    Aleni/medeni diplomatik ilişkilerine ateş püskürüyorlar;
    Öfkeleri Başbakan Berzanî’ye değil Kürdlerin “insan” muamelesi görmesinedir!”

    “PKK/HDP’ye;
    Sizin Kürdler için T.C.’den istediğinizden daha azını istiyorsa
    Berzanî hain ve satılmıştır;
    Berzanî’nin Kürdler için Irak’tan istediğinden daha azını istiyorsanız
    Siz (PKK/HDP) hain ve satılmışsınız…

    Bu kadar basit!”

    (Nasname)

  16. ahmet aslan , heybeliada

    vatan millet sakarya partisine takmış durumdasınız, bunların imzadan daha az oy alacaklarını biliyordum. benim anlamadığım bu kişinin hastalığıyla başbaşa bırakılmasıdır.dumanaltı olduk diyor.çevresinde olanlardan , ve onun peşini uzun süre bırakmayan sizden şüpheye düşülmelidir. zaten sizde orada takılıp kaldığınızı gösteriyorsunuz. sapak ta yazdığınız 5 kol tkp dediğiniz nabi yağcılarla imzanızdanda anlaşıldığına göre sizinde kafanız net değil.ölü bizim allah rahmet eylesin.

  17. Yarın HDP’nin kuracağı “Anadolu Ve Trakya Halklar, İşçiler, Emekçiler, Özgürlükçüler, Ekolojistler, Başörtülüler, LGBTİ’ler Demokratik Özerklikler Cumhuriyeti”nde Türk kimliği yasaklanacak mı?

    Dün Kürt kimliğinin yasaklanmış olması gibi mesela?

    Peki bu yasağa uymayarak “Türk ulus devleti” isteyen solcu görünümlü ilkel ve etnikçi Türk ulusalcılarıyla nasıl mücadele edilecek?

    Devletleşmek isteyen Kürt ulusalcılarıyla edildiği gibi mi?

  18. İsmail Beşikçi’nin veciz bir ifadesiyle (mealen);

    “Vietnamlılar ABD’yi demokratikleştirme mücadelesi verdiler mi? Hayır, ülkelerini kurtarmanın yolunu aradılar. Kürtlerin yapması gerektiği gibi.”

  19. https://pbs.twimg.com/media/Dh2xRArW0AYqsHl.jpg

    “Türk ve onların etkisindeki Kürd solcuları Güney Amerika hayranı;
    Güney Amerikalılar da Sömürgeci devletlerin hayranı;
    Saddam/Esad/A. Necat hayranlığı ortaktı;
    Ama Maduro’nun Tayyip hayranlığı işleri karıştırdı;
    Solcular sıkıntılı;
    Maduro’ya mı kızsınlar
    Tayyip’i mi sevsinler!!!”

    (Nasname)

  20. Ortadoğu’da Savaş Sona mı Eriyor?

    12 Temmuz 2018
    Marksist Tutum

    http://marksist.net/oktay-baran/ortadoguda-savas-sona-mi-eriyor

  21. Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko, Almanya’nın Baltık Denizi’nde bir doğalgaz boru hattı için Rusya ile anlaşma yapmasına ABD Başkanı Donald Trump’ın gösterdiği tepkiyi haklı bulduğunu söyledi.

    Poroşenko, France 24 TV’ye yaptığı açıklamada, bu boru hattının “kesinlikle siyasi bir proje” olduğunu, Avrupa’nın enerji güvenliğiyle rekabetçiliğini “tehdit ettiğini” savundu.

    Ukrayna Devlet Başkanı, bu konuda “Almanya Rusya’nın esiri” yorumunu yapan Trump’a “tamamen katıldığını” sözlerine ekledi.

    NATO Zirvesi kapsamında çalışma kahvaltısında NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile bir araya gelen Trump, Almanya’nın savunma harcamalarını artırmamasını ve Rusya’yla yürütülen enerji iş birliğini eleştirmişti.

    Trump, “Avrupa’yı Rusya’dan korumamız gerektiği söyleniyor. Öyleyse neden NATO ülkeleri enerji için Rusya’ya milyarlarca dolar ödüyor?” açıklamasında bulunmuş, Almanya’nın Rusya ile petrol ve gaz anlaşmaları yapmasının “çok uygunsuz” olduğunu söylemişti. Trump, “Almanya enerji için Rusya’ya yüksek düzeyde ödemeler yapıyor. Bu nedenle Almanya Rusya’nın bir esiri.” yorumunu yapmıştı.

    Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ise Trump’ın eleştirisine “Biz esir değiliz. Ne Rusya’nın ne de ABD’nin.” yanıtını vermişti.

  22. “Dün
    Kürdistan’ı kaosa sürükleyenler
    Bu gün
    Kaos’u yaşıyorlar!

    Basra’da başlayan hareketlilik Irak’ı daha derin krizlere sürükleyecek;
    Bu derin ıstikrarsızlık,
    Güney Kürdistan’ın bağımsızlık yolunu açacaktır!…”

    (Nasname)

  23. Şenol Karakaş

    Darbeden sonra düzenlenen demokrasi mitingleri gösteriyor ki, 15 Temmuz gerçekten de yeniden çözüm sürecinin ilanı, kalıcı bir barışın tesisi, siyasal demokrasinin alanının genişlemesi ve en önemlisi yapay toplumsal kutuplaşmanın yerine demokratik bir bir arada yaşam perspektifinin siyasal olarak inşa edilmesi için çok önemli bir zemin yaratmıştı. Ama açık ki bu süreç, başkanlık için ilan edilen güzergaha yol açmayacaktı. 15 Temmuz’da çubuk demokrasi yönünde bükülebilirdi, Erdoğan ise Devlet Bahçeli’nin açık desteğiyle başkanlık ve otoriter siyasal eğilimin hayat bulmasına büktü çubuğu.

    Sol ise apaçık ve ağır bir darbe girişimini püskürtmenin şerefini sağa bırakıp siyaset alanının en sığ kulvarına çekilmek ve OHAL koşullarının ağır baskı iklimiyle cebelleşmek zorunda kaldı. Sağ darbelere karşı mücadeleden kendi iktidarını pekiştirmek için alan buldu. Solu, darbelere amasız fakatsız karşı çıkan solu inşa etmek, darbelere karşı mücadelenin bayrağını sağın elinden almak, aşağıdan iki toplumsal sürecin, önce Gezi, ardından 15 Temmuz darbe karşıtı direnişin yarattığı mücadele potansiyellerine yeniden bakmak, bu iki direniş arasında bağ kurmanın, en azından teorik bir bağ kurmanın olasılıklarını değerlendirmek zorundayız.

    Darbeye de darbeyi püskürten halk hareketinden sağ bir iktidar için faydalanan sağcı eğilimi de aynı anda reddetmenin yolu, öncelikle 15 Temmuz konusundaki kafa karışıklığından kurtulmaktır.

    Şenol Karakaş

  24. “Darbeyi püskürten halk hareketi” diye bir şey yok. Sadece, iktidarın paramiliter-faşist güruhları var.

  25. ““Darbeyi püskürten halk hareketi” diye bir şey yok. Sadece, iktidarın paramiliter-faşist güruhları var.”

    Çok doğru.

    Öte yandan, adı geçen darbeci güçler de, paramiliter faşist güçler kadar azgın ve zalim olmasalar bile, mücadele edilmesi gereken bir iktidar odağı değil miydiler?

    Sözkonusu faşistlerle aralarındaki fark daha az azgın olmaları olabilir ancak. Stalin’in Hitler’den bile daha diktatör olması gibi mesela. Dolayısıyla ne o cuntacılar ne de Hitler ehvenişer diye desteklenmemeli.

  26. Yukarıdaki cevabıma bir ekleme ve düzeltme yapmalıyım.

    15 Temmuz’un iktidar olması kötü olurdu. Bütün “iktidar”lar gibi. Fakat iktidar olamadığı, dolayısıyla iktidara karşı muhalif bir hareket olarak kaldığı sürece mücadele edilmemesi, hatta desteklenmesi gerekirdi.

    Gezi ile yanlış bir kıyas yapılmış yani. Tam tersi, iktidarı alamadığı sürece ki alamadı, Gezi gibi görülmeliydi.

  27. Eklemek istediğim bir şey daha var.

    Aslında muhalefetin ve solun genelinin bu konudaki tavrı içler acısı.

    İktidarı söylemeye gerek yok zaten. Fakat düzen muhalefetinin ve hatta solcu, devrimci, demokrat, özgürlükçü geçinen çevrelerin neredeyse hepsinin iktidarı eleştirirken bile bu sözde anti-militarist ve anti-darbeci koroya katılması tiksinti verici.

  28. “Darbeyi püskürten halk hareketi” diye bir şey yok. Sadece, iktidarın paramiliter-faşist güruhları var.

    15 temmuz gecesi 10’dan sabaha kadar istanbulda sokaktaydım tarihe tanık olmak için. basbaya halk sokağa çıkmıştı. türkiye sosyolojisine gayet hakim biriyim. arada militan unsurlar da vardı ama ezici çoğunluk sıradan akpli insanlardı.

    fakat darbeyi bastıran ne halk ne de militan unsurlardı… darbeyi bastıran darbecilerin berbat organizasyonlarıydı. ben uzaktan izleyen biri olarak dahi askerlerin kendilerine verilen emirle toplandıkları noktalarda, tank ve zpt üstünde amiyane tabirle mal mal bakındıklarına, arada sırada yalandan ateş açtıklarına şahit oldum. belki mühimmat sevkiyatı olmadığı için az ateş açıyorlardı. ama kesinlikle koordinasyonları, lojistikleri, planlamaları sıfırdı.

  29. İki Tür Ata'nın Makûs Talihi!..

    İnsanların Ata’sı Adem’dir. Adem’den önce insanlar yoktu.
    Başka deyişle insanlar Adem döneminde yaratılmıştır.

    Türklerin Ata’sı Atatürk’tür. Atatürk’ten önce Türkler yoktu.
    Başka deyişle “Türk ulusu” Atatürk döneminde yaratılmıştır.

    “Kürd ulusu”nun Nasname döneminde yaratılması gibi.
    Ya da “Anarşizm ulusu”nun Gün Zileli döneminde yaratılması gibi.

    Şu farkla ki, insanların ve “Türk ulusu”nun Ata’larının aksine, Nasname “Kürd ulusu”nun, Gün Zileli de “Anarşizm ulusu”nun tek Ata’sı değildirler.
    Çünkü bu “ulus”lar zaman içinde bir evrim süreciyle yaratılmaya başlamışlar, son biçimlerini adı geçen Ata’larının (ve adı geçmeyen diğer Ata’larının) döneminde onların son katkılarıyla almışlardır.

  30. Triump a biri basin toplantisinda kurt sorunu uzerine soru yoneltir.
    Triump; kurt halkinin buyuk bir halk oldugunu vurgular.
    Agzindanda sunu kacirir,aramizda ideolojik farklar olsada..
    Aciklamaga gerek varmi?
    Ne guzel.. Kurt halkiyla onun temsilcilerini ayri tutmuyor..
    Yukardaki yaziya bakinca(okudum sayilmaz),iyiki bizim solcular azinlikta hatta iyiki abd nin ozgurluk,demokratik hegomonyaciligi varmis dedim..

    Bolgenin demokratlasmasi,ozgurlesmesi,guvenli,saglikli olmasi butun dunyayi ilgilendiriyor.abd yide ilgilendiriyor.
    Yoksa fasist,irkci turk milliyetciliginden safinda yer alirsin..
    Ypg nin koca abd le deal yapmasi,fransa sarayinda karsilanmasi tr yi,kendi diliyle ,kis kis kiskandirmaktadir.

    Bizse alkislamaliyiz,kiskanmadan…

  31. abd’nin politikalarını dünyanın farklı bölgelerine barış ve demokrasi gelmesi üstüne kurduğunu veya yan sonuç dahi olsa bunu önemsediğini düşünen kişi ya cumhuriyetçi partinin ohioda mısır yetiştiren fox news izleyen evanjelik rahipleri göz yaşları içinde dinleyen çiftçi seçmeni olabilir veya burada hortlak nickiyle yazan bir kürt milliyetçisi 🙂

    buna cevap vermeye bile gerek yok ama bu görüyorum ki sol o kadar zayıf ki düşünsel ve örgütsel olarak bunların peşinden gidiyor…

  32. Kürt milliyetçileri kadar başınıza taş düşsün EMPERYALİSTler sizi.

    Evet, emperyalistsiniz. Çünkü TC azılı emperyalist bir devlettir. Siz de bu devletin devrimci görünümlü utangaç savunucularısınız.

    Filistin’in, Kosova’nın, bilmem nerenin devletleşme hakkı için bar bar bağırırsınız. Ama Kürtlere gelince MİLLİYETÇİLİK!

    Sahtekarlar sizi!

  33. Cevapda degil yazdigin..
    Dunyada savasin,islami fasisizmin,binbirturlu sorunun merkezi ortadoguyu goremeyecek kadar kir,sagir,cahil..gene orada ozgurluk ve gericilige karsi tek kurd hareketini goremeyecek kadar uyusmus…gec bunlari..

    Sadece abd desteklemiyor kurt hareketini…rusyada,cinde ,afrikada,latin amerika…dunya destekliyor…
    Yani anlayacagin dunya turkiyeye karsi…abd tufek bile satarken tr ye binbir guclukler cikartiyormus..biyle diyor disisleri bakaninin..
    Kurtlere hediye ediyor ama…catlar insan..

  34. “Henüz devletleşme aşamasında iken bile
    5 resmi dile sahip olan Güney Kürdistan’ı
    Tekçi ulus devletlerle aynı kefeye koymak politik cambazlıktır;
    Kürdistan’a hakarettir;
    Tuhaf olan,
    PKK/HDP’nin tekçi ulus devletleri kutsayıp
    Çoklu/demokratik Kürdistan’a karşı çıkmasıdır…”

    “Tekçilerden Tekçiliğe Tepki(!)

    25 milyon Kürdün dilini yok sayan/yasaklayan T.C.,
    Arapçayı resmi dil olmaktan çıkaran İsrail’i
    Tekçilikle suçlayıp kınayabiliyor!!!!”

    “Sömürgeci devletlerin aklıyla/diliyle/anlayışıyla İsrail’e saldırmak ne kadar yanlışsa,
    İsrail’in yanlışlarını körü körüne alkışlamak ve anlamsız İsrail seviciliği de
    O kadar yanlıştır…”

    “Araplara olan haklı öfkeniz
    İsrail’in, ‘Arapçayı resmi dil olmaktan çıkarma ve tekçi bir anlayışı dayatma” yanlışını olumlamaya itmemelidir;
    Çünkü sömürgeci devletlerin tekçi anlayışına karşı çıkıp başka bir tekçiliği olumlamak sizi tutarsız kılar…”

    (Nasname)

  35. “Sadece abd desteklemiyor kurt hareketini…rusyada,cinde ,afrikada,latin amerika…dunya destekliyor…”

    eğer öyleyse ya kürt hareketi dünyanın en beceriksiz siyasi/askeri hareketi ya da türkiye dünyanın en güçlü ülkesi 🙂

  36. Sucunuzu gucle ortmege kalkiyor..
    Birde siritiyor..
    Tutun su fasisti…

  37. ABD Başkanı Donald Trump’tan Türkiye’ye ‘Rahip Brunson’ çağrısı

    ABD Başkanı Donald Trump, Twitter’dan yaptığı açıklamada Türkiye’de ev hapsine alınan ABD’li rahip Andrew Brunson’un serbest bırakılması çağrısı yaptı.

    Trump paylaşımında, “ABD, Türkiye’ye büyük Hristiyan, aile adamı ve mükemmel bir insan olan Pastör Andrew Brunson’un uzun süreli tutukluluğu için büyük yaptırımlar uygulayacak. Bu masum inanç adamı derhal serbest bırakılmalı!” ifadelerini kullandı.

  38. Trump’ın açıklaması:

    “The United States will impose large sanctions on Turkey for their long time detainment of Pastor Andrew Brunson, a great Christian, family man and wonderful human being. He is suffering greatly. This innocent man of faith should be released immediately!”

    Altında biri de şöyle demiş:

    “I thought you loved Dictators?

    What happened?”

  39. Diktatörü görüp uyandı

    Trump awakens:

    https://www.youtube.com/watch?v=lwI50n5P59U

  40. Çekirgeyi salıverdim

    Bugün, birilerinin arkasındaki halk desteği, Saddam ve Kaddafi’ninkilerden fazla değildir.

    Üstelik, iki büyük blok arasında gidip gelerek güvenilirliklerini kaybettiklerinden, Esad’ınki gibi bir desteğe de sahip değildirler.

    Yani kısacası, halk desteği sadece iktidar olmaya yetebilir. Bu durumu sürdürebilmeye değil.

    Çünkü, çekirge bir sıçrar, iki sıçrar.

    İlk sıçrayışı beş yıl önce geçen ayda idi.

    İkinci sıçrayışı da iki yıl önce bu ay.

    Bakalım üçüncü sıçrayışı ne zaman olacak?

  41. Marksist Hoca Hortlak

    Sayın Marksist Hoca Hortlak,

    Marks’a göre insan ‘’Homo Faber’dir.

    İnsan bu sayede dilden tut uzaya gitmeye kadar kendini çalışmayla yaptı. Klavyenizi değiştirmeniz bir saniyelik bir iş

    Diğer yandan, Marks’a göre insan ‘tür-özü’. Diğerleri için üretir. Klavyenizi değiştirmekle biz okuyanlar için yazmış olursunuz.

    Bir sorun daha var: Kürt düşmanları.
    Bunlara “bakın haklıymışız, Kürtler aslında dağ Türkleri” deme fırsatı sağlıyorsunuz.

  42. "Değerli Yalnızlık"ın Makûs Talihi!..

    Büyükelçilerden Türkiye’ye tehdit! ‘Gerekirse askeri güç kullanırız’

    Kıbrıs Rum Kesimi’nde düzenlenen konferans, İsrail ve Mısır’ın Türkiye’ye meydan okuyan açıklamalarına sahne oldu. ABD Büyükelçisi de Türkiye karşıtı tavra destek verdi.

    NTV’den Selim Sayarı’nın haberine göre Lefkoşa’da yapılan “Dış Rumlar Konferansı”na İsrail, Mısır ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Rum Kesimi’ne akredite olan büyükelçileri katıldı.

    Toplantıda konuşan İsrail Büyükelçisi Aammy Ravel, Rumların tek taraflı doğalgaz aramasına tepki gösteren Türkiye’nin davranışlarını tahrik olarak niteledi. “Türk tehditleri nedeniyle İsrail’in askeri müdahalede bulunmak zorunda kalmamasını temenni ederim” ifadelerini kullandı.

    MISIR BÜYÜKELÇİSİ: GEREKİRSE ASKERİ GÜÇ KULLANIRIZ

    Mısır Büyükelçisi Mai Taha Muhammed de gerekirse Türkiye’ye karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyecekleri tehdidinde bulundu. ABD Büyükelçisi Cathleen Doherty ise Türkiye’nin Rumlara gösterdiği tavrın kabul edilemez olduğunu söyledi.

  43. “40 Marksist Hoca Hortlak” yorumcusu, Marksist hoca Hortlak’ın ince diyalektiğini yakalıyamamış.

    Hortlak bozuk Türkçe yazmakla Türkçe’nin Kürtçe gibi süper ırklar Aryan dilleri ailesinden gelmediğine ve dolayısıyla Türkçe’nin bozuk bir olduğuna işaret etmek ister.

    Hortlak Hoca köküne kadar devrimci olduğundan Kürtleri ezen Türkler’in klavyesini kullanmamakla sembolik protestada bulunur. Aslında büyük bir şiar olan Hortlak Hoca Türkçeyi bülbül gibi konuşur ve hatta bir gazetede köşe almış bir jurnalcıdır.

    Diğer bir diyalektiği de, her medya artisti gibi her fırsatta saman için eşek numarası yapıp dikkati üzerine çekmesidir. Yani “yahu bu zırvalamar altında yatan büyük bir maden mi var?” merakından yararlanır. Son derece Marksist olan Hortlak, insanın hayatını kolaylaştıran her bilimsel ve teknolojik buluşların meraktan kaynaklandığını bildiği için aynı insan psikolojisini sömürür.

    En önemlisi, Hortlak şiar olduğu için büyük şiarlar arasındaki yaygın “anlaşılmazsa derindir” amentüsünün mürididir. Sık sık salak gibi laflar etmesi bu şiarlık alışkanlığındandır.

  44. Ulusalcılık ve Sorular
    “İki Tür Ulusalcılığın Makûs Talihi!..
    ABD emperyalizmi gibi süper güçler, hegemonya mücadelesi verdikleri Ortadoğu gibi bölgelerde, süper güç olmalarının gereği olarak bölgedeki farklı, hatta birbiriyle savaş halindeki bütün güçlere yatırım yaparlar ve bu “taktik esnekliğin” sonucu olarak bir birine, bir diğerine, hatta aynı anda her ikisine birden oynarlar. Bu gayet doğaldır ama bölgedeki farklı ve çatışan güçlerin paradigmalarını ABD “taraftarlığı” ya da “karşıtlığı” üzerine kurmaları, bu paradigmaların her an yerle bir olması RİSKİNİ TAŞIR.
    Sayın Zileli,
    Bu tasvir ettiğiniz durumdaki çaresizlikten taraf değiştirmelerle benzeri çaresizlikten her türlü tuzağa düşen ezilen insanlar arasında fark var mı?
    Seçimlerde oy verme buna benzer mi?
    Türk solunun uzun bir süre süper güçler arasında şaşkınlık içinde taraf tutmaları, taraf değiştirmeleri, birlerine saldırmaları ve hâlâ bu çalkantı içinde olmaları da örnek olabilir mi?

    İncelediğiniz somut durumda, ulusalcılığı seçen iki tarafın da yerle bir olduğu sonucuna varmışsınız.
    Başarısızlığın nedeni ulusalcılığın çözüm olamadığında mı, yoksa ulusalcılıkta yapılan hatalarda mı?
    Tarihte böyle büyük güçlerin kıskaçlarına yakalanmış ama kurtulmada başarılı olan var mı?
    Hatta vardığınız sonuç böyle durumlarda başlangıçta ulusalcılığı seçmeyle riskten kaçınmada başarılı gibi görünen, örneğin Türk ulusalcılığı, bile muallak. Sonradan makûs talihe dönüşüyor.
    Belki de bu duruma halk arasında sık rastlandığı için “yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal!” atasözü olmuş.

  45. sorun ulusalcı bakışta.

  46. Sayın Zileli,
    Tarihte toplum üç değişik siyasi düzenle yönetildi: İmparatorluklar, uluslar, ulus-devletler.
    Makalenizde tarihsel somut durumları inceleyip eleştirdiniz. Bu üç tarihsel bakışlar dışında böyle durumlarda başarılı olmuş somut bakışlar var mı? Lütfen somut örnek verir misiniz?

  47. devlet sistemlerinin hiçbiri başarılı olamaz.

  48. “sorun ulusalcı bakışta.”

    ‘Ulusalci’likin tersi/ziddi nedir?

    ‘Enternasyonalist’lik/’Globalist’lik/’Kureselci’lik mi?

  49. Necip adlı kişiye teşekkürler

    “sorun ulusalcı bakışta.”
    ‘Ulusalci’likin tersi/ziddi nedir?
    ‘Enternasyonalist’lik/’Globalist’lik/’Kureselci’lik mi?
    Aynı soruyu ben soracaktım. Solcu edebiyatında basmakalıp cevabın ‘Enternasyonalist’lik olduğunu bildiğimden sadece geriye ’Globalist’lik/’Kureselci’lik mi? soruları kalıyordu ama bu sorularımla alay etmek istediğim sanılacağından, sormadım. Siz daha cesur veya eskilerden olduğunuzdan Zileli bey ile daha samimi gibisiniz.

  50. “Siz daha cesur [..]”

    Yok, yok. Cehaletime vermek daha dogru olur. 🙂

  51. Sorun, Ulusalcı Bakış ve Devlet Sistemleri

    Belki sorun, kişisel boş konuşmalara neden olan 19. yüz yıla takılmış olmakta, belki aynı şeyleri istemeyi başka gibi sanma çılgınlığında, belki “gök ve yer yüzünde senin 19. yüz yıl masallarından çok daha değerli şeyler var.” lafına umursamazlık numarası yapmaktansa ciddiye almakta …

    İki haber ve bir gazetecinin somut bir durumda ideolojilere başvurarak evrensel, soyut, her derde çaresi:
    “sorun ulusalcı bakışta” / “devlet sistemlerinin hiçbiri başarılı olamaz”
    Not: Haberlerin tümü çok daha enteresan ama salt bir kısmını çevirme ve kesik kesik alıntıları aktarmamı inşallah hoş görürsünüz.

    Haber 1
    New York Times Trump’a röportajcılara “insan düşmanları” demeyin diye uyardı.
    Uyarılardan bazıları:

    Trump’ın “sahte haber” ifadesinin “doğru olmadığı gibi zararlı” olduğu;
    “Gazetecilere“ halkın düşmanı ” demesinin çok daha fazla endişeye düşürücü olduğu;
    Bu kışkırtıcı dilin gazetecilere yönelik tehditlerin artmasına katkıda bulunduğunu ve şiddete neden olacağı;

    Trump retoriğinin, özellikle de diğer ülkelerde bazı rejimler tarafından gazetecilere saldırı ve cezalandırmada kullanıldığı, yeşil ışık yaktığı.

    Haber 2
    Hindistan, kuzeydoğu Assam eyaletinde, 24 Mars 1971’den önce geldiklerini ispat edemeyen, yaklaşık dört milyon insanın vatandaşlıklarını ilga etti.
    Zaten belgeler varsa bile çoğu yanlış.
    Hindistan, amacın Bangladeşli göçmen sürülerinin kökünü kazımak olduğunu açıkladı.

    Not: orijinal yazıda kullanılan ‘sürü’ anlamındaki kelime ‘horde’. ‘Horde’ kelimesi de Türkçe deki ‘ordu’ kelimesinden türemiştir. Hindistan dili Urdu da.
    Mağdurlarda biri:
    “Müslümanlardan kurtulmak için açık bir şekilde tehdit ediyorlar ve Myanmar’daki Rohingya’ya olan, burada bize de olacak”.
    Diğer alıntılardan sadece bir tane:
    Yetkililerin şüpheli göçmenlerle nasıl başa çıktıklarının başına getirdiklerinin somut tecrübesini yaşamış Hasitun Nissa, Hindistan ulusalcı* retoriğini ciddiye alıyor. İki yıldır kocası parmaklıklar ardında ve Hasitun Nissa ailesine tek başına ekmek temin etmekte. Ve ekler:
    “Hindulara asla zarar vermedik. Huzur içinde yan yana yaşayabiliriz”; “Ama kötü haberlerin gelmesinden korkuyorum.”

    *Not: Daha doğrusu, Trump ve benzerlerinin model alındığı dünyanın her yerinde mantar gibi biten rejimlerin becerileri göz önüne alındığında, solcuların kurtarıcısı, ‘enternasyonalim’; ünlü diyalekti cilveleri, hop demiş “enternasyonalizm nasyonalizm olmuş”; “sorun ulusalcı bakışta” veya “devlet sistemlerinin hiçbiri başarılı olamaz” gibi solcu devrimcilerin “yetiş ya Hızır” 19. yüz yıl şerbetleri dağıtmak en azından çok ayıp. Beni ise tiksindiriyor.

    Belki de eğer somut bir yardımın yoksa bu çeşit felaketlere karşı en asil yanıt ağlamak veya insan olduğuna pişman olmak!
    Ama solcular ve devrimciler Brutus gibi “honorable” ilericiler! Gözleri hep köşe dönmelerde.

  52. Ulusalcılığı bilmem, fakat cumhuriyetçilik her zaman her yerde ilericilik, özgürlükçülük ve aydınlanma demektir.

    Gerici, özgürlük düşmanı ve yobaz Şahlığı yıkan ilerici, özgürlükçü, aydınlanmacı dost ve kardeş devrimci İran cumhuriyetçilerinin cumhuriyet bayramını kutluyoruz:

    “Bu devirde
    Kimse Sultan değil
    Hükümdar değil
    Bezirgan değil
    Bu kadar güvenme hiç kendine
    Kimse Şah değil
    Padişah değil”

  53. “İnanç, bilginin olmadığı yerde büyüyen bir düşünce bitkisidir, en çok da insanın belki de hiçbir zaman bilgi sahibi olamayacağı alanlarda yetişir. (Dr. H. Batuhan, Bilim ve Şarlatanlık, s. 516)”

    – İdeoloji, bilginin olmadığı yerde büyüyen bir düşünce bitkisidir, en çok da insanın belki de hiçbir zaman bilgi sahibi olamayacağı alanlarda yetişir.

    – Ulusalcılık-ulusçuluk-milliyetçilik-etnikçilik-ümmetçilik-mezhepçilik…, bilginin olmadığı yerde büyüyen bir düşünce bitkisidir […]

    – Devrimcilik-solculuk-sosyalizm-komünizm-anarşizm-antikapitalizm…, bilginin olmadığı yerde büyüyen bir düşünce bitkisidir […]

  54. Muhterem Necip hocam, izninizle size bir sual tevcih edebilir miyim?

    Vatanımızı ecnebi müstevlilerden kurtaran halaskârımız, milletimizi muasır medeniyetler seviyesine çıkaran Ebedî Şef’imiz, bunların da ötesinde, büyük Rönesans hükümdarı Ulu Hakan’ımız Fatih gibi çağ açan büyük münevver ve mütefekkir Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aşağıdaki hadis-i şerifleri sizce nasıl tefsir ve şerh edilmelidir hocam?

    “Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede, siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

    Tabii, aynı sualimin cevabını muhterem Gün hocamdan da almak güzel olurdu.

  55. Dahileri Anlamakta Zorluk Çekme

    Gerçi çıplak vahşilerden farkı olmayan birinden fazlası da beklenmez. Aynı vahşi, Gün abimizi de anlamıyor.

    Bir örnek:
    “40 Marksist Hoca Hortlak” yorumcusu, Marksist hoca Hortlak’ın ince diyalektiğini yakalıyamamış.

    Hortlak bozuk Türkçe yazmakla Türkçe’nin Kürtçe gibi süper ırklar Aryan dilleri ailesinden gelmediğine ve dolayısıyla Türkçe’nin bozuk bir olduğuna işaret etmek ister.

    Hortlak Hoca köküne kadar devrimci olduğundan Kürtleri ezen Türkler’in klavyesini kullanmamakla sembolik protestada bulunur. Aslında büyük bir şiar olan Hortlak Hoca Türkçeyi bülbül gibi konuşur ve hatta bir gazetede köşe almış bir jurnalcıdır.

    Diğer bir diyalektiği de, her medya artisti gibi her fırsatta saman için eşek numarası yapıp dikkati üzerine çekmesidir. Yani “yahu bu zırvalamar altında yatan büyük bir maden mi var?” merakından yararlanır. Son derece Marksist olan Hortlak, insanın hayatını kolaylaştıran her bilimsel ve teknolojik buluşların meraktan kaynaklandığını bildiği için aynı insan psikolojisini sömürür.

    En önemlisi, Hortlak şiar olduğu için büyük şiarlar arasındaki yaygın “anlaşılmazsa derindir” amentüsünün mürididir. Sık sık anlaşılmaz laflar etmesi bu şiarlık alışkanlığındandır.

  56. https://www.youtube.com/watch?v=LytADGE1BJ8

    “Ben geldim. Benden evvel ne varsa reddediyorum. Her şey benden başlıyor. Ben sizin atanızım. Atatürk’üm. Böyle bir saçmalık olmaz. Benimle yaşayan adam benim atam olamaz…

    Benimle yaşayan adam benim atam olur mu? Burada bir mantık yanlışı var. Beşyüz sene sonra gelen adamlar seni ata kabul ederse etsin. Bakalım o zamana kadar devam edebilecek misin?

    Pabucun dama atılması yakın görünüyor. Bu kadar yalan, bu kadar zulüm. Ne kadar zamanla gizli kalır? Aha, Dersim’i açtılar kılıcın ucu ona dokundu. Kurtarmaya uğraşıyorlar. Boşuna gayret.”

  57. Otantik Bilge 47 Necip

    “Yok, yok. Cehaletime vermek daha dogru olur.”

    Bu ne alcak gunululuk ama yoksa numara mi? Dunyanin en bilgili insani cahilligini bilendir derler. Yani siz sadece ileri zekali degil ayni zamanda cok bilgililisiniz.
    Peki, Gun bey ile samimiyetinize neden deginmediniz? Ayni yerel dedikodu ipinde oynayan iki cambazsiniz. Bunda utanilacak bir sey yok.
    Diger yandan, sizin kadar cesur bir anarsist hic tanimadim. Acaba Gun bey ile samimiyet ve cekememezlik, onun da sizin gibi cesur bir anarsist olmasindan mi?

  58. “[..] büyük münevver ve mütefekkir Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aşağıdaki hadis-i şerifleri sizce nasıl tefsir ve şerh edilmelidir hocam?”

    Meth u senalariniz fevkalade isabetli olmakla beraber, ol ulu zatin hadis-i mubinine ‘asagi’ zamiri ile isaret etmis olmakla bir gunah-i kebire teget gectiginizin galiba farkinda degilsiniz. Taksiratiniz affola.

    — “Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede, siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.

    Lisan-i Turki uzerindeki hakimiyeti zat-i alinize rahmet yagdiracak denli mukemmel olan ol ulu zat, bu muhtesem sanatli paragrafta soyle buyurmaktadir:

    — ‘Artik o dogmalari degil, bu dogmalari esas alacaksiniz. Hayat, yasamak isteyenler icin, bundan boyle bu sekilde devam edecek.’

    Mevzu uzerinde tefekkur eden alimlerin ekseriyetinin kanaati de bu istikamettedir.

    Sadak Allah ul azim.

  59. Hem cevabınız, hem de ikazınız için çok teşekkür ederim hocam.

    Hemen tövbe ve istiğfar ettiğim için inşallah affolunurum.

    Allah cümlemize yevm-i kıyametteki mahkeme-i kübra’da ol ulu zatın şefaatine nail olmayı nasip etsin.

    Amin!

  60. “Peki, Gun bey ile samimiyetinize neden deginmediniz?”

    Gun bey de samimi; ben de samimiyim.

    Yani, bir kontrast yok. Deginecek bir sey de yok.

    “Diger yandan, sizin kadar cesur bir anarsist hic tanimadim.”

    Yasiniz ve ufkunuz elvermiyorsa, benim yapabilecegim bir sey yok, malesef.

    “Acaba Gun bey ile samimiyet ve cekememezlik, onun da sizin gibi cesur bir anarsist olmasindan mi?”

    Yok. Degil.

    Onun blogu var; benim yok.

    Cekemezligim ondandir.

  61. kendine enternasyonalist diyenlerin tüm politikaları yeni bir ulus ortaya çıkarmak. kişi kürt ulusal mücadelesini destekleyince enternasyonalist olduğunu sanıyor. a beyinsiz; kürtler ulus şeklinde organize olup tarih sahnesine çıktığında dünyaya +1 ulus armağan etmiş olursun ne enternasyonalizmi…

  62. Bütün insanlar “Ben Türk’üm / Kürd’üm / Arab’ım / Alman’ım / Amerikalı’yım / Çinli’yim / …..’ım” yerine “Ben İnsan’ım” diyene, yani bütün uluslar ve ulus-devletler aşılana kadar insanlık iflah olmaz.

    Daha doğrusu İnsan’lık olamaz, insanlık olur.

  63. “Devletçi/devletini seven bir Türk/Arap/Fars
    PKK/Öcalan’ı sevmiyorsa aptaldır;
    Devletleşmek isteyen bir Kürd
    PKK/Öcalan’ı seviyorsa aptaldır!!!”

    (Nasname)

  64. insanlar oy veriyor kucumseyemeyiz CHP ici kavgayi, soyle sunuluyor :degisim isteyen Ince statukaocu Kilicdaroglu. Muharrem Ince nin Yeltsin vari bir degisimci sagci oldugu kesindir, kilicdaroglunun ise Statukocu cernenko oldugu kesindir, Ince Saglam sag kanattir Kilictaroglu ise sol kanat degildir bunu Saglam biliyoruz, geleleim hic sanslari olmayan Liberal Ekonomiyo savunan Selin Sayek böke nin sol kanat sayilmasina??? Ilhan Cihanerin olaya lop diye atlamainsa, , Muharrem ince bir Baykal tilmizidir, onun icin parti ici demokrasi Tayyip Erdogan duzenine uydurulmus CHP orgutkenesiye Kadar ihtiyac olan bir trendir tipki ben Özal ile kosu yaparim diyen Baykal gibi.

    Devrimciler bazen statukoyu korurlar her boka atlamazlar.

    ayrica bu selin sayek boke denen liberal ekonomi savunucusu ne zamandan beri solcu oldu.

    ortada Marx-Bakunin/Stalin- Trotsky/ celiskisi yok efendile ortada Chernenko Yeltsin celiskisi var bence chernenko daha elverisli

  65. Bir kitabin makus talihi, Paradigmanin iflasi,

    Iyi makyajli turbanli bir kiz Mustafa Kemale anitkabirde sövmüstür, bu Fikret Baskaya nin Paradigmanin Iflasi kitabinin tezinin Iflasidir.

    tartisalimmi?:)

  66. 2018 secim sonuclari:
    yataktada olsam agzim yamulmusda olsa Tilmizlerim vasitasiyla ulkenin kaderinde rol oynarim ve muharrem inceyi baskan yardimcisi yaparim,ozalla sor giyer gezerim baskanlik rejimini sey ederim salak ulusalcilar ve kendini sol kanat sanan aptallar benim proje adami oldugumu gormezler

    ..Imza

    Deniz Baykal

    Kurultaya bogarim sizi, agzim yamukken bile:)

    Benden kurtulusunuz yok nihohahahaha kurultaya bogarim sizi:) nihojhahahhahhaha

  67. “Yaşayan Ölü” Veya “Yemek İçin Yaşayan” Halk Çoğunluğu Ve Halk Liderleri

    “Yaşayan”lar ile “yaşayan ölü”ler arasındaki fark nedir?

    “Yaşamak için yiyen”ler ile “yemek için yaşayan”lar arasındaki farktır.

    “Yemek için yaşayan”ların varlığı evrenin mevcut yapısı için elzemdir.

    Eğer “yemek için yaşayan”lar olmasaydı, yani herkes alelade işleri bırakarak “yaşasaydı”, dünyanın düzeni, dolayısıyla “yaşayan”lar var olamazdı.

    Bazıları buna “sömürü” diyor.

    “Sömürü”nün farkı biçimlerini, yani devlet rejimlerini ve ekonomik sistemleri tartışarak bunlara “ulusalcılık” ve “kapitalizm” yahut başka isimler vermeleri gibi.

    Aynı zamanda, kendileri de “yemek için yaşayan”lardan olan liderler ile “yemek için yaşayan” çoğunluk arasında bir fark olmadığını, ve “yaşayan”ların burada yazan bazı kişiler gibi çok küçük bir azınlık olduğunu görememeleri gibi.

  68. Temizlik Allah'tan Gelir

    Bu siteye katılan aydınları nasıl çözdüm?
    Kullandığım araçlar: Simülasyon (aman uzman simülasyoncu araba satış simülasyoncusu Necip okumasın!), İstatistik ve Otomatik Makale Üreticisi.
    Hazırladığım sayfalar tutan modeli Necip uzmandan daha uzman bir uzmana gösterdim. Daha uzman bir bakışta “bu kadar basit olamaz!” dedi ama “ya şimdi, ya hiçbir zaman” düşünerek vazgeçmedim.
    Modelin basit özeti:, 17. ve 18. Aydınlık veya İlk Defa Akıl Kullanma Çağı aydınlarının bazı makaleleri, Atatürk ve Karl Marks ile Türkiye’ye aktarılanlar, Otomatik Makale Üreticisi ile bu modellere dayanarak üretilen makaleler, günümüz dünya orta sınıf aydınları ve siteyi temsil eden orta sınıf aydınların bazı makaleleri, bu makalelerle site makalelerinin kıyas algoritması, sonucu istatistiksel testlerle kanıtlama, klasik mantık, diyalektik mantık falan filan.
    Not: Nasıl evrenin %95’i görünmez ise, Türk aydınları da Batı’da sadece görünen %5’i, yani vitrin süslemeleri görenler.

    Türk Aydınları, önce AtıTürk sonra Marks’ın Batı zenginliğiyle ağızları sulandırmalarına kanan mükemmel orta sınıf mavi gözlü sarışın Türkler. Batı’dan ithal edilen Batı’nın görünen %5 vitrin aydınlıklarıyla gözleri kamaştıklarından başka hiç bir şey göremezler.
    Türk Aydınları, Rönesans’da bulunmamış yerleri bulan; her zaman olan Doğa’yı bulan; Kitap, Eski Ahit ve İncil, denilen doğada yaratır allahın insanı doğa cennette ve doğadaki tozlardan yaratır demesine rağmen hızlı Rönesans müjdecileri insanın da Doğal olduğunu bulan ve sadece bulmayla kalmayıp daha iyi görmek ve böylece fethetmek için Aydınlık’a boğan Batı’nın ışığını gören yerli temsilci bayileri (son zamanlarda bunlara “ortak” adı verildi, “winning the hearts and minds” falan filan hikâyâtı). Tabii, ithalat fikir telif hakkı, bu buluşu Türk aydınlarına geçiren orta sınıf tezahüratçıları AtıTürk ve Marks’a ait.

    Türk Aydınları, bilimsel olma sevdasına okulda tutulan orta sınıf akıllı, uslu bireyci bireyler. Hikmet kaynakları Doğa, Fizik, Biyoloji, Evrim, Genler gibi gerçekten gerçek falan filanlardan oluşan ileri zekalılar.
    Bir örnek:
    Bir Türk Aydını, Sosyal Darwinizm’e bakar Sosyal Devrimcilik görür. Bu coşkunluk içinde, insan, insan oldu olalı bildiği, ve hatta bazı karanlıktaki düşünürlere göre hayvanların da bildiği, çoğu zaman acılar içinde ifade ettiği “her canlı ölmeye mahkumdur” bilgisini banal doku moku cici bici masala çevirir. Tabii bu arada, asıl sorunları bilmediğini gösterir: Yaşam olması için ölüm şart; canlılar, ancak ve ancak birbirlerini yiyerek,birbirlerinin sırtından geçinerek canlılıklarını muhafaza ederler; kişiler ölse de genler ölmez, kendisi ve diğer aydınlar gibi sivri kellelileri tekrar ve tekrar devreye sokarlar; kişiler yaşlanır ve ölürler ama düzenler, örneğin Çin, medeniyetler veya kapitalizm yaşlanır ve kriz geçirseler de sivri zekalılar sayesinde tekrar canlanırlar. “Gerçekten” ölenler de, Orta Doğu medeniyeti gibi,ileri zekalılar sayesinde değişik adlarla ve değişik yerlerde tekrar ve tekrar dirilirler (Mahşerin Dört Atlısı falan filan, gibi?)

    Bu banalliği kendi çıkarına kullanmak isteyen diğer sivri kelleli aydın artist, bu bilginin banalliğini hatırlatacağına kendi çıkarı için bilimselleştirir. Yani, “the show must go on!”. İnsanları önce, 30 bin yıl önce (lütfen en dandik ansiklopedi Wikipedia’ya bir göz atın) tek tek geziye çıkarır. Arada bir tesadüfen tek tek bir araya getirir. Ve biri erkek biri kadınsa, hava fişekleri patlar ve aydın artistimiz bir taşla üç kuş vuran eşsiz avcı olur: Kapitalizm böyle doğmuş, İktidar böyle doğmuş, Çıkar böyle doğmuş.
    Fark veya ayrılık özeti:
    İkinci artist, “bu iş Allah’ın işi” demeye utanmış yerine laik ve politically correct “monkey business”, “insan Doğası” falan filan der. Bu büyük beyinli aynı zamanda bir zamanlar “her şey her zaman değişmekte” dediğini unutur: Şimdi de Doğa hiç değişmez, dolayısıyla insan doğası hiç değişmez. Dolayısıyla bu ileri zekalı “boşuna uğraşmayın” kibar tembihi ve “bu b*k yemekten kurtulamazsınız” kaba tembihinde bulunur.
    Birincisi ise “biz b*k yemeye karşı değiliz; b*ku hepimiz, tüm insanlar beraberce s*çtık, beraberce kardeş kardeş, özgürce yemek istiyoruz!” ebedi türküsünü çağırır.

    Bu bilim bilmez bilimsel Türk Aydınlarına, sonsuz kabak ama bilim bilen bilim adam-karılar güler. Derin düşünürler de gülerler ama değişik nedenden: bu iki bilim tezahüratçılarına konuyu anlamadıkları için gülerler. Tabii bu aydınlık saçan iki sivri kelleye konunun ne olduğunu ben anlatacak değilim. Ama aynı şeyi bu iki sivri kellelin, kellelerinin sivrileştiği 70’lerde Türkiye’ye geldiğimde duymuştum. AtıTürk-Marks-Lenin falan filan sentezi daha çok yeni olduğundan tezahüratçılar, Hortlak gibi, aynı şeyleri daha kaba ifade etmişlerdi. Birkaç örnek verirsem belki bazı kara cahiller konuyu anlarlar.

    1. İtalya’da şiddetli bir volkanik püskürme tozları Kızıl Deniz’i doldurmuş ve böylece Musa daha sonra ayağına dolaşacak ayak takımını ardına takıp geçmiş.
    2. İsa Hindistan’a gidip orada su üstünde yürüme hilesini öğrenmiş.
    3. Ölü çürüdükçe fosfor yayarmış ve fosforu gece görenler nur (Batı Aydınlığı gibi) çıktığını sanarak mezarda evliya yattığına inanmışlar.
    4. Türkler, Frigya mitolojisinde bir ana tanrıça olan Kibele ile kıbleyi karıştırmışlar. O yüzden kıbleye dönerlermiş.

    Simyacının zaman alambiki (o da kimmiş?) artı sosyal medya bilgi ve veri bankaları zenginliği (ha bak bu bildiğimiz!) yeni çılgınlık fırsatları sağladı ama aynı tas, aynı hamam.

    Alaylarıma rağmen, kopmuş olsalar da, ilhamlarını canlılar aleminden alanları daha cana yakın buluyorum. İlhamlarını fizik, kuantum fiziği veya astronomi gibi cansızlar dünyasından alanlar gerçekten kelek.

    Şimdi de bu site ırkçılarının tümünü rahatsız edeyim:

    “… as the Fijians say “gods to one another”. This idea will seem strange to those who regard gods only as remote and awe-inspiring beings, but to SAVAGES (aman Hortlak duymasın, inşallah Doğa içindeki tatil köyinde hareminin keyfini çıkarıyordur), as to the ancients, a god is any person or thing with power to confer life.” Arthur Maurice HOCART
    Bir ses yükselir, “O da kimmiş?”
    Tabii karanlık %95’te aynı şeyi, özellikle şairler, defalarca söylediler ama buna Türk aydınları halis Türkçe kelime ile ‘folklor’ derler. İsa, ne Musa gibi allahı yanan çalılarda, ne de Muhammed gibi mağaralarda buldu. Fijili vahşiler gibi “kalbinde” dedi.

    Medeni Türk Aydınlarının bazıları iyice sapık. En başta ve en çabuk göze batan “life giving” anneyi bile “life destroyer” Devlet, İktidar ederler.
    Bu sapıklıkları modern sanatçılarda gören bir karanlık düşünürü, modern sanat eleştirisinde, eskiden sanatçı, “insanın ölüm karşısında korkusunu yenmek için yardımcı olurdu, şimdikiler anlamsız eserleriyle insanın kendini boğazlaması için bıçağı uzatırlar” dedi.

  69. “İşgalci TC Kürdistan’dan defol” demek milliyetçilik ise enternasyonalizm nedir?

    “İşgalci TC de, işgalci olmayan Kürdistan Devleti de Kürdistan’dan defolsun, hepimiz devletin ve sınırların olmadığı bir dünyada özgürce yaşayalım” mı?

    – İşgalci TC Kürdistan’dan defol!

    – İşgalci olmayanlar da defolacak mı?

    (“Peki, Zeki Müren de bizi görecek mi?”)

  70. Çok Para Dolandırıcılık, Çok laf Enayilik kokar

    “60 Anonim” çok uzatmış
    “Devletçi/devletini seven bir Türk/Arap/Fars
    PKK/Öcalan’ı sevmiyorsa aptaldır;
    Devletleşmek isteyen bir Kürd
    PKK/Öcalan’ı seviyorsa aptaldır!!!”
    (Nasname)”
    Kısası:Enayilerin bitmez tükenmez kavgası.

  71. 64 Anonim ve Mantık

    Şimdiye kadar yemeden yaşayabilen, sadece bazı bitki/hayvan ayırımında sınır olup zorluk arz eden canlılar hariç, bitkiler.
    Zaten “yemek” salt hayvanlar için anlam taşır.
    O halde, bu yazıda “yaşayan” ve hayvan, tabii ki insan, aynı anlam taşır.
    Eğer bitkileri ve mavi gözlülerin yemeden ve s*çmadan yaşama vaatlerini şimdilik bir tarafa bırakırsak, yaşamak için yemek şart.

    Peki bu site tipik büyük beyinlisine [“Yemek için yaşayan”ların varlığı evrenin mevcut yapısı için elzemdir.] afyonunu kim yutturmuş?
    Her neyse, zaten bu site benzeri, yuttuğu ideolojiyi, hakikat zannedenlerle dolu.
    İdeoloji tanımına göre, ideolojiyi yutan, ideolojisini evrensel, doğal, hakikat zanneden enayidir.

    Gelelim bu sitede sık sık rastladığım mantıksızlığa.

    64 büyük beyinli anonimin altın yumurtası:
    Eğer “yemek için yaşayan”lar olmasaydı, yani herkes alelade işleri bırakarak “yaşasaydı”, dünyanın düzeni, dolayısıyla “yaşayan”lar var olamazdı.

    Bakalım iki benzer öneriye.
    1. Eğer yaşamak için yiyenler olmasa, yaşayanlar olmazdı.
    Bu önerinin doğru olduğunu bilmek için büyük beyinli bile olmak gerekmez.
    2. Eğer yemek için yaşayanlar olmasa, yaşayanlar olmazdı.
    İlk bakışta göze çarpan bu büyük beyinlinin enayiliği: İbiş hayvanların yaşadığın bilmeyecek kadar çoooook büüüüüyük beyinli. Maşallah, allah bu enayiyi k*çını yaladıklara bağışlasın.

    İkinci göze çarpan bu sitede, hatta çooook aaaaz kişiler hariç, evrensel ırkçı sapıklardan biri olması.
    Bu sapık açık açık ırkçılılar ırkçısı Hortlak, Necip, ve bana durmadan saldıranları da geçti. Zileli de, galiba, politically correct hayvan sevgisiyle ırkçı olmadığına kendini inandırmış gibi.
    Eğer ben bu ibişin seviyesine inersem, “oku, oğlum oku, bu sitedekiler gibi zırvalama!” derim.
    En azından, “yaşayan ölüler”in yaşayanlar üzerinde kurdukları egemenliğin zirveye ulaştığı 19. yüz yılda, Frankenstein ‘den tut, yaşayan ölülere en fazla takılan ad Vampir’e kadar, biyolojide virüslere benzetilenlere kadar.
    Bazı yaşamak için yiyenlere saldıranlar da oldu. Bunlar, ’64 Anonim’ gibi yaşayan ölülere, yemek için yaşayanların g*tünü yaladıkları için saldırdılar. Bu enayilerden yararlanacak, faşist düzenler kuracak, halk liderlerinin çıkacağına uyardılar.

    Şu an dünya bunu yaşamakta. Bence, bu site, yeni ve daha büyük beyinli, sosyal medya hilkat garibeleri yaşayan ölülerle dolu. “64 Anonim” çok güzel bir örnek ve kurnaz: Diğer marksist-Leninist-…, -anarşist sağ/sol devrimciler ve kapitalistler gibi politically correct, çoğunluk tarafını tutmuş.

  72. 5 10 sene önce kemalist jakoben din karşıtı uygulamalara anti-demokratik bıdı bıdı diye karşı çıkan ABci liberal tipler bugün hollanda, danimarka, avusturya, isviçre gibi Avrupa’nın en liberal ve demokratik ülkeleri islami bireysel giyimle ilgili kısıtlamalar getirdiğinde tek kelime etmiyorlar. 🙂

  73. Müjde Nesname!, Müjde Hortlak!

    Matematiğin en prestijli ödüllerinden biri olan ‘Fields Madalyaları’ Brezilya’da düzenlenen bir törenle dağıtıldı. Caucher Birkar, Alessio Figalli ve Peter Scholze ve Akshay Venkatesh, matematik alanlarındaki önemli katkılarından dolayı onurlandırıldılar.
    KÜRDİSTANLI Birkar, İran’dan bir mülteci olarak İngiltere’ye geldi ve şimdi Cambridge Üniversitesi’nde çalışıyor.

    Kürtlerin, Türkler gibi, çıplak vahşilerden çok daha yüksek bir kültüre sahip olduklarının su götürmez ispatı.
    Çatlasın Wahsi!

  74. Medeniyet = Gargamel

    Vee sonraa korkunç büyücü Gargamel vardııı, o kötüydüüü

    [Bülent Arınç: ‘…ve sonra korkunç büyücü Gargamel vardı, o kötüydü.’ (ahmet birsoy Brüksel’den bildirdi) / Zaytung]

  75. İnsan kasaplığı ve örgütleyiciliği

    Askerlik, insan öldürme mesleğidir. Dolayısıyla ordular ve devletler bu mesleğin örgütleyicileridirler.

    Kasapların öldürdüğü hayvanlardan farklı olarak (gerçi onlar bile direnebiliyor ve şiddete karşışiddet ile cevap verebiliyor), insanlar, kendilerini öldürmeye gelen insan kasaplarına direnme ve gerekirse şiddete karşışiddet ile cevap verme yeteneğine sahiptirler.

  76. Kasap Savaşları

    PKK’li kasaplar, TC’li kasaplarla savaşan kasaplardır.

    ABD’li kasaplarla savaşan Saddam kasapları, Esad kasapları ile savaşan ÖSO, Nusra ve IŞİD kasapları, İsrail kasapları ile savaşan HAMAS ve Hizbullah kasapları, Şahlık kasaplarını kesen Humeyni kasapları, Çarlık kasaplarını kesen Bolşevik kasapları, Eski İttihatçı kasaplarını kesen öbür Eski İttihatçı – Yeni Kemalci kasapları gibi.

  77. Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) Başkanı Yalçındağ: Dost ve müttefik iki ülke arasındaki sorunları çözmenin yolu yaptırımlar olmamalı

    ABD’nin Rahip Andrew Brunson davası nedeniyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e yaptırım kararı almasına ilişkin DEİK/Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ yazılı bir açıklama yaparak, “Dost ve müttefik iki ülke arasındaki sorunları çözmenin yolu yaptırımlar olmamalı. Her iki liderin de akıl ve vicdanlarını dinleyerek sonuç almaya odaklanacaklarına, hızla sonuca gidebileceklerine inanıyorum” dedi.

    Yalçındağ’ın yaptığı açıklamada şu ifadeler yer aldı:

    Türk-Amerikan ilişkilerinde bir zamandır süren gerginlik, Amerikan Hazine Bakanlığının, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu yaptırım listesine almasıyla yeni boyut kazanmıştır. Bu girişimi hem Türkiye-ABD ilişkileri bakımından hem hukuki bir sürece çok ağır bir siyasi müdahale olması bakımından hem de NATO müttefikliği ve silah arkadaşlığı bakımından kabul edilemez buluyoruz. Bu girişimin geri alınması ve ilişkilerin bir an önce dostluk ve müttefiklik çerçevesine yeniden oturtulması için herkesi elinden gelen gayreti göstermeye davet ediyoruz.

    “İKİ ÜLKE ARASINDAKİ KRİZİ HIZLA ÇÖZEMEZSEK, İLİŞKİLER DONMA NOKTASINA GELECEK GİBİ GÖZÜKÜYOR”

    Yalçındağ; “Türk-Amerikan ilişkilerinde her zaman problemler oldu. Zaman zaman bu problemler krize dönüştü ama şunu da unutmayalım: İki ülke arasında karşılıklı stratejik ve ekonomik çıkarlar o kadar büyük, güçlü ve derin ki en krizli durumlardan sonra bile ikili ilişkiler düzlüğe çıktı. Bugün içinde bulunduğumuz, medyada ve sosyal medyada karşılıklı açıklamalarla tırmanan krizin de aşılabileceğini düşünüyorum. Mesele, bu durumun uzamaması, ilişkilerimize ve çıkarlarımıza kalıcı hasar vermeden çözümlenmesi. Unutmayalım ki 21. yüzyılın başında ittifakların dağılıp yeniden kurulduğu bir dönemden geçiyoruz. Kalıcı dostluklar çok önemli ve herkesin birbirine ihtiyacı var. İki ülke arasındaki krizi hızla çözemezsek, ilişkiler donma noktasına gelecek gibi gözüküyor. Ama gerçekçi olalım, bu mümkün değil. Başta Suriye ve NATO olmak üzere pek çok konuda birlikte çalışıyoruz. İkili ekonomik ilişkilerimiz hala sağlıklı” ifadelerini kullandı.

    “MEVCUT SORUNLARA ORTAK ÇIKARLARI GÖZETEREK ÇÖZÜM ARAMAK GEREKTİĞİNE İNANIYORUM”

    Yalçındağ, şöyle devam etti: “Bu krizde sadece bir taraf haklıdır, diğer taraf tümden haksızdır” demeden şu üç noktayı vurgulamak istiyorum: Dikkatimizi, en azından bir süre güncel krizin ötesindeki gerçeklere çevirmeliyiz. Mevcut sorunlara ortak çıkarları gözeterek çözüm aramak gerektiğine inanıyorum. Bu bağlamda, örneğin Suriye’de yeni oluşturulan yol haritası, hem ABD hem de Türkiye için bir kazanç. Bunu geliştirme çalışmalarını hızlandırmalıyız. ABD yönetiminin, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gözetmesi ve FETÖ mensuplarıyla ve Gülen’in iadesi konusundaki hassasiyetleri karşılayacak bir adım atmasının, buna karşılık ABD tarafının bazı taleplerinin de müsbet bir anlayışla dikkate alınmasının çok olumlu etki yapacağına inanıyorum. Bu durumda ABD’nin Türkiye’den beklentilerinin de Türk halkı tarafından daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum.

    “ABD’NİN SÖZÜNÜ ETTİĞİ EKONOMİK YAPTIRIMLARDA EN BÜYÜK ZARARI TÜRK HALKININ GÖRECEĞİ UNUTULMAMALI”

    ‘Dost ve müttefik’ iki ülke arasındaki sorunları çözmenin yolu yaptırımlar olmamalı. Yaptırımlar hiçbir zaman çare olmamış, en büyük zararı daima ilgili ülkenin insanlarına vermiştir. Türk-Amerikan ilişkilerinin önemli bir boyutunun da ticaret ve ekonomi olduğu çerçevesinde, ABD’nin sözünü ettiği ekonomik yaptırımlarda en büyük zararı Türk halkının göreceği unutulmamalı diye düşünüyorum.

    “İŞ DÜNYASI OLARAK, NATO ZİRVESİNDE GÖRDÜĞÜMÜZ KARŞILIKLI SAMİMİYETİN İLERİYE TAŞINMASINI ÜMİT EDİYORUZ”

    Gerçekçi, iyi niyetli ve aklıselim sahibi görüşlere her zamankinden çok ihtiyacımız var. Kanallar açık tutulmalı ve geri dönülemeyecek adımlardan kaçınmalıyız. İş dünyası olarak, NATO zirvesinde gördüğümüz karşılıklı samimiyetin ileriye taşınmasını ümit ediyoruz.
    Hem Başkan Erdoğan’ı hem de Başkan Trump’ı yakın tanıyan biri olarak, bu sorun karşısında nasıl düşündüklerini anlayabildiğimi sanıyorum. Gerçekte sorunun çözümlenmesi gerektiğine samimi olarak inandıklarını ve istediklerini düşünüyorum. İki başkan aslında birbirlerine çok benzeyen insanlar, cesur ve inançlı liderler. İkisi de yerleşik düzenle, kendini herkesten üstün gören çıkar gruplarıyla, algı operasyonlarıyla mücadele ederek geldiler bugünlere. İkisi de ülkelerinin güçlenmesi ve büyümesini hedefliyorlar ve bu hedeflere ancak realist ve pragmatik adımlarla varılabileceğini biliyor. Bu krizi çözmekte en büyük şansımız, iki başkanın bu saydığım kişilik özellikleri olacak. Çevrelerinden zaman zaman farklı sesler yükselebilir, siyasette bu doğaldır. Ama ben her iki liderin de akıl ve vicdanlarını dinleyerek sonuç almaya odaklanacaklarına, hızla sonuca gidebileceklerine inanıyorum.

  78. “Barbar Hümanistlik(!)

    Devletin işgalciliğini/barbarlığını onaylayanların
    Katledilen Anne ve bebeğine gösterdikleri hassasiyet(!)
    İnsancıl olduklarını göstermiyor;
    Her türlü ölümü/trajediyi fırsat bilip
    Barbar devleti kutsama aracı yaptıklarını gösteriyor!”

    “PKK’nin her kirli eyleminden/vahşetinden devlet sorumludur;
    Çünkü PKK’yi kuran devlettir;
    Bu gerçeği ortalama zekaya sahip her KÜRD/TÜRK çok iyi bilir;
    Bu gerçeği haykırmayan ve T.C. ile PKK’yi birlikte lanetle(ye)meyenlerin
    Duyarlılık(!) gösterileri sahtedir;
    İki yüzlülüktür!”

    “İki yanlıştan birini savunduğunuz sürece
    Yanlışa hizmet edersiniz!
    Devletin vahşetleri PKK’yi
    PKK’nin vahşetleri de devleti aklamaz;
    Bu kirli ve ortak eylemlerin sorumluları derin ve stratejik ortaktır;
    Ortak amaçları da Kürdlerin ulusal haklarını yok saymaktır;
    Yok etmektir…”

    (Nasname)

  79. 57 Necip/ Gun bey de samimi; ben de samimiyim

    İnsan sarrafı, süper cambaz Lenin bile “daha henüz samimiyet saptayan bir alet bulunmadı” dedi. Siz galiba Lenin’den ileri süper hiper cambazsınız.
    Her halükârda, ırkçılık saptama aleti var ve sizlerin ırkçı ve faşist ruhlu olduğunuzu çoktan beri saptıyorum.
    Sizleri böyle tiksindirici maymunlara çeviren Batı’dan sonsuz az örnekleri saptama aletime model oldu. Sizlere çok benzedikleri için belki kendinizi görürsünüz.
    1. ‘The French had turned to African colonization after their 1871 defeat in the Franco-Prussian war, licking their national wounds by seizing large swaths of territory across western Africa. “God offers Africa to Europe,” author Victor Hugo asserted in urging his fellow Frenchmen to add to holdings in Senegal and Algeria, “Take it. . . and at the same time solve your own social questions!” To his own rhetorical question “From whom” was the land being taken, Hugo responded, “From no one!” Britain and the newly unified states of Germany and Italy also joined what came to be known as “the scramble tor Africa” and invoked the civilizing mission to justify their jockeying for international stature and the continent’s vast mineral resources.”
    2. in the sixteenth and seventeenth centuries, European travelers found much to admire in the societies, economies, and cultural traditions of China, India, and other lands. By the eighteenth and nineteenth centuries, however, after the Enlightenment and the development of modern science, followed by the tapping of new energy sources that fueled a massive technological transformation, Europeans increasingly viewed other peoples as intellectually and morally inferior while dismissing their societies as sinks of stagnation. Hegel articulated these views in stark and uncompromising terms. The Mediterranean basin was ‘the centre of World- History,’ he intoned, without which ‘the History of the World could not be conceived.’ By contrast, East Asia was ‘severed from the process of general historical development, and has no share in it.’ Sub-Saharan Africa was ‘the land of childhood, which lying beyond the day of self-conscious history, is enveloped in the dark mantle of Night.’ As a result, Africa was ‘no historical part of the World; it has no movement or development to exhibit.

    3. Long before the United States became a major force in global affairs, Americans believed in their superiority over others due to their inventiveness, productivity, and economic and social well-being [sizlere ne kadar benziyor, değil mi?] . U.S. expansionists assumed a mandate to “civilize” non-Western peoples by demanding submission to American technological prowess and design. As an integral part of America’s national identity and sense of itself in the world, this civilizing mission provided the rationale to displace the Indians from much of our continent, to build an island empire in the Pacific and Caribbean, and to promote unilateral—at times military—interventionism throughout Asia. In our age of “smart bombs” and mobile warfare, technological aptitude remains preeminent in validating America’s global mission. And now, we hold the belief that it is our right and destiny to remake foreign societies in our image has endured from the early decades of colonization to our current crusade to implant American-style democracy in the Muslim Middle East.

    [You racist minions can read the history of this mission through America’s foreign relations over nearly four centuries from North America to the Philippines, Vietnam, and the Persian Gulf if you turn your bedazzled eyes from %5 visible window dressing shit that you people swallow.]

    Bunları yazmamın nedeni Medeniyet’e asıl biçim verenlerin sizleri nasıl gördüğünü yüzünüze vurmak. Hepiniz bunu biliyorsunuz ve bu nedenden size b*k yedirenlerle aşk/nefret yaşıyorsunuz. Hele sen, f*ucking forget it! Araba satıyorsun sana arabaları asıl yapan ve sana bayiliğini verenleri beğenmeme soytarılığı yapıyorsun!
    Eğer sizde utanmayacak kadar onur ve biraz da beyin olsa bu gaddar medenilerin siz k*ç yalayan medenilere yaptıkları ve hakkında düşündüklerini medeni olmayanlara ne yaptıklarını ekstrapole edersiniz.
    Bu sitenin ırkçı ve faşist ruhlularından bunu beklemek, zamanında Hugo ve Hegel gibi ırkçıları uyaranları anlamalarını beklemek olur.
    Bu sitedeki bitmez tükenmez yerel dedikoduların özeti: Sizin yuttuğunuz b*k sizin vicdanınızı rahatsız etmiyor; rakipleriniz vicdan azaplarını gidermek için “herkes yese daha iyi, fark kalkınca, farkı görme de kalkar düşünenler.

    Not: Eğer “onlar da kimmiş?” nakaratına başvurmayı düşünüyorsan, hiç yorulma. Sen ve bu sitedekilerin asla göremeyeceği %95’den sesler.

  80. Revolutionary Violence

    Class Wars: The Butcher Wars

  81. kürtler, türklerin 30 40 sene önce yaptıkları milliyetçi gazlamayı bugün yapıyorlar.

    türkler eskiden bir türk futbol takımı avrupalı bir takımı yenince işte türkün gücünü gösterdik falan derlerdi. abdde yaşayan bir türk doktor yeni bir teknik geliştirince dünyayı hayran bırakan türk derlerdi. sonra türkler bu aşağılık komplekslerini bıraktılar.

    şimdiyse amedspor sivassporu yener işte kürdün gücü… abdde yaşayan bir kürt matematikçi ödül alır işte kürdün zekası 🙂

    bugün kürt kuyruğu solcuların retorik düzeyi 30 sene öncesinin türk milliyetçileri seviyesinde.

  82. Hoca Ali ve Ali Hoca

    Eğer birisi, “PKK bir terör örgütüdür, TC bir devlettir” diyeceği yerde dili sürçüp “PKK bir devlettir, TC bir terör örgütüdür” dese farklı bir şey demiş olmaz.

    “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı” demek yerine “Cumhuriyet Halk Fırkası Umumi Reisi” demenin yanlış olmaması gibi.

  83. Gün abi, Perinçek yeni bir viraja girdi galiba. Önümüzdeki günlerde AKP karşıtı bir söylem içine girecek gibi görünüyor. Bir bak istersen şunlara:
    https://www.ulusal.com.tr/gundem/dogu-perincek-akp-sureci-yonetemiyor-h207800.html
    https://www.aydinlik.com.tr/uretici-kambur-mu-dogu-perincek-kose-yazilari-agustos-2018

  84. Hindistan'dan Kürt-Türk Irkçılara:"Please Don’t Beat Me, Sir!"

    Necip Bey, Gelecek defa Hindistan’a araba alış-satışına gittiğinde, Hindistanlı arkadaşlarına bu filmi görmek istediğini söyle.
    The film’s protagonist is a troupe called Budhan Theater, a
    “protest theater” run by a group of youths in an urban slum in
    the western Indian state of Gujarat (BİR ARA HORTLAK, BU EYALETE KÜRT VE BAKİRE MARKSİST IRKÇILIĞINI KUSMUŞTU VE YEREL DEDİKODUCULARDAN GIK ÇIKMAMIŞTI). Members of the theater
    all belong to a caste called the Chhara, which is one of nearly 200 South Asian communities once classified as Criminal TRIBES (bunlar hâlâ 30 bin yıl önceki taş devrinde yaşıyor olmalı, ama şimdi çıplak değiller!) under British colonial administration and still treated as “born criminals” in wider society today. Like other similar groups, Chharas live in a single-caste urban ghetto with few prospects of legitimate employment and in perennial fear of the police.
    Under British rule, many Chhara families were rounded up and imprisoned in settlement complexes, where every aspect of their lives, including marriage, was regulated and determined for them. (For a detailed analysis of how the British codified and regulated Indian social structure through law, see “O da Kimmiş’s” Colonialism and Its Forms of Knowledge). In 1952, they were “denotifed” and released from the settlement complexes by the independent Indian government, but without any rehabilitation or redress. As one young Chhara man notes in the film, once released, they didn’t know how to “mainstream” because they had been imprisoned for decades.
    %95 Karanlık Batı ve ABD’den bu sitede duyulmayan sesler.

    “O da Kimmiş” adlı bir sersemden:
    “O da Kimmiş’s” interest in the construction of Empire as an intellectual and cultural phenomenon has set the agenda for the academic study of modern Indian culture for over two decades. His earlier publications have shown how dramatic British innovations in India, including revenue and legal systems, led to fundamental structural changes in Indian social relations.
    “O da Kimmiş” argues that the British Orientalists’ study of Indian languages was important to the colonial project of control and command. He also asserts that an arena of colonial power that seemed most benign and most susceptible to indigenous influences–mostly law–in fact became responsible for the institutional reactivation of peculiarly British notions about how to regulate a colonial society made up of “others.” He shows how the very Orientalist imagination that led to brilliant antiquarian collections, archaeological finds, and photographic forays were in fact forms of constructing an India that could be better packaged, inferiorized, and ruled.

  85. baktım. bu tür lafları her zaman söylüyor. yani yeni bir viraja falan girmiş değil. AKP ile stratejik ittifak içinde.

  86. ‘O da Kimmiş’ refers to the idiot that quotes someone presumably prominent in history and hides behind (or defers to) the authority of that name.

    I don’t buy into that kind of hat trick.

    If you’ve got something to say; don’t expect to persuade me by quoting someone else.

    Use your own words, and your own reasoning.

    Or else, do not waste my time with endless diatribe.

  87. 1968 Ayaklanmaları ve Türk 68’lileri

    Bazı tarihçilere göre, 1917 Bolşevik Devrimi, 1789 Fransız Devrimi’nin yeniden dirilmesi; 1968 Ayaklanmaları da, 1848 Devrim ayaklanmalarının yeniden dirilmesi.

    1968 ayaklanmaları Bolşevik Devrimi’nin kirli çamaşırlarını açığa çıkardı ise de, 1968’de solcu olan Türk 68’liler, 1917 Bolşevik Devrimi’ni model aldılar. Hatta aralarından biri Bolşevik Devrimi’nin Dünyanın En Büyük Devrimi olduğunu bile ilan etti.

    Model hâlâ aynı model, tek değişen diğer bütün ideolojilerde olduğu gibi daha sonra gelenler “saptırdı”, “aslından çıkardı”, “bozdu” masalları.

    1917 darbesinin hızlı endüstrileşme, hızlı Kapital biriktirme olduğunu halihazırda 1920’lerde görenler oldu. 1950’lerde “Revisionist” tarihçiler her iki tarafın, halklarını korkutmak ve uslandırmak için birbirlerinden yararlandıklarını belgelediler. 1956 Polonya ve Macaristan, 1968 Çekoslavakya ayaklanmaları kanlı bastırmaları Türk 68’lileri üzerinde bir etki yapmadı. 1968’de ayaklananların çoğunluğu isyanlarını, doğrudan veya dolaylı, çok daha anarşist bir tutum içinde ifade ettiler. Bilindiği gibi, öğretmen bir şey söyler, öğrenci başka bir şey anlar.
    Bir 1968’linin dediği “Evet Marksistim, ama Groucho Marksistim”, isyanın ruhunu çok güzel ifade eder.

    O sıralarda, 1971’de, ABD’den Türkiye’ye gelmiştim. Türk solcular, Büyük Bolşevik Devrimi ve kopyalarının peşinde koşuyor ve savaş naraları atıyorlardı. Zaten ve özellikle fakir ülkeler için çoktan tek seçenek, tek yol endüstrileşme ve bolluğa erişme hayalleri kurmaktı. Bu devasa projeyi de ancak ve ancak, sağ olsun sol olsun, hayal gücü çok gelişmiş, yaratıcı, bilgili, okur-yazar-çizer büyük beyinliler başarabilirdi. Türkiye’de, büyük beyinli ve yaratıcı 68’lilerin, Marks, Lenin ve Mao’nun yazdıklarını didik ettiklerini, ilhamlarını ve aralarında kavgalara neden olanları nokta ve virgüller arasında bulup çıkardıklarını gördüm.

    ABD zengin. Orada her canlı ve cansız varlık zenginlik peşinde koşar. ABD Panteon’un en büyük tanrısı endüstri ve bolluk tanrısı. Bu nedenden bolluk peşinde koşan Türk solu aşina bir manzaraydı. Tuhaflık, 1968 ayaklanmalarının ruhu bu “rat race” adı verilen çılgınlık ve sosyal hayata hasarlarına karşı isyandı.

    ABD’ye geri dönerken, Avrupa’da bir arkadaşa uğradım. Yollarda gördüğümüz Türk solcu afişlerinde yazılanları tercüme etmemi istedi. Tercümelerden sonra “yahu bunlar daha çok kasap” dedi

    ABD’ye geri döndüğümde sevdiğim bir arkadaşa “iyi ki buraya gelmişim, yoksa ben de 68 Türk solcuları gibi büyük beyinli olup çıkardım” dedim. Ve hâlâ çok küçük beyinli olduğuma pişman değilim. Böylece k*ç yalamalardan uzak durdum.

    Aradan bu kadar zaman geçti ama bu site hâlâ 1971 Türkiye’sinde sayıklıyor, tek değişen ambalajlar.
    Hâlâ tarihte tek bir sosyal devrim, Burjuva-Kapitalist devrimi, olduğunu anlamamışlar.
    Hâlâ bin bir dereden su getirip, tüm dünyanın bu Burjuva-Kapitalist düzeni benimseyip taklit ettiğini görmemezlikten geliyorlar.
    Hâlâ bin bir dereden su getirip yeni bir medya yıldızı Islahettin Temiztaş’tan ümit bekliyorlar.
    The show must go on!

  88. Dear Used Car Salesman Necip

    You’re exceedingly tight ass. I will tell you a funny story that I saw with very own eyes by voyaging back in time using my very own
    crystal ball or scientifically correct “Uzay Denklemleri”. I will also use my very own words that I created on my own. I hope the story will help you to loosen it up.
    Emperor of the Holy Roman Empire which was neither holy nor Roman, Frederick II, a Hohenstaufen, invites the Mohammedan scholar Ibn Sabin of Morocco for a philosophical debate.
    The King said : “Venerable ibn Sabin, will you converse with me?” ibn Sabin : “If your Majesty will speak with me as wise men converse, I will; but if your Majesty speaks with me as kings converse, I will not” . “How then converse the wise, venerable ibn Sabin?” “The wise do not get angry when they are driven into a corner, kings do.”
    By the way, do you really think anybody could possibly persuade somebody who is so full of bullshit?
    I once asked somebody to steal a chemical that I wanted to have from the pharmaceutical company where he worked. He said the guard was too stupid to either persuade or reason with.
    A person who believes that humans wandered singly and that 30 000 years ago!; believes that mothers gave birth to State Power!; believes that Capitalism started as soon as two single individual encountered!; spits out all sorts of rubbish in math, physics, science, evolution, simulation, prime numbers, trigonometry, analytical geometry, who thinks what is not peddled is nothing but folklore etc., etc., etc. and does not even know the ultimate purpose of the work he is engaged in is to sell what is produced is knucklehead and religious fanatic to even take seriously.

    You really are a paragon of millions of infantilized suckers that Capital produces through the media and schools

  89. “I will also use my very own words that I created on my own. I hope the story will help you to loosen it up.”

    TL;DR.

  90. Precariat (prekarya) geliyor!

    Prekarya… Bu ‘yeni’ kelime, yeni zamanların toplumsal gerçekliğinin çarpıcı bir yüzünü tanımlıyor: Alabildiğine ‘esnekleşmiş’ bir istihdam rejiminde sürekli değişen işlerde, adeta hep geçici bir statüde çalışanlar… Düzenli olarak düzensiz işlerde çalışanlar…

    Bütün dünyada giderek genişleyen bu kitleyi ‘çalışan yoksullar’ veya ‘güvencesiz işçiler’ diye tanımlayanlar da oldu. İktisatçı Guy Standing, prekaryayı teşhis edebilmek için onların kimliksizliğini göz önüne almak gerektiğine dikkat çekiyor: ‘Prekarya’ kıskacı içindeki insanlar, bir geleceği olmayan ve ‘toplumsal hafızadan yoksun’ işlerde çalışıyorlar…

    Prekarya olgusu ve kavramı üzerine referans olan kitabı, ‘yeni tehlikeli sınıf’ alt başlığını taşıyor. Birçok düşünür ve sosyal bilimci, prekaryayı, zamanımızın proletaryası olarak tanımlıyor. En azından, günümüzde prekarya gerçekliğini ve kavramını hesaba katmadan işçi sınıfı, proletarya üzerine düşünmek mümkün değil.

    Guy Standing, ‘küreselleşmenin çocuğu’ dediği prekarya olgusunun oluşumunu, dünyasını ve çelişkilerini büyük bir sarahatle tasvir ediyor. Prekaryanın iç ayrımlarını, tâbi olduğu sömürü mekanizmalarını ayrıntılı bir örnek dökümüne dayanarak inceliyor. Yeni bir emek hareketi için ipuçları çıkartmaya yarayan bir analiz.

    https://www.iletisim.com.tr/kitap/prekarya/8982#.W2WW09IzbDc

    _____

    * Çalışmayı üretici ve yeniden üretici bir etkinlik olarak, yeniden tanımlamalıyız
    * İşçi istatistiklerini yeniden düzenlemeliyiz
    * İşe alma süreçlerini basitleştirmeliyiz
    * Esnek emeği düzenlemeliyiz
    * Örgütlenme özgürlüğünü geliştirmeliyiz
    * Mesleki toplulukları yeniden inşa etmeliyiz
    * Sınıf temelli göç politikasını durdurmalıyız
    * Adil yargı hakkını herkese sağlamalıyız
    * Yoksulluk tuzaklarını ve güvencesizlik tuzağını ortadan kaldırmalıyız
    * Sosyal yardım değerlendirme sistemlerini ateşe vermeliyiz
    * Engellileri şeytanlaştırmaktan vazgeçmeliyiz
    * İstihdama dayalı refaha hemen şimdi son vermeliyiz
    * Günlük kredileri ve öğrenim kredilerini düzenlemeliyiz
    * Finansal bilgi ve danışmanlık hakkını tesis etmeliyiz
    * Eğitimi meta olmaktan çıkarmalıyız
    * Sübvansiyonları ateşe vermeliyiz
    * Evrensel temel gelire yönelik harekete geçmeliyiz
    * Devlet fonları aracılığıyla sermayeyi paylaştırmalıyız
    * Müşterekleri yeniden güçlendirmeliyiz
    * Müzakereci demokrasiyi ihya etmeliyiz
    * Hayırseverliği yeniden marjinalleştirmeliyiz

    Yurttaşlığın ‘sahici’ ve ‘tam’ olabilmesi için, sosyal ve ekonomik haklarla donanması, çalışma hakkıyla ve emeğin haklarıyla bütünleşmesi gereğini ikna edici bir açıklıkla anlatan bir kitap.

    Guy Standing, sosyal haklara ancak ‘belli belirsiz’ sahip olabilen prekaryayı, bu hak talebinin ve mücadelesinin odağına koyuyor. Prekarya, yani güvencesiz, belirsiz ve hep geçici işlerde çalışanlar; çok-vasıflı ama bir yandan da ‘mesleksiz’ olanlar; kapitalizmin yeni örgütlenme ve üretim tarzı içinde her an boşluk dolduranlar.

    Kimi yorumculara göre, bu kitap ‘zamanımızın Magna Carta’sı’…

    https://www.iletisim.com.tr/kitap/prekarya-bildirgesi/9485#.W2WW09IzbDc

  91. Doğa, Köpekler, Otomobiller, Otomobilciler

    Otomobilci Necip Bey ne der buna acaba?

    Doğayı mahveden otomobillere karşı doğanın intikamı desek kızar mı mesela?

    “Sakarya’da inanılmaz olay! Lüks aracı köpekler parçaladı

    Sakarya’nın Serdivan ilçesinde park halindeki otomobilin altına kaçan kediyi kovalayan üç sokak köpeği araca zarar verdi.

    İstiklal Mahallesi’nde ikamet eden Serbay Baş, evinin önünde park halindeki yaklaşık 150 bin lira değerindeki spor aracına bineceği sırada tampon kısmında hasar olduğunu fark etti. Aracına silahlı saldırı gerçekleştirildiğini düşünen Baş, durumu polis ekiplerine bildirdi. Çevredeki güvenlik kameralarını inceleyen Baş, otomobiline köpeklerin zarar verdiğini tespit etti. Baş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, aracın altına giren kediyi kovalayan sokak köpeklerinin, kediye ulaşamaması neticesinde otomobile hasar verdiklerini söyledi.

    Aracında yaklaşık 4 bin lira hasar olduğunu anlatan Baş, “Aracın başka yerlerine de zarar vermeye çalışmışlar ancak verememişler. Hayvan aklıyla kediye ulaşmak için aracı parçalamaya çalışmışlar. Bu olayın hayvan sevmemekle bir alakası yok, ben de bir hayvanseverim. Sokak hayvanlarının daha iyi düzenlenmesi, saldırgan olanların toplatılması lazım.” ifadelerini kullandı. Baş, aracının tamir edilmesi ve tamponunu değiştirmek üzere servise götürüldüğünü sözlerine ekledi.””

  92. Kadim Kinik (cynic) ve Modern Kinikler

    Kadim kinikleri çok sevdiğim halde modern siniklerden nefret ederim. Bu görünüşte bir çelişki, çünkü fark çok büyük.
    Kadim kinikler mevcut düzene saldırıp halkı düzenin çirkinliğine uyarmaya çalıştılar. Modern kinikler mevcut düzenin ebediliğini, asla değişmeyeceğini savunan mevcut düzenin yaltakçıları, k*ç yalayıcıları, sonsuz laik dinci (ebedi hayatı kopyaları sayesinde şimdi yaşayan) elhamdulillah huu huusu çekenler. Dünyevi, zamânî modern insanlar.
    Necip modern kiniğin ta kendisi, en mükemmel simgesi.

    Tabii, bu kinikliğin asıl babaları bilinir ve yalanları çoktan ifşa edilmiştir ama b*k çukurundaki taklitçi Necip kukla,yalanlayanları asla duymadığından ‘o da kimmiş?’leri ile, hep değişen dünyada hiç değişmeyen vır vırlara devam eder.
    Bir örnek:
    Son 5 yüz yıldır mevcut düzene karşı olanlara ilham kaynağı olan La Boétie’nin ” insan hariç, nereye baksam canlılarda özgürlük görüyorum, o halde insanlar köleliği isteyerek seçmişler!” lafını yazmıştım. Bu hilkat garibesi Necip kendi köleliğini düşünerek: “Tabii, bu çok doğal.” dedi. İbiş Necip cahilliğini açığa vurduğunun farkında bile değildi. Ve bu sitedeki çok azılı anarşist eleştirici diğer ibişler de bu cahilliği görmediler. Neden acaba?
    En sevdiğim felsefe tanımlarından biri: Şaşkınlık. Necip, şaşırmamış. Daha henüz radyo, televizyon, gazete olmayan ve okulların yaygın olmadığı 16. yüz yılda nasıl olmuş da kendisi gibi kölelerin varlığı dikkat çekmiş diye şaşıracağına ve benzeri sayısız sorular soracağına hemen hiç değişmeyen “o da kimmiş? ayıp donunu giyer.

    Soytarının, anlamadan taptığı allahı modern bilimden bir örnek vermeden önce modern bilimin ne olduğunu bilmeyen bu site soytarılarının seviyelerine ineceğim.

    Modern bilimin olumsal dünya hakkında tüm diğer bilgi edinme yöntemlerinden üstünlüğü, bu salağın farkında olmadan zırvaladığı “o da kimmiş?” kuşkusunda diyebiliriz. Kalitesiz elden düşme arabaların ucuza satıcısı Necip, aynı alışkanlık içinde bu kuşkuyu da ucuza satar. Nasıl?
    Öneri 1. Yer çekimi, kitlelerin birbirlerini çekmesinden kaynaklanır.
    Öneri 2: Yer çekimi, yerden ayrılıp gurbet eline gidenin geri dönmesidir.
    Doğal veya alıştığımız dil açısından iki öneri de geçerli olabilir.
    Ne var ki, birinci öneri aslında matematiksel ve ölçülebilir nicelikler kapsayan formülle ifade edilir ve deneylerle kanıtlanabilir veya yalanlanabilir. İkinci öneriden farkı da bu. Tamamıyla matematiksel ifadelerle yazılanları doğal dile aktarmak (vulgarization) kendi başına bir uzmanlık, bir sanat oldu. İkinci öneri tıpkı Necip’in mutfakta yumurtladığı altın yumurtalara benzer. Ama şarlatan Necip, korkudan altına etmese, Newton için de rahatça “o da kimmiş?” diyebilirdi. Ve, lo and behold!, bu tek değişmeyen Necip şarlatanlığı hariç, her şeyin değiştiği dünyada, hiç değilse ŞİMDİLİK, Newton’un yanlış olduğu kabul ediliyor. Yani dolandırıcı Necip haklıymış!?
    Tabii, bütün bilimler bu doğa bilimleri gibi değiller, deneylerle değil gözlemlerle kanıtlanır veya yalanlanır. Sosyal bilimlere en iyisi hiç değinmemek. Zaten bu dolandırıcı elden düşme araba satıcısının en fazla yararlandığı alan da bu. Sosyal bilimleri doğa bilimleri gibi niceliklerle çalışmayı dünya enayilerini kulaklarına fısıldayanlar çok – ki bunlar bile kaos ve benzeri cici bici teorilerle başvururlar. Bir de bu enayi Necip’in farkında olmadan müritliğini yaptığı sosyali doğaya indirgeme çabaları var. Necip kulağına üflenen dolgunluğuyla anlamadan bu koca kellerin yamaklığını yapar.
    Yani bu herif bilimin temel direği dogma yoksunluğunu kendine en büyük dogma yapar ve kimseden gık çıkmaz. Üstelik, ve defalarca akıl almaz akılsızlıklarını apaçık gösterdiğim halde, kalkar bana meydan okur. Neden acaba?
    Her neyse, diğer cahillere sığınma Necip, cevap ver bakalım! Kaçma!
    Gık çıkaranlar da onun gibi salaklar. Herif Kobi adlı bir şirket memuruymuş ve Kobi salt kâr güdermiş, miş, miş, miş, lak, lak, lak, yerli tüketimi için solcu vır vırları. Günaydın sayın devrimci solcular.
    Ulan insaflı olun be! Daha başlangıçta, 2-3 yüz yıl önce, ekonomi diğer bilimler gibi bilim olma onurunu kazandı. Bilimlerde ahlak yargılarının yer almadığı artık bu sitede ciyak ciyak bağıran hödükler hariç bilmeyen kalmadı. Pezevenkler pezevengi Lenin’in Rus kapitalistlerden nefretinin asıl nedeni de buydu. Rus kapitalistler, İngiliz, Fransız, Alaman falan filan kapitalistler gibi analarını bile kâr etmek için piyasaya dökmüyorlardı. Bizim pala bıyıklı 68’li solcuları, Lenin’deki bu nefretini tam babyiğit daş*klı, sert ve gerçek erkeklik okudular. Kısacası, ekonominin bir ‘calculus’ yani çakılları sayma bilimi olduğunu bilmez bu azılı devrimci yararlı enayi solcular.
    Şimdi de ben “o da kimmiş?” olup, kendime özgü, hiç duyulmamış ama bu soytarı Necip yalarken kulağına fısıldanmış bir tarihi anlatayım.

    Modern tıpta araştırmalar genetikle geçen hastalıklarda yoğunlaşır. Baş yıldızlar kanser, şeker hastalığı, kafa yemeler, kalp hastalığı, felç… Ama acaba bu hastalıkların suçlularını Necip gibi yamak değil asıl araştırma yapan mavi gözlü sarışınların da kulaklarına üfleyenler oldu mu?
    Tütün şirketleri, akciğer kanser üssel artışı karşısında asıl suçluyu bulma ve Necip gibi milyonlarca enayileri uyutma yolunu ararlar ve bulurlar. Akciğer kanser ve tiryakilik suçlu genleri arama ve bilhassa mutlaka bulmakla enayilere bilimsel tanıklar sağlamaya karar verdiler. Bulmaya hazır bilim adam ve karılarına parayı koklattılar. Para için, hayır özür dilerim, bilgi ve insanlık için, yapmayacakları hiçbir şey olmayan bu tiksindirici süt inekleri hemen iş başı ederler. Hayret! Bak şu işe! Bilim adam-karıları suçluları bulurlar.
    Eğer istatistik sınıfında öğrencilere ilk esprimi, “Sigara içmek çok istatistiklere neden olur.” yazarsam, gerisini tahmin edersiniz: Hâlâ da içerim.
    Allah bizi gen yazısından kurtarsın!
    Allah bizi bu Necip gibi tiksindirici dolandırıcılardan kurtarsın! Allah bizi Necip gibi enayileri pompalayan mavi gözlü sarışınlardan kurtarsın!
    Necip kaçma, Zileli gibi enayilere büyük beyinlilik numarası yapma. Azılı anarşist Zileli hâlâ bilim hakkında acemi çaylak olduğunu kabul etmiş değil. Doğal dille anlatımı bilimle karıştırdı ve utanmadan özür bile dilemiyor.

  93. İyi akşamlar değerli izleyiciler.

    Bugün, yani 04.08.2018 tarihli Otomotiv Sektörü Haberleri’ni sunmadan önce özetlerini geçiyoruz:

    Otomobil su kanalına düştü: 5 yaralı
    “SAKARYA’nın Hendek ilçesinde kontrolden çıkan otomobil takla atıp su kanalına düştü. Kazada 5 kişi yaralandı.”

    Afyonkarahisar’da iki otomobil çarpıştı: 2 ölü, 5 yaralı
    “AFYONKAHİSAR’ın Dinar ilçesinde iki otomobilin kafa kafaya çarpıştığı kazada 2 kişi hayatını kaybetti, 5 kişi yaralandı.”

    Manisa’da yolcu otobüsü devrildi: 1 ölü, 25 yaralı
    “MANİSA’nın Akhisar ilçesinde, yağmurdan kayganlaşan zeminde kontrolden çıkıp, refüje çarparak devrilen şehirlerarası yolcu otobüsündeki 1 kişi öldü, 25 kişi yaralandı.”

    Tatil yolunda kaza: Anne ile oğlu öldü, 9 yaralı
    “Kastamonu’da iki otomobilin çarpışması sonucu meydana gelen trafik kazasında ölü sayısı ikiye yükseldi.”

    İnebolu’da 2 otomobil çarpıştı: 3 yaralı
    “KASTAMONU’nun İnebolu ilçesinde 2 otomobil çarpışması sonucu meydana gelen kazada, 1’i ağır 3 kişi yaralandı.”

    Seydikemer’de kaza: 2 ölü, 4 yaralı
    “MUĞLA’nın Seydikemer ilçesinde, iki otomobilin karşılıklı çarpıştığı kazada 1’i çocuk 2 kişi öldü, 4 kişi yaralandı.”

    Samsun’da zincirleme kaza: 6 yaralı
    “SAMSUN’da 6 aracın karıştığı zincirleme trafik kazasında, 1’i ağır, 6 kişi yaralandı.”

    Yeşil Bursa Rallisi’nde talihsiz kaza
    “43’üncü Yeşil Bursa Rallisi’nde bir araç virajı alamadığı için yoldan çıktı. Yan yatan araç Bursalı sporseverlerin müdahaleleriyle yola döndürülse de yarışa devam edemedi.”

    Jandarmadan “otomobil kasaplarına” operasyon
    “SİLİVRİ’de düzenlenen operasyonda çalıntı araçları parçalara ayırdıktan sonra internet üzerinden sattığı tespit edilen 2 kişi tutuklandı.”

    Sakarya’da inanılmaz olay! Lüks aracı köpekler parçaladı
    “Sakarya’nın Serdivan ilçesinde park halindeki otomobilin altına kaçan kediyi kovalayan üç sokak köpeği araca zarar verdi.”

  94. Köksüzler Ve “Öz”süzler

    Putperest olmayıp Tektanrıcı olduğu söylenen dinlerin, dolayısıyla onların mezheplerinin, tarikatlarının, ve de modern yorumlarının hiçbiri gerçekte öyle değildir.

    Hıristiyanlık, Yunan-Roma paganizminin (ve sonraları Cermen, Slav vb kavimlerin paganizmlerinin) isim değiştirmiş bir devamından başka bir şey değildir.

    Müslümanlık ise Arap paganizminin devamıdır. Daha sonraları da buna ilaveten Türk, Kürt, Berberi vb, ve kısmen yeni dini benimseyen bazı Moğol, Hint, Afrikalı vb kavimlerin paganizmlerinden etkilenmiştir. (Bazı mezheplerde bu pagan etkiler daha açık görülür zaten. Örn; Alevi, Yezidi, Nusayri, Dürzi, İsmaili, Batıni vb.)

    Esasen, “din” kavramı ve onun ruhban sınıfları, sembolleri, mabetleri ve ibadetleri gibi tamamlayıcı unsurları, herşeyin üstünde ve fizik ötesi olan, gerçek anlamda bir Tek Tanrı kavramı ile özünde çelişir. Yani “Tektanrıcı din” bir paradokstur.

    Teorik olarak bir anlam ifade edebilen “Putlar/Çoktanrıcılık gitti, Tek Tanrı geldi” ifadesi, işin pratiğinde, “Padişah gitti Cumhuriyet geldi”, “Yobazlık gitti Laiklik geldi”, “Cehalet gitti Aydınlanma geldi” gibi benzerlerinden daha fazla bir anlam ifade etmez.

    Yani kısacası, eskileri iyice “gid[e]medi” ki yenileri “gelsin”.

    “Balkan Oligarşisi”nin Anadolu’da kök salamaması gibi mesela.

    Maddi evrenin ötesindeki bir Tanrı da madde dünyasında “kök salamaz”.

  95. Irak’ta halk isyanı!
    Gerçek
    Ağustos 4, 2018
    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/irakta-halk-isyani

    Irak’ta Emekçilerin İsyanı
    Marksist Tutum
    4 Ağustos 2018
    http://marksist.net/berdan-guney/irakta-emekcilerin-isyani

  96. Rabiacılığın istibdadı
    Sungur Savran
    Ağustos 5, 2018

    24 Haziran seçimlerinde Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ertesinde devlet yapısının hallaç pamuğu gibi atıldığı ve yeniden düzenlendiği bir süreç başladı. Bu gelişme sosyalist veya diğer aydınlar arasında yeni rejime hemen bir tanı konulması çabasını beraberinde getirdi. Erdoğanizm, Bonapartizm, Sezarizm, monokrasi ve benzeri adlar telaffuz edilmeye başladı. AKP iktidarına epeyce bir süredir “faşizm” adını takanların da az sayıda olmadığını biliyoruz.

    Sosyalist gelenekte bir rejime ne ad verildiği elbette önemlidir. Ama solda yapılan adlandırmalar Erdoğan’ın tek adam yönetiminin özgül içeriğini çok fazla irdelemiyor. Yapılan analizlerin hiçbirinde biz Erdoğan’ın İslam dünyasıyla ilgili planlarının rejimin asli bir unsuru olarak ele alındığını görmedik. Oysa bu, rejimin asli boyutu olarak düşünülmeli. Erdoğan istibdadın sembolünü Rabia işareti olarak her yerde tekrarlıyor. Ama sol bu işaretin verdiği mesajı bir türlü alamıyor.

    Biz Erdoğan’ın politik projesinin adını iki yıl önce, 2016 yılında, henüz 15 Temmuz başarısız darbe girişimi düzenlenmeden önce koyduk. (Bkz. “Faşizm mi, Rabiizm mi?”, Devrimci Marksizm, sayı 27, Yaz 2016). Sosyalist hareketimiz Marksizmin Batı toplumlarına uygulamış olduğu kategorilerin dışına çıkmadan düşünmeyi alışkanlık haline getirmiş durumda. Oysa Erdoğan’ın projesi çok özgül biçimde İslam dünyasına yönelik bir içerik taşıyor. Ayrıntıya girmeden söyleyecek olursak, Rabiacılık, Erdoğan ve AKP’nin Sünni İslam âlemini Arap dünyasından başlayarak yeniden Türk hâkimiyeti altında toplama projesidir. Türkiye’deki tek adam yönetiminin içeriği, bu bağlamda, uluslararası projenin gerçekleşebilmesi için ülke içinde sağlam bir üs yaratmak ve Kemalist cumhuriyetle birlikte Batı dünyasına bağlanmış olan Türkiye’yi yeniden İslam dünyasının merkezine yerleştirmektir.

    Bunun yalnızca kültürel ve dini, yani ideolojik bir proje olduğunu düşünmek çok yanlış olur. Rabiacılığın kökeni, Özal dönemine kadar geri gider. Türkiye sermayesinin bölgeye ve dünyaya açılmasının ürünü olarak ihtiyaç duyduğu ekonomik yayılmacılığın özgül bir biçimidir. Aynı zamanda sanayileşmekte olan petrol yoksulu bir ülkenin Ortadoğu’nun petrol ve doğal gaz kaynaklarından yararlanması hedefi de bu projenin bir parçasıdır. Özal’ın 90’lı yılların başında geliştirdiği “İkinci Cumhuriyet” projesi, Rabiacılığın ilk ve alçakgönüllü bir biçimi olarak görülebilir. Mehmet Ağar’ın 2000’li yıllarda ortaya attığı “eyalet sistemi” de aynen Özal’ın İkinci Cumhuriyet projesi gibi Türkiye’nin belirli yönlerde (Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kıbrıs, Suriye, Azerbaycan vb.) genişlemesini öngörüyordu. Erdoğan’ın projesi ise çok daha iddialı, çok daha geniş kapsamlıdır, ama bir bakıma bunları diyalektik olarak içine alır ve aşar. Bu yüzdendir ki, Mehmet Ağar oğluyla, Soylu’suyla yeni rejimin asli bir öğesi olmuştur.

    Projenin içeriğini saptamak, rejim konusunda erken yapılmış şematik sınıflandırmalardan çok daha anlamlıdır. Çünkü bize Erdoğan ve AKP’nin yaratmakta olduğu rejimin hem sınıf karakteri hakkında, hem de çelişkileri konusunda sayısız derinleşme kanalı açar. Her şeyden önce bu rejimin sınıf karakterinin köklü biçimde kapitalist olduğu yukarıdaki açıklamanın mantıksal sonucudur. Erdoğan’ın yeni rejiminin sınıf temelini ele alırken TÜSİAD’ı dışarıda bırakmak, Batıcı finans kapitalin, sermayenin uluslararası yayılmacılığının en azından Özalcı versiyonunun ardındaki en önemli toplumsal dinamik olduğunu, dolayısıyla İkinci Cumhuriyet’in ileri bir formunu temsil eden Rabiacılık karşısında da en azından hayırhah bir tavra sahip olduğunu görmezlikten gelmek demektir. Koç Holding’in son on yıllardaki en büyük yatırımı petrol alanınadır. Tüpraş, Türkiye sermayesinin sadece en büyük işletmesi değil, en büyük sembolik anlamla yüklü özelleştirme projesidir. Koç Holding’i Gezi Park’ın yanındaki Divan Oteli’nin kendilerince tatlı anılarıyla hatırlayanlar, Erbil’de de anlamla yüklü bir Divan Oteli olduğunu unutmamalılar!

    Erdoğan burjuvazinin diğer kanatlarına birçok armağan vermiş, TÜSİAD burjuvazisiyle de geçmişte çok kavga etmiş olabilir. Ama bugün Batıcı burjuvaziye de bir hediye vaat ediyor: Dünya ekonomisinin altüst olduğu, Trump’ın başlattığı bir ticaret savaşına teslim olduğu bir dönemde tek elden karar alan, ülkeyi bir anonim şirket gibi yöneten, hızlı bir karar ve uygulama süreciyle sermayeye hizmet, işçi sınıfına taarruz.

    Şimdi “mülkiyet özgürlüğü”nü tehdit ettiği için TÜSİAD’ı ve yabancı sermayeyi ürküten OHAL pürüzü aradan kaldırıldığında TÜSİAD’ın rejimle sorunu merkez bankası bağımsızlığına indirgenebilir. “Sermayenin sorunlarının hızlı çözümüne evet, ekonominin politik amaçlarla manipülasyonuna hayır” diyecektir TÜSİAD. Merkez bankası sorunu aslında bugün bütün bir sorunlar dizisinin düğüm noktası haline gelmiştir: Emperyalist dünya ile ekonomik, politik ve askeri bütünleşmenin düğüm noktası.

    TÜSİAD ile Erdoğan rejiminin ilişkisi, merkez bankasının bağımsızlığı tartışması aracılığıyla bizi Türkiye’nin emperyalist sistemle ilişkisine getiriyor. Merkez bankasının bağımsızlığı aslında eskilerin deyişiyle bir “hüsni tabir”dir. Yani aslında çıkarlarla ilişkili olan bir şeyin güzel sözlerle ifadesi. Merkez bankası bağımsızlığı, bankanın devletin içindeki yerini tanımlar gibi durmaktadır: “Hükümet bankanın para politikasına karışamaz” demektedir. Ama aslında söylediği, merkez bankasının uluslararası finans kapitale, yani borsalara, yani Wall Street ve Londra City’ye, yani Erdoğan’ın ünlü “faiz lobisi”ne bağımlılığıdır. Diyalektik! Bağımlılık, bağımsızlık adı altında ifade edilmiştir!

    Aynı şey ekonomik alandan askeri alana döndüğümüzde de geçerlidir. Erdoğan’ın yemin töreninin (9 Temmuz) hemen ardına rastlayan NATO zirvesinde (12-13 Temmuz) Batı yeni rejimi bağrına basmış, Türkiye yönetimi ise “mızrak ucu” gücünün komutanlığından Irak’ta NATO eğitimi düzenlemeye ve İstanbul’daki 3. Kolordu’yu NATO kara gücünün üssü haline getirmeye kadar birçok görevi şevkle üstlenmiştir. Ama ne bir taraf ne de öteki, 15 Temmuz ve ertesinde NATO ile Türkiye arasındaki ağır gerilim ve çelişkileri unutmaktadır.

    Kısacası, Rabiacılık hep bir yol ayrımındaymış gibi yürümek zorundadır. Türkiye’nin NATO üyeliği ve uluslararası finans kapitalle köklü ilişkileri, İslam dünyasıyla kuracağı ilişkilerin dış çerçevesini çizdiği sürece bu gerilim devam edecektir. TÜSİAD ile Erdoğan’ın çelişkili birliği, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin çelişkili birliğine tercüme olmaktadır.

    Bütün bunlar bize yeni rejime karşı nasıl mücadele edeceğimiz konusunda gerekli ipuçlarını sağlıyor. Rabiacılığın gerçek alternatifinin işçi sınıfı politikası olduğunu tarih kanıtlayacaktır.

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2018 tarihli 107. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/rabiaciligin-istibdadi

  97. MİLLİ EĞİTİME SUİKAST

    Michel Contat, Jean-Paul Sartre ile yaptığı söyleşide şöyle bir soru sorar: «O zaman bu insanların o dönemde haksız olmadıklarını neden kabul etmiyorsunuz? Tutumunuz Gorz’un anlattığı ve bana Mao’nun Çin’i konusunda alabildiğine anlamlı görünen bir anekdotu anımsatıyor: 1959’a doğru, Çin Komünist Partisi üyesi teknisyenler Rusya ve Çin arasındaki işbirliğinin sonuçta yalnızca SSCB’nin çıkarına olduğunu anlatarak, partilerini Ruslar konusunda uyarmışlar. “Proleter enternasyonalizme saldırı” suçlamasıyla ihraç edilmişler. Derken Çin’le Rusya arasındaki kopuş gündeme geliyor. Aynı teknisyenler bunun üzerine yeniden partiye alınmalarını talep ediyorlar ancak parti bu talebi reddediyor, gerekçesi de özetle şöyle: “Sizler, bizzat başkan Mao’nun henüz anlamamış olduğu ve dönemin tarihsel koşulları nedeniyle anlayamayacağı bir şeyi anlamış olduğunuz için hatalıydınız. Tutumunuz konusunda özeleştiri yapmadığınız sürece, Partinin sizleri disiplinsiz öğeler olarak kabul etmek dışında yapabileceği bir şey yoktur.” Bu gerekçenin anlamı şu: Sizler haklı olduğunuz için hatalıydınız, bizlerse yanıldığımız için haklıydık.»[i]

    Benim de yazar olarak durumum böyle: Milli eğitime hazırlanan ve uygulanan suikastı taa 1990’lı yıllarda görüp yazmışım; “imam-doktor, imam-mühendis, imam-öğretmen, imam-yargıç, imam-kaymakam, imam-emniyet müdürü, imam-vali” tehlikesini 1994 yılında yazmışım[ii]; Milli Eğitimin temeli olan Tevhid-i tedrisat kanunundan söz etmişim[iii]…Ben bunları yazarken ülkenin bilim adamları, eğitimcileri, gazete yazıcıları laylaylom havasındaydılar.

    Ali Kırca, televizyonda yaptığı programlarla, Cumhuriyet ve devrimlerini “dine göre” tartıştırıyor ve halk tarafından alkışlanırken, ben “Memleketimden mahşer ve cinnet manzaraları”[iv] adlı bir yazı yayınlıyordum.

    “Millet” benim hayal gördüğümü sanıyor, yazdıklarımı “şair fantezisi” olarak değerlendiriyordu. 2000’lerden, hele AKP’nin iktidara gelmesinden itibaren, önce Hürriyet gazetesinde (2000-2012), sonra Aydınlık’ta (2012-2014), daha sonra da kişisel internet sitemde (www.ozdemirince.com) , milli eğitime yapılan suikast ve imam-hatip tehlikesi konusunda yüzlerce yazı yazdım. Bu yazılar, İMAM HATİP SALTANATI VE İMAMOKRASİ (Tekin Yayınları, Ocak 2016) adıyla yayınlandı. Daha önce benzeri bir kitap yayınlanmamıştı memlekette. Başta CHP olmak üzere bütün cumhuriyetçilerin döne döne okuması gereken bir kitap(tı). Çünkü bu konuda tamamı cahil(di). “Cehalet”i belgelediğim ve çıkar yolu gösterdiğim için kitap öteki kitaplarım gibi “yok” sayıldı.

    Ama Türkiye’de herkes Milli Eğitim’den şikayetçi. Ama sadece sınavlardan ve sonuçlarından şikayet ediyorlar. 1950’den ve özellikle de 2002’den itibaren kaç kez “Milli Eğitim Reformu” yapıldı. Aslında yapılanlar reform değil “deform” idi, “deformasyon” idi. Amaç Milli Eğitimi cumhuriyetçi, laik ve bilimsel kimliğinden uzaklaştırmak idi. İhanet, ABD’li uzmanların tavsiyesi ile, Köy Enstitüleri’nin kapatılıp yerine İmam Hatip okullarının ikame edilmesi operasyonu ile başlamıştı. Yıl 1952 ve 1954. Ardından 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretim Birliği Yasası) kemirilmesi başladı ve Diyanet’e imam ve hatip yetiştirmek amacıyla kurulan İmam Hatip okulları AKP iktidarında orta öğretimin ana gövdesi haline getirildi. Türkiye’de eğitim sorunu işte buradan kaynaklanmaktadır. Ama hastalığın nedeninden habersiz olanlar İmam hatiplerin Anadolu liselerine dönüştürülmesini önermektedir. Bir başka kesim ise “Eğitimdeki sistemli çöküş”ün nedenini değişen sınav sistemlerinde aramaktadır.

    Hastalığın tedavisi karmaşık değil: Tevhid-i Tedrisat Kanunu yeniden eksiksiz uygulanacak ve işler hale getirilecek. Eğitim ve öğretim yeniden laikleştirilecek, bilimselleştirilecek. 1869’da uygulanmaya başlanan ve 1955‘te Demokrat Parti iktidarında kaldırılan lise olgunluk (bakalorya) sınavı tekrar uygulanacak. Başka çare yoktur: Okullarımız “Medrese” mikrobundan arındırılacak. Tedaviyi öğrenmek istiyorsanız İMAM HATİP SALTANATI VE İMAMOKRASİ’yi okuyacaksınız. Başka ilaç yok! Başlangıç olarak ekteki üç “hap”ı okuyun!

    Özdemir İnce

    6 Ağustos 2018

    ***

    http://ozdemirince.com/milli-egitime-suikast/

  98. Özdemir İnce’yle ‘imam hatip saltanatı’ ve ‘imamokrasi’ üzerine…
    soL Haber Portalı
    http://haber.sol.org.tr/turkiye/ozdemir-inceyle-imam-hatip-saltanati-ve-imamokrasi-uzerine-148495

    Mesleklerin imamlaştığı bir toplumda yaşanmaz!
    Mustafa Mutlu
    Aydınlık
    https://www.aydinlik.com.tr/mesleklerin-imamlastigi-bir-toplumda-yasanmaz

  99. ‘Bu yaprak yeşildir’ cümlesi ideolojik midir?
    Taylan Kara 03/08/2018 Cuma

    Şeytanın en güzel hilesi sizi kendisinin olmadığına inandırmasıdır.
    C. Baudelaire (Paris Sıkıntısı)

    Bir yazı yazılırken her okurun bazı temel kavramları bildiği kabul edilir. Ancak yazılara gelen bazı tepkilerden aslında öyle olmadığı anlaşılır. Bu nedenle zaman zaman birçok okurun bildiği çok temel tanım ve kavramları tekrarlamak gerekir. Bu yazı böyle bir yazıdır.
    *
    Zaman zaman şu tür eleştiriler duyarız:
    “Her şeyde de ideoloji görüyorsunuz.”
    “Kardeşim her şey mi ideolojik?”
    “Bir roman nasıl ideolojik olabilir?”
    “Hadi bazı romanlar ideolojik olabilir de bir cümle nasıl ideolojik olur?”
    *
    MUAYENEDEKİ İDEOLOJİ
    Yaşamdaki en sıradan davranışlarda, en basit metinlerde bile bir yığın ön kabul vardır; siz buna kabaca “ideoloji” diyebilirsiniz.
    Tam şu an şiddetli bir karın ağrısı şikâyetiyle hastaneye gittiğinizi düşünelim. Hastanede bir cerrah sizi muayene eder, karın ağrınızın nedenini bulmak için çeşitli tahliller yapılır ve görüntüleme yöntemleri uygulanır. Bu sürecin sonunda apandisinizin iltihaplandığı saptanır. Karın ağrınızın geçmesi için ameliyat olmanız ve apandisinizin alınması gerekir. Bir terslik olmazsa “akut apandisit” tanısıyla ameliyat olursunuz ve karın ağrınızın nedeni olan iltihaplı apandisiniz alınır; böylece karın ağrınız geçer. Anlatılan, akut apandisit olan hastaların çok büyük bir kısmının yaşadığı, dünyanın her yerinde her gün binlerce kez yaşanan oldukça sıradan bir süreçtir.
    Sizi muayene eden doktor hangi ilkeleri otomatik olarak kabul eder?
    Bir doktor, dünyanın en bağnaz kişisi bile olsa karın ağrısıyla gelen akut apandisitli bir hastayı muayene ederken şu üç ilkeyi kabul etmektedir:
    Evren düzenlidir.
    Özneden bağımsız bir nesnel gerçeklik vardır.
    Nesnel gerçeklik bilinebilir.
    *
    Sizi muayene eden doktor evrenin düzenli olduğunu kabul eder çünkü karın ağrısının nedenini bulmak için belirli yöntemler kullanır; muayene ederek ve tetkiklerdeki bazı bulgulardan hareketle bir tanıya ulaşmaya çalışır. Karın ağrısı ile apandis iltihabı arasında bir ilişki kurar ve sonrasında, apandis alındığında hastanın karın ağrısı geçer. Düzenli olmayan bir evrende bütün bunların hiçbir anlamı olmazdı.
    Bu doktor kendisinden bağımsız bir nesnel gerçekliğin olduğunu en baştan kabul eder. Hastanın karın ağrısı ya da apandisindeki iltihap, bu doktorun kafasında yarattığı bir durum değil, doktorun gözleminden bağımsız bir olgudur.
    Bu doktor hastayı muayene ederek ve çeşitli tetkikler yaparak karın ağrısının nedeninin bilinebileceğini baştan kabul etmiş olur. Nesnel gerçekliğin bilinebileceğini düşünmeseydi bu hastayı muayene etmenin ya da çeşitli tetkikler yapmanın hiçbir anlamı olmayacaktı.
    *
    THALESÇİ DOKTORLAR
    Bu basit süreçteki sıradan bir uygulama, bu üç temel ilkenin kabulünü gerektirir.
    Bu ilkelerin temelini Milet’te kurulan İyonya Okulu filozofları atmıştır. Bu okulun kurucusu ve ilk filozofu Thales’tir. Thales ve ardılları bugün bilimi oluşturan temel bir ilkeyi ortaya koymuştur:
    “Doğadaki olayların nedenini doğa dışı varlıklarda değil, doğanın kendi içinde aramalıyız.”
    Nedir Thales ve ardıllarını bu derece önemli yapan?
    O zamana kadar doğa olaylarının nedeni olarak doğaüstü tanrılar gösterilirken Thales, “doğa olaylarını doğa içi süreçlerle açıklamak gerektiğini” söylemiştir.
    Thales’in öğrencisi Anaksimandros, “yıldırımın Zeus’un kamçısı olmadığını, rüzgâr ve bulut ilişkisinin bir sonucu olduğunu” söyler.
    Fırtınanın nedeni “Poseidon’un öfkesi”, depremin nedeni “Zeus’un kıskançlığı” değildir artık.
    Bu fikir, evrenin mitolojik öğelerden arındırılması sürecinin başlangıcıdır.
    Bu doğaüstünden doğaya geçiş, mitostan logosa sıçrayıştır.
    “Doğa olaylarının nedenini doğa içi süreçlerde aramak” düşüncesi bilimin temelini oluşturmuş ve insanlık tarihini değiştirmiştir.
    Bilimle uzaktan yakından ilgilenen her insan bu bakımdan Thales ve ardıllarına borçludur.
    *
    Artık hiçbir cerrah akut apandisit olan hastasına şöyle “açıklamalar” yapmamaktadır:
    “Sen Başak burcusun, Mars’ın olumsuz etkisi nedeniyle karnın ağrıyor.”
    “İşlediğin günahların cezasını çekiyorsun.”
    “Karnınız, Mars’ın Oğlak burcunda seyretmesinin olumsuz etkilerine bağlı olarak ağrıyor.”
    “Size nazar değmiş, karnınız bu nedenle ağrıyor.”
    “Ra’ya kurban etmeniz gereken insanı kurban etmediniz, ağrınızın nedeni bu.”
    “Karnınız ağrıyor çünkü Poseidon sizi lanetlemiş.”
    “Karın ağrınızın nedeni karın tanrısı Abdomenicusu kızdırmış olmanız.”
    Hangi inançtan olursa olsun, bu tür açıklamalara inanacak bir hasta da yoktur.
    *
    Burada bir başka düşünür, sofist filozof Gorgias’tan da söz etmek gerekir.
    Gorgias şunları söyler:
    “Hiçbir şey yoktur. Olsa da bilinemez. Bilinse de aktarılamaz.”
    *
    Bir an için düşünelim: Yukarıda sözü edilen doktor Thales’in değil de Gorgias’ın izleyicisi olsaydı nasıl davranması gerekirdi? Gorgiasçı bir doktor şöyle demeliydi:
    “Apandis ya da appandisit diye bir şey yoktur.
    Olsaydı bile bilemezdik.
    Bilseydik bile bu bilgiyi başkasına aktaramazdık.”
    Gorgias’ın yukarıdaki görüşlerini esas alarak tıbbi hiçbir uygulama yapılamaz: Çünkü hiçbir şey (karın ağrısı, apandis, iltihap vs.) yoktur. Olsa da bilemeyiz (apandisit olsa bile bu teşhis edilemez). Bilsek de bunu başkasına aktaramayacağımız için bir şey yapamayız. Kısacası doktorluk mesleğinin en sıradan uygulamaları bile Thalesçilerin ortaya koyduğu ve bilimin temeli olan ilkeye dayanır.
    İşte bu yüzden dünya üzerinde Gorgiasçı hiçbir doktor yoktur.
    Bütün doktorlar Thalesçidir. Buna Thales adını hiç duymayanlar da dâhildir. Dünya üzerindeki bütün bilim insanları, maddeyle uğraşan herkes Thalesçidir.
    *
    En sıradan gündelik uygulamalarda bile birçok ön kabul vardır. Her pratik uygulama, birçok teorik ön kabul üzerinde yükselir.
    Romana da bu bakış açısıyla bakabilir miyiz? Her romanın okura verdiği bir dünya tasavvuru, bir ideoloji paketi vardır. Romanda ideoloji meselesini bir kenara bırakıp çok daha radikal bir soru soralım:
    Bir cümle ne kadar ön kabul ya da ideoloji taşıyabilir?
    *
    Örneğin çok basit bir cümleyi ele alalım:
    “Bu yaprak yeşildir.”
    “Bu yaprak yeşildir.” cümlesi ideolojik midir?
    Ne kadar “nötr” ya da “ideolojisiz” denirse densin her cümle bir ideoloji taşır. Bu ideoloji, cümlenin sadece anlamından ibaret değildir. Bu cümlenin söyledikleri ve söylemedikleri vardır; bağlamı ve söyleme şekli vardır. Bir cümle birçok şekilde ele alınabilir.
    *
    “Bu yaprak yeşildir”, dediğinizde ne diyorsunuz? Bu cümle nötr bir cümle midir?
    Bu cümle nasıl bir ideoloji taşıyabilir?
    Üç sözcükten oluşan bu basit cümleyi söyleyen bir kişi, hangi önermeleri doğrulamaktadır?
    *
    “Bu yaprak yeşildir” diyen bir kişi:
    -Özneden bağımsız, ayrı bir yaprağın varlığını kabul etmektedir.
    -Yaprağın kişiden bağımsız bir nesnel gerçeklik olduğunu ifade etmektedir.
    -Türkçede “yaprak” diye ifade edilen bir kavramın bir nesneyle (yaprak) örtüşüklüğünü kabul etmektedir.
    -Işığın 500 ile 570 nanometre arası dalga boylarına “yeşil” dendiği ortak kabulünü paylaşmaktadır.
    -Bir nesneyle ilgili bir bilgi ileterek nesnelerle ilgili “bilginin bilinebileceğini ve iletilebileceğini” kabul etmektedir.
    -Gorgias, “Hiçbir şey yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de aktarılamaz” diyordu. Bu cümle bir şeyin olduğunu, bilinebileceğini ve aktarılabileceğini iddia eder. Bu cümle “Gorgias karşıtı” bir cümledir.
    Bu cümlenin yüklendiği pozitif kabuller daha da uzatılabilir.
    Bu cümlenin taşıdığı, “yaprağın kırmızı ya da mor olmadığı” gibi “negatif iletileri”ni de eklersek bu liste daha da uzayacaktır.
    Sadece üç sözcükten oluşan bu basit cümle birçok yargı, tonlarca ön kabul, birçok içerik ve sayısız dışlama taşır.
    Her cümle bir bakış, bir bağlam, bir ileti içerir. Her değerlendirme, her cümle kuram yüklüdür.
    Bu basit cümle ideoloji taşırken, binlerce cümleden oluşan ve bir cümleden çok daha kompleks yapıda olan romanın ideoloji taşımaması düşünülemez.
    Dünyanın en büyük palavrası “ben tarafsızım” cümlesidir. Bir cismin kütlesi ya da sıcaklığı neyse, bir romanın ya da öykünün ideolojisi de odur. “İdeolojisiz roman” denen şey, “sıcaklığı olmayan cisim” demeye eş değerdir. “Ben ideolojik değilim” cümlesi, duyup duyabileceğiniz en ideolojik cümledir. Çünkü kendini ideolojilerin ötesine koymak, ideolojik olmanın en önemli özelliğidir.
    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/bu-yaprak-yesildir-cumlesi-ideolojik-midir-244578

  100. Ozdemir Ince’nin ‘MİLLİ EĞİTİME SUİKAST’ baslikli yazisini okuyunca uzuldum.

    Uzuldum; ama, ‘milli egitime suikast’ yapildigi icin degil; Ozdemir Ince’nin haline uzuldum…

    ‘Hali’nden kasdim su:

    Hani, iktisatcilar icin soylenir, ‘herseyin fiyatini bilir; hicbir seyin kiymetini bilmez’ derler ya; Ince de oyle..

    Agaclari gorup ormani iskalamak ancak bu kadar olur.

    Butun yazisi, bu baglmda, acikli; ama ben su paragrafini elleyeyim azicik:

    “Benim de yazar olarak durumum böyle: Milli eğitime hazırlanan ve uygulanan suikastı taa 1990’lı yıllarda görüp yazmışım; ‘imam-doktor, imam-mühendis, imam-öğretmen, imam-yargıç, imam-kaymakam, imam-emniyet müdürü, imam-vali’ tehlikesini 1994 yılında yazmışım[ii]; Milli Eğitimin temeli olan Tevhid-i tedrisat kanunundan söz etmişim[iii]… Ben bunları yazarken ülkenin bilim adamları, eğitimcileri, gazete yazıcıları laylaylom havasındaydılar.”

    ‘Ülkenin bilim adamları, eğitimcileri, gazete yazıcıları laylaylom havasındaydılar’; cunku:

    1) Bir kismi, ‘tevhid-i tedrisat’ ismiyle ulkeye giydirilmis olan deli gomleginin farkina varmislar; ve faydasi olduguna dair inanclarini kaybetmislerdi.

    2) Rejim ve resmi ideoloji tarafindan IHL’lere parya muamelesi yapilageldigi icin –ve bunun da sonsuza kadar boyle devam edecegini sandiklari icin–, IHL’lerden mezun olanlari kendilerine rakip gormediler, onemsemediler. Nasil olsa mezunlari yok sayilacakti; dolayisi ile, ‘ayak takimi’nin havasini almak icin, bu okullarin acilmasina (cok istekli olmasalar da) goz yumdular.

    Parya muamelesi cekmek demek, ayni zamanda, bunlarin klasik ‘tevhid-i tedrisat’ isimli ‘deli gomlegi’ (veya cenderesini) giymeleri icin cok da titiz davranMAmalari anlamina geliyordu –oyle ya, cikan mahsulu yok zaten sayacaklardi.

    Ama, olmadi. Heves ve hesaplar tutmadi.

    Baraj kapaklari patladi ve IHL mezunlarinin ‘imam-doktor, imam-mühendis, imam-öğretmen, imam-yargıç, imam-kaymakam, imam-emniyet müdürü, imam-vali’ olmalarinin yolu acildi.

    Bu hem mukadderdi; hem de dogal.

    Insanlar evlatlarini istedikleri okullara gonderir; evlatlari da (cogu zaman) ebeveynin beklentilerini bosa cikarir.

    Yani, IHL’ye gitti diye, cocuk, koyu dindar olacak diye bir kural olmadigi gibi, koyu dindar olsa bile onun ‘doktor, mühendis, öğretmen, yargıç, kaymakam, emniyet müdürü, vali’ olmasini engellemek hakkiniz yoktur.

    Ozdemir Ince bunu bilmez mi?

    Bal gibi bilir; ama, onun temelde yatan karin agrisi, bence, ‘Balkan Oligarsisi’nin mustahdemi olmak acisindan cok da istekli olmayanlarin sosyoekonomik hayatimizda yer almaga baslamalaridir.

    Bunu acikca boyle soyleyemedigi icin, en azindan ulu orta soyleyemedigi icin, bildigimiz yavelerin arkasina siginiyor.

    ‘Tevhid-i tedrisat’ cok matah bir sey idiyse, uygulmaya ilk gectigi 1924 senesi ile (basimizdan eksik olmayasi ol ulu yuce onderin irtihal-i dar ul bekasina kadar, yani) 1938 senesine kadar ‘yetistirilen’ler arasindan dunyaca unlu bilim adamlari filan mi cikmistir?

    Ince, malesef, 30’unda olmus, 90’lara merdiven dayadigi halde gomeni cikmamis.. Acikli olan budur.

  101. Our Boys (12 Eylül) Anayasası

    “Insanlar evlatlarini istedikleri okullara gonderir”

    Zorunlu Sünni İslam Kültürü Ve Ahlak Bilgisi derslerinin olmadığı okullara gönderebilmeleri gibi mi?

  102. Meslek[Lise]ler[i]

    “imam-doktor, imam-mühendis, imam-öğretmen, imam-yargıç, imam-kaymakam, imam-emniyet müdürü, imam-vali”

    Doktor-İmam, Doktor-Mühendis, Doktor-Öğretmen, Doktor-Yargıç, Doktor-Kaymakam, Doktor-Emniyet Müdürü, Doktor-Vali

    Ve en önemlisi:

    Doktor-Otomobilci

  103. İmamokrasi değil Saçmalıkokrasi

    İmam ve hatip olmak isteyenler imam ve hatip yetiştiren meslek okullarına gider.

    Bunun dışında bir amaçla “imam-hatip okulu” istemek saçmalık ötesi bir şeydir.

  104. ‘İmam-Hatip’ Rezaleti

    (İmam Taşçıer ve Hatip Dicle)

    Nasname

    http://nasname.com/secim-birlik-oyunlar-ve-imam-hatip-rezalet/

    “İMAM-HATİP itirafları, sayısız ihanet belgesinden sadece bir tanesidir. Öcalan’ın itirafları dikkate alındığında bu belge basit kalıyor. Ancak yeni olduğu ve güncel bir durumla ilgili olduğu için, Kürdistani kaygısı olanların yeni bir tuzağa düşmemeleri için bu belgeyi önemsedik ve yayınlıyoruz…”

  105. 86 ve İki Reform Önerisi

    1. The world’s eight richest billionaires control the same wealth between them as the poorest half of the globe’s population.
    The reformers called for a new economic model to reverse an inequality trend.

    [Dünyanın en zengin sekiz milyarderi, dünyanın nüfusunun en fakir yarısı kadar servete sahip. Reformcular eşitsizlik eğilimini tersine çevirmek için yeni bir ekonomik model çağrısında bulundu.]
    Prestiji yüksek “the guardian”

    2. Guy Standing Bull’s too calls for reforms.
    Birincisi herzaanki boş laflar da ikincisi neden acaba bu kadar önemli anlamadım.

    1. * Çalışmayı üretici ve yeniden üretici bir etkinlik olarak, yeniden tanımlamalıyız

    21. * Hayırseverliği yeniden marjinalleştirmeliyiz
    Yukarıdaki 1.* – 21.* reformlar bir ültimatom mu? Tavsiyeler mi? Her iki halde, kime hitap ediliyor? BM? ABD? AB? Çin? Rusya?
    Bu reformların gerçekten yapıldığını kim denetleyecek? Guy Standing gerçekleştirme zaman haddi koymuş mu?
    Sorunların daha vahim oldukları fakir ülkelerde bu çeşit durumları o ülkelerde yatırım yapan zengin ülkeler yaratmakta. Yerel devletler ve yerel iş adamları buna seve seve katılıyorlar. Bu durumda denetleme yapanların aslında ilerlemeyi baltalayan dış ajanlar olduğu rahatlıkla halklara yutturabilinir. Biliyorsunuzdur, bu çeşit yolsuzluklarda son derece tecrübeli olan zengin ülkeler yatırımlarını korumak için defalarca yerli halkı uyuttu. Şu an İngiltere-Avustralya maden şirketi bu oyunu İspanya’da buldukları zengin uranyum çıkarmada oynamaktalar. Parklar, okullar, jimnastik salonları, işsizliğe son… Bunu yutmayan halk ve belediye başkanı, kanser ve benzeri hastalıkların yayılması korkusu içindeki halk, toprak ve suyun radyoaktif madde ile kirlenmesi …
    Ben binlerce örnek biliyorum. Bunu seçmem İspanya’nı AB üyesi olmasından. Almanya’da geleneksel çiftçilik yapanlar ve hayvancılar, Avrupa’da çevreye kullanılan böcek zehiri yüzünden azalan böcekler ve dolayısıyla tarımın imkansızlaşması …
    Bunlara karşı direnenlerin acı sesleri yanında Merkel’in kucağını açtığı özgürlükler ve demokrasine hayran olan mülteciler, İngiltere cömertliği … Tabii, paralel gelişen ırkçılık, faşistlik …
    Her neyse, işte uranyum ile ilgili bazı başlıklar:
    An Australian-British company is breaking ground and breaking with the market, opening a new uranium mine in Spain.
    Europe’s new wave of nuclear reactors will have a reliable fuel source in Spain to meet power demands.
    Oman to invest up to $120m in Spanish uranium mine
    Deal with Berkeley Energia comes as Gulf states turn attention away from domestic oil output.

    Bir son ek ve benim açımdan en önemlisi:
    “Hayırseverliği yeniden marjinalleştirmeliyiz.” Ne zaman marjinaldi? Bakınız lütfen bu hayırseverlik tarihine. Bence bu konu öyle sosyal reformcuların düşündükleri kadar basit değil.
    Guy Standing’in iş temin etme çabası kapitalistlerin en büyük propaganda aracı. Ve bence, bir bakıma kendi başına bir hayırseverlik.
    Bence birinci reformda yazılan 8 kişinin dünyanın yarısı kadar servete sahip olması haberi yanında hâlâ reformdan bahsedenler dünyanın en sahtekar insanları.

  106. 91 ve “Tektanrıcı din” bir paradokstur.

    “Büyük sorunlar buz gibi suya benzer, en iyisi hemen girip hemen çıkmak.” denir.
    Avrupa’da dinlerin, tek olsun çok olsun, pek işe yaramadığı 12. yüz yılda hissedildi ama açık açık yerine çok daha işe yarar TEKTANRI= DOĞA, KİLİSESİ=MODERN BİLİM, RUHBAN SINIFI =BİLİM- (önce) ADAMLARI, (sonra) BİLİM ADAM-KARILARI nihayet 19. yüz yılda kıvamına vardı.

    Kâinat, evren, ‘univers’ kelimelerinin veya işi iyice karıştıran ‘multiverse’ teorilerinin etrafı iyice dikendir hardır ama hepsi TEK kavramı kokar.
    Örneğin ‘univers’ = olanların tümü; kâinat = “varolanlar, tüm varlıkar, evren”.
    Bütün mitler temelde BİR veya TEKDEN ÇEŞİTLİLİK veya ÇOKLUĞA geçişi anlatır.
    Felsefede HEP AYNI ama ÇEŞİTLİ buzlu su sorunu da öyle.
    Benim gibi küçük beyinliler için, sizin “doğduğunuzdan beri sonsuz değiştiniz halde hâlâ aynı olmanız”ı düşünmem yetiyor.
    Eğer biraz daha çetrefilli ve akıl almayan TEKLİĞE örnek isterseniz, özellikle şimdiki ‘digital’ çılgınlığı bağlamında, sinemayı düşünün. Ekranda gördüğünüz hareket aslında durgun anlardan oluşur. Yani sizin değişinizle HAREKET bir paradokstur. Daha doğrusu bazı TEKLER, TEK kalma alçaklığı yapmada ısrar ederler. Başta anlamak için parçalara ayırmak, analitik yöntem,
    sonra TEK ve salt TEKTANRI dinciliği veya çılgınlığı da ünlü 19. yüz yılda başladı.

    Tarihçiler ve düşünürler çoktan insanın “iki ayak üzerine kalkar kalkmaz”, yani ne zaman olduğunu ve aynı anda daha başka neler olduğunu bilmediğimiz bir devirde insanın TÜMÜ, TEKİ sezmesine hayranlık içinde hayret ederler.

    En k*çları sıkı mantıklı, akıllı bilim adam-karılar bile TEKİN big bang, yani bir an TEKTEN ÇOĞA, AYNILIKTAN ÇEŞİTLİĞE geçişi üzerinde kafa patlatmakta eski zavallı salak ruhban sınıfını hem sayıda hem hoplayıp zıplamada sonsuz geçerler.

    Neyse buzlu sudan çıkıp sadede geleyim.
    Sizin dedikleriniz 19. yüz yılın getirdiği KITLIKTAN BOLLUĞA ve nihayet TÜKETİCİLİĞE geçişin bir türlü kurtulamadığımız TEK GÖRÜŞÜN yarattığı KUŞKU/KUŞKUSUZ dünyanın buzlu suyu. Buna en güzel cevaplar, eskiden kahvede ARKADAŞLAR, şimdi SOSYAL MEDYA elektronik ARKADAŞLAR ile dedikodu yapmakla bulunur.
    Bir ihtimal daha var. O da bu sitenin evrenden bile büyük “multiverse”de turistlik yapan NECİP veya ZİLELİ veya HORTLAK veya eski ‘Peter Joseph’çi şimdi Guy-Standing Bull’cularla yerel dedikodulara girişmek.

    Belki hatta daha daha da diğer bir ihtimal var. Tek veya Tek ama işi tek başına beceremeyen tanrı ve yardım için yarattığı (melekler, evliyalar, azizler, şeytanlar) bürokrasisinde her zaman bir kuşku, bir anlamsızlık (haksızı mükafatlandırıp mağduru daha da mağdur etme, mağdurları sevip zenginlere verme falan filan gibi), “işine aklı ermez”lik, hep saklambaç oynama, her köşeyi döndüğünde yeni bir din yeni bir tanrı kılığına girme gibi kafayı bozan insanı bıktıran bir hava eserdi. Şimdiki TEK TANRI hiçbir şüphe götürmez. TEKTİR ama TECESSÜMÜ sayısızdır: Doğa, Endüstri, Üretim, Banka, Okul, Bilim, Teknoloji, Bilgi, Para, Futbolda çok gol atma, Gıdıklayıcı ve seks çağrışımı yapacak kılıklarla şarkı türkü çağırmak, Güzel olmak, Yakışıklı olmak, Kapital, Büyük beyinli doğmak, Avrupa veya ABD gibi zengin ülkelerde doğmak, you fuck*ng name it!
    Bu son ekin, bu gerçekten olan çok acı bir gerçeğin, güldürücü bir fıkrası var:
    Eskiden Mağrip’te dilenciye sadaka verdiğinde, dilenci “Allah seni cennete göndersin” derdi. Şimdi “Allah seni Avrupa’ya göndersin” diyor.
    Daha da acısı var ve ABD Meksika sınırında olur. ABD yasalarına göre ABD aziz ve kutsal topraklarında doğan otomatik ABD vatandaşı olur. Meksikalı hamile kadınlar sınıra gelirler ve sancıları başlayınca kendilerini sınırın ötesine atarlar.
    İnşallah, ve samimiyim, bunu bir saldırı değil, bir küçük beyinlinin pek politacally correct olmayan düşünceleri olarak algılarsınız. Bence, tarihte şimdiki kadar TEK tanrılı mutlak bir din hiç olmadı. Bence, şimdiki kadar bu yeni TEKTANRI müritleri kadar fanatik dinci hiç olmadı ve bu çok doğal çünkü bu TEKTANRI GERÇEK TEKTANRI, yani “it works!” Eskiden her köşede karşına yenisi çıkardı. Hatta bilim-adam-karıları buna bir cici bici isim bile yumurtladılar: Henotheism, yani TEK ama TEK değil.

  107. Sayın Zileli, Bu Hayli Temiz

    imalı küfürler barındıran yorumlar yayınlanmıyor. Admin

  108. Mevcut İmam Hatip okulları yetmez. Aşağıdakiler de açılmalıdır:

    Oniki İmam Hatip Okulu
    (Oniki İmamcı Caferîler için)

    Yedi İmam Hatip Okulu
    (Yedi İmamcı İsmailîler için)

    İmam-ı Âzam Hatip Okulu
    (Hanefîler için)

    İmameyn Hatip Okulu
    (Hanefîler için)

    İmam Hatibü’ş-Şirbînî Okulu
    (Şâfiîler için)

    İmamü’l-Halvetiyye Hatip Okulu
    (Halvetîler için)

    İmam-ı Rabbânî Hatip Okulu
    (Nakşibendîlerden Müceddidîler için)

  109. “Zorunlu Sünni İslam Kültürü Ve Ahlak Bilgisi derslerinin olmadığı okullara gönderebilmeleri gibi mi?”

    Once kisisel bir anekdot:

    Cocuklugumda, yazlari, dedemin yaylasina giderdim. Dedem, cok dindar filan olmasa da, herhalde ‘cocuklar eksik ogrenmesin’ gibi bir kaygiyla (ya da haftada bir iki gunlugune bizi basindan savmak icin), bizi yaylanin oteki ucundaki derme catma mescidimsi bir yere –kuran kursuna– gonderirdi. Iki kuzenimle beraber.

    O iki kuzenim giderdi. Ben adamin tipine gicik olmustum. Gitmezdim. Yamacin basindaki su kaynaginda papatya degirmeni yapardim; kertenkeleler, kurbagalar, bocekler uzerinde biyolojik arastirmalar yapardim.

    Sonuc ne oldu biliyor musunuz?

    O iki kuzenimin birisi simdi ateist. Digeri marjinal musluman. Ben ise, artik biliyorsunuz, bazi tanimlara gore deist; bazi tanimlara gore de tanimsiz..

    Bu, ebeveynlerin niyetlerinin pek de gerceklestirilemedigine sadece bir ornek; baska cok sayida ornek de biliyorum. Hepimiz de biliriz.

    Benzer sey, Batidaki –mesela– Katolik Okullari icin de sozkonusudur.

    Yani, bu tur seylere cok da takmamak lazim bence.

    [Tek sorun, su veya bu sebeple, eger aile karsi ise, ailenin arzusu hilafina, cocugun metazori din dersine filan sokulmasidir. Buna karsiyim.]

  110. “İmam ve hatip olmak isteyenler imam ve hatip yetiştiren meslek okullarına gider.”

    Bu, benim yukarida, Ince baglaminda, degindigim ‘kilasik bakis’tir.

    Bir cok bakimdan hatalidir.

    Birincisi, cocuk –diyelim ki– Meslek Lisesine gitti ve ‘Torna-Tesviye’ bolumunden mezun oldu.

    Bu durumda, geri hayati Tornaci/Tesviyeci mi olacak? Baska bir sey olamaz mi?

    Ikincisi, bu hatali bakis, sirf IHL mezunlari yuksek ogrenime devam etmesin diye, butun Meslek Lisesi mezunlarinin universiteye gitmesini engellemek haline donustu.

    Bu da, insanlarin cocuklarini Meslek Lisesine gondermekten kacinmalari anlamina geldi. Sonuc kotu: Meslek Liseleri yok oldu. Yerine, bir suru ise yaramaz lise mezunumuz oldu.

    “Bunun dışında bir amaçla ‘imam-hatip okulu’ istemek saçmalık ötesi bir şeydir.”

    O, dedigim gibi, hepimizin artik cok iyi bildigi ufuksuz ve carpik bakistir.

  111. Anarşizm “Eyyamcılık” mıdır?

    Arapça’da yevm = gün (örn; yevmiye = günlük, gündelik) ve çoğulu eyyam = günler demektir.

    Öyleyse;

    “Eyyam”cılık = “Gün”cülük = Anarşizm

  112. “Mevcut İmam Hatip okulları yetmez. Aşağıdakiler de açılmalıdır:”

    Hic de fena olmazdi.

    Aslinda, zaman icinde, o da olacak, bence.

    Neka cesit okka curcuna.

  113. “Tüm Müslümanlara hitap eden pratik bir İslamdan söz edilemez;
    Siyasallaşan İslam,
    Türk İslamı
    Arap İslamı
    Fars İslamı v.s.
    Ülkelerin ulusal çıkarlarıyla örtüşecek şekilde uyarlanmıştır.
    Egemenler,
    Ulusal çıkarları gereği
    Kürdlere, ‘Kürdlükten arınmış İslamı’ telkin ediyorlar!…”

    “İslamcılara;
    Doğal hakları inkar etmek
    Hakkı inkar etmektir;
    Kürdlerin doğal/devletleşme hakkını inkar ediyorsanız
    Hakkın/Allah’ın kendisini de inkar ediyorsunuz demektir!

    Not: Doğal haklar bazı düşünür tarafından İlahi haklar olarak görülüyor…”

    “İnancınızla toplumsal yaşamı dizayn ediyorsanız;
    Dolar, ekonomik/toplumsal yaşamınızı alt üst edebiliyorsa
    Şapkanızı önünüze koyacaksınız;
    Ya inancınızın toplumsal gerçekliği kavrayamadığını kabulleneceksiniz
    Ya da inancınızı dünyevi işlere araç etmekten vazgeçeceksiniz…”

    “Kirli Duyarlılık!

    Êzidî Kürdleri
    Ulusal Kürd kimliğinden arındırarak
    “Êzidî halkı/toplumu” gibi söylemlerle sahiplenmek(!)
    Duyarlılık değildir;
    Devletin kirli anlayışının dillendirilmesidir;
    Tıpkı
    Alevi Kürdleri Ulusal Kürd kimliğinden soyutlayarak sahiplenmek(!) gibi…”

    “Êzidî Kürd,
    Kürdistan Yönetimini övünce
    Bir faşistin saldırısına uğradı!
    Haberde saldırganın kim olduğu yazılmıyor;
    Ama Êzidîleri kobay olarak kullanan ve Kürdistan düşmanı olan PKK’li bir faşist olduğunu tahmin etmek zor değildir!”

    (Nasname)

  114. Sayın Zileli, Elimden Geldiği Kadar Temizledim

    İlknot: İnşallah sayın Zileli bunu küfür saymaz. Ben bir gavurla evli olduğumdan ‘gavur’ lafını ima eden kafir kelimesini pek sevmem. Kafir yerine türevi küfürü tercih ederim. Bence bu bağlamda küfür daha politically correct ama …

    Using My Very Own Turkish Words
    So help me God!

    Bir belgenin fotokopisini yaptığınızda bu sitedeki bilim-teknoloji dininin müminleri gibi “belge kendini kopyaladı” der misiniz?

    Şu an dünyada en azılı, en sonsuz, en her şeyi bilen ama aynı eski tanrılar gibi şimdilik saklayan, en kadir-i mutlak, en her yerde nazır ve her zaman hazır tanrılar tanrısı bilim-teknolojiye tapanlar iki türlü.
    Birincisi, tarihte her zaman adına konuşulan, adına savaşa gidilen, adına Devlet kurulan, adına her türlü yalanlar söylenen, adına devrimler yapılan ÇOĞUNLUK, ayak takımı, sıradanlar, daha henüz bu sitedekiler gibi işin sırrına varmamış çaresizler, suda yılana sarılanlar, ümit bekleyen ümitsizler.
    İkincisi, bu sitedekiler gibi okullarda beyinleri ütülenen GERÇEK dünya evangelistleri. Bunlar, her zaman ileri falına bakan ve her zaman aradıkları iyi haberleri görüp çoğunluğa müjdeleyen, “beni takip edin” naraları atan modern kahramanlar, sağ/sol devrimcileri, gam yükü tüccarları, lak lakçılar.

    Bilimden bir örnek alalım: “Hücrede DNA kopyalanır, yeni DNA yapılır.”
    Bu sitenin azılı materyalist, bilim-teknolojist, anarşist, neo-anarşist, Kapitalist ve anti-Kapitalist ‘the show must go on’ist, falan filanist büyük beyinlileri kelimesi kelimesine bu bilimsel gözlemi belgenin kendi kendini kopyalaması biçiminde anlarlar.
    Bence, yaşadığımız artık kaçınılmaz olmuş uzmanlardan oluşan insan harabeleri dünyasında böyle bir saçmalığa inanma, böyle bir dine sarıma sonsuz doğal.
    [son bir haber bu doğallığın güzel bir örneği:
    Venezüela Başkanı Maduro, ‘drone suikast girişiminde’ canını kurtardı.
    Daha önce ABD’yi kendisine karşı komplo kurmakla suçlayan Venezüella lideri, iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt sunmadı.
    Aynı zamanda Büyük (-Beyinli) İngiltere, kendi ülkelerinde iki Rus ve kendi vatandaşlarını zehirlemekle itham ettikleri Rusya’ya karşı, bu sitedeki gibi büyük beyinlerle dolup taşan, büyük beyinli mavi gözlü dahilerine rağmen 5-6 aydır bir kanıt getiremediler.

    İşte size, bu sitedeki medya dedikodu analistlerinin dayanılmaz hafifliği. İşte size salt taraftar toplama dedikodusu yapma saçmalıkları. Bu site dedikoducuları bana hep eski kapı pencere kıran küçük lokma hırsızlarını yakalamaya çalışan polisleri andırıyor. Borsa oyunları ve içerden elektronik yönlendirme yolları ile milyarlar vuranlara ne gücü, ne yakalama cihazları ne de bilgisi olan enayi polisler.

    Doğal olmayan, uyarıya rağmen aynı ilahileri okuyan Zileli; kendinin inandığı çıtı pıtı, cici bici yumurtladığı yumurtalar hariç her şeyin durmadan değiştiğine inanan Necip; bilgi ile bilim-teknolojiyi karıştıran Hortlak ve benim ilkellerle ilgili yazdıklarımdan sadece ve sadece kendi alık alık sırıttıkları rahat hayata saldırı olduğu sonucu çıkaran tüketiciler. Bu son gurup aslında bu sitenin asıl temsilcileri. Bunlar, parti tutma dünyasından bir türlü çıkamayan modern dünyanın yalnızlar kalabalığı. Akıl çağının ürettiği akılsızlar.
    Bunlar bir nanosaniye düşünseler, 0,5-1,5 milyon yıl önce ilkel büyük beyinli bilim adam-karılarının ateşi rahatlık için değil Necip, Zileli, Hortlak gibi sidik yarışı uzmanlarının ateş söndürme gücünü tespit için bulup evcilleştirdiklerini bulup çıkarırlardı.
    Tabii, belgenin kendisini kopyaladığına inanan bilgiç Necip’in daha da basit bir formülü de var.
    Her şey durmaksızın değişir ama X asla değişmez.
    Bu formülde değişken X yerine “insan her zaman rahat olmak istedi” koysalar, Necip ve bütün bu site solcu/sağcı devrimcileri gibi hoplayıp zıplar, boşalır, enayi dümbeleğini çalar göbek atarlar.

    Sayın sidik yarışı uzmanı Necip,
    Hadi, Devlet Baba kağıtları koruduğu sürece, patent ofisinde ben ve tek benim adıma kayıt ettirdiğim yaratıcı, orijinal, bana ve tek bana hasıl olan vahiye cevap ver de, o büyükler büyüğü beynini göreyim. Ama özgür dünyadan da yararlanabilirsin. Her zaman değişen dünyada, asla değişmeyen nakaratını azıcık değiştirip tekrarlayabilirsin: “sen de kimsin?”. Kullana kullana delik deşik olmuş ayıplarını artık kapatamayan ayıp kapatma donunu giyer veya kaçar saklanırsın.
    Dünyada insanlığa karşı taarruzun en büyük silahları olan bireycilik, yaratıcılık, orijinallik, başkalarından farklı olmak çılgınlığını hepinizin hücrelerine kadar sindirmişsiniz. Bu afyonu size yutturanlara karşı kafesinizde ötüp duruyorsunuz. Sizler birey değil, bireycisiniz. İstediğiniz ambalaj. Fukuyama ilhamını sizlerden alıp “tarihin sonu geldi” kitabını yazdı. Değişmeyen değişenlersiniz.

  115. Tektanrı Bu Sitede

    TekTanrı “Bu hem mukadderdi; hem de dogal” böyle buyurdu
    “91 Anonim 5 Ağustos 18 / 5am; Köksüzler Ve “Öz”süzler
    Putperest olmayıp Tektanrıcı olduğu söylenen dinlerin, dolayısıyla onların mezheplerinin, tarikatlarının, ve de modern yorumlarının hiçbiri gerçekte öyle değildir.
    Yani “Tektanrıcı din” bir paradokstur.”
    Yazısını yazan arkadaşa bu sitede yaşayan bir TEK tanrıdan örnekle TEK TANRININ bir paradoks olmadığını ispatlayacağım.
    Giriş:
    Benim bildiğim kadar salt doğa yasalarının kahinliği mukadderdir ve o da sadece geçici olarak. Doğa bilimleri arasında bile bilinenler bilinmeyenlere kıyasla sıfır kadar az. Örneğin hava tahminleri.

    Her neyse, hava tahminlerinin bilnmemesinin nedeni TEK TANRI NECİP’in attığı havaların havayı durmadan değiştirmesinden. Yani, bu TEK TANRI havaya hep yediklerine bağlı değişen koku yayar ama koku değişmez: Koku kalır, yani otomobil olmaz.

    Benim bildiğim kadar neyin doğal neyin doğal olmadığını bilen bir kabadayı daha henüz çıkmadı ve çıksa da zaten şarlatanın biri olduğu bilinir. O da bir yana insanın %99’u doğal değil. Git doğada doğal bir otomobil bul. Git doğada TEK TANRI Necip bul. Ve milyarlarca diğer örnekler.

    O halde ve olsa olsa,”Bu hem mukadderdi; hem de dogal.”, bir TEK tanrının mukaddes ağzından çıkmıştır.

    Dünyanın her yerinde toplum kültürünün nesilden nesile aile ve şimdi daha çok okullarla aktarıldığı bilinir. Dünyanın her yerinde okul eğitimi öğrencilerin %99’unu meslek hayatına hazırlar. Yani istatistiksel olarak okullar aile isteklerini yerine getirirler, anne-baba evlatlarını iş bulmaya hazırlarlar. Diğer yandan dünyanın her yerinde eleştirici düşünürler aile ve okulların yeni nesillere düzene uyma aşıladığını ileri sürerler.
    O halde ve olsa olsa, “Insanlar evlatlarini istedikleri okullara gonderir; evlatlari da (cogu zaman) ebeveynin beklentilerini bosa cikarir.” sidik yarışına hazırlık için girdiği ormanda ağaçlar arasında kaybolan bir TEK tanrının mukaddes ağzından çıkmıştır.

  116. 86 Necip TL;DR.; 'Efficaciousness'

    Bir teknisyen olarak, her zaman, her işin en kolay
    yolunu bulma erbabı olduğunuzu daha önce söylemiştiniz. Hatta Avrupa ve ABD’de katıldığınız efficaciousness kurslarından kazandığınız diplomaların sayısız diplomalarından arasında olduğunu da hindi gibi kabararak eklemiştiniz.
    TL ve DR çaresinde çuvallamışsınız. Altınızda çalışan bir memur bedavaya ve doktorlara kadar gitmeye hacet kalmadan aynı şeyi becerirdi.
    Her halükârda, kaçmaya hazırlandığınız belli. Cevaplar “brief but intense”.

  117. Tektanrı da doğru, Çoktanrı da

    Sayın ’91 Anonim’
    “Yani “Tektanrıcı din” bir paradokstur.” konusunda kafanızı biraz daha şişireceğim. Daha doğrusu sıcaklıktan dolayı girdiğim buzlu suyu sevdim, çıkmak zor oluyor.
    Önce bazı güldürücü ve ağlatıcı alıntılar.
    Bir din tarihçisi bir Brahmine sorar,
    – Kaç tanrı var?
    Brahmin sonsuz bir coşkunlukla cevap verir,
    – Ganj nehrindeki kumlar kadar.

    19. yüz yılda bir Rus antropolog bir Türk şamana sorar,
    – Hâlâ şamanlığa mı inanıyorsun yoksa Hıristiyanlığa mı?
    Şaman cevap verir.
    – Hıristiyanlık desem bizim halk bana kızıyor, şamanlık desem siz kızıyorsunuz. Şaşırdım kaldım.

    Kızılderiler “beyazlar gelmeden önce sayısız tanrılar vardı ve etrafta gezer, bizimle haşır neşir olurlardı; beyazlar hepsini toplayıp TEKTANRI yaptılar ve gökyüzüne yerleştirdiler. Şimdi onlara ulaşmak imkansız.” dediler.
    En acısı bir Afrikalı düşünürün lafı, belki konu dışı olacak ama olsun: “Beyazlar geldiğinde İncil onların, toprak bizimdi; şimdi tam tersi!”

    Mitler, dinler ve tanrılar toplumun aynasıdır. Toplumda olan sosyal değişiklikler mitlere yansıtılır.
    Yerleşik hayatı mümkün kılan tarım, veya bitki evcilleştirmesi, devşirici kadınlar tarafından geliştirilir ama daha sonra hayvanlarla daha yakından aşina olan avcı erkekler sabana hayvanları bağlayarak toprağı sürmeyi kolaylaştırırlar. Pürüzler çıksa da kısa biz zamanda toprak tanrıçası yerine gök tanrıları ortaya çıkar.
    Yunan mitolojisinde Zeus’ün sayısız iğfal maceraları, erkek tanrılı Yunanlıların egemenlik altına aldıkları ‘Pelasgian’ların tanrıçalarını da egemenlik almalarını yansıtır.

    Son zamanlarda hayli işgüzarlık yapılıp arananlar, ‘kurban verme her yerde ve her zaman vardı’, bulundu ise de, bereket için kurban verme de yerleşik toplumlarla başlar.

    Neyse. Gelelim TEKTANRI ÇOKTANRI konusuna.
    Yine güldürücü bir hatırlatma. 2 600 yıl önce bir Çin filozofu doğru/yanlış saplantısıyla hoplayıp zıplayanlarla şöyle alay etti:
    “Paradoks kafanızda, dünyada değil.”
    Eğer dinin toplumu yansıttığı gerçekse, Erdoğan veya Trump veya Putin veya Xi Jinping, Merkel, Modi falan filanların hüküm sürdüğü toplumlarda, tanrının TEKTANRI olduğuna inanmak, bu sitedeki büyük beyinlilere göre dar görüşlü ama, sonsuz doğal. Devletler de, TEKTANRI’NIN, Kilise, Cami, Tapınak gibi, ikamet haneleri.
    Yok eğer bu sitenin aydın, entelektüel, afyon yutmayan, büyük beyinliler gibi daha geniş ve küresel açıdan bakarsanız, ÇOKTANRILILIK sonsuz doğal. Bilhassa solcular bunu çok iyi görürler: ENTERNASYONALİZM.

    En son din-tektanrı, daha önce gelen din-tektanrılardan sonuz daha güçlü, aşağı yukarı 4-5 yüz yıl önce doğdu ama tam hakimiyetine 19. yüzyılda erişen bu TEK ve TEK TEKTANRININ adı İLERLEME. Tabii daha önce gelenlerden yararlandığı için benzer tarafları var. Örneğin bu TEKTANRI da şeytani. İnanan, kendine dönen, kendinden ümit bekleyen müminlerinin imanlarını devamlı canlı tutmak için daha cana yakın, daha babacan ve güler yüzlü alt, ikinci dereceden tanrı kılıklarına girer: Kapital, Endüstri, Üretim, Emek, Bilim ve Teknoloji, Gençlik, Para, Bilgi, Marksizm, Anarşizm ve özellikle tüketimi körükleyici, yani vaat edilen ama bir türlü ele geçmeyen, Mutluluk.

  118. Zileli'den beklediğimiz yazı

    HDP Fiyaskosu Ve “Halklar”cı Entegrasyonculuk Gerçeği

    Cehaletin mi yanlış düşünceyi beslediği, yoksa yanlış düşüncenin mi cehaleti körüklediği sorusu her zaman kafamı meşgul etmiştir. Galiba bunun genel cevabı, her ikisinin de birbirini beslediği yönünde olmalıdır ama hangisi daha ağır basar, hangisi önceliklidir, işte bunun içinden çıkamıyordum.

    HDP’nin, Kürt halkının devletleşme ve kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkan “Halklar”cılık politikasıyla kafamdaki bu ikilem çözüldü: Evet, ağırlıklı olarak, yanlış düşünce cehaleti körüklüyormuş.

    HDP’yi epey zamandan beri tanırım. Kendisi bir Kürt partisidir, sanırım esasen de Kürt partisi olarak tanınır, ne yazık ki sonradan, entegrasyoncu bir “Türkiye partisi” olmak gibi kötü bir mesleğe intisap etti.

    HDP’lilerin bugünkü politikası iyice üzücü. Eski bir tanıdık olarak onların adına endişelendim. Cahil insanların örgütlediği bir hareket olmadıklarını biliyordum. Ama kapıldıkları azgın “Halklar”cı sular onları hızla cehalet uçurumuna doğru sürüklemekteydi. İşte beni üzen ve endişelendiren bu oldu.

  119. “Her halükârda, kaçmaya hazırlandığınız belli.”

    Luzumsuz gevezeliklerden uzak durmak, benim acimdan, ‘kacmak’ degil –zaman ziyan etmekten kacinmak.

    You have too many words but hardly any reasoning.

  120. “Devrimci Dolar!

    Devrimciliği Tayyip karşıtlığına indirgeyen Kemalist/devletçi sol anlayış baz alındığında,
    Tayyip’i en çok zor duruma sokan Dolar
    En büyük devrimcidir(!)

    Devrimciliği ayağa düşüren
    Mantığınız batsın!”

    (Nasname)

  121. Taklitçi Türk solcuları

    TKP’nin sitesi Sol Haber’de okuduğum bir yazıdan şu cümleler aklımda kalmıştı;

    Roni’ye (Margulies) Tarkan’ın sözleriyle yanıt veriyoruz. Arkadaşı Doğan Tarkan veya ünlü Türk büyüğü Tarkan değil, şarkıcı Tarkan:

    “Başkası olma, kendin ol. Böyle çok daha güzelsin.”

  122. “…mevcut tartışmalarda gözden ırak tutulan ve de üstü örtülmeye çalışılan bir gerçek, tam da egemen burjuvazinin ekmeğine yağ sürmektedir. O da, ”Ergenekon ya da benzeri çetelerin mevcut faşist kontrgerilla devletinden farklı oluştuğu, aslında düzenin demokratik olduğu, her türden kirli-karanlık vs işin Susurluk, Ergenekon gibi yasa dışı örgütlerce yapıldığı-planlandığı“ gibi gerçekle, ülke durumuyla uyuşmayan, faşist devletin gerçek niteliğinin üzerini örtmeye çalışan, devlet içinde kümelenmiş grupların yaptığını söyleyerek ve nitekim “bağırsak temizliği” ile çıkarılan şeyler olduğudur. Oysa ki, Faşizm bu ülkede kurumsaldır. Egemen yönetim biçimidir ülkede. Bu bağlamda olmak üzere, faşist diktatörlük deyiminin kullanıldığını bir çok makalemizde açmış idik. Bu türden girişimler, operasyonlar, faşist devletin üzerinden dikkatleri başka yönlere çekmek ve faşist devleti aklamak amaçlıdır bir yanıyla da…”

    “…Sonuç olarak, sınıf temelli analizler ve ML anlamda çözümlemeler doğru yapılamaz ise; doğru sonuçlar çıkarılamaz ve doğru taktik adımlar atılamaz.
    Ergenekon, faşist devletin kendisidir. Faşist kontrgerilla devleti, Ergenekon vs gibi uyduruk isimlerle, araçlarla kendini aklamaya çalışmaktadır. Egemenlik-klik çatışmasını gizlemeye çalışmaktadır. Egemenler arası ciddi çatışmanın varlığını gizleyerek, sahte komplo ve psikolojik savaşla yönlendirmeler de yaparak; yığınları düzene-sisteme yedeklemeye çalışmaktadır. Bir diğer ucu da, yığınları-emekçileri suni-yapay gündemler ve sorunlar aracılığıyla ikiye bölerek-şimdiki adı laik –anti laik-iç savaş stratejisinin ayaklarını oluşturmaya çalışmaktadır. Mevcut çatışma, kesinlikle egemenler içindeki kimin yöneteceği çatışmasıdır. Çıkarların, parsaların toplanması mücadelesidir. Filler yukarıda güzelce tepinirken, bir çok amaçlarına ulaşırken çimenler ezilmektedir…”

    https://www.sosyalistforum3.net/showthread.php?t=15118

    “Faşist kontrgerilla devleti, Ergenekon vs gibi uyduruk isimlerle, araçlarla kendini aklamaya çalışmaktadır”

    – Faşist kontrgerilla devleti, “Derin Devlet Yapılanması” vs gibi uyduruk isimlerle, araçlarla kendini aklamaya çalışmaktadır

    – Faşist kontrgerilla devleti, “Paralel Devlet Yapılanması” vs gibi uyduruk isimlerle, araçlarla kendini aklamaya çalışmaktadır

    – Faşist kontrgerilla devleti, “Fetullahçı Terör Örgütü” vs gibi uyduruk isimlerle, araçlarla kendini aklamaya çalışmaktadır

    – Faşist kontrgerilla devleti, “Balkan Oligarşisi” vs gibi uyduruk isimlerle, araçlarla kendini aklamaya çalışmaktadır

  123. Halkların Birleşik Devrim Hareketi

    PKK, TKP/ML, THKP-C/MLSPB, MKP, TKEP-LENİNİST, TİKB, DKP, DEVRİMCİ KARARGAH ve MLKP biraraya gelerek – “Halkların Birleşik Devrim Hareketi” adıyla – devrimci bir cephe oluştururlarsa devrimi yapabilirler mi?

    Daha doğrusu, aşağıdaki gibi düşünenlerden farklı olarak, yapabileceklerini düşünen var mı?

    https://nasname.com/pkk-yuvaya-dondu/

    ““Halkların Birleşik Devrim Hareketi” adıyla kurulan yeni yapıda, PKK dışında, TKP/ML, THKP-C/MLSPB, MKP, TKEP-LENİNİST, TİKB, DKP, DEVRİMCİ KARARGAH ve MLKP gibi örgütler yer aldı. Hiçbir tabanı bulunmayan ve ortak noktaları Kürdlerin devletleşmesini engellemek için “sosyalizm” argümanını kullanan bu Kemalist örgütlerin gücü, Türkiye’ye göç etmiş ve varoşlara mahkûm edilmiş Kürd gençlerini örgütlemek ve harcamakla sınırlıdır; özellikle de Kürd Alevileri…”

  124. Anarşist Karargah

    devrimci karargah

    (bkz: kirk yillik devrimciyim boyle orgut gormedim)

    https://eksisozluk.com/entry/13788783

    ismi ile hiç bir politik program ihtiva etmeyen örgüt.
    bu örgüt var mıdır, yok mudur emin değilim kişisel olarak.
    ancak dünyada ve türkiye’de belli başlı örgüt isimleri aynı zaman size o örgütün hedefi, amacı konusunda bir fikir verir değil mi?
    rsdip: rusya sosyal demokrat işçi partisi ( isimden ne anlıyoruz: parti sosyal demokrat ve işçilerle ilgili imiş.)
    thko: türkiye halk kurtuluş ordusu (isimden ne anlıyoruz bir halk ve onun kurtuluşu ile ilgili bir ordu girişimi var)
    pkk: partiya karkariye kürdistan- kürdistan işçi partisi ( kürdistan diye bir bölgedeki işçilerin partisi)
    hep sol olmasın canım.
    hizbullah ( allah’ın askerleri: isimden bu partinin islami bir programı olduğunu şakadanak anlatıyor)

    peki kardeşim devrim karargahı ne? hang tür devriminden ve ne tür bir karagahından bahsediyor bu örgüt. bu isim nasıl bir program çağrıştırmalı. hadi devrim kısmını anladık diyelim, karagahtan ne anlamalıyım. parti mi, ordu mu, yoksa sadece devrim muharebesi ayrı bir karagah mı var.

    böyle bir örgüt varsa, kimse kusura bakmasın ama, bu kadar uyduruk bir isim koyamazlardı. mlspb bile daha anlamlı bir isimdi. en azından marksist ve leninist olduklarını en baştan ilan ediyorlardı.

    https://eksisozluk.com/entry/20426740

    “Liderliğini halen yurtdışında bulunan Serdar Kaya’nın yaptığı ileri sürülen Devrimci Karargah, sol örgütler kategorisinde ne olduğu halen anlaşılamamış bir yapılanma.”

    ‘Devrimci Karargâh Örgütü’ nedir?
    http://t24.com.tr/haber/devrimci-karargah-orgutu-nedir,101703

  125. Çevrimiçi Karargah

    Devrimci Karargah çevrimdışı çalıştığı için aradığı devrime ulaşamıyor.

  126. İnsan = Kültür

    İlkellerin doğru düzgün bir kültürleri yok.

    Mağara resimlerinden başka resimleri yok.

    Tamtamlardan başka müzikleri yok.

    Şaman ayinlerinden başka tiyatro ve sinemaları yok.

    Küfür, hakaret ve aşağılamalardan başka sözlü edebiyatları yok. Buradaki yorumlara verilen yanıtlarda görüldüğü üzere.

    Safsatalar, demagojiler, argumentum ad hominemler, tutarsızlıklar ve yalanlardan başka felsefeleri ve mantıkları yok. İdealize ettikleri yaşam tarzını kendilerinin de yaşamamaları, hatta tam zıttını yaşamalarında görüldüğü üzere.

  127. Her şeyin bedeli var

    İnsanlığın kültür, sanat, bilim ve felsefe gibi alanlarda, yani insanı insan yapan ayırt edici özelliklerindeki bu başarılarının da bir bedeli vardır.

    Kentleşme, sanayileşme ve nüfus artışının neden olduğu sorunlar gibi.

    Doğada ve insan hayatında hiçbir değişim bedelsiz, yani karşılıksız, yani bedava olamıyor.

    Ancak değişimin, yani hayatın olmadığı yerde olabiliyor.

  128. 120 Anonim Sınıfta Kalmış

    “…Sonuç olarak, sınıf temelli analizler ve ML anlamda çözümlemeler doğru yapılamaz ise; doğru sonuçlar çıkarılamaz ve doğru taktik adımlar atılamaz.”

    Arkadaş, rahat bırak bu ölüleri mezarlarında. L, M adına devrim yaptı b*kunu çıkardı. L gibi diğer cambazlar da taklit ettiler ve nihayet en iyi taktiğin egemen burjuvazinin ekmeğine ve yağına erişmek olduğu ışığını gördüler.
    Sen ev ödevini yapmamışsın. Bu ışık görmeleri biraz kurcalarsan, gerçi burjuva çoktan geberdi ve yerini siz orta sınıflılar aldınız ama neyse, ML’in burjuvazinin istediğini, belki biraz daha cömertçe de alsa, istediğini belki görürsün.
    Her neyse işte size ilk ders. Bu ders ML sınıflar temeli analizle kurulan bir ülkedeki sınıfta ML dersi verilirken olmuş.
    – ‘Bilimsel Sosyalizm’i bir Türk mü buldu?
    -Türk ne demek? Neyse hayır.
    – Peki, kim buldu?
    – Marks ve Engels.
    – Peki, neden fareler üzerinde denemeden bize uyguladılar?
    – Diyalektikle aynı ama karşıtına kavuşmak için.
    – Bravo, sen Türkün ne olduğunu bilmiyorsun ama özün Türk, yani buluşta geç kalmış dahi!

  129. Yabancı Oligarşiler

    Kuzey Kürdistan’ın yerlisi olmayan kapitalist TC oligarşisi ordusunu, polisini, mahkemelerini, okullarını, hastanelerini, fabrikalarını, havaalanlarını Kuzey Kürdistan’dan çekmeli.

    Kuzey Kürdistan’a ille de ordu, polis, mahkeme, okul, hastane, fabrika, havaalanı lazımsa bunları yabancı kapitalist oligarşiler değil, yerli Kuzey Kürdistan kapitalistlerinin kendileri yapmalı.

    TC içinde yabancı ABD kapitalistlerinin oligarşisinin ordusu, polisi, mahkemeleri, okulları, hastaneleri, fabrikaları, havaalanlarının olmaması gibi.

    Veya, AKP tabanının büyük çoğunluğu oluşturduğu Anadolu içlerinden, ve oyların yaklaşık yarısına sahip olduğu İstanbul ve Ankara’dan farklı olarak, CHP’nin büyük bir oy çoğunluğuna sahip olduğu İzmir’i AKP tabanının oy verdiği hükümetin yönetme hakkına sahip olmaması gibi – içerilerde, Anadolu’ya en yakın yerlerinde olup AKP’li belediyelerin yönettiği bir-iki ilçesi hariç.

  130. Gerçekler acıdır/acıtır

    Acı gerçeği bir kere daha hatırlama vakti geldi:

    It’s all about the money
    It’s all about the dın-dın-dırı-dın-dın
    I don’t think it’s funny
    To see us fade away
    It’s all about the money
    It’s all about the dın-dın-dırı-dın-dın
    And I think we got it all wrong anyway

  131. AKP li son yıllar ve CHP nin son 2 yılında yaşanılanlar, şu bilinen tarihsel bir gerçeği, sıradan insanlar için de çırılçıplak gözlenen bir olgu haline getirdi. Süreç bu yönde hızla ilerleyecek; Getirecek. İyi de oldu!
    Var olan Devlet ve (HDP dışında kalan) bilinen partiler, bu tipik yağmacı sömürücü bir besleme ve görgüsüz ve “doğulu” burjuvazi ile içiçedir. Halk tümüyle kimsesizdir. O saçma “tarafsız ordu” lakırdısını da kimse edemez artık.

    Bu ülkede her zaman yoksulluk vardı. Ama artık sefalet yılları başlıyor. Kısa vade için iyimser olunamaz. Toplumsal çürüme çok derin ve yaygın. Bu çürümüş yığın içinden olumlu, taze bir emekçi-halk mücadelesinin doğması için yerel ve uluslararası koşullar uygun görünmüyor.
    Sol-sosyalizmin yeniden umut verecek bir içeriğe bürünmesi, yeniden ayağa kalkması kaçınılmaz olsa da bunun kısa sürede gerçekleşmesi mümkün değil.
    Önümüzdeki yıllarda örgütsüz yığınların kendiliğinden, yerel isyanları ile sol muhalefet çıkışa geçecek ama bugünkü cemaatçi, muhalefetçik oynayan sol’un dışında büyüyecek. 60-70 lerin mirasını tüketmiş sol, yaş olarak da tasfiye olurken yerini torunları alacak.
    Eskinin öldüğü (TC ve Muhalifleri) yenisinin doğmadığı zamanları yaşıyoruz. Çürümüş bir iktidarı çürümüş bir müzmin muhalefet yıkamayacağına göre…
    Her şeyi yeniden ele almak gerekli kanımca.. Çünkü reel sosyalist muhalefetin de inandırıcılığının da işlevselliğinin de kalmadığı, inkar etse bile örgütlülük yapısı ile kaçınamayacağı, az ya da çok benzeş olacak bir Stalinist bir devlet hayali ile buraya kadar.. Bu nesil ideolojisiyle öldü; fizik olarak da ölüyor! Artık takoz olamayacak! Bu da yaşadığımız dönemin 2. “iyi”-faydalı olgusu!

  132. 125 Muhasebeci Mutfak Filozofu Olmuş

    Not: Aslında bu yazım 124 ve 125 yobazlara cevap.

    125 Özgür Üniversite’de Çift Girişli Muhasebecilik tahsili yapmış.
    Ünlü bir atasözü: “Muhasebecilik cimriler bilimidir!”

    Sayın Dahi 125,
    Clonunuz dahi 124’ün dediği gibi ben ilkeller adına konuşan ilkel olmayanım. Marks emekçiler adına konuştu, eleştirici düşünürler haksızlığa uğrayanlar ve sefalete sürüklenenler adına konuşurular ama kendileri haksızlığa uğramış ve sefil değiller.
    Hadi cömertliğim tuttu, farz edelim insansınız.
    Söylediklerimin sizi rahatsız ettiğini anladım da, bu “televizyon-Hollywood-Okul-Sosyal Medya-İLETİŞİM” çağında bu kadar aptalca şeyler söylemeyi affetmek güç.

    Maalesef bilgili olmak gerekli ama yeterli değil.

    Hitler başa çıktığında Almanlar Avrupa’nın en iyi eğitimini gören halklarından biriydi. Ölen 50-80 milyon insan, Hitler’e inanmanın bedelini ödediler. Ben de, sizin aynı cahilliğinizi, suratınıza vurma yorgunluğumla ödüyorum.
    Ulan kos koca bir “Ne Mutlu Türk” olmuşsunuz daha hâlâ bu sitedeki diğer “Ne Mutlu Türkler” gibi soyut prensiplerin bağlamlar içinde anlam kazandığını, yorumu yapana göre değiştiğini bilmeyecek kadar cahilsiniz.
    Bu site akıl almaz silik, ırkçı ve faşist ruhlu kerizlerle dolar taşar ama kimse bedelini ödemez.
    Bir örnek:
    Hocanın “ye kaftanım ye” fıkrasını anlatın.
    En tipik iki cevap:
    1. Alim Necip: “Tabii, cok dogal, benim gibi elitler armudun iyisini yerler!”
    2. Anarşist Zileli: Sosyal Evrim iyi de, yanlış ellerde. Şimdilik onlar egemen ama gün (Zileli) gelecek, mutasyonla herkes kaftan giyecek. Yani, meşhur solcu mantrası: “Bekle eşeğim yaz gelsin.!
    Ama bir yorum daha var:
    “elbet hakkı vardır kulların kulda
    insan kıymeti ölçülmez parada pulda”
    Ama bunun da iki yorumu var:
    1. Alim Necip: “Bunlar folkloric, asil is kaftani kapma becerisinde”
    2. Anarşist Zileli: Gün (Zileli) gelecek bir mutasyon mutlaka olacak, durum bazen kötü bazen iyiye gidecek. Ama anarşizm yolundan çıkmamalı. Huu huu çekmeye devam. Gün (Zileli) geldiğinde Sosyal Evrim biz anarşistlerin Sosyal Evrim’i olacak, yani daha iyi olacak. (Lenin’e ne kadar benziyor, değil mi?) Benim her köşede heykelim dikilecek.

    Belki bilincin kendisi bir baskıdır ama onsuz olmayı düşünmek kendi başına bir bataklığa saplanmak. Ama şu gerçek: İstenilenin yerine giren kapitalist ve sol devrimci vaatler bilinci veya ideolojisi şimdiye kadar tam bir baskı bilinci/ideolojisi oldu.

    Bu site yobazları buna şahane örnek. Sınıfta öğretmen, insan ve maymun DNA’sının %98 aynı olduğundan ortak türden geldikleri iddia edilir der. Yobaz çğrenci, “ha, biz maymundan geldik diyor, hemen molla ER-Doğan’a haber verelim” der. Siz tam, tıpa tıp aynısınız. Aynada sizi yansıtanlarla girdiğiniz aile içi safsata sidik yarışmasından bir türlü kurtulamıyorsunuz.

    Bakın 124’in zırvaladıklarına.
    Bir ilkel bu sitedeki “Cihana Bedel” Türkleri görse, “aman medenileşmeyelim, bedel çok pahalı!” diyebilir.
    Cihana Bedel Türk dinci yobaz 124, aynı insanın maymundan geldiğini yutmayan yobaz gibi konuşmuş. Sanki ilkel, ki hatta çoğu zaman yeniliklere, örneğin devlete karşı olmasından ok ve yaya karşı olmasına kadar, bilinçli direnmelerle dolu olsa da, tarihi nedenlerden NE İSE O DEĞİL: Allah’ın işi. Aynı kendisi Cihana Bedel Türk yobazları üreten okul-televizyon Allah’ın işi gibi.

    Gerçi asıl nedeni gocunmanız. Suratınıza yağan yağmurlar hava kirliliği bedeli asit dolu, sizi serinleteceğine suratınızı yakmış.

    Neyse, yağmur başladı, biraz daha yüzünüze yağdırayım.

    Avrupalılar son 400 yıl salt aşiret ve göçebe/ilkel/geleneksel toplumlara karşı savaşlarda günde 400 kişi öldürdü. Ölenler bedeli ödediler, alçaklar yaratılan bolluğa konup “Ne Mutlu Türk” oldular.

    Fakir borcunu ödeyemez bedelini hapiste öder.

    Annen seni 9 ay karnında taşır ama muhasebeci kelleni takmazsan bedelini asla ödeyemezsin. Eğer sizlerde biraz utanma olsa bunun çok şahane belgelerini bile verirdim.

    Bir düşünür, her türlü felaketlerde yapılan yardımların %90’ının komşulardan, %10’unun senin gibi orta sınıflıları beslemek isteyen devlet memurlarının cebine giden dış yardımlardan olduğunu kanıtladı. Bu komşu yardımlarının, benim bildiğim kadar, tek bedeli eşsiz güzellikte olan sosyal ilişkilerde karşılıklı yardım. Yani, Kropotkin’in “karşılıklı dayanışma” evrim teorisi. Bu sitedeki sağ ve sol devrimcilerin hepsinin evrim teorisi, köküne kada, Darwin’in evrim teorisi.

    Kör olduğunu görmüyorsan, körsün. Ama görüyorsan, görüyorsun.

    Merak ettim, sizin şu ünlü Özgür Üniversite’de en azından, yani binlerce kitaptan, aşağıdaki iki kitabı da mı okutmadılar?
    1. Çift Girişli Muhasebecilik ve Kapitalizmin Doğuşu
    Bir alıntı:
    “Çift girişli defter tutma muhasebeciliği, Marks’ın belirlediği ticari kapitalizmin, yani, 1250-1350 yıllarında Kuzey İtalya kentlerinde doğmakta olan “ticari devrim”in yarattığı sosyal ilişkiler devrimine tekabül eder. Marks’a göre bu muhasebecilik kapitalizmin sosyal ilişkilerini düzenleyen en temel kuraldır.”

    2. Din, Kapitalizm ve Çift Girişli Defter Tutma Yükselişi.
    Bir alıntı:
    Max Weber ve Werner Sombart’a göre, dini temele dayanan (günah ve sevap, cennete veya cehenneme nasip olma falan filan) Çift Girişli Defter tutma kapitalizmi yarattı, daha doğrusu icat etti.

    Bir yobazlık var yobazlıktan içeri!

  133. Hepimiz Orta Sınıf'ız

    Somalılar, Ermenekliler, Uludereliler, A. İ. Korkmaz, B. Elvan ve S. N. Ağırnaslı (ve elbette ki G. Zileli) birer “orta sınıf”tır.

    Tıpkı Koç, Sabancı, A. Doğan, Er-Doğan, H. Fidan, İ. Kalın, D. Trump, “Roket Adam”, B. Esad, A. Sisi ve Selman (ve elbette ki Necip Bey) gibi.

    Marks, Engels, Lenin ve Troçki her zamanki gibi yanılırlarken, “ideolojiler çöktü, tarihin sonu geldi” diyenler her zamanki gibi haklı çıktılar.

    Her zaman haklı çıkan Necip Bey gibi.

  134. 128, Bu Sitenin Tipik Acınacak Alimi

    Gerçekler acıdır/acıtır diyen çok doğru söylemiş.
    Marksist ile anarşist arasındaki fark, anarşistin Marksisten çok daha cahil olması.
    Bu site sağ/sol anarşistleri, Marksistleri, tüm katkıda bulunan orta sınıf dedikoducular, yukarıdaki önerinin salt cahil anarşistler değil bütün hepsi için geçerli olduğunu devamlı kanıtlarlar.
    Acınacak ne var? Bu sitedekilerin asla utanmamaları!
    ***
    “It’s all about the money

    And I think we got it all wrong anyway”

    Günaydın 128 Falan Filan Bey!

    Aşağıda Karl Marks’ın 1843’te yazdığı “Yahudi Sorunu” kitabından alıntılar.
    Nedir yahudinin bu-dünyalık dini? Bezirganlık. Bu-dünyalık tanrısı? Para.
    Bu yalıtık bir olgu değildir. Yahudi kendini yahudi tarzında özgürleştirmiştir, yalnızca parasal güç elde ettiği için değil, ama onunla ve ondan ayrı olarak da, para dünya gücü haline geldiği ve pratik yahudi tini, hıristiyan halkların pratik tini haline geldiği için. Yahudiler, hıristiyanlar yahudilere dönüştüğü ölçüde kendilerini özgürleştirmiş oldular.
    Pratik gereksinimin ve özel çıkarların tanrısı paradır. (GERÇEKÇİ DEDİKODU ALİMİ NECİP’İN VE DİĞER DEDİKODU SEVERLERİN KULAKLARI ÇINLASIN!)

    Para, İsrail’in kıskanç tanrısıdır, önünde başka hiçbir tanrı varlığını sürdüremez. Para insanın tüm tanrılarını aşağılar ve onları metalara çevirir.
    Para her şeyin evrensel, kendinde oluşmuş değeridir. bu yüzden de tüm dünyayı, hem insan dünyasını hem doğayı, özgül değerinden yoksunlaştırır. para, insanın işinin ve insanın varoluşunun yabancılaşmış özüdür, ve bu yabancı öz insana hükmeder ve, insan da ona tapınır.
    [Not:Çok özel olduğu için ekledim: Money is the universal, self-constituted value of all things. Hence it has robbed the whole world, the human world as well as nature, of its proper value. Money is the alienated essence of man’s labour and life, and this alien essence dominates him as he worships it.
    Karl Marx, Jewish Question]

    Yahudi dininde soyut biçimde içerilen, –teorinin, sanatın, tarihin, öz-amaç olarak insanın horgörüsü– gerçek bilinçli görüş noktasıdır, para-insanın erdemidir. Tür-ilişkinin kendisi, kadın-erkek ilişkisi vb. bir ticaret nesnesine dönüyor! Kadın alınıp-satılıyor.

    Yahudinin sanrısal milliyeti, tüccarın, genel olarak da para-insanın milliyetidir.
    ***
    Bu adam Yahudi, Yahudileri yerle bir etmiş. Bu sitede bir medeni, medenileri yerle bir eder. Hem bu wahsilik numarası yapan herif de bir Yahudi kadınla evli.
    Yoksa bu, dünyayı idare eden Yahudilerin bir komplosu mu?
    Bunu bilse bilse Necip gibi çok diplomalı, Zileli’ye göre kendisi gibi dahi ama biraz uçuk, hayatını kendine lider olacağı politikacıları aramakla ziyan etmiş Yüksek Ordinari-us Marksist Profesör Yalçın Küçük bilebilir. Bu dahi en son diplomasını birincilikle Yahudi Komplosu Bulma Ajanı Üniversitesinden aldı.

  135. Words and reasoning

    Medeni: Az laf, çok iş

    İlkel[ci]: Çok (ve boş) laf, az iş

    As Mr. Necip said before, “You have too many words but hardly any reasoning”.

    Or, as Google Translate said;

    Sayın Necip’in dediği gibi, “Çok fazla kelimen var ama neredeyse hiç akıl yürütmüyorsun”.

    https://translate.google.com/

  136. Saving Private Erdoğ(Ry)an

    Yüzbaşı Necip H. Miller’ın Görevi:

    Er Doğan’ı Kurtarmak

  137. Politik Dilenciliğin Makûs Talihi!..

    “DİLENCİLİĞİN EVRİMİ

    Orta Çağ’da mendicant tarikat mensupları (Keşişler)
    İle
    Ortadoğu’da Dervişlerin dilenmesinde bir anlam/değer vardı;

    Günümüzde ise gittikçe yaygınlaşan ve asalaklardan/kurnazlardan/emek hırsızlarından oluşan “politik dilencilik” var;
    Bu en aşağılık dilencilik!”

    (Nasname)

  138. 124'in Özgür Üniversite'de İlk İki Antropoloji Dersi

    [Not: Sayın Zileli,
    Bu yazıda küfür müfür yok. Belki bir yanlışlıktan dolayı yayınlamadığınızı düşünüyorum.]

    Birinci derste profesör sorar: “Biz medeniler neden ilkellerden üstünüz?”
    Tabii, kimse korkusundan sesini çıkarmaz. Profesör böbürlene böbürlene kendi cevap verir.
    İlkeller TEMBEL olduklarından BİZİM GİBİ GECE GÜNDÜZ çalışıp kültür, resim, müzik, tiyatro, edebiyat, bilim, sanayi, banka, ekonomi, okul falan filan, falan filan yaratmadılar
    Hepimiz not aldık.
    Ama ikinci derste de aynı soruyu sordu. Bu defa da sesimiz çıkmadı ve yine kendisi, ama bu defa sırıta sırıta cevap verdi.
    Biz, sayısız eğlence sanayisi; yiyecek, giyecek, içecek sanayisi; kültür sanayisi; tatil sanayisi sayesinde RAHATLIK İÇİNDE YAŞIYORUZ. “La dolce vita'”, ” Carpe diem!” falan filan.
    İlkeller ise , SALT HAYATTA KALMAK İÇİN GECE GÜNDÜZ ÇALIŞTILAR, yemek, içmek, dışkılamak ve seksden başka bir şeye zamanları yoktu.

  139. Sınıfsal zeminde sosyalist bir odak inşa edelim!
    Gerçek
    Ağustos 9, 2018

    Sol özellikle de sosyalistler her zaman birlik olamamakla ve bölünmekle eleştirilir. 24 Haziran’da çokça özlenen solda birlik bir yönüyle gerçekleşti. Onlarca sol ve sosyalist grup, parti, oluşum HDP’de birleşti. HDP ve Demirtaş için oy çağrısı yaptı. Bazıları HDP listelerinden milletvekili adayı gösterdiler. Daha sonra siyasetin sol cenahında “mecliste HDP’ye Cumhurbaşkanlığı’nda İnce’ye” formülü öne çıkmaya başladı. Neredeyse kimse açıkça bu formülü dillendirmedi ama Kılıçdaroğlu’nun Adalet yürüyüşünden beri birçoğu HDP çatısı altında birleşen sol yapılar için CHP de meşru bir adres haline gelmişti. Bayraklarını indiren sol, İnce’nin mitinginde de yer aldı. Yayın organlarında İnce’nin mitingini öve övebitiremedi.

    CHP, NATO’cu ve piyasacı bir burjuva programıyla seçimlerde yer aldı. HDP, listelerinde sosyalist adaylara yer verdi ama sosyalistlerin siyasetini etkilemesine izin vermeyeceğini hem programıyla hem de seçimin hemen öncesinde TÜSİAD’ın huzuruna çıkarak gösterdi. Selahattin Demirtaş ise CHP’nin, İyi Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti ile oluşturduğu burjuva ittifakını demokrasi ittifakına dönüştürme çağrısı yaparak yüzünü sola değil sağa doğru dönmüştü.

    Dolayısıyla sosyalistlerin birlik halinde CHP’den HDP’ye uzanan hatta dizilmesi, istenen sonuçları vermedi. Burjuva siyasetinin kimlikler temelinde oluşturduğu matematik hiçbir şekilde değişmedi. Sosyalist yapılar iltihak ettikleri HDP’ye ve kuyruğuna takıldıkları CHP’ye hiçbir oy desteği sağlayamadıkları gibi diğer partilere oy veren işçi ve emekçilere de seslerini duyurmadılar. Solda birlik sosyalist solda sıfırlanmayla sonuçlandı.

    Seçim sürecinde solda sıfırlanma demek Türkiye’de sosyalist hareketin bittiği anlamına gelmez. Tam tersine ülkede ciddi bir sosyalist birikim mevcuttur. Bu birikimin seçim döneminde sermayeden ve emperyalizmden bağımsız bir odak olarak harekete geçirilmesi son derece önemliydi. Seçimlerden sonra daha da önemlidir. Çünkü 24 Haziran seçimleri işçi ve emekçi milyonların hiçbir sorununu çözmemiştir. Ekonomik sorunlar yığılmaktadır. Erdoğan’ın iktidarı işçi sınıfına acı ilacı içirmeye hazırlanmaktadır. Emperyalist zincirler kırılmak şöyle dursun sıkılaşmaktadır. İstibdad rejimi, orduyu iktidar ortağı yaparak koyulaşmaktadır. Ekmek ve hürriyet kavgasının ve emperyalizme karşı mücadelenin tek sahibi sosyalistlerdir. Bu koşullarda sosyalistlere seçimlerde olduğundan çok daha fazla ihtiyaç vardır.

    Dolayısıyla şimdi ve bir kez daha sosyalist bir odağın inşa edilmesi hedeflenmelidir. Sosyalist odağın yüklenmesi gereken alan asla yerel seçimler değildir. Sosyalistler HDP ve CHP ekseninde solda sıfır olmayı bir daha asla kabul etmemelidir.

    Sosyalistlerin yerel seçim sandıklarında alternatif oluşturması son derece zor olacaktır. Öte yandan gerçek bir sosyalist odak, sokaklarda, grevlerde, direnişlerde tek alternatif olacaktır. Tabii bunun için kimlik siyasetinin solcu versiyonlarını değil sınıf siyasetini esas almak gerekir. Emekçinin mutfağındaki yangını söndürecek, işsizliğe çare olacak siyasetler üretmek gerekir. Gerçekçi siyaset, düzenin çizdiği sınırlar içinde kalan siyaset değildir. Gerçekçi siyaset, somut sorunlara somut çözümler üreten siyasettir. Bugün düzen krizde, çözüm düzenin dışındadır. O yüzden sosyalist bir alternatif ve odak şarttır.

    İstibdadın üzerinde yükseldiği ekonomik ve siyasal zemin kaygandır. Bu zemin her an sarsıntılara gebedir. İstibdadın sarsıntıya uğraması kendi başına ekmek ve hürriyet mücadelesine kazanım getirmez. Sosyalistlerin fabrikalardan emekçi mahallelerine uzanan, gençlerin, kadınların ve tüm ezilenlerin hürriyet mücadelesini kapsayan bir odak haline gelmesi elzemdir.

    Özelleştirmeye kamulaştırmayla, piyasaya güven verecek “yapısal reformlar”a sistemin sömürücü yapısını hedef alan işçi sınıfı talepleriyle, emperyalist batıyla bütünleşme siyasetine NATO’dan çıkmayı, üsleri kapatmayı, İsrail’le ilişkileri kesmeyi savunan bir siyasetle karşılık vermek gerekir. İstibdada karşı hürriyet mücadelesi çok geniş kesimleri kapsamalı ama bu mücadelenin sınıfsal bir zemine oturtulması hedeflenmelidir. Sermayenin ve emperyalizmin temel hak ve özgürlüklere dair talepleri yozlaştırıp sönümlendirmesine izin verilmemelidir, sınıf mücadelesi ve emperyalizme karşı mücadele ana ekseni oluşturmalıdır. İstibdadın zincirli meclisi bir çözüm mercii değildir. Sosyalistler bu siyasi hatta buluştuğunda ve bu temelde bir odak inşa ettiğinde düzen siyasetinin solunda sıfır olma kaderinden kurtulacaktır. Hiçbir ön koşul ve rezerv olmadan sermayeden ve emperyalizmden bağımsız sınıfsal zeminde bir sosyalist odağın inşası için çağrımızı yineliyor ve üzerimize düşen her şeyi yapmaya hazır olduğumuzu bildiriyoruz.

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2018 tarihli 107. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/sinifsal-zeminde-sosyalist-bir-odak-insa-edelim

  140. 117 Necip ve Canı Yanmış 133

    Lafla gemi yürümez 133. Varsa diyeceklerin söyle içinde kalmasın. Sen gocunmuşsun, o kadar! Canı yanan çığlık atar, bak bu sitedeki klonlarına. Hepsi senin gibi çığlık atıp susuyorlar. Eğer varsa cesaretin, hiç değilse “reason”ın tarihini anlat. Ama hepiniz Necip gibi yobaz dincilersiniz. Her kavram tarihte doğar yavrum hadi göste sıkıyorsa Cihana Bedel Türk olduğunu!

    [“Her halükârda, kaçmaya hazırlandığınız belli.”
    Luzumsuz gevezeliklerden uzak durmak, benim acimdan, ‘kacmak’ degil –zaman ziyan etmekten kacinmak.
    You have too many words but hardly any reasoning.]

    Sosyoloji, psikoloji, epistemoloji ve neciptoloji bilimsel yöntemeleriyle bir anket hazırladım. Sorumu, uluslararası bağ ağı Sosyal Medya’ya şükür, milyonlara elektronik yolladım. Gelen cevapları AI Semantik programıyla ayıkladım.
    Soru: Size söyleneni anlamazsanız ve cahilliğinizi üstünlük sağlama sidik yarışına çevirerek örtbas etmek isterseniz, 25 kelimeyle aşmadan nasıl cevaplandırırsınız?
    5 milyar cevabı Necip’in [] içindeki cevapla karşılaştıran AI Semantik, %99,99’un Necip’in cevabına tıpa tıp uyduğu sonucuna vardı.
    Şu an aynı anketi, Necip’in gurusunun Uzay Denklemleri ve Necip’in Bigisayar-Simülasyonu ile evrende yapmaya çalışıyorum. Ankete ölmüşler de, doğacaklar da katılmış olacak.

  141. “137 Anonim 11 … / Sınıfsal zeminde sosyalist bir odak inşa edelim!
    Gerçek; Ağustos 9, 2018
    Sol özellikle de sosyalistler her zaman birlik olamamakla ve bölünmekle eleştirilir.”
    Yahu arkadaş sen böyle bir sol ile iftihar edeceğine bataklığa davet ediyorsun. Anlaşmazlık özgürlüğün simgesidir. Aile içinde bile sayısız anlaşmazlıklar çıkar.
    Sen galiba koyunsun, çoban arıyorsun. Çocuksun, baba arıyorsun. Veya solcusun, Lenin, Mao falan filan arıyorsun.
    Rusya ve Çin’de olanlar bile sizleri bu “laf ucuz” hastalığından kurtaramıyor.
    Ama, “born again” Müslüman Er-Doğan işi becerdiyse belki siz de becerirsiniz. İnşallah. Amin!

  142. https://www.dunyabulteni.net/bir-iki-uc-onuc-makale,538.html

    “Genelkurmay bildirisini hazırlayıp gece yarısı web sitesine koyanlar, üslup ve tavır bakımından hukuken sorumludur. Ancak, bunu şimdi “darbe tehdidi” olarak algılayan tarih, ileride belki de, “asıl darbe tehdidine karşı bir ara yol” diye yazabilir. Kim bilir! Bilen elbette bilir.”

    “Türkiye; cumhuriyeti orduya, demokrasiyi de iktidara havale eden, onlarla özdeşleştirip bir diğerinin karşısına koyan cendere içinde kafayı yer. Her ikisi de, temsil edip korudukları varsayılanlar açısından da sorunludur. Muhalefet partileri de cenderenin içindedir.”

    “İktidara “darbe tehdidi” karşısında “demokrasiyi savunma”ya, “millet egemenliği”ne, “siyasi temsil”e atıf yapan herkes, gözü dönmemiş yahut gözünü kapatmamış ise, seçimi ve o seçimde barajın indirilmesini de savunabilmelidir. Halkın çoğunun kafadan temsil dışı bırakıldığı demokrasi zaten hastalıklıdır.”

    “Asıl ilginç şudur ki, “bir kısım demokrat” da, “bir kısım cumhuriyetçi” de, birbirine karşı, “millet iradesi, sandık tecellisi, seçmenin üçte biri” gibi tezlerle demokrasi veya cumhuriyet dersi verirken, “barajsız, yaygın, örgün, zengin temsil”i savunamamaktadır.”

    “Bugün ihtiyaç duyulanlardan biri, iktidarın neden “sapına kadar demokrat” olmadığını, ancak ordunun da, siyasete müdahalenin kanunsuzluğu bir yana, neden “sapına kadar cumhuriyetçi” olamayacağını idraktir. Zümre egemenliği ve imtiyazın, siyasi veya askeri dayatmanın, ülke, millet ve devlet üstünde sahiplik ve tahakküm iddiasının demokrasiyle de cumhuriyetle de bağdaşmadığını anlamak ve anlatmaktır. Asıl muhaliflik budur ve muhalefetin muhalif olmamasının nedeni, cendereyi açmamasıdır.”

    “Tandoğan ve Çağlayan’da “İslamofaşizm” korkusunu dile getirenler, “militerofaşizm”lere de, “nasyonalfaşizm”lere duyarlılıkları üstüne de kendilerini yoklamalıdır. “Azınlık dayatması”ndan bahsedenler, her türlü azınlık veya çoğunluk dayatmasına, insanların inançları, inançsızlıkları, kökenleriyle ayrılıp dışlanmasına, ırk ve milliyetine, bunlarla övünme derecesine göre vatandaş veya hain sayılmasına da karşı duracak kadar “hakiki cumhuriyetçi” olup olmadıklarını sorgulamalıdır. “İran olmaktan” korkanlar, “Şah” isteyip istemediğini de düşünmelidir. Tabii o meydanlarda olmayanlar da. Onlara kızanlar da. Belki tam tersinden.”

  143. Necip Bey bir Erdoğancı değil, bir “[Er]Doğan[cı] görünümlü Şahin”dir.

    Yani bir “Kapitalizmci Şahin”, yani “ideolojilerin çöküp tarihin sonunun geldiği” yeni milenyumda kapitalizmin ebedi zaferini ilan eden Milenyum Şahini’dir (“Millennium Falcon”).

    Esasen bir mühendis olarak kendisinin otomotiv sektörü ile ilgisi de, bu [Er]Doğan[cı] görünümlü Şahinliğinden kaynaklanmaktadır. Millennium Falcon’u yaratan mühendis olarak, onun mühendislik harikaları basit bir otomobilciliğin çok daha ötesindedir.

  144. Elitist ve Jakoben Balkan Oligarşisi’nin kurduğu Kemalist Cumhuriyet, halka “reaya” diyerek, yani “güdülecek sürü” muamelesi yaparak hor görürken, meşruiyetini “hakimiyet-i milliye”ye, yani halk egemenliğine dayandıran Osmanlı saltanatı, bunun tam aksine halkın kendi kendini yönetmesini sağlamıştır.

    Balkan Oligarşisi gibi tepeden bakmadığı Anadolu halkını, yani “Etrak-i bi-idrak” diyerek yücelttiği Türk köylülerini-yörüklerini, ve inançlarına büyük saygı göstererek “Kızılbaş”, “Rafızi”, “Celali” gibi adlarla andığı Alevileri tepeden inmeci, Jakoben oligarşilerin zulmünden korumuş, “köylü milletin efendisidir” şiarıyla onları ülkenin gerçek efendisi yapmıştır.

    Bunların yanı sıra, Balkan oligarkı Jakoben elitlerin sırf başörtülüler diye kadınları kamusal alandan ve okullardan dışlamasının aksine, kadının toplumsal hayatın her alanında erkeklerle eşit bireyler olarak hakettikleri mevkilere ulaşmalarını sağlamış, onları haremden, cariyelikten, taaddüdü zevcattan (çokkarılılıktan), padişahlara, devletlulara ve başka erkeklere kul ve kuma olmaktan kurtarmış, dahası, yüksek tahsil veren medreselere müderrislikten sadrazamlık ve hatta hükümdarlık makamlarına kadar bütün yasal imkanları onlara tanımıştır.

  145. Laf Tüccarı 133- Araba Tüccarı Necip

    Giriş
    İkisinin de arkasında Er-Doğan, veya laf tüccarlığı. İyi ama 133 ile Necip’in papağanlığını yaptıkları Er-Doğan nasıl laf tüccarı oldu?
    “BAKARA-31: Allah, Adem’e her şeyin ismini öğretti.”
    “BAKARA-31: Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.”
    Fransız Gogo translation:
    Allah ‘bakara’ Er-Doğan’a bol süt vereceğine daha da bereketli daha da kârlı olan bol laf verdi. Er-Doğan da 133 ve Necip gibi yaltakçılarına laf ticareti bayiliğini sattı.
    Salt kâr için ticaret yapan seyyar satıcı 133 ve Necip gibiler benim gibi kâr getirmeyenlere rastlayınca hurdalarının benim için çok pahalı olduğu numarası yapıp başka kapılar çalarlar.

    Çıkış

    Sayın “133 Words and reasoning”
    Eğer sende zerre kadar cesaret varsa ve laik Allahçı Necip gibi “o da kimmiş?” ilahisiyle “reason”ı banalleştirip kaçmazsan hadi konuşalım neymiş bu siz Batı maymunlarının bilmeden anlamadan kullandığınız kelimelerin anlamları: “Şu ağzındaki emziği çıkar, oku ‘reason’ kullan, Necip gibi sıkışınca kaçma!”
    İşte sana emziği çıkarıp konuşman için televizyon+okulun size öğretmediği birkaç sonsuz basit örnekler.
    1. Araba satıcısı Necip’in bir kaçma taktiği “relativist” olduğu gevezeliği. ‘Reason’ın buluşu da tam bu gevezelikleri yapanların saçmalıklarına karşı başvurulan bir yöntem aramayla çıktı.
    2. ‘Reason’ ve ‘Ratio’ aynı kökten gelir. Kısacası eğer kıyas yoksa sizler gibi aptalca konuşma, yani ‘reason’ yok. Pisagor’a göre ‘kare kökü 2 “irrational”(irrasyonel), yani kesir değil, yani kıyaslanmaz. Bu neden acaba laf tüccarı 133?
    3. Araba tüccarı Necip hiç bilmediği romantiklikle alay etti. Romantikler ‘Reason’a karşı çıktılar. Romantikler kadar kimse ‘reason’ı titizce ve özenle kullanmadı. Senin ve araba tüccarı Necip’in sivri kelleleriniz bunu anlar mı?
    4. Adorno gibi ünlü bir Marksist, ‘reason’dan ayırt edilmesi sorunlu olan, mantık için şunu söyler: “Mantık her zaman ezenlerin yanındadır!” Acaba araba tüccarı ve sen arkanızı ER-Doğana verdiğiniz için mi böyle zırvalıyorsunuz?
    5. Sayın 133, Necip’e göre kapitalizm insan toplum halinde yaşamayla başlamış. Eğer tarihte toplum halinde yaşamayan insana rastlanmışsa, olsa olsa sen ve Necip gibi Cihana Bedel, Ne Mutlu Türklerin beyninde rastlanmıştır.
    “Reason” kullanalım:
    O halde Kapitalizm insan toplumlarıyla başlamıştır.
    Bakalım şu Necip’in ‘Reason’ına: Kaz uçar da Necip uçmaz mı?
    Siz de Necip gibi süper zekalı olduğunuz için anlamazsınız, açıklıyayım. Uçmak kelimesi uçan hayvanların bir özelliği. İnsan veya uçaklar için kullanışı bir metafor. Sen ve Necip g*tünüzü de yırtsanız bir kaz gibi uçamazsınız! Bir deniz altını taptığınız en ileri teknoloji bile yapsa yine bir balık gibi yüzemez. Ulan Er-Doğan yamakları ve AtıTürk harabeleri, arılar aralarında ‘bilgi’ iletişimi yaparlar ama konuşmazlar.
    Hatta Allah’ın isimler öğretmesi de ayırt etmeyi öğretmeya dayanır. Ne var ki, sen ve Necip gibi süper zekalılar çok yukarılardan baktığınz için ayırt edemiyorsunuz. Veya siz kara(nlık) cahiller için karanlıkta bütün Er-doğan ve sizler gibi bütün ‘bakaralar’ siyahtır.
    Rumi Necip gibi hilkat garibeleri ile halihazırda 13. yüz yılda alay etti:
    Bir bakkal namaza gittiğinde papağının kafes kapısını kapatmayı unutur. Geri geldiğinde dükkan alt üst. Kızar papağanın bütün tüylerini yolar kafese koyar. Bir müddet sonra bir kel gelir. Papağan, Necip gibi, bağırır: “Senin ne yaptığını biliyorum!”
    Sizlerde utanma yok. Bu yazdıklarımdan düştüğünüz bataklığı göreceğenize çırpınıyorsunuz ve daha fazla batıyorsunuz.
    6. Sosyal medya dedikodularında ara bakalım:” El sueño de la razón produce monstruos”. Öğren ne kadar cahilsiniz!
    Neyse, tekrar ediyorum, varsa cesaretin çık, “Reason” kavramını tartışalım!
    Veya velhasıl,
    Hayvanlar “Reason” kullanarak sopanın ne yaptığını bilirler.
    Sizler de “Reason” kullanan hayvanlarsınız.
    O halde, sopayı görünce sus ve kaç!

    Son not: Doğrusu sen ve Necip gibi bebeklerle dalga geçmek, alay etmek de hoşuma gitmiyor değil. Düzen yaltakçılarından hayatım boyunca nefret etttim.

  146. İnce’ler Ve Kalın’lar

    Özdemir ve Muharrem İnce’ler ince, yani narin, zayıf, güçsüz, muhalefete ve mağlubiyete mahkum Balkan Oligarşisi’nin temsilcileridir.

    İbrahim Kalın’lar ise kalın, yani büyük, heybetli, güçlü, muktedir ve muzaffer Anadolu Oligarşisi’nin.

  147. “Elitist ve Jakoben Balkan Oligarşisi’nin kurduğu Kemalist Cumhuriyet, halka “reaya” diyerek, yani “güdülecek sürü” muamelesi yaparak hor görürken, meşruiyetini “hakimiyet-i milliye”ye, yani halk egemenliğine dayandıran Osmanlı saltanatı, bunun tam aksine halkın kendi kendini yönetmesini sağlamıştır.”

    Reklamlari izlediniz sayin seyirciler..

    Simdi de hakikat saati:

    Kimin vekil secilecegine ol olu buyuk ve dahi yuce sahsiyetin bizzat karar verdigi bir /demokratik/ duzenden bahsediyoruz.

    Tecellisine su tur ornekler verebiliriz:

    Hayatinda Ankara’dan dogusunu gormemis bir kisi olan Yahya Kemal (Beyatli) Urfa milletvekili olmustur. Yahya Kemal, Makedonya’nin Uskup sehrinde dogmustur.

    Urfa’da hic secilebilecek adam yoktu; degil mi?

    “Balkan Oligarşisi gibi tepeden bakmadığı Anadolu halkını, yani “Etrak-i bi-idrak” diyerek yücelttiği Türk köylülerini-yörüklerini, ve inançlarına büyük saygı göstererek “Kızılbaş”, “Rafızi”, “Celali” gibi adlarla andığı Alevileri tepeden inmeci, Jakoben oligarşilerin zulmünden korumuş, “köylü milletin efendisidir” şiarıyla onları ülkenin gerçek efendisi yapmıştır.”

    Alevileri ne denli ‘milletin efendisi’ yaptiklarini bilemem; ama, Alevilere ne kadar tepeden inmeci davranMAdiklari konusunda Sabiha Gokcen’e Dersim semalarinda verilen goreve bakilabilir.

    ‘Kadin eli’ degdigi icin, pek de sefkatli bir harekat olmustur diyebilir miyiz?

    “Bunların yanı sıra, Balkan oligarkı Jakoben elitlerin sırf başörtülüler diye kadınları kamusal alandan ve okullardan dışlamasının aksine, kadının toplumsal hayatın her alanında erkeklerle eşit bireyler olarak hakettikleri mevkilere ulaşmalarını sağlamış, onları haremden, cariyelikten, taaddüdü zevcattan (çokkarılılıktan), padişahlara, devletlulara ve başka erkeklere kul ve kuma olmaktan kurtarmış, dahası, yüksek tahsil veren medreselere müderrislikten sadrazamlık ve hatta hükümdarlık makamlarına kadar bütün yasal imkanları onlara tanımıştır.”

    ‘Harem’ ve ‘cariyelik’ yerine metres ve ‘evlatlik’ kelimelerini koymak, evet, aniden cok buyuk haklar vermis olmak anlamina gelmistir.

    Bu cok onemli haklari, bugun, taife-i nisa cok da onemsemeyip, Kemalist partilere oy vermiyorsa, bu sadece onlarin nankorlugu anlamina gelir.

  148. “İşte sana emziği çıkarıp konuşman için televizyon+okulun size öğretmediği birkaç sonsuz basit örnekler.”

    Hala daha ve HEP ayni sey..

    Yukaridaki cumlenizi takip eden metni, merak uzerine, saydirdim:

    2,854 karakter (harf veya rakam)
    412 kelime
    21 paragraf

    Bunca byte israfina ragmen, dise dokunur hicbirsey yok. Bastan asagi laf salatasi.

    ‘Laf salatasi’ oldugunu soylemekten oteye, kaale alinip cevap verilecek icerik yok.

  149. Türk kültürü

    “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diyen Mustafa Kemal AtaTürk ve Kemalist Türk milliyetçileri – pardon ulusçuları;

    Neden, Latin alfabesi yerine Göktürk alfabesini getirmemiştir?

    Neden, Fes ve Sarık ile birlikte Şapka’yı da yasaklayarak Şapka Devrimi yerine Kalpak ve Börk Devrimi yapmamıştır?

    Neden, Miladi Takvim yerine 12 Hayvanlı Türk Takvimi’ni getirmemiştir?

    Neden, İsviçre Medeni Kanunu ve İtalyan Ceza Kanunu yerine Türk Töresi’ni getirmemiştir?

    Neden, “Milliyetçilik”i “Ulusçuluk” yaparken daha da özleştirerek “Budunculuk” yapmamıştır?

    Neden, Türk-iye Büyük Millet Meclisi yerine Türk-eli Büyük Budun Kurultayı’nı kurmamıştır?

    Neden, Cumhur Başkanlığı yerine Budun Kağanlığı’nı kurmamıştır?

    Neden, “Allahu Ekber”i “Tanrı Uludur”a çevirdiği halde “Muhammeden Resulullah”ı “Türk Kağanı Gök-Tanrı’nın elçisidir” olarak değiştirmemiştir?

    Neden, Ayasofya Camii ile birlikte Fener Rum Patrikhanesi’ni de müzeye çevirmemiş ve Halife ile birlikte Fener Rum Patriğini de sürmemiştir?

    Neden, rakı fabrikaları yerine kımız fabrikaları kurmamıştır?

  150. “Alevileri ne denli ‘milletin efendisi’ yaptiklarini bilemem; ama, Alevilere ne kadar tepeden inmeci davranMAdiklari konusunda Sabiha Gokcen’e Dersim semalarinda verilen goreve bakilabilir.”

    Doğru.

    O zamanlar maalesef tayyare icad olunmadığı için, daha çok şefkat göstermek ve bağırlarına basmak istedikleri halde bunu yapamıyorlardı.

    Eğer öyle olmasaydı, Milletin Atası Ulu Önder’den çok önce Allah’ın Gölgesi Halife Hazretleri “Dersim çıbanı”nı halledebilecekti.

    Nasip değilmiş. Daha doğrusu 400 yıl kadar sonra nasip olabilmiş.

    “Tayyare icad oldu, mertlik bozuldu” diyelim.

  151. Kelimât-ı Meknûne

    “2,854 karakter (harf veya rakam)
    412 kelime
    21 paragraf
    Bunca byte israfina ragmen, dise dokunur hicbirsey yok. Bastan asagi laf salatasi.
    ‘Laf salatasi’ oldugunu soylemekten oteye, kaale alinip cevap verilecek icerik yok.”

    Gizli kelimeleri ve onların ardında saklanan eşsiz hikmetleri saymayı unutmuşsunuz.

    Olmadı şimdi!

    http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c04/c040383.pdf

    “Ayrıca kendisine Arapça ve Farsça olarak vahyedildiğini iddia ettiği on dokuz sûreden ibaret Kelimât-ı Meknûne, İbnü’z-zib, Tarâzât, Kelimât-ı Firdevsiyye, İşrâkât ve Tecelliyât gibi eser ve risâleleri vardır.”

  152. İsimden sonra gelen Sultanlar

    “‘Harem’ ve ‘cariyelik’ yerine metres ve ‘evlatlik’ kelimelerini koymak, evet, aniden cok buyuk haklar vermis olmak anlamina gelmistir.”

    Bunu bir de erkeklere sormaya ne dersiniz?

    Sultan’ın [yani “isimden sonra gelen” Sultan’ın, “isimden önce gelen”i değil!] hareminde bir cariye olmak [yok mudur bu kavramın isimden önce geleni?] ile bugün bir “Hatun”un [demek ki “Sultan”lık ortadan kalkmamış aslında!] metreslerinden biri olmak [bunun da mı yok isimden önce geleni?] arasında bir fark yok muymuş gerçekten, diye bir sormalı.

  153. 146 Necip Artık Kaçmıyor

    Zavallı Necip farkında olmadan muhasebeci ve araba satıcısı olduğunu kanıtlamış. Ama aynı zamanda ve yine farkında olmadan üstlerinin ‘bite’lerini sayma alışkanlığını da ifşa etmiş.
    Necip bey, 145 ve benzeri gibi yaptığın yerel dedikodular hakkında bilgim sıfır, bir kelime bile anlamıyorum ve içine de girmiyorum.
    Ama tahminim senin hayli bilgili olman.
    Diğer bir tahminim de bu siteyi geleceğine hazırlık olarak kullanman. Sinema artistlerinin başkan oldukları bir devirde bir araba tamir ve satıcılığı yapanın başkan danışması olması pek olağanüstü sayılmaz. Sadece bir noktada seni anlamıyorum. Açıklayayım.
    Eskiden de örnekler var ama son zamanlar daha sıcak. En tanınanlar: Franco, Hitler, Stalin, Mao falan filan. Bu cambazlar ileriye giden yolda ayağa takılanları temizlediler ve sizler gibi orta sınıflıların çoğunluk olduğu toplumlara yolu açtılar. Er-Doğan da aynısını Türkiye’de yapıyor.
    Arada bir biraz para kazanmak için buraya gelen sizler gibi orta sınıf Türklere alış-verişlerinde tercümanlık yaptım. Nereye baksalar “bak, ne güzel, ne temiz” dediler.
    Benzeri bir Nijeryalı, radyoda, “rüşvet vermeden bankadan kendi paranı bile çekemiyorsun” diye dert yandı.
    Her ikisine ortak: Herifler sizler gibi para içinde yüzüyorlar ama altyapı yok.
    Er-Doğan eninde sonunda yerini, orta sınıflıların katılmak için can attıkları en son modaları gerçekleştirme vaatleri yapan genç, dinamik birine bırakacak. Bunu koklayan halihazırda bir yeni nesil medya artisti var. Hatta herif CV’sini bile tam AB ve ABD hoşuna gidecek şekilde hapiste dolduruyor. Zileli eski kulağı kesiklerden, 68’li moruklar da. Onları dinle. Bu morukların bir ayakları mezarda, hırslı olsalar da danışman olarak seçilmeleri ihtimali çok az. Sizin yaşınızı bilmiyorum. Ama gençseniz, doğru yoldasınız. Tek anlamadığım, sen neden moruklar gibi Islahettin Temiztaş’ı yalamıyorsun? Hem sen Troçkistler gibi sistemi içerden temizleme ideolojisinin müminlerindensin. Biliyorum atıp tutanlar atıp tuttuklarını hatırlamada zorluk çekerler ama sen bu Truva Atı taktiğini sitede sayısız defa savundun ve yalamaya da alışmışsın.
    Benim dediklerime kulak asma. Zaten bu sitede anlayacak kapasitesi olan tek bir kişi bile yok. Aslında iki cümle ile özetlenebilir:
    Siz orta sınıflıların cenneti benim cehennemim.
    Beni anlamanız için gerekli bilginiz sıfır.

  154. “O zamanlar maalesef tayyare icad olunmadığı için, daha çok şefkat göstermek ve bağırlarına basmak istedikleri halde bunu yapamıyorlardı.”

    Boyle bir varsayim icin, once Dersim tarihini azicik bilmek lazim.

    Osmanli, Tanzimat’tan once, Dersim’e hic bulasmamistir. Kendi haline birakmisti da diyebiliriz –ozerklik benzeri bir statu.

    Tanzimat Hukumetleri ise, isguzarlik ile salaklik arasinda gidip gelen bir cizgiyle, Dersim’e yonelik (fiiller degilse bile) niyetler sergilemistir. Bu da, haliyle, Dersimlileri rahatsiz etmistir.

    Cumhuriyet doneminde, ne Dersim kayitlarinda, ne de Alevilerin tarihinde var olan bir suru tevaturu Alevilere zerkeden bir uyduruk tarih peydahlanmistir.

    “Eğer öyle olmasaydı, Milletin Atası Ulu Önder’den çok önce Allah’ın Gölgesi Halife Hazretleri ‘Dersim çıbanı’nı halledebilecekti.”

    Osmanli, Dersim’i bir ‘çıban’ saymiyordu. Radarinda yoktu. Umursamiyordu. Kendi haline birakmisti.

    Bu, bugunku devlet anlayisina ters gelebilir; ama, realite o idi.

    “Nasip değilmiş. Daha doğrusu 400 yıl kadar sonra nasip olabilmiş.”

    400 sene aritmetigini neye gore yapiyorsunuz?

    Pir Sultan Abdal ile Hizir Pasa muhabbetine atifta bulunuyorsaniz, o gunku sebepler ile Dersim’in 1930’lardaki durumu arasinda hicbir benzerlik olmadigini da bilmiyorsunuz demektir.

    ‘Saha giderim’ diyeni ‘Sah’a gondermek ile, benzeri hicbir tehditte bulunmayan bir bolgeyi (hedef gozetmeksizin) yerle bir etmenin neresinin mesru olabilcegini aciklamakta cok zorlanirsiniz.

    “‘Tayyare icad oldu, mertlik bozuldu’ diyelim.”

    Bu bakisla, eminim, o birileri nukleer bombalarin o devirde mevcut olmayisina da hayiflaniyordur.

  155. “Gizli kelimeleri ve onların ardında saklanan eşsiz hikmetleri saymayı unutmuşsunuz.

    Olmadı şimdi!”

    Evet, olmamis.

    Olmamis, da; insanin cahilligi de boyle pattadanak yuzune vurulmaz ki..

    Fakat, yine de, tesekkur ederim –eksigimi gosterdiginiz icin.

    Suraya not ediyorum: Insan suretinde gelirsem/geldigimde, bir sonraki omrumun onemli bir kisimini isaret ettiginiz konulari bilhakkin ogrenmege teksif etmege cehdedecegim.

  156. “Neden, rakı fabrikaları yerine kımız fabrikaları kurmamıştır?”

    Oteki sorulariniz da cok onemli; ama, ben asil bu sorunun cevabini merak ediyorum.

    Hadi, bakalim: Atayizler bunu cevaplasin, da, gorelim.

  157. http://www.diken.com.tr/chpli-ozel-agir-krizin-bedelini-yine-yoksul-vatandas-odeyecek/

    “CHP’li Özel: Ağır krizin bedelini yine yoksul vatandaş ödeyecek”

    Ozgur Ozel, sagolsun, hem benim hem de benim gibi nicesinin yuregine su serpti.

    Artik, ghonul rahatligi ile, o Bugatti Chiron’u alabilirim 😉

    Renk konusunda yardimci olmak isteyen buyursun.

  158. Nevzuhur icatlar

    Necip Bey’in,

    – Sanki “kapitalizm” diye önceki düzenlerden apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

    tespiti gerçekten ilginç.

    İlginç, çünkü başka birçok uyarlamaları da yapılabilir. Daha doğrusu birçok somut örnekle açılabilir.

    Örneğin:

    – Sanki “modern Batı demokrasisi” diye önceki Antik Yunan demokrasisinden apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

    – Sanki “Lise” diye önceki Lycée’den, “Lycée” diye önceki Lykeion’dan apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

    – Sanki “Üniversite” diye önceki Darülfünun’dan, “Darülfünun” diye önceki medreselerden apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

    – Sanki “Diyanet İşleri Başkanlığı” diye önceki Şeriye ve Evkaf Vekaletinden, “Şeriye ve Evkaf Vekaleti” diye önceki Şeyhülislamlıktan apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

    – Sanki “Ak Saray” diye önceki Çankaya’dan, “Çankaya” diye önceki Yıldız’dan, “Yıldız” diye önceki Dolmabahçe’den, “Dolmabahçe” diye önceki Topkapı’dan apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

    – Sanki “İstanbul” diye önceki Konstantinopolis’ten, “Konstantinopolis” diye önceki Byzantion’dan apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

    – Sanki “Selçuk” diye önceki Ayasuluğ’dan, “Ayasuluğ” diye önceki Aya Theologos’tan, “Aya Theologos” diye önceki Ephesos’tan apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

    – Sanki “Alanya” diye önceki Alaiye’den, “Alaiye” diye önceki Kalonoros’tan, “Kalonoros” diye önceki Korakesion’dan apayrı yepisyeni bir şey icad edilmiş

  159. “Diğer bir tahminim de bu siteyi geleceğine hazırlık olarak kullanman.”

    Evet, aynern oyle: Ahiretimi kurtarmaga calisiyorum. 😉

    “Tek anlamadığım, sen neden moruklar gibi Islahettin Temiztaş’ı yalamıyorsun?”

    Bahsettiginiz ‘moruklar’, malesef, romantiklik illetinden kendilerini kurtarabilmis degiller.

    Benim ise en sevmedigim ‘ism’lerin basinda romatism gelir: Birilerinin gonlunu almak gerektiginde bile, bir buket cicek yerine, bir demet ispanak/maydanoz vs vermegi tercih ettim hep.

    [Kimsenin pek de gonlunu alamamis oldugum izahtan varestedir, tabii ki.]

  160. “İlginç, çünkü başka birçok uyarlamaları da yapılabilir.”

    Ditto.

    Perspektifi kaybetmemek lazim.

    Insan turu evrim gecirMEmis ise, ihtiyaclarinin cok da degismedigini farzetmek durumundayiz.

    Bunun en bariz ornegini ‘sanal alem’de gorebiliriz.

    Insanlar ‘anonim’ olabildiklerini sanip agzina geleni soylemegi ozgurluk sandilar uzun bir muddet.

    Fakat, bu ozgurlukere muhatap olanlar da insandi ve rahatsiz olabiliyorlardi; oluyorlar.

    O yuzden, bu kadar ‘anonim’lige itirazlar geldi; geliyor.

    Bu da mukadderdi.

    Yani, sirf teknoloji degisip devrim sayilabilcek yenilikler geldi diye, insan iliskileri kokunden degisemiyor.

    Verdiginiz orneklere de bu acidan bakmak gerektigini dusunurum.

    Belli bir fonksiyonaliteyi daha farkli/yeni imkanlar ile karsilamak sozkonusu oldu diye, bu o hizmetin koklerinden tamamen koptugu (huda-yi nabit misali yeni bir sey oldugu) anlamina gelmez.

    ‘Eski’den tamamen farkli oldugu iddiasi sadece ‘pazarlama’dir.

  161. 156 Nevzuhur icatlar ve Fikri Hak

    156 Arkadaş, siz salt dahiler dahisi Türk gururu Necip değil bütün Türklerin başına bela açacaksınız. Necip’in ünlü bir fikrin mülkiyet hakkını çiğnediğini ifşa etmişsiniz. Sizin lafınızı ettiğiniz fikrin orijinal sahibi bir Amerikalı. Fikrin adı da “there is nothing new under the sun.” [güneş altında yeni/değişen hiçbir şey yok].
    Bakın Trump bir kalemde Türkiye ekonomisini dize getirdi. Bu daha da büyük sorunlara yol açabilir.
    Cihana Bedel-Mutlu Türk-Dahiler Dahisi- IQ’ler IQ’sü- Sayısız Diplomalı Necip, satıcılıkta şart dil İngilizce bildiğinden, “there is nothing new under the sun.” fikrinin bu sitede maymunluğunu yapmakta ve ücretsiz satmakta.
    Lütfen hemen aşağıdaki düzeltmeleri yapınız.
    1. Necip salt maymunluk etmekte,
    2. Karşılığında para değil üstlerinin gözüne girmek istemiştir.
    Aksi halde, aynı ona benzeyen Trump, AtıTürk lafını, “Bir Türk Necip Bütün Türkiye’ye Bedel” anlayıp Necip gibi zeki bombalarla bir sürü masum insanların canına kıyabilir.
    Ama bir yırtma yolu var, hem teknisyen teknoloji mümini Necip’in hem de Bilim-Teknik tanrısına tapan Amerikalıların hoşuna gidebilir.
    Necip, “güneş altında yeni/değişen hiçbir şey yok.” fikrine bir YENİLİK getirdi. Büyük Türk alimi gururumuz Necip’in yeni fikri ” evrende yeni/değişen hiçbir şey yok!”
    Açıklama:
    4,5-5 milyar yıl önce, etrafta 8,5-9 milyar yıl tek başlarına gezen toz tanelerinin birleşmesiyle Güneş ve İKTİDAR aynı anda doğdu. Yani, Cihana Bedel-Mutlu Türk-Dahiler Dahisi- IQ’ler IQ’sü- Sayısız Diplomalı Necip, “there is nothing new under the sun.” fikrini bütün EVRENE uyguladı. Asıl demek istediği, nasıl her şey Kuran’da yazılıysa, nasıl bütün bilgiler 29 harfli Yüce Türk alfabesinde yazılıysa, olan ve olacak her şey EVRENİN başlangıcında yazılıydı! Eminim, Amerika, Rusya veya Çin bu herifi havada kapıp araştırma merkezinde bilinenleri bulma teknisyeni yaparlar!

  162. Bazan bazi seyler olur; cok buyuk baska bir seylerin isaretcisidir; ama, herkes yoksayar; kimse konusmaz bile.

    Asagidaki haber de onlardan biri.

    https://www.haberturk.com/fransiz-deprem-bilimci-louis-geli-den-marmara-depremi-icin-uyari-1964052
    http://www.hurriyet.com.tr/gundem/olasi-marmara-depremindeki-gaz-iddiasi-ortaligi-karistirdi-40836784

    Bircok uzman, Marmara denizindeki sismik faaliyetin kaynaginin hidrokarbon (dogalgaz diye okunur) basincindan olabilecegini soyledi.

    Bu durumda, baska herkesin, kamuoyunun, ‘derhal arastiralim, bakalim gercekten Marmara denizinde onemli dogalgaz yataklari var mi?’ demesi gerekirken, konu tamamen uykuya yatirilmis gorunuyor.

    Sebebini aslinda biliyorum: Kendilerine ‘cevreci’ diyen ‘mabedi bekleyen kazlar’ ortaliga firlayacak, turlu cesitli korku senaryosuyla milleti huzursuz edecek. ‘Arastiralim’ diyenleri de iblislestirecekler.

    Sonuc?

    Enerjisizlige mahkumlugumuz devam edecek.

  163. Kapitalist Ejderha Necip Bey

    Devrimci Gâve (Kawa), Kapitalist Dehak ve Kapitalizm Canavarı Dehak Yılanı (Ejderha)

    Sanki “Kapitalizm” diye önceki düzenlerden apayrı ve yepisyeni bir şey icad edilmiş

    =

    Sanki “Ejderha” diye “Dehak Yılanı”ndan apayrı ve yepisyeni bir şey icad edilmiş

    Bkz;

    Ej-i Dehak (Dehak Yılanı) > Ejdeha > Ejderha

  164. 157 Gönül Kazanmamak için Ispanak/maydanoz verir

    157 Gönül Kazanmamak için Ispanak/maydanoz verir
    Hayatı, hayatta kalmak için kemik = ıspanak/maydanoz =gıda verenlere yaltakçılıkla geçen birinin bir demet çiçek beklemesi beklenmez. Bunun romantiklikle alakası ne.
    Belki, seni pompalayanlardan biri sana, romantiklerin senin gibi alış-verişten başka bir b*k bilmeyenlerden tiksindiklerini söylemiş. Bildiğin o kadar.

    Romantiklik hakkında zerre kadar bilgin olmadığı çok belli. Çok atıp tutuyorsun, varsa romantikler hakkında bildiğin bir b*k yaz da görelim.
    Bir romantik ressama sormuşlar: “Neden elma resmi yapmıyorsun?” Cevap vermiş: “Elmayı yerim!”
    İlk ütopist kitap aynı zamanda ilk faşist kitap. Ve o ütopyada senin gibilerin gönlünü kazanma, faşist ruhlu olması ve senin gibi koyunların yoldan çıkmaması için çiçek veren şair ruhlulara yer verilmez.
    Roma imparatorluğunun politika felsefesi: Ekmek ve eğlence.

    Yerel dedikodularında ne atıp tuttuklarını bilmiyorum. Benim anladığım yazılarda senin özünün özü Sosyal Darwincilik. Yani, gıda elde etme kavgası. Yani, en iyi gönül kazanma ıspanak/maydanoz dağıtmak.
    Hem ıspanak/maydanoz verirsin hem de gönül almakta usta olmadığını söylersin. İşte böyle salaklığıyla iftihar etmek bir YENİLİK!

  165. 40’ların Cumhuriyet gazetesinden:

    “Milli Şefimizle Führer arasında samimi tebrikler”

    http://cdn.gecmisgazete.com/assets/haberresim/2013-06-20/11218_11411.jpg

    Burada bir anlatım bozukluğu var. “Milli Şef” zaten “Führer” demek. Dolayısıyla, “Necip’le Necip arasında samimi tebrikler” gibi bozuk bir ifade olmuş.

    Veya güncel bir benzeriyle örnek vermek gerekirse, bugünkü gazetelerden birinde, “Esad’la Erdoğan arasında samimi tebrikler” diye bir haberin çıkması gibi.

    Böyle bir haber işte bu nedenle mümkün olamayacağı için ancak asparagas olabilir.

  166. Araba satış muhandisi Necip’ten seçme altın yumurtalar:
    “Degismeyen tek sey degisim.”
    Aradan bir zaman geçer, Necip bunar, perspektifini kaybeder,
    “Insan turu evrim gecirMEmis ise, ihtiyaclarinin cok da degismedigini farzetmek durumundayiz.” altın yumurtasını yumurtlar.
    O da yetmez, daha kümesten çıkmadan perspektifini kaybettiğini bile unutur ve bir altın yumurta daha yumurtlar.
    ” Perspektifi kaybetmemek lazim.”
    Aradan bir zaman daha geçer, yumurtaları çoğaldıkça çoğalır, kıç*nın ağrısından yollara düşer, hem koşar hem yumurtlar:
    Yumurta yumurtadır değişmez.
    Necip Neciptir değişmez.
    İnsan insandır değişmez.
    Perspektif pespektiftir değişmez.
    Elma elmadır değişmez.
    Hıyar hıyardır değişmez

    Ama bu bunağa bunak deyip geçmeyin. Farz edelim hıyar Necip oldu, 1 saniye sonra eşek, 2 saniye sonra sümüklü böcek, 3 saniye sonra hamam böceği, 4 saniye sonra Trump, 5 saniye sonra Er-doğan, 6 saniye sonra lağım faresi …
    Gördüğünüz gibi ünlü ” reductio ad absurdum” mantığıyla tek diyebileceğimiz “fu*k it man, we can*t even talk anymore!” Bilgi diye bir şey kalmaz.
    Her neyse, şaka bir tarafa, allah Necip’i İktidar doğuran annesine bağışlasın. Maşallah hiç değişmiyor, her zaman zırvalıyor.

  167. Necip Bey, bu zor günlerinizde sizin yanınızda duran, sizi yalnız bırakmayan ve asla da bırakmayacak olan Balkan Oligarşisi’ne ufak da olsa bir teşekkür etmeyecek misiniz?

    Bakın, bir Balkan yarımadası ilinin Oligark Belediye Başkanı ne güzel şeyler söylemiş:

    “TEKİRDAĞ Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’li Kadir Albayrak, döviz kurlarındaki artış ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yaptırımlarına karşı herkesin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında durması gerektiğini söyledi. Albayrak, “Eğer bu sıkıntıları Amerika bir papaz için yapıyorsa, Amerika’nın karşısında dikilmek yedisinden yetmişe tüm halkımızın boynunun borcudur” dedi.”

  168. KOBİ patronu kapitalist Necip kaytarıyor

    Necip:

    Gun beyin sitesinde benim gibi birine rastlamak biraz garip olsa gerek, sundan dolayi: Ben bir ‘kapitalist’im. Isyerim, Taksim-Beyoglu veya civarinda degil.

    Otomotiv sektorunde dogrudan (yerli ve yabanci) ana sanayiye uretim yapan KOBI-irisi sayilabilecek bir sirketin sahiplerinden bir pir-i faniyim. Yonetici kadromuzda villada oturanlar var, ben hala daha dairede oturuyorum. ‘Var-yemez’ diyenler olmustur, sikayetci degilim.

    40 seneyi askin suredir otomotiv sektorunde para kazanan bir ‘patron’ olarak sunu diyebilirim:

    Benim gibi ‘patron kati’nda olmak pek de bir seyi degistirmiyor. Ben de emir alirim, aldim, ben de uc-otuz paraya calisirim, calistim. Turkiye’de hic de seyrek olmayan ekonomik kriz donemlerinde bunlari fazlasiyla yasadik. Sag olanlarin daha da yasayacaginin garantisi de var.

    Ekonominin, istikrara ihtiyaci var.

    Necip
    14 Temmuz 2013

    ‘Paris Komünü ve Esnaf’
    ( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/#comment-19460 )

    ‘Gerçekler’ suratında yumruk gibi patlayınca, sorulara cevap vermek yerine kaytarıyorsun zevzeklik ile zirzopluk arasında gezinen KOBİ-irisi şirketin patronu kapitalist Necip:

    SORU 1: Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, FIAT’a aksam-parça üretiyor mu? FIAT’ı beğenmediysen, Ford da olabilir, Hyundai de olabilir, Bosch Rexroth Kocaeli de olabilir, Delphi-Aptiv Bursa da olabilir, MAN Ankara da olabilir, Renault da olabilir, Toyota da olabilir…

    SORU 2: Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, ‘SAP’ programını lisanslı kullanmak için kaç para ve hangi cins para ile ödüyor? ‘AutoCAD’ dahil lisanslı kullandığın ‘Catia’, ‘NX & unigraphics’, ‘SolidWorks’ gibi programlara da ödeme yapıyor musun, kaç para ve paranın cinsi?

    SORU 3: Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, özellikle AB üyesi ülkelere ihracat yapıyor mu?

    SORU 4: Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, hammadde, yarı-işlenmiş mal ithal ederken, ödemeyi ‘U.S. Dollar’ ile mi yapıyor?

    SORU 5: Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin ihracat yaparken, müşterilerin ödemeyi ‘Euro’ ile mi yapıyor?

    SORU 6: Necip, döviz kurları zaman zaman durağan bir seyir izlese de, 2013’te FED’in (ABD Merkez Bankası’nın) parasal genişleme programını (quantitative easing) sonlandıracağını duyurup 2014’te faiz arttırmaya başlamasıyla, yüksele yüksele 1 USD = 7,1326 TL’yi, ve ECB’nin (Avrupa Merkez Bankası’nın) parasal genişlemeyi sonlandırmaya hazırlandığını duyurmasıyla, yüksele yüksele 1 EUR = 8,1022 TL’yi gördü. Döviz kurlarındaki bu ‘dalgalanmalar’, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketinin mali yapısını nasıl etkiliyor? Yoksa, sen, ‘tecrübeli kapitalist patron’ gibi davranıp, geçen yıllarda şirketini ‘hedge’ etmiş miydin ve bu sayede bugün mali sıkıntı çekmiyor musun?

    SORU 7: Necip, 6 numarada bahsedilen ‘hedge’ fiilini uygulaMAdıysan:
    Patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin için, çeşitli bankalardan kullandığın kredilerin geri ödemesinde problemler yaşadın mı? Eğer problemler yaşadıysan, KOBİ-irisi şirketinin ‘ayakta kalabilmesi’ veya ‘ayakları yere basıyor olmakla beraber daha fazla kâr elde etmesi’ için, “Kredi Garanti Fonu’na (KGF)” başvuru yaptın mı? Eğer başvuru yaptıysan, sonuç ne oldu?

  169. Ms. Trender's son

    Eğer “Kapitalizm” diye yeni bir şey yoksa, “Antikapitalizm” diye yeni bir şey de yoktur.

    Yani, Kapitalizmi yeni bir şey sanmak = Antikapitalizmi yeni bir şey sanmak

    Bu, sadece telaffuz benzerliğinden kaynaklanan bir durum değildir. Şunun gibi mesela:

    Bay Anderson = Bayan Trender’ın oğlu

    (Mr. Anderson = Ms. Trender’s son)

  170. Haydi ateistler bunu da açıklayın:

    ABD’de 14 yaşında eyalet valisi adayı

    ABD’de 14 yaşındaki Ethan Sonneborn, Demokrat Partiden Vermont eyaleti valisi aday adayı oldu.

    Vermont eyaletinde yarın yapılacak valilik ön seçimlerinde diğer 3 adayla karşı karşıya gelecek 14 yaşındaki Sonneborn, “Vermontluların beni ciddiye almaları gerektiğini düşünüyorum, çünkü ileri düşüncelerim var.” diye konuştu.

    Koalisyon kurma fikrinin kendisine çok çekici geldiğini belirten Sonneborn, en çok etkilendiği siyasetçinin, Robert F. Kennedy olduğunu belirtti.

    Sonneborn, eyalet ve ülke yöneticilerinin kendisini hayal kırıklığına uğrattığını bu nedenle aday olmaya karar verdiğini ifade etti.

    Aday olmasının önünde herhangi bir engel olmadığını belirten Sonneborn, geçen yıl Virginia eyaletine bağlı Charlottesville kentinde yaşanan gösterilere tepki olarak da bu kararı aldığını söyledi.

    Sonneborn, ön seçimlerde insanların beklentilerinden daha iyi bir sonuç alacağını tahmin ettiğini dile getirdi.

    Vermont anayasasına göre, eyalet valiliği için adaylardan yaş şartı istenmiyor.

  171. “Bakın, bir Balkan yarımadası ilinin Oligark Belediye Başkanı ne güzel şeyler söylemiş:”

    Sozkonusu zat-i muhteremin ‘Balkan Oligarsisi’ mensubu oldugunu neye dayanarak soyluyorsunuz?

  172. Necip's standards

    İki Silahlı Kalkışma, Bir Demokrat, Bir Diktatör

    Erdoğan’a karşı yapılan silahlı kalkışma başarısız olmuştur.
    Sonuç: Erdoğan demokrattır.

    Esad’a karşı yapılan silahlı kalkışmalar başarısız olmuştur.
    Sonuç: Esad diktatördür.

    İki Referandum, Bir Meşru Sonuç, Bir Gayrımeşru Sonuç

    Türkiye’deki Başkanlık referandumunu Başkan (hile iddiaları olan kılpayı çoğunlukla) kazanmıştır.
    Sonuç: Türkiye’nin Başkanının iktidarı meşrudur.

    Kürdistan’daki bağımsızlık referandumunu bağımsızlıkçılar (ezici çoğunlukla) kazanmıştır.
    Sonuç: Kürdistan’ın bağımsızlığının ilanı gayrımeşrudur.

  173. “Bana Sağcılar Cinayet İşliyor Dedirtemezsiniz!”

    – Merhum bir iktidarcı

    İktidarcı Necipgiller:

    Bize “bu iktidar bir diktatörlüktür” dedirtemezsiniz!

    Necipgillerin muhalif muarızları:

    Evet, dedirtemeyiz. İşkence sanatı üzerine ihtisas yapmadık sizler gibi.

  174. Değişmek Ne Demek ve Değişmemek Ne Demek

    Amerikalı bilimsel-teknisyensel-nicesel sosyologlar bu soruya cevap getirmek için dünya çapında iki anket yaptılar.
    1. Soruya verilen 400 milyon cevap toplandı.
    2. Cevaplara da 800 milyon beğendim/beğenmedim tıklandı.
    Kazanan, Evrene Bedel-Mutlu-Araba Satıcısı bir Türk.
    Cevaptan seçmeler:
    Arabanın markası, hız sınırı, güvenlik önlemleri, rengi, büyüklüğü değişir ama araba değişmez, araba arabadır, portakal olmaz.
    Dağ Türkleri, Ova Türkleri olur ve nihayet Kürt olur ama ilk başta neyse o kalır. Yani, sonunda Dağ Türkleri terörist Kürtler olurlar ama Japon olmazlar. Ben doğdum doğalı kilom, boyum, yaladıklarımın sayısı değişti ama hâlâ aynı bebeğim, örneğin ne zaman emzik görsem hemen ağzıma alır emerim.

    Nicelesel sosyologlara şu soruyu yönelttim: Nasıl oluyor da bu dahi bu kadar aptal olabiliyor? Yani, nasıl oluyor da 800 milyon bu salağın cevaplarını seçtiler?
    Muhasebeci nicesel soyolog cevabı: “What you see is what you get” ve “it is what it is”
    [ Ne görüyorsan, o. Ne is o.] Yani, anlamı boş ver, anlam sayılarda.
    Aynı soruları nicesel olmayan sosyologlara yönelttim.
    Cevap: Bu Türk, Trump, Er-Doğan ve 8 kişinin dünya nüfusunu yarısı kadar servete sahip olduğu dünya düzen çağrışımını yapmış. Yani, anlamsız, salaklık dünyasını temsil ettiği için.

    Şampiyon araba satıcısı ile sosyal medyada yayınlanan söyleşide, şampiyon, diğer değişen değişmez altın yumurtaları görmek isteyenlere bu site adresini verdi.
    Buraya böyle geldim. Araba satıcısının yumurtaları sayılmakla bitmez. Aralarından değişen değişmezleri ayıklamak için bir algoritma hazırlıyorum.
    Ben, algoritmasız, sadece son ve diğer birkaç altın yumurtalarına göz atabildim.
    1. “… Dersim’e hic bulasmamistir. … Dersimlileri rahatsiz etmistir.
    Yani, bu satıcı tarih bilgisiyle araba satıcısı değişme bulmuş. Ve kendisi de sonsuz değişmiş: “o da kimmiş?” nakaratını unutmuş!
    2. ” … o gunku sebepler ile Dersim’in 1930’lardaki durumu arasinda hicbir benzerlik olmadigini da bilmiyorsunuz demektir.” Ha, yani, değişmiş. Herif tam bir Trump-Er-Doğan maymunu.
    3. ” Bahsettiginiz ‘moruklar’, malesef, romantiklik illetinden kendilerini kurtarabilmis degiller” Peki neden ‘malesef’? Değişmeleri mümkündü, onun için!
    4. Bu, daha da eski bir altın yumurta: “İktidar, iktidardır asla yok olmaz, yerini başkaları alır”. Yüzlerce örnek versen de bu Evrene Bedel-Mutlu-Araba Satıcısı Türk ‘o da kimmiş?’ diyerek Er-doğan-Trump maymunluğu yapar,sıyırır. Bu silik araba satıcısı, kendi yaşadığı ülkede, Aslantepe’de 5 500 yıl önce yıkılıp yok edilen ve yerini de kimsenin almadığı bir iktidarı bile duymamış.
    Bu herif aslında dalga geçmeye bile değmez. Peki, benin derdim ne?
    Bu araba satıcısın karalar karası cahiliğini benden başka yüzüne tüküren yok.
    Bazı örnekler:
    İnsan, konuşalı sayısız değişik ağaçlara sayısız değişik adlar vermektense ‘ağaç’ dedi. Bu enayiler enayisi bunu bile bilmediği için akıl almaz şaklabanlık yapıyor ve sitedekiler yutuyor. Salt dedikoduyu körüklüyorlar, dedikodu daha tatlı olmalı.

    Taptığı bilim ve teknisyenliğin en temel taşlarından biri “salt tekiller vardır” düşüncesi. Yani uzun bir tarihi olan ve Türkçe “Tümeller Tartışması” denilen tartışmada tümellerin olmadığı salt tekler olduğu tarafın tutulması.
    Ama bu çiçeğin bile etrafı dikendir hardır. ” Tekilleri savunanlar bu defa da benzerlik kavramına dayanarak sayısız çeşitli tekil ağaçlara tek tek isim vereceklerine tümüne ‘ağaç’ derler.
    Karşı taraf sorar: “Hem tümel yok diyorsunuz hem de tümele başvuruyorsunuz, bu nasıl oluyor?”
    Cevap: Birbirlerine benziyorlar.
    Peki, bu benzeme tümele nasıl eriştiniz? Hangi tekil benzemelerin birbirlerine benzemesiyle tümel ‘benzeme’ altın yumurtasını yumurtladınız? Üstelik benzeme diye bir nesne bile yok. Ama hiç değilse tekilleri savunanlar, karşı tarafın haklı olduğu yönlerini kabul ederler. Sonrada görmüş ve anlamamış Türkler işi politika partisi tutma gibi anlarlar. Bu site böyle harabelerle dolu.

    Bu sitenin en BÜYÜK ALTIN YUMURTASI: “Bizi dinleyin, devrimle düzeni ele geçirdiğimizde devrimin başına çeken solcu marksist ve anarşistler abileriniz emir verecek, emirler yerine gelecek. Genetik mühendisler, hepimizi bedavaya güzel, yakışıklı, zeki, sarışın mavi gözlü, … yapacakalar, eşitlik sağlanacak. Yemek yemeye, su içmeye, sekse bile gerek kalmayacak. Gece gündüz içimize kapanıp salt yaratacak ve yarattıklarımızın tek seyircisi olarak (diğerleri yaratıcılıkla meşgul olduğundan) temaşası içinde mest olacağız. Devrimin dedikodusuna devam edelim, mutlaka olacak. Cennet köşe başında.”
    Ama ne yazık ki yukarıda en basit bir misalle bu araba satıcısının cahiliğini gösterdiğim ve aynısını defalarca yaptığım halde, benzerlerini Zileli ve Hortlak gibi kafayı politikacıları taklit maymunluğu ile yemişler için yaptığım halde, enayiler, enayiliklerine devam ederler. Belki bu nedenden araba satıcısı böyle kendinden emin.
    Kalabalıklar dünyası mı, yalnızlar dünyası mı, isyancılar dünyası mı, utanmazlar dünyası mı, hepsi bu sitede toplanmış.
    Bu sitede olan bazı istisnalaradan özür dilerim. Bu yaptığım tümleme, sayısız ağaçlar yerine “ağaç” deme kolaylığı.

  175. In Necip We Tru$t

    ABD Doları’nın amansız yükselişi karşısında ciddi ekonomik kaygılara kapılmış olduğumuz şu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan çıktı ve krizin üzerine en iyi bildiği, belki de tek bildiği yöntemle gitti.

    Önce memleketi Rize’nin Güneysu ilçesinde çıktı hemşerilerinin karşısına ve ‘Onların Dolarları varsa, bizim de halkımız, Hakk’ımız, Allah’ımız var, hiç endişelenmeyin’ dedi.

    Sonra sel felaketinin yaşandığı Ordu’nun Ünye ilçesinde, meydandakilere bol coşku da vererek aynı minval üzere devam etti: ‘Bu millet azizdir, bu millet güçlüdür, bu millet inançlıdır ve bu millet düştüğü yerden kalkar. Hiç bundan endişeniz olmasın. Eyvah Dolar yok demeyin ha! Onların Doları varsa bizim Allah’ımız var, rahat olun.’

    Gerçi böyle diyor ama hemen ardından da ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!’ diye düşündürürcesine şöyle devam ediyor: ‘Gelin yastığınızın altında Dolarlar varsa, Eurolar varsa, altınlar varsa çıkarın. Hemen bunları bankalara vererek Türk Lirasına çevirelim ve en önemli istiklal ve istikbal savaşını bu alanda verelim.’

    Bakar mısınız şu işe! Yahu Dolar bu kadar değersizse Allahuteala karşısında, neden onları bana verin demeye getiriyorsunuz böyle?!.. ‘Bize Allah yeter’ diyorsanız niye yastık altındaki Dolarlara göz diktiniz? ‘Yakın gitsin o Dolarları’ desenize?..

    Tabii milletten dişe dokunur bir destek de halihazırda gözlenebilmiş değil. Bankalara yastık-altı Dolarların aktığına dair bir emare yok.

    ‘Reis’, ‘Komutan’, ‘Emîrü’l-mü’minîn’ diye yere göğe sığdıramadıkları kişinin çağrısına niye böyle bîgâne kalıyor bu insanlar peki? Kim bilir, belki Doların da Allah’ı var diye düşündüklerinden olabilir mi dersiniz?!..

    Vatandaş İngilizceye ne ölçüde hâkim bilinmez tabii ama ellerindeki Dolarların üzerinde büyük harflerle yazılı ‘In God We Trust’ sözünün anlamına aşina olunması da pekâlâ mümkün…

    ‘In God We Trust’, ABD madeni paralarının da banknotlarının da üstünde karşımıza çıkan ve Birleşik Devletler’in resmi ‘motto’su (‘slogan’ı) kabul edilmiş bir söz. Genelde ‘Tanrı’ya güveniriz’ diye gayet harcıâlem, üstünkörü çevirmek âdetten… Oysaki İslami bağlamda tıpkısının aynısı sayılabilecek bir karşılığı var:

    ‘In God We Trust’ = ‘Tevekkeltü alallâh’

    Allah’a sığınır, güvenir, itimat eder, her şeyi ona bırakır, ondan bekleriz şeklinde genişçe açımlanabilecek bir deyiş bu. Kur’an’da sık sık geçer: ‘Allah’a tevekkül ediniz.’ O yüzden müminler de sık sık der: ‘Allah’a tevekkül ederiz.’

    İngilizcesi, Amerikancası da ‘In God We Trust’. Nerede yazıyor? Vatandaşın yastığının altındaki Dolarların üzerinde!..

    O zaman milleti nasıl ikna edeceksiniz Doların Allah’ı olmadığına?.. Ha, diyorsanız ki Allah ayrı, Tanrı ya da ‘God’ ayrı, onu bilmem… Ama bildiğim bir şey varsa, Tevrat’ta da İncil’de de Türkçe tercümeleri okuyun, hep Rab, Allah, ‘Rab Allah’ geçmekte…

    İnanılan ilah aynı değil mi; aynı. Demek ki buradan da çıkış yok. Öyle ya da böyle; Doların da Allah’ı var.

    ‘In God We Trust’, ABD’nin resmi ‘motto’su olarak 1956’da kabul edildi. Onun öncesinde devletçe resmen onaylanmasa da geleneksel olarak dolaşımda olan başka bir ‘motto’ vardı; federal ulus-devlet olarak ortaya çıkışa çok daha doğru ve tabii seküler (laik) çerçevede tercüman olan: Latince ‘E pluribus unum’. Yani ‘Çokluktan Birlik’ ya da daha anlamlı ifade etmek istersek ‘Çokluk İçinde Birlik’. Orijinal olarak İngiliz sömürge yönetimi altında şekillenip ondan bağımsızlığını kazanmış 13 Koloni’nin yek vücut bir ulus-devlete dönüşmesini anlatır bu söz ve Federal Hükümet’in resmi mühründe de yer alır.

    Ama Kongre 1956’da geçirdiği bir yasa ile 1864’ten beri Amerikan madeni paraları üzerinde zaten işlenmiş olan ‘In God We Trust’ı resmi slogan haline getirdi. Yok, şu ara her taşın altından çıkarmaya alıştığınız evanjelistlere falan bağlamayın bu resmi dindarlaşma emaresini!..

    Evanjelik değil ‘Sovyetik’ parmak var işin içinde…

    Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği’nin ‘devlet ateizmi’ni öne çıkarıp din karşıtı yasalara işlerlik kazandırmasına mukabil Dwight D. Eisenhower döneminde ABD Temsilciler Meclisi ve Senato birlikte resmileştirdi ‘In God We Trust’ mottosunu. 1957’den itibaren bu söz, kâğıt para, yani Dolarlar üzerinde de yer almaya başladı.

    O gün bugündür ABD Doları ‘Allah’a tevekkül’ içinde dünyanın dört bir yanında dolaşımda, ortalığı kasıp kavuruyor. Biz dâhil kavuruyor. O yüzden şu son yaşanan krizde iktidar iradesinin Doları Allah’la terbiye etmeye çalışmasının da kıymeti harbiyesi olmuyor.

    Aslında kapitalist anaforun içine çekilmiş bizim ‘post-İslamist dinbazlık’ da dâhil herkes biliyor şu yalan dünyada neye güvenilip, inanılıp, tevekkül edildiğini!..

    Allah mı, Tanrı mı, ‘God’mı tevekkül edilen Atlantik’in öte yakasından Anadolu’nun ortasına kadar?..

    Yoksa Britanyalı aktör, komedyen ve komedi yazarı ‘Martin Alan’ın (1934-1982) meşhur satirik komedi filminin şu muhteşem başlığında en veciz karşılığını bulduğu gibi mi durum: ‘In God We Tru$t’

    Tayfun Atay
    ‘Cumhuriyet’ gazetesi
    13 Ağustos

  176. “‘In God We Trust’ = ‘Tevekkeltü alallâh'”

    Bunun (Turkcesinin) dogru yazilisi soyle olmasi gerekmiyor mu?

    ‘Tevekkel tû tâal Allah’

  177. “In Revolution We Trust”

    Peki bunun doğru çevirisi ne?

  178. Mr. Necip agrees with Mr. Öcalan, who says “Mustafa Kemal is the smallest person of the Turkish history”.

    [ “Sayın Necip, “Mustafa Kemal, Türk tarihinin en küçük kişisidir” diyen Sayın Öcalan ile aynı fikirdedir.”
    https://translate.google.com.tr/
    But this wasn’t actually what Mr. Öcalan said. He said:
    “Abdullah Öcalan:Mustafa Kemal Türk tarihinin en küçük adamıdır.”
    http://www.hocam.com/forum/139100/1/kilicdaroglunun_savundugu_yalcin_kucukun_ataturke_hakaretleri/ ]

  179. “Tayyip Erdoğan,
    “Sen Türk’sün, sen Türk lirasıyla beraber yoluna yürüyeceksin.”…
    Türk olmayanlar “bu yolda” yürürse
    Aslını
    Tarihini
    Kültürünü
    Ulusal kimliğini
    Türklük/ırkçılık çöplüğüne atar!”

    “AKP’nin en büyük faydası,
    Siyasal İslam ile Kemalist/faşist anlayış arasında nitelikçe hiç bir fark olmadığı
    Gerçeğini göstermesi/ispatlamasıdır…”

    “Allah’ı
    Dolar ile yarıştırırsanız
    Allahsız kalırsınız…”

    (Nasname)

  180. Kültürel Boykot

    Boykotu her alanda olduğu gibi kültürel alanda da uygulamak zorundayız. Ve bu alana özellikle Yerli ve Milli gençliğimizin öncülük etmesi gerekiyor.

    Nasıl mı?

    Bundan sonra gençlerimiz, mesela bir Mission Impossible serisi, bir Avengers serisi, bir Jurassic serisi, bir Harry Potter serisi, bir Lucky Luke serisi, bir Asterix serisi, bir Tintin serisi, bir The Lord Of The Rings ve The Hobbit serisi, bir Star Trek/Gate/Wars serisi izlemeyecekler.

    (İlaveten bunlardan bazılarının kitap ve çizgiromanlarını da okumayacaklar, hatta oyunlarını da oynamayacaklar.)

    Bundan sonra gençlerimiz, mesela bir Rihanna, bir Chris Brown, bir Selena Gomez, bir Justin Bieber, bir Charlie Puth, bir Ariana Grande, bir Camila Cabello, bir Shawn Mendes, bir Ed Sheeran, bir Carly Rae Jepsen, bir Calvin Harris, bir Coldplay, bir Maroon 5 dinlemeyecekler.

    (İlaveten bunlardan bazılarının rol aldığı filmleri ve dizileri de izlemeyecekler.)

    “Peki bunların yerine ne izleyecekler/dinleyecekler?” diye sormaya ve yanıt olarak bazı örnekler vermeye gerek olmadığını söylemeye bile gerek yoktur. Çünkü, dünyanın en zengin kültürü olan bizim kültürümüzden bu alanlara örnek vermenin, okyanusta damlalara örnek vermek mesabesinde olduğunu hepimiz biliyoruz.

  181. “‘In Revolution We Trust’

    Peki bunun doğru çevirisi ne?”

    ‘Tevekkel tû tâal Döngu’ 😉

  182. “Abdullah Öcalan: Mustafa Kemal Türk tarihinin en küçük adamıdır.”

    Yok. Ben kisilerin kisilikleri ile ilgilenmiyorum.

    Herkesin degisik ustunlukleri, meziyetleri var.

    Mesela, bir buyugum, mukayese ederken, “Enver ile Mustafa Kemal arasindaki en onemli fark, Mustafa Kemal’in ricat edebilmesidir” demisti.

    Askerlikte ‘ricat edebilmek’in onemli oldugu o gune kadar aklima gelmemisti.

  183. “İşkence sanatı üzerine ihtisas yapmadık sizler gibi.”

    Bahsettiginiz bu ‘iskence sanati’ hakkinda biraz daha detayli bilgi verebilir misiniz?

  184. “Allah’ı Dolar ile yarıştırırsanız Allahsız kalırsınız…”

    Nasname’nin ahalinin Allahsiz kalmasina yonelik endiseleri oldugunu pek tahmin etmezdim.

  185. “Bahsettiginiz bu ‘iskence sanati’ hakkinda biraz daha detayli bilgi verebilir misiniz?”

    Örneğin, bazılarının “ideolojik işkence” dediği, ideolojik beyin kirletme – pardon yıkama ve tertemiz etme sanatı. Ve bu sanatın ülkemizdeki en önemli alanlarından olan eğitim sistemi.

    Ve onun MEB, YÖK gibi – eski oligarşiden devraldığınız – kurumları.

    Eskiden, Güzel [İşkence] Sanatlar[ı] Fakültesi’nin bu kadar başarılı mezunları yoktu.

    Hamdolsun, sizin her alanda büyük başarılara imza atan iktidarınız sayesinde artık çok var.

  186. The year 3018 of the Second Age. Here follows the report of Necip’s grand grand [….] grand son, the High Member of the Anatolian Oligarchy Council, at the finding of the Dark Lord of the Balkan Oligarchy:

    – …my only conclusion can be that it was a Balkan Oligarchy Lord.

    – A Balkan Oligarchy Lord?!?

    – Impossible! The Balkan Oligarchy have been extinct for a millennium.

    – I do not believe the Balkan Oligarchy could have returned without us knowing.

    – Ahh, hard to see, the Dark Side is.

    [From “The Lord of the Oligarchies: Revenge of the Balkan Oligarchy”]

  187. “Hamdolsun, sizin her alanda büyük başarılara imza atan iktidarınız sayesinde artık çok var.”

    Iktidar benim degil; ama onemli de degil; geciyorum.

    Siraladiklariniza baktim. Hem ele gelir bir sey yok; hem de eskisinin asagi yukari aynisi oldugunu soyluyorsunuz. Yani, yeni bir sey yok.

    Bu durumda, neden sikayet ettiginiz acik degil.

    Yeni bir seyin olmayisi mi sizi rahatasiz ediyor?

    Eger oyleyse, hemen ilgilileri uyaracagim; yenilikler bekliyoruz diye 🙂

    Saka bir yana, keske daha bir sakin kafayla yazsaniz ve meraminizi anlatabilseniz.

    Bu haliyle, neden oyle yaptigini bilmeksizin, sokak ortasinda nara atan bir sarhosun yaptigina benziyor sizin iskence iddialariniz..

    ‘Muhalif’ olmak, bunu da sonsuza kadar muhafaza etmege yeminli olmak filan… tamam da; icini dolduramayinca, sevimli bile olamiyor.

  188. Necip Bey bir solcudur.

    “Kafa mı buluyorsun? Olabilir mi hiç böyle bir şey?” diyeceksiniz. Olur olur, bal gibi olur.

    Her şeyden önce, kendisiyle neden sağcı veya “merkez” bir sitede değil de burada tartışıyoruz? Veya kendisini neden oralarda göremiyoruz?
    (Bildiğimiz kadarıyla yani. Yanılıyorsak lütfen söylesin. Öyle yerlere de uğruyorsa biz de geçerken bir uğrayalım. Tabii bir merhaba demek için sadece. “Bir arkadaşa bakıp çıkacaktık” deriz.)

    Bunun dışında, kendisinin Roni Margulies, DSİP’liler, veya – “eski” solcu da olsa – Halil Berktay’dan ciddi bir farkı var mı dersiniz?

  189. Necip’s grand grand [….] grand son, betrays his old master, Erdoğan’s grand grand [….] grand son, turns to the Dark Side, and becomes the new apprentice of the Dark Lord of the Balkan Oligarchy, helping him rebuilding his evil Balkan Oligarchy Empire.

    – You were the Chosen One! It was said that you would destroy the Balkan Oligarchy, not join them! Bring balance to the Force… not leave it in darkness!

    – I HATE YOU!!!

    – You were my brother, Necip! I loved you!

    But in the end, his son redeems him. He turns back to the Light, kills the Dark Lord and ends the rule of his evil Empire, just before he dies.

    – You were right. You were right about me. Tell your sister… you were right.

  190. Will Mr. Necip be seduced by the Balkan Oligarchy?

    – Even you, Master of the Automotive Sector, have never faced such a test.

    – By the grace of your training, I will not be seduced.

    – We shall see. We shall see.

  191. Evvel zaman içinde, bir gerici, hızlı solcu devrimciler sitesi içinde, emekliye ayrılmış gazetecinin dünyayı gezdikten sonra, bilgilerini gazete, televizyon ve medyadan edinenlerin sıradanlardan daha cahil olduklarını tespit ettiğini yazma cüretinde bulunur.
    Sitede Aydınlık devrinden kalma ateşli, büyük beyinli, yüksek zekalı ve yazıp çizme uzmanı (tesadüf mü acaba?) bir İLERİCİ anarşist hemen azarlar: “Ne demek istiyorsun, yani insan cahil mi kalsın!”
    Hızlı anarşist, konuyu anlamamakla gazetecinin buluşunu onayladığının farkına varmaz. Bu çok okumuş-yazmış-çizmiş anarşist hayatını başkalarını aydınlatma, bilinçlendirme, cahillikten kurtarmaya adamış, vazgeçer mi inancından? Zenginler ve güçlüler gibi, hayatına tek anlam veren birikimini, çabalarını, alın terini bütün varlığıyla savunur. Hatta daha önce müthiş aldatılmış olduğu halde.
    Peki, kendisine tıpa tıp benzeyen aydınlarla dolu sitede, bu büyük beyinlinin cahil olduğunu göstermek mümkün mü?
    Cevabım kayıtsız şartsız, ‘hayır’!
    Ama yine de tesadüfen rastladığım bir makale bende belki dünya değişir ümidi canlandırdı. Belki sağ/sol devrimcileri yuttukları milyarlarca ton Aydınlık ve İlerleme afyonların uykusundan uyanırlar düşünerek aktarmaya kara verdim. Makaleyi yazan yaratıcı ve bilgili gazetecinin fikri mülkiyet hakkı ile başım belaya girmesin diye kullanılan kelimeleri değiştirdim.

    Hızlı anarşistin politik cahilliği cahillik anlama gafletini okuyanların yargısına bırakacağım. Bu politik cahilliği en güzel bir Türkçe fıkra dile getirir, ve bence o yeter. Ama diğer bir gerçekçi büyük beyinli araba satıcısı hemen huu huu çekmeye başlar: “bu romantiklik ve folklorik saçmaları bırakalım, tek hak yolu ÜRET-SAT”.
    İşte fıkra:
    – Allah fakiri nasıl mutlu eder?
    – Eşeğini kaybettirip buldurur.
    Makalenin kelimesi kelimesine olmayan adı: Sibirya’da, Karadeniz’in hemen altında, Yar Sale’de İlerleme ve Kalkınma Sonucu Kendi Hallerine, Ölüme, Yaşlılığa ve Yalnızlığa Bırakılmış Kadınlar.
    Not: Nasıl olduğunu merak eden İlerici, Aydın, Üret-Sat dervişleri sosyal medyadan öğrenebilirler
    1944 doğumlu Liliya, Tundra’da çocukken, klanında okumayı bilen tek kişiydi. Okuma yazma bilmeyen diğerlerin mektuplarını ve resmi belgelerini okurken ne kadar önemli hissettiğini hâlâ hatırlıyor.

    Ancak, babası, bu okuma becerisinden dolayı üniversiteye gidip öğretmen olmasını engellemişti.

    Not: Bak şu cahilliği tercih eden yobaz babaya! Aman, erkek olmak isteyen kadıncılar bu geleneksel toplumlardaki erkek baskısını duymasınlar! Kahrolsun erkillik! Yaşasın dişikillik! Kahrolsun erkil Kapitalizm! Yaşasın dişikillik Sosyalizm, Marksizm, Anarşizm falan filan.
    Liliya hatırasına ekler:
    “Ben gençken geleneğin ve ailenin önemini tam olarak anlamadım. Ailemle çok fazla tartıştım. Köklerimden kaçmak istedim. Şimdi, şenlik ateşi etrafında halk hikayelerini anlatanları ve anlatılanları ne kadar sevdiğimi hatırlıyorum… Onları çok özledim.”
    Not:Bak şu Yeni Cesur Dünya’dan korkan, gelenek baskısı altında özgürlüğünü kaybeden, mitinglere ve protestolara katılacağına, modern Rus doktor ve hastanelerden yararlanacağına, sosyal yardıma başvuracağına miskinlik eden mızmız moruğun vır vırlarına.
    Liliya, Dünyayı Anlatmayacaksın, Değiştireceksin! Dünyanı Değiştirenleri Değiştireceksin!
    Bu kadına “Anarşistlik Nedir?” adlı eserimi göndereyim de aklı başına gelsin. ÇOCUKLUK HASTALIĞI YEŞİLLİK ANARŞİZMDEN KURTULSUN!

    Bu sosyal medya Aydınları dolu yerde ek bilgi abes ama olsun.
    Sibirya Nenet halkı, … Rus sömürgeleştirilmesi, Stalin’in terör rejimi, günümüz haris ve kudretli petrol ve gaz geliştirenlerin elinde çalkantılı tarih yaşamış bir azınlık.
    Benim notlarım:
    1. MİLLİYETÇİ FAŞİSTLERE: Nenet halkı, Türk kökenli Yakutlar gibi bir hayat yaşarlar. Hatta bir süre dilleri Ural-Altaic sınıfına dahil edilmişti.
    2. MEDENİYETÇİ FAŞİSTLERE: Tabii, doğal olarak, bu halkın kültürü, Türk ve Kürt gibi yüksek değil. Ama şimdi, annelerini bırakıp şehirlere iş, özür dilerim kültür bulmaya giden gençlerin torunları aynı bu sitedekiler gibi sarışın mavi gözlü olacaklar.
    3. ARABA SATICILARI BİLİM-TEKNİK FAŞİSTLERE:Nenet halkı, yeryüzündeki ender rastlanan zorlu bir çevrede, sıcaklığın 50 ° C’ye düştüğü bir ortamda salt şamanlıkla, dualarla, folklorik ve romantik masallarla ve hatta arabasız, söylemesi ayıp ama olsun, sağlam ve canlı yaşam ve kültüre sahipler.
    4. İLERİCİ VE ENDÜSTRİCİ MARKSİST VE ANARŞİST FAŞİSTLERE: Pek fazla yeşillik yemezler.Yalnızlık içinde yaşayan kadınların ortalama yaşı 70-80 arası. Kapital-Devlet-Bilim ve Teknoloji ÜÇ’TE BİR ve BİR’DE ÜÇ Allah’a tapmadan böyle uzun yaşamayı becermişler. Necip’in elden düşme ucuz medeniyet harikası arabalarından mahrum, vücutlarının bozulmuş parçalarının yerine hastanelerde medeniyet harikası kes-yapıştır plastik parçalardan mahrum aynı bu sitedeki çok ileri zekalıların beyinlerindeki DOĞADA hayvan gibi yaşayarak işi yürütmüşler.
    Not: Tabii eğer Necip gibi veya Arap emirliğinden Türkiye’ye kes-yapıştıra gelenler gibi zenginseniz, Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınanlar, sefilliklerinden dolayı, hepinizin abone olduğu Facebook aracılığıyla, DOĞAL ve organik vücutlarının parçalarını satmaktalar. Maşallah, mavi gözlü sarışın ileri teknikler içeren büyük hastaneler ameliyatı yaparlar ve ardından satıcıyı kendi derdine bırakırlar.

  192. “Değişmeyen tek şey değişimdir” ve bu nedenle, örneğin aşağıdaki benzetmeler son derece yanlıştır:

    Abbasi hanedanı

    =

    Osmanlı hanedanı

    dolayısıyla

    Bermeki’lerin (Abbasiler’in vezir hanedanı) Harun Reşid tarafından tasfiyesi

    =

    Çandarlı’ların II. Mehmed tarafından tasfiyesi

    Sokullu’ların III. Murad tarafından tasfiyesi

    ve hatta

    Gülen’lerin Erdoğan tarafından tasfiyesi

  193. “Necip Bey bir solcudur.”

    Buna itiraz etmem; fakat, ancak ve sadece su serh uzerinde mutabik kalirsak: Kendilerine ‘solcu’ diyenler solcu degil.

  194. “Buna itiraz etmem; fakat, ancak ve sadece su serh uzerinde mutabik kalirsak: Kendilerine ‘solcu’ diyenler solcu degil.”

    Peki bunlara UKKTH yahut bağımsızlık isteyen Filistinli ve Kürdistanlı “solcu”lar da dahil mi?

    Yoksa Filistinli değil de sadece Kürdistanlı olanları mı dahil?

  195. “Peki bunlara UKKTH yahut bağımsızlık isteyen Filistinli ve Kürdistanlı “solcu”lar da dahil mi?”

    Baglamindan anlasilacagini umit etmis olmaliyim; ama, evet, benim yazdigim sekliyle fazlasiyla genis (hatta, universal bir iddiaya curet eden) bir genelleme olmus.

    Duzelteyim: Ben, Turkiye’de, kendilerine ‘solcu’ diyenlerin ‘solcu’ olmadiklarini soyluyorum.

    Bu itirazim, ek bir etnik ayrim serhine de ihtiyac duymuyor.

    Kurtlerin ‘solcu’lari da, baska etnik gruplarin ‘solcu’lari da ‘solcu’ filan degil bence.

    Bunun en yakin ve iyi saglamasini da, ‘Kurt’lerin (aslinda, ‘Kurt’ olarak genelleme de dogru degil; ‘solcu’ filan oldugunu iddia eden PKK paralelindekilerin) belediyecilik pratiklerinde kolayca gorebiliriz.

  196. Feminist CHP’liler ve feminist HDP’liler neden – aynı Tanrı olmasa da – bir Erkek Tanrı’ya tapıyorlar?

    Haydi ateistler. Asıl bunu açıklayın da görelim.

    Gerçi kendilerine haksızlık da etmemek lazım. Bunu ateist olmayanların, örneğin Necip Bey’in bile açıklamakta zorlanacağı ortada değil midir?

  197. This song is dedicated to an engineer in automotive sector, by a feminist Balkan Oligarchy singer:

    “Okay, so you’ve got a car
    That don’t impress me much”

    https://www.youtube.com/watch?v=mqFLXayD6e8

  198. Medeniyet – pardon trafik çilesi haberlerini sunuyoruz sayın seyirciler.

    “Dikkat! Ve başladı… Kara, hava ve denizde son durum!

    Kurban Bayramı tatilinin 9 güne çıkmasının ardından vatandaşlar tatil için yollara düştü. Bayram tatilini memleketleri ve tatil bölgelerinde geçirmek için araçlarıyla yola çıkanlar, TEM Otoyolu ve D-100 Karayolu Kocaeli geçişlerinde yoğunluk oluşturdu. Hava yolunu tercih eden vatandaşlar, Atatürk Havalimanı’nda da yoğunluğa neden oldu. İstanbul 15 Temmuz Demokrasi Otogarı’nda da tüm seferlerin dolu olduğu bildirildi. İzmit Körfezi’ni dolaşmak istemeyen sürücüler için ek seferlerle birlikte 19 feribot sefer yapacak. Şu an itibarıyla feribot iskelelerinde hafif yoğunluk yaşanmasına rağmen her 5 dakikada bir feribotun kalkış yaptığı öğrenildi.”

  199. Piyasada çok sayıda “devrimci”, “özgürlükçü” ve “eşitlikçi” parti var[dı].

    Örneğin, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), Özgürlük Ve Dayanışma Partisi (ÖDP, yahut Kurtuluş Cephesi dergisinin ifadesiyle “ÖD Partisi”), Eşitlik Ve Demokrasi Partisi (EDP) gibi.

    Peki, bu adı geçenler ve benzerleri her alanda “devrim”i, “özgürlük”ü ve “eşitlik”i savunuyorlar mı gerçekten?

    Örneğin, henüz gerçek anlamda bir kadın-erkek eşitliğine veya kadın özgürlüğüne kavuşamamış olmamızın nedenlerinden biri de, aşağıdaki gibi isimlere sahip partilerin olmayışı olabilir mi?

    Cinsel Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (CDSİP), Cinsel Özgürlük Ve Dayanışma Partisi (CÖDP), Cinsel Eşitlik Ve Demokrasi Partisi (CEDP) gibi.

    Bu arada, bu parti isimlerinden konu açılmışken, adı geçen partilerden birinin üyesi olan devrimci ve sosyalist bir Yahudi kökenli vatandaşımız, bir yazısında (Evren bugün ne demektir – 18.02.2012) şöyle diyordu:

    “Halkımız için hayırlı olsun. Bir Komünist Parti’miz daha oldu!

    İkisinin de adı TKP.

    Yeni kurulan TKP, eski TKP’nin eski üyeleri tarafından kurulmuş.

    Mevcut olan TKP’ye biz zaten “yeni TKP” diyorduk, artık mevcut olmayan TKP’yi ise “eski TKP” diye biliyorduk.

    Şimdi bazı “eski TKP” üyeleri “yeni” bir TKP kurduğuna göre, herhalde buna “yeni TKP” dememiz gerekecek. Ama o zaman, daha düne kadar “yeni TKP” dediğimiz partiye ne diyeceğiz? Belki “eski yeni TKP” diyebiliriz. En yeni kurulanına da “yeni eski TKP” deriz.

    Daha makul bir çözüm de geliyor aklıma.

    Birkaç yıldır kendine “TKP” diyen ve komünizmle hiçbir alakası olmayan “yeni TKP”, isim değişikliği yapabilir. İsmini “Türkiye Kemalist Partisi” olarak değiştirebilir.

    Böylece hem daha popüler olur hem de siyasetlerini çok daha doğru yansıtan bir ismi olur.

    Neyse, amacım parti isimlerini tartışmak değil. Bu tartışmaya girersek, sonu gelmez.

    Mesela, adında “özgürlük” kelimesi geçen partinin üyeleri, bu kelimeyi “başka partilerin üyelerini sokakta dövmek özgürlüğü” şeklinde anlayınca, bu partiye de isim değişikliği önermek gerekmez mi?

    Mesela, CHP’nin isminde “halk” kelimesinin ne işi var?”

  200. https://demirden-kapilar.blogspot.com/2018/08/demirtasn-hdpye-elestirisi-hdpnin.html

    “Marksizm dayandığı metodoloji ve kavram sistemiyle iyi kötü, en azından, hem insanlık tarihinin genel eğilimi hem de son yüzyıllar Avrupa tarihinin genel gidişini açıklar görünüyordu.
    Buna bağlı olarak da program, strateji, örgüt ve taktikler geliştirebiliyor ve ezilenlerin çabalarına yol gösterici olabiliyordu.
    Ancak gerek kapitalizm öncesi antik tarih, gerek yirminci yüzyıl (geri kalmış ülkeler ve “Sosyalist Ülkeler” denilen bürokratik diktatörlükler, en ileri ülkelerdeki faşizmler veya kapitalizm çerçevesindeki reformlarla yetinme, Yeni Sosyal Hareketler vs.) bu kavramların yetersiz olduğu ortaya çıktı. Ve Marksizm bir krize girdi.
    Bu krizden daha derin ve kapsayıcı kavramlarla çıkabilirdi.
    Tabii Marksizmin krizi insanlığın krizi olarak da yansıdı. Marksizm olguları açıklayamayınca program da geliştiremedi. Eski program ve stratejiler yetersiz kaldı. Bu nedenle, bugün gerek dünyadaki gerek tek tek ülkelerde ve özellikle de Türkiye’deki çıkışsızlığın temelinde Marksizmin krizi yatmaktadır.
    Marksizmin krizinin temelinde ise onun Din’in ve Ulus’un ne olduğunu açıklayamaması bulunmaktadır.
    Ama Din’in ve Ulusun ne olduğunu açıklayamamasının temelinde de Aydınlanma’nın normatif (yani Toplumu düzenleyen, ama açıklamayan, analiz etmeyen) kavramlarını sanki onlar toplumu açıklayan, analiz eden kavramlarmış, yani sosyolojik kavramlarmış gibi ele alması, yani genel bir ifadeyle Aydınlanma’nın kalıntıları yatmaktadır.
    Bugün Marksizmin kimi genel ve temel hataları, metodolojik hataları onun karşısına aşılmaz bir duvar olarak çıkmıştır. Hiçbir kitle desteği ve toplumsal hareketlenme onun bu temel ve genel hatalardan kurtulabilmesini sağlayamamıştır. Çünkü hatalar bizden hızlı koşarlar. Tam kaçıp kurtulduğumuzu sandığımız anda karşımıza aşılmaz bir duvar olarak çıkarlar.
    O halde insanlığın ve tek tek ülkelerdeki ezilenlerin krizden çıkabilmesi için öncelikle Marksizmin krizden çıkması, yani sonuç olarak ulusun ve dinin ne olduğunu açıklayabilir bir kavramsal düzeye yükselmesi gerekmektedir.
    Bunu metodolojik düzeyde değil de sosyolojik düzeyde ifade etmek gerekirse, bir Din ve Ulus teorisi olması gerekir. Ancak bu durumda tekrar insanlığa yol gösterecek bir program, strateji ve örgüt biçimleri geliştirebilir.”

  201. “Türkiye” diye bir ülke yok.

    Başka deyişle, “Türkiye”, zorlama bir ülke.

    “Kuzey Kürdistan”dan bile daha zorlama.

  202. Türkiye, Mete Han’ın veya Cengiz Han’ın devletleri gibi “at üstünde” – pardon tank üstünde yönetilen bir ülkedir.

    Bu nedenle, “atlı kültür” – pardon tanklı kültür aşamasını henüz geride bırakamamıştır.

  203. Paşa’dan İtiraflar: “Kıbrıs’ta Cami Yaktık”

    http://marksist.net/suphi_koray/pasa’dan_itiraflar_“kibris’ta_cami_yaktik”.htm

    Padişah’tan İtiraflar: “Türkiye’de [kontrollü] darbe yaptık!”

    Serok’tan İtiraflar: “Kürdistan devrimini [daha büyük bir devrim olan Demokratik Türkiye karşılığında] sattık!”

    Türk Yoldaş’tan İtiraflar: “Taksim’de devrim yaptık [ama ne yazık ki karşıdevrimle sonuçlandı]!”

    Kürt Yoldaş’tan İtiraflar: “Rojava’da devrim yaptık [ama ne yazık ki Baaslı, Amerikalı, Rus, hatta Suudi ve Körfezli yoldaşlarımızın yardımına muhtaç kaldık]!”

  204. Metodolojik, Sosyolojik diyen Demir pas tutmaz!

    “Bunu metodolojik düzeyde değil de sosyolojik düzeyde ifade etmek gerekirse, bir Din ve Ulus teorisi olması gerekir. Ancak bu durumda tekrar insanlığa yol gösterecek bir program, strateji ve örgüt biçimleri geliştirebilir.”
    BüyükAydın’ı el değmemiş, bakire, kız oğlan kız Karl Marks uykusundan uyandırmak, deveye hendek atlatmaktan zor.
    “Bir çağın egemen fikirleri yalnızca egemen sınıfın fikirleri olmuştur.”
    Marks
    19. yüz yılda en başta gelen, en gözde egemen fikirler nelerdi?
    İLERLEME ve fırlaması BİLİM.

    NAKARAT: MARKS, BUNLARI KÖKÜNE KADAR YUTTU.

    Medeniyet beşiğinde, tarım ve yerleşik yaşam siyasi toplumu ile başlayan sosyal haksızlık ve eşitsizlik ve dolayısıyla bu belalardan kurtuluşsal (soteriolojik) kurgular 19. yüz yıla kadar Medeniyet egemen fikirleri oldular.

    NAKARAT: MARKS, BUNLARI KÖKÜNE KADAR YUTTU.

    Kapitalizm-Burjuva düzeni çıkana kadar mükemmellik, saflık, hatta ölümsüzlük BAŞLANGIÇTA hayal edilirdi.
    Hatta bunların en önemlileri şimdi bilimsel bile oldular: Big Bang; Psikolojide insan doğar doğmaz kafayı yemeye başlar; Çocuk-Genç-Yaşlı-Ölüm; tarihte medeniyetler, imparatorluklar doğar, coşar, duraklar, geberir; tohum birden bine dönüşür falan filan. Kapitalizm-Burjuva, mükemmelliği, SONA, KIYAMET GÜNÜNE havale etti.

    NAKARAT: MARKS, BUNLARI KÖKÜNE KADAR YUTTU.

    Hadi biraz daha gülelim. Türk ekonomisi bataklıkta, bir bakarsın Devlet gülmeden vergi almaya başlar.

    Bilimsel falcı Marks’a kadar, insanlar, ayaklandılar, başkaldırdılar, isyan ettiler, Medeniyet’in getirdiği eşitsizlik ve haksızlığı yok etme ümidi beslediler. Bilim coşkunluğuna kapılan Marks, bu ümidi de bilimsel etmeye karar verdi. Bilim falına baktı, beklendiği gibi, sık sık mahalle fakirlerinin falına bakan annem misali, insanların muratlarına erişecekleri çıktı.

    Bu çıkan falın felaketine uğrayan bir ülkede cahil halk arasında dolaşan bir espri:
    – ‘Bilimsel Sosyalizm’i Demir BüyükAydın mı buldu?
    – “Who in the f*uck is he? Hayır!
    – Peki, kim?
    – Marks ve Engels.
    – Yahu keşke bizden önce farelerin üzerinde deneselerdi!

    Gülmeye devam.
    Peki, ya falda insanın haksızlıktan kurtulmayacağı çıksaydı ne olacaktı?
    Ne Lenin, ne Mao, ne x, ne y, ne z … ne hızlı Türk solcu marksist- anarşist devrimciler, ne peygamber Marks hadislerini yazmaktan usanmayan Demir gibi at gözlükleri takmış falcılar olacaktı. Demir gibi milyarları cebinden çıkaracak Marksist Benjamin “politik ideolojiler üstü kapalı teolojilerdir” dedi. Marks dini rahibi Demir’e çok yakışıyor. Ulan insan bu kadar devasa beyinli diyalektikçi olur be! BüyükAydın, “eğer araba DİNSİZLİK VE ULUSLARARACILIK yağlamalarla yola çıkmıyorsa, bilimsel-aydın-rasyonel-deneysel- … olmalı, DİN VE ULUS yağları denemeli” der. Yoksa asıl yağı Er-Doğan ve Trump gibilere mi çekiyor acaba?
    Sanırım ben de Leninsiz, Maosuz, …-sız/siz, hızlı Türk solcu marksist- anarşist devrimcisiz ve hepsini besleyen Kapitalsiz bir toplum hayalleri kurmaya başladım. Gayri bilimsel olmak genlerime yazılı olmuş olacak.
    Let’s be real, man! Politikacısız politik toplum olur mu? Siyasi toplumlar Necip’in sattığı arabalara benzerler. Necip’in arabaları gibi ya tamir edilir ya da yenisi üretilir. Zaten, dahi Necip’in tamir ve satışını yaptığı arabaların gerçek adı OTO-MOBİL. Necip bu çok büyük altın yumurtasını saklamakta. Oto-mobil, Big Bang gibi kendi kendine harekete geçer ve kendi kendine hareket eder. Hareket de kıyamete kadar değişmeyecek, hiç durmayacak, hep hareket edecek. Ancak kıyamet günü, artık evrenin harekete takati kalmayıp tahtalıköyü boyladığında hareket durabilecek. O halde, zaman oldukça siyasi toplum olacak. Kıyamete kadar kurtuluş yok

  205. Devrimci lider DemirküçükaydınTaş

    Selahattin DemirküçükaydınTaş devrimci hareketin başına geçerse devrimin başarısız olması diye bir şey artık mümkün olmaz.

    Çünkü, DemirküçükaydınTaş gibi devrimci liderlerin sosyolojilerinde ve metodolojilerinde bir hata olması mümkün değildir.

    Yukarıdaki arkadaş bu nedenle yanılıyor ve derhal özeleştirisini vermelidir.

  206. Aydın Küçükdemir

    Bu nedenle, bugün gerek dünyadaki gerek tek tek ülkelerde ve özellikle de Türkiye’deki çıkışsızlığın temelinde Din’in ve Ulus’un krizi yatmaktadır.
    Din’in ve Ulus’un krizinin temelinde ise onun Marksizmin ne olduğunu açıklayamaması bulunmaktadır.
    Bugün Din’in ve Ulus’un kimi genel ve temel hataları, metodolojik hataları onun karşısına aşılmaz bir duvar olarak çıkmıştır. Hiçbir kitle desteği ve toplumsal hareketlenme onun bu temel ve genel hatalardan kurtulabilmesini sağlayamamıştır. Çünkü hatalar bizden hızlı koşarlar. Tam kaçıp kurtulduğumuzu sandığımız anda karşımıza aşılmaz bir duvar olarak çıkarlar.
    O halde insanlığın ve tek tek ülkelerdeki ezilenlerin krizden çıkabilmesi için öncelikle Din’in ve Ulus’un krizden çıkması, yani sonuç olarak Marksizmin ne olduğunu açıklayabilir bir kavramsal düzeye yükselmesi gerekmektedir.
    Bunu metodolojik düzeyde değil de sosyolojik düzeyde ifade etmek gerekirse, bir Marksizm teorisi olması gerekir. Ancak bu durumda tekrar insanlığa yol gösterecek bir program, strateji ve örgüt biçimleri geliştirebilir.

  207. Ulusçuluk = Putperestlik

    İnsanlığın Ulusçuluk (Putperestlik), Uluslar (Çoktanrıcılık) ve Ulusal Bayraklar (Putlar) gibi deli gömleklerinden kurtulabilmesi için İnsanlık’a (Tek Tanrı’ya) inanması ve İnsanlıkçılık (Tektanrıcılık) aşamasına varması şarttır.

    Bunun için ise İnsanlık düşmanı Ulusçular’la (Kafir Putperestler’le) mücadele etmesi, İnsanlık’ı bölen Ulus’ların (Çoktanrıcı’ların tanrılarının) batıllığını göstermesi ve Ulusal Bayraklar’ı (Putlar’ı) parçalaması gerekir.

  208. Politik cahillik nerede, ne zaman ve nasıl doğdu.
    Politik cahillik medeniyet beşiği Mezopotamya’da, Sümer’de, 6-7 bin yıl önce doğdu.
    Nasıl doğduğu asıl konumuz.
    Bir Türk dahisine göre İktidar tıpkı insan gibi Havva anadan doğdu. Peki, politik cahilliği kim doğurdu? Matematik.
    Tapınak rahipleri, nesnelleşmiş keçi, koyun, vergi, borç, tarla alanı gibi metaları çiziklerle kayda geçerlerdi. Gel zaman git zaman, sözler de çiziklere çevrildi, yazı oldu. Yazı ile okul, okuma-yazma- çizme, yani, politik cahillik doğdu.

    Bu sitede egemen görüş, Türk dahisinin kozmik görüşüdür. Bu görüşe göre tarih, asıl öz ve töz kozmik varlıkların tecessümünden ibarettir. Türk dahisi ile aynı görüşe sahipler de az değil. Mesela hayvanların bile medeniyeti olduğunu iddia edenler oldu.

    Ben somut, özellikle günümüze ışık tutan, günümüz dünyasını oluşturan, tarihte doğmuş ve tarihte sona ermiş varlıklar ve olayları tercih ederim.

    Örneğin dünyanın bir çok yerlerinde tarım veya bahçecilik yapıldı ama günümüz dünyası Sümer ile doğdu.

    Hem “Güneş altında yeni/değişen hiçbir şey yok” bayrağını taşıyan ve hem de yenilik ve değişme coşkunluğundan taşanlar uzak dursa fena olmaz.

    Ama “perennial philosophy” beni rahatsız etmez.

    Cahillikle politik cahillik farkı vurgulayan örneklerden en sevdiklerimden biri Afrika’da gerçekten olur ve sonra roman halinde yayınlanır.

    Afrika’da çiftlik sahibi bir kadın, yerlileri sömürme ve aşağı görmeye karşı tiksinti duyar ve çocuklara okuma yazma öğretmesi için ülkesinden bir öğretmen getirtir. Öğretmen bir çardak altında derslere başlar. Bir süre sonra gençler Nuh zamanından kalma bir ihtiyar şefi sırtlarında getirirler. İhtiyar vır vır eder. Kadın ne dediğini gençlere sorar.
    – Bu adam çocuklara ne yapıyor?
    – Okuma yazma öğretiyor.
    – Neden?
    – Cahillikten kurtulmaları için.
    – İngilizler okuma yazma biliyor ama cahillikten kurtulmamışlar.

    Politik cahilliği egemen güçler yarattılar. Fakirlik de öyle.

    Bunlar politik kavramlar. Ebedi kavramlar değiller, tabii Necip bey gibi ideler dünyasında yaşayanlar hariç.

    Son zamanlarda daha değişik bir yaklaşım denenmekte.
    İlham, İnternet ve Sosyal Medya sayesinde bu sitedekiler gibi gittikçe artan büyük beyinlilerden geldi.
    Adı? “Collective Intelligence”
    Amacı? Medenilerin ilkellerden daha zeki oldukları, her medeninin zeki, küçük harflerle, ama bazılarının çok daha zeki olduğu emziğini dağıtmak.
    Küçük harflerle yazılanlarla ilgili bir espri:
    Küçük harfli yazık-çizikleri okumadıklarından sık sık kazık yiyen Amerikan ayak takımı politik cahiller, çok güzel bir espri yarattılar: “This is a learning planet!”

    Bakalım bir şu medeni büyük beyinlilere.

    İlkellikten medeniliğe geçildiğinde daha kısa yaşanır, boy uzunluğu kısalır, diş çürüklüğü artar, yiyeceklerle elde edilen vitamin ve iz mineraller azalır, insanlar gıda ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için çok daha fazla çalışırlar, savaşlar başlar. Herkesin eşit olduğu turistler toplumundan , herkes eşit ama bazıları daha eşit toplumuna geçilir.
    Bırakalım derviş Necip’i insan harabeleri dünyasında “o da kimmiş” huu huuları çekip dönmesine.
    Neden daha zeki medeniler “fuc* this sh*t” deyip geri cahil ve yeşil otçuluk ilkellik anarşizmine dönmediler? Neden ÇIKAR gütmediler. Bilen var mı?

    Geleyim bu bağlamda matematiğin yararına.
    Binlerce somut örnek verilebilir ama benim sevdiğim olay, mantıkta çığır açan Frege ile filozof matematikçi B. Russell arasında geçer.

    İkinci Dünya Savaşı’nın geldiğini ve faşistliğin, aynı şimdiki gibi, yayıldığını gören Russell, Avrupa’yı gezer, savaşa karşı konferanslar verir, fikirlerini açıklar. İngiltere’ye dönerken, Almanya’da, çok beğendiği ve etkisi altında kaldığı Frege’i ziyaret eder. Frege “pislikleri temizlemeliyiz” der. Russell, Frege’in matematik ve mantığın içinde bulunduğu kaotik duruma gönderme yaptığını düşünerek bütün kalbiyle katılır. Ama biraz sonra “pisliğin” Yahudiler olduğunu anlar.
    Eğer matematiksel ve yüzdelere dayanan bir kıyaslama yaparsak, hızlı anarşist gibi büyük beyinli okur-yazar-çizer ve şimdi sosyal medya ile üssel artan politik cahiller arasında mı daha yüksek %, yoksa ayak takımları politik cahiller arasında mı daha yüksek %?
    That is the question!

    Son zamanlarda, bana bu sitede yaşadığım diğer bir olayı hatırlatan yaratıcı altın yumurtalar yumurtlanıyor.

    Yine evvel zaman içinde, hızlı sol/sağ devrimcileri sitesi içinde, haddimi bilmeyerek Gençlik ve Mutlu Olma mitlerinin, aynı marksizm ve anarşizm gibi, aslında daha soyut olan İlerleme mitinin uşakları, veya dinsel formülle ÜÇTE BİR ve BİRDE ÜÇ, olduğunu yazma cüretinde bulundum. Bundan habersiz hızlı anarşist benim bunadığımı yazdı.
    Mutlu olmanın insan hakkı olduğunun ABD anayasasında yazılmış olması bile yuttuğu afyonun etkisini azaltmadı. 19. yüz yıldan beri hızla değişen teknolojiye ancak gençlerin ayak uydurabileceklerini bilmeyen kalmadı ama bizim hızlı anarşist duymamış. Hatta kendisinin farkında olmadan gençleri pompaladığı bile herifi uyandırmaz. Hatta ve hatta herif salt sidik yarışı için batıl inançlara başvurdu: “Yaşlılık diye bir şey yoktur” ” bakın beni nasıl gencecik kaldım diye pompalıyorlar!” dedi.
    Bu herifin politik cahilliği sınırsız. Dünyanın dört bucağında, zamanın son 50-100 bin yıl kucağında, insanın mitleriyle yaşlılıktan dert yandıklarını bilmeyen bu politik cahilini ne pompalamış? İLERLEME!
    Transhumanizmi bir tarafa bıraksak, sayısız ülkeler “Amerikalılaştırılamazlardanmıyız?” huu huusu çekerek “Mutluluk Bakanlıkları” kurmakta. Darısı bu sitede dolup taşan Ne Mutlu Türklerin Türkiyesine.
    Bu mutlu haber, dünyada ve ilkelerde sayısız b*k sinekleri falan filanları coşturdu. Okur-yazar- çizerler, BM, psikologlar, sosyologlar, solcu/sağcı devrimciler hoplayıp zıplıyorlar. İstatistikler, kıyaslamalar, öznel mutluluk, nesnel mutluluk, laik mutluluk, dinsel mutluluk, diploma sayıları, Necip ve bu hızlı anarşist gibi mutluluk hapı alanlar, placebo etkileri, … you fuck*ng name it!

  209. Biz burada ideolojiler, dinler, mezhepler, siniflar filan gibi son derece ciddi, hatta uhrevi, seyler konusaduralim; disarida bambaska hayatlar varmis da haberim yok-mus..

    Bir ahbabim bana su parodilerinin linkini gonderdi:

    https://www.youtube.com/channel/UCy1HpjOFNFPDVny6_UyE4zg

    Birkac tanesini seyrettim.

    Ne diyecegimi, nasil davranacagimi, ne tepki verecegimi bilemedim.

    Guleyim mi, aglayayim mi..

    Afalladim.

    Is hayati ne kadar da degismis boyle..

    Bu parodilerdekilerin yuzde biri bile gercekci ise, yeni normal bu ise, iskalamis olduguma ne kadar sukretsem azdir.

  210. Dünyaya çocuk getirmek

    Bir soru:

    Böyle bir dünyaya çocuk getirmek mümkün müdür?

    Bir zamanlar

    “Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum”

    diyenlerden farklı olarak

    “Böyle bir dünyaya istesem de “çocuk” getiremem

    ancak

    okula öğrenci – orduya asker – işe çalışan – eve kiracı – trafiğe yolcu – markete müşteri – bankaya hesap – partiye seçmen – takıma taraftar – otele tatilci – hastaneye hasta – (dışarıdaki) akıl hastanelerine akıl hastası – medyaya izleyici – sosyal medyaya kullanıcı – resmi ideolojiye inanıcı

    yani bunların dışında bir seçeneği olmayan bir “şey”

    getirebilirim”

    diyen biri varmış.

  211. Sistem içi reform ve iyileştirmelerle yetinmek, çözüm önerisi olarak bunları göstermek o kadar da kötü müdür? Özellikle de sistemi kökünden değiştirmek – Necip Bey gibi düşünenlerin savunduğu üzere – mümkün değilse?

    Örneğin nasıl bir ülkede yaşamayı isterdiniz?

    Tek parti, hatta tek kişi rejimlerinin ve resmi ideolojilerinin iktidar olduğu, yani demokrasinin hiç olmadığı bir ülkede mi, yoksa burjuva demokrasisi denen rejimlerin gelişmiş olduğu, yani sistem içi de olsa iyi kötü bir demokrasinin olduğu bir ülkede mi?

    Kısacası, doğrudan demokrasi olmamasına rağmen “burjuva demokrasisi” tarafından yönetilen bir dünya istemez miydiniz?

    Dinci bir rejimin, hatta sözde laik olmasına rağmen dinci devlet ve toplum baskılarının egemen olduğu, örneğin laikliğe aykırı olarak bazı din ve mezheplerin tanınmadığı ve belli bir din ve mezhebin zorunlu ders olarak dayatıldığı bir ülkede mi, yoksa bütün bunların olmadığı bir ülkede mi?

    Kısacası, din ortadan kalkmadığı halde gerçek bir laiklik ve inanç özgürlüğünün olduğu bir dünya istemez miydiniz?

    Zorunlu askerliğin kaldırılması bir yana, askerliğe alternatif sivil kamu hizmeti ve vicdani red haklarının bile tanınmadığı ve Mehmetçik, Ordu-Millet, Vatan-Millet-Sakarya gibi kavramlarda ifadesini bulan militarist bir devlet ve toplum düzeninde mi, yoksa zorunlu askerliğin tamamen kaldırıldığı bir ülkede mi?

    Kısacası, orduların ortadan kalkmadığı fakat militarist bir kültürün, devletin ve toplum yapısının olmadığı nispeten özgür bir dünya istemez miydiniz?

  212. 204 ve Öz Özeleştirim

    Sayın 204
    Özeleştiriden çekinmem. Hatta yüzde yüz modern ve medeni olduğum için hayatım özeleştiriyle geçti. Aynı ve biraz ‘Blues Brothers’ filminde Elmwood’ın dediği “ben sömürmenin allahını bilirim, hayatım sömürülmeyle geçti” gibi. Hatta, karıma, bu nedenden, mezar taşıma “hiç bir şey anlamadı” yazdırtmasını söyledim. Daha doğduğumda b*k içinde doğmuşum. Çok fakir olduğumuzdan ve çok geç kaldığımdan (benimle bir büyük arası 17 yıl) annem beni hela deliğine atmış, komşular tantanayı duyup beni kurtarmışlar. Biraz uzun atlarsam, 42 yıldır bir Yahudi karıyla evliyim ama “Müslüman ve Yahudi Nasıl Barış İçinde Yaşar” adlı bir kitap bile yazıp köşeyi dönmek ne onun ne de benim aklımıza gelmedi. Annem Arap, babam Kürt ben yüzde yüz Türk. Bu fırsattan da benzeri biçimde yararlanamadım. Hâlâ bu yaşta pazar yerinde katır gibi kamyon doldurup boşaltıyorum. Neden?
    Aklım sıra ben, “Kapital kadar evrenin bile çocuk oyuncağı, tarih boyunca var ola gelmiş bütün allahların tümünün bile çocuk oyuncağı bir allah doğmamıştır” kırık plakına takılan bir enayiyim.
    Not: Bence “Kapital”in yerini “Nasıl” aldı ama işi uzatmak istemiyorum. Algoritma çılgınlığını düşünün yeter.
    Kapital’in en derin sırları:
    1. Varsa satacağın, çık pazara, çık ringe!
    2. Her insan bir doğal kaynaktır!
    3. Her insan, kendini ve cevherlerini yatırım olarak görmelidir!
    4. Doğal dünyaya doğal doğmayı her doğan başarır, önemli olan Kapital’e doğmaktır!
    Tabii dahası var ama çok uzar.

    En salakça ve sonsuz basit bir örnek: Halk türkücü şairler, kendi yazdıkları şiirleri en sevdikleri şair yazmış gibi bitirirlerdi.
    Daha karışık bir örnek: Mitler toplumun özgeçmişiydi. Şimdi Tarih var.
    Çok daha karışık ve kendimle çelişkiye düştüğüm gibi görünecek bir örnek: Özgür toplumlarda Tarih olmaz, yani kazananları kayda geçen saray dalkavukları (BüyükAydın gibi) olmaz, salt özgeçmişler olur.
    Galiba özeleştirimi açıklamak özeleştiri oldu. Kısa keseyim.
    Peki, bu dünya bu kadar mı büyük bir bataklık?
    Hayır.
    Medeniler arasında bataklığı görenler oldu ve bana ışık tutmada sonsuz yardımcı oldular.
    Daha net yardım ilkellerden geldi.
    İşte benim gibi salaklara yakışır sonsuz basit örnekler:
    İçinde yaşadığımız Kapital dünyasının en büyük inşaat mühendislerinden biri olan ABD Kızılderililerden yaşadıkları toprağın bir parçasını satın almak ister. Salt Marks Kapital kafesindeki medenilere paranın ne olduğunu milyonlar sayfayla anlatır. Bu konuda akıtılan mürekkep okyanusları aşar.
    Bakalım yüksek kültürlü ırkçı Türk ve Kürt dolu bu sitedekilerin alçak kültürlü Kızılderilileri ne derler:
    “Toprak bizim değil. Biz para kullanmıyoruz. Parayı ne yapacağız?”
    Diğer bir örnek:
    İlkeller için mülkiyet ölüm demektir!
    Yani, mülkiyet, mülkiyet tuzağındaki kölelere alın yazısı veya gen yazısı anlatım koca kelleliği değil, ölüp Kapital’e doğmak!
    Görüyorsunuz benim bir özeleştiri derdim var dertlerden içeri.

    Eğer bu hislerimi bir şiirle aktarmak istersem,

    Here one can neither stand nor lie nor sit
    There is not even silence in the mountains
    But dry sterile thunder without rain

    Burada ne ayakta durmak,
    Ne uzanmak,
    Ne oturmak mümkün.
    Dağlarda bile sessizlik yok,
    Yağmursuz bir gök gürültüsü, bir hengame.

    Yani dağlarda bile bu Devrimci lider DemirküçükaydınTaş ve Selahattin DemirküçükaydınTaş gibi insan harabelerinin (yukardaki şiirin adı Wasteland) laflarını Hitler Gençleri gibi hep birlikte çağıran seyirci veya dikizcilerin seslerinden kaçma imkanı yok.
    Sadede geleyim.
    Özeleştirimin özü: Turp Trump, Erkek-Karı Merkel, Xi Pingpong, (Fransızca Pute) Pute-in, (Fransızca maquereau) Macro, (Arapça ve Türkçe) Er-i-elinde- Doğan ve diğer Yüksek Kürt-Türk Kültür Endüstrisi tüketim ve eğlence medya yıldızlarını duymadan yaşamamam mümkün değil.
    Bu sitenin yüksek kültürlü ırkçı Türk ve Kürt iyi kalplileri, allah razı olsun, allah onları tüketicilikten mahrum etmesin, defalarca Medeniyet zaman ve mekanında en eski şifayı hatırlattılar: “S*ktir ol git, ilkellerle yaşa!”, “Hem ‘bizim’ yarattığımız zenginlikten yararlanıyorsun, hem de dır dır edip duruyorsun” Bunlar o kadar yükseğe çıkmışlar ki aşağıyı görmez olmuşlar, salt daha İLERİ, salt daha YÜKSEK görüyorlar.
    Son söz: Bütün taklitçilerin taklit ettiklerinden sonsuz daha hızlı oldukları gibi, Devrimci lider DemirBüyükAydın bütün taklitçi Türkler gibi ‘professoriallık’ ve bilimsellikle kafayı bozmuş. Korkarım, bu lider ama lider değil lider DemirBüyükAydın, Islahettin Temiztaş soyadındaki ‘taş”ın aslında geleceğin ‘cutting edge” enerji kaynağı teknolojisi müjdesinin gizli şifresi olduğunu ilan etmez. Bunun cici bici adı Hidrolik kırma veya “Rock veya Taş Fracking (f*cking gibi).”
    This is a natural resource planet!

  213. “The enemy of my enemy is my friend.”

    İşte kahraman bir asker (ve kendisi gibi kahraman olan eşi);

    http://www.hurriyet.com.tr/gundem/pilot-kerimenin-oyunlari-ahlak-disi-ve-cinsel-icerikli-iftiralar-40932961

  214. 208 ve Politik Cahillik + Bunaklık

    Matematik hocası bir işlem yapamayana “oğlum baban pijama giyinmiş, tanımadın mı? derdi.
    “There is nothing new under the sun” deyişini evrene uygulayan Türk dahisi bunak, “evrende yeni/değişen hiçbir şey yok” (Arapça) tizini savunan eski deyişe bir YENİLİK getirdi.
    Bu bunağın bunaklıklarını ve boş laflarını ifşa ettiğimde kaçardı, saklanırdı. Hatırlatalı hayatına bir YENİLİK daha kattı. Artık kaçmıyor. Zileli ve diğer doğa uzmanları ırkçılar gibi antideprasyon hapı atıp umursamadığını “brief and intense”, “kısa ve yoğun” cevaplar vererek huzura kavuşup sidik yarışına devam ediyor.

    Bu bunak bir ara “‘Eski’den tamamen farkli oldugu iddiasi sadece ‘pazarlama’dir.” demişti.
    Şimdi de “Is hayati ne kadar da degismis boyle..” diyor.
    Kısa bir süre önce de, aklı sıra, 68’li moruklarla alay etmişti. Yani, dolaylı 68’in ne olduğunu biliyor gibi konuştu.
    Gerçi bana göre, bu herifin bilme kapasitesi geniş olabilir ama anlama kapasitesi eksi sonsuz ama bakalım bu son altın yumurtasına.
    Oğlum baban pijama giymiş tanımadın mı?
    Veya altın yumurtalar yumurtlamadan her yıl k*ç ameliyatı yaptıran Yüksek IQ’lü Türk dahisi araba tamir ve satış uzmanını da mı duymadın: ‘Eski’den tamamen farkli oldugu iddiasi sadece ‘pazarlama’dir.
    Oğlum, bunlar 60’ların özü. Ambalajlar değişmiş. En ünlü adlarından biri olan ‘rat race’i duymamazlıktan gelmenin nedeni ne acaba? İçinde doğup, içinde büyüdüğün için mi?
    Bu bunaklığını iftihar ve serinlik içinde sergilemen için hangi hapları yutuyorsun?
    Sevdiğim bir düşünür, acı içinde “68’ler, sadece koca g*tlü şirket CEO masalarını kareden daha feminin oval olmasına ve bazı (bu site enayilerinin anladığı) doğa çiçekli saksılarla süslenmesine yaradı” dedi.

    Bence, sen CEO kadar yüksek değilsin ama bu gözlemdeki hilkat garibelerinde alçakta dolaşan siliklerden birisin.

    Bir ihtimal daha var. O da kimmişler.
    Sizin 3. mevkide seyahat ettiğiniz trenin başını çeken ve hipersüper mevkisinde trenin başını çeken ABD’de, halihazırda 1979 yılında – uyu taklitçi uyu – Christopher Lasch, ‘The Culture of Narcissism’ kitabında asillerle aşk/nefret içinde olan burjuvaların yerini silik, kişisiz, vurdum duymaz, ‘anything goes’, ‘anything that works’ CEO’ların aldığını inceledi ve işledi.
    Bu siliklerin hayatlarını canlandıran yüzlerce seyredince insanın kusması gelen şahane filimler ve edebiyat eserleri bile sayısız.
    Sen bu değişmeden bile habersiz yeni düzende yer almış aşağılarda 19. yüz yıldaki burjuva imgeleriyle sayıklayan bir “businessman”, meşguliyet-adamısın.
    19. yüz yılı Türkiye’ye sokan AtıTürk ve Karlos Markos seni çok fena pompalamışlar. Buna, seninle aynı ama değişik ambalaj kullanan Zileli ve diğer yorumcuların dedikodularının da seni pompalamasını eklersek senin patlamaman bir mucize!
    Sen o kadar bilir-anlamazsın ki, Türkiye’nin 70’lerden bu yana orta sınıf devrimcilerle aynada yansıları orta sınıf jimnastik salonlarında beden aşkına düşenler bile seni yuttuğun haplardan uyandırmamış. Turizm, bin bir türlü mucize sağlık tarifleri, tatile gitmek, tatil köyleri, hızla artan sarışınlık ve binlerce daha falan filanı da eklersek anlama kıtlılığın çok daha belirli olur.

  215. “Ne Türkiye’de ne de Avrupa’da bu gibi “devrimciler”in bir kıymeti harbiyesi vardır. Bunların fikirlerini ve radikal retoriğini kimse ciddiye almamaktadır. Bunların marjinal dünyasına girmek bir züldür. Politika yapacaksanız politik güçlerle ilgilenmek ve onların düşünce ve programlarını esas almak zorundasınız. Politik dünyada esamesi okunmayan marjinal kişi ve gruplarla uğraşmanın mantiki, rasyonel bir açıklaması yoktur. Onun için ben bu grup ve kişilerle tartışmak istemiyorum. Benim o dünyada bir işim yoktur.”

    http://www.geocities.ws/dersimsite/dersimsorunu.html

    Ne Türkiye’de ne de Avrupa’da bu gibi “AKP muhalifleri”nin bir kıymeti harbiyesi vardır. Bunların fikirlerini ve radikal retoriğini kimse ciddiye almamaktadır. Bunların marjinal dünyasına girmek bir züldür. AKP’yi devirecekseniz AKP karşıtı güçlerle ilgilenmek ve onların düşünce ve programlarını esas almak zorundasınız. AKP karşıtı dünyada esamesi okunmayan marjinal kişi ve gruplarla uğraşmanın mantiki, rasyonel bir açıklaması yoktur. Onun için ben bu grup ve kişilerle tartışmak istemiyorum. Benim o dünyada bir işim yoktur.

  216. DEMOKRASİSİZ DEMOKRASİ VE CHP (1)

    (8 Temmuz 2008) : Defterlerimden birine not etmişim: “Kanal Türk Televizyonu’nda Fuat Keyman ve Levent Köker adlı iki öğretim üyesi Türkiye’yi demokratikleştiren (!) AKP iktidarını öve öve bitiremiyorlar. 2002’den bu yana Türkiye’yi demokratikleştirme iddiasıyla beyin yıkamanın gele gele Ergenekon operasyonuna geldiğini fark edemiyorlar. Ergenekon operasyonunun, 12 Mart ve 12 Eylül operasyonlarından ne farkı var?”

    Şaşırıyorum: Benim gibi bir şairin gördüklerini iki üniversite hocası neden görememişler, göremiyorlar. Ama ben onları görüyorum: CHP’ye, dolayısıyla Cumhuriyet’e öylesine (düşman demeyeyim ama) yabancılar ki CHP’nin “statüko” tutkusunu anlayamıyorlar. CHP’nin ölesiye savunduğu statüko Cumhuriyet ve onun devrimleridir. Durum şimdi de böyle. Hep “böyle” olacak. Şimdi anlıyorlar mı acaba? AKP’nin saldırdığı statükonun Cumhuriyet ve devrimleri olduğunu sonunda anladılar mı acaba? Aradan 10 yıl geçmiş ve Başyücelik rejimi gelmiş. Teşhir etmek gerek bu adamları; aramızda özgürce, utanmadan gezememeliler.

    Gene sorun CHP! AKP’ye karşı körleşip, sağırlaşıp, dilsizleşip, CHP’yi sırtlanlar gibi paralıyorlar. Utanmasalar doların yükselişini CHP’nin kurultay kur(a)mamasına bağlayacaklar.

    Bu iki akademiksiyen (özellikle böyle yazıldı) ve benzerlerini çoktan not defterimden sildim, artık “karne” vermiyorum. Ama her zaman “Hal ve Gidiş” (conduite) sıfır. Bitirmeden önce herkese bir sorum var: AKP Genel Başkanı R.T.Erdoğan, “Onların doları varsa bizim de Allahımız var demiş!” Şaşırtıcı bir mantık! Çünkü “Allah” ile “Dolar” aritmetik dört işleminde birlikte yer alamazlar. Dolar ile Allah arasında toplama, çıkarma, bölme ve çarpma işlemleri yapılamaz. Ama doların da bir Allah’ı var. Üzerinde “In god we trust” yazıyor, yani “tanrıya inanırız” demek. Ve bütün maçları onların Tanrısı hep 6-0 kazanıyor. Ve kazanacak. Allah’ı her işe karıştıran kulüp başkanı mutlaka bir dolar tanrısı transfer etmeli. Ne de olsa eski futbolcu!

    Özdemir İnce

    13 Ağustos 2018

    ***

    http://ozdemirince.com/demokrasisiz-demokrasi-ve-chp-1i/

  217. “Özellikle de sistemi kökünden değiştirmek – Necip Bey gibi düşünenlerin savunduğu üzere – mümkün değilse?”

    ‘Savunmak’ kelimesi dogru bir secim midir; hic de emin degilim.

    Cunku, ben, ‘sistemi kökünden değiştirMEmek’i savunuyor degilim –yani, ‘yapilmasin; zinhar tesebbus edilmesin’ turunden bir sey dedigim yok.

    Ben, sadece ve nacizane, sunu anlatmaga calisiyorum:

    ‘Sistem’ dedigimiz sey icinde bulundugumuz sosyopolitik ortam ise, o ortamin icindeyken, o ortami ‘kökünden’ degistirmek mumkun olmaz.

    Sistemin icindeyken, sistemde degisiklikler yapabilir misiniz? Tabii ki, ama, o, sistem-ici bir degisiklik olur; sistemin icinde kalir.

    Benim evliya golgesi (babamin babasi, ve dunyaya bakisi cogu zaman da babamin diyametrik ziddi) olan dedem ‘assagi yatan da kicini yirtan da bir’ demezdi haybeye.. 🙂

    Son olarak [hazir bugunu turkulerle actik], bu konuda en bodoslama tespiti yapmis olan Kul Himmet ustadimdan bir kac misra alintilayayaim asagiya:

    Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
    Dünya kadar malın olsa ne fayda
    Söyleyen dillerin söylemez olur
    Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

    Bir gün seni götürürler evinden
    Hakkın kelamını kesme dilinden
    Kurtulmazsın Azrailin elinden
    Türlü türlü yolun olsa ne fayda

    Sen söylersin söz içinde sözün var
    Çalarsın çırparsın oğlun kızın var
    Şu dünyada üç beş arşın bezin var
    Tüm bedesten senin olsa ne fayda

    Kul Himmet Üstadım gelse otursa
    Hakkın kelâmını bile getirse
    Dünya benim deyip zapta geçirse
    Karun kadar malın olsa ne fayda

    Evet.. ‘sistemi kökünden değiştirmek’ icin yirtinmanin ucunda da bu var: Sen gidersin adin gider; dostlar filan hatirlamaz..

  218. 210 Dilenci Felsefesi ve Politika Felsefesi

    Arkadaş, siz dilencilik felsefesiyle politika felsefesini karıştırmışsınız.
    Eskiden mağrip dilencileri sadaka verene “Allah seni cennete eriştirsin” derlerdi. Şimdi “Allah seni bu kıtlık Batısından (Mağribinden) kurtarıp bolluk Batısı (Mağribe) ulaştırsın!” diyorlar.
    Ama doğrusu, ben, bu solcu devrimcilerin bile bir zamanlar
    politically incorrect “ÇALIŞMAYANA EKMEK YOK” dedikleri sahtekarlar dünyasında ÇALIŞMADAN yaşamayı becermeye ÇALIŞAN dilencileri çok severim.

    Bakın Necip gibi iyilik sever zavallı ABD ve AB kapı komşunuz Irak ve Suriye’ye, daha uzak Afganistan’a demokrasi reformları yapmak için ne zorluklar çekiyorlar. Hatta istemeyerek sayısız katliamlar bile yapıyorlar. Halklar da rahatlık, bolluk içinde, demokrasi içinde tasvip ediyorlar. Aynı k*çını rahat samanlara dayamış, rahatlıkla altın yumurtalar üreten araba satıcısı gibi.

    Bence siz, o iyi kalpli boşta konuşma ustası cahil Necip yerine çoooook uuuuuzuuuun zamandır bilinen silah endüstrisi ile savaşlar arasındaki sıkı ilişkiyi en son ve yukarıdaki bölgelerde inceleyen İnsan Hakları ‘Amnesty Journal’ı yöneten Markus Bickel’i okursanız, lafla gemi yürüten araba satıcısı iş adamının altın yumurtaları yerine o bölgelerde dönen filmleri öğrenmiş olusunuz.

    Eskiye giden bir örnek: ABD başkanı, Eisenhower, bile “The military–industrial complex” (Askerî-endüstriyel kompleks) karşısında korkusunu dile getirdi.
    Diğer bir başkan Woodrow Wilson’un bankalarla ilgili deyişleri de var.

    Hatta şu an medeniyet ve savaşın bir elmanın iki yarısı olduğu açık açık savunulmakta. Bu tezi savunanların sevgilisi Hindu tanrısı Şiva.
    Bunlar dünya treninin en süper ve hiper mevkisinde seyahat edenler. Taklitçi, politika konularında tam çaylak araba satıcısı veya eski marksizm-leninizmini anarşizm ambalajıyla satandan size pek fayda gelmez.
    Çok basit örnekler:
    1. Kapitalizmden önce harisliğe kötü gözle bakılırdı. Ünlü kapitalizm teorisyenlerinde biri “bireylerin haris olması, toplum için çok iyi” dedi. Ve hâlâ onu yaşıyoruz.
    2. Diğer ünlü biri “herkes birbirine karşı, Allah da herkese karşı!” dedi. Ve hâlâ onu yaşıyoruz.
    3. Bir ünlü de “ekonomi matematiktir, ekonomide ahlak olamaz ve olursa iyi ve etken olmasına engel olur” dedi. Ve hâlâ onu yaşıyoruz.
    Daha çok, daha daha çok var ama Necip amcanız köşesinden sayısız defa fazla yumurtladığından ameliyat olduğu halde sidik yarışını kaçırmamak için “onlar da kimmiş?”, “onların kapitalizm yazıları varsa benim de altın yumurtalarımız var” diye bağırmaya başladı bile.

    Arkadaş, çok daha kısa ifade edersem, Rönesans’tan bu yana artık diyalog yok, canavar salt kendi kendiyle monolog içinde.

    Daha da güzeli:
    Canavar ve yaltakçıları et derdinde, biz can derdinde.

  219. “AKP Genel Başkanı R.T.Erdoğan” İktidarı İle “Şair Özdemir İnce” Medyası’nın Savaşı

    https://www.youtube.com/watch?v=WFUjsxJMZrA

  220. Necip Bey,
    “Özellikle de sistemi kökünden değiştirmek – Necip Bey gibi düşünenlerin savunduğu üzere – mümkün değilse?”
    Ben de sizin gibi “‘Sistem’ dedigimiz sey icinde bulundugumuz sosyopolitik ortam ise, o ortamin icindeyken, o ortami ‘kökünden’ degistirmek mumkun olmaz.” düşünmüştüm ve daha sonra yazdıklarım bu görüşü onaylar.
    Size göre, dıştan ve kökten bir değiştirme mümkün mü? Hiç oldu mu?

  221. “Benim evliya golgesi (babamin babasi, ve dunyaya bakisi cogu zaman da babamin diyametrik ziddi) olan dedem ‘assagi yatan da kicini yirtan da bir’ demezdi haybeye..”

    Bir karikatürü hatırladım birden.

    Yemek masasında oturmuş bir aile. Daha doğrusu bir oğlan, babası, dedesi ve büyük dedeleri olduğu anlaşılan iki ihtiyar daha.

    Babası oğluna tuzu uzatırken şöyle diyor;

    “Bu tuzluk büyük büyük dedemindi. Kuşaktan kuşağa aktarıldı. Artık senin oğlum.”

  222. 216 Necip ve Dünya Açlığına Çözüm

    Horoz Necip’in altın yumurtaları dünyadaki açlığı rahatlıkla giderir.
    “‘Sistem’ dedigimiz sey icinde bulundugumuz sosyopolitik ortam ise, o ortamin icindeyken, o ortami ‘kökünden’ degistirmek mumkun olmaz.”

    Küçücük bir çocuğa bu cümleyi gösterdim kahkahalardan yere yattı.

    Merak ettim neden güldü diye, sordum. Çocuk apaçık olan akıl almaz salaklığı göremediğimi düşünerek benimle de alay etti.

    Israr ettim, çocuk Sokrat yöntemi kullanarak açıkladı.

    – Bu salak, ortam, sadece ve sadece dışında olanlar tarafından kökten değiştirebilir diyor, değil mi?
    – Evet.
    – Bu hödüğün cici bici sosyopolitik ortamını değiştirmek isteyenler sistemden şikayeti olanlar, derdi olanlar değil mi?
    – Evet.
    – Dışarıda olanın değiştirme derdi neden olsun?
    – Bilmiyorum ama bu araba satıcısı sattığı arabalar kadar hızlı bir düşünür. Sayısız diplomaları var, IQ’sü çok yüksek, Uzay Denklemleri ile fala bakan birinin müridi. Matematik, asal sayılar, fizik, trigonometri, analitik geometri, savanalarda tek başına gezenlerin paleontolojisi, biyoloji, evrim teorisi, simülasyon, İktidar’ın doğuşu, Kapitalin ebediliği, you f*cking name it, bilmediği bir şey yok. Hemen ona yazıp soracağım. Mutlaka cevabını biliyordur. Ama bilmese bile ona bir altın yumurta daha yumurtlattırıp fakirlere gıda sağlamış olurum.

  223. “Size göre, dıştan ve kökten bir değiştirme mümkün mü? Hiç oldu mu?”

    ‘Distan ve kokten’ (benim kasdettigim sekliyle) epeyi olmus galiba.

    Kavimler gocune yol acan sebepler, mesela, insan evladinin sosyoekonomik ‘sistem’inin disinda ortaya cikti ve o ‘sistem’i ‘kokten’ diyebilcegimiz olceklerde sarsti/yikti/degistirdi.

    Kavimler gocunun bizzat kendisi, yolu uzerindeki digerleri uzerinde de benzer etkilerde bulundu.

    Bunlara ek olarak, hakkindan daha az sey bildigimiz, Latin/Orta Amerikadaki uygarliklarin sonunu getiren, onlari sarsan/yikan, iklim degisiklikleri vs.den de bahsedebiliriz.

    Bunlarin hicbirisi, tabii ki, butun ‘sistem’in (‘butun sistem’ diyerek yeryuzunun tamamini kastedebilir miyiz, bilmiyorum) tamamini (eski dille, cihansumul olcekte) degistirmemistir.

    Oyle bir sey icin ‘galactic’ bir seyin olmasi lazim.

    O oldugunda da, bizim icin ‘harc bitti, yapi paydos’ durumlari sozkonusu olacagi icin, olan biteni nakletmek icin dahi geride kimse kalmayacagindan dolayi, hakkinda konusmak ziyadesiyle teorik olur.

  224. “Dışarıda olanın değiştirme derdi neden olsun?”

    ‘Kendi ihtiyaclarina yonelik olarak daha elverisli hale getirmek’ olabilir mi; acaba?

    Bkz. Terraforming.

  225. “Bu tuzluk büyük büyük dedemindi. Kuşaktan kuşağa aktarıldı. Artık senin oğlum.”

    Guzel. 🙂

  226. Üstad Kul Himmet’inkiler kadar güzel ve onunkiler kadar eski olmayan daha “moderen” bir türküden bir alıntıyla “Anti-Medeniyetist”lere de bir soru soralım:

    “So tell me how deep is your love to Anti-Civilizationism, can it go deeper?”

    https://www.youtube.com/watch?v=EgqUJOudrcM

  227. “[…] Herkesin fatura kestiği, tek parti dönemi CHP’si kuruluşundan 1950’ye kadar, hatta günümüze kadar, Nuh’un gemisi gibiydi: İttihatçılar, Hürriyet ve İtilafçılar, Ahrarcılar, Mütareke dönemi kalıntıları Osmanlıcılar, Türkçüler, İslamcılar, Batıcılar, Kuvvacılar, Milliciler, Irkçı Turancılar, Liberaller, Kürt derebeyleri ve toprak ağaları; günümüz partilerinin (AKP, MHP, HDP…) ataları… Cumhuriyeti Batıcı, çağdaşlaşmacı Kuvvacılar kurdu. İktidar dışı kalanlar terk etmediler Partiyi.. Cumhuriyet döneminde Terrakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924-1925) ile Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı (12.08.1930-17.11.1930) kuranlar da partileri kapanınca yuvalarına (CHP) geri döndüler. 07.01.1946 tarihinde Demokrat Parti’yi kuranlar CHP’nin kodamanları idi. Toprak ağalarının, Kürt derebeylerinin bir bölümü DP’ye geçti, gerisi CHP’de kaldı. CHP’den çıkmayan tek legal parti belki de sadece Türkiye İşçi Partisi’dir (TİP.13.02.1961-16.10.1981).

    Şimdi de durum aynı. CHP’nin içinde tam anlamıyla bir ideolojik renk cümbüşü var: Liberaller, Yetmez ama Evetçiler, İslamcılar, Kürtçüler, Milliyetçiler, Ulusalcılar, Atatürkçüler, Kemalistler var ama Cumhuriyetçiler ve Halkçılar yok! Cumhuriyetçiler ve Halkçılar yok!

    Cumhuriyetçilik ve Halkçılık; Laiklik, Devletçilik, Millicilik ve (Sürekli) Devrimcilik’i çağırır. CHP’nin kendine yeni bir kimlik araması ya da bunun tavsiye edilmesi tam anlamıyla bir “zevzeklik”tir […]”

    DEMOKRASİSİZ DEMOKRASİ VE CHP (2) – Özdemir İnce – 20 Ağustos 2018
    http://ozdemirince.com/demokrasisiz-demokrasi-ve-chp-2/

  228. 223 ve Kökten/Satıhtan; İçten/Dıştan

    Başa dönelim.
    Bağlamı siz yarattınız. Yapılan yorumlar ve verilen cevaplar o bağlam içinde anlamlı. Peki, bağlam ne idi?
    ‘Sistem’ dedigimiz sey icinde bulundugumuz sosyopolitik ortam ise, o ortamin icindeyken, o ortami ‘kökünden’ degistirmek mumkun olmaz.
    Daha açıkçası, belli bir politika düzeni içinde olanların o düzeni kökünden değiştirme imkanı.
    Eğer bağlam dışına çıkarsak konu, yani iç-dış ayırımı, sizin düşündüğünüz kadar basit değil.
    Anlamadığınızdan kendiniz de bocalamış ve sonunda anlamsızlığı sezip “geride kimse kalmayacagindan dolayi, hakkinda konusmak ziyadesiyle teorik olur.” falan filanla laf kalabalığına getirmişsiniz.

    Peki, anlamsızlık nerede?

    İç-dış ayırımı sorunun güçlüğüne Escher çoktan dikkat çekti. Russell’s “set that belong to itself” bir diğeri.
    Daha vahim örnek salakların kendilerini dahi sanarak “Peki, Allah’ı kim yarattı?” deyip alık alık sırıtmaları.
    Her somut maddenin nedeni maddesel ise, ilk soru tekrarlanır durur. Bu tatmin edici olmayabilir ama çözüm de getirmez. Havale eder.
    Ne var ki, bağlam içinde, negatif sonsuzun başlangıcı olmadığı halde negatif sayılar tamamıyla anlamlı sayılar?
    Yuvarlak dünyada üzerinde ne kadar dolaşsan dışına çıkamazsın. Yani dışından bakınca sonlu içine girince sonsuz.
    Her şeyin bir nedeni olsa da tümünün nedeni çoktan Allah’a bırakıldı. Big Bang bile artık mutlak başlangıç değil.
    Eski Yunanlılar matematikte hayli yenilikler yaptıkları halde sıfırı sizin gibi “hiçlik” anladılar. Hiçlik korkusu sıfırı bulmayı engelledi. (Gerçi atom teorisi bu çıkmazdan çıktı ama “o da kimmiş” ilahisini buradan duymaya başladım.) Aynı siz gibi “hiç” denildiğinde “hiç” varmış gibi düşündüler.
    Şimdi sizin bu düştüğünüz durumu daha da güzel anlatan bir espri anlatayım.
    Hintliler ‘hiç’i hava gibi düşündüklerinden sıfırı buldular. Daha doğrusu bir sembolle temsil ettiler. Bilmem söylemeye gerek var mı, sıfırsız matematik sonsuzsuz matematik gibi sonsuz basit olur. Hem de giden gelemez (bu sizi çok aşar, biliyorum). Bir matematik tarihçisinin şahane esprisi: “Galiba o zamanlar şimdiki gibi hava pis kokmuyordu”

    Belki sizin galaktikle bir örnek daha iyi. Evren genişliyorsa nereye gelişiyor? Bağlam dışı bir mutfak felsefesi. Bağlam içi cevabı olan bir soru.

    Yanlış anlamayın. Ben bunlara benzer soruları anlamsız diyerek Analitik felsefecilerin yaptıkları gibi gecekondu mahallelere havale etmeye hiç niyetim yok. Tam tersi ama konu o değil. Konu tarihte olanların deneylerle kanıtlanmayacak olmasından istifade edip şarlatanlık yapmak. Konu, arkeoloji, sosyoloji, evrim, biyoloji, tarih, antropoloji, kozmoloji, astronomi gibi bilimlerin ancak gözlemlerle kanıtlanabilmesi veya kurgulara model olması. Tabii, beni asıl şaşırtan bu alanlardaki bu “zayıflıkların” şarlatanlar için altın yumurta madeni olduğunu görmemek. Kuantum fizik de bile bazı anlatılamayan olguların şarlatanlığı bu siteye vardı. Kaos teorisi de öyle, Uzay Denklemleri de. Cici bici isimler olduklarından enayiler yutmakla kalmaz, yuttururlar da.
    Eğer şarlatanlığı bir tarafa bırakırsak evinize yakın örnek: MÖ 5 500-5 000 arası Aslantepe’de halkın ayaklanıp sadece rejimi kökten değiştirme değil kökünü kazdılar. Hatta ne zaman tarihçiler “Karanlık Çağlar” deseler, kibarca yorumlarsam, “allah kahretsin ne olduğunu bilmiyoruz” demek isterler. Kabaca yorumlarsam ” rejimi barındıran saray ve becerilerini kayda geçiren k*ç yalayıcısı saray dalkavukları yoktu” demek isterler.

    Sizin o misalleriniz aynı sizin gibi kökten ve içerden kök kazmaya bir türlü inanamayan zamanımız dalkavukları. Tektonik kayaçlar, büyük yangınlar, …, ve şimdi en son moda iklim değişmesi

    Tekrar ediyorum, bağlamımız, belli bir düzeni kökünden değiştirebilmek veya değiştirememek.
    Bağlam dışına çıkmakla yaratılan saçmalığa daha da apaçık görünen bir örnek vereyim.
    Milattan önce 200 yıllarındaki Çinliler ile bu günkü Çinliler arasındaki fark bu günkü Amerikalılar ile bugünkü Çinliler arasındaki farktan daha büyük olsa bile Çinli Çin, Amerikalı Amerikan. Hem kökten değişme var hem yok.
    Kökten değişme ne değişmeme ne?
    Bunlar sizin için yeni ve tuhaf olabilir ama tarihçiler ve diğer düşünürler arasında çoktan bilinen cici bici “form/content” sorunu.
    Su buhar olur ama su olmaktan çıkmaz.
    Ne yazık bu kadar basit şeyler ideolojiler uğruna şarlatanlığa dönüşüyor.
    Bence siz Fransa’da bir devrim oldu ama Fransızlar Fransızca konuşmaya, yemekte şarap içmeye, tarım yapmaya, …, hatta tırnaklarını bile kesmeye devam ettikleri için kökten bir değişme yapmadılar demek istiyorsunuz. Eğer yanlış hatırlamıyorsam siz buna benzer çok laf ettiniz. İşte bir tanesi: “Insan turu evrim gecirMEmis ise, ihtiyaclarinin cok da degismedigini farzetmek durumundayiz.”
    Eğer belli bir rejimi değiştirme o rejim içindeki insanların ihtiyaçlarının değişmesini bir ifadesi ise, siz bu uçuşla zaten o insanların sosyopolitiği içinde veya dışında satıhta veya kökte bir değişiklik yapamayacağına çoktan karar vermişsiniz.

  229. 225'in Çok Derinine Batmış

    Soruna cevabım: Senin cahilliğin kadar derin. Sana battığı kadar derine gider.
    Neyse, şaka bir tarafa. Zahmet edip bana YouPoop adres vermeyin, bakmam. Tabii, samimi ise ve ısrar edilirse bakarım.

    Daha önce bir iki defa bakayım dedim, yemin ederim kusmam geldi. Gördüklerim, insan alçaklığının evrenin boyutu kadar derin olduğunu ima eden bütün insanlığa hakaret ve küfür.

    Zileli ve diğer senin gibi uslu, terbiyeli, anasının bir tanesi orta sınıflılar benim küfürlü konşmamdan rahatsız olurlar ama senin gibiler kendilerine tıpa tıp benzediğinden hakaret ve küfürlerini görmezler.

    Varsa bir diyeceğin söyle! Eğer YouPoop dediklerine gerçekten bir zenginlik getiriyorsa, dediklerini pekiştiriyorsa, bakar sana cevap veririm.

    Artk İnternet ve Sosyal Medyanın senin gibi beyinsizleri üssel türettiği öyle gizli saklı bir şey değil.

    Başta kapitalistler ve ardından fırlamaları Marksistler ile bu site anarşistleri herkes senin gibi beyinsiz orta sınıf olsun ister, anti medeniyetçiler herkes ‘noble savage’ olsun isterler.

    So buzz off, you putz!

  230. Zileli fabrika ayarlarina donmeden yazayim dedim. emperyalizm odurki birilerine neo osmanlicilik diye yutturdugu programin aynisini,digerlerine ozgurlukcu tekcilige karsi bir mucadele olarak sunup her ikisinide asad a karsi savastirmaktir.

  231. FETÖ operasyonu: 10 astsubaya gözaltı

    Kahramanmaraş merkezli 7 ilde FETÖ/ PDY silahlı terör örgütünün askeri yapılanmasına yönelik düzenlenen operasyonda 10 astsubay gözaltına alındı.
    Alınan bilgiye göre, İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün ardışık arama-kripto şifreleme yöntemlerini kullanan TSK içerisindeki kara ve jandarma kuvvetlerine mensup halen aktif görevde olan astsubaylardan oluşan hücrelere yönelik 10 şüphelinin yakalanması amacıyla 7 ilde eş zamanlı operasyon yaptı.
    Kahramanmaraş, Hakkari, Şırnak, Mardin, Malatya, Adana, Mersin’i kapsayan operasyonda halen aktif görev yapan 10 astsubay gözaltına alındı. Kahramanmaraş ve Elbistan’da yakalanan şüphelilerin Şırnak ve Şanlıurfa’da görev yaptığı bildirildi.
    Şüphelilerin evlerinde yapılan aramada çok sayıda dijital materyale el konuldu.

  232. Ꮃhat’ѕ up colleagues, fastidious article аnd pleasant arguments
    commented hеre, I am aⅽtually enjoying Ьy thеse.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir