Kronştadt Ayaklanmasının 100. Yılında…

“Yaşasın Dünya Devrimi!”, “Yaşasın Komünist Enternasyonal” haykırışlarıyla kurşunlara hedef olup düşüyorlardı. Yüzlerce mahpus Petrograd’a getirildi ve birkaç aydan sonra kendilerini budalaca, canice parti parti kurşuna dizen Çeka’ya teslim edildi. Bu yenilmiş insanlar ruh ve beden olarak devrime bağlılardı, Rus halkının acısını ve arzusunu dile getirmişlerdi, Yeni Ekonomi Politikası onları haklı çıkarıyordu. (Victor Serge, Bir Devrimcinin Anıları)

16 gün sürdükten sonra kan ve şiddetle bastırılan 1921 Kronstadt ayaklanmasının üzerinden, mart ayıyla birlikte yüz yıl geçmiş bulunuyor. Değerlendirme yazıları gelmeye başladı bile. Şimdiye kadar okuduklarım: “İmdat Freni” adlı Troçkist eğilimli arkadaşların yazdığı sitede çıkan, Victor Serge’in değerlendirmesini temel alan “Kronştadt’21” adlı yazı; arkadaşım Kürşat Kızıltuğ’un Facebook sayfasında Kronşadt üzerine bir paylaşımı; 68 döneminden arkadaşım Ersen Olgaç’ın, Facebook sitesinde Kronştadt bahriyelilerinin 15 maddelik taleplerini yayınladıktan sonra, “bunlar mı karşı-devrimci talepler?” diye soran kısa notu; “Yeryüzü Postası” sitesinde yayınlanan 20 “liberter komünist” örgütün ortak yayınladığı, “Tüm iktidar Sovyetlere, partilere değil” başlıklı bildiri; Foti Benlisoy’un “İmdat Freni”ndeki yazıyı tweeterde paylaşırken “iktidar tekeli”nin sonuçlarına dikkat çeken cümleleri… Mutlaka başkaları da vardır. Bunlar benim görebildiklerim. Burada zikrettiklerim, Kürşat Kızıltuğ ve 20 örgütün bildirisi hariç, Troçkist eğilimde. Bu, Troçkist arkadaşların Troçkizm açısından hassas bir konuda giderek daha net ve eleştirel bir tutum aldıklarını gösteriyor.

Fakat Troçki’nin bilinen tutumunda (Stalin’in katilleri tarafından öldürülene kadar hatayı kabul etmemişti) direten bir yazı da var. O kadar ki, bu yazı, Kronştadt bahriyelilerine karşı, Troçki’nin kendisinden bile daha sert. Sungur Savran’ın “gerçek gazetesi” adlı sitede çıkan “Yüz Yıllık Yalan” başlıklı yazısından söz ediyorum. Burada, Sungur Savran’ın adı geçen yazısını ele alacağım. Bu yazı üzerinde özellikle durmamın bir nedeni de, Sungur Savran’ın, anarşist tarihçi Paul Avrich’ten çevirdiğim ve şu tesadüfe bakın ki, tam da yazarın öldüğü Şubat 2006 tarihinde Versus Yayınları tarafından yayınlanan Kronstadt 1921 adlı kitabını, yazısının temel (hatta yegane) dayanağı haline getirmeye çalışmış olmasıdır. O kadar ki, tweeterde, Mustafa Colkesen adlı bir arkadaş, bu durumu “hayatın garip bir sürprizi” olarak değerlendirmiş. Bana soracak olursanız bu, hayatın garip bir tesadüfü değil, Sungur Savran’ın, tezlerini savunabilmek amacıyla anarşist bir tarihçinin bulgularına dayanmaya (elbette çarpıtarak) çalışması türü bir garipliktir. Mevzuya gireyim.

Şu Avrich Sorunu!

Sungur Savran, “Kronstadt’ta ne olduğu” ile ilgili kısa bir özetleme yaptıktan sonra, yazılarının ortalarına doğru konuyu Paul Avrich’in yukarda sözünü ettiğim kitabına getiriyor. “1970’te yayınlanan çok önemli bir araştırma, tarihî değerde birtakım belgeleri gün yüzüne çıkararak tartışmaya çok daha büyük bir berraklık getirmiştir” dedikten sonra, soruna berraklık getiren Paul Avrich’in “işini ciddiye alarak yapan bir tarihçi” olduğu tespitinde bulunuyor ve kitabı bütün okurlarına “hararetle tavsiye” ediyor. Bu hararetli tavsiyenin nedenini birkaç satır sonra anlıyoruz. Tavsiye ediyormuş, çünkü Paul Avrich sayesinde “gün yüzüne çıkmış olan belgeler ışığında Kronştadt isyanının nasıl tartışılmaz biçimde karşı devrimci karakter taşıdığını” anlayacakmışız. Paul Avrich’in mezarında ters döndüğünü tahmin etmek zor değil. Eğer ölmüş olsaydım, kitabı çevirdiğim için aynı şey benim için de söz konusu olurdu kuşkusuz. İnsan bazen henüz yaşıyor olmasına şükrediyor!

Avrich’in, Savran’ın dediği gibi işini ciddiye alarak yaptığı muhakkak. Fakat ne yazık ki aynı şeyi Savran için söyleyemeyeceğim. Savran, “işini” çarpıtarak, eğerek bükerek, başka bağlamlarda söylenmiş şeyleri kendi amaçları için kullanmaya kalkışarak yapıyor.

Savran’ın yazısında ileri sürdüğü argümanların tamamı P. Avrich’e dayandırılıyor ve elbette tamamı da geçersiz, bunları göreceğiz. Avrich’in yaptığı şundan ibarettir: Gerçeklere bağlı bir anarşist ve okurlarına karşı sorumlu bir tarihçi olarak ele aldığı konuya (Kronstadt isyanına) ilişkin ne kadar bilgi, belge varsa bunları, hiçbir ayrım ve ayıklama yapmadan kitabına almak, okurun önüne getirmek, irdelemek, okurun olayı bütün yönleriyle görmesini sağlamaya çalışmak. En ufak bir belge ve bilgiyi bile, şunun işine yarar ya da benim düşündüklerime veya tezlerime zarar verir diye düşünmeden tartışmak. Bence S. Savran, Paul Avrich’in getirdiği belgeleri kendine dayanak yapmaya çalışmadan önce, onun bu tutumunu örnek almalıydı.

Bu noktaya yeri geldikçe tekrar değineceğim ama öncelikle, S. Savran’ın Kronstadtlıları “karşıdevrimci” ilan etme telaşı içinde (Kronstadt’ın zorbalıkla bastırılmasını ve yaşanan kan banyosunu ancak bu yolla haklı çıkarabileceğini düşünmüş olmalıdır) kullandığı söylemlerin bana neler hatırlattığı üzerinde durmak istiyorum.

Egemenlerin Söylemi Bunlar

S. Savran, belki de farkında değil. En kritik noktalarda, yıllardır yakından bildiğimiz egemenlerin söylemlerine yakın (hatta kimi durumlarda aynı) devletçi söylemleri kullanıyor.

Yazının başlığından başlayayım: “Yüz yıllık yalan”. Bunu görür görmez hemen, Türk egemenlerinin “yüz yıllık yalan” ya da “Ermeni soykırımı uluslararası bir yalandır” söylemini hatırladıysam suç benim mi? Egemenler, yaparlar ederler, keserler biçerler, kan dökerler. Sonra da yaptıklarını irdeleyenlerin ve teşhir edenlerin karşısına “yalan”, “şu kadar yıllık yalan”, “uluslararası yalan” gibi inkârcı söylemlerle çıkarlar. Onların her zamanki tavrı şudur: “Ne olursa olsun her şeyi inkâr et”.

Neymiş yalan olan acaba? Foti Benlisoy’un belirttiği “iktidar tekeli” nedeniyle Kronstadt isyanının, her türlü uzlaşma olanağını reddederek zorla ve kanla bastırılması mı?; her iki taraftan toplam 30 bin insanın ölümüne yol açmak mı; Kronstadt bahriyelilerinin, Petrograd’daki işçi grevlerini ve taleplerini daha yakından ve sağlıklı bir şekilde incelemek için gönderdiği 30 temsilcinin derhal tutuklanması ve bir daha onlardan haber alınamaması mı?; Kronstadt’a çok yakın Oranienbaum’daki ayaklanmanın, daha Kronstadt bastırılmadan acilen bastırılıp 45 bahriyelinin anında kurşuna dizilmesi mi? Kronstadtlılarla çarpışmak istemeyen Kızıl Ordu birliklerinin arkasına makineli tüfekli Çeka birliklerinin konulup, en ufak bir geri çekilme teşebbüsünde (askerler buzların üzerinden ateşe sürülmüşlerdir ve top atışlarıyla buzların kırılması sonucu öleceklerdir) askerlerin Çekacılarca taranarak öldürülmesi mi?; Kronstadt bahriyelilerinin Petrograt’daki ailelerinin rehin tutulması mı? Bahriyelilerin, ellerinde tutuklu bulunan Kronstadt komutanı Kuzmin’e ve diğerlerine, yoğun saldırı altında bile en ufak bir zarar vermemeleri mi?; Kronstadt parti üyelerinden 5.000 kadarının daha ayaklanmadan önce partiden istifa etmiş ve ayaklanmaya katılmış olmaları mı?; Çeka’nın Petrograd’daki Menşevik tutukluları kurşuna dizme girişiminin ancak Gorki’nin araya girmesiyle engellenmesi mi?; İsyan bastırıldıktan sonra esir alınan yüzlerce bahriyelinin anında kurşuna dizilmesi mi? vb. vb. Bunların hepsi ve çok daha fazlası, Savran’ın “hararetle tavsiye ettiği” Avrich’in kitabında var. Keşke okurları bu tavsiyeyi gerçekten yerine getirmiş olsalar.

S. Savran, kendini egemenlerin askerî bakış açısına kaptırmış. Eğer isyan acilen bastırılmasaymış, buzlar baharda birlikte eriyeceği için müdahale imkânı ortadan kalkar ve Rusya’nın geri kalanına taarruz imkânı doğarmış. Sonra ne olurmuş? Karşıdevrim hâkim olur ve kapitalizmin restorasyonu yolu açılırmış. Yaprak kıpırdamasından korkuya kapılan tipik devlet refleksi. Hani, Sovyetler Birliği’ndeki iktidar işçi ve köylü kitlelerinin desteğine dayanıyordu. Koca Rusya’yla karşılaştırıldığında ancak denizde damla olabilecek bahriyelilerin “saldırısıyla” nasıl oluyor da bütün rejim yıkılabiliyor? Gerçi S. Savran bir bakıma haklı. Bolşevikler 1917 Şubat ayaklanmasını unutmamışlardır. Petersburg’un bazı işçi mahallelerinde başlayan ayaklanma koca çarlık rejiminin yıkılmasına yol açmıştı.

Söylemlerden devam edelim. Burada, çok tipik olduğu için doğrudan alıntı yapmak zorundayım. Kronstadt ayaklanmasının “tehlikesine” dikkat çekmek için şöyle demiş S. Savran:

“İnsan eleştirilere bakınca, mesela belirli talepler zemininde fiili olarak iş durdurmuş ve çalıştığı fabrikayı işgal etmiş bir işçi topluluğu karşısındaymış gibi hissedebilir. Ya da öğrenciler bir üniversitede boykota gitmeyi kararlaştırmış ve binaları işgal etmişlerdir. Sanki Sovyet hükümeti bunlara benzer bir durumda göstericilerin son derecede masum (abç) ve devrimci taleplerini görmezlikten gelerek ağır şiddete başvurmuştur.” Bununla da kalmıyor Savran ve yazının son paragrafında, Kronstadtlıları kastederek “aldatılmış gençler” bile diyor.

Anlayacağımız şu ki, bu bir “masum öğrenci” hareketi değilmiş. Meğer gençler “aldatılmış”! Bir yerlerden hatırlıyorsunuzdur bu “masum öğrenci” ya da “aldatılmış genç” söylemlerini. İnsan elini devletçi mantığa kaptırmaya görsün, aklını da kaptırır o çarka işte böyle.

S. Savran aynı yerde, belleğimizi kurcalayan başka bir iddiada daha bulunuyor:

“Bir devletin deniz kuvvetlerinin çok önemli bir üssüne el koymuş, elinde sadece toplar, ağır mitralyözler, her türlü tabanca ve tüfek, mebzul miktarda cephane değil, aynı zamanda iki kocaman savaş gemisi olan bir askeri birliğin isyanı söz konusudur. Yani bu bir halk isyanı falan değildir. Bu bir askeri isyandır.”

Bu mantığın kaçınılmaz sonucu, Ekim 1917’ye de halk isyanı değil, “askerî isyandır” demek ama bunu demez elbette. Kronstadtlıları suçlamak için gözü o kadar kararmış ki, kendi ayağına sıktığının bile farkında değil.

S. Savran’ın, belleğimi harekete geçiren bir başka saptaması, yazısının başında ve sonunda, Kronstadt’ın önderlerinin, bahriyelileri yüz üstü bırakıp buzlar üstünden Finlandiya’ya kaçtıklarıdır. Eğer P. Avrich’in hararetle tavsiye ettiği kitabını aynı dikkatle okusaydı, P. Avrich’in, ilk elde 800 bahriyelinin Finlandiya’ya kaçtıklarını yazdıktan sonra, parti parti toplam 8 bin Kronstadtlının daha aynı yolu izlediğini yazdığını okuyacaktı (Avrich, s. 191).

S. Savran’ın “önderler kaçtı” söylemi de bana bir şeyleri hatırlattı. Örneğin Çerkez Etem’in, takipçileriyle birlikte Yunanistan’a sığınması ulusalcılar tarafından yıllardır demagoji konusu yapılır. Evet ama arkalarından Ankara’nın silahlı kuvvetleri gelmekteydi. Sığınmasalardı hepsi idam edilecekti.

Belleğimi harekete geçiren bir diğer şey, egemenlerin her zaman kullandıkları şu demagojidir: “Onlara aldanmayın. Sizi tahrik ederler, sıkışınca da yüz üstü bırakıp yurt dışına kaçarlar.” 12 Eylül’den sonra devrimciler Avrupa’ya iltica etmiş, devlet de bu demagojiyi bol bol kullanmıştır.

Kronstatlılar, yenilgi kesin hale geldikten sonra kaçmayıp da ne yapacaklardı? Ölümü mü bekleselerdi? Ele geçirilenlerin ya anında öldürüldüğünü ya da “… zorla çalışmaya mahkûm edilerek Beyaz Deniz’deki meşum Solovki hapishanesi gibi toplama kamplarına” gönderilip yavaş bir ölüme terk edildiklerini (Avrich, s. 196) biliyoruz.

“Komplo” Sorunu

S. Savran’ın temel tezi, Kronstadt isyanının “dışardan” “tahrik edilmiş” bir “komplo olduğudur. Meğer isyanı “dışardan yönlendirilen” “küçük bir grup” çıkartmış. Bunun da, devletlerin klasik söylemi olan “dış mihraklar” ve “küçük tahrikçi gruplar” söyleminin bir tekrarı olduğunu baştan belirteyim.

Tek tek gidelim. Batı basınında, daha isyan patlak vermeden önce, Kronstadt’da bir isyan patlak verdiğine ilişkin haberler çıkmış. Bu da komplonun dışardan ve önceden hazırlandığının bir göstergesiymiş. Ancak zekâsı kıt olanları ve kolayca aldatılabilenleri ikna edebilecek bir argüman. Oysa, bunun tipik bir gazeteci uyanıklığı olduğunu anlamak için fazla zeki olmaya gerek yok. Kronstadt üssü, Bolşevik iktidarın baskıcı ve 1917 devriminin kazanımlarını yok eden uygulamaları karşısında daha 1918’den beri kaynamaktaydı. Devrimin sivri ucu ve işaret fişeği olan Kronstadtlılar her zaman devrim için en önde çarpışmış ve tavizsiz devrim savunucuları olmuşlardır. Bolşevik iktidarın devrim karşıtı, özgürlük düşmanı uygulamalarının öncelikle Kronstadt’ta yankılanması ve en büyük tepkinin öncelikle bu üsten gelmesi kadar doğal bir şey yoktur. Dolayısıyla Batılı gazetecilerin, daha isyan patlak vermeden önce tipik gazeteci ivecenliği ile “ayaklanmaya” ilişkin haberler üretmelerinde de şaşılacak bir şey yoktur. Hatta aslına bakılacak olursa, bu tür haberlerin isyanı önceden haber vererek Bolşevik iktidarı uyarmasından başka da bir sonucu olmamıştır. Yani bir isyanı önceden haber vermek, madem böyle haberler çıktı, biz de ayaklanalım bari demeyeceklerine göre, isyancıları harekete geçirmez, isyan korkusu içindeki iktidarları uyarır ve önleyici önlemler almalarına yarar.

S. Savran’ın, Kronstadt isyanının “karşıdevrimci bir dış komplonun sonucu” olduğu tezi, Avrich’in ortaya getirdiği belgelerden hareketle, şunlara dayanmaktadır: Çarlık yanlıları isyanı desteklemiştir; Kızıl haç keza isyancılara yardım etmeye çalışmıştır; Kadet Milyukov, isyancılara sempatisini ortaya koymuştur; ülke dışında örgütlenen Ulusal-Merkez adlı karşıdevrimci bir örgüt gizli bir memorandumla “sıkı örgütlenmiş küçük bir grubun” isyan hazırlamakta olduğunu önceden saptamıştır vb.

Bunların hepsi doğrudur ama bunda da şaşılacak bir şey yoktur. Bolşevik tek parti iktidarı, elbette eski çarlık yanlılarına ve karşıdevrimcilere baskı uygulamış, onlara hayat hakkı tanımamıştır. Bunların çoğu ülke dışına kaçarak siyasi göçmen haline gelmiş ve doğal olarak aralarında örgütlenmiştir (gerçi, içlerinde Çeka’ya çalışanların da epeyce olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir). Önce 1917 Ekim devriminin ve hemen ardından da Bolşevik tek parti iktidarının gadrine uğrayan bu kesimlerin, istediği kadar devrimci taleplerle ortaya çıksın,  Bolşevik iktidara karşı bir ayaklanmayı desteklemelerinde şaşıracak ya da Avrich’in yayınladığı belgelere mal bulmuş mağribi gibi sarılacak ne var anlamıyorum.

Muhalefete düşmüş her kesim, iktidara darbe indiren hareketleri, o hareketlerin düşünsel eğilimleri kendilerine ne kadar zıt olursa olsun desteklerler. Ülkemizden örnek verecek olursam, çok eski olmayan bir zamanda AKP iktidarının başbakanlığını yapan Davutoğlu, muhalefete düştükten sonra, örneğin bugün Boğaziçi Üniversite öğrencilerini destekliyor diye Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri Davutoğlu’nun manüple ettiği unsurlar ya da karşıdevrimciler mi oluyorlar? Bunu bugün birisi ileri sürecek olsa sadece komik duruma düşer. Fakat S. Savran, bilinçli olarak yaratmaya çalıştığı bozbulanık bir ortamda benzeri komik iddiaları ciddi ciddi ileri sürebiliyor. Sonuç olarak, aynı tekelci iktidar tarafından ezilen sağcı ya da reaksiyoner kesimler sizin diktatörlüğü karşı eyleminizi desteklediler diye siz de sağcı ya da reaksiyoner veya onların aleti olmazsınız. Bu, sadece diktatörlüğe karşı mücadelenin geliştiğini, yaygınlaştığını ve birbirine en zıt kesimleri bile ister istemez bir araya getirdiğini gösterir.

Kaldı ki, S. Savran karşıdevrimcilerin desteğinden söz ediyor ama artık o sırada müdahale politikasından iş birliği politikasına geçmekte oldukları için isyana destek vermek istemeyen ya da çekingen davranan Batılı kapitalist hükümetlerin tutumundan hiç söz etmiyor. Neden? İşine gelmiyor da ondan. Oysa, P. Avrich, bunun birçok örneğini koyuyor ortaya. Örneğin ABD kesinlikle destek vermekten kaçınıyor (Avrich, s. 106); İngiltere, destek vermeyi bırakın bir yana Sovyetler Birliği ile ticaret anlaşması yapmaya hazırlanıyor (s. 106); Fransa destek veriyor ama çekingen ve sınırlı bir destek bu (s. 107); Fin hükümeti oldukça çekingen, sadece Kronstadt sığınmacılarına insani yardım vermekle sınırlıyor kendini (s.109)

S. Savran, aynı paranoyak kafalı İçişleri bakanları ya da MİT mensupları gibi, ayaklanmanın bir komplo meselesi olduğu tasavvuruna sahip. Oysa bu kadar geniş çaplı bir isyanın ancak toplumsal bir gelişmenin sonucu olduğunu, bugüne kadarki teorik birikimlerinden bilmesi gerekirdi. Petrograd’da açlık var, işçiler grevde; köylüler savaş komünizmine karşı isyan halinde; özgürlüklerin ortadan kaldırılması ve Çeka’nın baskısı bütün toplumsal kesimleri hoşnutsuz hale getirmiş ve Bolşevik iktidar, bu hoşnutsuzlukları ortadan kaldırmanın tek yolu olarak daha fazla baskıyı görüyor. Açlık ve soğuk insanları iyice umutsuzluğa sürüklemiş. Yiyecek yok, yakacak yok. Böyle bir ortamda ayaklanmanın kaçınılmaz olduğu açık değil mi? Ama hayır, S. Savran paranoyak polis reflekslerini çoktan edinmiş, her yerde komplo görüyor. Oysa, pek beğendiği Avrich bunun tersini söylüyor: “… ayaklanma kendiliğindenliğin damgasını taşımaktadır ve bir grup kararlı liderin ön plana çıkması hiç de karşı bir argüman oluşturmaz.” (Avrich, s. 101). Kısacası, bildiğimiz gibi, toplumsal hareketleri liderler yapmaz, tersine toplumsal hareketler liderleri ortaya çıkarır. Bu bilgilerin hepsini unutmuş görünüyor S. Savran.

S. Savran, Avrich’in şu çok değerli saptamalarından da bir nebze bir şey öğrenmemiş:

“Orada bir isyanın başlaması, göçmen komplocularının ve yabancı istihbarat ajanlarının çevirdiği bir dolap değil, ülkeyi baştan başa saran köylü ayaklanmaları dalgasının ve yanı başındaki Petrograd’da işçilerin çektiği acıların ürünüydü. Ve isyanın gösterdiği gibi, o, 1905’ten İç Savaşa kadar Çarcı ve Bolşevik rejimin benzeri merkezi hükümetlere karşı daha önce patlak veren örneklerin yolunu izlemiştir. Yiyeceklere el konmasına ve politik komiserlerin yukardan atanmasına karşı protestoyla ‘özgür sovyetler’ ve ‘komiserokrasiye son’ sloganlarıyla…” (Avrich, s. 102)

“… göçmenlerin isyanı yönettikleri gerçek değildir. Tam tersine, Paris ve Helsingfors’daki bütün entrikalara rağmen Kronstadt ayaklanması başından sonuna kadar kendiliğinden ve kendi başına bir hareketti. Ayaklanmanın bir komplonun sonucu olmadığı, yurt dışındaki Rus çevrelerinde bir komplo girişiminin ön hazırlıkları göze çarpmakla ve bahriyelilerin var olan rejime karşı husumetini paylaşmakla birlikte, komplocuların ortaya çıkan ayaklanmada bir rol oynamadıkları açıkça görülmektedir.” (Avrich, s. 113-114)

Dahası, S. Savran, 1921’den daha 4 yıl önce, Lenin’in, “Alman mühürlü treniyle” Rusya’ya gelmesinden yola çıkılarak “Alman komplosunun aleti” olduğu uydurma suçlamalarını unutmuş görünmektedir.

Hareketi “Çarlık generali Kozlovski’nin yönettiği” Çeka kaynaklı iddiaların üzerinde durmaya bile değmez. Sadece, Kozlovski’nin, Kronstadt’a birkaç yıl önce Bolşevik iktidar tarafından atandığını ve onun askeri tavsiyelerinin hiçbirinin isyancılar tarafından dikkate alınmadığını (keşke alsalardı ayrıca, askerî bakımdan oldukça akıllıca tavsiyelerdi bunlar) belirterek geçeyim.

Bu bölümü, Lenin’in bir saptamasıyla bağlamak sanırım soruna daha büyük bir açıklık getirecektir: “Beyaz muhafızları istemiyorlardı ama bizi de istemiyorlardı.” (Aktaran Avrich, s. 116)

Durumun beliğ bir özetidir Lenin’in bu sözleri.

Karşıdevrim mi?

S. Savran’ın sarıldığı argümanlardan biri de Kronstadt isyanının karşıdevrimci olduğudur. Neden? Çünkü “devrimci” bir iktidara karşı ayaklanmışlardır. Evet ama ya o “devrimci” iktidarın kendisi esaslı karşıdevrimci yönelimler içine girmişse, devrimin kitlesi olan işçileri ve köylüleri çarlıktan da sert bir şekilde bastırmaya, kurşunlamaya başlamışsa, devrimin en büyük taleplerinden olan özgürlüklerin kırıntısını bile ortada bırakmamışsa ne olacak?

Rejimin muhalifleri içinde eski rejimin yandaşı karşıdevrimciler yok muydu? Vardı elbette ama bu, Bolşevik rejime karşı çıkan herkesi otomatikman karşıdevrimci yapmaz ya da rejimi otomatikman devrimci yapmaz. Eğer öyle olsaydı her şey çok basit olurdu. Oysa hayat o kadar basit değil.

Kaldı ki, Kronstadtlılar, eski rejim yanlısı karşıdevrimciler konusunda son derece uyanıktırlar. Kronstadt Izvestia’sının yayınladığı şu bildiri bunun en açık kanıtıdır:

“Siz yoldaşlar, şimdi Komünist diktatörlük üzerinde kazandığınız büyük ve kansız zaferi kutluyorsunuz, fakat düşmanlarınız da sizinle birlikte bu kutlamaya katılıyor. Aslında sizin sevincinize yol açan saiklerle onlarınki birbirinin tamamen zıddıdır. Size ilham veren yakıcı istek Sovyetlerin gerçek iktidarını yeniden kurmak, size ilham veren soylu umut işçilerin emeğinin özgürleşmesi ve köylülerin topraklarını tasarruf etme hakkına sahip olmasıyken, onlara ilham veren, Çarın kamçısının ve generallerin ayrıcalıklarının geri getirilmesi umududur…  Sizler özgürlük istiyorsunuz; onlar ise sizi yeniden prangaya vurmak. Dikkatli olun. Kurtların kuzu kılığına bürünüp sırat köprüsünden geçmesine izin vermeyin.” (Nakleden Avrich, s. 103)

Ne var ki S. Savran, Kronstadlıların “karşıdevrimci”liğine kafayı iyice takmıştır. Bunu ispatlamak için hem çok basit hem de çok yanlış bir argüman ileri sürüyor:

“…tepkileri esas olarak köylülüğün … öfkesinin ifadesiydi. Bu onları kırsal küçük burjuvazinin işçi devleti, yani proletarya diktatörlüğü karşısındaki sözcüsü haline getiriyordu. Bolşevikler işçi-köylü ittifakına asli bir önem veren siyasi çizgilerine dayanarak köylülüğün bu huzursuzluğunun mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğine inanmışlardı.”

Kronstadt isyancıları, köylülerin Bolşevik devlete karşı öfkesinin sözcüsü olarak ortaya çıktıkları an karşıdevrimci oluveriyorlar. Köylülükle karşıdevrimi böylesine cüretkârca özdeşleştirmek gerçekten ne Lenin’in, hatta ne de Troçki’nin yaptığı bir şeydi. Öte yandan, “işçi devleti” ya da “proletarya diktatörlüğü” saptamaları da kerameti kendinden menkuldür. Gerçek işçi sınıfının gerçek durumuyla Bolşevik diktatörlüğün en ufak bir bağı kalmamıştı. Rejimin görevlileri arasında işçi sınıfından gelen insanların bulunması hiçbir şeyi değiştirmez. En reaksiyoner rejimlerde bile işçi kökenli görevliler bulunur ama bu, o iktidarı “işçi iktidarı” yapmaz. Bunu aşağıdaki ara başlıkla birlikte daha geniş ele alacağım.

S. Savran, “kapitalizmi restore etmek istiyorlardı” söyleminin 1930’larda Stalin tarafından, Troçkistler başta olmak üzere bütün muhaliflere karşı kullanıldığını hatırlamış olacak ki, şöyle demiş:

“Stalin gerçek komünistleri, hayatlarını proletarya diktatörlüğünün kurulmasına adayanları katletmiştir. Kronştadt’ta bastırılanlar ise ister bilinçli ister bilinçsiz biçimde kapitalizmin restorasyonunun yolunu açmak üzere mücadele edenlerdir.”

Mesnetsiz bir iddia. “Öyle olduğu için öyledir” demekten farksız bir totoloji bu. Stalin’in “kapitalizmi restore etmek isteyenler” iddiaları mistifikasyonsa, Kronstadtlılara karşı aynı iddianın ileri sürülmesi neden mistifikasyon olmasın? Stalin, “hayatlarını proletarya diktatörlüğünün kurulmasına adayanları” katletmiş. İyi ama Kronstdatlılar, 1917 Şubat ve Ekim devriminin en önemli, en önde gelen özneleri değiller miydi? Eğer onlar “kapitalizmi restore etmek” istemişlerse, çoğu devlet mekanizması içinde görev alan Stalin’in kurbanları böyle bir suçlamanın çok daha fazla hedefi olabilirler. Tabii ki, Stalin’in palavraları da, S. Savran’ın nitelemeleri kadar uydurmadır, o başka.

Şu karşıdevrimcilik bahsinde son bir nokta. Kronstadt isyancılarının en büyük hedeflerinden biri savaş komünizmine son vermekti. Lenin, isyanın bastırıldığı günlerde toplanan 10. Kongre’de savaş komünizmine son verilmesi taleplerini kabul ederek NEP dönemini başlattı. “Karşıdevrimci” Kronstadtlıların taleplerini kabul etmekle Lenin de karşıdevrimci bir adım atmış olmasın? Lenin’in, “Thermidor bu. Ama bizi giyotine sokmalarına izin vermeyeceğiz. Thermidor’u kendimiz yapacağız!” (aktaran V. Serge, Bir Devrimcinin anıları) sözleri bu anlama geliyor olabilir mi?

İşçi sınıfı Mistifikasyonu ve Gerçek İşçi Sınıfı

“İşçi sınıfı” ya da “proletarya diktatörlüğü”, S. Savran’ın sık sık başvurduğu mistifikasyonların başında gelir. Sanki bir şeye ne ad verirseniz o olurmuş gibi bir mantıktır bu. Ve bu böyle kabul edilince de akan sular durur. Mistik inanç gerçeğin özüne inmenin yolunu baştan kapatır.

Bir, Bolşevik iktidarla özdeşleştirilmiş S. Savran’ın “işçi sınıfı” vardır, bir de gerçek işçi sınıfı. Avrich’in aktardığı bir olay tipiktir. Moskova metal işçilerinin gürültülü bir toplantısında kürsüye çıkan Lenin, Bolşevikleri ülkeye yıkımdan başka bir şey getirmemekle suçlayan dinleyicilerine, Beyazların geri gelmesini isteyip istemediklerini sorar. Toplantıdaki işçilerin Lenin’e cevabı şudur: ‘Kim gelirse gelsin – ister beyaz, ister siyah ya da doğrudan doğruya şeytanın kendisi – yeter ki, siz çekip gidin.’” (aktaran Avrich, s. 36)

İşte yaşayan gerçek işçilerin tutumu budur.

Kronstadt isyanı öncesindeki, bir bakıma da isyanın fitilini ateşleyen işçi grevleri sırasında yapılan bir işçi toplantısında, işçiler, “… birbiri ardından çıkıp, ürünlere el konmasına, yol kesme müfrezelerine, ayrıcalıklı tayın sistemine son verilmesi ve kişisel eşyaların yiyecekle takas edilmesine izin verilmesi çağrısında bulunuyorlardı.” (Avrich, s. 37) Petrograd’daki işçi grevi, Laferme Tütün Fabrikası, Skorokhod ayakkabı fabrikası, Baltık ve Patronny metal işletmelerine yayılıyordu. Donanma Tersanesi ve Galernaya Gemi Bakım Tesisleri de içinde olmak üzere çok sayıda büyük işletme greve gitmişti. (Avrich, s. 38). Bu durum neyi gösteriyor? İşçi sınıfı kendine karşı mı grev yapıyor? Yoksa iktidarda “işçi sınıfı” adını kullanan başkaları mı var? Öyle olması gerek. Yoksa iktidarın Trubochny işçilerine karşı lokavt yapması nasıl izah edilebilir? (Avrich, s. 41). Ünlü Putilov fabrikasının 6.000 işçisinin vahşi bir greve kalkışması neyin göstergesidir?

O Kronstadt “Bildiğimiz” Kronstadt Değilmiş Meğer!

Troçki’nin yüz yıl önce ileri sürdüğü bu iddianın bugün tekrarlanması oldukça tuhaftır. Meğer Kronstadt’ın esas devrimci unsurları iç savaşta öldüğünden 1921’deki Kronstadt, “bilinçsiz” köylü çocuklarından oluşuyormuş. Anlayacağınız, “bildiğimiz” Kronstadt bir anda buharlaşıp yok olmuş, yerini “bilmediğimiz” unsurlar almış. Tamamen uydurma. Şundan dolayı ki, Kronstadt’ın muhalefeti 1921 yılında ortaya çıkmış değil, daha 1918 yılının başlarında, yani iç savaştan bile önce Kronstadt zaten muhalefete geçmişti. Yine Avrich’ten dinleyelim:

“1918 başlarından itibaren Komünist yönetimin keyfi ve bürokratik karakterinden şikâyet etmek artık vaka-i adiyeden sayılıyordu. Aynı yılın Mart ayında donanmanın kendi seçtiği merkez komitesi (Trenstrobalt) dağıtılıp, görevleri, parti tarafından atanan bir komiserler konseyine aktarılınca durum daha da kötüye gitti. Gittikçe artan sayıda denizcinin devrimin ihanete uğradığı yönündeki inancı aynı ay imzalanan Brest-Litovsk anlaşmasıyla daha da güçlendi.” (Avrich, s. 58) Kronstadt bahriyelileri daha 1918 Ekim’inde Bolşevik iktidar tekeline karşı çıkma kararı almışlardı. (ayrıca bkz. Avrich, s. 84)

Ölenlere Yanmak

Kronstadt isyanı sırasında, iktidar tekeli hırsı ve devrim korkusu yüzünden ne yazık ki otuz bine yakın insan hayatını kaybetmiştir. Kesin olmayan rakamlara göre, bu kayıpların 10-12 bin kadarı isyancılardan, geri kalan daha büyük kısmı da buzların üstünde, açık alanda ateşe sürülen Kızıl Ordu birliklerindendir.

S. Savran yazısının sonunda, üzülerek belirtmek zorundayım ki, yalana başvuruyor ve Kronstadt’ı destekleyenlerin “sadece asilerin ölümüne” yandıklarını söylüyor. Bu büyük bir yalandır. Kronstadt’ın yanında yer alanlar her iki taraftan da düşenleri üzüntüyle anmışlardır bugüne kadar. Çoğunlukla Kronstadt’tan açılan topçu ateşinin sonucunda buzların kırılmasıyla sulara gömülüp ölen askerler de, arkalarından gelen Çeka birliklerinin açtığı ateşle ölenler de, Kronstadt’ı savunurken ya da sonrasında kurşuna dizilen bahriyeliler de bizim martirlerimizdir. Onlar, iktidar muhterislerinin sorumsuzca tutumları ve acil sonuç alma reflekslerinin sonucunda hayatlarını kaybetmişlerdir. Hepsini saygıyla anıyoruz. Ne var ki, S. Savran, “… o aldatılmış gençlerden daha da fazla, proletaryanın iktidarını korumak için kendini savaş gemilerinin top atışının, mitralyözlerin, tüfeklerin, tabancaların ateşi altında buzların üzerine atarak göğüslerini siper eden ve sonunda hayatını yitiren 10 bin ila 25 bin arasında hepsi gencecik Kızıl Ordu askerine ve kursanti’lere, yani askerî öğrencilere” yanarmış. Sayarken, Çeka birliklerinin kurşunlarıyla öldürülen Kızıl Ordu askerlerini unutmuş!

Burada çok açık bir ayrımcılık vardır. “Karşıdevrimcilerin” canı cehenneme diyememiş de, “aldatılmış gençlerden daha fazla” diyebilmiş. Oysa bırakın Kronstadt’ı bir yana, devrimciler, hiçbir ayrım yapmadan, cephede düşmüş herkesin matemini tutarlar, hepsini savaşın kurbanı olarak görürler. Bu yaştan sonra bunu da mı öğretmek zorunda kalacaktık Sungur Savran’a!

Gün Zileli

6 Mart 2021

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1 Mayıs’a İlişkin Birkaç Eleştiri…

Artıgerçek Herkes eleştiri-özeleştiriden bol bol söz etmesine rağmen aslında eleştiri pek hoşa giden bir şey …

4 Yorumlar

  1. Bir ara DSİP’liler her zamanki iticilikleriyle “Bir, iki, üç, daha fazla Kronstadt!” dediği zaman onlara hiç laf etmemiştiniz ama. Liberallere karşı biraz fazla toleranslısınız.

  2. Söyleyene değil, söyletene bak demişler. İyi bir sloganmış, neden laf edeyim ki.

  3. Hayır abi unutmuşsun sen o olayı. 2013’te DSİP’li biri o sloganı, Kronstadt’ın ezilmesiyle alay etmek ve bir grup anarşisti provoke etmek için söylemişti.

  4. Ha evet, şimdi hatırladım. O zaman TSİP’lilere laf etmedim, çünkü genç anarşist arkadaşlar TSİP’lilere şiddet de içeren bir tepki göstermiş ve ben de TSİP’lileri savunmak zorunda kalmıştım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir