“Nişan”yan’dan 12 Karavana!

https://nisanyan.substack.com/p/savasa-dair-butun-yanlslarnz-duzeltiyoruz?s=r

Savaş ya da istila, bilgisayarlardaki savaş oyunlarına ya da satranca benzemez!

Sevan Nişanyan, Ukrayna konusunda, “Savaşa Dair Bütün Yanlışlarınızı Düzeltiyoruz” başlıklı bir yazı yayınlamış. 12 “iddia”yı teker teker ele alarak “düzeltmiş”! Kendi iddiası ise, Rusların satrançta Amerikalılardan üstün olduğu!

*

“İddia 1: Rusya egemen bir ülkeye saldırmıştır. Gerekçesi ne olursa olsun suçtur ve lanetlenmelidir.”

Nişanyan, kısaca özetleyecek olursam, ABD ve müttefiklerinin dünyadaki saldırganlıkları dolayısıyla “uluslararası hukukta var olduğu” farz edilen “egemen bir ülkeye saldırmama” kuralının çoktan yürürlükten kalktığını söylüyor. Yani bundan çıkan sonuç şudur: Amerika ve müttefikleri bu kuralı çoktan ihlal ettikleri için geçerliliği de kalmamıştır, dolayısıyla Rusya’nın da bu kurala uyma zorunluluğu yoktur.

Kısacası Nişanyan, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını, ABD ve müttefiklerinin saldırganlıkları dolayısıyla haklı bulmuş oluyor. Birinci Dünya Savaşı’nda da her iki emperyalist bloktaki ülkelerin birbirleri hakkında ileri sürdükleri “vahşet” ve “zulüm” iddiaları büyük ölçüde doğruydu. Ama o zamanki devrimciler, şu ya da bu tarafın büyük ölçüde doğru olan bu iddialarına dayanarak kendi hükümetlerinin açtığı savaşları ya da işgal ve saldırganlıkları desteklemeyi reddettiler. Her şeyi bırakalım bir yana, Nişanyan’ın bu argümanlarını okuyan bir Rus devrimcisi, Putin rejiminin işgal eylemini desteklerse kendisi acaba bundan hiç sorumluluk duymayacak mıdır? Pek sanmıyorum, tersine, sevinir bile, Rusya’nın savaş çabalarına bir katkım oldu diye!

*

“İddia 2: Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması için haklı bir sebep yoktu.”

Bu “iddia”yı kim ileri sürmüştür bilmiyorum ama bence hiçbir saldırganlığın haklı gerekçesi olamaz. Bunu geçelim.

Ne var ki, Nişanyan, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması için bazı “haklı gerekçeler” bulmuş. Bunlar: birincisi, Ukrayna’nın saldırgan NATO örgütüne girme talebi; ikincisi, daha NATO’ya girmeden topraklarında Batılı ülkelerin üs kurmasını sağlaması; üçüncüsü, ülkedeki Rus nüfusa karşı baskı uygulaması, bağımsızlık ilan eden bölgelere karşı kanlı bir savaş sürdürmesidir. Dolayısıyla, Nişanyan’a göre, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgalinden bile daha meşrudur.

Doğrusu her şey aklıma gelirdi de, Nişanyan’ın telaşla Türkiye’nin Kıbrıs işgalinin “haklılığına” sarılacağı aklıma gelmezdi. “Her türlü milliyetçiliğe karşı” kılıç savurmasıyla ünlenmiş Demir Küçükkaydın’ın ise, yazıyı “düşünmelerini istediği bay ve bayanlara” tavsiye ederken en azından bu noktada bir ihtiraz kaydı koymasını beklerdim.

Nişanyan, büyük bir özgüvenle, Rusya’nın Ukrayna’daki Ruslara yapılan saldırılarla ilgili iddialarını gündeme getirmiş ama bunların hepsi yüzde yüz doğru olsaydı da Rusya’nın bir ülkeyi istila etmesini, ülkedeki insanları bombalamasını, öldürmesini, evlerini yıkmasını, kısacası bir istilacının yapacağı şeyleri yapmasını haklı kılmazdı. Bu yolu bir kere açarsanız, “gücü gücüne yetene” orman kanunu egemen olur ve çok şikâyetçi olduğunuz NATO saldırganlığının önünü de iyiden iyiye açarsınız. Ona bakarsanız, Hitler’in Çekoslovakya’daki “Südet Almanları” konusundaki iddialarının da bazı haklı yönleri vardı. Ne var ki bu “haklılık” Çekoslovakya’nın işgal edildiği an sona ermiştir. Keza Hitler, I. Dünya Savaşı’ndan sonra galip emperyalist kampın Versay Alaşması yoluyla Almanya’nın silahlanmasına koyduğu ambargo konusunda da haklıydı. Ama bu haklılık onun tüm Avrupa’yı hedef alan saldırısının hoşgörülmesini getirmemiştir.

*

“İddia 3: Rusya iki ili savunmakla yetinebilirdi, Kiev’e saldırması için sebep yoktu.”

Nişanyan, üçüncü maddede, Rusya’nın sadece Donets ve Luganks’a girmekle yetinmesinin iyi olacağı “iddia”sını yanıtlamış. Tabii benim “uluslararası realpolitik”le bir alışverişim olamaz. Bu yüzden bu tartışmaya dâhil olmayacağım. Fakat neden bu iki ille yetinilmemesi gerektiği konusunda söyledikleri oldukça tuhaf. Eğer Rusya böyle yapsaymış, “Kiev rejimi” tamamen NATO şemsiyesi altına girermiş.  Evet ama, birinci maddede zaten öyle olduğunu, Ukrayna’nın NATO şemsiyesi altına girdiğini söylemiştin ya! Bence Nişanyan, belki de aşırı özgüveninden dolayı tutarlı olmaya gereken dikkati göstermemiş. Kaldı ki, Rusya’nın işgali, bırakın “Kiev rejimi”ni bir yana, Belarusya hariç bütün Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinde NATO’nun iyiden iyiye yerleşmesine, NATO üyesi olmayan İsveç ve Finlandiya’da NATO’ya girme eğiliminin güçlenmesine, sonuç olarak NATO şemsiyesinin gölgesinin bu ülkelerin üzerine düşmesine yol açmıştır. 

*

“İddia 4: Savaş sebebi ne olursa olsun Rusya’nın sivilleri öldürmesi, şehirleri bombalaması kabul edilemez. Rus ordusu doğum hastanesini, sinemaları, camileri, alışveriş merkezlerini top ateşine tutmuştur.”

“Dördüncü “iddia”ya karşı ileri sürdükleri, Nişanyan’ın “objektifliği”ni oldukça sarsacak nitelikte. Bu, Rus işgalinin yol açtığı sivil kayıplarıyla ilgili “iddia”dır. Savaşta “sivil kayıplar” olurmuş. Bu acı bir gerçekmiş. Kınanmalıymış! Sağol ya, ne kadar iyisin!

Hemen ardından Nişanyan, sivil kayıplara ilişkin çıkan haberleri bir bir yalanlamaya girişiyor. Bilmiyorum, yalanlamalarının bazıları gerçekten doğru olabilir. Çünkü savaşlarda taraflar yalanlarının dozunu azami ölçüde artırırlar. Fakat Nişanyan’ın sivil zayiatın “yüzler veya ancak binler düzeyinde” olduğunu söyleyerek minimize etmeye çalışmasına ne demeli! Yok canım, bir şey değilmiş, bir ay içinde topu topu bin sivilcik ölüvermiş! Siz bu “ufak” kayıpları bırakın da ABD’nin havadan yaptığı bombalamalarda Sırbistan, Afganistan, Libya ve Yemen’de öldürdüklerine bakın. Hani, algıda seçiciliği biliyordum da, savaştaki sivil ölümlerde seçicilikle ilk kez karşılaşıyorum.

*

İddia 5: Ruslar sivil halkın tahliyesini önlemektedir.”

Bundan sonra Nişanyan, kendini bilgisayardaki “savaş oyununa” kaptırmış bir çocuk gibi, esasa ilişkin olmayan konularda at koşturmaktadır. Örneğin “beşinci iddia” ile ilgili söyledikleri. Bundan sonra girişiyor Rusların böyle yapmadıklarını, tersine Ukrayna Hükümeti’nin halkın savaş bölgelerinden çıkmasına izin vermediğini kanıtlamaya. Diyelim ki, Nişanyan’ın dediği gibi olmuş olsun. Savaş sırasında uygulanan şu ya da bu savaş taktiğinin, bu taktiklerin sivil halka yansımalarının Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin “haklılığıyla” ne ilgisi var ki. Rusya bir kere saldırmıştır. Her tarafı bombalayarak, kendisi de büyük kayıplar verme pahasına ilerlemekte, şehirleri kuşatmakta, korku içindeki, açlıkla boğuşan halkı şehirlerin dışına sürmektedir. Artık bu noktadan sonra neyin nasıl yapıldığının, kimin ne yaptığının ne önemi kalmıştır ki. Bir kere istila başlatılmış, halk yerinden yurdundan edilmiştir ve kan kaybetmektedir. Burada tartışılması gereken, sivil halkla ilgili olarak kimin ne yaptığı değil, sivil halkın içine düştüğü bu duruma kimin yol açtığıdır. Bütün oklar Rusya’nın saldırganlığını gösteriyor, Nişanyan ne kadar “satranç zekâsı”yla bunu örtbas etmeye çalışırsa çalışsın.

*

“İddia 6: Rus ordusu Ukrayna’da batağa saplanmıştır, ilerleyememektedir.”

Nişanyan, bilgisayarda “savaş oyunu” oynamayı sürdürüyor: Yok canım, onu da nereden çıkarıyorsunuz! Rus ordusu (içinden “şanlı Rus ordusu” diyorsa hiç şaşmam) “…temkinli bir harekâtla her gün kontrolü altındaki sahayı genişletmekte”ymiş. Tabii bu “harekâtın” nelere mal olarak genişlediğinden hiç söz etmemektedir: Evlerin yıkılması, sivillerin ölmesi, halkın çoluk çocuk, ihtiyar, ev hayvanı yollara düşerek canını kurtarmaya çalışması, Ukrayna ve Rus ordusundan binlerce askerin ölmesi vb vb. Hayır, Nişanyan bunlara bakmamaktadır bile. Onun aklı fikri kendini kaptırdığı “savaş oyunu”ndadır. Rus ordusu ne kadar ilerlemiş, nereleri kuşatmış, işgal ettiği alanlarda sahayı ne kadar genişletmiş. Birisi, bunun bir bilgisayar oyunu değil de gerçek bir savaş olduğunu, söz konusu olanın gerçek canlar olduğunu Nişanyan’a anlatsın diyeceğim ama kendisini “oyuna” öylesine kaptırmış ki. Dinlemez bile. Onu takdir eden Küçükaydın anlatsın diyeceğim ama o, Nişanyan’dan bile daha düşkündür “tarihin demir yasaları”na!

Hangi geri zekâlı ileri sürüyor böyle iddiaları, bilmiyorum. Belki de televizyon kanallarında sabahtan akşama kadar postu serip afaki yorumlarda bulunan emekli subaylara aittir böyle iddialar. Tabii Nişanyan, zaaf noktalarına pek meraklı olduğundan hemen “İddialar listesi”ne alıvermiş.

Yahu Rusya, girdiği topraklarda batağa saplanmayıp da yağ gibi ilerlese ne olacaktır ki! Tarih istilacı mezarlarıyla doludur. Hitler orduları, bütün Avrupa’yı hiçbir direnişle karşılaşmadan, turistik gezi yapar gibi bir baştan bir başa istila etmiştir. Sonunu biliyoruz. Kaldı ki, Ukrayna halkı, hiç kimsenin, hatta NATO’cuların bile tahmin edemediği büyük bir direniş göstermiştir ve göstermektedir. Bence Nişanyan, bu maddeyle, itiraf edemediği kendi korkusunu açığa vurmuş.

*

“İddia 7: Ukrayna halkının kahramanca direnişine saygı gösterilmelidir.”

Olur mu hiç! Nişanyan’a göre, Ukrayna halkının şimdiden yüzde 4’ü ülke dışına kaçmıştır. Yani kaçan kaçanaymış ona göre. Kendisi de devletten kaçan biri olarak bu kaçışı anlaması, empati göstermesi gerekirdi ama ne gezer! Ona o anda üzerine çullanacağı “çürük” argümanlar gereklidir. Hiç gözünün yaşına bakmaz! Kaçanlardan öyle bir sevinçle söz ediyor ki, insanın yüzü kızarıyor onun adına. Kendisi de zulme uğramış bir insanın bu kadar zalim olabileceği kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Ama insan bir kere paçayı kaptırmasın saldırganın çarkına, artık ondan sonra her şeyi onun bakış açısından görmeye, onun propaganda aygıtı gibi çalışmaya başlar.

Ülke dışına çıkanların önemli bir kısmı aslında savaştan Zelensky hükümetini suçluyormuş. Biliyoruz ki, böyle zamanlarda her türden görüş dökülür ortaya. O kadar ki, mağdur olan halkın savaştan kendi hükümetini sorumlu tutması da gayet doğaldır. Peki ama, bu tür şeylerden hareket ederek halkın direnmediğini iddia etmek ne oluyor! Görünen köy klavuz istemez. Gidin sorun Putin’e, eğer sizinle samimi bir sohbet yapıyorsa o bile Ukrayna halkının umduğundan çok direndiğini söyleyecektir. Rusların bile kabul edeceği bu gerçeği Nişanyan karartmaya çalışmış. “Kraldan fazla kralcı” diye bir söz boşuna çıkmamıştır ortaya.

*

“İddia 8: Rusya Ukrayna’yı yenmeyi başarsa da Batılı devletlerin ekonomik yaptırımlarına direnemez.”

“Reelpolitik”  ve “reelekonomik” benim alanım değil. Bu yüzden Nişanyan’ın bu noktada ne kadar doğru “nişan” aldığı konusunda bir şey söyleyecek durumda değilim. Ne var ki, Nişanyan’ın, ABD’nin Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlarına katılmayan ülkeler arasında Türkiye’yi de sevinerek sayması dikkat çekici. Bu vesileyle belki de Türk devletine uzatılmış bir barış çubuğu bu. Neden olmasın! Artık Nişanyan’dan her şeyi beklerim.

*

“İddia 9: ABD karşıtı görüşler Rus propagandasının ürünüdür.”

Bu noktada Nişanyan ABD ve Batı propagandasının güçlülüğüne ve Rus propagandasının zayıflığına değinmektedir ki, haklı olabilir. İşgalcinin kendini savunacak argümanlarının cılız kalması doğaldır. Fakat aynı şeyi Türkiye için söyleyemeyeceğim. Türkiye’de solcusundan ulusalcısına, aşırı sağcısından CHP’lisine kadar neredeyse bütün siyasi güçler Rus propagandasının arkasında yer almış ve Sputnik Haber Ajansı’nın gönüllü elemanları gibi çalışmıştır.

*

“İddia 10: Rusya gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış oligarkların egemen olduğu bir ülkedir.”

Bilmiyorum, Nişanyan, önceden belirlediği 12 rakamına ulaşmak için mi savaşla ya da işgalle doğrudan ilişkili olmayan bu “iddiaları” böyle ortaya atıvermiştir. Yani, Rusya oligarkların ülkesi olmasa yediği halt haklılık mı kazanacaktır. Eğer bazıları bu iddiayı savaş karşıtı argümanların içine katmışsa iyice saçmalamışlardır. Yani aslında bu, tümdengelim yöntemidir. “Rusya oligarkların ülkesidir, bu yüzden işgal yanlıştır” mı diyeceğiz yani? Esas olan olgulardır. Rusya oligarkların ülkesi olmasa, dünyanın en demokratik ülkesi de olsa giriştiği işgal eylemi affedilemez.

*

“İddia 11: Rusya diktatörlüktür. Diktatörlükle liberal demokrasilerin savaşında ikincisinden yana olmalıyız.”

Bu da karşı tarafı saçma bir argümanın içine hapsederek “dövme” yöntemidir. Nişanyan’a yakıştıramadım (yoksa bu noktadan sonra yakıştırdım mı deseydim). Kalkmış bize, uzun uzun “özgür bir ülke” olarak bilinen Amerika’nın kötülüklerini anlatmış. Lisedeyken bildiğimiz aynı şeyleri döne döne anlatan hocalarımızın ne kadar sıkıcı olduklarını hatırlarım.

*

“İddia 12: Nişanyan Ermenistan yanlısı olduğundan Rusya’yı savunuyor.”

“Atlar nallanırken kurbağalar ayağını uzatmaz” derler. Ben de şimdi girmeyeyim böyle “ulusal” konulara.

Sonuç: Nişanyan’ın 12 atışı da karavana!

Savaş ya da istila, bilgisayarlardaki savaş oyunlarına ya da satranca benzemez!

Gün Zileli

25 Mart 2022

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

İsveç ve Finlandiya Meselesi

Artıgerçek Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin ardından, özellikle Rusya’ya yakın bölgelerdeki ülkelerde NATO’ya girme yönünde güçlü …

22 Yorumlar

  1. “Bu yolu bir kere açarsanız, “gücü gücüne yetene” orman kanunu egemen olur” – O yol ne zaman kapalıydı ki, hep açıktı, dünya tarihinde hep orman kanunu egemen olmuştur, iş işten geçtikten sonraki sahte özürlere, günah çıkarmalara bakmamak lazım.

  2. Bu kişilerle ilgili eleştirileriniz doğru olsa da sizin yazınız da çok farklı değil.

    Yukarıdaki yorumda güzel bir tespitte bulunulmuş örneğin.

    Bu söyledikleriniz ve benzerleri zaten yüzyıllardır tekrarlanan, bildik görüşler. Her benzer olayda yine söyleniyor.

    Peki daha önce söylenmemiş yeni bir şey, başka bir alternatif, bir çıkış yolu gösterebilir misiniz? Bu kişiler, doğru veya yanlış, gösterebiliyorlar veya en azından deniyorlar.

  3. Bu savaş, yarattığı yeni sığınmacı kriziyle, Rusya’nın gücü veya zayıflığından bağımsız olarak Batı’yı olumsuz etkileyecektir.

    Zaten Arap Baharından bu yana süren, Afganistan’daki son durum gibi zaman zaman daha da alevlenip büyüyen sığınmacı dalgaları ciddi bir demografik tehdit olabilir Batı ülkeleri için.

    Rusya’nın müttefiki Belarus daha Ukrayna’da savaşın başlamasından önce sığınmacıları bir şantaj olarak kullanıyordu Polonya sınırında hatırlanırsa.

    Dolayısıyla, doğalgaz, enerji vb. kozları dışında bir de böyle bir silahları var ellerinde kullanabilecekleri.

  4. Ukrayna, tıpkı Suriye gibi daha çok uzun yıllar bu yıkımdan kurtulamayacak. Belki de bir daha hiç ayağa kalkamayacak ve ülke olarak varlığı son bulacak.

    Savaşın çok uzun sürmesinden veya yıkıcı olmasından değil. Bu ülkelerin tarihsiz, köksüz, sınırları cetvelle çizilmiş yapay ülkeler olmasından dolayı. Yoksa Avrupanın köklü ülkeleri veya Japonya her iki dünya savaşının yıkımını hızla atlatıp kısa sürede eski güçlerine kavuşabilmişlerdir.

  5. Zileli’nin Siyaset tarzı

    Kod adı A.B.D-NATO-EU olan batı Emperyalizmine söyleyecek sözü olmayanların Rus Emperyalizminden dem vurmaları tutarlı değildir.

    Yukardaki cümleyi Adorno’nun “Kapitalizme söyleyecek sözü olmayan Faşizmden de bahsetmesin” sözüne atfen yazdım.

    Zileli Nişanyan’a çok kızmış bana da kızacak ama yine de yazayım: Nişanyan’ın yazdıkları yüzde yüz isabetli.

    Farzedelim ortada işlenmiş bir cinayet var.
    Ben yada Nişanyan gibi insanlar “tamam, cinayet fiilinin haklı görülecek bir tarafı yok ama bu iş bu noktaya nasıl geldi, bu insan cinayeti işleyecek noktaya nasıl sürüklendi?” bunu da merak edelim, soralım, araştıralım ve anlayalım. Neden?
    Çünkü şimdi olan olmuş ama bu cinayete zemin hazırlayan koşulları araştırıp anlarsak gelecekte bu tür cinayetlerin tekrar işlenmesini önleyebiliriz.

    Zileli’nin siyaset yapma tarzı ve siyaset yapmaktan anladığı sanırım şu: ben onu bunu bilmem arkadaş, cinayet neden işlenmiş, katil elini neden kana bulamış, bir insanı can almaya sürükleyen sebepler nelerdir, bunlar beni ilgilendirmez.
    Ortada bir cinayet var mı? Var. Katil belli mi? Belli.
    Cinyati de katili de kınıyorum. Katil haksızdır.

    Zileli’nin siyaset yapma tarzı sebep-sonuç ilişkisini merak etmeyen, olan biteli analiz edip anlama gibi bir derdi olmayan bir tarzdır.
    Böylesi bir siyasi yaklaşım son derece basit ve yüzeysel bir bakış açısıdır.
    Zileli’nin bakış açısında “ahlaki kaygılar” herşeyin üstünde olduğu için ben yada Nişanyan gibi insanlar “tamam, Rusya askeri bir işgal hareketine girişti ama kod adı NATO olan savaş örgütünün 30 yıldır Avrupadaki faaliyetlerine de bir bakalım, Rusya’yı açıkça “düşman” olarak kodlamış NATO savaş örgütünün Rusya’yı kuşatma ve teslim alma faaliyetlerine de bir bakalım, NATO tarafından “düşman” olarak kodlanmış Rusyan’nın korku ve kaygılarına da bir bakalım” dediğimizde Zileli “böyle şeyler duymak istemiyorum, bunlar hepsi bahane” deyip kestirip atıyor.

  6. Derviş arkadaşım, ne yazık ki yaptığnız metafor yerine oturmuyor. İşlenen sadece bir cinayet olsa Putin’e bir “kader mahkûmu” olarak empati gösterebilirdik. Fakat ortada on binlerce ölü, yıkım, sefalet, acılar vb. var. Savaş çıkartmak, bir ülkeyi açıktan işgale girişmek için hele bu çağda Hitler kadar çılgın olmak gerekir. Hitler’in de haklı gerekçeleri yok muydu? Versay anlaşması, gerçekten de Almanların esir almamış mıydı? vb.

  7. Versay antlaşmasının koşulları yenilen taraf için çok ağır koşullardı, doğru. Bundan dolayı da 2. Dünya savaşı Versay antlaşmasında önceden pragramlanmıştı.
    Siz bundan hangi sonucu çıkarıyorsunuz?

    Ben şu sonucu çıkarıyorum: gerçekçi olacaksın, hiçbir millete böyle ağır koşullu antlaşmayı dayatmayacaksın, yenilen taraf aşağılanmanın verdiği kin ve nefret ile dolup ilk fırsatta o antlaşmayı bozar. Nitekim bozdu da.

    Yalnız Naziler Versay’dan kurtulmakla yetinmediler, onların hedefleri çok büyüktü: Alman imparatorluğu kurmak. Yani bu sefer gerçekçi davranmayan Naziler olmuştu. Ve hayat olara da dersini verdi.

    Şimdi buna analog: çarlık ve sovyet imparatorluğunun devamcısı Rusya gibi dev bir devletin üstüne fazla gitmeyeceksin, köşeye sıkıştırmayacaksın, kuşatmayacaksın, çünkü eninde sonunda, bir noktadan sonra “dur” diyecek ve aktif savunmaya geçecek.
    Rusya şimdiye kadar pasiv savunmadaydı, şimdi aktif savunmaya geçti.
    Bundan dolayı NATO’nun doğuya yayıldıkça yayılması, Rusya’yı resmi olarak “düşman devlet” ilan edip kuşatması, teslim olmaya zorlaması Rusya’nın bu savaşı başlatmasının ana sebebidir.
    Tekrar edeyim: ABD ve NATO Rusya’nın eninde sonunda aktif savunmaya geçeceğini tabii ki biliyorlardı. ABD bu gerginliği programlayan, gerginliğin dozunu bizzat kendisi ayarlayan, bir numaralı süper güç olmanın verdiği avantajlarla oyunu kurgulayan ve kontrol altında tutan güçtr.

    Sayın Zileli,
    sizi ikna edemediysem bir de şöyle bir örnek vereyim: ABD dünyanın en güçlü aslanıdır. Rusya da ABD kadar güçlü olmasa da bir aslandır.
    Bir aslanın bölgesine başka bir aslan girdiği zaman kavga kaçınılmazdır.
    Aslanlar ve diğer hayvanlar bunu bildikleri için sınırları, kırmızı çizgileri aşmamaya dikkat ederler.
    ABD Rusyaya 30 yıldan beridir sürekli olarak şunu söylüyor: sen artık bir aslan değilsin. Olsan olsan bir kurt bir sırtlan, bir çakal olabilirsin.
    ABD-NATO’nun 30 yıldır yaptığı nedir: ey Rusya sen aslan değilsin, ben senin üstüne geliyorum, bölgene giriyorum, haydi görelim senin aslanlığını.

    Evet putin sizin de dediğiniz gibi bir kader mahkumudur.
    Çünkü aslan olma iddiasındadır ve aslan gibi davranmak zorundadır. Çünkü br aslan gibi kendini savunamazsan seni madara ederler.
    Sonuç: saldirgan taraf Rusya değil ABD-NATO’dur. Rusya’nın yaptığı aktif savunmadır.
    Bu dünya düzeni böyle kalırsa bu savaşların sonu gelmez.
    Kesin çözüm anarşizm-sosyalizm karışımı daha insancıl, daha barışçıl bir dünya.

    Sayın Zileli,
    sizin özlemini çektiğiniz barışçıl dünya kapitalizmin egemen olduğu bir dünya düzeninde mümkün deģildir.
    Putin’i, onu bunu protesto etmekle de bu savaşlar önlenemez.
    Siz bunu anlamadığınız için gerçekçi değilsiniz.
    NATO-Rusya kapışması yeni kızıştı, bunun devamı gelecek.
    NATO kendini tasviye etmeden, ABD “dünyanın hakimi benim, var mı bana yan bakan ulan” saldırganlığından vazgeçmediği müddetçe bu dünya böyle gider.

    Güçlü aslan ile zayıf aslan kapışmışlar dövüşüyorlar. Biz de dallara konmuş kargalr, kuşlar gibi gürültü yaparak, protesto ederek aslanları barışa davet ediyoruz.

    Aslan hiç kargayı, kuşu dikkate alır mı?

  8. Tamam da, Hitler’in “aktif savunma” yaptığı bu mantıkla neden iddia edilmesin?

  9. Savaş sırasında uygulanan şu ya da bu savaş taktiğinin, bu taktiklerin sivil halka yansımalarının Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin “haklılığıyla” ne ilgisi var ki. Rusya bir kere saldırmıştır buyurmuşlar…

    Kimleeer kimlerle beraber, koca Gün Zileli “bana neonaziler adam öldürüyor dedirtemezsinizcilik” oynuyor. 🙂

    yani neonaziler açıkça soykırım yapsa da bunda onların kabahatini bir türlü göremeyecek “büyük anarşist”… valla NATO’dan plaket falan gelebilir yakında, bizim ideologları da geçtin diye. Rusya yaptıysa Rusya suçludur, neonaziler yaparsa o zaman da elbette Rusya suçludur. süper mantık. 🙂

  10. “Rusya’nın Ukrayna’daki Ruslara yapılan saldırılarla ilgili iddialarını gündeme getirmiş ama bunların hepsi yüzde yüz doğru olsaydı da Rusya’nın bir ülkeyi istila etmesini …. haklı kılmazdı.”

    Zileli’ye bir soru:

    İkinci Dünya Savaşı olmasa, yani Naziler hiçbir yere saldırmayıp başkalarının tek karış toprağını işgal etmese, bununla birlikte ülke içinde aynı zulümleri (Yahudi soykırımı, toplama kampları, komünist ve muhaliflerin imhası vb.) yine yapsalardı, hangi tutumu savunurdunuz?

    A) Dünyanın gözü önünde cereyan eden bu vahşete seyirci kalınamaz! Avrupa ülkeleri bir an önce Almanya’yı işgal edip Nazi yönetimini devirerek buna bir son vermeli, bu mazlumların hayatını kurtarmalıdır!

    B) İşgal işgaldir, bahanesi olmaz. İşgalin her türlüsü yanlıştır. Soykırım işgale haklı bir gerekçe olamaz. Başka ülkelere saldırmayıp sadece kendi ülkelerinde zulüm yaptıkları sürece Alman devletiyle savaşılamaz. Ne zaman Naziler başka ülkelere saldırıp dünya savaşı çıkarır, ancak o zaman onlara saldırmak meşru olur.

  11. Zileli’den 12 Karavana!

    “İddia 4: Savaş sebebi ne olursa olsun Ukrayna’nın Donets ve Luganks’ta sivilleri öldürmesi, şehirleri bombalaması kabul edilemez. Ukrayna ordusu doğum hastanesini, sinemaları, camileri, alışveriş merkezlerini top ateşine tutmuştur.”

    “Dördüncü “iddia”ya karşı ileri sürdükleri, Zileli’nin “objektifliği”ni oldukça sarsacak nitelikte. Bu, Ukrayna işgalinin yol açtığı sivil kayıplarıyla ilgili “iddia”dır. Savaşta “sivil kayıplar” olurmuş. Bu acı bir gerçekmiş. Kınanmalıymış! Sağol ya, ne kadar iyisin!

    Zileli’nin Donets ve Luganks’taki sivil zayiatın “yüzler veya ancak binler düzeyinde” olduğunu söyleyerek minimize etmeye çalışmasına ne demeli! Yok canım, bir şey değilmiş, bir ay içinde topu topu bin sivilcik ölüvermiş! Siz bu “ufak” kayıpları bırakın da Rusya’nın havadan yaptığı bombalamalarda Ukrayna, Çeçenistan, Gürcistan ve Suriye’de öldürdüklerine bakın. Hani, algıda seçiciliği biliyordum da, savaştaki sivil ölümlerde seçicilikle ilk kez karşılaşıyorum.

    “İddia 6: Ukrayna ordusu Donets ve Luganks’ta batağa saplanmıştır, ilerleyememektedir.”

    Zileli, bilgisayarda “savaş oyunu” oynamayı sürdürüyor: Yok canım, onu da nereden çıkarıyorsunuz! Ukrayna ordusu (içinden “şanlı Ukrayna ordusu” diyorsa hiç şaşmam) “…temkinli bir harekâtla her gün kontrolü altındaki sahayı genişletmekte”ymiş.

    *

    Donets ve Luganks’ta Rusların önemli bir kısmı aslında savaştan Putin hükümetini suçluyormuş. Biliyoruz ki, böyle zamanlarda her türden görüş dökülür ortaya. O kadar ki, mağdur olan halkın savaştan kendi hükümetini sorumlu tutması da gayet doğaldır. Peki ama, bu tür şeylerden hareket ederek halkın direnmediğini iddia etmek ne oluyor! Görünen köy klavuz istemez. Gidin sorun Zelensky’e, eğer sizinle samimi bir sohbet yapıyorsa o bile Donets ve Luganks halkının umduğundan çok direndiğini söyleyecektir. Ukraynalıların bile kabul edeceği bu gerçeği Zileli karartmaya çalışmış. “Kraldan fazla kralcı” diye bir söz boşuna çıkmamıştır ortaya.

  12. Bana kalırsa analoji pek yerine oturmamış. Nazilerin Yahudilere zulümleri, Dombass bölgesindeki Rus nüfusa yapılan baskıyla kıyaslanamaz.

  13. (Bazen isim kısmına “Derviş” yazmayı unuttuğum için yorumların “anonim” olarak görülüyor.)

    Hitler’in aktif savunması konusundan önce kapitalist-emperyalist düzende egemen olan “aslan-kaplan-kurt kanunu”na dair tekrar yapayım.

    Şimdi Rusya götürüp Amerikan sınırlarına yakın Küba’ya yada Meksika’ya S-400 füzeleri ve atom silahları konuşlandırsa
    ABD-NATO “bu beni ilgilendirmez, Rusya’nın ne yaptığı bizi ilgilendirmiyor, bu Rusya’nın doğal hakkıdır” mı der yoksa “Rusya’nın yaptığı bize meydan okumaktır, güvenliğimizi tehdit etmektir, böyle bir şeye asla izin vermeyiz, bu bize savaş ilanı demektir” mı der?
    Cevap ikinci şıktır. Nitekim 1960’lardaki küba krizinde bunu gördük.

    Bir kurt sürüsünün bölgesine ikinci bir kurt sürüsü yaklaştığında bölge sakini sürü anında alarma ve karşı hücuma geçer.
    Bir aslan sürüsününün bölgesine başka bir aslan sürüsü yaklaştığında bölge sakini aslan sürüsü anında karşı atağa geçer.

    ABD dünyanın en fazla nükleer-atom silahlarına sahip ülkesidir fakat aynı ABD İran gibi devletlere atom silahı üretme yasağı koyabiliyor ve bunu da en doğal hakkıymış gibi yapıyor.
    Neden? Cevabı çok basit, çünkü ABD bir aslandır, hem de en güçlü aslan. İran olsa olsa ancak vaşak kedi olabilir, bir tilki yada çakal olabilir. Aslan vaşağı, tilkiyi, çakalı dikkate almaz, almasına gerek de yoktur. Fakat diğer hayvanlar aslanın varlığını ve gücünü dikkate almazlarsa canından olurlar.
    Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Yani insanoğlu ve kızının kurduğü düzen hayvanların kurduğu düzenden daha ileri değildir. Hatta bir alanda yanyana yaşayan ağaçların kendi aralarında kurdukları dayanışmacı ve paylaşımcı ilişki ve düzen insanlar için ancak ütopya olabilir.

    ABD-NATO aslanı takmış peşine yüzlerce sırtlanı, kurdu, çakalı, tilkiyi, Rusya aslanının bölgesini çembere almış, çemberi daraltıyor.
    Bu durum karşısında Putin’in iki seçeneği vardı. Putin ya “çarlık ve Sovyetler Birliği bir dünya imparatorluğuydu ama Rusya Federasyonu bir global güç değildir, kurt kocadı, köpeğin maskarası oldu, kader” diyecekti yada “Rusya’yı aslan mertebesinden çakal-kurt mertebesine düşüremezsiniz, bize çakal-kurt muamelesi yapanlarla, bedeli ağır da olsa, aslanlar gibi dövüşüp rüştümüzü ıspat ederiz” diyecekti.
    Putin görüldüğü ikincisini tercih etti. Bundan dolayı da Putin ve Rusya şeytanlaştırılma kampanyası ile karşı karşıya.
    Putin, ABD-NATO Emperyalizmine boğun eğseydi batı nezdinde hem çok “değerli” bir lider olurdu Gorbaçov gibi, hem de maddi rüşvete boğulurdu.
    Belli ki Putin’in milliyetçi rus damarı ağır basıyor.

    ABD-NATO aslanı almış yanına yüzlerce kurdu, çakalı, sırtlanı, tilkiyi, hep beraber Ukrayna’yı Rusya’ya karşı silahlandırıp kışkırttılar. En sonunda Ukrayna’dan Rus düşmanı bir devlet ve toplum meydana getirdiler.

    Sayın Zileli,
    ABD-NATO aslanı yüzlerce kurdu çakalı da yanına alıp Rusya’yı kuşatırken, Rusya’yı “düşman” ilan ederken, siz bir yazar olarak “yeter ulan, bir devletin-toplumun üzerine bu kadar da gidilmez ki, Rusya devletini ve toplumunu rahat bırakın, Rusya’ya düşman muamelesi yapmaktan vazgeçin” diyen bir yazı yazdınız mı?

    Alman devleti ve toplumunu cendereye alan Versay antlaşması Fransa’nın eseridir.
    Rakibini yere yıkıp boğazına ayağını basıp onu o şekilde sonsuza dek etkisiz halde tutabileceģini düşünen Fransız politikacı ve generalleri yanıldılar.
    Fransa ve Almanya’nın 2. Dünya savaşından sonra AB’yi kurmalarına bakılırsa “savaşma seviş” moduna geçip “çok savaştık, ikimiz de zarar ettik, bir de sevişmeyi ve ticaret yapmayı deneyelim” dedikleri anlaşılıyor.
    Alman milliyetçisi Nazilerin ilk hedefleri tabii ki Versay antlaşmasını geçersiz kılmaktı. Meselenin bu aşamasını da barışçıl bir şekilde halettiler. Fransa ve İngiltere de buna göz yumdular.
    Fransa ve İngiltere’nin de kendilerine göre hesapları vardı. Kapitalist dünya düzenini tehdit eden Komünizm ve Bolşevizm tehlikesine karşı Almanyayı ve Nazileri kale olarak kullanmak ve hatta Nazileri Bolşevik Rusya’ya saldırtmak, doğuya doğru yönlendirmek.
    Nazilerin “Polonya bize saldırdı” yalanı da tamamıyla iç kamuoyuna yönelik bir yalandı. Yoksa Hitler “Kavgam” kitabında Yahudiliği, bununla ilişkilendirdiği Bolşevizmi ve Slav ırkını imha edilmesi gereken düşman olarak gördüğünü zaten yıllar önce açık seçik yazmış.

    Peki Naziler Polonya’ya saldırınca Fransa ve Almanya Polonya’nın yardıma koştular mı? Hayır.
    Ama bugün bakıyoruz başta ABD-NATO olmak üzere Ukrayna’ya askeri, ekonomik yardım için birbirleriyle adeta yarışıyorlar. Neden?
    Çünkü Ukrayna, ABD-NATO adına Rusya ile vekalet savaşı yürütmektedir. Ukrayna bu oyunda bir piyondur.

    Sayın Zileli,
    siz bir yandan real politikadan fazla anlamadığızı ve ilgi alanınıza da girmediğini söylüyorsunuz diğer yandan da “bu bir ABD/NATO – Rusya savaşıdır, bir vekalet savaşıdır” diyenlere de öfkeleniyorsunuz, itiraz ediyorsunuz.

  14. Yanlış bilgi veriyorsunuz. Benim söylediklerim savaş öncesiyle değil sonrasıyla ilgili. Yeniden alayım buraya da dikkatli okuyun: Bundan sonra girişiyor Rusların böyle yapmadıklarını, tersine Ukrayna Hükümeti’nin halkın savaş bölgelerinden çıkmasına izin vermediğini kanıtlamaya. Diyelim ki, Nişanyan’ın dediği gibi olmuş olsun. Savaş sırasında uygulanan şu ya da bu savaş taktiğinin, bu taktiklerin sivil halka yansımalarının Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin “haklılığıyla” ne ilgisi var ki. Rusya bir kere saldırmıştır. Her tarafı bombalayarak, kendisi de büyük kayıplar verme pahasına ilerlemekte, şehirleri kuşatmakta, korku içindeki, açlıkla boğuşan halkı şehirlerin dışına sürmektedir. Artık bu noktadan sonra neyin nasıl yapıldığının, kimin ne yaptığının ne önemi kalmıştır ki. Bir kere istila başlatılmış, halk yerinden yurdundan edilmiştir ve kan kaybetmektedir. Burada tartışılması gereken, sivil halkla ilgili olarak kimin ne yaptığı değil, sivil halkın içine düştüğü bu duruma kimin yol açtığıdır.

  15. Sayın Zileli,
    Ukrayna’daki sivil halk da dahil olmak üzere, dünyada olup bitenlerde hepimizin az yada çok sorumluluğu vardır.
    Çoğu zaman sivil halk, yani bizler güç ve para sahibi politikacıların, generallerin, zenginlerin kendi amaç ve hırsları için kullandıkları, istedikleri gibi yönlendirdikleri bir kütle olmaktan başka bir role sahip değiliz.

    Ukrayna devleti ve toplumu batı ile doğu arasında ikiye bölünmüş bir haldedir.
    Rusya’yı dost ve müttefik gören kesim ve batıya özenen, AB ve NATO’ya girerek zenginleşeceği hayalleri kuran kesim.
    Ukrayna devleti belli bir süre tıpkı Erdoğan gibi ABD/AB – Rusya rekabetini kızıştırarak kendisi açısından en fazla faydayı sağlamaya çalıştı.
    2014’deki Maydan olaylarından sonra ABD ağırlığını koydu, ABD, AB’yi geri plana itti, ipleri eline aldı, ABD işbirlikçisi kesim devlete ve topluma eğemen oldu; Rus karşıtı politika Ukrayna devletinin resmi devlet politikasına dönüştü.

    Her savaşta en çok zararı sivil insanlar görür. Ukrayna savaşında da öyle.
    Yalnız bu şu anlama gelmez: Ukrayna toplumunun, halkının bu işte hiçbir sorumluluğu yoktur.
    -Ukrayna devleti ve milliyetçileri 2014 yılından beri Donbass bölgesinde rusça konuşan halka devlet terörü uygularken geri kalan Ukrayna halkından kaç kişi buna itiraz etti?
    -Ukrayna devleti rusçayı yasaklarken Donbass bölge halkı hariç kaç ukraynalı buna itiraz etti.
    -Ukrayna devleti ABD’nin dümen suyunda rus karşıtı politikayı resmi devlet politikası haline getirirken Donbass bölge halkı hariç, kaç ukraynalı “Ruslar bizim komşumuzdur, kirvemizdir, bu düşmanlığın sonu bizi felakete sürükler” deyip öngörülü bir itiraz da bulundular? vs.

    Sayın Zileli,
    her türlü eleştiriyi “ama sivil halk ölüyor, bunun sorumlusu kim” deyip tartışmayı hep aynı noktada tutarsanız siyaset tartışmanın anlamı kalmaz.
    Meseleyi bu kadar duygusallaştırmayın.
    Dünyada olan biten kötü işlerde sivil halkın hiçbir sorumluluğu yok mu?

  16. “Duygusallaştırmak”. Duygu yoksa hiçbir şey yoktur kardeşim. Sana daha açığını söyleyeyim de biraz şaşır. Ben en çok bu savaşta ölen, savrulan, barındıkları evleri dağılan ev hayvanlarını vd. üzülüyorum. Böyle bir durumda benim köpeklerim ve kedilerim ne yapardı diye düşünüyorum. “Politik aklın” pek aklı ermez böyle şeylere, biliyorum.

  17. Öte yandan, elbette olup bitende sivil halkın da sorumluluğu vardır ama buradan hareketle sivil halkı suçlamak saçma olur. Esas kaynak nedir, ona bakmak lazım. Ulusal çatışmaları ve ırkçılığı körükleyen iktidarlar olmasa, halkların içindeki sürtüşler pekâlâ barışçı bir şekilde çözülebilir.

  18. Rusya, Batı’ya Ne Yapabilir?

    Nişanyan, yazdıkları (https://nisanyan.substack.com/p/emici-savaslar?s=r)

    ve söyledikleriyle (https://www.youtube.com/watch?v=9bD0YzpFNjA)

    beni ürkütüyor. Beni ürkütmenin onun umurunda olduğunu zannetmiyorum, hâttâ öğrenirse, beni ürkütmüş olmaktan mutlu da olabilir, bilemem.

    Almanya’nın “Lidl” ve Rusya’nın “Mere” süpermarketlerinin Avrupa perakende pazarındaki maceralarından yola çıkıp “Ukrayna savaşı hakkında bilmeniz gereken her şey bundan ibarettir” diye bitirirken ne kastettiğini anladığımı zannediyorum. Lakin bir mesele var: Kendisinin anlattığı hikâyede Lidl’in Mere’den çekinmesini ve böyle kanlı bir maceraya girişilmesini gerektirecek bir şey yok. Tamam, anlıyorum, sembolik bir şeyden söz ediyoruz da, AB ve-veya ABD ekonomisi için Rusya’nın bir tehdit olduğu ve hâttâ yakın bir gelecekte olabileceğine dair hiçbir emare yok.

    Anladığım, daha doğrusu hissettiğim kadarıyla Nişanyan (muhtemelen uzun yıllar insanlığın nadide bir eseri olarak gördüğü) Batı medeniyetinin azgın kifayetsiz muhterislerin elinde un ufak oluşuna fena hâlde öfkeleniyor. Öfkesi, Nişanyan’ın aklını giderek daha belirginleşen bir biçimde esir alıyor.

    Aşağıdaki tabloda 1980 sonrasında dünya ekonomisinin kaba görünümü özetlenmiş (tabloyu, Mustafa Sönmez’in “Gazete Duvar”daki bir yazısından aldım, o yazı da hakkında ayrıca konuşulmayı hak ediyor.)

    Tablo’nun adresi (jpg):

    https://i.gazeteduvar.com.tr/storage/files/images/2022/03/06/gra1-oK40.jpg

    Tablo hakkında sayfalarca yazılabilir. Şimdilik sadece şunu işaret etmekle yetineceğim: Son kırk yılda en ağır kan kaybına uğrayan özne AB. Aynı dönemde çevre, (Çin ve Rusya çevreye dâhil değil, hatırlatayım), ekonomideki payını muazzam ölçüde artırmış. AB içinde Almanya’nın payında dramatik bir artış olmuş mu bilmiyorum. Ama bütün Avrupa’yı emiyor olsa bile, Almanya’ya bir şey kazandırmadığını söyleyebiliriz. Rusya’nın herhangi bir özne için tehdit olmadığı da ortada.

    2020 tarihli “Dünya Eşitsizlik Raporu” da, neoliberalizm ve küreselleşme süreçlerinin ülkeler arası eşitsizlikleri ciddi oranda azalttığını, buna mukabil ülke içi eşitsizlikleri körüklediğini tespit etmişti. Kendi hesabıma bu tespitleri yapmak için rakamlara da ihtiyacım yoktu, zaten yıllardır yazıp söyleyip duruyorum. Dünya ekonomisi, bugün, “Sanayi Devrimi” dönemindekini andıran büyüklükte bir transformasyon yaşıyor. Zengin ülkeler (a) kaybedecek daha çok şeyleri olduğundan ve (b) zaten de kaybeden tarafta olduklarından, yaşanan süreçte daha büyük bir stres altındalar. Biraz da bu sebeple, zırvalıyorlar. Zırvalıyor olduklarını görüyoruz da, zırvalama sadece azgın kifayetsiz muhterislerin ihtiraslarından ve-veya azgınlıklarından kaynaklanmıyor yani. Kaybediyorlar, reaksiyon geliştiremiyorlar, nispeten kamu denetimine açık olan iktidar yapıları olduğundan iktidarlar daha çok sıkıntı çekiyorlar ve… Saçmalıyorlar, ellerinden geldiğince de kamu denetiminden kaçmanın yollarını arıyorlar.

    Nişanyan’la anlaştığımız husus, demek ki; liberal diye adlandırılan dünyanın giderek kendi değerlerinden ve bilhassa da liberalizmden uzaklaşmakta olduğu. Ama bu tespit, insanı, nasıl olur da Trump ve Putin ile aynı frekansa taşır, anlamak zor. “Benim” anlamam zor. Biz Lidl’e, Lidl’in mahalli üreticiyi imha etmesine mi karşıyız (ben değilim de, Nişanyan, anladığım kadarıyla, en azından biçimsiz buluyor Lidl’in yan etkilerini) yoksa Lidl’in Almanya kökenli olmasına mı? Eğer Lidl’in yapıp ettiklerinin karşısındaysak, bence, Mere’nin de karşısında olmamız icap eder.

    Benzer şekilde biz dezenformasyona mı karşıyız, ABD’nin ve Batı ülkelerinin dezenformasyonuna mı? Putin Rusya’sı, en azından on yıldır, sadece ülke içinde değil ülke dışında da enformasyon akışına keskin müdahalelerde bulunuyor.

    Nişanyan diyebilir ki, “bu bir savaş ve savaşta kirli işler mubahtır, benim açımdan esas düşman dünyanın kanını emen ABD ve hempaları, onlarla temiz bir savaş yapılamaz, Rusya’yı da zaten sadece onlara onların silahlarıyla cevap verdiği için sempatik buluyorum.” Nişanyan böyle der mi, demez mi, bilemem ama buna benzer akıl yürütmelere muhatap oluyorum. Bu akıl yürütmelere en azından iki sebeple itirazım var.

    Birincisi, Rusya böyle bir savaştan muzaffer çıkmak için ziyadesiyle küçük bir oyuncu. Putin’in inşa ettiği siyaset mimarisi Rusya’yı daha güçlü (dolayısıyla böyle bir savaşta ayıdan kıl kopartmaya daha yakın bir aday) yapmıyor, aksine daha zayıf yapıyor. Böyle, Câlût’un hakkından gelecek Davut gibi sunulduğunda, Rusya’nın mukadder yenilgisi, ABD’nin psikolojik üstünlüğünü pekiştirir. Diyelim olmayacak şeyler oldu ve Putin kazandı, Putin Rusya’sından mamul bir Davut, Câlût’u aratır.

    İkincisi, stratejik olarak bu tutum yanlış. Güçlü bir rakiple karşılaşan zayıf bir rakip, güçlünün silahlarıyla savaşmaya kalktığında (yani Avrupa’ya süpermarket zincirleri açmak, dezenformasyona daha şirret dezenformasyonla cevap vermek gibi) yenilgi daha da mukadder olur. Rakibinin yapamadığını, yapamıyor olduğunu akıl etmek ve yapmak gerekir. Tamam, ellerimizi temiz tutma takıntısına sahip olmayalım ama rakibin iyi bildiği, en iyi bildiği şeylerin ucuz kopyaları işe yaramaz.

    Batılı ülkelerin (ve hâttâ bizim de) azgın, haddini şaşırmış, üstüne düşen hiçbir şeyi layıkıyla yerine getiremediği hâlde bütün suçu utanmazca kalabalıklara yıkan bir okumuşlar şerrinden mustarip olduğuna itirazım yok. Sistemi rehin alan bu kerameti kendinden menkûl zibidilerin, mevsim değişiminde zaten kırılganlaşmış dünyayı manâsızca sömürerek işleri daha da biçimsizleştirdiğini düşünüyorum. Ama bütün bu hengâmeden çıkışta Trump’ın fantezilerinin de, Putin’in mutasavver Rusya tarihinin de bize yardımcı olabileceğini varsaymak…

    Bence tuhaf.

  19. “Takoz”

    Yazıyı okumaya başlamadan önce, çizimi inceleyiniz:

    https://www.politikapolitik.com/wp-content/uploads/2022/03/Takoz.jpg

    Aracınızla rampayı çıkarken durmanız gerekti. İndiniz, tekerleklerin önüne ve arkasına takozlar yerleştirdiniz. Birisi geldi ve arkadaki takozları (çizimdeki B takozunu) çekti, araç geriye doğru kaymaya başladı.

    Soru şu: Araç neden kayıyor? Rampanın eğimi yüzünden mi, yoksa takoz çekildiğinden mi?

    Eğer takoz çekildiğinden kayıyorsa, öndeki takoz (şekildeki A takozu) çekilse öne doğru kayması gerekirdi. Ama öyle olmuyor. Takoz çekilmese aracın kaymayacaktı olması, “takoz çekildiği için” kaydığını söylemeye kâfi değil.

    “Ukrayna aracı” (tıpkı “Türkiye aracı” gibi ama Türkiye’den onlarca yıl sonra) rampada stop etmişti. Yukarıda Rusya (bizim misalimizde SSCB). Aşağısı… Kıyamet. Yani Batı. Aracın kaymasına mani olmak, “istikrarını” sağlamak için takozlar elzemdi. Sonra (iddiaya göre) Soros diye biri gelmiş, NATO filan gibi bir örgüt şeytani plânlar yapmış… Ne yapmışlar yani? Takozu çekmişler. E o hâlde siz de öteki takozu çekseydiniz… Göreydik ne olacağını. Aslında öteki takoz da çekildi zaten, Moskova Kiev’e kendi memurlarını atadı defalarca ama “Ukrayna aracı”, “yukarı doğru” kaymadı.

    Falanca öznenin iyi, ötekinin kötü olduğunu filan ileri sürmüyorum. Soros şöyle biri, NATO böyle bir şey, Moskova öyle, filan. Bütün bunlar bahsi diğer. İstikrar (belirli bir seviyeye kadar) elzemdir, takozlar lazımdır, itirazım yok. Dünyayı takozlar, takozları çekenler, onların kasıtları, güçleri ve saire çerçevesinde okuyup saatlerce konuşmak… Besbelli ki tatmin yaratıyor, ne iyi.

    Ve fakat…

    Eğim var, eğim! “Araç”, o eğim yüzünden kayıyor!

    Eğimi anlamadan, mevcudiyetini kabul etmeden yapılan-yapılacak bütün tahliller zırvadır. “Ama takozu çektiler” deyip durmak manasız bir mesai. Takozlar varsa, çekenler-çekecekler hep olur. Bugün çekilmese takoz, yarın çekilir. Takozu çeken eli deşifre edip, “hah işte tarihi yazanı yakaladım” deyip kostaklanmalar, tarihi takozlar ve takozları çekenler üzerinden okumalar… Ne bileyim! Komploculuk işte. Çünkü eğim var, eğim. O beğenmediğiniz, tarihin öznesi olmaya yakıştıramadığınız milyonlar var. Sizin “önemliyi önemsizden ayırt etmekte uzmanlaşmış” olduğunu vehmettiğiniz nadide gözlerinizin görmemeye şartlandığı milyonlar…

    Meseleyi memleket meselesine taşıyayım, belki daha iyi anlaşılır.

    2002’de Erdoğan seçilip geldiğinde mesele Erdoğan filan değildi. Eğim vardı. O eğim iş gördüğü sürece, işler benim hoşuma gitmeyecek biçimde gelişse de, araç benim benimseyeceğim bir park yerine doğru kaymıyor olsa da, eyvallah. Kabulümdür. İtiraz ederim, dövüşürüm filan da… Oyun, oyundur yani.

    Sonra oyun ortadan kaldırıldı. Erdoğan ve şürekâsı, oraya buraya takozlar yerleştirdi.

    Yani?

    Geldik 2022’ye…

    Erdoğan’ı milyonlar getirdi ama o aynı milyonların Erdoğan’ı götürmesini imkânsızlaştırmak için ne lazımsa yapıldı. Neden sokakta gösteri yapamıyoruz? Neden Erdoğan hakkında edilen her laf yargının mevzuu oluyor? Neden medyayı imha etmek için bu kadar kaynak harcandı? Bunların hepsi takoz. Neden ihtiyaç duyuluyor? Çünkü… Eğer “Türkiye kamyonu” kendi başına bırakılırsa, eğime uygun olarak kayacak olursa, Erdoğan yerinde duramayacak. Görüyoruz işte, kamuoyunun oluşmasına mani olmak için neler yapılıyor olduğunu. Eğer onlar yapılmasa, kamuoyu Erdoğan’ı tasfiye edecek ki yapılıyor hepsi.

    Ve birileri, tarihi, takozlardan, takozları çeken ellerden ibaret bir şey olarak görmeye şartlanmış gözlerin sahipleri, bir defa daha eğimi görmüyorlar. Milyonları… Görmezden gelemediklerinde aşağılamak için görüyorlar sadece.

    Takozlar var. Çekiliyorlar. Araçlar kayıyor. Bir safhada araç yakalanıyor, başka takozlar konuyor. Ve saire…

    Şu takoz değil de bu takoz çekilecek olursa, takozu şu özne değil de bu özne çekerse, tarihin yatağında (kimisi mühim) farklılıklar da gerçekleşebilir. Ama işi yapan, eğim. Tarih sahnesinin esas oğlanı, eğim. Yani milyonlar.

    Ziyadesiyle eğitilmiş, nazik ve aşırı kibirli gözlerinizin görmemeyi marifet saydığı milyonlar. Sizin kaymasını istediğiniz yöne kaymadığında “aldatılmış” olarak etiketlediğiniz milyonlar. Oyun hep onların oyunu idi, artık hepten onların oyunu.

    Neyse, ben sizi tutmayayım, siz bir gidip CIA ne yapmış, Soros neyle meşgul, Putin’in derdi ne, Erdoğan şapkadan hangi tavşanı çıkarmış filan bakının…

    * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

    “…ve Eğim”

    Önceki yazımda sözünü ettiğim manâda takozlara, takozları yerleştirenlere, onları yerlerinden edenlere odaklanıldığında görül(e)meyen çok şey oluyor dünyada. Celâl Kazdağlı aradı ve “Gazete Oksijen”de yer alan bir NYT haberi çevirisinden söz etti. O sayıları da verdi ama sayıları aklımda tutmam müşkül, zaten de değişip duruyordur. Mevzu şu: “Airbnb” sistemi üzerinden, dünyanın dört bir tarafından on binlerce insan, Ukrayna’da asla kullanmayacağı oda-ev kiralama işlemi yapmış.

    Yani ne yapmış?

    Ukraynalılara para transfer etmiş.

    Devletlerin insanlara verdiği hasarı telafi edecek bir meblâğ mıdır Ukraynalılara aktarılan para? Herhâlde değildir. Çokbilmişler derhâl “deliğin ne kadar büyük, yamanın ne kadar küçük” olduğunu dikkatlerinize taşıyıp burun kıvıracaklardır bu habere.

    Önceki yazımda dedim, eğim var, eğim.

    Bundan kırk yıl önce böyle bir inisiyatif akla gelmezdi. Gelse, birkaç yüz kişiyle sınırlı kalırdı. O birkaç yüz kişi de, yardımlarını transfer edebilmek için böyle bir mekanizma bulamazdı.

    Yani?

    Küreselleşen sadece “Musk”lar, “Zuckerberg”ler filan değil, sıradan insanların örgütlenme kabiliyetleri de küreselleşiyor. Ve hassasiyetleri küreselleşiyor. Bütün bu olup bitenler (üstelik) son derece yüksek açılı bir “eğim”e sahip. Dünyanın geniş bölgelerinde çok sayıda sıradan insan, giderek artan bir hızla, bu tür “kendiliğinden örgütlenmeler” hâlinde örgütleniyorlar. Her biri geçici ve problem odaklı örgütlenmeler hâlinde…

    Kırk yıl önce de dünyanın çok farklı bölgelerindeki insanlar, felakete uğramış başka insanlara, güçleri yettiği oranda yardım ediyorlardı. Şurada bir deprem oluyordu mesela, Kızılay kampanya başlatıyordu, para yolluyordunuz ve saire… Şimdiki öyle bir şey değil. Sıradan insanlar aradaki (çoğu devlet kurumu olmak zorunda olan) aracıları by-pass ederek, kendiliklerinden örgütleniyorlar. Yani bugünün insanları eskisine kıyasla daha iyi mi bilmiyorum, ama, iyi insanların bugün daha çok imkânları var.

    Bence siz yine de bu haberi (ve eğer bu haber bende yarattığına benzer bir iyimserlik yaratmışsa sizde, o iyimserliği) etrafınızdaki çokbilmişlerle paylaşmayın. Çünkü “kaç para toplanmış ki?!” sorusunu, muhtemelen, “Eee.. yaptırıma uğrayan Rus halkına n’olacak?!” sorusu takip edecektir. Yani diyecekler ki, “herkese iyilik etmiyorlar ki, sadece Ukraynalılara ediyorlar.” Bu tespit haklı da zaten. Zira aynı sistem üzerinden Ukraynalı mültecileri misafir etme taleplerini de dile getirmiş pek çok kişi. Muhtemelen Suriyeli veya Afgan mülteciler için benzer bir şeyi aklından bile geçiremeyecek çok kişi vardır aralarında.

    İkiyüzlü bu Batılılar, biliyorsunuz.

    Eh, ben de az çok farkındayım, Batılılar için Suriyeliler ve Ukraynalılar aynı değil. Gerçi şunu teslim etmek gerekiyor ki, Suriyeli mülteciler için kendini paralayan çok sayıda Batılı da var ama Ukraynalılar ile Suriyelilerin Batılı kamuoyları için aynı olmadıkları da bir gerçek. Yine de, mevcut eğimi hesaba katacak olursak, bugün Ukraynalılar için sergilenen hassasiyetin yarın Suriyelileri de kapsayacak şekilde genişlemesi beklenebilir.

    Eğim var, eğim.

    Kaldı ki, Batılıları ikiyüzlü bulan Türkiye ahalisinin de, Suriyeli mültecileri bir an önce göndermek isterken, Ukraynalıları bağrına basmaya hazır olduğunu gönül rahatlığıyla iddia edebilirim. Yani ikiyüzlülükse, herkes öyle. Bu ikiyüzlülüğün bir bölümü, ilaveten, imâl edilmiş bir şey. Demek istiyorum ki, Ukraynalıların Putin şeytanının mağdurları olarak görülmesini, buna mukabil Suriyelilerin vatanlarını korumak için parmağını oynatmayan hainler olarak düşünülmesini sağlayan algılar, inşa edilmiş şeyler. Ve bütün bu teferruat hakkında günlerce konuşulabilir, ciltlerce yazılabilir.

    Bütün o laf kalabalığının üstünü örtemeyeceği bir hadise var, insan iyidir. “Her” insanın değilse bile, “tanımadığı birçok” insanın yarasını sarmak için parmağını taşın altına koyabilir.

    Eğim var, eğim. Unutmayın bunu…

  20. ““bu bir savaş ve savaşta kirli işler mubahtır, benim açımdan esas düşman dünyanın kanını emen ABD ve hempaları, onlarla temiz bir savaş yapılamaz, Rusya’yı da zaten sadece onlara onların silahlarıyla cevap verdiği için sempatik buluyorum.”
    … buna benzer akıl yürütmelere muhatap oluyorum.
    … Rusya böyle bir savaştan muzaffer çıkmak için ziyadesiyle küçük bir oyuncu. Putin’in inşa ettiği siyaset mimarisi Rusya’yı daha güçlü (dolayısıyla böyle bir savaşta ayıdan kıl kopartmaya daha yakın bir aday) yapmıyor, aksine daha zayıf yapıyor.”

    Diyelim ki doğru.
    Bu durumda iki ihtimal vardır:

    – Rusya’nın yenilgisi, NATO-ABD-AB’nin Rus-Çin blokunu ezip geçmesi ve dünyanın rakipsiz ve yenilmez emperyalist gücü olarak egemenliğini tescillemesi, yani hiçbir zaman yıkılamayacak bir şekilde yerleşmesi.
    – Tamamen köşeye sıkışan ve sonunun geldiğini anlayan Rusya’nın kaybedecek bir şeyi kalmadığı için bir nükleer savaş başlatması ve böylece karşıtlarıyla beraber kendisinin de sonunu hazırlaması, kısaca insanlığın sonu.

    Ortada sadece bu iki ihtimal varsa ben ikincisini tercih ederim.

  21. https://gercekgazetesi1.net/teori-tarih/kizilderenin-mirasi-turkiye-solunun-buyuk-donusumu

    “Şayet bir sosyalist parti veya hareket, 28 Şubat’ın Erbakan’ı güçsüzleştirmesinden yararlanarak onun yerini alan Erdoğan’ın, Türkiye faşizminin tarihî temsilcisiyle de ortaklaşarak kurduğu istibdad rejimine son vermek için bütün umudunu emperyalizmin kanadı altında o tarihî faşizmden ve Erdoğan’ın partisinden yeni kopmuş birtakım güçlerin bağrında birleştiği bir ittifakın parlamenter faaliyetine bağlamışsa, bu, Mahir’lerin sınıf bağımsızlığı tutumuna taban tabana aykırıdır.

    Şayet bir sosyalist parti veya hareket, dün dağılan işçi devletlerinden geriye kalan çok güçlü iki devleti (Rusya ve Çin) dizlerinin üzerine çökertmek, hatta bölmek ve sömürgeleştirmek için uzun soluklu bir strateji uygulayan ABD, İngiltere ve NATO’nun politikası sonucunda bir savaş başladıysa, o savaşa ağzına NATO’nun adını bile almaksızın güya karşı çıkar ya da NATO ile onunla karşı karşıya gelen bir ülke arasında tarafsız kalmayı savunursa bu, Mahir’lerin anti-emperyalizmi kapitalizme karşı mücadelede eksen alan tutumuna ihanettir.

    Önce anti-emperyalist olacak ve burjuvazinin politik hegemonyasından bağımsızlaşacaksınız. 1971 devrimci hareketini başka türlü anlamlı biçimde anmak mümkün değildir.”

    Yukarıdaki yazının sonunda Zileli’yi eleştirmişler sanki. Yalnız “sosyalist” yerine “anarşist” demedikleri kalmış.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir