Merkezlerin Tahakkümü ve Tabandan Demokrasi…

Artıgerçek

Aslan, ceylan, sırtlan ve zebra yan yana koşuyorsa orman yanıyor demektir.”  (Afrika Atasözü, Can Dündar’dan alınmıştır)    

John Steinbeck’in Rusya Günlüğü’nü (Çev. Deniz Keskin, İletişim, 2022) okuyorum. Ne zamandır böylesine esprili bir kitap okumamıştım. Sovyetler Birliği’ne savaş sonrasında, 1947 yılında, ünlü fotoğrafçı Robert Capa ile birlikte giden John Steinbeck, bu kitabındaki sense of humour’uyla romanlarını bile aşan bir tat veriyor okuruna.

JOHN STEINBECK VE ROBERT CAPA SORULARI YANITLIYOR

Bu bir yana, Steinbeck’in, o zamanki Sovyetler Birliği’ne ve halkına ilişkin gözlemleri de son derece güvenilir. Hem bildik anti-komünizmle dalga geçiyor, hem de Sovyet sisteminin aşırı bürokratizmiyle (“Sovyetler Birliği denen devasa saymanlık sistemi”, s. 65). Şu an kitabın 139. sayfasındayım, bitirince daha geniş bir tanıtmasını yapmayı düşünüyorum ama bu yazıda kitaptan hareketle iktidar gücünün kısıtlanması üzerine bazı saptamalar yapmak istiyorum. 

Steinbeck’in anlatımlarından, Sovyet yönetici elitinin ve halkının, Amerikalıların kendi rejimlerini nasıl gördüğü ve Amerika’daki sistemin nasıl işlediği konusunda epeyce meraklı olduğu anlaşılıyor. Steinbeck ve Capa, bu konuda kendilerine sorulan sorulara verdikleri yanıtlarda şunları belirtiyorlar:

MERKEZLERDE GÜÇ BİRİKİMİ ÖNLENMELİ

Anglo-sakson demokrasisinin temel yönelimleri olarak;

  • Devletin her türünün bir miktar tehlikeli olduğu;
  • Devlet ne kadar küçülürse o kadar iyi olacağı;
  • Devletin gücündeki her türlü artışın kötü olduğu;
  • Halihazırdaki hükümetin sürekli göz hapsinde tutulması, izlenmesi ve eleştirilmesi, böylelikle hizada tutulması;
  • Devlet yapısının birbirini dengeleyen bir dizi kurumdan oluşması gerektiği ve bu kurumların iktidarın tek kişinin eline düşmesini engellemek üzere kurgulanmış olduğu;
  • İktidarın tek bir adama bağlanmasından ve ebedileştirilmesinden korkulduğu ve nefret edildiği;
  • Farklı güçlerin birbirini kontrol altında tutması gerektiği;
  • Diktatörlükten, çok güçlü liderlerden korkulduğu ve bu yüzden devlet sisteminin kimsede büyük miktarda güç toplanmamasını sağlamak üstüne kurulu olduğu;
  • Basının denetlenmesinin kesinlikle yanlış olduğu, her türlü fikrin kendini gizlemek yerine açıkça ortaya koymasının topluma çok daha faydalı olacağı; keza kitap yasaklamanın yasak olması gerektiği vb. vb.

ADAY LİSTELERİ NASIL BELİRLENDİ?

Bu satırları okuduktan sonra, içinde yaşadığımız ortamda, partilerin aday listelerini nasıl belirlediği üzerinde düşündüm derin derin.

  • Acaba parti tabanlarında adayların seçimi için bir oylama yapılmış mıdır?
  • Hadi bundan vazgeçtim, adayların belirlenmesinde bir temayül yoklaması yapılmış mıdır?
  • Yoksa adaylar, merkezlerdeki dar “aday belirleme Komisyonları” tarafından mı belirlenmiştir?
  • Parti merkez yönetimleri ve onların belirlediği komisyonlarda fazlasıyla güçlü, her şeyi elinde tutan unsurların, yerel bölgelerdeki adayları elemelerini önleyecek ve karşı dengeyi oluşturacak parti kurumları var mıdır?
  • Merkezlerdeki bazı kliklerin ya da liderlerin aşırı güç biriktirmelerini ve merkezî diktatörler olarak ortaya çıkmalarını önleyecek mekanizmalar var mıdır?
  • Örneğin yerelde sevilen bir adayın önüne ya da üstüne merkezin teveccühünü kazanmış paraşütlü adayların geçmesini önlemek için partilerde karşı ağırlıklar ya da kurumlar var mıdır?
  • Parti merkezine yaranmak için yapmayacağı cambazlık kalmayan kariyeristlerin tabanda gerçekten sevilen ve emek veren, seçilse partiye daha fazla yararlı olacak, renk katacak adayların önüne geçmesini önleyecek ne gibi önlemler vardır? Yoksa bu tür önlemler, kâğıt üzerinde var olsa bile, aday belirleme toz dumanı içinde rahatlıkla rafa mı kaldırılmaktadır?

Aslında bu sorular daha da çoğaltılabilir ama uzatmayayım.

Partilerin son aday belirlemeleri, iktidar yoğunlaşmasının en muhalif kesimlerde bile, başa çıkılmaz bir tümör gibi egemen olduğunu gösteriyor, ne yazık ki.

MORAL BOZUKLUĞUNA İZİN VERİLMEMELİ

Elbette bu, muhalefet güçlerini moral bozukluğuna uğratmamalı, bu durumdan yararlanan trollerin, zaferin eşiğindeki muhalefet güçlerini bozguna uğratmasına yol açılmamalıdır.

Hele şu seçim geçsin, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu Tayyip Erdoğan’ı yenilgiye uğratsın, TBMM seçiminde Millet İttifakı+Emek ve Özgürlük ittifakı, AKP-MHP sultasına son versin, “sırtlan ile ceylanın yan yana koşmasına neden olan orman yangınının” söndürülmesine hele bir girişilsin, 14 Mayıs sonrasında “ceylanın sırtlan tarafından yenmemesi için” bunları daha etraflı konuşma olanağı bulacağız.

Gün Zileli

13 Nisan 2023

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Yerelden Yenmek!

Artıgerçek YEREL MÜCADELELER Merkeziyet-âdemimerkeziyet tartışması son 200 yılın en önemli tartışmalarından biridir. Marksist sol, her …

7 Yorumlar

  1. Umarım Lenin’i tekrar etmeye kalkışmazlar!!!

  2. Öncelikle “Lenin’i tekrar etmeye” kalkışabilecek güce erişelim de, gerisini sonra düşünürüz 😀

  3. umarım öyle bir güce kimse ulaşmaz. Sonuçlarını biliyoruz.

  4. Türkiye solu, sosyalist devrimden sonra, istese bile otokratik bir rejim kuramaz. Şu nedenlerden dolayı:
    1 – Türkiye sosyalist hareketindeki partilerin güç dengelerine baktığımızda, devrime birden fazla partinin ittifak halinde öncülük edeceğini tahmin edebiliriz. Bu partiler tekil olarak ne kadar Stalinci olurlarsa olsunlar, pratikte birbirlerini dengeleyecekleri için Stalinciliği kuvvadan fiile geçiremeyeceklerdir.
    2 – Türkiye sosyalist hareketinin güçlü ve bağımsız kesimlerini oluşturan partiler, AKP’nin 21 yıllık karşıdevrim sürecinde, buna karşı direnen Cumhuriyetçi hareketin içerisinde şekillenmiştir. Hatırlayacak olursak, bu partiler 2010 referandumunda ikirciksiz bir şekilde kuvvetler ayrılığını savunmuştur. Bu ön-şekillenmenin etkileri devrimden sonra da devam edecektir. Devrimden sonra sosyalizmin kuruluş dönemi, Türkiye’nin 150 yıllık ilerici /Cumhuriyetçi birikimini içererek aşma perspektifi üzerinden yükselecektir. Bu da, olası bir tek adam rejimine karşı ayrı bir sigorta mekanizması olacaktır.
    3 – Devrim sürecine en aktif şekilde katılacak olan kitlelerin, büyük ölçüde Gezi Direnişi’ndeki kitlelerden ve/veya AKP döneminde yetişmiş gençlerden oluşacağını tahmin edebiliriz. Hayatları boyunca tek adam rejimine karşı bilenmiş olan bu kitlelerin, devrimden sonra da farklı bir tek adam rejimine müsaade etmeyecekleri açıktır.

    Yani, anarşistlerin de içi rahat olsun 😀

  5. keşke senin kadar iyimser olabilsem. Geçmişte Leninist ve Stalinist diktatörlükleri yaşayan toplumların ve solun da bir hayli demokratik gelenekleri vardı. Hatta bizzat Bolşevikleri de buna katabiliriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir