Totaliter Diktatörlük İlan Edilirken…

97k/09/huty/6588/20imageserdogan-afrika-ziyareti-oncesi-aciklama-yapiyor

 

 

 

Komintern geleneğinden gelen bir alışkanlıkla, özellikle solda sadece faşist ya da Nazi ideolojisine sahip diktatörlükler dikkate alınır ve bunlara genellikle faşist diktatörlük adı verilir. Doğrudan ırkçı-faşist ideolojiye sahip olmayan totaliter diktatörlükler ise es geçilir. Hele bu totaliter diktatörlükler “komünizm” adını almışsa…

Oysa tarihin kaydettiği iki en büyük diktatörlük olan Almanya’daki Hitler diktatörlüğü Nazizm ideolojisini temel alırken, Sovyetler Birliği’ndeki Stalin diktatörlüğü, ilk kez Kaganoviç’in kullandığı adla Stalinizm olarak adlandırılır. Bu iki diktatörlük arasındaki ideolojik farklılıklar bir yana bırakılırsa, her ikisi de totaliter diktatörlüğün tarihteki iki ve eksiksiz örneği olarak bize günümüzdeki totaliter diktatörlüklerin kuruluş ve yönelimi açısından eşsiz malzeme sunarlar.

Bu yazıda ben de, bugün Türkiye’deki rejimin yönelimlerini incelerken bu iki totaliter diktatörlüğün bize sunduğu verilerden yararlanacağım.

Her iki rejimin de oluşum, kuruluş ve yöneliminde ortak yönler şunlardır:

Bir. Devletin, özellikle de devletin içerdeki en büyük baskı gücü olan polisin mutlak denetimi. Ordunun, bir dizi tasfiye sonucu iktidar partisinin tam denetimine alınması. Adalet mekanizmasının iktidar partisine bağımlı hale getirilmesi.

İki. Devleti yöneten totaliter partinin siyasal alanda mutlak egemenliği. Dolayısıyla iktidar partisinin dışında kalan bütün siyasal güçlerin baskı altına alınması, susturulması; en önemlisi de basın (ve günümüzde medya) alanında baskı ve manipülasyon yoluyla egemenlik kurulması.

Üç. Devletin ve onun yönetici partisinin (veya tek kişi diktatörlüğünün) kayıtsız şartsız ideolojik ve kültürel egemenliğinin ilan edilmesi. Diğer ideolojilerin ve kültürel yapıların baskı altına alınması, zor yoluyla marjinalize edilmesi. Devletin toplumun her alanına hâkim olması, özel yaşamların devlet ve polis güçleri tarafından gözetlenmesi, dolayısıyla özel yaşamın dokunulmazlığının ortadan kaldırılması. Bu, totaliter diktatörlüğün toplumu baskı altına almasının en tipik ve tayin edici adımıdır. Bu üçüncü unsur, devlet ideolojisi haline getirilen ideolojinin ve kültürün devletin adı haline getirilmesiyle (Almanya’da Nazizm, İtalya’da faşizm, Sovyetler Birliği’nde Stalinizm) zirve noktasına vararak tamamlanır.

Dört. Totaliter diktatörlükler daima toplum içindeki baskın bir milliyet ve mezhebe dayanır ve bunun dışında kalanları ötekileştirir, baskı altına alınırlar. Nazi diktatörlüğü, kendine “arî ırk” Almanları temel almış, Yahudileri, Çingeneleri, Polonyalıları yok etmeye ve köleleştirmeye yönelmiştir. Stalinist rejim ise, hakim unsur olarak Büyük Ruslara dayanmış, bunun dışındaki halklara ikinci sınıf muamelesi yaparken hem doğrudan baskı altına almış, hem de aydın kesimlerini tutuklamıştır. Milyonlarca mahkûmun Gulaglarda köle emeği olarak kullanılması ise, Hitler’in soykırımına ve Yahudileri köle emeği olarak kullanmasına eşdeğer, çok özel bir uygulamadır.

Beş. Mutlak iktidarın ardından dışta istilacılık gelir. Nazi Almanya’sının, daha II. Dünya Savaşı başlamadan Avusturya ve Çekoslovakya işgalleriyle başlayan dünyayı fethetme girişimi; Sovyetler Birliği’nin Baltık ülkelerini (Letonya, Estonya, Litvanya) işgali ve Finlandiya’yı istila girişimi; ardından bu iki ülkenin Polonya’yı birlikte işgal etmesi ve ortadan kaldırması.

 

Elbette totaliter diktatörlükler, iktidara kendine özgü yollardan ilerler ve total diktatörlüğünü yine kendine özgü yollardan adım adım kurarlar. Bu bir çırpıda olmaz ve adım adım, giderek daha koyulaşarak gerçekleşir. Gelişmenin bir aşamasında, iktidara tamamen egemen olmak ve farklı ses ve unsurları bütünüyle susturmak için iktidar partisinin ya da gücünün eline bahane verecek ve kendisini pekiştirmesini sağlayacak iki şeye ihtiyacı vardır: 1. Büyük bir provokasyon (Almanya’da Reichstag yangını; Sovyetler Birliği’nde Kirov cinayeti, ki tam anlamıyla kanıtlamasa da birinde Gestapo’nun, diğerinde NKVD’nin parmağı olduğu tarihçilerin ortak yargısıdır); 2. İktidar gücü içinde, totaliter rejimin uygulanmasına ayak bağı olacağı düşünülen unsurların tasfiye edilmesi ve fizik olarak da ortadan kaldırılması (Almanya’da “Uzun bıçaklar gecesi”; Sovyetler Birliği’nde Büyük Temizlikler ve “Show Trial”ler).

 

Türkiye’nin bugünkü durumuna baktığımız zaman AKP iktidarının, yukarda özelliklerini sıraladığımız türden bir totaliter diktatörlük yönünde dev adımlar atmakta olduğunu görebiliriz.

Birincisi, polisin mutlak denetimi kurulmuştur. Başbakan, Gezi olayları sırasında biber gazı sıkan polisine “kahramanlık” payesi vererek polis egemenliğine tam destek vermiştir. Zaten Ergenekon vb. tutuklamaları sırasında polisin Gestapo ve NKVD’den farksız bir şekilde uydurma delil ürettiği açıktır. Orduya yönelik operasyonlar yoluyla ordu tam denetime alınmış, keza adalet mekanizması iktidarın emrine verilmiştir. Yani totaliter diktatörlüğün birinci koşulu aşağı yukarı gerçekleşmiştir.

İkincisi, Hitler’e benzer bir şekilde, parlamentodaki çoğunluğuna dayanan AKP, siyasal alanda fiili bir egemenlik kurmuştur. İktidar ve ekonomik güç aracılığı yoluyla da basın ve medyada aynı egemenliği gerçekleştirmiştir. Muhalefetin tamamen ve bilfiil susturulması için bir Reichstag yangını ya da Kirov cinayeti beklenebilir. Unutmayalım ki, Reichstag yangınına kadar, Nazi partisi’nin  iktidarı altında komünist partisi de dahil diğer muhalefet partileri Reichstag’daki varlıklarını sürdürmüş, örneğin komünist ve sosyal demokrat basın Nazi rejimini eleştirmeye devam edebilmişti.

Üçüncüsü, AKP, toplumu kendi ideoloji ve kültürü yönünde baskı altına almak üzere dev adımlarla ilerlemektedir. Bugün sıra son derece tayin edici bir adımın atılmasına gelmiştir: Devletin ve polisin özel yaşamları gözetlemesi ve özel yaşamların tam bir denetim altına alınması. AKP’nin bu son girişiminin bir seçim yatırımı olduğunu ya da muhafazakârlığının ürünü olduğunu düşünenler yanılıyor. Elbette seçimlerde puan toplamak ya da kendi muhafazakâr hayat tarzını oturtmak gibi yan amaçlar da vardır ama esasında bu adımın ardında çok daha vahim bir niyet yatmaktadır, o da özel hayatı ortadan kaldırarak toplumu tüm gözenekleriyle gözetim ve denetim altında tutmaktır. Eğer bunu başarırlarsa, bugüne kadar yarım yamalak var olan bütün özgürlüklere elveda demek gerekecektir. Devlet, evlerimizin, yatak odalarımızın içine kadar girecek, kayıt yapacak, fişleyecek, tutuklayacak ve insanlar sessiz sedasız ortadan yok edileceklerdir.

Dördüncüsü, AKP diktatörlüğü, Sünni-Türk unsurunu kendine temel almış ve Türk devletinin geleneksel yönelimlerine de sırt dayayarak bu unsurun dışında kalan Alevileri, Kürtleri diğer milliyet ve inançları baskı altına almıştır. Bu baskının giderek daha da koyulaşacağını tahmin etmek zor değildir.

Beşincisi, AKP diktatörlüğü, Nazi rejiminden ve Stalinist rejimden farklı olarak, totaliter diktatörlüğünü tam olarak oturtmayı bile beklemeden istilacı faaliyetlerini birkaç yıldır zaten başlatmış bulunuyor, hepimizin bildiği gibi.

Bu durumda yapılması gereken nedir? Eğer dünyanın en büyük komünist partisi olan, 1 milyon üyeli ve 6 milyon seçmenli Alman Komünist Partisi ile güç bakımından ondan hiç de geri kalmayan Alman Sosyal Demokrat Partisi ve diğer muhalif güçler totalitarizm yolunda adım adım ilerleyen Nazi partisine karşı güçlerini birleştirebilseydiler, Almanya’daki totaliter Nazi rejimini önlemek yolunda bir şansları olabilirdi. Keza, Sovyetler Birliği’ndeki tek parti rejimi ortamında, parti içindeki “sağ” (Buharin) ve “sol” (Troçki) muhalefet ve merkezci muhalefet (Zinovyev-Kamenev) ile parti dışındaki anarşistler, sosyalist devrimciler ve Menşevikler Stalinizme karşı zamanında birleşip etkili bir mücadele sürdürebilmiş olsalardı Stalinist totalitarizmin önünde bir set çekme fırsatını belki yakalayabilirlerdi.

Tarihten ders çıkartmak istiyor muyuz?

 

Gün Zileli

7 Kasım 2013

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

“Sağcılar Moskova’ya”!!!

Artıgerçek BİR ZAMANLAR BİR SLOGAN VARDI… 1960’lı yıllarda sağcıların en meşhur ve yaygın sloganı “Komünistler …

77 Yorumlar

  1. Devrim Gözükara

    tayyip, hitler ve stalin’e göre biraz yaşlı kalıyor.

    az zamanı kaldı, ve bu kalan az zamanda elinden geleni yapabilmek için fazla hızlandı bence.

    yerine geçen birinin aynı hızda devam edip edemeyeceğini ise göreceğiz, ama partinin bölünme ihtimali daha büyük ihtimal.

  2. Daha önceki ittifak önerinize de katılıyorum. bugün gelinen nokta, asgari burjuva demokrasisinin de tehdit altında olduğu bir noktadır. Bir araya gelinecek ortak payda demokrasidir. Demokrasiyi küçümsemek artık bir lüks haline geldi. O nedenle sadece demokrasinin muhafazası temennisinde ortaklaşan bir “demokratik cephe” siyaseti gütmenin vakti artık geldi diye düşünüyorum.

  3. anarşist müslümanlar çözer olayı gün abi :-)))

  4. Genel olarak yazınızdaki fikirlerinize katılmakla birlikte ”Akp’nin Sünni- Türk unsurunu kendine temel almış” saptamanızın gerçeği yansıtmadığını düşünüyorum. ”Türk” kelimesine bile tahammül edemediklerini her fırsatta gösterdiklerini düşünüyorum.

  5. Amaçlanan sadece oy kazanmak olamaz mı kız çocuklarının aile meclisi kararıyla öldürüldüğü bir ülkeden bahsediyoruz ve ülkenin genelini düşünürsek değil aynı evde kalmak bazı yerlerde beraber sokakta yürümek bile sorun olabilir. En ilerici geçinenlerimizin bile modernliği kadın erkek ilişkilerinde genellikle sözde kalıyor. Verilen örnek ülkenin çok ufak bir kesimini doğrudan etkiliyor gerçekte tepki veren insanların çoğu da aslında kendi çocukları özellikle kendi kızları söz konusu Başbakan’dan çok da farklı davranmayacak insanlar. Başbakanın sözleri ülkenin sosyolojik gerçekliği ile uyumlu ve ona oy kazandıracak türden.

  6. unutmadım. Tarihte ve günümüzde bir sürü totaliter rejim var. Kemalizm de bunlardan biri. Baas rejimleri de var örneğin. Ben en tipik olan iki örneği aldım. Mussolini’yi de almadım ona bakarsanız.

  7. Siez bakmayın söylemlerine. Bugün ulusalcılarla çatıştıkları için öyle görünüyor ama aslında Türk-islama dayanırlar.

  8. ben oy kazandırma meselesini reddetmedim yazıda. ama esası bu değildir dedim. esası tüm toplumu devletin cenderesine alabilmektir.

  9. Çözümlemeye katılmamak mümkün değil, ama çok eksik buldum. Totalitarizm denince sadece Nazi ve Sovyet örneklerini anlamak hiç doğru bir yaklaşım değil. Totalitarizm sadece diktatörlük rejimi ile birlikte anlaşılabilecek bir olgu değil. 1945 sonrasında Amerikan örneği var; SSCB’nin çöküşünden sonra Küresel İmparatorluk düzeni var. Arada, hala sürmekte olan İran tipi, daha esnek sayılabilecek İslami totalitarizm uygulaması var. Kanımca, Amerikan tipi totalitarizm es geçilirse bugünü, bugünün koşullarını anlamak da mümkün değil. Türkiye’yi bu üçüncü tip (Amerikan tipi) içinde anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır. Saygılar.

  10. doğru ama ben sadece en zirvedeki iki örneği aldım. bu konu laylıkıyla ancak birkaç cilt kitapla ele alınabilir aslında.

  11. Bertrand Russel

    Muhalif güçlerin birleşmesi fikrini bir kere daha dile getirmiştiniz. Çok romantik olurdu ama aklıma hep bu söz geliyor

    “Dünyanın bütün sorunu, aptallar ve bağnazlar her zaman kendilerinden eminken, daha akıllı insanların şüphe dolu olması.”

  12. gerçekten güzel bir söz.

  13. ekim devriminin 96 yıldönümü

    Kışlık Saray

    Kışlık Saray’da Kerenski.
    Smolni’de Sovyetler ve Lenin,
    sokakta o n l a r.
    O n l a r biliyorlar ki, O :
    “- Dün erkendi, yarın geç.
    Vakit tamam bugün,” dedi.
    O n l a r : “- Anladık, bildik,” – dediler.
    Ve hiçbir zaman
    bildiklerini bu kadar müthiş ve mükemmel bilmediler…

  14. Merhaba Sayın Zileli,

    Bugün Stalin’e en yoğun kim saldırıyor? Emperyalizm.
    Ne diyor saldırırken? – alın size İşte Komünizm!
    Peki gerçekten de emperyalizmin dediği gibi Stalin düz,kaba,faşist,totoliter bir diktatörmüdür?
    Bu sorunun cevabı düz bir çizgi şeklinde evet değil…
    Stalin’e kökten düşmanlık yaparak kimlerle aynı cephede yan yana gelindiğini görmek,görmek içinde ‘görmek istemek’ lazım.

  15. mikail firtinaci

    sayin Gun Zileli,

    Bu elestiriyi yazip yazmama konusunda cok kararsiz kaldim. Cunku ilkin diger elestirilere, ozellikle bir onceki yaziniza yonelik olanlara tam bir cevap vermediniz. Ikincisi, mevzuyu kisisellestirmek istemiyorum, cunku elestirileri sahsiniza yonelik karalama olarak almanizdan korkuyorum. Ucuncusu ise, -ki bu en kotusu- sanirim bu son yaziniz siyaseten aslinda size baya uzak oldugumu dusundurdu. Sanirim siyasi hedeflerimiz ayri o yuzden bu elestiriyi yazmam cok manali degil. Cunku ayni seyi (komunist-devletsiz bir dunyayi) hedefliyormusuz var sayimiyla yazacagim. Ama galiba sizde komunizmi “dusuncede iyi” ama pratikte “utopyaci” goren o “gercekcilerin” (ya da kapitalist-gercekci diyelim) safina daha yakin geliyorsunuz bana. Yine de yaniliyor olabilecegimi umarak 1-2 sey soylemek istiyorum.

    1- Oncelikle tarihsel bir analiz yok bu yazdiginiz yazida. Ne Almanya ne Rusya’da ki durumlara dair bir analiz yok. Sadece cok kaba genellermeler var. Polis, medya, parlamento konusunda soyledikleriniz bati’da ki rejimler icin de aynen gecerli ornegin. O acidan 7. yorumda ki elestiriyi bu kadar kolay es gecmenizi anlamiyorum. Soguk savas muhafazakarlarindan farksiz, curumus bir arguman bu totaliteryanizm iddianiz. Artik batili liberal akademisyenlerin bile kullanmaktan utandigi derecede anti-komunizm kokuyor.

    2- Acikcasi cephe taktigi oneriyorsunuz. Tarihten ders almaktan bahsetmissiniz. Acaba stalinin anti-fasist halk cephesi taktigi konusunda bir elestiriniz var mi merak ediyorum? Cunku Ispanya’da uygulanan aynen buydu. Cumhuriyet, “en buyuk dusman fasizmdir” lafazanligi altinda anarsistleri ve devrimci komunistleri ezdi 1937’de. Bu taktigin pratikteki en basarili uygulayicisi ve demokrasinin kahrami pozlarinda olan o zamanlar Stalin’den baskasi degildi.

    3- Oyle bir yazmisiniz ki sanki turkiye devleti akp ile birlikte ekstra bir totaliterlige burundu. AKP bu devleti uzun suredir yoneten Kemalist, Merkez Sag ve Merkez Sol zihniyetin 90 yillik pratiklerini aynen uygulamaktan baska hic bir sey yapmiyor halbu ki. 90’lar da ic savas, muhalefetin baskilanmasi, faili mechuller vardi. Sizin bunu unutmus olabileceginize ihtimal vermiyorum. Dolayisiyla AKP devlet gelenegini surduruyor sadece.

    4- Bir anarsist olarak devlet uzerine bir derse ihtiyaciniz oldugunu hic sanmiyorum. Bu durumda sanirim onceliginiz degismis. AKP’nin al alasagi edilmesini en one koymussunuz devletin yikimindansa. Bu acidan tehlikeli bir yola girdiginizi soyleyerek sadece surada tarihe bir not dusmek istiyorum. Gundemimiz AKP degil devletin adim adim yikimi olmali. Komunist duzene gecis icin devrimci mucadele bu gun sadece turkiye de degil butun dunyada en acil sorun. Gerceklere gozlerini kapamamis bir siyasi cozumleme, gercekci olan tavir bu konjonkturde devrim gundemini onune koymalidir.

    saygilar

  16. ben Stalin’e düşmanlık yapmıyorum, sadece olgulardan söz ediyorum. Emperyalizmin Stalin’e o kadar saldırmasının sebebi ise sadece komünizmi bu yoldaın kolayca karalama çabasıdır. Siz komünizmi Stalin’le özdeşleştirerek esas emperyalizmn bu amacına hizmet edersiniz. Öte yandan, bugün burjuvazi Hitler’e de saldırıyor, neo-nazi partileri yasaklıyor diye tutup nazileri mi savunalım. Madem burjuvazi nazilere saldırıyor o halde nazileri eleştirmeyelim mi diyelim?

  17. Mikail, bugün içinde yazdıklarına cevap yazacağım. selamlar.

  18. 1. nasıl anti-komünizm kokuyor anlamadım. Totalitarizmle komünizmin bağlantısını kuramadım. Marx’ın kabul ettiği kadarıyla proletarya diktatörlüğünün sonraki uygulamalarla fazla ilgisi yoktur. Yani Marx, gerçek anlamda proletaryanın burjuvaziyi mülksüzleşytirme eylemini öngörmüştü. ayrıca sözünü ettiğim durumların batı kapitalist ülkelerinde geçerli olduğunu düşünmüyorum. Yani oralarda yargı iktidarın tam denetimi altında değildir, görece bir özerkliği vardır vb vb.

  19. 2. Halk cephesi taktiğinin yanlışlığı, Stalin’in devrimci güçler yerine burjuva hükümetleri ve onların temsilcileriyle ittifakı esas almasıdır. Yoksa ortak düşmana karşı ittifak yapmakta bir yanlışlık yoktur. Stalin, Çin’de de olduğu gibi daima sağ cephe taktikleri uygulamış ve bu yolla devrimleri ezmiştir.

  20. 3. AKP’yi alelallade bir diktatörlük sürdürücüsü olarak düşünmn meseleyi kökten kavrayamadığının göstergesi ve zaten aramızdaki esas ayrılık da buradan kaynaklanıyor. AKP iktidarını daha köklü bir şekilde tahlil etmelisin. AKP diktatörlüğü, rejimde çok köklü bir değişikliktir. Kavranması gereken de budur.

  21. 4. genel bir devlet yıkma programı, devleti yıkmaktan vazgeçmekle aynı anlama gelir bence. Ben de devletin parça parça yıkılmasından yanayım, yani tufan günü gibi bir ayaklanma beklemiyorum ama anarşistlerin geleneksel hastalığı aşamaları göz önüne almamalarıdır. Devletin yıkılması bugün AKP diktatörlüğüne karşı mücadeleden geçiyor.b

  22. Sayın Zileli;

    Ben modern totaliter rejimlere, emperyalizm perspektifinden yaklaşmak istiyorum. Son yüz yıl içindeki otoriter
    yönetimleri analiz ederken onları emperyalizm teorisinden ayrı düşünmek sanırım imkansız. 1914’te başlayan emperyalist
    savaş, kapitalizmin klasik sermaye birikimi üstünden genişlemesinin sonuna tekabül ederken, sömürge ülkelerinin paylaşımının doğal sınırlara ulaşması ve finans sermayesi ile sanayi sermayesinin kaynaşıp girift bir hal alması sonucu
    baskın hale gelen “Finans Kapital” dünyanın emperyalist yeniden paylaşımında ve kurulan yeni rejimlerin yapısının
    şekillenmesinde kilit rol oynamıştır. (Rudolf Hilferding’in Finans Kapital kitabını bilirsiniz. Lenin’in emperyalizm
    teorisi budan hayli etkilenmiştir.)

    Yazınızda bahsettiğiniz ve bahsetmediğiniz totaliter rejimlerin, kapitalizmin en yüksek aşamasının şafağından sonra birer
    birer doğması bir anlam ifade ediyor olmalı. Emperyalist aşamaya ulaşan kapitalizm, sermayenin “kimyasını ve akışkanlığını” değiştirirken, egemen sınıfın yönetme ve tahakküm altına alma parametreleri de değişikliğe uğramıştır. TC ve benzeri ulus devletlerin doğuşu hızlanmış, eski tip imparatorlukların yerini emperyalist bloklar almaya başlamıştır. Sermaye dönüşüme uğrarken ve farklı tipte hegemonya araçları geliştirirken işçi sınıfı ve emekçiler de kendilerini ona göre konumlandırmıştır.

    Savaştan sonra Rusya’da yükselen Stalinizm ve Avrupa’da yükselen faşizm farklı şekillerde doğup yerleşikleşmiştir. Stalin, Ekim devrimini gerçekleştiren kadroda yer aldığı için “kuruculuktan” gelen gücünü kullanmış ve iktidarını sürekli kılmıştır. Bu yönü ile Mustafa Kemal’e hayli benzemektedir. Hitler ise Versay Antlaşması altında ezilen kızgın Alman burjuvasının iktidara taşıdığı bir diktatördür. Seçilmiş olması ve sonraki icraatları ile “kabaca” Tayyip Erdoğan’ı andırmaktadır.

    Otoriter rejimlerin özellikleriyle ilgili söylediklerinize çoğunlukla katılırken yazınızda bence eksik olan yan, şu soruları
    sormamış olmanız;

    1-) Otoriter rejimlerim sınıfsal temeli nedir?
    2-) Dikta rejimleri belirttiğiniz şekilde ülkeleri yönetirler de rejimin meşruiyet kaynakları nedir? Rızanın ve/veya
    despotizmin yeniden üretimi için hangi toplumsal dinamikler etkendir?
    3-) Diktatörün kişiliğinde cisimleşen demir yumruğun ardında aslında hangi toplumsal güçler (sermaye klikleri) vardır?
    4-) Otoriter rejimler, nasıl doğar, hayatta kalır ve ölürler? Hayatta kalırken kendini nasıl yeniden üretir?

    Zaten belirtmişsiniz, bu konunun etraflıca işlenmesi için ciltler doldurmak gerek. Ama hiç olmazsa yukarıdaki birinci soruyu
    sorsaydınız ve daha sınıfsal bir analiz yapsaydınız daha yerinde olurdu.

    Saygılarımla…

  23. “totaliter diktatör” sözü kavramsal açıdan hatalı; totaliter olmayan diktatör de olurmuş gibi.

    asıl hata ise şu: hitler’i, stalin’i eleştirmek mümkün değildi. eleştirenlerin sonu ölüm veya toplama kamplarıydı. ama maaşallah siz, ve diğerleri epey eleştiriyorsunuz. ya siz mangal yüreklisiniz ve başınıza bir şey gelmediği için müthiş şanslısınız, ya da tespitiniz hatalı. 🙂

  24. sevgili gün zileli,akpye agir bir yenilgi yasatmak gerekir derken ne anlatmak istediginizi bu yazinizla birlikte okundugunda daha da anlasilir bulunmaktadir ,olmaktadir..daha net kavaranilmaktadir..

  25. sevgili zileli,akpye agir bir yenilgi yasatmak gerekir:yazinizla bu yazi yanyana konulanarak ve hatta birlestirilenerek okundugu vakit, hersey apaacik ortaya cikmaktadir.su an bu fikre bende inaniyorum,durumun vahemeti gercekten acik.

  26. Merhaba Sayın Zileli,

    Yukarıda yazdığım Stalin hakkındaki yorumuma yazdığınız, “Madem burjuvazi nazilere saldırıyor o halde nazileri eleştirmeyelim mi diyelim?” cevap, düz mantık bir cevaptı.

    Lenin denilince ilk akla gelen Ekim Devrimidir. sosyalizmin kuruluşu ise Stalin ile özdeşleşir.Kuşkusuz Türkiye Devrimin programı Stalin değerlendirmesin çıkmayacak ama Stalin dönemini iyi tahlil etmeden, Sovyetler Birliği pratiğinde yaşanan sosyalizmin inşasını ve kopuşları anlayamayız.

    Gün bey, Stalin’i kökten reddetmek, sınıf siyasetini terk etmektir.Ülkemizde yaşanan süreçte görüşüyoruz ki sınıf siyasetini terk eden ‘sol’, etnik ve cinsel özgürlükler dar boğazında sıkışır kalır.Ve sınıf siyasetini terk ederek etnik ve cinsel özgürlükler temelinde örgütlenen ‘sol’ da, eninde sonunda emperyalizmle ve onun ülkemizdeki iş birlikçisi dinci(gerici) faşizmle aynı cepheye düşmeye mahkumdur.

  27. AKP’yi “sıradan” bir iktidar olarak görenler, yanılıyor.

    Evet! Ülkemizde 1923’ten bu yana 63 hükümet kuruldu ama “çok partili” rejimde 11 yıldır alternatifsiz bir iktidar olmadı. Bu ortamdan yararlanan RTE, daha önce örneği gösterilemeyecek şekilde, küçük bir kliğin diktatörlüğünü kurmuş bulunuyor.

    Bu bakımdan “AKP bölünüyor, yıkılacak, RTE gitti, gidiyor” söylemi, gerçekçi değil.

    Yargıyı, Polisi ve Orduyu denetim altına alan ve bütün muhalefet kanallarını yok etmeye yönelen AKP’de, RTE gidip… Arınç, Gül vs. gelse ne değişir?

    Görebildiğim tek çözüm, AKP’nin dışındaki bütün muhalif kuvvetlerin, “gayrımeşru” ilan edilmeden önce (mümkün olan) en geniş eylem ve işbirliği yapmak basiretini gösterebilmelerindedir.

    Bu doğrultuda, AKP’nin adayına karşı SARIGÜL’e oy vermekte de sakınca görmüyorum.

    Gerisi laf-ı güzaf…

  28. Stalin, Sovyet işçi sınıfını amansızca ezmiş, bununla da yetinmeyip Gulaglarda bir köle sınıfı yaratmıştır. Ne sınıf siyasetinden söz ediyorsunuz siz. Stalin, komünistlere ve işçi sınıfına Hitler’den bile daha amansızca düşmandı. Size
    ithaki yayınlarından son zamanlarda çıkan Simon Sebag Montefiore’nin Stalin: Kızıl Çar’ın Sarayı kitabını sakince ve önyargısızca okumanızı tavsiye ederim. Stalinistlerin zafer kazandığı muzafferler kongresinin delegelerinin dörtte üçünü, merkez komitesinin üçte ikisini, politbüronun yarısını ölüme yollamıştır kendileri.

  29. tamamen katılıyorum.

  30. Bir de şurası temelsiz geliyor bana: muhalefet partileri işbirliği yapıp AKP’ye karşı birleşseler ve bir çok yerde yerel yönetimleri ondan alsalar, bu AKP’ye “ağır bir yenilgi yaşatmak” anlamına gelir mi? Anket sonuçlarına göre AKP halen oyların yüzde 50 küsurunu alıyor. Seçimlerde bu oyu alırsa ve ittifak adaylarına bazı yerleri kaptırırsa (pek olacak iş değil ya neyse), ağır bir yenilgi aldığı havası oluşmaz. Kim oyların yarısını almış ve 11 yıllık, 3 dönemlik icraatına rağmen oylarını azaltmamış bir hükümetin ağır bir yenilgi aldığına inanabilir ki? Sayın Zileli, siz de inanmazsınız, buna Kılıçdaroğlu bile inanmaz.

    Ama şu olur: yerellerdeki ekonomik güç muhalefetin eline geçer. AKP’nin mali kaynakları biraz darbe alır. Özellikle İstanbul’u kaybederse. Için bu yanını önemsiyorsanız, buna değinmelisiniz bence. Devasa bütçelerin AKP yanlısı işadamlarına değil de muhalefete mensup işadamlarına devredilmesinin önemli bir değişim olacağı açık. AKP’ye darbe vuracağı da. Bundan da biraz söz eder misiniz. Mesela Sarıgül’ün adaylığına ve onun ekibiyle işin başına çöreklenmesine olumlu bakar mısınız?

  31. Bunu belirtmiştim sanırım. “Yoktur birbirimizden farkımız” durumu. Belediyeler bir sömürü ve suistimal sisteminin tam da merkezini oluştururlar. Bu yüzden bu sisteme kim oturursa o çarkı o işletir. İster AKP’li gelsin ister CHP’li, ister BDP’li fark etmez. Bu bakımdan ben “sol belediyecilik” diye bir şeye de inanmıyorum. Halkın yerel yönetimi büyük paraların ve menfaatlerin döndüğü belediyelerden tamamen ayrı yerlerde ve alternatif örgütlenmeler olarak ortaya çıkmalıdır. Dolayısıyla Sarıgül ya da bir başkası üzerinde titizlenmenin belediye sisteminden hâlâ hayır beklemekten geldiği kanısındayım. Evet, AKP’nin oy oranı düşmese de (kaldı ki düştüğü kesindir) sadece İstanbul’da kaybetmesi onun için ağır bir yenilgi olacaktır. Bu yüzden, CHP’nin adayı kem olursa olsun, AKP’yi yenilgiye uğratacaksa desteklenmelidir.

  32. bence seçim sloganımız şu olmalıdır: “Seçimle kurtuluş olmaz ama AKP’den kurtulmak mümkün”

  33. ilk anda akla takılan bazı sorular var:

    1-küresel ekonomik ilişkiler ve sermayelerin entegrasyon sürecinde, “totaliter diktatörlük olarak devlet” ne kadar olanaklıdır?

    2-akpnin dayandığı ekonomik sınıflar ve bunların çıkar ilişkileri, böylesi bir “diktatörlüğe” ne kadar imkan ve izin verir?

    3- paradoks gibi görünebilir ama (bence değil) bir asıl-çekirdek (“derin”, diye tabir edilen) devletin bir projesi olarak akp hangi siyasal güçlerin temsilcisidir? bu güçler, akpden böyle dikta rejimini oluşturmasını ne oranda destekleyip, egemenliklerine uygun bulur?

    4-suriyede uğradığı hezimet günbegün ortaya çıkarken bu durum ne, kadar olanaklıdır; her şeye rağmen böyle bir diktada ısrara ne kadar imkan verir?

    5- kürt dinamiğinin giderek ortadoğuda etkin bir aktör olması bu durumu nasıl etkiler?

    6- her şeye rağmen gelişen alevi politikleşmesi yükselişteyken böyle bir mümkün müdür?

    7-gezi direnişi toplumda belli bir meşruiyet ve destek sağlamış ve bu kadar yakın, sıcak bir süreçteyken bu dikta denemesi, hem de seçim sahı mailinde ne kadar destek bulur?

  34. 1. çok olanaklıdır ve tam da dönemimize hitap etmektedir. Özellikle Avrupa dışındaki ülkeler ucuz emek sömürüsünü ancak bu totaliter devletler aracılığıyla sürdürebilirler. Bunlar, seçime dayalı totaliter rejimlerdir: Rusya da bu kategoridedir.

    2. Fazlasıyla izin verirler ve ihtiyaçları tam da budur.

    3. AKP devleti devralmış ve AKP-Devlet olmuştur. Tabi olmayanlar Ergenekon davalarıyla tasfiye edilmiştir.

    4. Unutmayalım ki, Stalin de Finlandiya karşısında başarısız olmuştu. Bunlar totaliter diktatörlüğün tesisini önlemez.

    5. Barzani ile müttefiktirler. Bizim Kürt hareketi de şu anda halen bocalama içindedir. AKP’ye restek mi, köstek mi olacaklarına hâlâ karar verebilmiş değiller.

    6. Mümkün. Ayrıca yandaş bir alvi hareketi de hazırlanmakta (İzzettin Doğan)

    7. Tersine, Gezi gibi şeyleri bir daha yaşamamak için totaliter bir diktatörlüğe gitmek zorundalar.

    8. Arınç gibilerine karşı bir “uzun bıçaklar gecesi” ya da “büyük temizlik” beklemek gerekir!

  35. birer cümlecik sorularıma aynı kısalıkta yargı cümleleriyle kısa yanıtlar; ne kada köfte, o kadaa ekmek meselesi, eyvallah.

    ama bu öyle kısa geçiştirilecek bir konu değil bence…sakince uzun uzun düşünerek netleştirmek gerekiyor. burda ilk olarak birinci soru ve yanıtı üzerinde sesli düşünüp, diğerlerine bilahare başka yazılarda gireceğim. yararlı bir tartışmaya vesile olur diye umuyorum.

    1-iletişimin bu denli etkili olduğu bir dönem olmadı. sistemin ne denli yandaş medya yaratma imkanı varsa da, gezi sürecinde de görüldüğü gibi, alternatif iletişimin, bilhassa internet üzerinden işlemesine engel olamaması da bir vakadır.

    2-küresel kapitalizm çağında, borsa, sistemin barometresidir. öncesinde 80 leri gören borsa, gezi, sürecinde 60 lara kadar inmişti. keza başbakanın öğrenci evleri üzerinden başlattığı yersiz yararsız ve tehlikeli tartışma borsada karşılığını bulmuş ve düşüş baş göstermiştir.

    anlaşılan odur ki, sıcak paraya bağımlılık, devletleri de (en çok da onları elbette) kendine mecbur ve bağımlı kılmıştır. burada aşırı risklere girilirse, fırtınaya dönüşen kelebek etkisi söz konusudur; giderek tüm kapitalist küresel sistemin sağlığı da…

    2- kendilerini küresel sermayenin tehdidi altında gören t.c gibi ulusalcı gelenekten gelen devletler, insan kaçakçılığını siyasi amaçlarla kollamakta ve hatta desteklemektedirler, bu doğru, ayrıntısına girmek gerekmiyor..

    ancak sermaye küreselleştiği oranda karını arttıracağı alana en kısa zamanda zaten uluşmaktadır. devletlerin militarize ettiği sermaye miktarı reel alanlara kanalize edildiğinde bu hareket daha bir ivme kazanır. bu da demektir ki, emeğin ve sermayenin küreselleşmesi ivme oranında kendliğinden dengesini bulacak yerde, siyaset tarafından manüple edilmemelidir.

    3- yazılanlara bakıp kimse bu ifadeleri “kapitalizm savunusu” sayma kolaycılığına kapılmasın. olguyu ifade etmeye çalışıyorum. realite budur…

    4- bu döngüden çıkışın yolu, akıntıyı yok saymak değil, rüzgarı arkaya alıp, dümeni doğru kullanmaktır. daha önce de defalarca yazdığım için kısa ifade edeyim; piyasanın önündeki devletin varlığından kaynaklı mülkiyet ve miras ilişkilerini ortadan kaldırmanın yolları aranmalıdır; aksi arayışlar bizi “sosyalist devlet çıkmazına” geri döndürür. piyasa mülkiyet ve devlet kıskacından kurtulduğunda “anarşist bir yıkıcı kuruculuk” gücü olduğunu gösterir ve kabul ettirir.

    5- rojavadaki deneyim ne yöne evrilir, bugünden kestirmek zor. ama koşulların da dayatmasıyla her halükarda ilgiyi hakedecektir herhalde.

  36. özgürlükçü

    bu iklimde kime düşmanlık yaptığınız konusunda yorumcuların akp tesbitine rağmen aslında akp düşmanlığı gibi gösterip aslında zileli bal gibi asıl akp-chp-mhp- gibi sistemin partilerinin asıl alternatifi HDP ye düşmanlık yaptığın ismin gün gibi açık değilmi?chp sarıgülüde göstereceğine göre devrimcilerin tayibin değişik versiyonuna oy vermesini utanmadan söyleyebilip hepsinin asıl alternatifi HDP yok sayıp görmemeye gelmekten utanmıyormusun utanmaz adam?M.alişere 5.cevabına bak bizim kürtlerimizde karar verememiş akp ye destek olacakmış bu seviyede yalanı nasıl yazabiliyorsun efendilere hizmet edebilmek için insan açık yalan söylermi?bizim kürtlerin kürdistanda akp ye destekmi tam tersine kıyasıya yarışıp çatışıp elindeki akp belideyelerinide aldığını bu seçimdede alacağını bildiğin halde utanmada bizim kürtlerimiz diyerek kürt düşmanlığı ile yalan yazmaya utanmıyormusun bunları kim yapıyordu hatırladınmı?özel harp dairesinin işlevi sanamı düştü?bizim kürtlerinde içinde olduğu HDP 61 ilde seçime girdiğini bildiğin halde bu yalanı neden yaparsın?devleti elinden alınanların feryadına ses verip tez elden eski efendilerin chp nin devleti yeniden akp den geri almasının sana bir faydası olurda bu iktidarlar değişip bir türlü kaderi değişmeyen gariban yoksul halka faydası nedir?utanmaz adam amacın nedir ?işlevin devrimcilerin alternatifini engellemekten başka nedir?kimin hizmetkarı olduğunu bilmiyormuyuz devletin derini sığı özel harbin komplosu yalanı zindanı işkencesi sistemin bütün aygıtları ile baş edip yaratmaya çalıştığımız nüveden ne istersin be adam bütün sistemin aktörleriyle uğraşmamız yetmezmi? birde seninledemi uğraşıp enerji sarf edelim bari sus terbiyesiz adam?

  37. Merhaba Gun bey,

    Oncelikle cok hos bir yazi olmus elinize saglik ancak ben bu secim konusunda hos yazilariniza ragmen size katilmiyorum. Bence daha yakin bir tarihe bakip kilictaroglu ornegine bakmak lazim o da istanbuldan gelmisti baskanliga. Sizinde bildiginiz gibi secim sistemi hileli (cevaplarinizdan birinde parantez icinde oylarinin dustugu kesindir demissiniz) yani onceden sonuc belli hatta ileri gidip ben size sonucu soyleyim iki secenek var ya sarigul az bir oyla kaybeder ancak iyi oy aldigi icin toplumda genel baskan olursa ne olur havasiyla genel secime girer kaybeder ya da alternatif sanmam ya secimi kazanir herkez iktidari degistircegine inanir ama genel secimi kaybeder yani karagoz hacivat oyunu devam eder. Burda bence sorun su bir sekilde olmayan demokrasiye inandiriliriz ama kaybedip moralman cokerek diktatorluge katki saglamis oluruz ya da bir secenek daha var secimler adil olmadigi icin halk secimlerden sonra sokaga dokulur ( ben bu son seceneginde olacagini pek sanmiyorum galba fazla karamsarim)

  38. ikinci konunun başlığını,” akp nin paradoksu: hem bir asıl-çekirdek devlet projesi ve hem de küresel sermayenin mümessili olarak akp” diye koymak sanırım uygun olur.

    asıl-çekirdek devletin projesidir akp. bu projenin 28 şubatta ve yapay bir mağduriyet görüntüsü yaratılarak, yürürlüğe konduğu anlaşılıyor. (yargılama süreci ilginç değil mi?)

    sebebi belli projenin: soğuk savaşın ardından baskısını daha artıracağı besbelli bir küresel sermaye gücünün, içerdeki rejim beslemesi (otoriter modernist anlamında) “kemalist” sermayeyi ya kendine eklenmeye ve burjuvazinin genel kurallarına tabi olmaya zorlamak ya da ekonomik rekabet dahilinde tasfiye etmek.

    bu durumda rejimin sivil dayanağı olarak kimse kalmaya bilirdi. rejim rıza değil, “çıplak zor” u ile başbaşa kalırdı. zaten yıllardır sola, alevilere, “gayri müslim”, rejimin onaylamadığı diyanet dışı müslüman, bilhassa kürt ve diğer etnik yapılara yaptığı zulüm toplumsal desteğini iyice aşındırmışken bu nereye kadar sürebilirdi?

    çözüm, dediğim gibi akp projesi oldu. bir yandan” din, mezhep kardeşliği ” ve tarihi bağlar üzerinden körfez sermayesiyle; diğer yandan “islam coğrafyasındaki en modernleşmeci yapı olarak” batı sermayesiyle işbirliği ile, hem içerde bir türlü düzelmeyen ve kürt savaşının etkisiyle iyice denetimden çıkan ekonomiyi hale yola sokma gereği…

    öte yandan jakoben modernist hayat tarzının korunması, yeni süreçte “ayaktakımı çoğunluğun” ayakları altında ezilmemesi de gözetilmeliydi. bunun için sistemin medyası ve sermayesi bütün gayretkeşliğiyle, yeni hasımlarına karşı teyakkuz vaziyetinde tutuldu.

    gelinen noktada proje şimdilik tutmuş görünüyor,: küreselleştiği oranda sıcak para girişi sürecek ve öte yandan neo kemalist akp sistemin ağırlık merkezlerinin elden çıkmaması, kayıp gitmemesi için görev başındadır. (sistemin geleneksel temsilcileri olan C(m)HP ve M(c)hp bu kadar küreselleşmeyi dahi beceremeyek kadar felç edildikleri için, işe yaramaz durumdadır. aşırı katılaşma sonucu siyasetsiz kalmışlardır.)

    akp paradoksunu nereye kadar taşıyabilir, bilinmez. hem temel konularda taviz vermeyip, ( başta kürt ve alevi muhalefetini) nereye kadar oyalayabilir? küresel ilişkilerin getirdiği serbesti ortamını sağlama görevini, stratejik pozisyonunu iyi kullanarak bugüne kadar getirdi. bundan sonra bir tercihle karşı karşıya kalacağı besbelli. ya derinlerin çıkarları ya da küresel ilişkilerin zorunlu sonucu olarak “burjuva demokratik değerler”…

    bu tercihin kaçınılmazlaştığı zamana kadar, sistemin alternatifsiz partisi olmayı sürdürecek. ötekilerin hiç şansı yok.

    dolayısıyla, onlardan medet ummanın alemi de yok. alternatifi kendimiz yaratmayı göze almak ve denemek zorundayız. tıpkı gezide yaptığımız gibi. bi daha…

  39. Son alternatif, yani halkın sokağa dökülmesi bu yıl gerçekleşti Gezi isyanıyla. Yenisi de beklenmeli.

  40. onlardan medet ummuyoruz. Bir anlamda bu da bizim “iti ite kırdırma” taktiğimizdir.

  41. 16 sinif yorum cusu link i izlemeni temeni ederim

    http://tvarsivi.com/player.php?y=7&z=2013-09-25%2022:19:00

  42. Akp ile ilgili tahlillerde sosyalistlerin bazı bileşenlerinde tam bir ”Aristo”mantığı hakimdir.Bu bakısa göre Akp herhangi bir burjuva partisidir ve diğer burjuva partilerden hiçbir farkı yoktur.Halbuki AKP herhangi bir burjuva partisi değildir,Akp düpedüz fasist bir partidir.AKP kendine has bir ”biyopolitik” tanımlayan,yargı,medya,ordu üzerinde tam denetim kurmuş,kendi sermaye bloğunu hızla genişleterek,sermayenin tekellesmesi yönünde saldırgan bir siyaset izleyen bir harekettir.Akp eliyle yaratılan rejim aynı zamanda ”din”(!) takviyeli bir 1984 dür.Bu açıdan bakıldığında Akp mutlak suretle tecrit edilmesi gereken bir partidir.Akp’yi geçmiş dönem merkez sağ iktidarlardan ayıran temel realite göz ardı edilmemelidir.”Birleşik cephe”politikası mutlaka tartısmaya açılmalı ve azami güçle Akp fasizminin karsısında konumlanılmalıdır…Gelinen noktada sola tarihsel bir rol düşmektedir…

  43. akp devleti devr mi aldı, yoksa devlet “özünü koruyarak” (yani kendi varlığı için, hiç bir kural, hukuk, ahlak vb kıstaslar tanımadan icra-i sanat eylemek devletin özüdür) akp kamuflajıyla sözünü ettiğimiz sıkıntılarından sıyrılmayı mı ummaktadır?

    gitgide daha fark edilir olmakta ki, “el kaide” denen hayali örgüt, (temelinde), ya da daha doğrusu, şemsiye, ağ, network; aslında soğuk savaş sürecinde nasıl anti komünist bir amaç için kurulmuş ve kullanılmışsa şimdi de “asıl-çekirdek” devletin çıkarı için eski suç ortaklarına karşı yenilenmiş ve kullanıma sokulmuştur. açıkçası bu ağ altında küçük küçük yerel imkanlardan yararlanan özerk örgütler (el nusra, işid vb yüzlercesi) faaliyet etmektedir.

    “şeriklerin ” bunu fark edememiş olması düşünülemez. onların da bu”kaos”dan kendince menfaat umdukları akla uygun gelmektedir. işte eski ortakların bu örtülü çıkar savaşında akp her iki taraf için halen kullanıma uygun haldeki enstrüman olmayı devam ettirmektedir.

    en son adanadaki cephane sevkiyatı ve gemideki kaleşler, bu ilişkilerin hala sapasağlam durduğunu ifade etmektedir. emre uslunun yazsında değindiği gibi, ihtimal ki reyhanlı katliam provokasyonunda da bağlantıları olan suriyeli türkmen heysem topalca adlı şahsın konuyla ilintileri araştırılmamaktadır.

    öte yandan, davutoğlu ırakta, yeniden yeni ilişkiler için görüşmeler yapmakta, ortak kabine toplamaya hazırlık yapmaktadır. keza bir türlü toplanamayan kürt ulusal konferansı, ankarada gerçekleştirilmektedir.

    suriye ve rojavanın alacağı biçim için hala akp işlevselliğini sisteme kabul ettirmekte, devletin “derin aklı” içinde ihtiyaca biaen kullanılmaya devam edilmektedir.

    yakında “asıl ve en gerçek kemalist (yoksa atatürkçü mü demek doğru) olarak akp sahnede rolünü daha açık oynayacak bence… ötekilerin işi daha bir zorlaşacak demek ki…

  44. neler oluyor, anlamak kolay değil?
    bir yandan rojava sınırına duvar örmeyi sürdüren devlet, öte yandan bazı yerlerde duvarları yıkıp telörgü ve, mayın temizliği yapıyor, askeri hareketlilik içinde bulunuyor.

    acaba “kaideyi tasfiye etmek mi istiyor ve/ya da rojavayı işgal hazırlığı içinde mi?

  45. http://nisanyan1.blogspot.com/2013/11/milli-mucadele-neyin-mucadelesi-3.html

    Bunlar geçmişin hikayeleri değil, bugünün Türkiye’sini şekillendiren olaylardır. Bugünkü Tayyip Erdoğan faciasının kökenleri ta bu anlattığım olaylara dayanır.

    1839’dan 1913’e dek kör topal da olsa modernleşmeye, vatandaşlık hukukunu oluşturmaya çalışan bir toplum, 1913-1923 yıllarının olayları sonucunda “yüzde doksandokuz virgül dokuzu Müslüman olmakla övünen” bir toplum haline geldi. Bir toplumun %99,9’u Müslüman olunca, eninde ya da sonunda biri çıkar, “e bari Müslümanlığın gereğini yapalım o zaman” diye akıl yürütür. Verecek cevap bulamazsın.

  46. Otoriter sosyalizmi reddettiğimi bilen bilir. G. Zileli Maocu lafazanlığı üstümüze üstümüze kusarken de otoriter sosyalizmi eleştiriyordum. Fakat şu yukarıdaki mantık ve tavır karşısında agzımı bozmak istiyorum. Yaşasın Stalin! Stalin uykularınızı kaçırmaya devam etsin! Bir yerlerinizi parçalasanız da, tarihi istediğiniz gibi çarpıtsanız da, tarihin dehlizlerinde kötülük devşirseniz de; Stalin, Hitler ordularını inine kadar kovalayıp yok eden tarihsel liderdir. Hatasıyla sevabıyla tarihe mal olmuştur. Bundan dolayı istediğiniz kafar kahrolabilirsiniz… Sosyalizme kininizi şimdi anarşizm kılıfına sokmanızı da yemiyoruz. Yetmişlerde ne idiyseniz hala aynısınız…

    Siz kimsiniz peki?
    Koca bir hiç!

  47. Asiri ve bagnaz bir Maoculuktan asiri bir Anarsizme evrilmek görüs degistirmek degil; kisilik bozulmasidir. Yada bozuk kisiligin iki farkli disavurumudur.

  48. Her diktatör tarihin geçmiş sayfalarında yerini alacaktır(ANARŞİZM)

  49. bir ekşi sözlük yazarı

    gün zileli hocam… bu dediğinize katılan, örgütlü ya da örgütsüz bir tane bile anarşist yok.bu ülkede. sözde anarşist ama özde tkp, ödp, ip’li bir zihniyet çünkü. bu zihniyete sahipken niye bir tane bile anarşist yoldaşınız olmadığını kendinize dert etmelisiniz bence. kritik olaylarda, bastırılmış kemalistliğiniz hemen açığa çıkıyor. sivil toplumun güçlü olduğu avrupa’da anarşist olmakla türkiye’de anarşistlik yapmak çok farklı değil mi? türkiye’de devlet çok güçlü. ona karşı çıkarken bile onun bir kanadına meyletmek zorunda kalıyorsunuz. keşke avrupa’dan hiç dönmeseydiniz. üzülüyorum sizi böyle gördükçe.

  50. boş geç üzülme benim için. Kemalizme karşı onca yazı yazmış (bir kısmı bu sitede mevcut) birine kemalist damgasını vurduğuna üzül bence.

  51. kemalizm den daha tipik totaliter diktatörlükmü var gün usta… bize ayak yapmiyon dimi yani senin kemalizmlen hesabin kitabin kapandi. günn sssst bak bi Hani sen “Anti Otoriter”din.

  52. belki yeri degil ama bir yazini okudum insanlardan özellikle kürtlerden chp adina oy istemissin, cok ayip bu seye benziyor Koyuna yavrusunu kesen kasaba yardim et demek gibi bir sey. bence sen hala kemalizme zulüm düzeni diyemiyenlerdensin, yoksa böyle nasyonal sosylistler icin neden bizim oyumuzu isteyesin???

  53. bu ne ya
    yorumunuz “incelendikten sonra yayinlanacaktir” hani senin sitene kafamiza göre yazabiliyorduk, söyle anarsistlerler gibi ne oldu bu sitedede denetim var.

  54. bu sitedeki ilgili yazılara bakarsan anlarsın. örneğin “Kemalizmin altı Oku”.

  55. Benim Kemalist diktatörlük konusundaki fikirlerium bellidir. Mağlupların tarihinden bölümünde bulunan yazılara bir göz atıver. CHP adına Kürtlerden oy istemek diye bir şey ise söz konusu değildir. Okuduğunu iyi anlamalısın. Her şeyden önce ben CHP’li değilim, hiçbir zamn da olmadım. Ayrıca CHP’yi ağır bir şekilde eleştiren biriyim. Bir yıl önce, Kılıçdaroğlu’nu “ne mutlu Türküm diyene” deşişini eleştirenleri vatan hainliği ile suçladığı için nasyonal sosyalist olarak nitelendirmiştim. İyi okumalısın. “Vatan Haini” başlıklı yazıya bir bakıver.

  56. Daha önce denetim yoktu. Ancak AKP-polis masasının provakasyonlarından sonra yorumcuların genel onayıyla böyle bir önlem almak zorunda kaldık. Biz de memnun değiliz ama. Şunu da söyleyeyim: Gelen yorumların neredeyse yüzde yüzü onaylanmaktadır. Sadece açık küfür olan yorumlar konusunda “küfürsüz olarak yeniden yazın” duyurusu yapılmaktadır.

  57. ne kemalizmin üc oku bes oku`su gün millete suraya oy verin buraya oy verin diye kaleme aldigin yazinin adida; AKP YE BIR SECIM YENILGISI YASATMAK LAZIM isimli olan. akp nin karsisinda chp ye mhp ye ip isimli partiye bile oy verin diyorsun, lafa bak “düsmaninmin düsmani benim dostumdur mantigi.tiksinti verici. bende mantik yürütüyorum mesela; bu adamin oy istedigi cevreler kimler ula?? oy deposu kürtler solun oyu yüzbinde sifir nokta bilmem kac oda ne kokar ne bulasir….anti otoriterlerin oyunu isteyecek degilsin ya,hemde birbirinin benzeri üc tane irk üzerinden politika yapan partiye. bana sunu oku bunu oku diyecegine sen asil üste belirttigim yazini dönde bir oku istersen, senin icin epeyi faydasi olur bence.

  58. velhasilkelam diyorumki beynine giden damarlarda bi problem var.bir ara baktir istersen. siiist gün yoldas sesim oraya geliymiiii… alooo

  59. okudum da senin dediğin gibi değil. benim önerdiğim şudur: AKP’ye seçim yenilgisi yaşatmak için orada hangi parti güçlüyse ona oy verilmelidir. Örneğin Diyarbakır’da BDP’nin yerine gidip CHP’ye veya başka bier partiye oy vermek AKP’nin işine gelen bir tutum olacaktır. İstanbul’da ise AKP’yi yenilgiye uğratmak için BDP yerine CHP’ye oy vermek daha mantıklıdır. Biraz çalıştır kafayı…

  60. geliiiiyyyy geliyyyyy 🙂

  61. Gün Zileli
    Kasım 15th, 2013 at 11:53

    boş geç üzülme benim için. Kemalizme karşı onca yazı yazmış (bir kısmı bu sitede mevcut) birine kemalist damgasını vurduğuna üzül bence.

    Read more: http://www.gunzileli.com/2013/11/07/totaliter-diktatorluk-ilan-edilirken/#ixzz2og7jYgKm

    Siz bakmayın Kemalizme esip üfüren bazılarına.

    http://www.gunzileli.com/2013/08/25/iki-kemalizm/

  62. Stalin ile Erdoğan ın ortak yönleri Gürcü asıllı olmaları. Gürcülerin sert karakter özellikleri ikisinde de görülüyor. Ayrıca Türk-İslam diye bir bağlantıları da yok. Olsa olsa Karadeniz-İslam birliği olabilir. Türk lükle ilgileri yok. Bu da yabancı güçlerle kolay işbirliğine girebilme avantajlarından anlaşılıyor. Bir de Kemalizm aslen Türk tür. Bugün çağın gerisinde kalmış olması kötülenmesine mazeret olmaz. 1930 lardaki şartlar artık yok.

  63. yorum ekleyemiyorum…

  64. Mücadele giderek daha “dürüst” bir söyleme kavuşuyor. Liberaller, “yetmez ama evetçiler”, “modern kadınlar”… AB güzellemeleri, “İleri demokrasi” nutukları vs. İktidar sağlamlaştıkça birer safra haline geldiler, çöp kutularına atıldılar; geriye kendi ideolojilerinin “saflıkları” kaldı! .
    Artık itiraf ediyorlar…
    “İçinde bulunduğumuz şartlar, adım adım İslâm’a giderken bir aracın kullanılmasını zaruri kılarsa, o aracı kullanırız.”….
    Neredeyse her haftada bir meydana gelen bir olay, RTE’ye “sıradan politikacı” muamelesi yapılmasının, “aman, o giderse kim gelecek ki” söyleminde bulunmanın yanlışlığını kanıtlıyor.
    *
    Bu da Diktatörlüğün ideolojisi….

    “Demokrasi çoğulculuk laiklik ve İslam
    …Ne anladığımı söylemem gerekirse seküler kavramı daha genel dünyeviliğe, beşerî alana yani Allah’ın dininin müdahale etmediği, yok sayıldığı bir alan yapısına tekabül eder. Laiklik ise bunun içerisindeki siyasi boyutu temsil etmektedir. Öyleyse, ister laisizm, ister sekülerizm olsun, özünde öyle bir alan öngörüyor ki, din oraya kesinlikle karışmayacaktır. Buradan hareketle İslâm’a geldiğimizde, İslâm’da dinin karışmadığı özel ve genel hiçbir alan yoktur. ..

    İslâm’daki müdahale/karışma anlayışını, ilâhî-dînî sınırlama, hüküm koyma, talimat verme, irşad etme şeklinde idrak etmemiz gerekiyor. … yasama, irşad etme, kaideleri geçerli hale getirme açısından dinin müdahil olmadığı hiçbir alan yoktur. ..Netice itibariyle İslâm ile sekülerizm ve laisizmin uzlaşan, paralellik arzeden yönleri yoktur. Bunların yan yana gelmesi mümkün değildir. ..
    İçinde bulunduğumuz şartlar, adım adım İslâm’a giderken bir aracın kullanılmasını zaruri kılarsa, o aracı kullanırız. Bu kavram olur, kurum olur, parti olur… Yalnız burada, mutlaka göz önünde bulundurmamız gereken husus şudur: Bu aracı kullandığımızda, daha mükemmele ulaştırıyor mu, yoksa onun yerine geçip yolunu ebediyyen kapatıyor mu? Şayet kullanılan araç, ikinci adıma yol açıyorsa, bence o aracın kime ait olduğu önemli değildir. Yani Grek, Roma, Amerika, Kara Avrupası, Aydınlanma öncesi ve sonrası, kilise, havra gibi herhangi bir yere ait olabilir. O araç kullanıldığı zaman, amaca ulaşma açısından karşılaşılan netice önemlidir.
    Eğer o araç, bizi amacımıza doğru götürüyorsa, kapıların arka arkaya açılmasını sağlıyorsa, mecburiyete binaen onu kullanabiliriz. Zaruret o aracı meşru kılar.

    İnsan-Allah ilişkisi ve insanların düzenlemelerinin din ile bağlantısı açısından meseleye baktığımızda çoğulculuk kavramının bizim bünyemize uymadığını söyleyebilirim. Çoğulculuğun temelinde hak ile batılın, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün göreceliği ve eşitliği vardır. Bu ise İslâm’ın özüne aykırıdır…” (Hikmet Karaman Yeni Şafak )

    Bu yukarıda yazılanlara kızmak hatta eleştirmek yanlış olur… Adamlar net! Konuşulacak olan, “biz ne yapacağız?”

    Hepimiz tek, tek birey ve-veya birlikte olduğumuz insanlar olarak nasıl bir ülkede yaşayacağımız, evlatlarımız, öncelikle kızlarımızın nasıl bir “dünyada” yaşayacağına karar vermek zorundayız… “Ya, ya da” sürecini yaşayacağız… “Topyekun” hazır olmak zorundayız…
    Ve “amaçla” uyumsuz olmayan her aracı kullanmayı düşünmek, uygulamak zorundayız…
    Şu yaşanılan son iki ay bile son seçimde “boykotçuluğun” yanlış olduğunu göstermektedir…
    (Bu yorumu bir kaç kez göndermeyi denedim.. olmadı… Umarım sistemde bir kaç kez görünmez…)

  65. Gün abim, iyi,hoş,güzel insansın…Örnek aldığımız abimizsin…Keşke biz gençler de senin gibi sistem karşısında dirayetli olabilsek, yıkılmasak…Ama be güzel abim, sitende Stalin’in diktatörlüğü ile ilgili yüzlerce yazı var…Kemalizm ile iligili yazılarında var…Ama be abi, adlı adınca bizim diktatörümüzle ilgili, bugünlerin sebebi olan kişiyle ilgili tek bi yazı yok…Evet, M.Kemal….kemalizm ayrı, be abi…Neden?

  66. hiç de değil. Kemalizmin altı oku yazısına bak. Bu sitede kemalizmi ve kemalistleri eleştiren çok sayıda yazı var.

  67. Bu sitede kemalizmi ve kemalistleri eleştiren bir çok yazı var ama M.Kemal’i eleştiren tek bir yazı yok….M.Kemal’in Stalin’den ve Hitler’den ve Mussolini’den ve Franco’dan ve Salazar’dan tek farkı o an elinde güç olmamasıydı…Gün Abi neden korkuyorsun? Kemalizmi eleştirmen önemli değil….Mustafa Kemal’i eleştir…Gerçek devrimci ilk önce Mustafa Kemali deşifre etmeli…Çünkü Tayyip ile Mustafa Kemal’in hiç bir farkı yok…Birbirlerini besliyorlar…Ve bu ülkede tek bir cesur sosyalist-anarşist çıkıp ta Mustafa Kemal’in gerçek yüzünü ortaya çıkarmadı…Neden denemeye cesaret etmiyorsun? 70 yaşına az kaldı…

  68. Bu ülkenin sosyalistleri,komunistleri,anarşistleri ne zaman Mustafa Kemal’in putlarını yıkacaklar. Bu ülke ne zaman, bu ülkede sol,sol adına popüler edilen yalnız Deniz Gezmiş, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya olmadığını ama Mahir Çayan, Terzi Fikri,Kaypakkaya ve diğerleri olduğunu hatırlayacak…bu ülkede sol ne zaman M.Kemal’in putlarını yıkacak….Gün ABi , sen kemalizmi eleştiriyorsun…ama Stalini eleştirdiğin gibi M.Kemal’i eleştirme cesareti gösteremiyorsun…sakın kemalizmden bahsedip konuyu dağıtma…

  69. Gün Abi eleştirilrimi yayınla…Biz Stalin’den önce Mustafa Kemal’i yıkmalıyız…RTE çok kolay yıkılacak..

  70. Kemalizm kategorisine bir göz atıver.

  71. yazılarımı iyi incelememişsin.

  72. Eyvallah güzel abim…Kemalizmi eleştiren çok güzel yazıların var…Baktım…ama Mustafa Kemal’i eleştiren tek bi yazın yok…Muhammed gibi putları ne zaman yıkacağız….ve geçmişin putlarını yıkmadan, geçmişin putlarının restore edilmiş suretlerini nasıl yıkabiliriz? Yıl Yıl kendilerini yeniliyorlar….

  73. Kemalizmi eileştirmekle M.Kemal’i eleştirmek arasında ne fark var ki. Ona bakarsan ben Stalinizmi eleştiririm, Stalin’i değil.