Perinçek, Mao ve İttifaklar Sorunu Üzerine

images (1)

is

47767-akil-adam-orhan-baba-transfer-oldu

Oral Çalışlar, Radikal’deki bugünkü yazısında http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral_calislar/kufredenlere_bir_cift_sozum_var-1187305 “kendisine küfredenlere” tarizde bulunmuş. Yazıda görüleceği gibi, bu yazının sonunda geçen “yalaka” deyişini de küfür olarak algıladığı anlaşılıyor. Oysa yalaka sözcüğü bir küfür değil, bir durumun tanımlanmasıdır. TDK sözlüğünde yalaka sözcüğünün karşılığı olarak dalkavuk sözcüğü verilmektedir. Dalkavuk sözcüğü ise şöyle tanımlanmaktadır: “Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse.” Yukarıdaki fotoğraf, bu tanımın görsel halidir. Bu fotoğrafı gördüğüm zaman “düne kadar aynı yollarda yürüdüğüm” Oral Çalışlar adına yüzüm kızarmıştı. Özellikle son dönemlerdeki yazıları ise, onun adına duyduğum utancın öfkeye dönüşmesine yol açtı. En azından Deniz Gezmiş gibi, titremeden darağacına yürümüş bir insanla arkadaşlık etmek bu kadar küçülmeyi, bu kadar yalakalaşmayı önler diye düşünmüştüm. Ne kadar yanıldığımı gördüm. Acılar çekmiş ve çekmekte olan Kürt halkını kendi siyasi ittifaklarında kullanmaya kalkmak ise, yalakalığın da ötesinde bir ahlak yoksunluğuna işaret etmektedir. Sonuç olarak, böylesine müptezel durumlar için yalaka sözcüğünü kullandığıma hiç de pişman olmadığımı bir kere daha belirteyim. G.Z.

***

Yeni kuşak anarşistlerde anarşizmin her türlü ittifaka karşı olduğu gibi yanlış bir algı vardır. Oysa anarşizm, her türlü ittifaka değil, sadece devleti ve halihazır devlet iktidarını güçlendiren ittifaklara karşıdır; devleti ve halihazır devlet iktidarını tecrit eden ittifaklara ise taraftardır.

Genelde bir yanlış algı daha vardır. O da Mao zedung’un “düşmana karşı birleşilebilecek bütün güçlerle birleşmek ve düşmanı azami ölçüde tecrit etmek” stratejisinin yanlış olduğudur. Oysa yanlış olan, bu strateji değil, yanlış düşman ve dolayısıyla yanlış müttefikler tespitidir.

Mao zedung, 1930-1949 yılları arasında bu stratejiyi esasen doğru ve başarılı bir şekilde uygulamış ve sonunda kadim Çin devletiyle birlikte bu devletin aktüel temsilcisi Guomintang partisini yıkmıştır. Bunların yıkılmasında yanlış bir şey yoktu. Yanlış olan, bir devlet ve iktidarı yıkarken yerine bir başka devlet ve iktidar kurmaktı.

Biraz başlara dönüp kısaca bir özetleme yapalım. Çin Komünistleri, 1920’lerde Stalin ve Komintern tarafından Guomintang’la ittifaka zorlandılar ve bizzat bu devlet partisi tarafından ağır bir yenilgiye uğrayıp kırsal alanlara çekilmek zorunda kaldılar. Mao zedung, 1930’dan itibaren doğru bir devrim stratejisi izlemeye başladı. Baş düşman Guomintang’dı ve bu zorba güce karşı birleşilebilecek bütün güçlerle birleşmek gerekliydi. Aynı dönemde, Arif Dirlik’in Çin Devriminde Anarşistler kitabında (Türkçeye çevrilmemiştir, sadece benim bir özetlemem elyapımı broşür olarak Londra’da yayınlanmıştır) çok güzel anlattığı gibi, kendilerine “Paris anarşistleri” adı verilen bir kısım Çinli anarşist, Fransız modernist-anarşisti Elisée Reclus’un etkisiyle, Guomintang’la işbirliği çizgisi izlediler ve hatta anarşist kimliklerini gizleyerek, Çin’i modernleştireceğine ve demokratikleştireceğine inandıkları (bugünkü anarko-liberallerimizi hatırlayalım) Guomintang’a üye oldular, sonunda da bu partinin bir yan koluna dönüştüler. Sınıf mücadelesi yanlısı, anarko-komünist Liu Sifu öleli yıllar olmuştu ve onun takipçileri de Guomintang tarafından ağır baskı altına alınıp yok edilmişti. Bir kısım anarşist ise, 1917 devriminin etkisiyle komünist olmuştu. 1917 yılına kadar Çin’deki ana devrimci akım anarşizmdi.

Mao zedung, II. Dünya Savaşı öncesinde yine Stalin ve Komintern tarafından “baş düşman” tespitini değiştirmeye ve Japon emperyalizmine karşı Guomintang ile ittifaka zorlandı. O dönem Stalin’e açıktan kafa tutmak kolay iş değildi. Mao, “baş düşmanı” değiştirmiş gibi yaptı ama esasında değiştirmedi. Sadece Mançurya’yı işgal etmiş Japonları baş düşman ve Guomintang ve onun lideri Çan kayşek’i müttefik ilan etmiş gibi yaptı ama fiiliyatta yine Guomintang’ı tecrit etmeyi birinci planda tuttu. Çünkü ülke içindeki esas zorba gücün Guomintang olduğunu çok iyi biliyordu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Stalin, Batılı emperyalistlerle ittifak politikasının gereği olarak, Batılıların müttefiki Guomingtang’la ÇKP’nin ittifak yapmasını istedi. Mao zedung, sanki bunu uyguluyormuş gibi yaparak Guomintang’a “ittifak” çağrılarında bulundu ama aslında onu baş düşman almaya devam etti ve sonunda Stalin’e rağmen Guomintang’ı yenilgiye uğrattı. Böylece “baş düşmanı azami ölçüde tecrit et” politikasını başarıyla uygulamış oldu.

Mao’nun başarısı burada biter, çünkü bundan sonra artık kendisi bir iktidar gücü, üstelik dünya çapında bir iktidar gücüdür. Bundan sonra Mao’nun uyguladığı bütün stratejiler, emperyalist güçler arasında bir denge oyunudur. Bu denge oyunlarından, Mao’nun deyişiyle sadece “olumsuz öğretmen” olarak bir şeyler öğrenebiliriz ama devrimci strateji anlamında öğrenilecek bir şey yoktur. Bu böyle olmakla birlikte, Mao’nun, Çin’in kadim devlet ve iktidar güçlerini devirmek için uyguladığı strateji doğrudur, ondan öğrenecek çok şey vardır, hele Guomindang işbirlikçisi haline gelen bir kısım Çinli anarşistin reaksiyoner çizgileriyle karşılaştırıldığında kesinlikle devrimcidir ve anarşizmin özüne çok daha yakındır.

Buradan, Türkiye’deki Maocu harekete (ve onun baş temsilcisi konumundaki Aydınlık hareketine) geçebiliriz. Doğaldır ki, Maocu hareket Türkiye’de ilk ortaya çıktığı 1970 yılında Mao’nun stratejilerini biraz da dogmatik bir şekilde öğrenmeye ve izlemeye önem verdi. Maoculuğu bir tür köylü devrimciliği olarak algılayan İbrahim Kaypakkaya’nın 1972 yılında ayrılıp bir başka Maocu hareket inşa etmeye girişmesinden sonra da Aydınlıkçı-Maocu hareket, Kaypakkaya’nın birçok haklı eleştirisine rağmen, 1975 yılına kadar esasen devrimci bir hareket olarak değerlendirilebilir. 1975 yılında bu hareketin, iki süper devletin baş düşman olduğu tespitinden sonra (bunun nasıl benimsendiğini Yarılma’da ayrıntısı ile anlattım) hareket kesinlikle sağ bir çizgi izlemeye başladı ve bu sağ çizgi bugünkü ulusalcı-sosyalist çizgisine ulaştı.

Esasen Doğu Perinçek’in şahsında temsil edilen bu sağ çizginin özü neydi ve Mao zedung’un “düşmanı azami ölçüde tecrit et” stratejisi ile bir benzerliği var mıydı? Görünüşte böyle bir benzerlikten söz edilebilir ama esasında Mao’nun 1930-1949 yıllarında doğru bir şekilde uyguladığı bu stratejiyle taban tabana zıttır. Çünkü Mao zedung, bu stratejiyi doğru bir düşmana karşı uygularken, Doğu Perinçek, aynı stratejiyi yanlış düşmanlara karşı uyguladı ve dolayısıyla yanlış güçlerle müttefik oldu. 1975’ten günümüze kadarki bu yanlışlıklar silsilesinin nasıl bir şey olduğunu ve nasıl bugün gelip AKP ile ittifak noktasına vardığını kısaca açıklamaya çalışacağım.

Doğu Perinçek (ve bir dönem benim de içinde yer aldığım destekleyicileri), 1975 yılından itibaren, her ne kadar baş düşmanın “iki süper devlet” olduğunu söylediyseler de aslında baş düşman olarak Sovyetler Birliği’ni aldılar. Bununla da kalmadılar, Sovyetler Birliği’nin işbirlikçisi olarak gördükleri ve o dönem “sahte sol” adını taktıkları Türkiye solunun aşağı yukarı tamamını da baş düşmanın içine kattılar. Baş düşmanı böyle tanımlayınca kaçınılmaz olarak Türkiye egemen sınıflarıyla ve bu sınıfın esas vurucu gücü olan Türk ordusuyla müttefik oldular. Doğu Perinçek açısından bunda bir yanlışlık yoktu. Çünkü onun esas stratejisi (Mao’nun tersine) iktidarı yıkmak değil, iktidarın yedek gücü rolünü oynayarak iktidara gelmek, en azından ona ortak olmaktı.

12 Eylül darbesi bu hesabı bozguna uğrattı. Çünkü 12 Eylülcüler, sadece kendilerine tehdit olarak gördükleri solu değil, sağı da hedef aldılar ve Aydınlık hareketini de aynı MHP gibi içeri attılar.

Bugünkü kuşaklar pek hatırlamaz, 1980’lerin ikinci yarısında, Aydınlık hareketi içinde, 12 Eylül’ü temsilen iktidara gelen ANAP konusunda bir tartışma oldu. Ben, esas darbenin, o gün iktidarı yürüten ve somutta 12 Eylül’ü temsil eden güç olan ANAP’a indirilmesi gerektiğini savundum. Doğu Perinçek ise, ANAP’ı müttefik olarak gördü (bu tartışmalar, o dönemde Aydınlıkçıların çıkardığı Saçak dergisinde ve 2000’e Doğru dergisinin okuyucu mektuplarına sıkışmış bir halde bulunabilir). Aslında Doğu Perinçek, 1975 yılında benimsediği stratejiyi yeni duruma uygulamaktaydı: İktidardaki güçten yararlanarak iktidara hamle yapmak ya da ortak olmak.

ANAP devri de geçti. Doğu Perinçek ve partisi, 1990’lı yılların ortalarından itibaren dümeni yeniden büyük bir iktidar gücü olan Türk ordusuna kırdı. Eğer ordunun iktidara el koyma ya da darbe planlarına destek olunursa pekâlâ iktidarın ortağı ya da yedek gücü olunabilirdi. Bu stratejiyle 28 Şubat’a kadar gelindi. 28 Şubat AKP iktidarına yol açtı ama ordunun iktidar iddiası sona ermemişti. Doğu Perinçek ve partisi ordunun iktidar iddiasına destek vermeye devam etti. Bundan sonraki gelişmeleri biliyoruz. AKP, orduyu tamamen kendi iktidarının denetimine almaya karar verdi ve ordu destekçilerini “Ergenekon davası” adını verdiği davadan, sahte ve uyduruk suçlamalarla içeri attı. Doğu Perinçek ve arkadaşları da aynı davadan yargılandılar.

Beş yıl süren yargılamanın ardından, AKP’nin tutukluluk süresini 5 yıla indiren bir yasa çıkarmasıyla Doğu Perinçek ve diğer Ergenekon tutuklularının büyük çoğunluğu dışarı çıktılar. Aslında Ergenekon tutuklularının dışarı çıkması, AKP iktidarının Bonapartist bir denge oyununun sonucu olmuştu. 17 Aralık’tan sonra iki cephede birden savaşamayacağını anlayan AKP, TSK ve Ergenekon sanıklarını serbest bırakarak onlara gizli bir ittifak önermişti. Açıkçası şuydu: “Fetullah Gülen ve Cemaati sizin de düşmanınız. Hatta sizi içeri attıran bütün tertiplerin ve sahte delillerin imalatçıları da bunlar (ki bu doğrudur). Şimdi benimle Gülen arasında çok çetin bir savaş var. Ben onların inlerine gireceğim. Bana yardımcı olun.”

Doğu Perinçek, daha dışarı çıkmadan yazdığı yazılarda bu ittifaka olumlu cevap vermiş ve “inlerine girme” girişimini desteklediğini yazmıştı. Dışarı çıkınca yaptığı konuşmalarda da bu tutumunu açıkça ortaya koydu. Recep Tayyip Erdoğan’ı “inlerine girsinler” diye yankıladı ve “hırsızlık propagandasının arkasında ABD var” dedi. Zaten Aydınlık gazetesinin dış politika sayfasında, satır aralarında başbakanın “Avrasya”cı olduğu işlenmekte, birinci sayfada AKP hükümetinin, Doğu Perinçek’in Avrupa’da “Ermeni soykırımı iddialarına” karşı kazandığı “başarı”yla ilgili tebrik mesajları yayınlanmaktaydı. Bugün Yeni Akit gazetesine verdiği röportajda ise gazeteci soruyor:

“O halde Tayyip Erdoğan’la da beraber mi olacaksınız?”

Doğu Perinçek yanıtlıyor:

“Evet, o konuda beraber olacağız. Yani F Örgütünün kökünün kazınmasında kim varsa. Çünkü Türkiye’nin Türkiye’den yönetilmesi için, Türkiye’de bir halk yönetimi, milli yönetim olması için bu şart. Hükümetin F Örgütüne karşı yaptığı her şeyde.”

Bu, hükümete açık bir ittifak çağrısı değil, hükümetin yaptığı üstü kapalı ittifak çağrısına açık bir kabul cevabıdır. Bunun devamı da gelecektir.

Şaşılacak hiçbir şey yok. 1975: Sola karşı Ordu ile ittifak; 1985: Özgürlükçü güçlere karşı ANAP ile ittifak; 1995: Demokratik güçlere karşı Ordu ile ittifak; 2005: Kürtlere ve sola karşı Ordu ile ve aşırı milliyetçi unsurlarla ittifak; 2014-(15): Diktatörlük karşıtlarına karşı AKP diktatörlüğü ile ittifak.

Bu çizgi iyi incelendiği zaman sonuç açıkça ortaya çıkacaktır: İktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak için iktidardaki güçlere yedeklenmek ve halihazır iktidarla simbiyotik bir ilişki içinde olmak.

Bunun, Mao’nun “düşmanı azami ölçüde tecrit et ve birleşilebilecek bütün güçlerle birleş” stratejisiyle hiçbir ilişkisi yoktur, hatta tam zıddır. Mao, 1930-49 arasında bu stratejiyi iktidarı tecrit etmek için başarılı bir şekilde uygulamıştır. Doğu Perinçek ise daima halk düşmanı devlet güçlerini ya da diktatörlükleri desteklemiş, onlarla birleşerek devlete ve iktidara karşı mücadele eden özgürlükçü güçleri tecrit etmek için çabalamıştır.

AKP diktatörlüğünün yalakası Halil Berktay ve Oral Çalışlar’la çiçeği burnunda müttefik Doğu Perinçek’in diktatörün önünde el sıkıştıklarını görür gibiyim.

Gün Zileli
7 Nisan 2014
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü ya da Kılıçdaroğlu Meselesi

Artıgerçek Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin …

147 Yorumlar

  1. tamam işte sen de öylesin

    perinçek akp’yi destekliyor peki ya sen?
    sen de yerel seçimde mhp’ye oy çağrısı yaptın. üstelik benim bildiğim kadarıyla mhp geçmişte katlettiği devrimcilerle ilgili hiçbir özür dilemedi. en azından şerh düşebilirdin. akp’ye karşı kim daha güçlüyse ona destek verin ama faşistler hariç diyebilirdin ama demedin.
    çünkü tıpkı oral’la halil gibi sen de perinçek’İn havarilerindensin. zihniyetiniz aynı.
    onlar cemaat faşizmine karşı en geniş toplumsal muhalefeti örmek adına akp’yi destekliyorlar. tam da senin ak faşizme karşı mhp’yi desteklemende olduğu gibi.
    mantık aynı. gerekçeler aynı. zihniyet aynı. icraat aynı.
    ha ama sen anarşisttin. pardon onu unuttuk.

  2. Bana göre de saşilacak bir durum yok.Ancak tabiri caizse köpeksiz köyde değneksiz gezenlere nasil bir karşılık verilecek.Gezi süreci ileriye dönük devrimci bir programdan yoksun kaderiyle başbaşa bırakıldı.İlerleyen günlerde bununda bir ‘amerikan komplosu’ olduğu gerekcesiyle her türlü devrimci muhalefet yokeldilmeye çalışılacak gibi geliyor.Şimdi isler daha da karıştı. Zaten siyasetten tiksinmis görece tarafsiz durumda olan insanlar dahada içine kapacak gibi görünüyor. Devrim su an için uzak bir ihtimal…

  3. Perinçek2in düşünsel vefatı bu röportajla olmustur….

  4. umarım zıtlığı gördüğün zaman geç olmaz senin için.

  5. Şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler. 🙂

  6. mesele şucu bucu olmak ya da olmamak değil, iktidarcı olup olmamaktır.

  7. kerinçek-perinçsiz

    hala da “üçüncü halk gücüyüz” diyebilmenin psikolojisi; bunca çark etmeye rağmen “müminlerine” bir ömür boyu “iktidar sağlayamamış önderlik ” ruh hali…bu yaşlı adamın yüzündeki gizleyemediği acının sebebi bu olsa gerek.

  8. Mao’dan ve diğer önemli tarihsel olaylardan dersler alınabilir.

    Stalin de bir dönem Hitler ile ittifak yapmıştı…

    Fakat burada anarşizmin durumu Mao ve Stalin’in durumundan farklı.

    Mao düşmanlarını yenilgiye uğrattı ama bugün Çin kapitalist bir ülke. Mao’nun yaptıkları ittifakların Çinli işçi sınıfı için çok da bir anlamı yok. Üstelik Çinli işçi sınıfı eskisinden daha çok çalışıyor.

    İttifak yapılabilir ama ittifak yapmanın da belli şartları vardır: yoksa ittifak yapmak karşı taraf ne derse olduğu gibi kabul etmek değildir.

  9. Zaten ben yazıda Mao’nun yıkılan bir iktidar yerine başka bir iktidar kurmasıyla olayın bittiğini belirtmiştim. İktidar olursan bu sefer sen zorba bir güç olursun. Bu, binlerce defa denenmiş bir gerçektir. Stalin’in Hitler ile ittifakına gelince… bu da bence düşmanla işbirliği anlamına gelir ki öyledir de zaten. Stalin’in Hitler’le saldırmazlık paktı imzalamasını bir tek şartla kabul edebilirdim. Batılıların Hitler’i SB’ne saldırtma oyununu bozmak ve SB’ni en azından bir süreliğine güvenliğe almak ve zaman kazanmak anlamında. Ama Stalin böyle yapmamıştır. Anlaşmanın gizli maddeleri vardır. Bu maddelere göre Baltık ülkeleri SB’nin hegemonyasına bırakılıyor ve Polonya iki ülke arasında paylaşılıyordu ki öyle oldu. Dahası, bu saldırmazlık paktı yürürlükte olduğu sürece SB Nazi aleyhtarı yayınları şıp diye kesti, tersine nazileri öven yazılar yayınlandı SB basınında. Bu da yetmedi, Hitler Avrupa’ya saldırdığında Komintern bütün komünist partilere nazilere direnmeme talimatı verdi. Bu, Stalin’in, Hitler’le taktik bir uzlaşma yapmayıp ihanete varan bir işbirliğinde olduğunu ortaya koyuyor.

  10. http://www.kurdistan-post.eu/tr/medya/ermeniye-tehcir-aleviye-mezar-fehim-tastekin

    Ermeni’ye Tehcir Alevi’ye Mezar-Fehim TAŞTEKİN
    Pzt, 04/07/2014 – 11:23 Anonymous
    Öyle bir hesap ki akla zarar. Hafızasında iki sürgün girişimini canlı tutan ve 3 yıldır güvercin tedirginliğiyle yaşayan Suriyeli Ermenilerin kasabası Keseb’i ele geçiren Kaide ve müttefiklerine lojistik destek vereceksin, sonra diaspora ayaklanınca, ABD Kongresi’ne mektuplar gidince ve Kars-Karakale asıllı Kim Kardashian #SaveKessab hashtagıyla kampanya başlatınca afallayacaksın, kendine gelince de numara çekeceksin!
    Öyle bir hesap ki akla zarar. Hafızasında iki sürgün girişimini canlı tutan ve 3 yıldır güvercin tedirginliğiyle yaşayan Suriyeli Ermenilerin kasabası Keseb’i ele geçiren Kaide ve müttefiklerine lojistik destek vereceksin, sonra diaspora ayaklanınca, ABD Kongresi’ne mektuplar gidince ve Kars-Karakale asıllı Kim Kardashian #SaveKessab hashtagıyla kampanya başlatınca afallayacaksın, kendine gelince de numara çekeceksin! Keseb’in nasıl ele geçirildiğini 28 Mart’ta ‘Keseb Sürgünü 3’ başlıklı yazımda biraz anlatmıştım. Katliam korkusuyla halkı Lazkiye’ye kaçmış, geride aciz, yaşlı ve “Öleceksem burada ölürüm” diyenler kalmıştı. Tam da 24 Nisan öncesi diaspora ‘soykırımı’ gündeme getirmek için güncel bir konu bulmuşken devletin iddialı haber ajansı AA, kendini, muhaliflerin Ermenilere nasıl insani davranıp kiliseleri koruduklarına ve iki yaşlı Ermeniyi Türkiye’ye taşıyarak nasıl büyük bir insanlık dersi verdiğine dair hikâyelere adadı.
    Kandırılmışlar
    Önce günaydın demek istiyorum. Çünkü Keseb’in faturası Türkiye’ye çoktan kesildi! Ödemenin nasıl olacağını da zamanla göreceğiz. Bir kere Kesebliler Türkiye destekli savaşçılar yüzünden evlerini terk etti. Tatil için Lazkiye’ye gitmediler. Geçici sürgün kalıcı hale gelirse ve maazallah başta trajediler yaşanırsa fatura hepten Türkiye’ye kalır, faili kim olursa olsun.
    Gelelim Türkiye’deki yegâne Ermeni köyü Vakıflı’ya götürülen Sirpuhi (82) ve Satenik (84) Titizyan kardeşlere. Agos muhabiri Lora Baytar, AA’nın “Kendi istekleriyle Türkiye’ye gönderildiler” dediği bu iki yaşlıyla konuştu. Sirpuhi Titizyan’a göre önce Türkçe konuşan militanlar gelip evi aradı. Ardından Arapça konuşanlar gelip “Sizi Lazkiye’ye götüreceğiz” dediler ama ertesi sabah ikiliyi Lazkiye değil Türkiye’ye getirdiler. Yani Ermeniler kandırıldı. İşin Türkçesi, Türkiye’nin “Ermenilere kucak açtık!” başlıklı bir hikâyeye, militanların da Ermenisiz bir Keseb’e ihtiyacı var. Titizyan ikilisi şimdi Lazkiye’deki Keseblilerin yanına ya da Beyrut’a gitmek istiyor.
    Keseb’in korunduğu savıyla ilgili de durum şu: Nasıl olsa yağmalanacak, bari kapıyı kırmasınlar diye evinin anahtarını militana veren Titizyan’a göre milisler evlerin kapıları ve pencerelerini kırdı, traktörlere el koydu. ‘Enfal’ yani ‘Ganimetler’ adı verilen operasyonun ruhuna pek uygun!
    Türkiye üzerinden yağma mı?
    AA, Suriye Türkmen Meclisi Üyesi İzzet Zohta’nın “Karaduran ve Semra köylerinde 3-4 kilise var. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), kiliseleri korumak için elinden geleni yapıyor” dediğini aktardı. Ancak Beyrut’ta yaşayan Kesebli Şant Kerbabyan, akrabalarıyla konuştuktan sonra Al Monitor’a katliam olmasa da şu tür olayların yaşandığını anlattı: “Haçlar parçalandı. Bu bilgi teyit edildi, topluluğun bir ileri geleniyle konuştum. Nusra Cephesi evleri yağmalayıp eşyaları Türkiye’ye taşıyor. Nusra savaşçıları kamplar ve çadırlardaki kardeşlerini Keseb’e getirmek istediklerini söylüyor.” Vakıflı’da yaşayan Lora Baytar’ı aradım; dün 19 Keseblinin daha getirildiğini söyledi: “Hepsi yaşlı. En genci 70’in üstünde. Kapıları çalınıyor, apartopar alınıp sınıra bırıkalıyorlar. Günlük kıyafetleriyle gelenler var. Keseb’i boşaltıyorlar ama Ermenilerin canına zarar vermek istemiyorlar.”
    Erdoğan yolları açtı
    Türkiye’nin Keseb’in ele geçirilmesindeki rolüyle ilgili de anlatılanlar var. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Keseb bizim irademizle gelişmedi” dedi ya, bir de Agos’un “Saldırıyı bekliyor muydunuz” sorusu üzerine Titizyan’ın ne dediğini bakalım: “Yok ama Erdoğan’ın yolları açtığını söylediler. Erdoğan yolları açmasaydı Keseb’e bu kadar çok kötü adam gelmezdi. Bu adamlar Türkiye’den geldi.” Savaşçıların Türkiye sınırından Keseb’e geçtiklerine dair çok şey yazıldı. Lübnan’daki El Ahbar gazetesinin yazarı Suheyb Ancarini de muhalif bir kaynağa dayanarak Ürdün’de eğitilen bini aşkın savaşçının Keseb operasyonu için Marka Havaalanı’ndan Hatay’a taşındığını iddia ederek farklı bir boyut kattı.
    Bir de şu ÖSO titizliği yok mu? Bayırbucak Türkmen Tugayı hariç Enfal operasyonunda yer alanların ÖSO ile ilgisi olmadığı halde tüm haberleri “Keseb’i ÖSO ele geçirdi” diye sunarak meselenin kabul edilebilirliğini artırmaya çalışıyorlar. Uyanıkça!
    Kaide’den Kaide beğen
    Ermeni kâbusundan misafirperverlik öyküsü çıkarmayı bırakıp önce Ermenilere “Yine Türkler” diye tweet attıran ‘arkalanmış müttefikleri’ tanıyalım ve insanların neyle yüzleştiğini görelim. Enfal’de öne çıkan 5 aktör var:
    Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi, eski Guantanamo esiri Faslı İbrahim Binşekrun’un (Ebu Ahmed el Mağribi) kurduğu Şam el İslam, Irak-Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) yakın Sukur el İz, selefilerin çatı örgütü İslami Cephe’de yer alan Ahrar el Şam, Ensar el İslam ve Suudi istihbaratının güdümündeki İslam Ordusu. Nusra lideri Muhammed Colani, Eyman Zevahiri’ye biat etmiş Suriyeli bir Kaideci.
    Türkiye’de belli çevrelerde popülaritesi artan Ahrar el Şam’ın kurucusu Ebu Halid Suri ise Usame bin Ladin’in yakın dostu ve Zevahiri’nin Suriye temsilcisiydi. Suri şubatta Halep’te IŞİD’ın intihar saldırısında ölünce Zevahiri taziye mesajı yayımladı. Geçen ay Keseb’te öldürülen Binşekrun da Ağustos 2013’te Lazkiye bölgesinde örgütünü kurduğunda “Demokrasi Allah’a küfürdür” demiş, Aleviler ve Şiileri düşman ilan etmişti. Aynı düşmanlığı selefi şeyhi Abdullah el Muheysini, Keseb bölgesindeki stratejik ‘Nokta 45’i ele geçirdiklerinde yaptığı zafer konuşmasında “Esad ve taifesini yok edeceğiz” diyerek göstermişti. Bu grupların ideolojik yapısı aynı. Alevilere kıyasla Ermeniler konusunda seçici ve propagandifler çünkü dünyanın gözü burada. Dahası ‘destekçileri’ Türkiye faturanın kendisine kesileceğini fark etti.
    Benim için asıl hikâye, getirilen yaşlılar üzerinden üretilen misafirperverlik değil Lazkiye’de sığındıkları kilisede dua edenlerin fotoğrafında gördüğüm kahreden bakıştır; yüzyıl geriye dalan Ermeni bakışı. Gerisi müsebbibin propagandası.
    Radikal

  11. bu ve benzer içerikteki yazıları seçim öncesi yazsaydın daha verimli olurdu,insanlar bodoslama itifak ilişkileri üzerine pek fazla düşünmeden dalmazdı.perinçek tutarlı bir adam hep türk milliyetçisiydi şimdi de öyle.akp t. erdoğana destek beyanı milliyetçi bir beyan ve bir taşla çok kuş vurmaya dönük bir kurnazlık içeriyor.bilardoda 4 bant sistemi bir oyunu düşünün dört banda topu yuvarlıyorsunuz ve enson topunuz gelip diger topa değiyor.topun 4 bandı dolaşmasını türk milliyetçiliği olarak düşünün perinçek burada birinci bantta f.cemaati tecrit etmeyi hedeflerken,ikinci bantta tayyip erdoğanı milliyetçilik eksenine çekmeyi hedefliyor,3. bantta kürtleri sıkıştırmayı ve baskılamayı ve 4. bantta da ortadoğu bölgesel statükosunun korunması için abd rusya iran bölgesel ve uluslararası alana müdahale hedefi var.

  12. nazi partisinin ismi nasyonal sosyalist partiydi,bir partinin isminde işçi geçmesi onu sosyalist yapmaya yeter mi? ip ve perincekle ilgili mini bir biyografi dizisi yazabilirmisin gün zileli.bu kişiyi en iyi tanıyanlardan birisin.bu konuda daha iyi yazılar çıkaracağını tahmin ediyorum.reel politige bodoslama daldığında verimli ürünler çıkaramıyorsun,bu anı,biyografi ve tarihsel süreç anlatımlarına dayalı yazıların üzerinden ittifaaklar sosyalizm milliyetçilik türkçülük anaşizm …vs bilimum akım ve kavram tartışılırsa daha öğretici ve iç açıcı olur kanaatindeyim.

  13. http://vimeo.com/37358784
    Kırmızı Gül Buz İçinde – İbrahim Kaypakkaya Belgeseli

    gün zileli ibrahim kaypakkaya ile doğu perinçek niçin ayrı düştüler?

  14. perinçek hep aynıydı değişen sizsiniz.perinçek hep türk milliyetçisiydi ve hala da öyle.dönemlere göre rengini değitiriyor.bukalemun girdiği ortama uyar.toprağa inince topragın , rengini alır ağaca çıkınca ağacın,yaprağa değince yeşil olur.ama o ne ağaç ne toprak ne de yapraktır o bukaleemun kalmaya devam eder.sizse onu agacın toprağın ve yaprağın bir uzvu olarak yanılsamalı bir algıya girersiniz.yazıda çeşitli dönemlerde değişik ittifaklar ve tutumlar içine girdiğinden bahsediyorsunuz.değişmeyen tek şey türk milliyetçiliği değilmi perinçekte.hatta işi öyle bir raddeye vardırdı ki “ergenekondan çıkıyoruz” sloganı ile basın açıklaması yaptı.

  15. akp ye açık desteğinin mantığı şudur; türk milliyetçiliğini yükseltmek.böylece
    cemaat tecrit olacak
    akp milliyetçilikle kuşatılacak
    kürt hareketi darbelenecek
    ortadoğu bölgesel statükosu korunacak ve uluslararası alanda elini güçlendirecek hedefidir.
    temel anahtar şöven türk milliyetçiliğinin yükseltilmesidir.görüntü sizi yanıltmasın perinçek akp ci olmadı.kurnazlık yapıyor.

  16. Perinçek’in Anap’ı desteklediği ya da ittifak yaptığı iddianız, yalandır. Cemaate karşı AKP’yle ittifak yaptığı iddianız da yalandır. Diğer iddialarınızın da pek önemi yok zaten. Çar’la işbirliği yapan anarşistleri de yazaydınız keşke iki satır.

  17. Gun, Algilama zorlugu cektigin icin tekrar yaziyorum. Hitler ile Stalin Polonya”yi paylasmazlar. Stalin yonetimi Almanya ve Polonya arasinda cikmasi muhtemel bir savasta Polonya”nin dogu bolgelerini, ki aslinda Polonya degildir Ukrayna bolgesidir ve Polonya tarafindan 1922 de isgal edilmistir, kendi egemenlik alani ilan eder.

    Bu noktada Almanya Polonya”ya saldirdiginda Sovyetler Polonya’ya saldirmaz, aslinda bu anlasma Polonya hukumetine bir direnme alani da saglar. Polonya hukumeti Kuvvetlerini Sovyet etki sahasinda tutup savasa devam ettigi surece ne SSCB onlara saldiracaktir, ne de Hitler SSCB ile savasi goze almadan bu bolgeye saldirabilecektir. Polonya hukumeti Sovyet etki sahasindaki dogu Polonya da savasa devam etse kendi varligini koruyabilirdi.

    Ancak Polonya hukumeti savasmamayi secti ve askerlerini komutasiz birakarak ulkeden kacti. Yani fiilen Polonya yok olmustu. Polonya Genel Kurmay ise Romanya’ya gecerek savasi birakti, bu noktada, yani Almanya Polonya”nin isgalini bitirdigi noktada, yani artik dogu Polonya da yani bati ukrayna sen nasil adlandiriyorsan hukumetsiz kaldigi noktada, Polonya hukumeti savasmayi birakarak ve diger ulkelere siginarak Polonya”nin yok olusunu tamamladigi bir sirada, sovyet kuvvetleri bolgede tum dengelerin nazilaer lehine degismesini engellemek icin hizla harekete gecti ve Polonya tarafindan 1922 de isgal edilmis olan Bati Ukrayna”yi isgal etti.

    Bu nedenlerden dolayi Polonya hukumeti ve Ingiltere de dahil ama hic kimse SSCB yi o zaman saldirganlikla suclamamisti. Bu tur suclamalar daha sonranin soguk savas doneminin isidir.

    O zaman kimse bu hareketin Polonya’yi paylasmak icin yapildigini iddia etmemis hatta aksine herkes, hatta Churchill bile bu olayain nazilere karsi doguda acilan bir cephe oldugunu iddia etmislerdi. Bu konuda bir makale yazmistim, kaynaklar icin oraya bakabilirsiniz.
    http://www.sendika.org/2013/08/sovyetler-birligi-ikinci-dunya-savasinda-polonyayi-almanya-ile-paylasti-mi-ahmet-kaplan/

  18. Ev, Yarılma, Havariler, Sapak, Sığınmacılar’a (otobiyorafiler) bakınız. Orada hepsi var.

  19. Gun bu arada Kominter”nin tum komunist partilere nazilare karsi direnmeme emri verdigini hangi kaynaktan aldin? Jan Valjin”mi yoksa Arthur Koestler mi?

  20. zaten ben de bunu anlatmaya çalıştım. Ama şu var ki, Doğu Perinçek’in milliyetçiliği de iktidarcılığına tabidir. Yani iktidara ortak olmak için milliyetçiliği manivela olarak kullanmaya çalışan bir reelpolitikacıdır.

  21. tabii ki akp’ci olmadı. akp iktidar gücüne sahip olduğundan ondan yararlanmaya çalışıyor her zamanki gibi.

  22. onu da siz yazsaydınız da biz de cevap verseydik. ANAP’la ittifaka yönelik yazılar Saçak sayfalarında ve 2000’e doğru sayılarında durmaktadır. Onlara bakabilirsiniz. Cemaat’e karşı AKP’nin destekleneceğine ilişkin Yeni Akitf’teki röportajının ise daha mürekkebi bile kurumadı. Şuradan okuyabilirsiniz: http://www.yeniakit.com.tr/haber/yasadisi-f-orgutu-hukuk-yoluyla-tasfiye-edilmeli-14962.html

  23. ohoooo o kadar çok kaynak var ki. Bunun için l’humanite arşivlerine bakmak yeterlidir. Fransa’da nazi işgalini destekleyen yazılar var orada. Nazi işgali sırasında, naziler SB’ne saldırıncaya kadar bu gazete Fransa’da legal olarak yayınlandı. Daha sonra NKVD ajanları bu sayıları bütün Avrupa kütüphanelerinden çalarak suçu gizlemeye çalıştılar ama özel kişilerin arşivlerini tespit edememişlerdi tabii ki.

  24. bu kadar uzun lafa gerek yok Ahmet. Molotov-Ribbentrop anlaşmasının gizli maddelerinde var bu paylaşma. “secret protocol” burada anlatılıyor, bakıver bi zahmet: http://en.wikipedia.org/wiki/Molotov%E2%80%93Ribbentrop_Pact

  25. E.H.Carr: Komuntern’in Alacakaranligi. Ne kivirtiyorsun be Ahmet. Adam Fransa cikarken Vietnam isgali icin ABDnin uydurdugu zirvayi Polonya’ya uyarladi. Yeter sacmalamalarin. Emperyalist fikirlerin ajani.

  26. Ahmet, artik tartismalari sabote etmeyi kes. Gun ve digerleri, bu adama cevap vermeyin. Adamin niyeti tartismalari sabote etmek. Gucumuzu dusurmek. Bizi silahsiz birakmak. Dalga gecilmeyi bile hak etmiyor.

  27. o devletin icinde bir kesimi bahane ederek, her zaman sistemi desteklemenin bir yolunu icad eder… Mihri Belli Perincek icin, …..adam ihbarci yahu karsi devrimci olmasi icin daha nasil nedenler icat edilecekki????

  28. zileli eski sefin perincegin rezilliklerinde bile lafi getirip mao ya staline lenine getirdin ya , aferin sana:)))))mao nere eski kampus mao culari nere:))) devrimci olmamak icin her yolu ariyorsun:) perincek deyince aklina mao mu geldi. e turkiye daglarinda gerilla dolastiran maoistlere ne diyecen, onlarla perincek arasinda fark yok sana gore hepsi maoist… hadi ordan kiviriyosun resmen…

  29. Nazilerin isgalini destekleyen humanite yazilari mi? he he tabii hatta Humanite nin o donem basyazilarini nazi stalinist dostlugu adina Gobbels kaleme aliyordu. Hatta aralarindaki dostlugun bir nisanesi olarak Paris emniyet mudurlugune gizli komunist olan Maurice Papon getirilmisti. Naziler kaybetti ama stalinstler kazandigi icin Papon emniyet gorevini korudu. SSCB cokmese idi adam mahkemeye bile cikarilamayacakti. Bakiniz kaynak Jan Valtin.

  30. kitapları yazdığından bu yana zaman geçti düzeltmeler ve eklemelere ihtiyaç olabilir mi.
    konuyu sıcağı sıcağına ele almak belki daha faydalı olur.tartışmaya derinlik katabilir.kitaplarına referans vermek sınırlı bir durum oluşturuyor.

  31. Sana on yedi milyon kez soyledim, wikimedia makaleleri cogunlukla anti komunist yazarlar tarafindan yazilir ve dikkatle okunmalidir. Ama bak senin gonderdigin wiki sayfasinda bile bakiniz ne yaziyor.

    “Stalin did not instantly interpret the protocol as permitting the Soviet Union to grab territory.” Yani wiki yazarlari bile bu antlasmanin sovyetler nazi almanyasi arasinda bir toprak paylasimi antlasmasi degil ama etki alanlari anlasimi oldugunu kabul etmek zorunda kaliyor. Oyle yapmak zorunda cunki antlasmanin kendisinde toprak paylasimi yok. Bu konuda kanit olarak baris antlasmasinin gizli protokolleri gosterilir. Gizli protokellerde ise yazan sudur. Ben once Polonya yi ilgilendiren kismin ingilizcesini yazayim.

    Yalniz bu arada gizli diye adlandirilan maddeler aslinda o kadar da gizli degildir, daha 17 eylul 39 da ve bes gun sonra New York times da bu protokol maddesindeki gibi yorumlar bu maddelerin o kadarda gizli olmadigini herkesin bir sekilde bu maddelerden haberi oldugunu gosterir.

    “”Article II. In the event of a territorial and political rearrangement of the areas belonging to the Polish state, the spheres of influence of Germany and the U.S.S.R. shall be bounded approximately by the line of the rivers Narev, Vistula and San.

    The question of whether the interests of both parties make desirable the maintenance of an independent Polish States and how such a state should be bounded can only be definitely determined in the course of further political developments.

    In any event both Governments will resolve this question by means of a friendly agreement. “”

    Bu da tercumesi, turkcesini bulamadigim icin ben kendim acele ile yapiyorum .
    II. Madde. Polonya devletine ait olan bolgelerin politik veya toprak bakimindan yeniden duzenlenmesi durumunda Almanya ve SSCB nin etki alanlarinin siniri yaklasik olarak Narev vistula ve San nehirlerinin cizdigi sinirlardan gecer.
    Her iki devletin cikarlarinin Bagimsiz Polonya devletinin korunmasini saglayip saglayamayacagi konusu ve boyle bir devletin sinirlarinin nasil olacagi meselesi, yalnizca ve kesin bir bicimde daha ilerde meydana gelecek politik gelismeler baglaminda kararlastirilacaktir.
    Her ne olursa olsun her iki hukumet bu sorunu dostluk ilsikileri cercevesinde cozecektir. “”

    Hatta acikcasi Polonya devletinin korunmasindan ama sinirlarin degistirilmesinden bahsediliyor. Bu da SSCB nin 1922 den beri Polonya nin isgal ettigi sovyet topraklarindan cekilmesitalebi ile uyumludur. Ama SSCB bu toprak talebine ragmen naziler saldirdiginda Polonya ya saldirmamis, Polonya hukumetine Dogu Polonya topraklarinda guclerini konsolide edip Nazilere direnme icin bir olanak sunmustur. Ama Plonya hukumeti bunu da kullanmamis ve ulkeyi terketmistir. Ancak o zaman SSCB kuvvetleri Dogu Polonya ya da Bati Ukrayna ya girmistir. Bu topraklar polonyalilarin azinlikta oldugu Ukrayna topraklaridir. Bu topraklar hala Ukrayna devletine baglidir.

    Zaten sonunda Polonya devleti bizat kizil ordunun nazilere karsi savasi sonucunda kurulmustur. Madem SSCB polonyayi yutmak istiyordu, neden 1945 de bagimsiz bir Polonya ortaya cikti o zaman? Ustelik yeni bagimsiz Polonya da 1939 oncesi Alman devleti isgalinde bulunan silezya vb bolgeleri de vardi.

  32. Anonim, ne oldu? yazilarimla baya eglendigini soyluyordun, fikrin niye degisti?

  33. E H Carr!i kendine sahit yazan arkadas, Carr benim yukarida soyledigim tezlere yakin tezleri savunur. Aslinda benim yukarida soylediklerim 1940 larin baslarinda Ingiltere ve Fransa hukumetleri de dahil olmak uzere hemen herkes tarafindan savunuluyordu. Ama soguk savas sonrasi yeni bir taroh yazildi ve bu tarih 1980ler sonrasi hakim tarih okumasi oldu. E H Carr’in bu antlasma hakkinda ne dusundugunu gormek istiyorsan Gun!un verdigi wikimedia makalesine bir bak, orada cok yamuk da olsa Carr”in bu konudaki goruslerinden bahsediliyor.

  34. M. Beelli’nin böyle bir şey dedğini duymadım ve sanmıyorum da. Mesele ihbarcılık değildir. 1979-80’de yapılan ihbarcılıktı gerçekten, o başka.

  35. ben mi anlatamadım yoksa sendi mi anlayamadın. Ben de yazıda D. Perinçek’in Mao ile taban tabana zıt olduğunu anlatmaya çalışmıştım.

  36. aaamedin anonimi

    ahmet o anonim benmiyim bilemedim. bundan sonra kendimi aaamedin anonimi diye belirticegegim, ben genelde zilelinin mekaninda eglendiriririm o ayri:))) (zileliden ozur hdp ye oy verinden sonra senin yazilarini okumadan yaziyorum bu dogru …niye okuyayimki, ne farkin olabilecektiki) e hadi okuyayim…

  37. aaamedin anonimi

    su ulusalcilarin topunu saglam bir anti emperyalizm ve hatta anti amerikancilik uzerinden topa tutmaya ne dersiniz;)?? bence önemli bir teshir olurdu, bu,…. zileli annar ne demek istedigimi:)

  38. aaamedin anonimi

    çaliscaz hoca çaliscaz , anarsistmisin abidik gubidik anarsist olmayacaksin, çalisacaksin ilk isin solun zaten varoldugu yerlere gidip, onlar söyle biz en hakiki kamil kocuz demiyeceksin, programin olacak, zaten vardir, onu ulastiracaksin, iscici uvriyeristmisin, öbürküler kücük devrimcisi aman onlarin eylemlerin eylemlerinden uzak durun diye bir ajitasyonundan önce, fabrika önlerinde nöbet tutacaksin, orda yatip orda kalkacaksin, anti fasist bir devrim bilincine ihanet etmiyeceksin, hdp limisin sana söyliyeyim. bir senfoni dir devrim… ertugruldan devrim cikmaz….maoist misin hala (gerci MKP degistirdi isleri) devrim senin icin bir ajitasyondan cikmis olmali coktan, caba gostereceksin calisacaksin, sonra gel beni döv aaaamed… o begenmediginiz cephe en alt orgutlu taraftarini bile ise kosar, hele bi dusunun…

  39. aaamedin anonimi

    bu ulkede bir takim solun yeni kesfettigi bazi insanlarla:) alkiz akliyiz kazanacagiz slogani atmistik zamaninda, simdi re feodalizmi emperyalis programlara yedeklenip bu arkadaslari yeniden kesfedenlere bakip guluyorum, . zor gunlerde onlar bize hep bir yatak verirler, siz onlari yenimi animsadiniz:))))
    e biz onlarla birlikte az dayak yemedik:))))subelerde…

  40. ABD disisleri bakanligi basimiza ödül koymus…. aman efenim basimiza ödül koymakla bizi ödüllendirmissiniz.. arayipta bulamadigimiz sey…..simdi bizim ajitasyonumuzu kim durdurabilir, yok yukaridan yok asagidan, onlarc yuzlerce insani oldugunde savsaklmayan örgütün en beynelminel adi cikmis uc insanini oldurecende ne olacak, , para iyi ama… lan ne law lar alinir o parayla, hadi kara murat geyigi yapalim, kara murat benim, yok olmadi benim, ben aslinda sari suatim, musa asoglu benim, bi milonu dedigim adrese yatirin lutfen:))))

  41. her eve lazim, edininiz , cok pahali olmasa gerek…..http://www.youtube.com/watch?v=UqOL7LOR6ko

  42. malum orgütün basindaki insanlara uc milyon odul koymus ABD… böylece Berkin in katlini ustlenmis oldular… “onlarinkile“r katletti Berkin i ve berkin büyümemis aranan , malum örgüt üyesidir, yada tersi. koydugunuz ödül kabülümüzdür:))) büyütecegimiz nece berkinler olacak sen baslarina ödül koyacaksin……basina ödül koyduklarin büyümüs Berkin lerdir….

  43. Berktay ve Çalışlar AKP yandaşı oldu.
    Zileli de PKK-HDP destekçiliği üzerinden AKP yörüngesine eklemlenmedi mi?
    Eklemlendi.
    Ama görüyoruz ki şimdilerde GLADYO savunuculuğuna savrulmuş görünüyor.
    Zileli de iktidar,en gerici odağı yıkmak diye bir bakış açısı hiç bir zaman olmadı.
    Ama son günlerde birden bağlaşmalar yapmayı düşünmeye başladı.
    Ya da yeniden keşfetti,diyelim.
    Ancak bu kez bağlaşmayı F TİPİ GLADYO ile birleşmeye götürdü.
    ( Zileli bu arada anarşimin revizyonist yorumcusu olmayı da denemeye başladı,diyebilir miyiz ? Bu sorumuz has anarşistlere !)

    Zileli-nin çarpıtılmış alıntılarına yanıt :
    http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=6324

  44. berkin elvan i erkn katlettiller henuz abd basina ödül koymamisti…olsun…

  45. ABD ÜC DHKP SAVASCISININ BASINA ÖDÜL KOYMUS, ,,,BERKIN ELVANI KATLETTI ISBIRLIKCISI AKP IKTIDARI,UTANMIYOR,, BASINA ÖDUL KONULAN DHKPYONETICILERI ILE BERKININ FARKI YASLARIDIR,BUYUYUNCE OYLE OLUYORLAR,,, BIZ SIZE DAAHA COOOK MK OLMUS BERKIN ARATACAGIZ, VE BASINIZA ÖDUL BILE KOYMADAN..

  46. Perinçek, iktidar hırsı içinde ömrünü tamamlayacak.

    Hatırladığım kadarı ile… 20 yıldır, hep aynı lafla… seçmenleri değil, (sadece) partisine üye olanları kandırıyordu:; “Türkiye’de milli hükümet kurulacak ve İşçi Partisi, bu hükümetin merkezinde yer alacak!”

    Her seçimden sonra da… üyeler suçlanır…seçim sonuçlarının üzeri kapatılırdı.

    Bu defa, ilginç bir “şey” oldu: Seçim sonuçları değerlendirilecek “fısıltısı” ile Ankara’da toplandılar.

    Perinçek’in Akit’teki söyleşide söylediği sözlerin parti içinde şaşkınlıklar ve itirazlarla karşılanması nedeniyle,

    Aydınlık’ta, “sözlerim çarpıtıldı” açıklaması yapılmasının iyi olacağı, Perinçek’e önerildi. Seçim sonuçlarına ilişkin bir değerlendirme yapılmadı. Toplantıda genel sekreter değişti. İki de tayin yapıldığı açıklandı..

    Ancak, “turpun büyüğünün heybede olduğu” 5 ve 6 nisan tarihli Aydınlık’ta yayımlanan Rafet Ballı söyleşisinden anlaşıldı.

    O söyleşide Perinçek, sadece AKP’ye değil, BDP, PKK ve Öcalan’a da elini uzattı. “Milli Hükümetin” yerel özerkliği kabul edeceği, Öcalan dahil, herkes için af çıkaracağını söyleyerek, AKP’ye bir selam daha verdi.

    5 ve 6 nisan tarihli Aydınlık’taki söyleşiler çok ilginç… Ne var ki, gazetenin sitesine, o bölümler (henüz) konmadı…

    Tabii, daha ilginç olan ise, bir taraftan BDP-PKK cephesine el uzatılırken, Öcalan’ı sorgulayan Atilla Uğur’un… son tayinlerde, genel Başkan Yardımcılığına getirilmiş olması…

  47. p c nin uc ust duzey yöneticisinin basina ödül koymus abd. ikisi kadin biri erkek, musa asogluyu ben üstleniyorum, kara murat hanginiz geyigi gibi bisey, araaya sari suati karistirmayin,.. ulan hadi kendimi ihbar ediyom, ip adresden zaten bulursunuz, ben musa asogluyum, kara murat bnim ,:) kampanyasi baslatsam:)))))) kara murat benim: musa asoglu benim:)))))

  48. İçimizde kalmış o kadar çok şey var ki… Sol’cuyuz ama birbirimizle derdimiz o kadar çok yakıcı olmalı ki, asıl düşmana sıra gelmiyor… GZ’nin değindiği konu, derdi nedir? Tartışılmak istenilen konudan öyle kolay uzaklaşılıyor ki… Rakı masası muhabbeti sanki… Yoksa öyle mi… ben mi kaçırdım!
    Yazık… Konuya yoğunlaşıp, konuyu dağıtmadan derinlemesine anlamak bir mevzuyu… Anlamaya çalışmak yerine konuyla ilgisiz hikayeler anlatılıyor…
    Varsa ayrıca söyleyeceklerimiz… Yerini, zamanını beklemek çok mu güç? Acelemiz yok ki! Devrim mi? En az on yılımız var! (Bence en az bir kaç on yıl… )
    Günümüzün yakıcı sorunları içinde kavrulmak, acil pratik sorunlara en sosyalist-gelişimci-akılcı kullanılabilir analizler yerine özü itibariyle doğruluğu kanıtlanmış tarihsel gerçeklere mazeretler bulmak, işgal bölgesi yerine “etki alanı”, “egemenlik alanı” gibi utanmaz diplomatik terimlerle meseleyi tartışmak… Bu “terimler” o gün böcekler gibi öldürülmüş yüz binlerce insanlar önünde kullanılsa…. İnsanlıktan çıkmış bu politik lafları edenler bilinen mülkiyet düzenini savunan kapitalist-emperyalist acımasız güruha ait dünyanın “kuş dilini” kullananlardır! Batılı emperyalistler ile Stalinistler (D.Perinçekgiller) arasında özünde fark yoktur; her ikisi de insanları aptal, yönetilecek, sömürülecek koyun sürüsü gibi görürler! RTE, D. Perinçek’in idolüdür!
    *
    Yazılmış…
    “O da Mao zedung’un “düşmana karşı birleşilebilecek bütün güçlerle birleşmek ve düşmanı azami ölçüde tecrit etmek” stratejisinin yanlış olduğudur. Oysa yanlış olan, bu strateji değil,
    yanlış düşman ve dolayısıyla yanlış müttefikler tespitidir….
    Doğu Perinçek, aynı stratejiyi yanlış düşmanlara karşı uyguladı ve dolayısıyla yanlış güçlerle müttefik oldu…”
    Tüm bu nedenlerle çok kısa vadede Baş düşman RTE zihniyeti ve yöntemleridir…. DP de baş düşman tespitinde yine yanılmıştır… ki bu yanılma da ona yakışır! Hepsi bu!
    Baş düşman, emperyalizm, kapitalizm gibi tespitler insan zekasına hakarettir! 5000 yıllık mülkiyetçi sistem, 3000 yıllık köleci sistem, iki yüz yıllık kapitalist, 1000 yıllık emperyalist sistemi “baş düşman” ilan etmeye kalkışmak 15 yaş zekasına yakışır doğrular olabilir…
    Tartışılacak konu, bu ülkenin daha özgür ilişkiler içinde yaşamasına katkı anlamında “amatör kümeden” maç, maç, “dünya şampiyonluğuna” gidilebilecek süreçte ve “amatör küme maçları” aşamasında DP neden, yine “baş düşman” tespitinde yanılmıştır? RTE ile simgelenen gerici, makyavel, sadakacı, emperyaller ile olan ilişkisinde de “şeytani” iki yüzlü, omurgasız, utanmasız, ne dinsel ne modern, ne ahlaki hiç bir mihenk taşı bulunmayan; 24 saatte iki farklı politik tutumu aynı azgın bir inançla haykırabilen bir iktidarla, DP neden ittifak kurabilmiştir?
    Bu acınası savruluş İP’nin idealist tabanında nasıl karşılık bulacaktır? Bu ve benzeri savruluşların “bizim” Sosyalist veya Kürt isyan hareketine ait “tabanların” da zaman zaman kendi önderliklerinin de savrulduğu “alçakça” ittifaklara nasıl kolayca uyum sağlama çabası içinde olduklarının, acınası kişiliksiz davranışları açısından bir “laboratuar” işlevi görüp görmeyeceği konuşulacakken….
    Kendi gerçeğimizle yüzleşemediğimiz sürece Türkiye Sosyalizmi birbirini yiyerek, geride kalan en “büyük yiyici” ile büyümüş mü olacak… Öyle sanılıyor olmalı…
    Türkiye Sosyalizmi adına yola çıkanların sinerjisi, ortak enerjisi yok… Bunun anlamı, geçen yüzyılın kavgası, kanlı bataklığı içinde filizlenecek yeni “güçler” olması gerektiğidir… Gezi isyanı bu anlamda bir filizdir… Yeni bir dünya bu “bizim” kısır tartışmalarımızın dışında yeşerecektir…. Her bir tartışmamız bu “yeni sürecin” gerekli ve zorunlu olduğunu kanıtlıyor sanki…

  49. kerinçek-perinçsiz

    öncelikle geçmiş olsun. kınalıada gibi küçük bir yerde bu saldırıyı yapanlar belli olur; kimden şüpheleniyorsunuz? bir fikriniz ya da tahmininiz var mı?

  50. birazdan açıklamayı yayınlayacağım. sağol.

  51. Zaman zaman kısa vadeli ve oportünist düşüncelerin öne çıkarıldığını görüyorum. Fakat kısa vadeli düşünmek, oportünist düşünceleri öne çıkarmak ters tepen bir silah da olabilir. Çünkü kısa vadeli ve oportünist düşünceler insanları olmadık yerlere hatta AKP’li olmaya bile itebilir.

    Şuna benzer şeyler söyleniyor:

    “Mesele kısa vadeli düşünmek.

    Mesele kısa vadede kazançla çıkmak…

    Mesele kazanmak, oportünist olmak…

    Kapitalizmi değiştirmek, köleliğe, gericiliğe ve yobazlığa meydan okumak sana mı kalmış.

    Bunlar beş bin yıldır var, gericilik, yobazlık, bilim karşılılığı, bilim düşmanlığı binlerce yıldır var, sana mı kalmış bunları değiştirmek….

    Öyle ya beş bin yıldır bunlar var. Dinler de öyle….Yobazlık, gericilik de öyle…Sana mı kalmış bunlarla mücadele etmek…

    Kısa vadeli düşün…Kazançlı çık…

    Çok ilerisini bilemezsin, sana mı kalmış bunları değiştirmek?

    Öyle ya sana mı kalmış….

    Kısa vadeli düşün o zaman AKP’li olursan belki işe de girersin, öyle ya, ne kafa yorup duruyorsun, su akar yolunu bulur, bak, uzun vadeli ne diye düşüneceksin, sana mı kalmış….

    Sana mı kalmış?”

    Gericilik, yobazlık beş bin yıldır var olabilir ama bunlara karşı yüzlerce yıl süren bir mücadele var…

    Kapitalizm yüzlerce yıl var olmuş olabilir ama bunlara karşı süren yüzlerce yıllık bir mücadele de var. Kapitalizmin başlarında işçiler 16 saat çalışırken bugün 8 saatlik çalışma vb. sosyal haklar durduk yerde olmadı. Kimse bunlar olurken bu sistem binlerce yıldır var, sana mı kalmış bunu değiştirmek demedi.

    Kölelikle mücadele de benzer şekilde oldu. Aynı şekilde gericiliğe ve yobazlığa karşı mücadele de geçmişte de oldu bugünde olacak. Charles Darwin evrim teorisini yazarken binlerce yıllık öğretileri derinden sarsmayı başardı. Darwin gibi nice insanlar binlerce yıllık öğretilere meydan okudu.

  52. Gün abi selam,
    Benim anlamadığım bir mesele var: Doğu perinçek her zaman kemalist ve ulasalcı bir çizgide ise neden bir ara Apo ile yakınlaşmıştı ? Hedefi, amacı neydi ? Bunu anlayamıyorum .

  53. o da yine iktidar merakından. Kürt hareketini kendine şemsiye yapmak istedi ama tabii karşısında kendisi kadar usta bir başka reelpolitiker, Öcalan vardı. Bu olmayınca yeniden orduya döndü. Tabii o yöhnelişte üstü örtülü bir devlet adına arabuluculuğun da izlerini görmek mümkün.

  54. Yazida maalesef gün zileli Dogu perincegin devlet ve istihbarat teshkilatlari ile ilishkisini deshifre etmiyor .Söyledikleri laflari ciddiye aliyor oysa ish basit bunlar eskiden beri istihbarat ilishkisi orali gülayi halili de

  55. Zedong’un “Z”sinin küçük yazılması nedeni ne?
    (“Zedong” herifin adı. “Mao” ise soyadı. Soyadın addan önce gelişi, bir Asya geleneğidir. “mao”nun anlamı “saç”tır.) uhu uhu

  56. ben öyle bir bilgiye sahip değilim İbrahim. Ayrıca da düşünsel sorunların James bond filmlerinin mantığıyla ele alınmasını doğru bulmuyorum. Hiçbir insan somut kanıtlar olmadan böyle ağır bir şekilde itham edilemez. Ayrıca bu tür şeyler, egemenlere ideolojik eklemlenmeleri gölgeler.

  57. Maocu “dilbilimcilerimz” 1970’de böyle yazılacağı sonucuna varmışlardı 🙂

  58. “Şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler.” ırkçı bir söylemdir. Her harfine kadar hakim olup yazabildiğine göre, içeriğini de biliyor olman gerekir. Nasıl geçiştireceğiz bunu? Hata mı olmuş, yanlışlıkla mı yazılmış? Ne diyeceğimi bilemiyorum, yazıklar olsunla yetineyim.

  59. kardeşim, atasözlerinin, deyişlerin, fıkraların yüzde doksanı bu tür öğeler taşır. bu “duyarlılıkla” ne bir laf edebilirsin ne de fıkra anlatabilirsin. Bu tür entelektüel çıtkırıldımlıklar umurumda değil doğrusu. Bir söz, içinde geçen olumsuz unsurlara rağmen hedefini buluyorsa kullanırım. Önemli olan sözde değil, özde ırkçılığa karşı olabilmektir.

  60. Ben senin kardeşin değilim. “Entelektüel” hiç değilim. Duyarlılığımın tırnak içine alınması senin haddine değil. Olumsuz unsur arıyorsan önce dilindeki olumsuz unsurları temizle. Özde sözde edebiyatına ise çoktandır karnım tok. Atalarının izinde yürüyecek başkalarına anlat bu martavalları. Utanmadan bir de savunuyorsun. Bana böyle çirkefleşerek saldıracağına, ağzından çıkanı kulağın duysun.

  61. seni biraz sinirlenmiş buldum.

  62. Soner Yalçın’ın yazısını gönderen arkadaşa: Yazıyı adminden onayladığım halde burada çıkmadığını gördüm. Admin’e döndüğümde yazı nasıl olduysa yok olmuştu. Rica etsem yeniden yollayabilir misiniz? Sağolun.

  63. Gün abi açıkcası her zaman bir noktada tıkanıp aklıyorum, “iktidarı yıktıktan sonra yerine ne koyacağız ? “

  64. biraz konu dışı gibi olacak ama, bigane kalınamayacak bir haber-etkinlik bilgisi ulaştı.

    içinde chomsky, negri-hard,.roubin vb. entellektüellerin de imzasının bulunduğu; rojavaya destek isteyen bir metin var.
    ilgilisine duyurulur.

  65. iktidarın yıkılması bir anlık bir sorun da olmayabilir. İktidar parça parça da yıkılabilir. Ya da etkisiz hale getirilebilir. Yani görünürde orada devlet organları işbaşındadır ama halk o devlet organlarını takmayıp kendi komünlerini oluşturmuş, kendi ilişkilerini geliştirmiş olabilir. Bence devletin alternatifi özgür komünler federasyonudur.

  66. üstteki imzasız duyuru rojavaya destek ile ilgili duyuruyu ben yolladım. imzamı unuttum, özür.

  67. Olayı kişisel düzlemde tartışmak istemiyorum. Ama Soner Yalçın’ın ulusalcı ve Kemalistler arasında önemli bir yeri olduğuna inandığım için bazı konulara açıklık getirmenin gerekli olduğuna inanıyorum.

    Soner Yalçın hala 1700, 1800’lü yıllarda yaşamaya devam ediyor. Ama şu anda 2014 yılındayız. Denilecek ki biz daha 1700, 1800’lü yıllarda olup bitenleri toplum olarak anlayamadık. Bunu anlamamız gerekir. Buna itiraz edilemeyebilir ama yine 2014 yılında olduğumuzu bilmemiz gerekir. Yoksa gerçeklikten ve bugünkü dünyanın şimdiki şartlarından kopuk analizler bizi son derece yanlış yerlere sürükleyebilir.

    Ne yazık ki bazı Kemalistlerin önemli özelliği bu: önemli ölçüde geçmişte kalmışlardır, bugünkü kapitalizmi anlamaktan çok uzaktırlar, analizleri kopuktur, bugünü yeterince hesap etmezler.

    Özellikle Soner Yalçın’ın şu sözü de oldukça ilginç:

    “Gelişme koşulları farklılık taşısa da benzeri Türkiye’de oldu ve burjuvazi Kemalist Devrimi sattı!”

    Kemalist devrimi tümüyle kapitalist düşünceden kopartırsan bu hataya düşersin. Kemalizm burjuva düşüncesidir. Üstelik son derece otoriter, güçlü sermaye yanlılarını aşırı derecede korumayı amaç edinen, son derece merkeziyetçi bir burjuva düşüncesidir. Özgürlük alanlarını sürekli daraltan, her koşulda kapitalizmi devam ettirmeyi amaçlayan bu tür burjuva düşüncesinden söz ediyoruz. Kapitalizmde bu tür uygulamalar kaçınılmaz olarak AKP türü son derece otoriter, hatta totaliter ya da faşist partileri oluşturur ve iktidarı onlara devreder. AKP de Kemalist burjuva düşüncesinin eseridir. Zaten başka türlü olması da beklenemezdi.

    Kemalizm zaten burjuva düşüncesidir. Umarım Soner Yalçın önce bunu anlar. Zaten burjuva düşüncesi olan Kemalizm, şartlara göre sermayenin çıkarını daha çok koruyacak biçimde oluşturulmuştu. O yüzden Kemalizm’in ya da burjuvanın Kemalizm’in satmasından değil, burjuvanın isteklerinin yerine getirilmesinden söz edebiliriz. Olup biten de budur. Kemalizm’in burjuvanın isteklerine karşı direnememesinden de bunu anlamak mümkün. (Başka türlü de olamazdı, çünkü Kemalizm zaten bu biçimde kurulmuştur.)

    İkinci sorun Kemalizm’e bir dogma gibi bakılması ve Kemalizm’in asla hata yapmadığının, yapmayacağının düşünülmesi. Bu şekilde yaklaşımlar sadece Kemalizm’i değil burjuva ve kapitalist düşünceyi de kutsamaya itiyor.

    Bu durumda insanlar Kemalist düşüncenin ve ona bağlı olarak kapitalizmin Türkiye’de çok iyi uygulandığını ve bundan kaynaklı bir hata olmadığını düşünmeye başlıyor. Bu eksen etrafında bakarsak sorunun din-laiklik ekseni etrafında odaklandığını ve Türkiye’nin asıl sorununun bu olduğunu sanacağız.

    Evet Türkiye’de bu konuda, laiklik, çok ciddi bir sorun vardır. Ama bu sorununun daha da beter hale gelmesini sağlayan nedir ona bakmak gerekir. Ona bakarsak asıl sorunun büyük ölçüde bu olduğunu göreceğiz. Sorunun kaynağı göz ardı edildiği sürece Türkiye’de tüm insanlar sonuna kadar laikliğe bağlı olsaydı bile çok ciddi farklı sorunlar yaşamaya devam edecekti. Örneğin Putin Rusya’sına bakarsak bunu anlayabiliriz. Son derece otoriter politikalarla insanların özgürlük alanlarını ve bağımsız düşünceyi yok ederseniz, oldukça laik bir toplum oluştursanız bile özgür ve gelişmiş bir demokrasi oluşturamazsınız. Putin örneği son derece öğreticidir, Rusya son derece zengin petrol ve doğal gaz yatakları olmasaydı bu otoriterliğin bedelini şimdiden çok daha kötü ve rezil biçimde ödemeye başlamıştı.

    Kısaca Türkiye’de en büyük sorun: özgür ve bağımsız düşüncelerin sürekli aşağılanması, engellenmesi buna karşı otoriter ve faşist düşüncelerin sürekli kutsanmasıdır. Türkiye’de en büyük sorun kapitalizme iman etmiş kişilere siyasetin önü her şekilde açılırken, gerçek solcu ve sosyalist kişilerin önü türlü şekillerde kapatılmıştır. (Özellikle Kemalizm’e bağlı olmayan özgür düşünen solun. Öyle ki Türkiye’de solcu ve sosyalist olmak için önce Kemalist olmak neredeyse bir zorunluluk haline getirilmiştir. Bu Türkiye solunu önemli düzeyde etkisiz hale getirdiği gibi onun Kemalizm’in uydusu haline gelmesine yol açmıştır. ) Türkiye’de devlet güdümlü aydınların her zaman önü açılırken, bağımsız ve özgür düşünen aydınların önü türlü şekillerde kapatılmıştır.

  68. Burada sorun, hangi tarafın daha güçlü olduğu tartışmasından çıkıyor. Çünkü kabaca güçlünün zayıfla ittifaka ihtiyacı, zayıfın da güçlüyle ittifaktan çıkarı yoktur.

    F’ye karşı AK’la ittifak kuranlar, AK’ın bir ayağı çukurda, diğerinin ipleri Büyük Birader’in elinde diyor.
    AK’a karşı F’yle ittifak kuranlar, AK diktatörlüğü mutlaka yıkılmalıdır, gerekirse Büyük Birader’in emrindeki F’yle de ittifak yapılır diyor.

    Tamam da ağabey, neden bir “yesinler birbirini” mantığıyla ikisine karşı cephe almak değil de, tek birine karşı öbürüyle ittifak kurma gerekliliği? Ya da şunun yanıtını verebilir misiniz: Ayrı ayrı olarak ikisiyle farklı konularda farklı araçlarla ittifak kurulamaz mı? Demek istediğim şu: Ulusalcı kanattan bakarsak, CHP’nin F’yle ittifak edip AK’a karşı mücadele etmesi, İP’in AK’la ittifak edip F’ye karşı mücadele etmesi.

    Uğur ola.

  69. Bugünün tek hedefi Diktatör olmalıdır.

  70. ittifak meselesi güc meselesidir..
    Pirenin develerle ittifak etme masali hep Maocu politik geleneginde yatmaktadir.Cin icadidir.Baska yerlerde kullanilmaz.
    Develer pireleri mikrop gibi görür,onu mesrulastirmasi komedidir.
    Akp nin Ip ye Ihtiyaci oldugunu düsünmek icin bu Cin mali masalina ruhunu kaptirmasi gerekir.

  71. bence doğru değil bu. İP’in etkisi somut gücünden çok daha büyüktür. Gerçekçi olmak, görünen gerçeği değil, onun altındaki görünmeyen gerçeği görmektir.

  72. Örneğin hortlak da görünmeyen ama gerçekte var olan bir gerçekliktir. 🙂

  73. Sagolun.. Benim gücüm bana yeter.. Kimseyle ittifaka girmem..

  74. gün abim benim

    geçmişine de hiç laf söyletmezsin yani. maocuları biri eleştirecekse de bu sen olursun, başkaları ileri geri konuşamaz.

  75. otobiyografilerime bakarsan geçmişimi fazlasıyla eleştirdiğimi görürsün. Örnek verirsen eleştiriyi daha iyi kavrarım.

  76. Amerikada bir kurbaganin da ayni özelligi var. Düsmanina karsi sisip onu kacirtiyor…
    70`lerde Amerika bizim ittifakimizdi dediniz.Amerikaya vize bile alamadiniz.. Evrene bizim müttefikimiz dediniz,herkes kacarken sizler ona kostunuz…Ne yazikki,evren su Maonun Ittifaklar kitabindan haberi olmadigindan iyi hirpaladilar ..

    Elestirilecek bir yaniniz kalmamis..Gülünecek cok.

  77. bu tip yazılara politik yazı mı demeli mizah yazısı mı bilmiyorum .. gün zileli bu adamların içini dışını bilen biri olduğu için kaçacak yer bırakmıyor bunlara. 🙂 kıvırmadan duramıyorlar tabi.. 🙂

    hocam eline sağlık, maocular okuyup da kendilerine bir çeki düzen vermezler belki ama bunları hala bir şey zannedip peşine takılan gençler okursa en azından görülür ne mal oldukları.

    bir de evet, “hortlak :)))”

  78. bu eski hesapların hepsinin özeleştirisi yapıldı benim açımdan: Yarılma, Havariler, Sapak.

  79. @59 Murat

    AKP-Cemaat kavgası ilk patlak verdiğinde kimin üstte olduğu belli değildi, o noktada “yesinler birbirini” diye bakmak en makuldu.

    Ancak bu kavgadan RTE Cemaat’in vurucu gücünü kendine karşı etkisizleştirerek çıktı (yargı ve polisi tokatlayarak). Bunu yaparak burjuva demokrasisinin kaidesini (güçler ayrılığı ve güçlerin birbirini denetleyebilmesi) de ortadan kaldırmış oldu. Ayrıca birkaç bakanı feda etmek ancak kendisine ve ailesine dokundurtmamak suretiyle AKP’nin otoriter rejimini kişisel bir diktatörlüğe hatta aile hanedanlığına çevirdi. Yerel seçimlerde de güvenoyu almış oldu, ailesini de gözümüze sokarak aklanmış ilan etti.

    Şu anda RTE ve AKP zaten Cemaat’i çok büyük ölçüde halletmiş durumda. Zaten favori AKP idi, diktatörleşme her zaman yürütme erkinin devlete egemen olmasından çıkmıştır, bütün “vesayet” tantanasına karşın ben hatırlamıyorum tarihte yargı yoluyla diktatörlük kurulduğunu. Mevcut diktatörlükleri sürdürebilir yargı. Ancak kurucu erk her zaman yürütme yani yönetim gücünü elde edendedir (asker de bunu ele geçirebilir, devrimci bir parti, kurucu bir hükümet vs. de). Cemaat’in arkasında ABD dış siyaset çıkarları var evet bu Cemaat’i güçlü gösteriyordu ama ABD’nin Cemaat’in arkasından tam yol gitmeyeceği de belli oldu süreç içinde. ABD AKP’den memnun değil ama durumu idare etme eğiliminde, tam güç altını oymayı göze alamıyor, şüphesiz alternatifini de bulamadığı için (CHP seçimleri başaramıyor, NATO ülkesine doğrudan müdahale şansı da yok, ordudan da istediğini alamıyor vs.)

    Dolayısıyla önümüzdeki apaçık bela önce RTE ve ailesi, sonra AKP’dir. Diğer belalar daha küçük, daha kararsız veya potansiyel halde durmaktadır. Biz tüm iktidarları eritmek için çalışıyorsak barutumuzun çoğunu en büyük belaya atmamız icap eder.

  80. kesinlikle katıldığım bir yorum. Her şeyi yürütme belirler.

  81. Siyasi hareketler, bulundukları coğrafyalarda -eğer iktidarda değillerse- toplumu mevcut iktidardan daha ‘iyi’ yönetme iddiası ve hedefine sahiptir. En azından böyle olması beklenir.

    Sınıflı bir toplumda yaşadığımız ön kabulü ile bir sınıfın temsilcilerinin diğerlerine göre daha ‘iyi’ yönettiğini düşünelim. Bu durum haliyle yöneten-yönetilen şeklindeki rol dağılımının varlığını genel olarak ortadan kaldırmayacaktır.

    Bununla birlikte, pek çok neden ötürü, insanlığın, sınıflı toplumun yansımalarından biri olan yöneten-yönetilen ilişkisini ortadan kaldırmaya ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Ek olarak, yine sınıfsal çelişkilerden ötürü, bu ihtiyacı karşılamaya öncülük edecek konuma ve felsefeye sahip bir sınıfın/sınıfların farklı coğrafyalarda oluştuğunu ve oluşmakta olduğunu düşünüyorum. Yani ‘bu ihtiyacı karşılama hedefine sahip bir sınıf iktidara gelirse –ki bu olağandışı bir süreç olacaktır- iktidarın klasik kalıplarını kesinlikle miras alır/alacaktır’ gibi bir anlayışa sahip değilim.

    Aydınlık hareketine baktığımızda, genel olarak, küçük burjuva sınıfının ‘idealist’ bir aydın-gençlik kesiminden oluştuğunu görüyoruz. Bu hareket, ‘Proletaryanın kendini ve tüm toplumu özgürleştireceği, bunun için proletaryanın, öncülerinin önderliğinde güncel ittifaklar/hamleler yapması gerektiği’ şeklinde özetlenebilecek bir söyleme sahip.

    Böyle bir sınıfsal yapıya ve söyleme sahip bir hareketin, hedeflediği toplumsal dönüşüme önderlik edebilmesi ve bu dönüşümde proletaryanın olağandışı-zorunlu iktidar döneminde etkin bir rol alabilmesi için öncelikle proletarya ile nitelikli ve prematüre dönüşüm süreçleri yaşaması/yaşıyor olması gerekir. Hareketin felsefesini pratikte yoğurduğu, kitleselleştirdiği, proletaryayı ve mücadelesini nitelikli hale getirdiği ve hareketin kendi sınıfsal konumundan da kopuş yaşamaya başladığı bir süreç… Hayatın büklümlerine sahip, yeni bir insan, toplum ve doğanın inşası…

    Mao Zedung ve ÇKP, bu tip bir süreci yaşamış olmalı ki Çin halkıyla birlikte bir ilerleme ve dönüşme sürecinde rol sahibi olabildi. Elbette her süreç hem geçmişin hem geleceğin dokusuna sahiptir. Mao’nun önderlik ettiği süreç de tarihsel bir geçmişin üzerine yerleşen bir tuğladır. Doğaldır ki geçmişinin dokusunu yeniliklerinde de barındırmıştır. Tarih vites artıran ve azaltan bir seyirle birlikte aşamalı ilerlemektedir. İktidar, devlet, yöneten-yönetilen ilişkisi gibi olguların birkaç bölgesel dönüşüm süreciyle ortadan kalkmayacağı, alternatiflerinin uzun sürede, adım adım inşa edileceği açıktır. Fakat çevresel yıkımlar gibi yıkıcı olgular süreci hızlandırabilir. Geçmişten mutlak kopuş, ani ve mutlak ilerleme toplumsal bilincin ve süreçlerin konusu değildir, bireysel ütopyaların konusudur. Bu bireysel ütopyalar toplumsal bilinç ve süreçlerle buluşabildiği ölçüde somutlaşır ve toplumsallaşır. Sorun, Mao Zedung ve ÇKP’nin iktidar olması ve devlet kurmasında değildir. Sorun, bireysel anarşist ütopyalara uygun olmadığı için iktidar olma ve devlet olgularının ‘hata’ olarak tanımlanmasıdır. Mesele devlet teorisinde düğümlenmektedir.

    Aydınlık hareketi -Mao ve ÇKP’nin tersine- proletarya ile bir süreç inşa etmemiştir ya da edememiştir. Böyle bir hareketin –ne kadar alternatif söylemlere sahip olursa olsun- mevcut iktidarlara ödünler veren, iktidarlara ve güce sahip hareketlere eklemlenerek iktidar olmaya çabalayan bir dönüşüm yaşaması gayet doğaldır. Sürecin olağan bir sonucudur. Nihayetinde büyük söylemleri olan küçük bir hareket…

    Sürece sizin açınızdan bakarsak 90’ların başından itibaren anarşist bir dünya görüşüne sahipsiniz. Sıraladığım fikirlerin çoğuna muhtemelen katılmıyorsunuz. Fakat geçmişte Aydınlık hareketinin sosyalist önderlerinden biriydiniz. Merak ettiğim bazı şeyler var:

    Aydınlık hareketindeyken benzer fikirlere/kaygılara sahip miydiniz?

    Sahipseniz bu olumsuzluklara direnişiniz ve bir alternatif ortaya koyma çabanız oldu mu?

    Yurt dışında ve Türkiye halkının inişli-çıkışlı mücadelesinden bir nevi azade yaşayan bir anarşistsiniz. İnternet siteniz ve kitaplarınız aracılığıyla belli konuları vurgulamak haricinde, Türkiye halkının mücadelesine somut önerilerinizi nasıl özetlersiniz?

  82. Ben Türkiye’de yaşıyorum 5 yıldır. Diğer sorularınızın cevapları ise Havariler’de bulunuyor. Burada cevaplaması uzun sürer. Ayrıca sitedeki diğer yazılara da bir göz atabilirsiniz.

  83. Kitabınızı okuyacağım. Türkiye’ye döndüğünüzü bilmiyordum.

  84. Merhaba,

    “Tayyip-Perinçek ittifak halinde” tezini savunan cephe; Türk Solu/G.Fırat ve Ekibi ( devşirmeler), Zaman, Nazlı Ilıcak,TKP (Sol Gazetesi) … bu durumda sen kimlerle ittifak halindesin Gün bey? :))))

  85. Ben, diktatörün karşxısında kim varsa onlarla aynı cephedeyim.

  86. Dönmelerle, egemenlerin kırbaçlarıyla yani :)) yakışır sana 😉

  87. 1987 ‘çağdaş insanın dergisi’ Erkekçe’ye konuşan Doğu Perinçek: “Marksizm’e dönüş ilkelliktir”

    https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10151786112242395&set=a.240956322394.117326.669117394&type=1

  88. ya. şu perinçek düşmanlığı beni sonunda perinçekçi yaptı. Adamı takip eder oldum. gerçekten bir dünya lideri olacak kişi. Krşıtları ise eriyip yok olup gidecekler. pek yoklarda.

  89. Aydınlık ve İP’in genel çizgisinden ayrılan, doğru bir yönelimi temsil ediyor bu yazı. Mehmet Ali Güller’in Aydınlık’ta bir süredir ayrı bir çizgiyi temsil ettiği belliydi, bu yazı bunu tescillemiş bulunuyor. Güller’in yazısı, bugünkü Aydınlık’ın manşet ve manşet altı yorumlarıyla da çelişki halinde: “Yüce divanlıklar köşk kavgasında- Yüce Divan Salonundaki Köşk kavgasında, İBDA-C bağlantılı Haşim Kılıç, Tayyip Erdoğan’a sert çıktı. Abdullah Gül’ün memnuniyeti bakışlarına yansıdı. Hepsinin ortak noktası ise Yüce Divanlık suçları.” Bu başlıklar Güller’in yazısındaki yönelimle zıttır. Aydınlık esas darbeyi Erdoğan’a değil, Haşim Kılıç’a indiriyor. Bence Güller’e yol gözükmüş gibi görünüyor.

  90. Gün abi, Hikmet Kıvılcımlı’nın “Oportünizm nedir?” kitabını biliyor musun? Doktor bu kitabın bazı bölümlerinde Stalinci strateji ve taktikleri epeyce eleştiriyor. Kitabın tamamını okumanı öneririm. Kitabı buradan indirebilirsin: http://www.tepkivedegisim.org/7hikmet_kivilcimli_oportunizm_nedir.pdf

  91. Perinçek: “Evet ama yetmez”!

    Gerçek
    April 29, 2014

    “Hizmette sınır yok!” Doğu Perinçek’in, Erdoğan’a ve AKP hükümetine yönelik tavrını başka türlü anlatmak zor. Son günlerde bu hizmetin biçimi Erdoğan’ın 1 Mayıs Taksim yasağını yüksek sesle desteklemek biçimini aldı. Perinçek, 1 Mayıs’a ilişkin olarak geçmişte rezil olmuş bir politikayı 2014’te yeniden savunuyor. İşçi Partisi büyük bir marifetmiş gibi “1 Mayıs’ta Kadıköy’deyiz” diyip duruyor. Gerekçeleri de pek hoş: İşçi neredeyse orada imişler! Bu gerekçeyi 2008 ve 2009’da kullananlar, 2010’dan itibaren ayazda kalmışlardı. Bütün toplumsal muhalefet 2010’dan itibaren hükümetin 1 Mayıs kutlamalarına açmak zorunda kaldığı Taksim’e akınca, bunlar da kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp geldiler. Üstelik bu sefer Kadıköy’e de son defa çıkılıyor! Perinçek gelecekte tıpış tıpış Erdoğan’ın gösterdiği Yenikapı’ya gidip martılara seslenecek anlaşılan! Biz o zaman sormuştuk, “ne oldu, hani Kadıköy’dü işçinin yeri, Taksim’e gelecek idiyseniz iki yıl boyunca aklınız nerede idi?” diye. Biz çarpıştık, işçi sınıfı bizim yanımıza geldi, onlar ise “işçi sınıfı neredeyse onun yanına geldi”. Yani bizim yanımıza! Sorduk, cevapları susmak oldu. Bu sefer gelecek yıla kadar bile bekleyeceğimizi sanmayız. Gezi sonrası Türkiye’de saat ve takvim muhtemelen çok daha hızlı akacak!

    Ama esas sorun o değil. İşçi Partisi ve Perinçek nereye giderlerse gitsinler. Sorun başka. Perinçek işçi sınıfını zehirlemeye kalkışıyor: “Taksim’de emekçi sınıflar yok, bölücülük var” diyor. Nedenmiş? “Apo posterleri açılacağını şimdiden ilan ediyorlar. PKK Taksim’de olacağını, BDP Taksim’de olacağını söylüyor.” Perinçek, AKP’nin etkisindeki kitleye değil etkisinde olmayan kitleye hitap ediyor, onları Taksim’e karşı şartlandırıyor. AKP hükümetinin kirli işini yapacak olan polis Taksim’e çıkmak isteyen işçilere ve sola saldırdığında halkın geri kalanını polisin gösterdiği gaddarlığın haklılığına inandırmak için “bölücülük” öcüsünü ortaya atıyor. Kürtlerle yetinmiyor, bir de Türk solunu ihbar ediyor: “Birtakım başıbozuk gruplar oralarda tertip kokan hazırlıklar içerisindeler.” Acaba “oralar” nereler? Perinçek tertip haberini nereden almış? Perinçek Türk devletinin istihbaratçısı mıdır ki bunları biliyor?

    2010, 2011, 2012 1 Mayıs’larının nasıl geçtiği herkesin hatırında. AKP hükümetinin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve onun içişleri bakanları yıllarca “provokasyon ihbarı” palavraları attıktan sonra meydanı açmak zorunda kaldılar. Yüz binler geldi, tek bir kişinin burnu kanamadı! O “başıbozuk gruplar” acaba neden “tertip” içine girmediler? Demek ki, AKP’nin polisi müdahale etmedikçe hiçbir şeycikler olmuyormuş! Şimdi Perinçek AKP ile aynı dili benimsiyor.

    İnanmıyor musunuz? Bakın, Perinçek’in yukarıdaki demeci verdiğinin akşamı, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu CNN Türk’te çıktığı programda ne diyor? “Bunların bir eylem gerçekleştirmek maksadıyla, polisle çatışmak için o meydana gelmeye gayret eden gruplar olduğunu biliyoruz. Taksim’e gelecek olanlar bu aldığımız duyumlar çerçevesinde işçi ve emekçi kardeşlerimiz olmayacaktır.”

    Perinçek anlaşılan tek bir merkezden, hükümetten gelen emirlere göre açıklama yapıyor. Vali “işçi ve emekçi kardeşlerimiz olamayacaktır” diyor, Perinçek yankı veriyor, “Takism’de emekçi sınıflar yok”! Vali “Bunların bir eylem gerçekleştirmek maksadıyla, polisle çatışmak için o meydana gelmeye gayret eden gruplar olduğunu biliyoruz” diyor, Perinçek yankı veriyor: “Birtakım başıbozuk gruplar oralarda tertip kokan hazırlıklar içerisindeler.” Sahibinin sesi!

    Bir zamanlar Erdoğan’ı kendi tabanının dışındaki kitlelere meşru gösteren sol liberallerdi, “yetmez ama evet”çilerdi. 17 Aralık sonrası dönemin “yetmez ama evet”çileri, ulusalcı denenler oldu. İşlev aynı: Erdoğan’ı, hiç benimsemeyecek kitlelere sevimli göstermek

    Bundan kısa süre önce, Perinçek Yeni Akit denen cerideye demeç verip Fethullah Gülen’i ezmeye yöneldiği ölçüde Tayyip Erdoğan’la dayanışma içinde olacağını açıklamıştı. Biz de “Erdoğan Perinçek’i adalet bakanı yapsın” demiştik. Abartmışız. Vali yamaklığı neyine yetmez Perinçek’in?

    İkincisi, Yeni Akit Devrimci İşçi Partisi’ne karşı hücuma geçti. Soru şu: Yeni Akit üç yıl önceki bir eylemin haberini kullandığına göre, bu haberi Yeni Akit’e kim servis etti? “Birtakım başıbozuk gruplar oralarda tertip kokan hazırlıklar içerisindeler” diyen Perinçek bu istihbaratı nereden aldıysa, bizim sorduğumuz istihbaratı da alsın ve cevap versin: Yeni Akit’e bu haberi kim servis etti?

    Cevabı bekleyeceğiz. Halk düşmanlarını rahat bırakmayız.

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/perincek-evet-ama-yetmez

  92. Zileli’nin Perinçek’le ilgili tahminleri çöktü. Fısss…

  93. hiç de değil. En kötü AKP’li gazeteye “AKP’yi inlerine girmekte destekleriz” diyen D. Perinçek değil mi?

  94. Perinçek’in YENİ ve doğru mevzilenişini görmek için 81, 82, 83, 84 no’lu yorumlara, linklere bak hele. Ama tabii Perinçek ağzıyla kuş tutsa sana yaranamaz. Çünkü senin gözünde muhalifliğin ön koşulu, F-tipi çeteyi desteklemektir zaten!

  95. ağzıyla kuş tutmasına gerek yok. AKP ile ittifak sözünü geri alan bir şeyler söylesin yazısını alıp siteye bile koyarım. Güller’in yazısını koyduğum gibi.

  96. Yetmez, çünkü bunlar genel laflar: 1. Vakit gazetesine verdiği demeci geri alması gerekiyor; 2. 1 Mayıs’taki sarı kadıköy eylemi için özeleştiri yapması gerekir.

  97. Katil sermaye sloganı da, katil devlet sloganı da doğru sloganlardır ve ATK diktatörlüğüne karşı mücadeleyi dışlamaz. Yine de D. Perinçek’in yandaş medyanın dikkat saptırma oyununa dikkat çekmesi yerinde olmuş.

  98. 2) A) “Hedef AKP mi olmalıdır, yoksa holding patronları mı olmalıdır?” sorusu kadar şapşalca soru azdır. Bu soruyu soranlar da, zaten devletle özel şirketlerin ne kadar iç içe olduğunu iyi biliyorlar. Bazıları zaten devleti özel mülkiyetin koruyucusu olarak görüyor. Bu soruyu sorarken amaçları güçlerimizi nereye seferber ederiz değil. Ne tür bir denge politikası uygulayalım sorusu. Bu denge düşüncesinin aynı zamanda “AKP’yi yıpratırsak ulusalcılar güçlenir” ya da “Ulusalcılara karşı tavır alırsak AKP güçlenir” türünden bön düşüncelerin de bir yansıması olduğunu bilmemiz gerek. Burada doğru politik hareket, gelecekteki Soma facialarının engellenmesi için ne yapılması gerektiğine ilişkin somut talepler öne sürerek, bu taleplere karşı tavır alanlarla -kim ve ne olurlarsa olsunlar- mücadele etmektir.

    B) Bu tür bir politika yapış tarzı, ne Sözcü ya da Yılmaz Özdil gibi nasyonalistlerin, ne AKP’lilerin, ne de liberal patroların baş edebilecekleri bir tarzdır. Yılmaz Özdil, işyerlerinin çalışanlarca kontrolünü isteyemez. Onun derdi başkadır. AKP bunu kabul edemez, bu zaten “fıtratına” aykırıdır. Liberal patronlar bir gösteriye tavır almaz belki, ama kendi şirketlerinde olabileceklere karşı aşırı duyarlıdırlar.

    http://dazayn.org/2/post/2014/05/soma-katlami-sonrasi-mcadele-n-notlar.html

  99. İşte şu anda en reaksiyoner (faşist mi desek) politika budur.

  100. bu (çıkarıldı. Admin) fikirler bi tek akp seçim kazanırken ortaya çıkabilir.şuraya bak. göreceklerdir.kucağındadır.bırakmaktır.uğrayacaktır.olur.yoktur.girmiştir.kilitler.vatanseverliktir.
    ilkokul öğrencisinin şiiri gibi.dilin ek dil olduğunu ne söylese kafiyeli olduğunu bilmiyor.kendini şair sanıyor.perinçekde ne söylese siyaset sanıyor.

  101. Her ne kadar 90 jenerasyonu olsam ve çok detaylı bilmesem de, görünürde gayet başarısız olan partide Perinçek’in hep lider konumunda olması tuhaf geliyor. Tuhaf gelmesinin nedeni detaylı bilmememdir elbette 🙂 ama sırf bu durumun bile güvenilirliği azalttığını düşünüyorum.

  102. Gün, Gezmiş ve Çayan’ın Perinçek ile arası nasıldı ?

  103. D. Gezmiş. bildiğim kadarıyla Doğu’yu severdi. İdeolojik ayrılıklara önem vermeyen, candan bir karakteri vardı Deniz’in. Mahir’le Deniz’in arası ise hiç mi hiç yoktu. Karşılıklı iki kelime konuştuklarını bile sanmıyorum.

  104. gün abi sizin aydınlık hareketinde liderliğin babadan oğula geçmesi hakkında ne düşünüyorsun? mehmet perinçek’i nasıl değerlendiriyorsun?

  105. mahir ile Doğu’nun arası demek istediniz galiba?

  106. Sana soruyu sorduktan sonra Aksiyon Dergisinde söyle birşey buldum. “1970’lerin gençlik liderlerinden Mahir Çayan’ın Perinçek için söylediği, “Kişiliklerinde devrim yapamayanlar, devrimci olamazlar.” cümlesi, Türk solunun Perinçek’e bakışını en iyi yansıtan değerlendirme. Çayan, bu sözü 1969’daki Dev-Genç kongresinde Perinçek’in yüzüne karşı söyledi.”

    Henüz 69 yılında böyle bir tespitte bulunmuş Çayan.

  107. yaıin cevaplayacağim

  108. Bunlarin (Sizinkinlerin) bir dönüsü daha nereye dönecek?

  109. Mehmet Perinçek’i severim. Küçükken çok sevimli bir çocuktu. Ne yazık ki, politik kolonlamanın kurbanı oldu. Şu anda “bizim aydınlık hareketinde” liderliğin babadan oğula geçtiği bir durum yok. allah ömür versin, Doğu halen hayatta. Sonrasında ne olur, onu bilemem. Şimdiden spekülasyon yapmak doğru olmaz.

  110. Evet, öyle demek istedim. Düzeltiyorum. Kusura bakma.

  111. Bu tür genel geçer sözleri çok fazla önemsemek doğru olmaz. Bunlar büyük ama fiiliyetta kimsenin pem yerine getirmediği sözlerdir. Yani kişiliğinde devrim yapmak öyle kolay bir iş değildir. Bunu söyleyen Mahir’in de kısı-acık ömründe bunu ne ölçüde gerçekleştirdiği epeyce tartışmalıdır. Öte yandan, Aksiyon dergisinin bunu ortaya sürmesi tipik bir fırsatçılıktır. Aşırı reaksiyoner ve devrim düşmanları ne zamandan beri devrimcilerin kişiliklerinde devrim yapmalarıyla ilgilenmektedir?!

  112. Hocam TKP/ML nin dersimde ajan diye oldürdüğü LAz nihat ve diğer 13 ınsana dair dişe dokunur bir açıklaması olmadı buna dair sizin tavrınız ne?

  113. Hocam TKP/MLnin dersimde ajan diye oldurdüğü 13 insan var özellikle Laz Nihat örğüt yöneticisi buna dair ne düşünüyorsunuz..

  114. Gün Zileli,Perinçek hakkında doğruyu söylüyor. Ama Stalin’e ve sosyalistlere yine iftira atıyor

  115. Kardelen hareketi diye bilinen faciayı kastediyorsun sanırım. Tipik gizli örgüt paranoyasına biraz da stalinizm serpiştirdiğinizde ortaya bu sonuç çıkar. Tam bir felakkettir. Sanırım örgüt de daha sonradan bunun özeleştirisini yaptı.

  116. Sosyalistlere asla iftira atmam, onları kardeşlerim olarak görürüm. Stalinist kapıkullarını sosyalist sayıyorsanız o başka tabii. Stalin’e inanan dürüst sosyalistlerle de bir sorunum yok. Ben de bir zamanlar Stalinisttim. Onların da bir gün gerçeği göreceğine inanırım.

  117. Kaypakkayacı örgütlerden biri bir açıklama yaptı diye hatırlıyorum. Ama TKP/ML yapmamış olabilir. Tam bilemiyorum. Artık ben de karıştırmaya başladım hangi örgüt hangisidir.