Duçe, Führer, Lider, Başkan, vs…

 

 

Biz şimdilik “lider” diyelim bu türe…

 

Lider, dünyanın en “özgür” kişilerinden biridir. Onu, liderliğin demir yasaları dışında bağlayan hiçbir değer, hiçbir etik kural, hiçbir insani duygu yoktur. Bu yüzdendir ki, en akla gelmeyecek manevraları yaparak çevresindekileri sürekli şaşırtır. Çevresinde lidere en iyi uyum sağlayanlar, onun bütün manevralarına hiçbir şekilde şaşırmadıkları halde, şaşırmış ve her manevraya büyük bir hayranlık duymuş gibi yapanlardır.

 

Liderin en önemli özelliklerinden biri de, çevresine topladığı ve gelecekte kesinlikle harcayacağı “lider kadro”sunu sürekli aşağılaması, paylaması ve haşlamasıdır. Bir lider çevresini ne kadar haşlıyor ve korkutuyorsa o kadar başarılıdır. Lider, dışarıya karşı mültefit, içeriye karşı mütecaviz ve kabadır. Liderler sobaya benzer. Fazla yakınında değilseniz ısınırsınız, ne kadar yakınındaysanız o kadar yanarsınız.

 

Bir lider, taraftarlarına yanılmazlığını kabul ettirmeli veya en azından çevresindekiler onun yanılmazlığına inanıyormuş gibi yapmalıdırlar. Liderin yanılmazlığında en ufak bir gedik açmaya çalışan, onun tarafından en yakın veya en uygun zamanda harcanacağını, hem de çok kötü bir şekilde harcanacağını bilmelidir.

 

Bu yanılmazlık meselesi çok önemlidir. Lider, yaptığı manevralar sonucu sık sık tenakuza düşer. Dün söylediğini bugün red ya da inkâr eder. Bazen de bunu, Süleyman Demirel’in ünlü deyişiyle, “dün dündür, bugün de bugün” şeklinde izah eder. Solda yer alan liderler buna bir de “diyalektik” kılıfı geçirirler. Onlarda yanılgı diye bir şey yoktur. En büyük yanılgı liderin yanıldığını düşünme yanılgısıdır. Bir lider asla yanıldığını kabul etmez. Bazen “büyüklük” gösterip “ben de yanılabilirim” diye alçakgönüllülük gösteriyorsa bunun sebebi, çevresindekilerin, “yok efendim, ne münasebet” diye tasrih etmelerine izin vermesidir. Çevresine göre, lider, “ben de yanılabilirim” diyerek hayatındaki tek yanılgısını yapmıştır ve onlara lideri “düzeltme” şansı vermiştir. Tanrı yanılır, lider yanılmaz!

 

Lider, çevresindekilerin kendisine soru sormalarına izin verir. Onlar da en mütevazı tavırlarını takınarak lidere sorular sorarlar. Bu sorular gerçekten de liderin iyi bir atış yapmasını sağlayacak çanak tutan sorular olmalıdır. Böylece lider hem kendisine soru sorulacak “özgürlükçü” bir lider olduğu izlenimi yaratmış, hem de boş kaleye gol atması için kendisine yapılmış bu “ortalara” volesini patlatmış olur.

 

Liderler, peşinde oldukları “dava” uğruna hayat boyu bir yalnızlığı ve ıssızlığı, arkadaşsızlığı göze almış insanlardır. Onların asla içlerini döktükleri gerçek bir dostları olamaz. Ve keza onların politik olmadıkları bir saniyeleri bile olamaz. Tuvalette bile kendi kendilerine değillerdir. Her an izleniyormuş gibi, kendilerine yakıştırdıkları maskelerine uygun davranmak zorundadırlar. Onlar “yerin kulağından” çok, yerin “gözünden” korkarlar. Kısacası, George Orwell’in “Ağabey”i, gözetlediği ölçüde, gözetlenme paranoyasına sahip bir yaratıktır. Böylesi bir gözetlenme duygusuna hayat boyu katlanabilmek için, gerçekten insanüstü veya insan altı, daha doğrusu insanlık dışı bir format gereklidir.

 

Liderin çevresindekiler son derece sabırlı ve genelde de kendilerine saygılarını yitirmiş insanlardır. Sabırlıdırlar, çünkü liderin tutarsızlıklarına, yerli yersiz böbürlenmelerine, her adım başı yaptığı hatalara, düştüğü tenakuzlara, göz göre göre söylediği yalanlara sabırla tahammül etmek zorundadırlar. Kendilerine saygılarını yitirmeleri veya en azından çok geri plana atmaları gerekir, çünkü bütün bunlara özsaygıyı yitirmeden tahammül etmek imkânsızdır. Özsaygılarını yitirmiş olmalarının bir diğer sebebi de, liderin azar kırbacının her an sırtlarında şaklamasıdır. Bu kırbaç darbelerine, sanki bundan hoşlanıyormuş gibi gülümseyerek karşılık vermeleri gerekir. Çok zor bir şeydir bu çok.

 

Lider, sürekli bir ihbar mekanizmasını çalıştırarak yürütür işlerini. Çevresindeki herkes birilerini, daha doğrusu liderin çevresindeki diğerlerini sadakatsizlikleri veya ihanet eğilimleri nedeniyle lidere ihbar etmek zorundadır. Liderin çevresinde bulunup bunu yapmayan biri derhal liderin dikkatini çeker. Bu kişi ihbarda bulunmadığına göre, diğerleriyle bir kumpas içindedir lidere karşı ya da böyle bir tasarısı vardır. İhbarda bulunmayanlar her an kuşku altındadırlar. Zaten başkaları tarafından da ihbar edildikleri kesin olduğundan haklarındaki kuşku iyice büyür ve en başta bunlar tasfiye edilir.

 

Öte yandan lider, ihbarda bulunan lider kadro üyelerini bu ihbarları nedeniyle birbirlerine karşı kışkırtır ve böylece kendisine karşı birleşmelerini engellemiş olur. Liderin bu işten kazancı çoktur. Hem ihbar edileni ihbara rağmen koruyormuş gibi yaparak onu safına çeker, hem de bu sayede ondan başkaları için ihbarlar elde eder. İhbar eden kişi bir kere ihbarcılık yoluna girdi mi, kendini liderin hegemonyasından kurtaramaz, onun esiri olur. Lider, onu, ihbar ettiklerinin önüne atmakla tehdit edip şantaj yapar. Bunu açıkça yapmasa bile ihbarcı, liderin elinde böyle bir koz olduğunu bilerek ona karşı bir harekete girişemez. Diğer yandan lider, elindeki sayısız ihbarla, ihbar edileni de tehdit eder ve bunca ihbara rağmen onu hâlâ görevde tutarak kendisine karşı kıpırdayamaz hale getirir. Bu oyun böylece sonsuza kadar gider. Bu ihbar mekanizmasına girmeyen kişinin, tehlikeli bir unsur olarak lider kadrodan derhal uzaklaştırılması gerekir.

 

Her liderde şu ya da bu ölçüde megalomani vardır. Zavallı, ezik ruhlarını ancak böyle bir “üstün kişi” payandasıyla ayakta tutabilirler. Ayakta tutabilirler diyorum, çünkü kendileri de aslında ne kadar aşağılık bir ruha sahip olduklarını içten içe bildiklerinden böyle bir desteğe muhtaçtırlar. Kendilerini ne kadar yüksekte görürlerse alçaklıklarını o ölçüde unutacaklardır.

 

Liderlerin en önemli özelliklerinden biri de değişmezlikleri ve değiştirilemezlikleridir. Onlar lider doğmuşlardır ve lider öleceklerdir. Pek olacak şey değildir ama dayandıkları iktidar mekanizması hâlâ ayaktayken kendileri bu mekanizmanın tepesinden devrilecek olurlarsa, çok geçmeden fiziken de ölürler. Çünkü onların ruhi ve fiziki varlıkları, tepesinde bulundukları iktidar mekanizmasıdır. İktidardan yoksun kalmış bir lider havası alınmış bir balondan farksızdır.

 

Lider, çevresindekilerin ve kitlelerin kendisini nasıl görmesini istiyorsa, çevresindekiler ve taraftar kitlesi de onu öyle görür veya görüyormuş gibi yapar. Öyle görmeyen, manevi bakımdan yaratılmış totalist bir ortam içinde ya o çevrenin dışına çıkmak ya da düşüncelerini kendine saklamak zorundadır. Liderin nefes alıp vermesi, en azından kendi liderlik kültü ortamında mutlak bir totalitarizmle mümkündür.

 

Lider asla sıradan fanilerin arasına karışmaz. Karışıyor gibi göründüğü anlarda bile görünmeyen bir fanusun içindedir. Karizmasını muhafaza edebilmek için bu görünmeyen fanusun içinde yaşar ölene kadar. Aslında öldükten sonra işi daha kolaylaşır. Yaşarken tanrısal havayı korumanın birçok güçlükleri vardır. Öldükten sonra sadece bir kült haline geldiğinden karizmasının bozulması artık mümkün değildir. Bu yüzden liderler, fiziki anlamda da ölümsüz olmayı çok istedikleri halde, bir an önce ölüp mutlak ölümsüzlüğe kavuşmayı arzularlar. Bu onların kendi içlerinde yaşadıkları en büyük çelişkidir.

 

Aslında bu liderlik mevzuu daha çok su kaldırır da şimdilik bu kadar yeter diyelim.

 

 

Gün Zileli

6 Şubat 2016

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

MHP Takozu! (ve Artı-Gerçek’teki yazılarımın Sona Erişine İlişkin Kısa bir Açıklama)

Bu yazı, her zamanki gibi cumartesi gecesi Artıgerçek’te yayınlanmak üzere yazılmıştı. Dün, (yani 10 Mayıs, …

43 Yorumlar

  1. Şimdiye kadar yazdıklarının (benim rastladığım) en güzelini bugün okudum.

  2. ”Solda yer alan liderler buna bir de “diyalektik” kılıfı geçirirler. Onlarda yanılgı diye bir şey yoktur. En büyük yanılgı liderin yanıldığını düşünme yanılgısıdır. Bir lider asla yanıldığını kabul etmez.”
    Bu sözlerinizi onaylıyorum.

  3. “Kul kültürünün değişmez bir unsuru da, Üst’e karşı çıkan ya da karşı çıktığı sanılan veya karşı çıkma ihtimali bulunan kişilere karşı gösterilen abartılı şiddettir. Çağdaş Türk siyaset dilinde, böyle kişiler, istisnasız olarak, a) vatan hainidir, b) gizli ve karanlık amaçlar peşindedir, c) para ile satın alınmıştır, d) kandırılmıştır, e) yabancı ajanıdır, f) Türk değildir, g) cinsel tercihleri kuşkuludur. Her halükârda, dürüst ve meşru birtakım gerekçelerle Üst’ün bazı görüşlerini paylaşmıyor veya bazı davranışlarını onaylamıyor olmaları, akla gelebilecek ihtimaller arasında bulunmaz.”
    (Yanlış Cumhuriyet – Sevan Nişanyan)

  4. “Duçe, Führer, Lider, Başkan, vs…”

    “Serok”, “Başbuğ”, “Reis” vs. de var unutmayalım.
    Daha güneyde bazıları da “Halife”liği diriltti.
    Onların hamisi bunu yapamadı ama kendi kitlesi tarafından “Halife” ve “Padişah” olarak görüldüğü ortada.

  5. hasan cevad özdil

    Nedense bugün benim aklıma 1 kişi geliyor.
    Aklıma ne sağdan ne soldan başka kimse gelmiyor.
    Demek ki bugün böyle bir yazı yazmak, her ne kadar geniş zaman kipiyle yazılsa da, onu işaret etmek işindir.
    Yani solu karıştırmak bugün için zorlama olur. Zira Türkiye solunda bugün “lider” olup da cümründen fazla yer yakan yoktur.
    Kolaylıklar.

  6. Epeyce var ama şimdi isim vermesem daha iyi olur. Ne olur ne olmaz 🙂

  7. hasan cevad özdil

    Aslında Kürdistan solu ve sayın Abdullah Öcalan mevzu dışı olmalı diye düşündüğüm için söz etmedim. Şimdi serokun anıldığını gördüğüm için yazayım bari.
    17 yıldır hücrede yaşayan “çevresinden” uzak birinin, bu yazı kapsamında değerlendirilmesi zor değil mi?

  8. yok yahu ne vad tırsacak. ben şaka yapmıştım.

  9. zorlukları varsa da mümkün.

  10. Abi ben yine de tedirgin oldum. Gayet ciddiyim. Lütfen 6 ve 8 numaralı yorumlarımı ve bu yazdığımı da siteden kaldırıver. Akp-mhp-ulusalcı sol ittifakının her yerde uzantısı var. Yarın Aydınlık gazetesinde, odatv’lerde manşet olmayalım.

  11. “Bijî Serok” ile “Heil Führer” arasında temelde bir fark var mıdır?

  12. “Führer”in ve “De facto Başkan”ın bir dönem “Serok” gibi hapis yattıklarını da unutmayalım.

  13. Frank Herbert …
    “Kendinizi boş, çaresiz ve yararsız hissediyorsanız kötü… Bu demek oluyor ki, tez elden despot bir yönetimi başınıza efendi olarak getireceksiniz”

    Kuşkusuz.. Bu hâlden de sol-sosyalist düşünce dünyasının sorumluluğu vardır.
    Bu sitede Stalinizm’e ait duyarlılığı eleştiren taşkafalı o “taş sosyalist” tapınıcılarının da sorumluluğu “1. derecedendir!”

  14. Tesekkürler G. Zileli.. Bana bu yazi direk 2 kisiyi hatirlatti. Bu ikiliden biri, digerine gül uzatip fotograf cektiriyor; dergisine kapak yaptiriyor, digeri de O’nu onore edip gerillayi kendisine hazir kita selam dur’da teftis ettiriyordu.

  15. Kimi zaman bir konu gelir aklimiza yelesir ve ic sesimizle onu yazariz da bir türlü kagida dökmeyiz ya; bu liderlik konusu benim icin öyleydi. Sayin Gün Zileli sagolsun varolsun, ne de güzel özetlemis…

  16. Merhabalar,

    Bence de çok güzel bir yazı, elinize sağlık. Birkaç soru var aklımda, bu konularda ne düşündüğünüzü merak ediyorum.

    – Bu bahsettiğiniz sınıflı toplumları aşan bir örüntü müdür?
    – İnsan topluluklarının lider yaratması döngüsünün önüne nasıl geçilebilir?
    – Liderler/liderleşenler bu şefleşme sürecinin engellenmesine -herhangi bir olasılıkta- nasıl katkı sunabilirler?

    Teşekkürler

  17. abi senden kurtulamıyorum, yazılarını okumak bi hastalık halini aldı bende

  18. Bence insanlık var oldukça vardır bu. Elbette sınıflı toplumlarda koyulaşarak ve biçim değiştirerek devam etmiştir.
    İnsanların lider arayışından vazgeçmesiyle.
    Liderlikten istifalarını vererek ve kendi liderlik tecrübelerinin ne berbat bir şey olduğunu insanlara açıklayarak.

  19. İleri Demokrasi Ekvador’da!

    Gerçek
    Şubat 8, 2016

    1970’lerde TKP’nin siyasi programının bir parçası olan, bugün alıştığımız anlamıyla ise Türkiye siyasetine Tayyip Erdoğan ve şürekâsının soktuğu “İleri Demokrasi” lafını, Erdoğan’ın sıkı yandaşları arasında dahi, ciddiye alıp kullanan kaldı mı bilinmez. Kaldıysa dahi, bu ifadenin daha yaygın biçimde Erdoğan’ın ve AKP iktidarının politikalarını eleştirmek için, ironik olarak kullanıldığını söylersek, herhalde abartmış olmayız. Ekvador’un “İleri Demokrasi” ile tanışması ise, Erdoğan’ın Latin Amerika gezisine kısmet oldu!

    Bu küçük Latin Amerika ülkesi, son yıllarda, uluslararası ilişkiler tarihinin ilginç anekdotları arasına girecek olayların kahramanı oldu. Wikileaks olaylarını ve Julian Assange’ın, 2012 yılında Londra’daki Ekvador büyükelçiliğine sığınmasını okuyucu hatırlayacaktır. Bugünlerde Birleşmiş Milletler’in uzman bir hukukçular komisyonu Assange lehine karar aldı ana Britanya ve İsveç hükümetleri “oynamam” diyerek mızıkçılık yapıyor.

    Gözden kaçmış olabilecek bir diğer vakayı da biz hatırlatalım. Aynı yıl içerisinde, İtalya’ya giden Ekvador heyetinin diplomatik valizinde 40 kilo kokain çıkmış bu da iki ülke arasında kısa süreli bir diplomatik krize sebep olmuştu. Şimdi bu listeye bir üçüncüsü de, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve korumaları sayesinde eklenmiş oldu.

    Tayyip Erdoğan 4 Şubat’ta, Ekvador Başkanı Rafael Correa ile yaptığı toplantıdan sonra, kendi döneminde Türkiye-Ekvador ilişkilerinde ne büyük atılımlar gerçekleştiğiyle pek bir övündü. 2010’da ilk kez Ekvador’da Türkiye Büyükelçiliği açılmış, bu dönemde bilmem kaç iktisadi antlaşma imzalanmış, Erdoğan da Ekvador’u ziyaret eden ilk Türkiye Cumhurbaşkanı olmuş. Bu konuşmalardan birinde Correa’dan da “arkadaşım” diye bahsediyor, kendisi gibi pratik olmasını çok sevdiğini, bürokrasiye takılmamasını kendisine benzettiğini söylüyordu. (Hani kaymakamlara mevzuata aldırmamalarını söyledi ya, şimdi de Ekvador yönetimine aynı aklı veriyor!) Erdoğan Türkiye ile Ekvador arasındaki ticaret hacmini 1 milyar dolara çıkartmaktan bahsederken, Correa’nın pek keyifli olduğu belliydi. Hele bir de Erdoğan, Ekvador’un yerel şapkasını tanıtmak için şakayla karışık bir söz verdiğinde, halinden hoşnut biçimde gülümsediği kameralara yansıdı.

    Ekvador halkı ise, Erdoğan konusunda Correa ile hemfikir olmadığını, 4 Şubat günü boyunca her fırsatta gösterdi. Erdoğan’ın gittiği her kurumun önünde bir grup Ekvadorlu hazır bekleyip “Erdogan terorista (Terörist Erdoğan)”, “ISIS, OTAN, Erdogan asesino (Katil DAİŞ, NATO, Erdoğan)” “Erdogan fuera (Erdoğan Defol)” sloganları ve dövizleriyle Erdoğan’ı protesto ediyordu. (Tablo, Erdoğan’ın Latin Amerika gezisinin ilk ayağı olan Şili’de de bundan farklı değildi.) Aynı gün akşamı, Erdoğan’ın konuşma yaptığı INEA üniversitesinin dışındaki kitlenin sesi salona ulaşıyor muydu bilinmez. Salonun içindeki, üç kadının “Erdogan asesino (katil Erdoğan)” sloganları ise hem Erdoğan, hem de kayıtları daha sonra seyreden milyonlarca insan tarafından oldukça net işitildi. Burada da devreye Erdoğan’ın korumaları girdi. Üç eylemciyi yaka paça dışarı attıkları gibi, olayı çeken insanlara da, Türkçe “Çekme” diye bağırarak saldırdılar. Bu sırada Ekvador Komünist Partisi’nin bir milletvekilinin de burnunu kırdılar. Böylelikle Türkiye’de oldukça alışkın olduğumuz bir tabloyu, Ekvadorlulara da yaşatmış oldular. Alın size “ileri demokrasi”! Demokrasisini ihraç eden hep emperyalizm olacak değil ya, bu sefer de Erdoğan kendi demokrasisini ihraç etti!

    Tahmin edileceği gibi bu skandal, Ekvador cephesinde büyük bir tepki yarattı. INEA üniversitesi hocaları ve öğrencileri, Erdoğan’ın korumalarının saldırısının yanı sıra, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini, Kürt halkını katletmesini ve akademisyenlere yönelik baskısını da kınayan bir imza metni yayınladılar. Resmi düzeyde ise, Ekvador’un İçişleri ve Dışişleri Bakanlarının yanı sıra Meclis Başkanı da korumaların saldırganlığını, Ekvador egemenlik haklarının ihlali olarak gördüklerini ve kınadıklarını açıkladılar. Türkiye’nin Ekvador Büyükelçisi, Ekvador Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp uyarıldı, korumaların ise diplomatik pasaportları iptal edildi ve haklarında dava açıldı. Ekvador’un parçası olduğu ilginç olayların üçüncüsü demiştik, netleştirelim: herhalde tarih daha ziyaret ettiği ülkeden kendi ülkesine dönmeden nota almayı başarabilen pek az cumhurbaşkanı görmüştür!

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/ileri-demokrasi-ekvadorda

  20. kendime soruyorum acaba suc kimde bu liderleri öne süren???

    bizler mi yoksa kandiriliyormuyuz………galiba cevap ortasinda sorunun…….

    böyle gelmis böyle gider mi bilmiyorum ama türkiyenin özeti
    gün bey yazmis.

  21. Atatürk Portresini Koruma Seferberliği

    Kenan Alpay

    Sadece ilke ve inkılaplarıyla değil portreleriyle de vazgeçilemez bir ulu önderin ülkesinde yaşamanın talihsizliği bir türlü yakamızı bırakmıyor. Kamusal alanı zaten hücrelerine kadar kuşatmış olan Atatürkçülük özel alanlarda da en küçük bir boşluğa tahammül edemiyor. Garip ve insanı çileden çıkaran şey ise bu işi Kemalistler kadar Kemalizmin hasım belleyip mağdur ettiği Müslüman kesimlerin de siyaseten kullanmakta pek bi heveskârlık sergilemeleri.

    Atatürk ilke ve ilkelerinin geçerli olmadığı bir siyasal zemin, Atatürk heykel, büst ve portrelerinin şekillendirmediği mekânlar tahayyül edemeyen saplantılı, sadist ve faşist bir ideoloji ve kadrolarla karşı karşıyayız. Ne mutlu ki bu dönemde daha kolay bir biçimde lüzumsuz, saçma hatta ahmakça bir hegemonya kurma biçimi olduğunu ifade edebilecek durumdayız. Ancak her ne olursa olsun CHP milletvekili Aylin Nazlıaka marifetiyle ispiyonaj mı, dedikodu mu, halüsinasyon mu olduğu hali hazırda belirsiz olan “Atatürk portresini duvardan indiren CHP’li vekil” gündemi karşısında alınan kimi pozisyonlar hakikaten yüz kızartıcı nitelikteydi.

    Nasıl İndirirsin O Mübarek Portreyi?

    CHP’de liderlik düzeyinde seyreden siyasal seviyesizlik bütün katmanlara sirayet etmiş durumda. Bu durumun politik irsiyetten mülhem olduğu da ifade edilebilir elbette. Mesele herkesin malumu ama kısa bir hatırlatmada fayda olur. Nazlıaka’nın kamuoyuna önce dolaylı sonra da doğrudan beyan ettiğine göre CHP’li bir milletvekili Meclis’teki makam odasının duvarından Atatürk portresini indirmiş. Ancak günden güne tartışmalar büyümeye başladı. Öyle ki indirilen portre iddiası bütün meselelerin önüne geçti, üstüne çıktı. Ne var ki iddia sahibi inatla portreyi indiren ismi açıklamamakta, şüpheler üzerine odaklanan bazı vekiller de ‘suçlarını’ itiraf etmemekte bilakis hep birlikte reddetmekteler.

    İndirilen portre tartışmasıyla birlikte bütün kadrolar üst üste Atatürk’e ne kadar büyük bir sadakat, portrelerine ne büyük bir saygı içerisinde olduklarını beyan yarışına girdiler. Bütün bunlara rağmen portre krizi büyüdükçe büyüdü. Nihayet Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun talebiyle iddia sahibi Nazlıaka “asılsız ve gerçeğe aykırı iddialar ortaya atarak partiyi yıpratma” suçlaması ve kesin ihraç talebiyle Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildi. Fakat bu süreç parti içinde yönetimden tasfiye edilen daha ulusalcı kesimlerin Kılıçdaroğlu’na yönelik yıpratma hamleleri için bir fırsat oluşturdu. İlaveten CHP’yi hırpalamak isteyen AK Parti’ye yakın kimi medya organlarında da “Kılıçdaroğlu ve ekibi gerçek Atatürkçü değil” söylemleri için uygun bir vasat oluşturdu. Eee ne de olsa fırsatın kazası olmazdı ve siyasal mücadelede rakibi yıpratmak içim her türlü fırsat ganimete çevrilirdi.

    Oysa tartışmanın bir gerçeğe tekabül ettiğini düşünelim. Bir vekil veya başka bir temsil düzeyinde bulunan bir insanı Atatürk portresi asmaya zorlayan kanun veya yönetmelikler neden var. Nasıl olur da Atatürksüz bir hayat hakkı meşru tercihlerden çıkarılıp dayatılır? Atatürkçü değer ve sembollerden arındırılmış bir hayatı devletin, kanunun, partinin bir insana veya bütün bir topluma haram etmesi faşizmin dik alası değilse nedir? İnsan iradesini esir eden, sevme-sevmeme hakkını özgür iradesine bırakmayan, birey ve toplumun inancalarını, tercihlerini hatta zevklerini tanzime soyunan Atatürkçülük isimli modern totemizmle yaşamaya mecbur ve mahkûm değiliz.

    Kim Hakiki Atatürkçü, Bize Ne!

    Odasına kimin portresini asacağına, hangi portreyi indireceğine dahi karar veremeyecek bir acziyetin değil milleti kendini temsil etme hakkı yoktur ve olamaz da. Ne Atatürk ne de onu sembolize eden siyasal söylem ve pratikler hayatın temeli, anlamı ve vazgeçilmezi olarak dayatılabilir. İsteyen sevmekte, saymakta, sadakat duymakta serbesttir elbette. Ancak hiç bir kişiye ve topluma hele hele devlet ve kanun zoruyla böyle bir dayatma yapılamaz. Kemalist siyasal sembolizm İslami ve ahlaki değerleri boğmakta, siyaset ve topluma başından itibaren biçim verilecek bir nesne muamelesi yapmaktadır.

    İndirilen portre krizinin vurduğu asıl aktörlerse Kemalistlerin dışındadır. Son derece garip hatta tutarsız bir biçimde salt CHP’yi yıpratma maksadıyla “Atatürk’ün portresi nasıl indirilir duvardan?” tarzı haberlerin AK Parti’yi destekleyen medyada bolca yer bulması hakikaten üzücüdür. Şahin Mengü, İhsan Özkes gibi kifayetsiz muhterislerin söylemlerine yer verilerek güya CHP eleştirisi yapılıyor fakat esasen Kemalizm tahkim ediliyordu. Niteliksiz bir muhalefet, tutarsız bir eleştiri kendi kalesine gol atmaktan farksızdır. CHP’nin daha çok Atatürkçü olmasına yönelik bir baskının mantıklı bir izahı nasıl olur, merak ediyorum.

    Ne olursa olsun CHP’yi Atatürkçülük imtihanına tabi tutmayalım. Portre krizini kronikleştirmek, kangrenleştirmek için yapılacak bir takım girişimler uzun vadede bütün bir toplumun aleyhinedir. CHP’ye karşı DP’nin ‘hakiki Atatürkçülük’ çıkışlarının ağır faturalarını unutmuş gibi davrananlar farkında olmadan hepimizin başına yeni yeni çoraplar örüyorlar. Kim hakiki Atatürkçü kim sahte Atatürkçü sorgulamasına soyunmak yerine bu resmi ideolojik dayatmanın nasıl tasfiye edileceğine kafa yormak mecburiyetindeyiz.

    Yeni Akit

  22. “Eşik Zamanları” yaşadığımız zamanlar… “İnsan Kalmaya” çalışanlar…
    Sınıf bakışı, davranışı yazık ki hala çok uzaklarda…
    Evrensel hümanistik tutum bu nedenle çok önemli… Kayda geçmeli..
    Kürt halkına yapılan zulmün;gerçek bir mazlumiyet yaşanılırken taraf olanların ve olamayanların belleklerde kalması adına bu ve benzeri açıklamalar bilinmeli….
    Ne şanslı insanlarız! Ne trajik ne trajik, ne müthiş zamanları yaşıyoruz…
    Tanık, sanık, kurban, hesap soran, suratlara tüküren, muktedir olduğunu sananı aşağılayan zamanları yaşıyoruz….
    *********
    HDP Grup Başkanvekili Çağlar Demirel kürsüden açıkladı:
    “16 Ağustos’tan bu yana 56 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 461 sivil öldü. Ve bugün 18. gün. Cizre’deki vahşet bodrumundan hâlâ haber alınamıyor.”
    Demirtaş’ın Cizre’deki resmi söylemle “operasyon”, gerçek yüzüyle “katliam”a dair Meclis kürsüsünden yaptığı açıklamalar dehşet vericiydi.
    “Operasyon” tamamlanmış olmasına karşın, 60’a yakın cenazenin; sokaklara dağıtıldığı, böylece zamana yayılmış ve çatışma sonucu gerçekleşmiş gibi “parti parti” yapılacak açıklamalarla toplumsal infiale yol açmamanın amaçlandığı, cenazeleri almaya gelen belediye cenaze hizmet yetkililerine güvenlik güçlerinin “Cenazeler daha hazır değil ki” yanıtının verdiği, Şırnak Valisi’nin orada görev yapan bazı meslektaşlarımıza “Ben de biliyorum siviller olduğunu ama kurunun yanında yaş da yanar” dediği…
    Peki seçimlerde en çok oyu almış üçüncü partinin Eş Genel Başkanı’nın bu açıklamaları nasıl olup da karşılığını bulamıyor? Çünkü gerçeği aktaracak kanallar tıkalı. Tıpkı o sokaklar, o ilçeler gibi, “gerçek” de abluka altında. Gerçeğin peşindeki gazeteciler, ölüm tehdidi altında.
    Var olan kanallarda en çok bağıranın sesi duyuluyor.
    O nedenle, tek bir kişinin istifa etmemesi, tek bir kişiye yaptırım uygulanmamış olması bir yana; bundan dört buçuk yıl önceki Roboski katliamı, ilk günden itibaren kamuoyuna mal olmuşken Cizre’de yaşanan vahşetin 19. günündeki bitmek bilmeyen dezenformasyon, daha yola çıkarken karartılan gerçeklik, her şeyden çok, bu zaman zarfında iktidarın, kendi medyasını inşada katettiği mesafeyle doğrudan ilgilidir. Kendi medyasının inşa sürecini nasıl gerçekleştirdiği; satın almaları, el koymaları, ittifakları, ihale takasları, devşirmeleriyle ayrı bir yazının konusu. Kesin olan ise bugün “gerçeği”, yukarıdan gelen telefonlarla masa başında eğip büken, tersyüz eden, saatiyle zamanıyla oynayan, devlet diliyle yeniden kurgulayan ve yayan; bütün bu insanlıktan çıkmış işler için maaş alan bu yanıyla baskıcı rejimin başka türlü bir “silahlı gücüne” dönüşmüş bir medyanın varlığıdır artık.
    Fakat, “kamu düzeni” adı altında çocuk kadın demeden katliam yapanlar, yaptıranlar, gerçeği karartıp yayanların gözden kaçırdıklarını biz görüyoruz: ……….

    http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/478548/Kendime_ait_bir_ulke.html

  23. ABD “Mayın Eşekleri” ile Rusya’ya mı ders verecek?
    Türkiye bir “Mayın Eşeği” mi?
    Siyasal Temsiliyet üzerinden bakıldığında en az yüzde 65 öyle gibi; gözleri dışında geriye kalan…
    inatçılığı, sopaya boyun eğişi, güdülme potansiyeli, acziyeti ile… Kemal Sunal ne güzel söylerdi..” Eşşoğlueşşek!”
    ***************
    CNN, Suudi Arabistan’ın önümüzdeki ay Suriye’ye girmeyi planladığını iddia etti. Koalisyon güçlerinin Suriye’ye Türkiye’den gireceği ileri sürüldü.

    CNN, adı açıklanmayan kaynaklara dayandırdığı haberinde, Suudi Arabistan’ın yanı sıra Mısır, Sudan, Ürdün, Fas, Kuveyt, BAE, Bahreyn, Katar ve Türkiye’den yaklaşık 150 bin askerin önümüzdeki mart ayında Suriye’ye gireceğini ileri sürdü. Koalisyon güçlerinin Suriye’ye Türkiye’den gireceği iddia edildi.

    Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr
    © REUTERS/ FAİSAL AL NASSER
    Suudi Arabistan, Suriye’ye karadan müdahalede ısrarcı
    Suudi Arabistan, terör örgütü IŞİD’e karşı uluslararası koalisyona, kara kuvvetleriyle katılmaya hazır olduğunu açıklamıştı. Suudi Arabistan ordusunun sözcüsü Tuğgeneral Ahmet El Asiri, IŞİD’e karşı hava operasyonlarının ideal çözüm olmadığına inandıklarını belirterek, “Suudi Arabistan Krallığı, koalisyonun IŞİD karşıtı kara operasyonlarına katılmaya hazır” demişti.
    ABD Savunma Bakanı Ashton Carter da Suudilerin IŞİD karşıtı koalisyona kara kuvvetleriyle katılma fikrini ‘memnuniyetle karşıladığını’ açıklamıştı.

    Tamamını oku: http://tr.sputniknews.com/ortadogu/20160211/1020793542/cnn-suriye-suudi-arabistan.html#ixzz3zoFBiISa

  24. marxist argüman

    ogürsel, sevgili ülken ve devletin T.C.’yi amerikanin rusya’ya karsi kullandigi mayin esegi gibi göstermeye calisiyorsun. T.C.’nin suriyede ic savas basladigindan beri suriye’ye asker göndermek icin amerika’dan daha hevesli oldugunu, NATO’yu isin icine cekmek icin her türlü siyasi entrikayi cevirdigini ne cabuk unuttun. suudi arabistan, türkiye, amerika gibi devletler neden suriye’ye asker göndermeyi gündeme aldilar: cünkü esad rejimi yikmak icin islamci sunni cihadcilar yeterli gelmedi. birde rusya isin icine girince dengeler tamamen esad rejiminin lehine degisti. bas emperyalist ABD, esad rejimini devirme ihalesini AB, suudi arabistan, T.C. gibi bölgesel müttefiklerine verdi. buna amerika’nin “franchising” stratejisi de diyebiliriz. emperyalist orkestranin sefligini amerika’nin yapmasi, suudi arabistan, T.C. gibi devletlerin kendi bölgesel emelleri, cikarlari oldugu gercegini gözardi etmemizi gerektirmiyor. T.C.’nin suriye de hedefi belli: rojava da bir kürt otonomisini engellemek ve suriye devleti üzerinde siyasi nüfusunu arttirip ekonomik olarak sömürmek. türkiyede ki kemalist fraksiyonun AKP’nin suriye politikasini desteklememesini hayra yoranlara da bir cevap yazayim. CHP-ordu-VP, AKP’nin suriye politikasini devletin cikarina uygun görmüyorlar, neden? cünkü sözkonusu bu ulusalci-kemalist fraksiyon laik esad rejiminin iktidarda oldugu bir suriyenin T.C.’nin milli menfaatleri icin daha faydali olduguna inaniyorlar. kemalistlerin, suriye’nin toprak bütünlügünü ve ic istikrarini savunmalarinin sebebi nedir: parcalanmis bir suriye de rojava kürtlerinin statü sahibi olmalari korkusu.
    -görüldügü gibi, islamci fraksiyon ile kemalist fraksiyonun hedefleri ayni: T.C.’nin milli menfaatlerini en iyi sekilde nasil koruyabiliriz. fikir ayriligi, bu menfaatleri korumak icin hangi strateji daha uygundur tartismasinda ortaya cikiyor: T.C. olarak laik esad rejiminin devam etmesi mi bizim icin daha faydalidir yoksa suriyede sunni islamci yeni bir rejim mi daha iyi olur?

  25. Emperyalizm “yumurtaların tümünü aynı sepete koymaz.”
    Şimdilik Kürt İttifakı ile iyi gidiliyor..
    Bu mayın eşekliği Rusya ile olan uzlaşmazlığa bağlı olarak gelişebilir ama şu sıra gündeminde yok…
    Uzun vadede Büyük Kürdistan ABD için yararlı olabilir.. Ve TC ile Kürdistan (KC !) uzlaşmazlığı , kronik gerilimi de her iki yapıyı kontrol etmenin, elde tutmanın, kullanmanın garantisi olur.
    Şimdi Kürt hareketi de ABD, Rusya denkleminde istediklerini alabilecek koşulları yaratıyorlar.
    Hak ettikleri bir şey bence..
    *
    Şu anda Mayın eşeğine ihtiyaç görünmüyor..
    Kürt hareketine siyasal kazanımlar verilmezse eğer onlar Mayın Eşeği” durumuna düşmüş olur ama sanırım bu olmayacak..
    *
    Budala bir çete örgütü acımasızlığı, ilkesizliği, erdemsizliği ile güçlüdür. Dışarıdan yıkmak zor! O kendinin en büyük düşmanıdır. Örneğin Rus uçağını düşürmek de bu “aklın” diyalektiği!
    Çılgınca bir savaş kararı olup olmayacağını kimse bilmiyor…
    Belki ülkeyi savaşa sokacak bir takım komplo, tezgah, entrikalar kuruluyor.. “Mecburen girdik!”

  26. Bir ay önce yazılmış bir yazı…
    Bir ay sonra, geçtiğimiz günlerde de bir ABD’li danışman bu benzetmeyi yapmıştı…
    *
    Tayyip Erdoğan iddiası, düşünce ufku ve kötülükleri büyütme kapasitesi bakımından Hitler’in kötü bir karikatürü dahi olamaz.

    Hitler bütün dünyayı zaptederek alemin führeri olmayı düşünüyordu. Tayyip Erdoğan Ortadoğu ve olursa biraz da Kafkasya ile yetinecek kadar gerçekçidir. Yakın çevresi onu “dünya lideri” havasına sokmaya çalışsa da o, yönetme ve hükmetme kapasitesinin ancak “mahallenin kabadayılığı”na yetebileceğini bilir.

    Benzetilecekse eğer, Erdoğan için yakın tarihteki en iyi örnek Slobodan Miloseviç’tir.

    Miloseviç de Erdoğan gibi politikaya belediyecilikten başlamış, Sırbistan devlet başkanlığı yolu, Belgrad Belediyesi’ndeki danışmanlık ile açılmıştır.

    Miloseviç’in “Büyük Sırbistan” hayalinin önünde Bosna, Hırvat ve Arnavut halkları engeldir. Erdoğan’ın “Büyük Türkiye”sinin önündeki engel ve tehdit ise Kürtlerdir.

    Miloseviç’in siyaseti esas olarak gerilim ve çatışma üzerine kuruluydu. Dış ve iç düşman vurgusunu sıkça yapan, ardından bunlarla mücadele için halktan destek isteyen bir politika güdüyordu.

    Tayyip Erdoğan da iç ve dış düşmanları en “zengin” yöneticidir.

    Vatandaşlarını, “ya bizdensiniz ya onlardan” diye kutuplaştıran da odur, “kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” diyerek sivillerin ölümünü meşrulaştıran da.

    Miloseviç seçim konuşmalarının odağına yerleştirdiği, “büyük Sırp milleti”, Erdoğan’da da “büyük Türk milleti” olarak zuhur eder ve kendisini” afedersiniz Ermeni”, “yav ne Kürt sorunu” şeklinde dışa vurur.

    http://siyasihaber2.org/erdogan-hitlere-degil-milosevice-benziyor

  27. Bu adam bu lafları dinler mi; kaybedecek bir şeyi yok!
    Sanırım bu çok önemli…
    bu tür adamlar böyledir…
    Hitler o sığınağında mahvettiği Alman halkını suçlamış.. aşağılamış.. Bu sonu hakettikleri yolunda ifadeleri yazılır…
    ********
    4 yıl Şam’da büyükelçilik yapan Yakış, “Bazı büyük devletler Türkiye’yi savaşa çekmek istiyor. Suriye’de Ruslarla savaşmak zorunda kalabiliriz. Türkiye, Suriye’ye girerse Arap dünyasını karşısına alır. NATO, Suriye müdahalesinde 5. maddeyi işletmeyebilir. Saldırı bizden olacağı için bizi savunmayabilir.” ifadelerini kullandı…..

    Girdiğimizde Suriye’den başarılı çıkmamız çok zor. ..Çatışma pek tabii mümkün. Uçağı düşürülen Ruslar Ankara’ya ağır bir karşılık vermek için Türk askerinin Suriye’ye girmesini bekliyor. Rusya, Esed rejimine arka çıkmanın ötesinde Ortadoğu’da kalıcı olmak istiyor. Bu noktada Türkiye’yi bölgeden soyutlamaya çalışır. Kendi sınırlarına itmeye çabalar. Ruslar önce Suriye’ye, ardından Ortadoğu’ya yerleşecek. IŞİD ile mücadele bahanesi Moskova’ya aradığı fırsatı verdi. Rusya Suriye’nin geleceğini şekillendirmede başat aktör olmayı garantilemiş durumda… TSK Suriye’ye girse bile bir müddet sonra geri çıkmak zorunda kalacak. Dünya müdahaleyi kabullenmez. Sınırı tek taraflı yeniden düzenlemesine de izin vermez. Dahası eğer Türk askeri cephede bozguna uğrarsa Suriye, Hatay’ın kendisine ait olduğu konusunu yeniden gündeme getirebilir. ..
    Tezkere geçmeyince Erdoğan/AKP herhangi bir bedel ödemedi. Ancak Amerikalılar faturayı TSK’ya ödetti. Irak’ta yaşanan Türk askerine çuval geçirme vakasının ardında bu kızgınlık vardı. Bugün ise durum daha riskli. Sınır ötesinde Suriye’nin yanında Rusya var.
    Askerler Rusların kapasitelerini iyi biliyor. Rusların hava kuvvetleri çok güçlü. Türk askeri daha temkinli davranıyor.

    SURİYE’DE TÜRK ASKERİNİ NE BEKLİYOR?

    Şırnak, Cizre, Sur gibi küçücük bölgede Türkiye toprağında, 70 gündür arzulanan hedeflere ulaşamayan Türk askeri, Suriye’de ne ölçüde başarılı olabilir? Suriye’de PKK’dan katbekat daha güçlü bir Rusya karşılayacak bizi. Dahası PYD, IŞİD gibi asimetrik terör grupları da gelecek üzerimize. Askerimiz çok zorlanır.

    SUUDİLERLE ORTAK OPERASYON MÜMKÜN MÜ?

    Riyad büyükelçiliğim döneminde Suudi ordusunu yakından inceleme fırsatım oldu. Mevcut kabiliyet-kapasiteleri Suriye cephesinde varlık göstermelerine yetmez. TSK gibi savaş deneyimleri de yok.

    .. ABD de Kıbrıs’ta olduğu gibi Türkiye’yi yalnız bırakabilir. Rusya ve bazı Batılı devletler de Türkiye’nin Suriye cephesinde burnunun sürtülmesini arzu ediyor. PYD veya IŞİD tehdidi köpürtüp, Türkiye’yi Suriye’ye çekmeye çalışan devletlerin olduğunu görüyorum.

    ARAP DÜNYASINI KARŞIMIZA ALIRIZ

    Hariciye’nin Ortadoğu’da en uzun süre görev yapan diplomatı benim. 4 yıl Şam, 4 yıl Riyad ve 4 yıl Kahire olmak üzere bilfiil 12 yıl bölgede yaşadım. Araplar sokağındaki Osmanlı karşıtlığı silinmiş değil. Türk askeri Başika’da olduğu gibi Suriye’de de istenmeyen adam ilan edilecektir. Gerekçe ne olursa olsun Türkiye’nin Suriye’ye girmesine karşı duracaklardır.
    ***
    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/479770/AKP_nin_ilk_Disisleri_Bakani__Hatay_i_kaybedebiliriz.html

  28. “Hiçbir sevinip gülen yoktur ki dünya ardından onu kedere düşürmesin, ağlatmasın. Dünyanın hiçbir ikbali yoktur ki ardında idbar bulunmasın. Dünyada hiçbir sepintiyle ferahlayan yoktur ki ardından onu belâ sağanağıyla ıslatmasın. Dünyanın şanındandır bu; sabahleyin birine yardım eder, akşamleyin ona düşman kesilir. Bir yanı tatlı olur, sindirirse öbür yanı acı gelir, yerindirir. Kişi, onun zevkine erer, güzelliğini elde ederse, mutlaka tezce belâları çatar ona, dertleri erer. Dünyada esenliğe kavuşup akşamı eden, mutlaka korkulara düşer de sabahlar.

    Aldatıcıdır dünya, onda ne varsa hepsi de insanı aldatır. Fânîdir, onda olanların hepsi de yok olur. Dünya azıklarında, suçlardan çekinmekten başka hiçbir şeyde hayır yoktur. Dünyadan az bir şey elde eden, ondan emin olabilecek çok şeye sahip olmuş demektir; çok şey elde edense, kendisine helâk edecek çok şey elde etmiş demektir. Dünya, az bir fırsat verir insana, sonra geçer-gider; o fırsata erense ancak hasret elde eder. Nice ona güvenenleri dertlere uğratmıştır; nice ona inananları helâk vâdîsine atmıştır; nice büyükleri hor-hakir etmiştir; nice benliğe düşenleri alçaltmış-gitmiştir.

    Dünyanın devleti elden ele dolanır; dünya yaşayışı durulmaz, bulandıkça bulanır. Tatlı suyu acıdır; tadı, dili damağı acıtır. Gıdası ağıdır, öldürür; yapışılacak, tutunulacak her şeyi çürümüştür, kopar, tutanın elinde kalır. Dünyada diri olan, ölümü beklemektedir; sağ-esen kalan, neredeyse hastalığa çatmaktadır. Malı-mülkü alınmış çalınmıştır; orada yücelen mağlûb olmuştur, malına, nimetine sahip olan mihnete uğramıştır; ona komşu olan yağmalanmıştır.

    Sizden önce uzun ömür sürenlerin, eserleri kalanların, boyuna olmayacak ümitlere düşenlerin, yardımcıları hazır duranların, orduları çok olanların yurtlarında değil misiniz ki?”

    http://balaghah.net/old/nahj-htm/tur/nahjj/nehc/3bolum.htm

  29. Devlet Erdoğan’dan sıkılmaya başladı

    Bunca yıldır kendisinden iki dakikalık soyut bir ‘düşünce’ konuşması duymadığımız Erdoğan’a birileri ‘modern devlet’ teorilerini Montesquieu’den başlayarak özetlesin dersem bundan bir sonuç çıkmaz… ‘Kuvvetler Ayrımı’nı, yasama, yürütme ve yargıyı birbirinden ayırmanın önemini vurgulaması da boşuna bir çaba olur… Anlatım yerine ulaşmayacaktır çünkü…

    Ama Osmanlı padişahlarının akıbetini anlatabilirler.

    Hem ‘mülkün’ sahibi olan hem de ‘muhalefeti’ olmayan padişahların on yedisinin nasıl devrildiğini, bunların içinden kimlerin başına neler geldiğini, daha somut olduğu için daha iyi anlayacaktır.

    Bunu neden öneriyorum?

    Devletin ‘tek sahibi’ olmanın, padişahlık döneminde bile öyle kolayından mümkün olamadığını görmesi için…

    Çünkü devlet, tek bir kişi tarafından ele geçirildiği an ‘devlet’ olmaktan çıkar, tek bir adamın aklının ve yeteneklerinin içine sıkışır, küçülüp daralır, ciddi hatalar yapar… Sıkıntıları ve şikâyetleri olanlar da devletin işleyişini düzeltmek yerine o ‘tek adamı’ hedef alırlar.

    Sonuçları da kimse için iyi olmaz.

    ***

    Soyut bir düşünce alışkanlığı olmayan, devleti kendine kul köle ‘atanmış’ yandaşlar topluluğu sanan, tüzel kişilik kavramlarından ve sosyal bir organizma nitelemesinden habersiz bir zihniyet, önemli gelişmeleri de okuyamaz.

    Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül kararını, on iki kişinin kararı sanma gafleti içinde.

    Anayasa’nın 138., 104. ve 153. Maddeleri’ni açıkça çiğneyerek, devlet kurumlarını, yargıyı tehdit ederek, kısacası Türk Ceza Kanunu’nun 309. Maddesi’nin tam göbeğine oturarak ‘müebbetlik’ suç işliyor.

    Hâlbuki Anayasa Mahkemesi’ne ‘devlet’ diye baksa, anlayacak.

    ***

    Nihayetinde memur olan sözcüsünün ‘parlamentoyu’ hiçe saymasından tutun da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tanımını anayasada bulan tüm özelliklerine bıçak çekmesine kadar, temsil etmesi gereken devleti yok ediyor.

    Aklı başında hiçbir Allah’ın kulu kalkıp da Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma ve icraatına bakarak artık buranın ‘demokratik, laik bir hukuk devleti’ olduğunu söyleyemez…

    Korumakla yükümlü olduğu anayasal düzeni reddeden birinin Cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede böyle bir tespit bile zaten yersiz ve gereksiz kalmakta…

    ***

    Lafı uzatmayayım…

    Anayasa Mahkemesi kararını belki de artık toplumun yanı sıra devletin de Erdoğan’dan fazlasıyla sıkıldığı yönünde okumak gerek bence…

    Montesquieu fazla gelecektir ama birileri padişahların akıbetini anlatsa faydalı olur…

    Bu coğrafyada devleti demokratikleştirmek, rahat ve huzur içinde iktidar sürmek yerine, çalmak, çırpmak, sürekli suç işlemek ve devleti ele geçirmeye kalkmak büyük bela getirir.

    Ama bazılarının da fıtratında zorla bela aramak var ise yapılacak bir şey yok, arayan onu da bulur çünkü…

    http://www.ideallhaber.net/kose-yazarlari/devlet-erdogan-dan-sikilmaya-basladi/16376

  30. Mehmet Altan’ın yukarıdaki yazısında örnek verdiği öldürülen veya devrilen padişahlar;

    – Murad I. (1362-1389)
    – Bayezid I. (Yıldırım) (1389-1402)
    – Bayezid II. (1481-1512)
    – Mustafa I. (1617-1618 Birinci defa / 1622-1623 İkinci defa)
    – Osman II. (Genç) (1618-1622)
    – İbrahim (1640-1648)
    – Mehmed IV. (1648-1687)
    – Mustafa II. (1695-1703)
    – Ahmed III. (1703-1730)
    – Selim III. (1789-1807)
    – Mustafa IV. (1807-1808)
    – Abdülaziz (1861-1876)
    – Murad V. (1876)
    – Abdülhamid II. (1876-1909)
    – Mehmed VI. (Vahîdüddin) (1918-1922)

  31. Altan’ın verdiği Osmanlı padişahları örneğine ilaveten Erdoğan’a öldürülen veya devrilen halifeler de hatırlatılabilir;

    (Dört Halife veya Hulefâ-i Râşidîn Dönemi)
    – Ömer bin Hattab (634-644)
    – Osman bin Affan (644-656)
    – Ali bin Ebu Talib (656-661)
    (Emevîler Dönemi)
    – Abdullah bin Zübeyr (Karşı-Halife) (680-692)
    – Velîd II. (743-744)
    – Mervan II. (744-750)
    (Abbâsîler Dönemi)
    – Emîn (809-813)
    – Mütevekkil (847-861)
    – Mustaîn (862-866)
    – Mu’tez (866-869)
    – Mühtedî (869-870)
    – Murtaza (İbnü’l-Mu’tez) (908)
    – Muktedir (908-932)
    – Kâhir (932-934)
    – Muttakî (940-944)
    – Müstekfî (944-946)
    – Mutî (946-974)
    – Tâi (974-991)
    – Müsterşid (1118-1135)
    – Râşid (1135-1136)
    – Müstencid (1160-1170)
    – Musta’sım (1242-1258)

  32. Diktatör, yetkilerini kısıtlayan kurumlara, iktidarını dengeleyen güç odaklarına ve iktidarını tehdit eden siyasi rakiplerine karşı, halkoyu kartını oynayabilir. Daha da ileri giderek, kışkırtılmış halk kitlelerinin kahredici gücünü harekete geçirebilir. Muhaliflerini linç ettirebilir, mallarını yağmalattırabilir; en azından, kendi yasadışı tedbirlerini halka “onaylattırarak” onlara sahte bir meşruiyet kazandırabilir.
    Yanlış Cumhuriyet-Sevan Nişanyan

  33. (Solda yer alan liderler buna bir de “diyalektik” kılıfı geçirirler.)
    Diyalektik demişken, aklıma Yılmaz Güney’in arkadaşlarının çıkardığı Güney dergisinde okuduğum şu şiir geldi;

    Varlık ve yokluk – Övünç Pehlivan

    Bir varmış bir yokmuş.
    Hem yokmuş hem varmış;
    açıkçası “varlık”,
    özünde kendi karşıtı olan “yokluk”u barındırdığından
    ama o öz,
    karşıtının etkisiyle sürekli değişeceğinden de:
    Bir varmış bir yokmuş…
    13.09.2006

  34. Bilgi Üniversitesi mezunları rektöre sırtını döndü

    İSTANBUL Bilgi Üniversitesi’nin dün düzenlenen mezuniyet töreninde öğrenciler Rektör Mehmet Durman’ı konuşması sırasında sırtlarını sahneye dönerek protesto etti.

    Santral Kampüsü’nde düzenlenen tören sırasındaki protestoyu soğukkanlılıkla karşılayan Rektör Durman, “Böyle bir protesto bekliyordum ama izin verirseniz ben de ifade özgürlüğümü kullanacağım” dedi.

    ÖĞRENCİLERDEN BALIKÇIOĞLU’NA DESTEK
    Bunun üzerine bazı öğrenciler yüzlerini sahneye dönerek protesto eylemlerini sonlandırdı. Bilgi Üniversitesi’ndeki törende, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hakkında ders sırasında kullandığı ifadeler nedeniyle Bilgi Üniversitesi’yle ilişiği kesilen Prof. Dr. Zeynep Balıkçıoğlu’na da öğrencilerin taşıdığı dövizlerle destek verildi. 4 Haziran’da İstanbul Erkek Lisesi öğrencileri de mezuniyet töreninde okul müdürleri Hikmet Konar’a konuşma yaptığı sırada sırtlarını dönerek protesto etmişti.

  35. (“Diyalektik” üzerine şöyle ilginç birşey de var, 36’dakine benziyor biraz)

    – It’s true what they say; you are the Chosen One. Join me. Together we can change the balance of the universe, my friend.
    – You must know I will never join the Dark Side willingly.
    – How simple you make it; Light and Dark, as if there is one without the other. Allied, you and I can restore balance wherever we go. Peace to the universe.
    – By becoming a Sith? Never!
    – We will destroy the Sith! And the Jedi!
    (The Son & Anakin Skywalker – Star Wars: The Clone Wars S3E16 “Altar of Mortis”)
    http://www.youtube.com/watch?v=emkbGBIE7eQ