Kasaba Bıçak Temin Eden CHP…

 

 

 

 

Dokunulmazlıkların kaldırılması, gizli oylamada, bir kısım gizli CHP’linin oylarıyla kabul edildi. Eğer cesaretleri varsa, olumlu oy veren CHP’liler çıkıp “evet” oylarını açıklarlar. Yok eğer onlar bunu yapmıyorsa, o zaman “Hayır” oyu veren ya da “Evet” demeyen CHP’liler oylarını açıklayarak kendilerini gizli oylamanın perdesi ardına saklayan bu diktatörlük yanlısı CHP’lileri iyot gibi açığa çıkarmalıdırlar. Bunu yapmadıkları sürece hepsi birden altından kalkamayacakları bir şaibe altında kalacaklardır.

 

 

Belki “Evet” demeyen CHP’lilerin şaibeden kişisel olarak kurtulması mümkündür ama CHP’nin bir parti olarak bundan kurtulması güç görünüyor. Kısacası, CHP, “Anayasaya aykırı ama evet vereceğiz” türü, tarihin kaydetmediği kadar tuhaf bir politika izleyerek kasaba bıçak taşımıştır.

 

 

Ne var ki, unuttukları ya da bilmedikleri bir şey var. Naziler, Reichstag yangınından sonra önce komünist milletvekillerini tutukladılar. Çok geçmeden de sosyal demokrat milletvekillerini. Diktatörlüğü, önüne yem atarak durdurabileceklerini sananlar geçmişte her seferinde yanıldıklarını görmüşlerdir. Diktatörlere ne kadar ödün verirseniz kendi sonunuzu o kadar yakınlaştırmış olursunuz. Sanıyor musunuz ki, diktatör, önüne attığınız veya boynunu kesmesi için kendisine bıçak taşıdığınız HDP’lilerle doyacaktır. Hayır, sıra size de gelecek. Bunu bir tarafa kaydedin. O günler geldiğinde hatırlayacaksınız. Biz ne halt etmişiz diyeceksiniz ama çok geç olacak.

 

 

Kılıçdaroğlu, aklı sıra AKP’nin karşısında “ustaca” taktikler izlediğini sanıyor. Oysa diktatörlük buldozeri karşısında bu tür “ince” taktiklerin hiçbir geçerliliği yoktur. Diktatöre ve diktatörlüğe doğrudan karşı durmadığınız sürece bütün taktikleriniz, bu son olayda da görüldüğü ve görüleceği gibi, aleyhinize işleyecek, diktatörlüğün önünü açmaya yarayacaktır.

 

 

Şu anda gerçekten çok üzgünüm. Sadece diktatörlüğe karşı direnmeye çalışan bir parti parlamentodan atıldığı, milletvekilleri tutuklanacağı ve sonuç olarak diktatörlük yolunun üzerindeki bir kaya daha yolun üzerinden atılacağı için değil, aynı zamanda, diktatörlüğe karşı potansiyel bir barikat olarak düşünülebilecek olan (dayandığı kitle faşizme karşıdır çünkü) bir parti iktidarın yardımcısı rolüne itildiği için de. CHP’ye oy veren bütün yurttaşlar bunun sorumluluğunu hissetmeli, kendi milletvekillerine ve partinin yönetimine karşı başkaldırmalıdır. Bunu yapmadıkları sürece, bundan sonra faşizm yolunda atılacak bütün adımlara ortak olma sorumluluğundan kurtulamayacaklarını bilmelidirler. Cumhuriyet bayramlarında bayrak sallayıp bir şenlik havasında yürüyüş yapmak kolaydır. Zor olan, özgürlükleri katledenlere ve onlara yardımcı olanlara karşı ayağa kalkmak, isyan etmektir.

 

 

Yine de karamsar olmayalım. Her şeye rağmen, bu ülkede, faşizme gidişten hoşnut olmayan ve bunu onaylamayan yüzde ellilik bir kesim var. Diğer yüzde ellinin büyük çoğunluğu bile, tamamen kahredici bir hayatın pençesinde, bilinçsizliğe mahkûm edildiği ve çaresiz olduğu için iktidara destek verir konumda. Bu kesimin sınıfsal çıkarlarıyla iktidar seçkinlerinin sınıfsal konumu aslında birbirinin taban tabana zıddı. Bir tarafta zenginlik ve sefahat içinde bir azınlık, diğer tarafta yoksulluk içinde kıvranan halk yığınları var. Bu çelişkinin mutlaka olumlu sonuçlar vereceğini düşünmek elbette saflık olur. On dört yıldır gördüğümüz gibi, bazı durumlarda yoksulluk, zenginler sultasının desteği haline de gelebilir. Bununla birlikte, yoksul insanların, evlatlarını Saray’ın savaşına kurban veren garibanların (Televizyon kanallarında yayınlanan “ateş düşen” evlerin arasında hiç rezidanslara rastladınız mı?) alttan alta şatafatlı nikâh törenlerine öfke duyduklarını düşünmek için çok sebep var. Sonuç olarak, bu azınlık sultasının gemisi, aslında tehlikeli sularda seyretmektedir.

 

 

Bu gemiyi batıracak olan fırtına yaklaşmakta.

 

 

 

Gün Zileli

20 Mayıs 2016

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

MHP Takozu! (ve Artı-Gerçek’teki yazılarımın Sona Erişine İlişkin Kısa bir Açıklama)

Bu yazı, her zamanki gibi cumartesi gecesi Artıgerçek’te yayınlanmak üzere yazılmıştı. Dün, (yani 10 Mayıs, …

110 Yorumlar

  1. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/536742/_Erdogan_beni_iceri_attirirsa_cikarmak_icin_ugrasacak_hale_getirecegim_onu_.html

    “[Cumhuriyet] – İkinci tura yönelik bir tahmininiz var mı?

    [Selahattin Demirtaş] – Ben 330’un altına düşebileceği kanaatindeyim. Birçok milletvekili rezaletin farkında. Özellikle CHP’deki milletvekilleri bunun çok daha ciddi şekilde farkında. Hatta MHP ve AKP’de ciddi rahatsızlıklar var. En makul olanı 330’un altında teklifin kadük kalmasıdır. Referandum aralığında olması da ciddi bir olasılık olarak görünüyor. 367’nin üstüne çıkacağını düşünmüyorum.”

    Bu siyaset acemiligi midir?

  2. HDP hendeğe gömülmüştür ve bunun tek nedeni siyaset acemiliğidir. Siyaset acemiliğinin başlıca nedeniyse Batılı ülkelere yönelik aşırı güvendir. Özerklik ilan ederiz, arkamıza Batılıları alırız, Türkiye’yi de Suriye’ye çevirip bir çıkış yolu buluruz nasıl olsa düşüncesi en sonunda Tayyip’in tuzağına düşmekle sonuçlanmıştır. Tarihte çok örneği görülebilir, bazı halklar yaklaşık yüz yılda bir kendileri açısından büyük acılarla sonuçlanacak kalkışmalarda bulunur ve acımasızca ezilirler. Maalesef Kürtler bu halklardan birisidir. İngilizlere, Fransızlara, Almanlara, Amerikalılara bel bağladıkları sürece bu kaderleri değişmeyecektir. 30 yıl sonra Ez ve Çöz yönteminin tekrar gündeme girip etkili olmasında HDP’nin büyük payı vardır. Merak edenler için de söyleyeyim ki Hırsız’ın da suçu çok büyüktür ama bu PKK-HDP’nin suçunu azaltmaz.

  3. “dayandığı kitle faşizme karşıdır çünkü”

    Faşizmi savundukları Sözcü gazetesi okuru olmalarından anlaşılan bir kitle değil mi sözkonusu olan? CHP tabanıyla bu paçavranın okur tabanı büyük ölçüde örtüşüyor.

    “CHP’ye oy veren bütün yurttaşlar bunun sorumluluğunu hissetmeli, kendi milletvekillerine ve partinin yönetimine karşı başkaldırmalıdır. Bunu yapmadıkları sürece, bundan sonra faşizm yolunda atılacak bütün adımlara ortak olma sorumluluğundan kurtulamayacaklarını bilmelidirler.”

    AKP’nin devletçiliğini, Kürt düşmanlığını yeterli bulmayan ve bu yüzden karşı olan [örneğin iktidarı Atatürk’e, Türklüğe, “T.C.” harflerine (bu arada bu saçmasalak “T.C.” histerisini başlatmak ilk hangi ilerizekâlının aklına geldi acaba? halkı tepkici cahil sürüsüne dönüştürdüler) karşı olmakla suçlayan], CHP içindeki muhalif, özgürlükçü, Kürtlere yakın sesleri boğmaya, linç etmeye çalışan da mezkur gazete ve onun adlarını anmak bile istemediğim köşe yazarları değil mi? CHP kitlesinin önemli bir bölümü böyle değil mi?

  4. Merak ediyorum; biri açıklar mı?
    330’u geçeceği, referanduma gideceği kesin bu yasanın, referandumsuz kabul edilmesi kısa vadede daha iyi olmadı mı?
    Referandum süreci içine katılacak zehirler dışında, akıl almaz bir Kürt düşmanlığı için fırsat yaratacaktı…
    CHP en başından beri Kürt hareketinin barışçı bileşenleri ile bir araya gelmeyerek zaten hata yapıyordu.. ama..
    Referandumsuz bu kabul şimdilik daha mı iyi?
    ————
    Sanırım CHP’nin büyük kısmı ancak büyük isyana eklenecek bir parça olacak; özne olamazlar; pısırıklığın, teslimiyetin öznesi olabileceğini chp yönetimi defalarca kanıtladı; CHP, bu açgözlü, obur kedi’nin faresi!
    En basitinden bu dokunulmazlık konusunda, önce 17-25 şubatçılar yargılansın diyemeyerek; sonra da sanki memlekette bir Hukuk Devleti varmış gibi izlenim verecek gevezelikler yaparak..
    “Yaverden komutan olmaz!” Bu doğrulanıyor.
    ————–
    Hoşuma gitmiyor; sanırım bu CHP yönetimi yaşanılan dönemin gereksindiği ne akla, ne de cesarete sahip..
    ——————-
    Davutoğluna “hakkını helal edecek” denli budala; vicdanın ne olduğunu unutmuş; Cizre, Sur.. katliamlarında başbakanlık sorumluluğu taşımıyor muydu…?
    Sonuç; Ya Akp bölünerek yumuşak geçiş; ya da toplumsal bir kaos ile askerî darbeye sürükleniş..
    Olasıdır; CHP ikincisini istiyor! Kendilerini kurtaracaklarını sanıyor olabilirler…

  5. 10 tane insan var..
    8 kişi 2 kişiye saldırıyor..
    Bu 2 kişi, saldıran 8 kişiye karşı ellerinde ne var ne yok, tornavida, sapan, bıçak, ısırma, hayalarına tekme ile savunma hakkına sahip olmaz mı?
    Asimetrik, acımasız bir savaş…
    Demek, hepiniz de düşmanımsınız ha! Demek Türklük blokmuş ha!
    O zaman da PKK da “bel altı” darbeler için haklılık, meşruiyet kazanır mı?
    Ne acı; ne çılgınlık; ne körlük; ne vicdansızlık…
    O zaman..
    Buyrun, buradan yakın!
    Köşeye sıkıştırılan nice uysal hayvan bile…

    Mahvolmayı isteyen çoğunluk!
    Korkarım, sanırım bu örgütlü budalalık ağzı burnu dağılmadan kendi rezil gerçekliğinin farkına varamayacak. Tarihin salaklıklara karşı hazırladığı, defalarca sahneye koyduğu standart felaket senaryoları vardır.
    Seyredelim!

  6. Bir Liberal sağcı yazar bile bunları yazıyorsa…
    ***
    ……………………..
    1970’lerde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamını oylayan Adalet Partisi’ninkine benzer bir görüntüsü vardı AKP Grubu’nun. Siyahların evini yaktıktan sonra eğlenen Klu Klu Klax üyeleri gibi eğlendiler siyasi bir soykırım kararına destek verirken. Hiç sıkılmadan sandık başında pozlar verdiler. Çünkü bu oylamanın 17-25 Aralık soruşturmalarını bir daha geri gelmemek üzere tarihe gömeceğini inanıyorlardı. Kürtlerin başını verip kendilerine gerçek dokunulmazlık aldıklarının farkında olmanın bir çeşit arsızlığı vardı yüzlerinde.

    Her toplumda kişisel çıkarını ilkelerinin üzerinde tutan insanlar vardır. Ama hiç bir toplumda bu Türkiye kadar çok ve yoğunluk şekilde olmamıştır herhalde. Cumhuriyet kadroları ve Siyasi İslamcıları ilkesizlik, tutarsızlık konusunda eşine az rastlanacak bir ittifaka girişti. Koca Meclis’te temel hak ve özgürlüklere sahip çıkacak tek bir partinin çıkmaması, acı bir Türkiye gerçeği olduğu kadar, ülkenin bölünmüşlüğünün de bir göstergesiydi.

    Oylama, Erdoğan’ın iddiasının aksine, bu ülkenin gerçek zencilerinin Kürtler olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Siyasi olarak varlıklarına tahammül edilemeyen, asimile oldukları oranda varlıklarına izin verilecek bir halk kategorisinde onlar. Devlet nezdinde yok hükmündeler. Varlıklarını her ortaya koyuşları, yeni bir baskı, imha girişimi ile karşılaşmaya mahkum görülüyor.

    Çünkü devlet halkından korkuyor.

    Kürtlerin iktidar olması, Meclis’te güçlenmesi, dış politikadan, askeri harcamalara varan bir yelpazede hesap sorulamayan karar ve eylemlerin denetlenmesinden, yapılan yanlışların ortaya çıkarılmasından endişe ediyor. Kürtlere bu devletin kurucu bir ortağı olarak bakmayı hazmedemiyor.

    Meclis’te yapılan oylamada oyları tek tek vekiller kullanmış olsa da, tek oy verici mekanizmanın karargah olduğunu CHP’nin dünkü tavrı ortaya koydu. Dokunulmazlıklar için yapılacak bir referandumun, halkların arasını onarılmaz biçimde açacağını gören askerin devreye girmesiyle CHP’nin yönetici takımı ve onların ekibi tavır değiştirdi. Oyunu halktan alan ama kararını yetkili kurullarda değil de emir-komuta zinciri içinde veren bir parti olduğunu bir kez daha ortaya koydu CHP.

    Erdoğan’ın referanduma gideriz resti, gerekirse ‘Kan dökeriz’ diyen Kılıçdaroğlu’nu teslim alıverdi. Kılıçdaroğlu ve CHP’nin bu toplumun demokratik, eşitlikçi bir hukuk devleti olması yolunda hiç bir katkısı olamayacağı bir kez daha ortaya çıktı.

    Bu haliyle Meclis, yolsuzluk sonrası sivillikten vazgeçen AKP, tavrı hep belli MHP ve kurucu devlet partisi CHP ile yeniden askerileşmiş oldu. Toplumsal sorunların çözümü yolunda müzakere, tartışma, ikna, sorgulama gibi yöntemler yeniden bir kenara atılmış oldu ve askeri çözüm modeli benimsendi.

    Beşar Esad’a her fırsatta eleştiri getirenler, başta Kürt politikası olmak üzere tüm toplumsal sorunları baskı altına alarak yok etme yolunu seçerken Türkiye’nin Suriyelileşme riskine de kapıyı aralamış oldu. Siyasetin susturulduğu noktada gençlerin alternatif yol olan şiddete daha sıcak bakmaları, toplumun geniş kesiminin zaten mevcut duygusal kopuşlarını daha da derinleştirmeleri kaçınılmazdır çünkü.

    Akrabaları yerine IŞİD’i tercih eden, siyasi kimliğiyle Meclis’te var olmalarına tahammül göstermeyen bir anlayış, bu gençlerin öfkelerini ve çaresizlik duygularını artırmaktan başka bir sonuç vermeyecektir. Devlet, 1925’lerde yazdığı Kürt politikasını milim değiştirme niyetinde değildir ve dün bu çok net açığa çıkmıştır.

    Erdoğan bir kamuoyu araştırması yaptırmış belli ki. Referandumda yüzde 80 evet oyu çıkacaktır sözü ne abartı, ne de boş bir söylem. Bu sözler, aslında ülkenin içinde olduğu ayrılmanın da bir göstergesi. Yahudilere tahammül edemeyen Almanlara benzedi bu açıdan. Yüzde 10’luk Kürtlere destek verecek yüzde 10’luk demokrat kesimi var ülkenin.

    Geleceğin nasıl şekilleneceğine göre bakmak lazım bu orana. Medyanın herkese açık olduğu, seçimlerin adil ve eşit koşullarda gerçekleştiği bir atmosfer hakim olursa, geleceği barış ve demokrasi üzerine kurma konusunda etkili rol oynayabilir bu yüzde 20. Tersi olursa, bu topraklardaki varlıkları rahatsızlık yaratan, bastırılmaya çalışılan, bunun sonucunda da yeni ve şiddetli bir çatışma döneminin unsurları haline gelebilir.

    Yaşadıklarımızın gösterdiği şudur: İster Suriye, ister Türkiye, ister Irak olsun ülkenin adı. Bu coğrafyada toplumsal sorunların müzakere yoluyla ve demokratik kurallar içinde çözülme ihtimali yoktur. Çözüm rahatsız olun veya olmayın kanlı olacaktır. Bu bir kırılma şeklinde olduğu gibi, bir halkın imhası yoluyla da olabilir. Acı ama gerçek bu.
    **
    http://www.haberdar.com/turkiye-nin-gercek-zencileri-makale,1176.html

  7. özgürlükçü

    Zileli bütün yazılarına bak aldığın eleştiri chp den hala umudun olduğu chp ye yaptığın güzellemeyi toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci politik partisi HDP ye yapamadığın tam tersine HDP yi ya efendilerin dili gibi bitti bitiyor bölündü bölünecek devlet-iktidar işbirlikçisi anlamına gelen yerden eleştirdiğin için çok ağır suçlamalı yorumlar aldın nihayet ÜZÜLDÜM demek yerine YANILDIM de????
    yoksa hala yanılmadın hal chp den umudunmu var hatırla bu sitede HDP ye chp ile cephe işbirliği yazılarına neler dedik sistemin düzenin partileri ile toplumsal muhalefet teorik pratik mücadele eder iş birliği yapmaz ha akp ha chp ha MHP ne farkları var???hepsi faşist değilmi??????
    Fevzi hımbılı hendeğe efendin akp devlet-iktidar bu hamlesi ile gömüldüğüne çok üzüldün galiba!!!!!!
    Fevzi efendi galiba sadece devlet-iktidar değil sen de bu son dokunma kararı ile hendeğe gömülmüş olmayasın???
    senin örümcek bağlayıp her akşam tvlerden verilen zehirle zehirlenmiş ilkel zihnin HDP anlayacak seviyede değil galiba siz ne sandınız faşistler
    Meve kavakçıyı yani başörtüsünü meclisten atmanın faturası ne oldi!!!!!!!
    HIMBIL Başörtüsü iktidar olup meclise döndü?????
    90 larda 10 gişilik kürt vekili attında ne oldi????80 le geldik!
    Bu gün atarsanız 180 le geleceğimizi anlamadınmı???
    beyinsiz Fevzi yoksa sende çakma çin malı milici faşomusun?????
    hiç aklına geliyormu hendeğe gömülüp biten siyaseti her akşam tv şlerde konuşulup itibarsızlaştırma yapılıp bir HDP li çağırmayıp açık ağır SANSÜR bitip hendeğe gömülene mi yapılır
    YOKSA büyümesi bir türlü engellenemeyip mevcut siyasi iklimde ilk seçimde iktidar yada iktidar ortağı olacağı engellenemeyenemi bu sansür ve dokunmalar yapılır madem hendeğe gömüldü bunlar yapmaya ne gerek?????
    100 puanlık uzmanlık sorusu değil??
    beyinsiz askerler az buçuk saksı çalıştırın???chp en az akp ve MHP kadar faşisttir zileli zorunamı gitti??????? cevabın varmı?????
    cevaplamadan kürşat kızıltuğ yazısındaki tartışmalara bak??????kendine bak dün nerdeydin?????
    hala ordamısın biz dün akşam 18 de bütün kentlerde HDP açıklamasındaydık chp liler çevrede saldırmak için izleyenleri izlediler yani diğer faşistlerin hamlesini beklediler gözleri kesse saldıracaklardı???

  8. “Asimetrik, acımasız bir savaş…”

    Boyle de bakilabilir tabii ki; ama, ben isin icinde cok farkli seylerin oldugunu dusunuyorum.

    Mesela, Abdullah Ocalan’in Selahattin Demirtas’a –sanki bir gozdagi verirmiscesine– soyledikeri sozler var. Benim arsama gecekondu diktirmem mealindeki sozler.

    Daha sonra da, cok cabuk gerceklestigini itiraf etmem gerekir, belli cevreler tarafindan aniden evlat edinilip parlatilan bir Selahattin Demirtas ve kimsenin pek de beklemedigi sekilde viraj alip yon degistiren soylemlerle –ve, yine kimsenin pek de beklemedigi sekilde– barajin asilmasi.. ve, PKK’nin HDP uzerindeki etkisini yitirecegine dair umutlar/sozler…

    Selahattin Demirtas’in yaptigi dis ziyaretlerle konuyu uluslarasi platforma tasimak cabalari..

    Ve, bu esnada da, neden oldugunu kimsenin pek de cozemedigi sekilde, PKK’nin HDP’yi her kademede kontripiyede birakan sozleri ve eylemleri..

    O kadar ki, gelinen noktada, HDP’yi –bir siyasi aktor olarak– anlamsiz hale getiren, HDP ne derse bir gun sonra PKK tarafindan HDP’ye firca da cekilerek tam tersinin soylendigi bir nokta.

    Bu iste ciddi bir gariplik var.

    Yukaridaki yazida kullanilan benzetideki (8 kisinin saldirdigi) 2 kisinin pek de ‘bir taraf’ oldugunu goremiyoruz.

    Aksine, o iki kisiden biri (PKK), 8 kisiye kallavi bir yumruk salliyor; daha sonra 8 kisiden gelecek tepkiye yaninda oldugunu sandigimiz ikinci kisiyi itekliyor; dayagi onun yemesini sagliyor.

    PKK, bunun siddetini giderek daha da artiriyor.. Sanki, hem HDP’nin hem de HDP’ye oy vermis olan ahalinin daha fazla cezalandirilmasini ister gibi.

    Butun bunlar garip, hem de cok garip.

    Dahasi, belki yakindan takip edemedigim icindir, ama dokunulmazliklarin kaldirimasi konusunda ben henuz Kandil’in ciddi bir tepki verdigini duymadim. Az once Ozgur Gundem ve ANF’ye baktim, tirit suyuna banmak babindan bir iki lakirdi var; ama ciddi bir tehdit yok.

    Sanki, ‘olur boyle seyler’ der gibiler.

    Yaniliyor olabilirim tabii ki; ama, benim gordugum bu.

    Ve, kafa karistirici bir durum.

    Acaba, PKK ve HDP sandigimiz kadar da bir ve beraber degil mi?

  9. hdp kürt milliyetçisi, chp türk milliyetçisi.. hal böyleyken gün zileli ne yapabilir ki? büyücü gibi şapkadan tavşan mı çıkarsın?

  10. “Aksine, o iki kisiden biri (PKK), 8 kisiye kallavi bir yumruk salliyor; daha sonra 8 kisiden gelecek tepkiye yaninda oldugunu sandigimiz ikinci kisiyi itekliyor; dayagi onun yemesini sagliyor.”

    1920’lerden günümüze gelerek bu cümleyi yeniden düşünmelisiniz

  11. marxist argüman

    milliyetci fevzi’nin 2 nolu yorumuna cevap:

    bu sureti haktan görünen yani sanki kürtlerin durumuna üzülüyormus gibi rol milliyetc/devletci/vatansever solcu ne yazmi$: “HDP hendeğe gömülmüştür ve bunun tek nedeni siyaset acemiliğidir. Siyaset acemiliğinin başlıca nedeniyse Batılı ülkelere yönelik aşırı güvendir”. sözkonusu T.C.’nin milli menfaatleri ise “bölücü” kürt ulusalcilarina karsi, dincisi fa$isti, sagcis solcusu ile tüm ulusalcilar birlesmekte teredüt etmezler, diye daha önce yorumlarimda defalarca yazmi$tim. sayin zileli gibi olan biteni anlamakta israr eden “özgürlükcü” idealistler üzüldükleri ile, $a$irdiklari ile kalirlar. milliyetci fevzi’ye geri dönelim. fevzi efendi, “oh oldu HDP’ye, hakettigi cezayi buldu” dedigini duyar gibiyim. bu sureti haktan görünmeye calisan milliyetci ne demek istiyor: “ulusalci kürtler bati devletlerine güvenip benim kutsal devletim T.C.’ye isyan ederlerse devletimin demir yumrugunu yerler”. yani bu isyanin sebebi/icerigi nedir, kürt ulusalcilarinin talepleri nedir, dikkat edilirse milliyetci fevzi bunlardan hic bahsetmiyor. o’nun bütün derdi/zoruna giden kürt ulusalcilarinin ihaneti yani kürt ulusalcilarinin bati da kendi davalarina destek arayislari. yüzde yüz milli/yerli fevzi’nin batiya kar$i korumaya aldigi T.C. kimdir? bati emperyaizminin uluslararasi askeri pakti NATO’nun sadik bir üyesi olarak yillarca sovyetler birligine karsi “emepryalizmin ileri karakolu” rolünü üstlenmi$ ve bundan dolayi basta amerika ve almanya tarafindan kredi ve silah sevkiyati ile ödüllendirilmis, AB aday üyesi bir devlet. bu devleti fevzi gibi türk milliyetcileri bati karsiti göstermeye cali$arak sözümona kürt ulusalcilarinin devlete ihanetini ispat edip, kürt ulusal taleplerini gayri me$ru ilan ediyorlar ve hatta kürt ulusalcilari batili emperyalistlerin ma$asi $eklinde lanse etmeye calisiyorlar. türk milliyetcisi fevzi, sevincin kursaginda kalacak, kürt ulusalcilarinin güney kürdistan ve suriye rojavasinda elde ettikleri siyasi/askeri güc/statü sayesinde türkiye kürdistaninda ki ulusal kürt mücedelesinin T.C. tarafindan bitirilmesi mümkün degildir. sevgili devletin T.C. eninde sonunda taviz verecek, vermek zorunda kalacak.

  12. AKP’nin iktidarı boyunca, Türkiye ekonomisinin üç dönemi

    2016’nın ikinci yarısında neler bekliyoruz?

    Türkiye ekonomisi, AKP’nin iktidarda olduğu 2003’ten bu yana iki farklı dönem yaşadı.

    İlki; 2003-2008 arasında ana çizgileri IMF tarafından çizilmiş ve 2001 krizi sonrasında yürürlüğe konulmuş olan güçlü ekonomiye geçiş programının uygulamada olduğu dönemdi. Bu dönemde Türkiye enflasyonu %70’lerden tek haneli oranlara düşürdü, bütçe açığı sorununu büyük ölçüde çözdü, bankacılık kesimini sağlam ve güçlü bir yapıya kavuşturdu, ihracatını artırdı, büyümesini potansiyel büyüme oranının üzerine taşıdı, Avrupa Birliği (AB) ile ilişkisini üyelik müzakeresi aşamasına çıkardı. Bütün bunların ve özellikle 2005’te AB ile tam üyelik müzakerelerine başlama sürecinin olumlu etkisiyle Türkiye’ye rekor miktarda yıllık doğrudan yabancı sermaye girişi oldu. Türkiye’nin risk primleri (CDS primi; Credit Default Swap) hızla geriledi. Türkiye’nin bu dönemdeki sorunları, artan cari açık, yükselen işsizlik ve bankacılık ile kamu kesimi mali disiplini dışında bir türlü uygulamasına başlanamayan yapısal sorunlardı.

    AKP iktidarında ekonomin ikinci dönem 2009-2016 arasındaki dönemdi. Bu dönemde Türkiye, cari açığı düşürmeyi başardı. Bunu yaparken sağlam bütçe yapısını ve güçlü bankacılık görünümünü korumaya da devam etti. Cari açığın düşürülmesinin bedeli, büyüme oranının potansiyel oranın altına düşmesi. Oldu. Büyümenin gerilemesinin bedeli de işsizlikteki artış şeklinde karşımıza çıktı. Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde sorunlar artmaya başladı. Bunların da etkisiyle AB ile ilişkiler zayıfladı. Bu gelişmeler doğrudan sermaye girişlerinin hızla düşmesine ve ekonominin dış finansman ihtiyacının dış borçlanmayla karşılanmaya başlamasına yol açtı. Bütün bunların sonucunda bir önceki dönemde parlayan yıldız olarak gösterilen Türkiye, kırılgan ekonomilerin en önlerinde anılır oldu.

    Türkiye ekonomisi, bence bu ikinci dönemi de 2016’nın ilk yarısında arkasında bırakıyor.

    Şimdi üçüncü ve daha kritik bir dönem başlıyor:

    İnişe geçmiş bulunan ekonomiyi yeniden canlandırıp çıkışa geçirmek gerekiyor. Ne var ki, bu dönem 2003-2008 dönemine pek benzemiyor. Her şeyden önce küresel sistem 2008’e kadar yaşadığı çıkış havasından çok uzakta. Likidite bolluğu (sıcak paranın, gelişmekte olan ülkelerde dolaşması) halen devam ediyor olsa da, artık gelişme yolundaki ekonomilere eski ilgi yok.

    Küresel sistem, FED’in faiz artırıp artırmayacağına ya da ne zaman artıracağına odaklanmış bekliyor.

    FED’den gelecek “faiz artışı sinyali” bile gelişmekte olan ekonomilerdeki fonların buraları terk etmesine yol açabiliyor. Böyle bir ortamda ekonomisi sağlam, iç ve dış siyaseti sorunsuz ya da en az sorunlu olan ekonomilerin durumu rahat olacak. Bu koşullara sahip olmayan ekonomiler ise fırtınalı bir havada, okyanusta yol almaya çalışan bir balıkçı teknesi gibi, oradan oraya savrulacak.

    2016’nın ikinci yarısının Türkiye için çok daha sıkıntılı olacağını daha önce vurgulamıştım.

    Sıkıntının ardında yatan sebepleri ayrıntılı olarak ele alalım:

    (1) Petrol fiyatları artıyor. Bu artış, yılın ikinci yarısında da devam edecek. Bu artış eğiliminin etkisiyle cari açığı düşürmemizdeki en önemli desteği kaybetmiş olacağız. Üstelik bu artışlar bize “enflasyon artışı” olarak da yansıyacak.

    (2) Enflasyonda baz etkisi bitiyor. 2015’nın ilk yarısında aylık enflasyon oranları yüksek olduğu için 2016’nın ilk yarısında baz etkisiyle enflasyonda düşüş yaşadık. Bu aydan sonra bu baz etkisi bitiyor yerine düşük enflasyon oranları geliyor. Bu, bize “ters baz etkisi” olarak (yani, enflasyonu yukarı itici şekilde) yansıyacak. Ayrıca, asgari ücret artışının yaratacağı talep artışı da devreye girecek ve o da enflasyonu yeniden yukarı itici bir etki oluşturacak.

    (3) ABD ekonomisi toparlanmaya devam ediyor. Son gelen veriler, ABD’de enflasyonun yukarı yönlü hareketlendiğini gösteriyor. Büyüme ve işsizlik oranları konusunda (oransal olarak) iyi görünen ekonomide, enflasyonun da yukarı yönlenmesi ABD ekonomisinin toparlanmasının işareti sayılıyor. Bu durum, FED’in faiz artırımını yeniden gündeme taşıdı. Birkaç hafta öncesine kadar, FED’in 2016’da faiz artırmayabileceğini konuşan piyasa aktörleri, FED FOMC (Federal Açık Piyasa Komitesi) toplantı tutanakları açıklandıktan sonra 2-3 faiz artırımının gündemde olabileceğini tahminlerine yerleştirmeye başladılar. Eğer FED, bu yeni tahminlerin doğrultusunda, bu yıl 2-3 kez faiz artırırsa, bu durum, USD/TL paritesini bütün tahminlerin üzerine taşıyarak, TL üzerinde olumsuz bir etki yaratabilir. Türkiye’den döviz çıkışına, döviz çıkışı kur artışına (piyasada az bulunur hale gelen şeyin fiyatı artar), kur artışı bir yandan enflasyon artışına bir yandan da ithalatın düşmesine ve dolayısıyla cari açığın baskılanmasına yol açabilir.

    (4) Bu gelişmeler, büyümenin düşmesinin ve işsizliğin artmasının önünü açacak gelişmeler olur. Bu durum Türkiye gibi genç işsiz nüfusun yüksek olduğu bir ekonomide ciddi hasarlar yaratabilir.

    (5) Türkiye, ekonomiye odaklanıp yapısal reformları yapmak yerine, bütün ağırlığını siyasete yayarak başkanlık rejiminin peşine takıldığının görüntüsünü veriyor. Bu gelişme, gerilmiş görünen toplumu daha da gerecek bir durum yaratacak.

    (6) Başkanlık rejimi ve ona yol açacak bir Anayasanın, içereceği ifade edilen maddeleri gerçekten ifade edildiği gibi olursa, Türkiye’yi zaten uzağına düştüğü Avrupa Birliği idealinden iyice uzaklaştırması kaçınılmaz görünüyor. Avrupa Birliği idealinden uzaklaşmak demek, yapısal reformlardan tümüyle uzaklaşmak anlamına geliyor. Çünkü asıl yapısal reform, toplumsal yapıyı Avrupa ideallerine göre biçimlendirmek.

    Gelecek döneme ilişkin yukarıda sıraladıklarım, bize, yepyeni bir dönemin önümüzde uzandığını söylüyor.

    2003’ten bu yana yaşadığımız ekonomi deneyiminde yeni bir aşamaya gelmiş durumdayız. Bu yeni aşama, her açıdan sıkıntılar içeriyor. Böyle bir dönemi göğüsleyebilecek yapısal reformlardan henüz çok uzaktayız. İç ve dış siyasal sorunlara her gün yenilerini eklerken, esasen tam olarak anlayıp çerçeveleyemediğimiz ekonomi politikasını da sürekli geriye itiyoruz.

    2016’nın ikinci yarısı çok daha zor olacak.

    Mahfi Eğilmez, Hazine eski müsteşarı, Kadir Has ünv. öğretim görevlisi
    21 Mayıs Cumartesi

  13. Bence o kasaba bıçağı HDP kendisi vermiş hatta iyice de bileylemiştir.
    HDP koyunların arasında dolaşan çakal misali kasap koyunları keserken ben de kaptığım ganimetle kirişi kırarım diye düşünerek yıllarca AKP ile kolkola yürüdü. Ancak kasap çakala koyun kapatırma niyetinde değil. Çakal doğası gereği koyunlardan yana değil. Neymiş efendim kasap çakal ile yetinmeyecekmiş sıra CHP (çoban) ye de gelecekmiş.

    CHP bu konuda zaten basiretsiz ancak bu basiretsizliği HDP konusunda AKP nin hamlesini görmeyecek kadar öngörüsüz olması ve batılı devletlerin desteğini HDP gibi abartarak kendi halkı ile ters düşmesinden kaynaklanıyor.

    Orta doğu yeniden şekillenirken AKP bir sürü yanlış yaptı. Zaten devlet yönetme gibi yetenekleri de yok. Devlet yönetme yeteneği maalesef bu meclis içindeki partilerin hiçbirinde yok.

    Cumhuriyet bayramlarında ellerinde bayrak sallamakla faşizme karşı koyamazsınız derken barikatların arkasındaki emperyalist kuklaların arkasında duran HDP nin dümen suyuna girmekle siz aynı faşizme daha çok hizmet ettiğnizin farkında değilsiniz.

    Koyunları çobanın elinden alıp kasaba teslim eden kimse ya kasabı doyuracak ya da koyunlar bana lazım diyerek yeniden çobana teslim edecek. Çakal sürünün içinde kırık dişli tüyleri dökük olarak bir kenarda durmaya devam edecek.

  14. Sözünü ettiğiniz eleştireleri daha önce HDP ve PKK’ye yapmıştım. Okumanızı salık veririm.

  15. “1920′lerden günümüze gelerek bu cümleyi yeniden düşünmelisiniz”

    Koken olarak bolgeden degilim. Kitap flan cinsinden yazili kaynaklara da cok fazla itibar etmemek gerektigini dusunuyorum –hepsinin ayri bir gundemi var cunku.

    Onun yerine, canli sahitler benim icin cok daha muteber.

    Bu bakimdan, eger vaktiniz olursa, ne demek istediginizi biraz daha detaylandirmaniz mumkun mu?

  16. Gün Abi sence burjuvazi bu gidişatın neresinde… Olanlar yalnız CB ile mi alakalı? Uzun vadede hedeflenen nedir ?

  17. burjuvazi bunlardan memnun değil ama korkuyor. fırsat kolluyor.

  18. Burjuvazi meselesini biraz detaylı anlatır mısın Gün Abi?

    Mehmet Şevket Eygi, dinci-şeriatçı cenahın burjuvazisi.

    İlber Ortaylı, seküler-devletçi-askerci-beyaz türk cenahın burjuvazisi.

    Rahmi Koç, seküler-yumuşak devletçi-kapitalist-beyaz türk cenahın burjuvazisi.

    Benim ilk aklıma gelen burjuvazi çeşitleri bu şekilde. Senin çeşitlemelerin ne?

    Bunlar mı, bunlardan başka burjuvaziler mi fırsat kolluyor?

    Kolladıkları fırsat ne?

  19. Şimdi bundan sonrası için birkaç sorum var.

    Mevcut halde, dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin hepsine olmasa da büyük kısmına adli soruşturmanın açılacağı, önceden açılanların da hızlandırılacağı kesinleşti.

    Şimdi:

    Yurtdışına, siyasi mülteci olarak çıkmaları mı mantıklı? (Siyasi mültecilikten yararlanabiliyorlar mı bilmiyorum. Edward Snowden, Rusya’da siyasi mülteci olarak kalabiliyor. Julian Assange, Ekvador’un İngiltere konsolosluk binasında tutsak hayatı yaşıyor.)

    Yoksa Türkiye’de kalıp direnmeleri mi mantıklı?

    Bunları, polemik yaratmak veya kovboyluk taslamak için sormuyorum. Mantıklı hamlelerin ne olabileceğini öğrenmeye çalışıyorum.

  20. Necip’e .. (14)

    şöyle

    “1970’lerin başı; 11-12 yaşındayım. Tarsus’un sıcak, nemli yaz ayları; Babam sebze-meyve halinde, bir komisyoncu dükkanında, muhasebeci olarak çalışıyor. Zaman, zaman yanına uğruyorum; seyirlik bir yer, kimi gün bir kaç saat oralarda dolanıyorum.

    Belki bir aydır tanıyorum. Kızıl, kıvırcık saçlı. Neşeli, çalışkan, kupkuru. Bir hamal. Sebze, meyve sandıklarını, çuvallarını oradan, oraya taşır. Bana iyi davranıyor olmalı; bir sempatim var.

    Bir gün, bir öğlenin ilerlemiş saatleri. İşler tavsamış. Bu sarı-kızıl hamal ve yine kendi gibi yağsız, esmer, kuru bir kaç adam bir gölgeye yayılmış, aralarında ağızlarındaki çakıl taşlarının dişlerine çarpmasıyla çıkan seslerle, anlamadığım bir dille konuşuyor, neşeyle sohbet ediyorlar. Bunu dert etmiyorum; edalarından hoşlanarak seyrediyorum. Sonra babamın patronu orada birden bitiveriyor. Anlam veremediğim aşağılayıcı sözlerle dağıtıyor grubu. Kürt hamallar, sessizce, boynu eğik dağılıyorlar…”
    …………
    1960-70’lerde yazları inşaatlarda mevsimlik işçi olarak Batı’daki “Türk’lere” betonarme yuvalar yapan bu Kürt’ler, kış öncesinde köyüne; karısının, çocuklarının yaşadığı kerpiç evine; geldiği köyü ve evi ile birlikte ağaçları, kuşları, taşları, dağları da ağasına ait “yurdun” topraklarına; binlerce yıldır bir sığıntı gibi yaşadığı ağasının çiftliğine; Ağası, ağasının Şeyhi ve ağa sofralarının baş konuğu Jandarma Başçavuşlarının insan aklına, gövdesine, ruhuna prangalar vurduğu, sonunda çocukları dağa çıkacak olan diyarına dönerdi….”

    http://mersinyasam.net/KoseYazisiDetay.aspx?id=131
    ***
    Ve isyan ettiler…
    İsyanlarında haklı, yöntemlerinde yanlış!
    Evet ama…
    Bu da vahşi devlet terörünün insanları sürüklediği bir “yanlış” yöntemdir. Başa dönelim; 8 kişi 2 kişiye böyle saldırırsa, o ” kişi de bu yanlışı yapar! Sonuçta hepimiz insanız!
    Sonuçta “dolaylı” olarak da PKK’yı yaratan devlettir!
    **
    Evden eve nakliyat yapan firmalara bakın; işçilerinin belki tamamı Kürt’tür! Ne tesadüf ama… Bu ülkenin en pis ve ucuz işleri Kürt’lere yapılsın diyedir bu savaş! O “hamallardan” da, senin, benim gibi küçük burjuva felsefi, insani tepki bekliyoruz… Olmalı ama olmamasına bu kadar da celallenmek ..
    İpin ucunu kaçıran da devlet… Devlete benzeyen vahşi yöntemler için PKK’yı suçlarım ama önce devleti suçlarım; bu da sizin yapmadığınız…
    ****
    Yaşadıklarımız bu geçmişten kopartılırsa, o cümleniz “mantıklı” görünse de özünde adaletsizce olur; gerçeğin çeyreğidir o cümle; dolayısıyla haksızdır..

  21. otobüs duraklarında bomba patlatan militanların taziyesine giden hdp, her zamanki ortayolcu sistem partisi chp… bu toplumun muhalif dinamikleri bu ikisinden daha iyi (ve kitlesel) bir şey çıkaramıyorsa zaten tayyip diktatörlüğü gelsin. belki o koşullar altında daha iyi bir şey çıkarmaya mecbur kalınır.

    ben türkiye’nin tarihte gerçek manada ve sonuna kadar giden bir diktatörlük, iç savaş yaşamamış olmamasını yine hakiki ve sonuna kadar giden bir muhalefetin gelişmemesinin sebebi görüyorum. bizim hepimizin diktatörlük olduğu konusunda uzlaştığımız 12 eylül yönetimi bile dünyadaki diğer askeri-faşist diktatörlüklere kıyasla kısa süreli, daha az kanlı ve daha az kurumsaldır.

  22. özgürlükçü

    Epeydir alt yapısını oluşturup engellemeye çalıştıkları bereketli toprakların toplumsal muhalefetin biricik politik dinamiği HDP yi meclisten atmanın yolunu düzen partisi 3 ü birlikte açtılar.
    Unuttukları bir şey var?
    Merve Kavakçıyı başörtüsünü attılarda ne oldi????
    Başörtüsü ve anlayışı iktidar oldu?
    94 de 10 cıvarı iken kürtleri meclisten attınızda ne oldi??
    80 olup meclise geldik şimdi atarsanız ne olur???
    80 olan 180 olacağına eminim???
    Her akşam bütün tv lerde HDP yi konuşup HDP lilere sansür neden??
    Çünkü sanılanın aksine HDP bitmek bir yana büyümesi engellenemiyor
    Öyle hızlı büyüyorki bütün muhalefet HDP etrafında toparlanmaya başladı
    HDP durdurulamıyor önümüzdeki normal politik süreçte
    HDP iktidar yada iktidar ortağı olması kaçınılmaz olduğu için bütün bunlar.
    HDP hızla yerellerden beslenip aşağıdan yukarıya YEREL SÜREÇ YÖNETİM PROGRAMLARI ndan beslenerek önümüzdeki 10 yılın politik programını neyi nasıl kimlerle ne yapacağını sistem mağduru milyonların gelecek hayallerini beklentilerini bizzat halkın katılımı yerinde doğrudan demokrasi ile programlaştırabilir ve kadro partisinden PROGRAM partisi YEREL DİNAMİKLERİN PARTİSİ Etik demokratik değerlerin partisi olabilirsek
    geleceğin iktidarı olmamız hayal değildir.
    Sırf bu gidişi engellemek için seçimleri bile iptal etmeye çalışacaklar
    Bundan sonra top HDP de bizdedir bizim dışımızdaki nedenleri engelleyemeyiz bizden kaynaklı yetmezlikleri giderip halkımızın gelecek beklentilerinin politik PROGRAMı ile demokratik siyasete müdahele edebilirsek başaracağız

  23. özgürlükçü

    Oğuzun yorumuna yaptığın katkıya bi daha bak zileli
    ana fikri ne faşist kırık diş yolunmuş tüylü çakal oğuzla aynı fikirdeyiz anlamına gelen cümle kurmuş olmayasın??????

  24. marxist argüman

    cakal oguz’un 13 nolu yorumuna cevap:

    (sayin zileli, oguz adli bu cakal HDP’ye cakal diyor, siz bunda bir sakinca görmemissiniz. ben bu sifati bu yorumcuya geri iade ediyorum, umarim bunu da anlayisla karsilarsiniz)

    bana bak cakal oguz, senin gibi türk milliyetcileri ve devletiniz T.C. kuruldugundan beri kurt gibi, cakal gibi kürt halkinin icine dalmissiniz. birde kalkmissin sanki durum tam tersi imis gibi HDP’yi halkin arasina dalmi$ cakal diye adlandiriyorsun. bundan sonra yazacaklarina dikkat et, yorumlarin cevapsiz kalmayacak cakal!

  25. özgürlükçü

    ”belli çevrelerce parlatılan Demirtaş”’
    Necip fesatlanmadanmı bilinmez nedense bereketli toprakların yiğit evladı Demirtaş bir çok insanı rahatsız etmesi tesadüf olabilirmi???
    ””bi çevre bulda seni beni parlatsınlar????parlamak için neler veririm deyip çırpınanlar nedense parlamıyor??
    Hiç aklına pratik özgürlükçü toplumsal devrimci mücadeleden çıkıp biriktirdiği teorik pratik leri pratik zekası ve bütün özgürlükçü toplumsal devrimci birikimlerin devamı olan geleneklerin servisi ile olabileceği bu seviyede başarılı olabileceği hiç aklına neden gelmez???
    Zilelinin aklına gelmemesini anlarım çünkü zileli bu mücadelenin en devrimci öncüsü olarak o yeteneğin kendisi olduğunu geçmiş devrimci birikimlerin servisinin kendine yapıldığını sandığından Demirtaşın bu performansını başka komplolara bağlaması normal da sendeki fesatlanma nedenki?????
    yoksa sende zileli gibi en devrimci öncülüğe mi talipsin????
    çık sokağa
    bu iklimde HDP ye yapılanın haksızlık olduğunu
    çevreni saran ırkçı şöven faşist linç gürühünün önünde haykır da dötünü görelim????????
    Haaa bu zor geliyor tabii o zaman bunları yapmamak için Bunlar bunu haketti seviyesinde cümleler kurmak
    bunlar milli zilli değil dışardan beslenen hayin edebiyatı yapmak daha güvenli değilmi???
    sizin yukardaki oğuz ırkçı millici faşisten bir farkınız olmalı ama ne anlayamadım?????
    yoksa artik ben daha iyi binerim diyen binali ve sarayın efendisindenmi korktunuz anlayamadık???
    Söz söyleme hakkını bile engeleyip demokratik siyasetin zeminini yok edecek seviyedeki bu olup biteni onaylayan yerden bakanların bütün bunları yapanlardan farkı yoktur?
    Hala HDP yi akp iktidar işbirlikçisi sanıp kendi işbirliği ve objektif çıkar ilişkisini saklamaya çalışanların şu iklimde asıl yerini solda demokraside özgürlükte göstermeye çalışıp bu değerlerin bedelini en ağır şekilde ödeyenleri suçlaması İRONİ değilse nedir????????

  26. özgürlükçü

    Necip HDP hakkında bildiklerin pkk ezberinle zehirlenmiş hi,ç anlamamışsın yada her akşam tv lerde tekrar edilen yalanlardan zihnin zehirlenmiş

  27. Kılıçdaroğlu, aklı sıra AKP’nin karşısında “ustaca” taktikler izlediğini sanıyor. Oysa diktatörlük buldozeri karşısında bu tür “ince” taktiklerin hiçbir geçerliliği yoktur. Diktatöre ve diktatörlüğe doğrudan karşı durmadığınız sürece bütün taktikleriniz, bu son olayda da görüldüğü ve görüleceği gibi, aleyhinize işleyecek, diktatörlüğün önünü açmaya yarayacaktır.

  28. Kusura bakmayın, bazen gözümden kaçıyor.

  29. Ben sınıf olarak burjuvaziden öz etmiştim.

  30. “Çakal” tanımlamanız gözümden kaçmış. Özgürlükçü’nün itirazı doğru. Nitelemenizi ben de kınıyorum.

  31. marxist argüman

    16 nolu yorumcuya cevap:

    (sayin zileli, okuyucularinizin sorularini yüzeysel olarak geci$tiriyorsunuz, neden?)

    soru sorman, olan biteni anlamaya cali$man sevindirici. burjuvazi genel anlamda sehirli zenginler sinifi anlaminda kullanilir. burjuva demokrasilerinde nasil ki calisanlari temsilen sendikalar varsa, isveren/kapitalist sinifinin cikarlarini temsilen isveren örgütleri vardir. bunlardan TÜSIAD daha cok laik kemalist fraksiyona yakin dururken, MÜSIAD müslüman/dindar kapitalistlerin örgütü oluyor. isveren/kapitalist/burjuva sinifinin ne düsündügü bir sir degil, basin aciklamalari ile fikirlerini kamuoyuna acikliyorlar zaten. bu i$veren örgütlerinin internet sayfalari da mevcut, i$s dünyasi/özel sektör ne düsünüyor diye merak ediyorsaniz bunlarin internet sayfalarina bakmaniz lazim. TÜSIAD’in basin aciklamasi:

    “Cumhuriyetimizin ve demokrasimizin temel değerlerinden laiklik ilkesinin yeni Anayasa’dan çıkarılmasına yönelik TBMM Başkanı’nın açıklamasından büyük bir üzüntü ve rahatsızlık duyduk.

    Laiklik ilkesinin yeni Anayasa’dan çıkarılması önerisini kaygı verici ve kabul edilemez buluyoruz.

    Laiklik başta olmak üzere akıl, bilim, hukuk ve özgürlük üzerine inşa edilmiş Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmaya devam edeceğiz.”
    TÜSİAD Yönetim Kurulu

    MÜSID basin aciklamasi:

    “Demokrasilerin vazgeçilmez aracı seçimlerdir. Ülkelerin seçime gittiği gibi siyasi partilerin de kendi içlerinde seçime gidip yeni bir Genel Başkan seçmesi de çok doğaldır. MÜSİAD olarak, bu süreçte Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Sayın Binali Yıldırım’ın Ak Parti Genel Başkanlığına aday olarak belirlenmesini büyük bir memnuniyetle karşıladık. İmza attığı projelerle İcraatçı Bakan ünvanını alan, Ak Parti’nin kurucularından Sayın Binali Yıldırım’ın tecrübesi ve vizyonuyla, şimdiye kadar olduğu gibi, ülkemize bundan sonra daha da önemli katkılar sağlayacağına inancımız tamdır. Ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını dilerim. İş dünyası olarak, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, ülkemizin geleceğinin inşaasında hükümetimizle birlikte çalışmaya devam edeceğiz.

    Bu vesileyle, görevini devredecek olan Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’na da teşekkür etmek istiyorum. Sayın Davutoğlu, zor zamanlar geçirdiğimiz günlerde, duruşu ile ülkemize çok önemli katkılar sağlamıştır. Görev süresi içerisinde yapmış olduğu hizmetlerden dolayı kendisine minnettarız. Gelecek hayatında kendilerine başarılar dileriz.”

    Nail Olpak MÜSİAD Genel Başkanı

  32. marxist argüman

    “CHP neden dokunulmazliklarin kaldirilmasina evet dedi, anlamakta zorlaniyoruz, cok $a$irdik” diyen “özgürlükcü” idealistler kilicdaroglu’nun aciklamalarina baksinlar. “baktik ama yine de anlamdik” diyenlere ben tercüman olayim. ne diyor kilicdaroglu: “bizi terör ile beraber hareket ediyorlar gibi göstermek istiyorlar”. birde “dokunulmazliklarin kaldirilmasi yasasi cikti, terörü bitirsinler görelim.” kilicdaroglu’nun terör dedigi kimdir: “bölücü” kürt ulusalcilari ve legal partisi HDP. kilicdaroglu’nun bu aciklamasindan neyi anliyoruz: devletin izni ile kurulmu$, iktidara talip olmu$, devleti ve toplumu yönetmeye aday siyasi bir parti her$eyden önce devletin bekaasi, milli cikarlar söz konusu oldu mu, kendini ispat etmek zorundadir. CHP’nin de yaptigi bundan ibaret. (özgürlükcü mahlasli yorumcu, devletin “tornasindan gecmek” derken neyi kastettigimi anladin mi $imdi. sen hala HDP’nin türk devletini ve türk toplumu yönetmeye aday oldugundan bahsediyorsun, kardes sen hangi dünyada ya$iyorsun?)

  33. özgürlükçü

    Oğuz çakalına verdiğim cevaplar sansürlenmiş??????
    o cevapları sansüre değer bulunan kelimeleri noktalayarak sitede görmek istiyorum
    HDP yi bu seviyede hakaretle aşağılayan oğuz faşistine cevabımı içindeki kelimeler bahane edilerek sansürlenemez???
    o kelimeleri karartarak verin yoksa sansürcü ilan edeceğim??

  34. “fesatlanmadan mı bilinmez nedense bereketli toprakların yiğit evladı Demirtaş bir çok insanı rahatsız etmesi tesadüf olabilirmi???”

    Bilmem. Baskalarinin adina konusacak ne yetkim var ne de bilgim.

    Ben kendi adima, durumu boyle goruyorum.

    “bi çevre bulda seni beni parlatsınlar???? parlamak için neler veririm deyip çırpınanlar nedense parlamıyor??”

    Boyle bir talebim yok, belki de ondadir.

    Bir de, evden kacan kizlardan birini birileri ‘artiz’ yapti diye aniden hayran olmak ya da saygi duymak zorunda degilim. Dahasi, boyle bir durumda, ‘artiz’ yapilanin asil yeteneginin sahnede/filmde rol yapmak yetenegi olmayabilcegini de dusunurum.

    Belki de sizin aliskin olmadiginiz kadar munafik bir degerlendirme filtrem var benim.

    Eger oyleyse, sizin saf ve temiz ruhunuza hayranligimi ifade etmeme izin verin lutfen.

    “Hiç aklına pratik özgürlükçü toplumsal devrimci mücadeleden çıkıp biriktirdiği teorik pratikleri pratik zekası ve bütün özgürlükçü toplumsal devrimci birikimlerin devamı olan geleneklerin servisi ile olabileceği bu seviyede başarılı olabileceği hiç aklına neden gelmez???”

    Geldi tabii, gelmez mi..

    Ama, daha sonra, aniden etrafinda koparilan kampanyaya baktigimda –nasil desem– bir tur Mirkelam vakasi gibi durdugu kanaatine vardim.

    “Zilelinin aklına gelmemesini anlarım çünkü zileli bu mücadelenin en devrimci öncüsü olarak o yeteneğin kendisi olduğunu geçmiş devrimci birikimlerin servisinin kendine yapıldığını sandığından Demirtaşın bu performansını başka komplolara bağlaması normal da sendeki fesatlanma neden ki?????”

    Ben Gun beye ne nispet olsun diye ne de rezonans olsun diye yazmiyorum.

    Konuya donecek olursam: Ben de Demirtas’tan epeyi umitlenmistim. En azindan yeni seyler (sorunlara yeni cozumler) getirmesi acisindan. Fakat, oyle cikmadi. Bir tur Tansu Ciller oluverdi –ne dediginin cok zaman farkinda olmayan, siyaset konusunda abes camlar deviren..

    Bu, komplo mudur degil midir, bilmiyorum. Ocalan belki biliyordur.

    “yoksa sende zileli gibi en devrimci öncülüğe mi talipsin????”

    Benden hicbir zaman devrimci olmazdi, simdi hic olmaz.

    “bu iklimde HDP ye yapılanın haksızlık olduğunu çevreni saran ırkçı şöven faşist linç gürühünün önünde haykır da dötünü görelim????????”

    HDP’ye gonul veridiginizi, benim dediklerimin de zulf-u yare dokundugnu anliyorum. Sizi uzduysem ozur dilerim –amacim o degil.

    Fakat, HDP’ye ne olduysa ya kendinden oldu (yahu, nedir bir ikiz baskanlik garabeti [1]), ya da PKK tarafindan. HDP ne dediyse PKK onu bosa cikarmadi mi?

    Sirf bu celiski dahi bir tur komplo degil midir? [komplo: baskalarinin haber olmaksizin alinan ve uygulamaya konulan kararlar/eylemler.]

    “Haaa bu zor geliyor tabii o zaman bunları yapmamak için Bunlar bunu haketti seviyesinde cümleler kurmak bunlar milli zilli değil dışardan beslenen hayin edebiyatı yapmak daha güvenli değilmi???”

    Ben, ‘hain edebiyati’ yapmiyorum. Yok, olmadi, duzeltiyorum, yaptigimi sanmiyorum –yani, farkinda olmadan yapmis olabilirim; ama, nerede yaptigimi gostermenizi rica edecegim.

    Gelelim ‘milli’lik konusuna.. Evet, sunu kabul ederim: Bende de, baskalarinda oldugu kadar, bir ‘biz’ duygusu vardir. Benimki (benim baktigim yerden) oldukca genistir: Dogu Roma sinirlari icinde kalan heryer ‘biz’dir. Bu ‘biz’e disaridan birilerini muhatap kilmanin buyuk resimde faydali olmadigini dusunurum.

    Bu baglamda, Demirtas’in konuyu uluslararasi platforma tasimasini cok da akillica bulmadim.

    Beni bu yuzden elestirecekseniz, raziyim.

    “sizin yukardaki oğuz ırkçı millici faşisten bir farkınız olmalı ama ne anlayamadım?????”

    Irkci degilim. Fasist hic. Yeter mi? 🙂

    “yoksa artik ben daha iyi binerim diyen binali ve sarayın efendisindenmi korktunuz anlayamadık???”

    Yahu, nesinden korkacagim? Benim ikbalim oraya/onlara bagli degil ki. Olsa bile, dogru bildigimi soyleyemeyecek kadar dusmedim. Inceldigi yerden kopar, cok olsa.

    “Söz söyleme hakkını bile engeleyip demokratik siyasetin zeminini yok edecek seviyedeki bu olup biteni onaylayan yerden bakanların bütün bunları yapanlardan farkı yoktur?”

    Soz soyleme sanati.. Evet, iyi bir seydir. Ama, benim acimdan yeterli degil. Ne dedigi, ne onerdigi cok daha onemli.

    “Hala HDP yi akp iktidar işbirlikçisi sanıp kendi işbirliği ve objektif çıkar ilişkisini saklamaya çalışanların şu iklimde asıl yerini solda demokraside özgürlükte göstermeye çalışıp bu değerlerin bedelini en ağır şekilde ödeyenleri suçlaması İRONİ değilse nedir????????”

    O onlarin meselesi.

    [Not: Sizin Tarsus’tan verdiginiz orneklere benzer ornekler de iceren, benim hayatimdan bir kesit yazmistim. Hem uzun oldu, hem de anekdotal olmaktan uzaga gitmez diye gondermekten vazgectim.]

  35. Dipnotu unutmusum.

    [1]: Yilalr once diyar-i kuffaardan birinde univerisitedeyken dogum tarihimi sordular arkadaslar, dogum gunu kutlamak icin. Benim cevabim biraz karisik oldu; cunku, gercek dogum tarihim ile nufus kutugune kaydedilen arasinda bir kac ay fark vardi. Neden oyle oldugunu anlatamadan, arkadaslardan birisi “Baban, senin kendisinden olduguna emin olamadigi icin mi?” diye sorduydu. Afalladim tabii. O da olabilirdi tabii ki, ama muhtarin tembelligindendi. Anlatmak uzun surer diye vazgecmistim.

    Simdi.. Kurt cograyasinda ve HDP’deki bu ikiz baskanlik seysi de bana biraz garip geliyor. ‘Birine guvenmiyorlar da ikisini mi bitisik ikiz haline getiriyorlar?’ diye sormadan edemiyorum.

    Bana, hep, birisi bir damarin, digeri de baska bir damarin temsilcisi gibi geliyor..

    Mantikli bir aciklamasini da bugune kadar duymus degilim –demoktasi/demokratiklik filan gibi lafazanliklari ciddiye almiyorum.

  36. sen noktala da yolla. Hizmetçin yok burada.

  37. marxist argüman

    özgürlükcü, oguz’a cevap ben yazdim, yeter abartmayalim. merak ettim, sen niye noktalama i$aretleri kullanmiyorsun? “benim kitabimda noktalama yazmaz” mi diyorsun yoksa matematik agir geldi der gibi nokta, virgül agir geliyor, mu diyorsun. bilgisayarin klavyesinde nokta, virgül yoksa sözcük olarak yaz. örnek: “oguz elime gecersen” nokta nokta

    softa necip, demagogik özelliginin yaninda birde komlo teorilerine meyleden bir egilim/trend sende tespit ettim. insanlarda ki bu “komplocu” ku$kuculugun kaynagida yine bilgisizlik, cehalettir. e$ ba$kanlik konusunda cehaletini yine ortaya sacmi$sin. bazi okuyucular gibi, $unu bana biri aciklayabilir mi, desen, ba$im gözüm üstüne, fakat hem cahil hem cok bilmissin! bende bazen ta$/magara devrinden kalmi$ bir insan intibasi birakiyorsun. fakat sana artik kötü bir kader gibi katlanacagiz. ya sabir!

    siyasi bir partide “e$ ba$kanlik” “kadin kotasi” uygulamasini HDP alman yesiller partisinden kopya etmistir. alman yesiller ve sol partisinde(die linke) biri kadin ve biri erkek olmak üzere uygulamasi hala var. uygulamanin mantigi kadin-erkek e$itligi. burjuva demokrasilerin de secimlere, oy sandigina genellikle/normalde fazla ilgi duymayan kadinlari siyasi hayata kazanma amaci güder. e$ baskanlik uygulamasini kapitalist isletmelerde bazen kullanirlar. örnek: alman ve fransiz ortak sermayesi ile kurulan airbus firmasi belli bir süre biri alman biri fransiz iki ba$kan uygulamasi yürürlükteydi. sonradan alman ba$kanda anlastilar.

  38. marxist argüman

    “e$ ba$kanlik” meselesine ek:

    bu uygulama belediye ba$kanlari HDP’den olan kürt illerinde de var. fakat anladigim kadari ile kürt hareketi bu uygulamayi kürdistan da “kadin-erkek” e$itligi ilkesinin gereginden cok $u amacla kullaniyor: devlet, kürt hareketinin yapilanmalarindan biri olan KCK operasyonlarinda cogu zaman bu belediye ba$kanlarini degilde e$ ba$kanlarini tutukladi. benim burdan cikardigim sonuc: devletin istihbarati e$ ba$kanlari “paralel yapi” KCK üyeleri olarak tespit etti. hatirladigim kadari ile de HDP’li belediyelerde ki bu uygulamayi T.C. mahkeme karari ile yasakladi.

  39. “siyasi bir partide “e$ ba$kanlik” “kadin kotasi” uygulamasini HDP alman yesiller partisinden kopya etmistir.”

    Nereden kopya ettiklerini sormadim.

    Mazallah, Almanya’daki ornekleri intihar edecek olsa, HDP’yi de tumden kaybedecek miyiz?

    “sonradan alman ba$kanda anlastilar.”

    Durduk yerde ikizden bire neden donduler acaba?

    Biseksuel/hermafrodit bir Alman mi buldular?

    Yesiller, Die Linke veya HDP bulamiyor mu?

  40. CHP
    anayasa mahkemesine yapılacak başvuru için imza verecek mi?
    Verirse ne olur?
    Vermezse ne olur?

    Vermeli!
    Rest’i görmeli!
    Hayat ne çok fırsat sunuyor.. Değerlendirene elbette.. Hayata kızmak, hayatı anlayamayan ya da zamanında gereken cesareti gösteremeyenlerin tavrı. (Zayıf-güçsüz zavallıların!)

    Belki de CHP için köprüden önce son çıkış! Ya diktatörün kuzu muhalefeti olacak; hem de bir süre sonra bu korkaklığı için onu suçlayabilir bile! “Siz PKK’lısınız; gönlünüzden geçti, yapamadınız!” Zavallılar.. Sonunda salya sümük diz çökecekler, “valla gönlümüzden de geçmedi…” Bağırlarını açıp kanıtlamaya kalkışacaklar…
    Ya da sol, demokrat, laik seküler damarlarına sarılacak, ayaklanacaklar.. (Bu olasılık zayıf olanı..)
    **
    Bu ülke sevilmez mi?
    Her an, her şey olabilir..

  41. özgürlükçü

    Ne hizmetçisi????
    16 nolu Oğuz’un yorumunu gördüğüm andaki cevabımı soruyorum.
    ne gönderdiğimi bende merak ediyorum kızgınlıktan sinkaf içermiş olabilir
    kayıtlarınızda mutlaka vardır
    hani ”yorumunuz onaydan geçip yayımlanacak”diyen yer biliyor her halde
    engellenen yorumu bulmak hizmetçilik olmasa gerek
    yoksa zileli oğuzgillerin sitede çoğalıp egemen olmasınımı istiyor anlayamadım
    kendi söyleyemediğini başkasına söyletmek harika!!!!!
    Aynada kendime baktım dişleri kılları dökülmüş çakala pek benzemediğimi gördüm.
    Oğuzgiller ve avenesinin çakallığı milli zilli çakma çin malı faşistliği çok sırıtıyor cevabımız bile engellendi şaşırdım????

  42. 75 ASALAK MADENCİ YERİN ALTINDA KİMSENİN HABERİ YOK!

    Zonguldak’a bağlı Kilimli’de dört aydır ücretlerini alamadıkları için iş bırakan ve dün de açlık grevine başlayan madencilerden üçü rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı.

    Bundan önce yedi işçinin daha rahatsızlanması nedeniyle 85 işçiyle başlayan eylem şu anda 75 işçiyle sürüyor.

    Kilimli’nin Gelik beldesinde faaliyet gösteren Deka Madencilik A.Ş. ve bu şirkete ait Balçın Madencilik’te çalışan 120 maden işçisi, ocak ayından itibaren ücret alamadıkları için 4 Nisan’da iş bırakmıştı.

    Bu tarihten sonra Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen ‘FETÖ/PDY’ soruşturması kapsamında maden şirketine kayyum atanmıştı.

    İşçiler ücretlerini alabilmek için hem valilik önünde hem de kent merkezindeki yedi katlı iş hanının çatısına çıkarak oturma eylemi yapmıştı. Ancak haklarını alamayan işçiler geçtiğimiz çarşamba günü gece yarısı kömür ocağına girerek eylem başlatmıştı.

    Üç işçi hastanede

    Dün sabah üç işçi daha rahatsızlanarak arkadaşları tarafından ocaktan çıkarıldı. Ocak önünde bekleyen 112 Acil ekibinin ilk müdahaleyi yaptığı işçiler Mehmet Top, Hakan Gücük ve Ercan Doğdu, ambulansla Atatürk Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. İşçilerin sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi.

    Toplam 10 işçi rahatsızlıkları nedeniyle ocaktan çıkarken, 75 işçi yer altındaki eylemlerini sürdürüyor. İşçilerin, ücretleri ödenip diğer haklarını alıncaya kadar eylemlerini sürdüreceklerini söyledikleri belirtiliyor.

    Maden ocağındaki işçilerin aileleri de ocak girişindeki yolda endişeli bekleyişlerini sürdürüyor. Önlem alan polisler, aileler ve destek için gelen diğer işçilerin ocak önüne gitmesine izin vermiyor.

    Fotoğraflar:

    (1)
    http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2016/05/zonguldak-isci4.jpg

    (2)
    http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2016/05/zonguldak-isci.jpg

    22 Mayıs

  43. özgürlükçü

    Necip
    cevapların cevaptan çok kaçamak olmuş HDP eşbaşkanlığı meselesini merak etsen hdp nin kendi metinlerinden nedenlerini anlardın sen baştan bir konuda mesafeli olduğunu söylesen anlarım.bunun yerine nedenini anlayamadığım açıklanamayan uygulama gibi hdp eleştirisi yapmak diğer konularda dırekt sana soru olmayıp genel anlayış eleştirilerinden bir kısmını üstüne alıp bir kısmını üstüne almamak benim meselem değil yapan düşünsün gibi
    cevaplar hiç olmamış.
    millilik biz onlar itirafın yerini açıklıyor
    bundan sonra insanlık ailesi cümlesi kuramasın???
    hala zerk edilen zehrin zihninde yarattığı örümceklenme refleksi veriyorsun.
    söz söyleme hakkı engellenenlerin söyleyecek sözünün içeriği nasıl olabilir????
    ne söylediğini merak ediyorsan önce söz söyleme hakkına saygı duyman gerekmezmi?????
    haaa sizin ne söylediğinizi ben önceden biliyorum değeri yok söz hakkınız olmasada fark etmez diyorsan başka????
    zaten herkez için en iyi sözü bilip söyleyip yapan efendin varsa başkalarının parazitine gerek yok demek istediysen olabilir?????
    olmuyor necip???????

  44. özgürlükçü

    argüman
    noktalama dil bilgisinden çaktım
    mazur gör ana dili lazca olan biriyim
    Türkçeyi sonradan okulda öğrendik
    birazda tembellik teknoloji özürlü
    muradımı anlatabildiğimi sanıyorum varsa noktalamadan yanlış anlaşılma düzeltmeye çalışırım
    vites atma yok da yanlışlık yetmezlik düzeltmesi var!!!!

  45. marxist argüman

    softa necip’in 35 nolu yorumuna cevap yazmadan önce müsadenizle önce bir “ya sabir!” cekeyim.

    softa necip, böyle devam edersen senin anlama/idrak etme kabiliyetinden umudu tamamen kesmek zorunda kalacam. “e$ baskanlik” “kadin kotasi” gibi uygulamalar burjuva demokrasisinin zirvesi oluyor güya. ben komünist olarak burjuva demokrasisinin hayrani degilim. böyle konulari ogürsel, özgürlükcü, sayin zileli gibi demokrasiyi idealize edenlerle tarti$. ben sana günümüz demokrasilerinde bu uygulamanin fonksiyonunu, mantigini anlatmaya calisiyorum. siyasi bir yönetim bicimi olarak demokrasi kapitalist ekonominin ikizidir. fransiz devrimini baslangic noktasi olarak kabul edebiliriz. burjuva piyasasinda söyle söylemler cok duyariz: gelismis/istikrarli demokrasi, geri/istikrarsiz demokrasi. mesela kadin kotasi uygulamasi gelismis demokrasinin raconlarindan biri oluyor. öcalan kürt sorunun cözümünü demokrasi eksikligine bagladigi icin, “demokratik” sifatini sihirli bir sözcük gibi kullanmaya basladi. hedef demokratiklesme olunca, bu konuda örnek alinanin, kopye edilenin demokrasinin parlayan yildizlari amerika ve avrupa olmasi dogal. HDP de bir parti olarak belli ki alman yesiller ve sol partisini inceleyip, bu partilerde ki “ileri demokrasi” uygulamalarini benimseyip kopye ediyor. alman ye$iller partisi bu kadin kotasi ile kadin secmenlerin ilgisini cekince sosyal demokratlar ve hristiyan demokratlarda ayni uygulamayi biraz farkli bir sekilde benimsediler. yani meselenin özü, vatanda$i siyasete katmak. demokrasi denilen siyasi yönetim biciminin basari sirlarindan birisi de budur. devleti yöneten siyasetciler vatandasi mümkün mertebe siyasete, tabii ki devletin yüksek cikarlarini gözeten siyasete, katmaya calisirlar. neden? secildikten sonra $unu diyebilmek icin: “sevgili vatandaslar, bizi yönetici olarak sectiniz, bize oy verene de vermeyene de tesekkür ediyoruz. önemli olan sizin sandiga gitmeniz. madem bize yetki verdiniz, simdi 5 sene itiraz etmeden cenenizi kapatin. bizden memnun kalmazsaniz, 5 sene sonra nasil olsa yeniden secimler var, baska bir devlet büyügünüzü sizi gütmesi icin secersiniz. kendinize coban tayin etmede özgürsünüz, bu demokratik hakkinizin kiymetini bilin, bu hakka sahip olmayan talihsiz uluslar da var. bizi hükümet kurmak icin sectiniz, simdi artik sadece kendi partimizin ve kendi secmenimizin cikarini degil herseyden evvel devletin cikarlarini gözeterek yönetecegiz.” demokrasi denilen sirk/tiyatro özetle budur. fakat isin ilginc yani demokrasi sirki tüm dünya tarafindan bir “insanlik degeri” olarak görülür. bu insanlik degerinin öncü gücü amerika devleti 2. dünya savasindan sonra kurdugu “amerikan dünya düzeni” cercevesinde diger memleketlere de demokrasi+kapitalist ekonomiyi ihrac edip duruyor.

    softa necip, airbus sirketinde ki e$ ba$kanlik sisteminin kadin erkek esitligi ile alakasi yok. kapitalist ekonominin prensibi biliyorsun parayi veren düdügü calar. ayrintisini bilmiyorum, merakta etmiyorum, fransizlar alman baskana razi olmuslarsa burda belirleyici olan iki faktör var: kim ne kadar sermaye koymus ve kimde ne kadar teknoloji/teknolojik bilgi var. demek ki alman’in sermaye ve teknolojisi agir basti. sen kendinde firma sahibi zengin bir kapitalistsin, bu kadarini tahmin edebilecegini düsünmüstüm. softa necip, bu ara i$siz kaldim, sen firmanda bana uygun bir i$ var mi? ne i$ yaparim abi!

  46. marxist argüman

    son cümle “ne i$ olsa yaparim abi!” bu cümle ayni zamanda kapitalist ekonomi de isveren-i$ci ili$kisinde ki asimetriyi, calisanlarin isverene bagimliligini/muhtacligini ifade eder.

  47. 35 Necip..
    bu ezilmiş halk ile bu alayın ile kendinden utan..
    iyi şeyleri kopya eden çocuklar alkışlanır.. ve istenir ki.. zamanla içselleştirsin..
    züppe..
    tuzu kuru acımasız bencil küçük burjuva..
    100 yıldır ez, ez.. suyunu verme, gölge yap, gübresini ye! sonra da böyle konuş..
    kendinden utan…

  48. Necip,
    derdin ne senin?
    [Not: Sizin Tarsus’tan verdiginiz orneklere benzer ornekler de iceren, benim hayatimdan bir kesit yazmistim. Hem uzun oldu, hem de anekdotal olmaktan uzaga gitmez diye gondermekten vazgectim.]

    Ben Tarsus’tan mı örnek verdim?
    Bu ülkedeki 100 yıllık Kürt halkı gerçekliğini mi somutladım..
    Bu kasıtlı anlayışsızlığın hoş değil..

    İki olasılık var.. (Burada sohbet etmenin..)
    Vicdanın huzursuz. Gorki’nin “edebiyat yaşamımda” yazdığı bir patron kadın var.. “paraları istifledik ama bundan sonra ne olacak” diyen gibisin. Ama kendi tuttuğun yolun “doğru” olduğunu kendine kanıtlamak istiyorsun..
    İkinci olasılık… tuttuğun yolun doğru olduğuna eminsin; burada sağlama yapmak istiyorsun. Şu anda görünümün bu…
    *
    samimi ol…
    şu sefil dünyada ancak böylece daha iyi zaman geçirebilirsin…
    Keskin polemik yazılarım şahsına değil, samimiyetsiz, hakkaniyetsiz, demogojik, kibirle davranan yöntemi aşağılamak içindir…
    Bilgi, kavrayış, seziş, samimi arayışın önünde değildir; çünkü işlevsel bilgi bu arayış yöntemi ile elde edilendir.. O “şeytan yamağı” bunu bilmez.. bu YÖNTEM önemlidir…

  49. kasaba bıçak temin eden başka biri;

    İlker Başbuğ’dan imam hatip okullarına destek
    Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ: İmam hatip okulları ve ilahiyat fakültelerini kapatırsanız, ortaya cemaatler, onların yetiştirdiği adamlar çıkıyor
    Almanya’nın Köln kentinde, Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyon’un (Avrupa-ADD) düzenlediği 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk konulu toplantıya Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ konuşmacı olarak katıldı. Türkiye’nin sıkıntılı bir dönemden geçtiğini belirten Başbuğ, toplumun bölünmüşlük yaşadığını ifade etti. Konuşmasında ayrıca, imam hatip okulları ve ilahiyat fakültelerinin Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kurulduğunu hatırlatan Başbuğ, bu okulların bir dönem kapatılmasını eleştirdi. İlker Başbuğ, Bu okulları kapatırsanız ortaya cemaatler, bilmem neler, işte onların yetiştirdiği adamlar çıkıyor dedi.
    ZOR BİR DÖNEMDE GEÇİYORUZ
    Leonardo Royal Otel’de düzenlenen toplantıda Türkiye’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ şunları söyledi Benim değerlendirmeme göre toplumsal olarak zor bir dönemden geçiyoruz, o bir gerçek yani. Türkiye Cumhuriyeti olarak, tarihsel olarak Cumhuriyetin en karmaşık hatta toplumun bölünmüşlüğü açısından gerçekten çok ciddi, her konuda nerdeyse bölünme içinde olduğu bir an içindeyiz. Dolayısıyla bu süreçten nasıl çıkacağız önemli bir konu. Amam önemli olan şu, konulara sadece görmek istediğimiz veya söylemek istediğimiz noktalardan bakmamak lazım. Çok ani reaksiyon gösteriyoruz, ani. Kimsenin toplumun ikiye ayrılmasından mutluluk duymaması lazım. Bütünlüğe ihtiyacımız var, belki de birbirimizi daha doğru anlamaya ihtiyacımız var. Empati yapmaya ihtiyacımız var ama bu yok. Hep karşılıklı gerginliklerle geçiyor. Bu konuda siyasetçilerin devlet adamı olma noktasına gelmeleri lazım. Bugün Türkiye’de esas sorun da kültürel bölünmüşlük. Yaşam tarzları farklı. Türkiye’nin bir kısmının yaşama bakışı, yaşayışı farklı, öbür taraf çok farklı. Halbuki bir sentezin olması lazım yani bütünleşmesi gerekiyor. Bunu bütünleştirmek için iki tarafa da görev düşüyor. Ben onu yapmaya çalışıyorum.
    CUMHURİYET TARİHİNDEKİ EN YANLIŞ NOKTALARDAN BİRİ
    Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ konuşmasında ayrıca Türkiye’nin nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman olduğunu belirterek, Tabii ki din adamına ihtiyaç var. Bu din adamlarını yetiştirmek de devletin işi dedi.Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 4. maddesine gönderme yapan Başbuğ, 3 Mart 1924, Tevhid-i Tedrisat Kanununun 4. maddesi diyor ki, ’Yüksek din adamlarını yetiştirmek üzere İlahiyat Fakültesi, imam ve hatip yetiştirmek içinse mektepler açılacaktır.’ Özellikle küçük yerlerde, köylerde, kasabalarda halk din adamlarının söylediklerine çok itibar eder. O zaman bunu yetiştireceksiniz. Peki ne olmuş Kanun çıkıyor ve 1924’de imam hatip mektepleri açılıyor. Maalesef 1932 yılında imam hatip okulları kapatılıyor. Neden İşte Şeyh Sait isyanı var; isyanlar var. Tamam. Bunu neden olarak kabul edebiliriz. Bu okulların kapatılmasına öğrenci sayısının düşük olmasını mazeret olarak gösterenler var ki, belki de Cumhuriyet tarihinde yapılmış en yanlış noktalardan bir tanesi. Bakın aynı zamanda 1924’te İlahiyat Fakültesi açılıyor. O da kapatılacak bir müddet sonra. Kaba çizgileriyle söylersek 30 ile 50 arasında Türkiye’de din adamı yetiştiren okul yok. Ne oluyor o zaman, işte bu adamlar çıkıyor. Cemaatler, bilmem neler, onların yetiştirdiği adamlar çıkıyor. Aydın din adamı diyorsunuz. Yok. Sıkıntı var. Bırakıyorsunuz o alanı. Alanı niye bırakıyorsunuz diye konuştu.
    Saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlayan toplantıda Avrupa-ADD Genel Başkanı Dursun Atılgan da bir açış konuşması yaptı.
    http://www.hurriyet.com.tr/ilker-basbugdan-imam-hatip-okullarina-destek-40107660

    “Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ konuşmasında ayrıca Türkiye’nin nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman olduğunu belirterek, Tabii ki din adamına ihtiyaç var. Bu din adamlarını yetiştirmek de devletin işi dedi.”
    “Tek din ve onu besleyen tek devlet” totaliterliği.

    “Bugün Türkiye’de esas sorun da kültürel bölünmüşlük. Yaşam tarzları farklı. Türkiye’nin bir kısmının yaşama bakışı, yaşayışı farklı, öbür taraf çok farklı. Halbuki bir sentezin olması lazım yani bütünleşmesi gerekiyor. Bunu bütünleştirmek için iki tarafa da görev düşüyor. Ben onu yapmaya çalışıyorum.”
    Yaşam tarzlarının farklılığına, kültürel çeşitliliğe tahammülsüz ulus-devletin tek tip kültür istemesi, yapamadığında farklılıkları bütünleştirmeye (sentez!) zorlaması.

    “Kaba çizgileriyle söylersek 30 ile 50 arasında Türkiye’de din adamı yetiştiren okul yok. Ne oluyor o zaman, işte bu adamlar çıkıyor. Cemaatler, bilmem neler, onların yetiştirdiği adamlar çıkıyor. ”
    Devletin okulda, medyada dayattığı dinin zorbalıkta ve yobazlıkta bunlardan geri kalan bir yanı var mı?

  50. Çok sıkça gördüğüm bir durumu burda da görmek beni şaşırtmıyor. Televizyonu açtığım anda RTE bunu zaten sıkça yapıyor. Bazı kürt faşist argumanları sosyalist maskesi ile sunanlar da aynı patalojik sendrom içinde. Buna psikoliji de yansıtma psikolojisi diyorlar. Bazı tartışmaları daha iyi analiz edebilmek için farklı disiplinlere de ihtiyaç oluyor. Psikoloji ve sosyloloji bunların başında geliyor. Nedir peki bu yansıtma psikolojisi?

    Savunma mekanizmaları
    Savunma mekanizmaları, Freudyan psikanaliz teorisinde bireyin gerçekleri maniple, yadsıma ya da çarpıtmak ve böylece sosyal olarak kabul edilebilir bir öz-imajı korumak ve sürdürmek için bilinçsizce geliştirdiği psikolojik stratejilerdir. Genel olarak sağlıklı bireyler hayatları boyunca farklı türde savunmalar kullanır. Ego savunma mekanizmasının sürekli kullanımı bireyin fiziksel ve/veya ruh sağlığını olumsuz etkileyerek patolojik hale gelir. Ego savunma mekanizmalarının amacı zihni/benliği/egoyu endişe ve/veya sosyal müeyyidelerden korumak ve/veya zihne/benliğe/egoya baş edemeyeceği bir durum için sığınma sağlamaktır. Savunma mekanizmaları kabul edilemez dürtüler tarafından oluşturulan tehditleri azaltan bilinçsiz başa çıkma mekanizmalarıdır. Savunma mekanizmaları bazen başa çıkma stratejileri ile karıştırılır. Bu mekanizmaları değerlendirmek için kullanılan bir kaynak da Savunma Biçimleri Testi’dir.

    Vaillant’ın savunma mekanizmları kategorizasyonu
    George Vaillant’ın sınıflandırmasında savunmalar psikoanalitik gelişme kademeleriyle ilişkili sürekli bir dizi oluşturur. Buna göre Vaillant’ın kademeleri:
    1. Kademe – patolojik savunmalar (mesela psikotik inkar, hayali yansıtma)
    2. Kademe – olgunlaşmamış savunmalar (mesela fantezi, yansıtma, pasif agresyon (edilgen-saldırgan davranış) , dışa vurma/eyleme dökme)
    3. Kademe – nörotik savunmalar (mesela düşünselleştirme, karşı-tepki geliştirme, ayrıştırma, yer değiştirme, bastırma)
    4. Kademe – olgun savunmalar (mesela mizah, yüceltme, bastırma, fedakarlık, öngörü)

    YANSITMA
    Kendi yaptıklarını başkaları yapıyormuş gibi sanma. Bu kişiler aslında kendisine söylemesi gereken şeyleri karşısındakine söylerler. Kendi eksikliklerinin ve yenilgilerinin sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler. Davranış bozukluğu ve ruhsal bir rahatsızlıktır. Bu kişinin kendisinin yaptığı iftiralar, komplolar, provokasyonlar, yalanları tehdit olarak gördüğüne yansıtır ve onların bunu yaptığını iddia eder. Örneğin herkes hakkında dedikodu yapan biriyse, çevresindekileri onun hakkında dedikodu yapmakla suçlar. Karşısına yansıttığı tüm suçlamaları bire bir kendisi yapar ve suçladığı kişinin bu olaylarla asla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Bunu ne kadar tam yansıtıyorsa o kadar kendini bilmeyen biridir. Bu tarz kişiler sağduyusunu hatta bazen bilincini bile yitirir ve objektif değerlendirme yapamaz. Bu kişilerin egosu kendilerine aşık olacak kadar çoktur. Kendisiyle yani gerçekle yüzleşmekten çok korktuğu için korkuyla doludur. Bu insanlar kendilerini hep masum ve günahsız görürler ve her şeyin sistemden, dış güçlerden veya yöneticilerden kaynaklanmakta olduğu kanaati zihinlerine yerleşmiştir. Kimi insanlar da değersizlik duygularını yansıtarak diğer insanların kendini küçümsediğine inanır. Böyle insanlar başkalarının kendine gösterdiği davranışlara aşırı duyarlıdır; ve reddedildiklerini ya da değersiz bulunduklarını kanıtlayıcı ipuçları ararlar. İç güvensizliğin dış dünyaya yansıtılması sonucu alınganlık sergiler.

    Bu parantezi kapatıp koyun kasap diktatör faşist vs gibi sıfatlar arasında ”çakal” çok mu farklı? Neden içerik yerine alegori konusunda polemik içine giriliyor anlaşılsın istedim.

  51. özgürlükçü

    ne konuşursak konuşalım konu muhakkak HDP ye geliyor
    her akşam Tv lerde de aynı kelli felli prof kof bütün zatlar HDP konuşup hdp yi tüketmeye çalışıyor tv lerde 1 HDP li cevap için bile yok ağır sansür burdada aynı oluyor konu dönüp dolaşıp HDP ye geliyor 1 hdp linin savunması bile sansürleniyor halimizi anladınızmı??????

  52. “Ben Tarsus’tan mı örnek verdim?”

    Belki farkinda degilsiniz; fakat, alintiladiginiz hikaye soyle basliyor: “1970’lerin başı; 11-12 yaşındayım. Tarsus’un sıcak, nemli yaz ayları”..

    “Bu ülkedeki 100 yıllık Kürt halkı gerçekliğini mi somutladım..”

    Sizden somutlamanizi rica etmis degildim. Kendi kaleminizden, kendi tecrubelerinizi/deneyimlerinizi yazmanizi istirham etmistim.

    Siz, onun yerine, anekdotal bir ornek cinsinden, baska birisinin hikayesini aktarmissiniz.

    “Bu kasıtlı anlayışsızlığın hoş değil..”

    Anladigim kadariyla, bir tur “odun yaranin ih deyicisi” ile muhatap oluyorum.

    Siz, bolgeden olmadiginiz halde, orada hic yasamadiginiz halde, bir seyler yaziyor ve bunlari esas kabul etmemizi bekliyorsunuz.

  53. “‘ne i$ olsa yaparim abi!’ bu cümle ayni zamanda kapitalist ekonomi de isveren-i$ci ili$kisinde ki asimetriyi, calisanlarin isverene bagimliligini/muhtacligini ifade eder.”

    Once su: Baskalarina imla dersi vermeden once kendiniz keske bunlara uyabilseydiniz. ‘Ki’lerin ve ‘de’lerin nerelerde ayri nerelerde bitisik yazilmasi gerektigi konusunda orta okul filan kitaplarina biraz daha bakmaniz gerekiyor.

    Gelelim dediklerinize:

    Hayat bu. Herkes bir seylere, birilerine muhtac.

    Siz, sermayenin mutlak bagimsiz oldugunu mu saniyorsunuz?

    Ortalikta yapacak is arayan o kadar sermaye var ki, rakamlari bir bilseniz dudaginiz ucuklar.

    Onlar da ‘ne is olsa yaparim, abi’ diyerek bir o ‘market’e bir otekine gidip duruyorlar. Sicak para dedigimiz de budur zaten.

  54. Cüceye kendi boyundan büyük anlamlar yükleyip cevaplar verdikçe, cüce daha da cüce-leşecek, tüm ikna gücünü kullanmaya çalışacaktır. Oysa hiçbir tutarlı gücü yoktur. O, yine güneşin altında yeni hiçbir şeyin olmadığını söylemeye devam edecektir. Çünkü o, kendi boyu ölçüsüne göre düşünür, ağzından çıkan her sözcük, kendisi gibi aşağıya doğru düşer. Karamsar, art niyetli, kuşkucu, zayıf ve umutsuzdur. Zalim bir sorumluluğu yorumlamaktan korkunç bir haz alır. Bu aynı zamanda yaşamaktan yorgunluğunun, kendisinden olabildiğince bıkmışlığı-nın göstergesidir ama “meraklı”dır. Cüceliğine bakmaksızın gelecek her yorumu çarpıtacak, sizin beyin kılcal damarlarınıza girip özgün ve özgür düşüncelerinize ileri-geri ket vuracaktır. Ve bu cüceler her kimse, bırakın ibreti alem için duvarda yalnız başına asılı kalsın.

  55. Bu site, yazarın ve yorumcuların ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ile dolup taçlanmalıdır. Uzun zamandır takip ediyorum. Hassas konuları yapıcı ve sırasında cesurca dille getiren Zileli, halkların kardeşliği çabası ile, yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal diyerek dengeleri gözetmeye çalışmaktadır. Bu ince çizgi gözetilirken, gereksiz her yoruma cevap verme zorunluluğu yoktur. Yorum yapan arkadaşların da buna özen göstermesi gerekir, aslolan “çözüm önerileri” olduğudur. Zilelinin de, yazının özünden ayrılmadann bu tür yorumlar beklediğini sannıyorum.

  56. özgürlükçü

    Aha da faşist oğuz devletin memuru olduğunu hatta polis yada mitçi olduğunu itiraf etti
    Bunca kızıl kıyametin yapıldığı açık ağır ırkçı şöven faşist saldırılara maruz kalan kürtlere bu gün faşist diyebilen ya polistir yada efendinin görevlisidir??
    zileli mutlumusun????ahada cevabın varmı??????
    senin pisikanalizini dikeyim utanmaz adam!!!!!!
    yetmedimi ülan uçakla kentleri bombalamaya başladın!!
    buna bir cümlen yokta kürtlerin faşistliği nasıl olacak???
    faşizm devlet ideolojisidir
    kürtlerin devleti nerde???
    kendi, yaladığın devleti görmeden sen kimlere faşist diyorsun????
    çakal !!!!!

  57. evet yazmicaktim ama gönül yine yazdiriyor……
    chp icinde kendini sol,sosyalist hatta sosyaldemokrat gören varsa bu partiden derhal cikmazini öneriyorum.
    chp degismez degismecektir bu net görülüyor!!!
    devletin partisi bir asker darbeyi bekliyor bu hep böyle olmustustur en aszindan öyle bir olgu yaratmaya calisiyor.
    kemalist olusum milliyteci irkci anlaysindan vazgecmez cünkü tohumu bunun üzerine kursmustur.
    son meclis oylamasi ve kilicdaroglunun aciklamalari kesin ve netdir bu ülkede teoeden asaga kültürü hakimdir ister akp olsun veya chp……….
    ben kendimce artik halk muhalefetinide kemalistleri görmuyorum,birlesik sol harekti baslamazi sart.zamani geldi mi kemalistlerle masaya otura biliriz ……..onlar daha akil sahipi olamasilar!
    gencleri iscileri köylüleri kadinlari ve evrensel insanlari kazanalalim!!!dinci bir cumhuriyet dogmadan harekete gecelim butün sol insanlar is bize kaldi 🙂 🙂 🙂 baskalrindan medet beklemeyelim

  58. 48 Necip,
    o yazı bana ve çocukluk anılarıma aittir; bir halkın nasıl aşağılandığını, köle gibi çalıştırıldığını o zaman gördüm; hem de kökenim Sünni Türk olduğu halde..
    Senin gibi körlüğünü sevenlere kimse bir şey yapamaz…
    Ama bu körlük elbette insanı makbul vatandaş yapar ve solucan hayatı için gereklidir…
    Samimi olmadığını düşünüyorum… Benden bu kadar…

  59. özgürlükçü

    Adama bak özgürlükçü toplumsal devrimcilere korkak diyor!!!
    Dün Taner yelkenci uluslararası sempozyumunda Tanıl Bora linç kültürünü anlattı linç in temelinde ergen şiddeti örneğinden kalkarak kendi bütünlüğünü sağlayamamış korkularını olumlu tüketemeyen korkakların eylemi sonucuna vardık.
    Oğuz faşistine sormak lazım linçler kimlerce kimlere yapılıyor????
    oğuz gibi milli zilli ırkçı korkak faşistlerce kürtlere ve devrimcilere yapıldığına göre KORKAK kimmiş
    sen hiç kürtlerin çoğunluk olduğu kentte çok sayıda esnaf ve diğer işlerde ikamet eden kürt olmayan türk arap laz çerkez ve diğerlerine kürtlerin saldırıp linç örneği duydunmu?????
    nerenden uydurduğun belli olmayan sosyoloji pisikanaliz uyduruk tahlillerle kendi sorunlarını HDP ye özgürlükçü toplumsal devrimcilere yıkamazsın???
    sitemizden senin gibi çok memur geçti??????
    ama dişleri dökülmüş tüyleri yolunmuş çakal memur şerefi sana ait.

  60. kendine tuttuğun o bencil, çıkarcı, “rasyonel” hayatın için doğrulama-sağlama arıyor, rahatsız vicdanını susturmak mı istiyorsun?
    kendini onların yerine koy; bir “cahil” işçi’nin kuru ekmekle büyüyen evladı ya da bir ağanın Kürt köyünde, bir kerpiç evde doğduğunu düşün.
    Dil öğrenimi 3-6 yaş içinde denilir. Anadili ile 7 yaşında okula gelen bir Kürt çocuğunun hayata 2-0 başladığının farkında mısın? Diğer köleleştirici sebepler bir yana…

    Hiç olmazsa her bebenin, her çocuğun FIRSAT EŞİTLİĞİ’ni savun…
    Beslenmesi, okulları, eğitimi ile bir fırsat eşitliği…
    Bu nasıl olabilir diye düşün.. Nasıl bir ekonomi-politik düzen.. buna kafa yor ve tarafını seç.. Bir işe yaramazsa da vicdanını kurtar! eğer kurtarılacak bir vicdanın varsa elbette…
    .

  61. Kendine tuttuğun o bencil, çıkarcı, “rasyonel” hayatın için doğrulama-sağlama arıyor, rahatsız vicdanını susturmak mı istiyorsun?
    (Alçakça yapılan o “Yüksek” siyasetlerin canı cehenneme!)
    Önerim…
    Kendini onların yerine koy; bir “cahil” işçi’nin kuru ekmekle büyüyen evladı ya da bir ağanın Kürt köyünde, bir kerpiç evde doğduğunu düşün.
    Dil öğrenimi 3-6 yaş içinde denilir. Anadili ile 7 yaşında okula gelen bir Kürt çocuğunun, daha o zamandan hayata “2-0 yenik” başladığının farkında mısın? Diğer köleleştirici sebepler bir yana…

    Hiç olmazsa her bebenin, her çocuğun FIRSAT EŞİTLİĞİ’ni savun…
    Beslenmesi, okulları, eğitimi ile bir fırsat eşitliği…
    Bu nasıl olabilir diye düşün.. Nasıl bir ekonomi-politik düzen.. buna kafa yor ve tarafını seç.. Bir işe yaramazsa da vicdanını kurtar! Eğer kurtarılacak bir vicdanın varsa elbette…

  62. Ben sayın gün zileli nin kitaplarını okuyan kendimce de anarsizme sempati duyan biriydi..bir haftadır bu siteyi takip ediyorum, zileli nin chp yorumu, sitedeki bazılarının siyaset adına düzeysiz yorumlari, yine sorulan sorulara iki cümlelik cevaplar…bende sayın zileli nin aydın haline şaşırdım kaldım..bunu yazıp bir daha da takip etmeyeceğim bir site olduğunu vurgulamaliyim..

  63. “o yazı bana ve çocukluk anılarıma aittir; bir halkın nasıl aşağılandığını, köle gibi çalıştırıldığını o zaman gördüm; hem de kökenim Sünni Türk olduğu halde..”

    Iyi de, kole gibi calistirilan/calistirilmis olan sadece Kurtler midir?

    Siz, cocuklugunuzda sahit oldugunuz icin onu oyle saniyor olabilirsiniz; ama, ben, Karadenizden Istabul’a amele taburlari getirildigini, kimisinin olup/zibarip bir yerlerde gomuldugunu, ailesinden de kimsenin bulamadigini bilirim.

    Dahasi, benim cocuklugumda bizzat yasadigim zorluklar var. Ben de, dilim Turkce olmasina ragmen, sirf sivem farklidir diye, dalga gecilen, horlanan, dislanan bir donem yasadim. Ilkokul.. gitmek istemedim, zor ser gonderdiler.

    Daha sonralari da, iki defa daha, koklerim havada silkelenircesine, ait olmadigim iklimlere, bilmedigim dillerin konusuldugu, farkli kulturlerin icine savruldum. Her defasinda her turlu sok yasadim.

    Bunlari yasayanlar da sirf ben degilim. Her ‘Alamanci’ bunlari ve cok daha fazlasini yasadi. Hala daha da yasayanlar var. O kadar ki, benim yasadiklarim iltifat bile sayilir.

    Kisacasi, bir yerden bir yere gocen herkes, az ya da cok, sizin –cok da acikliymiscasina– anlattiginiz mamissimo oykusunun zoraki aktoru olur.

    Sonuc: Duygusalligi agir basan birisi olabilirsiniz; bunda yanlis olan bir sey yok. Ama, bundan dolayi, abarttiginizi dusunuyorum. Samimiyim.

  64. marxist argüman

    kahraman abi, gidi$in cok trajikti ama dönü$ün cok muhtesem oldu, ho$geldin!

    kuzenovski, ben dikkat edersen yikici/destruktif elestiriden bahsetmi$tim. bunun kar$itida yapici/konstruktif elestiri oluyor. senin cözüm önerileri dedigin “yapici elestiri” kategorisine giriyor. benim ba$ta T.C. olmak üzere devlet babamizi, gözbebegimiz ordumuzu, vatanimizi, milletimizi, ulusal ekonomimizi, özetle kapitalist dünya düzenini ve o’nun bir parcasi olan T.C. devletini nasil yasatiriz, sistemin daha pürüzsüz, arizasiz islemesi icin neler yapabiliriz diye bir derdim olmadigi icin, ben cözüm önerileri yapma hakkimi kullanmayacam. bu i$i senin gibi sinifli kapitalist sömürü düzeni ve o’nun bekcisi devletin bekaasi icin kaygilanan insanlara birakiyorum. aldigin emekli maa$indan sayin zileli’nin romanini alacak kadar para artiramiyorsun, ama hala da aman bu devlet/düzen yikilir diye kaygilaniyorsun. softa necip gibi kapitalistlerin kaybedecek cok seyi varda senin gibi kit kanaat ya$ayan insanlarin bu kaygisi devlete/düzene duygusal/ideolojik, yoksa platonik mi desem, a$k degilse nedir? karl marx usta bu durum icin “yanli$ bir bilince” sahip olma seklinde te$his koymu$. sen ne dersin?

    özgürlükcü, u$agum sen bu necip’e en iyisi hic bulasma, siz o’nu bana birakin. asik veysel bir türküsünde diyor: a$k denilen bir deryaya cikamazsin girme gönül. ben veysel ustaya analog sana $öyle seslenmek istiyorum: necip’in demagoji deryasina cikamazsin, girme u$agum!

    $imdi gelelim softa necip’in cevabina:

    bre softa, ben HDP’li özgürlükcüye imla dersi mi verdim? ben neden nokta, virgül kullanmiyorsun, bu siyasi bir tavir midir nedir, merak ettim, o’nu sordum. buna vesilede sayin zilelinin özgürlükcüye “ben senin redaktörün degilim” demesi idi. birde özgürlükcü nokta, virgüle tenezül etmezken bol miktarda soru isareti kullaniyor, o dikkatimi cekti. madem laf imladan acildi, sana birde imla dersi vereyim. noktalama isaretlerinin amaci nedir? yazilanin daha anla$ilir olmasi, yanli$ anlasilmalarin önüne gecmek vs. bu noktalama isaretleri tanri ya da tabiat kanunu mudur? hayir. bunlari kim belirliyor? “dil bilimci” denilen devlet memurlari. ben mümkün oldugunca noktalama isaretlerine uymaya calisiyorum fakat biz burda kompozisyon yarismasi yapmiyoruz, imla dört dörlük oldu mu olmadi mi umrumda bile degil. benim icin icerik bicimden daha önemlidir. birde benim gibi emekci insanlarin zaman ve enerjisinin büyük bir kismi calismakla, ekmek pesinde, para pesinde kosturmakla geciyor. yani burda yorum yazmak icin sinirli bir zamanim var. birde senin gibi laf olsun torba dolsun diye yorum yazmiyorum. insanlara birseyler anlatma gibi bir derdim oldugu icin yorum yazmak epey bir zamanimi aliyor.

    softa necip’ten alinti:

    “Hayat bu. Herkes bir seylere, birilerine muhtac.
    Siz, sermayenin mutlak bagimsiz oldugunu mu saniyorsunuz?
    Ortalikta yapacak is arayan o kadar sermaye var ki, rakamlari bir bilseniz dudaginiz ucuklar”.

    softa necip’in burda yaptigi hile, gizleme, kafirlik nedir?
    “ne i$ olsa yaparim abi” diyen birisi i$ istedigi insana $unu diyor: maddi/parasal anlamda öyle dardayim ki, ne i$ olursa olsun, hangi $artlarda olursa olsun ve ücret ne kadar dü$ük olursa olsun calismaya raziyim/mahkümum. sözkonusu bu muhtaclik bir insanin yeme, icme, barinma gibi en temel ihtiyaclari icin para’ya olan muhtaclik ve her türlü $antaja acik bir bagimlilik ili$kisi. ikinci muhtaclik ise kapitalist necip’in deyimi ile para/sermaye/kapital sahibi bir insanin parasini/sermayesini/servetini cogaltma amacli yatirim/i$ yapacak bir alan aramasi. burda dikkat edilirse kendini her yönden garantiye almis, dünyanin nimetlerinden sonuna kadar faydalanan para/sermaye sahibi insanlardan bahsediyoruz. yani softa necip, koc holding’in sahibinin sirtindan para kazanacak i$ciye muhtac olmasi ile ekmek parasi icin koc holdin’ge muhtac siradan bir insanin muhtacligini ayni/benzer durumlar olarak göstermeye calisiyor. koc holdingde calisan bir i$ci softa necip’in gazina gelse ve ali koc’a “ben sana muhtacim ama sen de bana muhtacsin” dese, sizce ali koc bu i$ciye ne der, cevap: “kovuldun, defol, senin gibi kapimda i$ dilenen yüzbinlercesi var”.

  65. marxist argüman

    T.C. genelkurmay eski baskani ilker basbug konusmalarinda önemli tüyolar veriyor, anlayana. birde benim daha önce yazdiklarimi tasdik eder seyler söyleyince i$im kolayla$iyor. 45 nolu yazida ne diyor basbug? diktatörlüge karsi birlesik cephe kurmak gibi T.C. devlet gercegini iskalayan idealistlere tercüme edeyim: basbug diyor ki: birincisi, biz T.C. olarak halki yönetmek, gütmek icin devletine bagli resmi din adamlari yetistirmek zorundayiz, yoksa devletin kontrolü disinda dini akimlar, cemaatler gelisir, ahaliyi devlete karsi ki$kirtabilirler.
    ikincisi, tek parti döneminde oldugu gibi halki, özelliklede dindar müslüman halki devletin sopasi ile yönetmek imkansiz. islamci fraksiyon epey güclendi. bundan dolayi kemalistler ister istemez bundan sonra iktidari islamcilarla paylasmak zorundalar. devlatin bekaasi icin cumhuriyet döneminde ki fransiz tipi laikligi terk edip, türk/müslüman tipi bir laiklik anlayisini benimsemek zorundayiz.

    evet, ba$bug, $i$eden cikan “islamci” cin’in $i$eye geri konulmasinin imkansizligini itiraf ediyor ve kemalist NATO generallerinin 12 eylül darbesinden sonra yürürlüge koyduklari türk-islam sentezinin, o buna yeni sentez diyor, bundan sonra T.C. devlet progrminin temelta$i olarak kabul edilmesini öneriyor. genelkurmay baskaninin tayyip erdogan’in kizinina nikah sahitligi yapmasi ordu-AKP uzlasmasina isarettir. CHP ve tabanida ister istemez orduya uyacak.

  66. Burada bir tek, bir tek kişi bile yok Necip’in yazdıklarını çürütebilecek.

    Keşke Necip kadar objektif olabilseniz.

  67. sen sor cevaplayayım.

  68. necip bir patron.
    kendi dünyasından rasyonel bakıyor. olacak olanlarla olması istenilen arasındaki uçurumdan rahatsız değil. Verili dünyayı olduğu gibi kabulleniyor.
    Gerçekçi!
    İyi de iş adamı kafası-dünyası dışında bir dünya olsun istemiyor muyuz?
    Sol, hayatı zorluyor ve hala başarısız. Tamam. Zaten başarılı olunsaydı, necipgiller yine çok mantıklı konuşurdu.

  69. Kürtler dürüst, Kürtler yardım sever, Kürtler çalmaz, Kürtler çocuk gelin nedir bilmez, kızları başlık parası diye mal olarak satmaz, Kürtler oldukça eğitimli şeyh şıh denen madrabazlar üretmez onlara prim yaptırmazlar, Kürtler kadın dövmez, Kürtler tecavüz etmez, Kürtler emperyalist kuklası olmaz, Kürtler ağalık nedir bilmez feodal düzen içinde değildir, Kürter marabalık nedir bilmez kendi adamını modern köle olarak çalıştırmaz, kaçakçılık uyuşturucu ticareti nedir bilmezler …….

    ”biji serok obama” diye slogan atan solcu sosyalist komunist vs vs Kürtlerin sanal alemde bolca oksimoron içeren yazıları ciddiye alıp en kibar türden cevap yazma gafletine düşüp hemen içi felsfe, bilgi ve dolu hiç paradoks yaşamayan nazik, solcu, hep ezilmiş ama kendini duvar yazıları yazarak eğitmiş Kürt aydınlar! tarafından ağzının payını alır dumura uğrarsın. Kendimi acaip şekilde kötü hissettim.

    Ama itiraf ediyim aynı duyguyu eğitimli imanlı Türkler!! arasında da yaşıyorum. Yani yanlız değilsiniz. Oyun alanı içinde aynı kategoriden farklı renklerde çok oyuncu var.

    Bu ortadoğulu az gelişmiş ülkenin en büyük sorunu cehalet ve sonucunda ortaya çıkan etnik kürt milliyetçiliği, islamo faşizm ve Türk bağnazlığıdır.

    Yurt dışında sol partiye oy verip TC seçimlerinde sağ partiye oy veren Türkler ve Yurt içinde solcu geçinip yurt dışında Faşist Yunanlılar, Faşist Ermeniler ile kolkola yürüyen Kürtler ne zaman ayna bakacak merak ediyorum. Belki ana dilde daha iyi anlarsınız diye:

    Aşe dehna bı xwe dıgere. ya da

    Aqle sıvık bare gırane

    Ama anne sütü ilk altı ay şart bu gerçeleşmedi ise yapacak bir şey yok.

  70. Öncelikle belirtmeliyim ki yorumlarının çoğunu beyeniyor ve ilgiyle okuyorum marxist argüman. Ancak, neden böyle bir yorum yaptın, anlayamadım doğrusu.

    Ancak, bir önceki yorumun yanlıştı :

    “..ya$lanip ömrünün sonuna yakla$tiginda ve azrailin ayak seslerini duydugunda sende ki bu “tabiat ana” inancinin “tanri baba” inancina dönü$eceginden hic ku$kun olmasin. ..”

    Bak evlat biz eski toprak… hem ne demiş büyük usta:

    Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
    ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
    yaşamak yanı ağır bastığından.

  71. “birde benim gibi emekci insanlarin zaman ve enerjisinin büyük bir kismi calismakla, ekmek pesinde, para pesinde kosturmakla geciyor.”

    [birde –> bir de]

    Ah, acidim simdi.. Buraya yorum yazanlarin ezici cogunlugu bunu gunduz yapiyor. Siz de oyle. Plazalarda o cok agir calisma sartlarindan vakit ayirip bizi irsad edisinizin borcunu odeyemeyiz tabii ki.

    Fakat, o ‘calisma saatleri’nde Internet koselerinde lagaluga edesiniz diye mi size para veriyorlar?

    “maddi/parasal anlamda öyle dardayim ki, ne i$ olursa olsun, hangi $artlarda olursa olsun ve ücret ne kadar dü$ük olursa olsun calismaya raziyim/mahkümum. sözkonusu bu muhtaclik bir insanin yeme, icme, barinma gibi en temel ihtiyaclari icin para’ya olan muhtaclik ve her türlü $antaja acik bir bagimlilik ili$kisi.”

    Cok dramatik tabii.

    Fakat, issiz kalan ’emekci’ler icin –yeni bir is buluncaya kadar– ‘işsizlik ödeneği hakkı’nin oldugunu biliyorsunuz degil mi?

    Fakat, nasil oluyorsa, solcularimizin cok sevgili sembolizmalarindan olan kosebasindaki ‘bakkal amca’ ve diger her turlu esnaf (ve genel ismiyle, isveren) iflas ettiginde boyle bir sey yok. Adam(lar) battigi ile kalmiyor(lar) sadece, bir de ona buna odenecek borc..

    Cok sukur ki, sizin boyle bir derdiniz yok. Mesai saatlerinde is-disi amaclara yonelik harcadiginiz/caldiginiz zamani size kimse fatura etmedigi icin, daha sonra odeyecek borcunuz da olmuyor, haliyle.

    Ote yandan, bu bagimlilik meselesine de cok tek-tarafli bakiyorsunuz.

    Ne kadar kritik olursa olsun, ‘calisan’, istedigi zaman istifayi verip gidebilir. Ustlendigi is, ya da proje, yarim kalmis kalmamis, zarar yazacak hale gelecekmis; umurunda degildir. Isverenin butun bunlari goguslemesi beklenir.

    Cunku, o ‘isveren’dir; sonsuz kaynaklari vardir.

    Ne demisti Koca Ragip Pasa?

    “Yarabbi, su Arabin aklini bana ver; bir gece rahat uyuyayim”..

    Ama, ben oyle demiyorum tabii ki; pozitif onerilerde bulunmak lazim.

    Cikin bir is kurun. Gorun bakalim, yilda net (en cok) yuzde 20-30 kar icin, calisanlarla, musterilerle, tedarikcilerle, Maliyeyle, Belediyeyle ugrasmak ne kadar da zevkli bir ismis. Seveceginize eminim. Insallah sizi buyuk isverenler arasinda goruruz –ornekleri yok degil cunku.

  72. marxist argüman

    kuzenovski’nin 65 nolu yorumuna cevap:

    eski toprak, sende ki “tabiat ana” inancinin “tanri baba” inanci ile özünde ayni oldugunu sana anlatmaya calistim. yani benim ele$tirdigim, olaganüstü bir gücün varligina olan inanc. tabiatin bir ic düzeni/sistemi (ekosistem) oldugu iddaasi safsatadan baska birsey degildir. deprem ve kasirgalarin eksik olmadigi tabiatta ilahi bir güc/kudret aramak, yeryüzünde sinifli kapitalist sömürü düzeninin sefil insanlik manzaralari gözler önündeyken, gökte herseyi gözetip koruyan bir yaradan oldugu fantazisi ile ayni kapiya cikar.

    diger bir mesele, ben dikkat edersen yazdiklarimla $unu acikliga kavusturmaya calisiyorum: kapitalist düzenin elestirdigimiz yanlari, bu sistemin yol kazalari olmayip, programlanmis sistemin kacinilmaz sonuclaridir. yani ekonomik sömürüden tut, aclik, yoksulluk, savas, göc, silahlanma, nükleer, biyolojik zehir vs. bunlarin hepsi kapitalist programda mevcut. buna inanmak istemeyeler göz önünde duran gerceklere gözlerini yumup, sözümona dünyayi kurtarmaya soyunan don ki$otlar, idealistler, hayalperestlerdir. böyle insanlar hayati boyunca secim sandigina gitmekten bikmayan, $u parti olmadi bir de ötekini deneyelim, $u lider umdugumuz gibi cikmadi bir de $u yeni piyasaya cikani deneyelim diye diye, bo$ umutlarla, beklentilerle ömür tüketirler. i$te senin cözüm önerileri dedigin düzen ici reform önerilerinden ba$ka birsey degil. “yikici” devrimci ile “yapici” reformist arasinda ki fark asagi yukari budur.

    kelebek, senin yaptigin elestirileri bende yeri gelince yapiyorum. fakat “küstüm” demek cözüm mü? burda yazdigin her yorum sansürlenmeden yayimlaniyor, küsecegine bu imkandan faydalan.

    oguz, hatani kabul edip özelestiri yapmak yerine türk milliyetcisi/irkcisi yanini gizlemek icin zeytinyagi gibi üste cikmaya calisiyorsun. birincisi, kürtler diye sinifsiz imtiyazsiz bir kolektif yok. ana dili kürtce/zazaca vs. olan insanlarin icinde zengini var fakiri var, dincisi var ateisti var, korucusu var gerillasi var, fa$isti var komünisti var, yani var da var. kürtler “biji serok obama” diye slogan atmislarsa, slogan atan kürdü yargilamadan önce o slogani attiran kapitalist sömürü iliskilerinin bekcileri ulus devletleri, rojavada kürtlere saldiran cihadci barbarlari silah ve para ile besleyen senin devletin T.C.’yi ve diger devletleri sorgula. günümüz modern devletlerinin her biri ulus/millet temelinde kurulmustur. iran da ki kürtler pers ulusundan olmadigi, irak ve suriyede ki kürtler, arap ulusundan olmadigi, türkiyede ki kürtler de türk ulusundan olmadigi gerekcesi ile yüzyildir ikinci sinif vatanda$ muamelesi görüyorlar. kürt ulusalcilarinin bu tecrübelerden cikardiklari dogal sonuc nedir: ulusal devletlerin parselledigi bir dünyada kendi ulusal devletin yoksa ayak altinda gidersin. sen kürtlere aci tecrübeleri yasatan kapitalist ulusal devletler düzenini elestirecegine kalkmissin, HDP ve kürtler gibi cumhuriyet kuruldugundan beri ikci/fasist linc kampanyalarina maruz kalmis ve hala da kalan parti ve insanlari cakal olarak nitelendiriyorsun. türk devletinin irkci/milliyetci egitimini özümsedigin her halinden belli oluyor. ana dilinin kürtce olmasi bu gercegi degistirmez. hatani kabul edip düzeltmezsen laz u$agi “özgürlükcü” seni afetmez, bunu bilmi$ ol.

    “Iyi de, kole gibi calistirilan/calistirilmis olan sadece Kurtler midir? Siz, cocuklugunuzda sahit oldugunuz icin onu oyle saniyor olabilirsiniz; ama, ben, Karadenizden Istabul’a amele taburlari getirildigini, kimisinin olup/zibarip bir yerlerde gomuldugunu, ailesinden de kimsenin bulamadigini bilirim”.

    demagog softanin isine gelmeyen gercekleri “etkisiz hale getirme/relative etme” teknigine dikkatinizi cekerim. bu teknik $öyle oluyor: siz kapitalist dünyanin yamuk yanlarindan birisini örnek veriyorsunuz, softa demagog cevabi yapistiriyor: “oho, bu ne ki, senin bu verdigin örnegin ben daha beterini biliyorum”. softa demagogun burda verdigi mesaj nedir: birincisi, böyle acilari yasayan sadece sen degilsin, kendini ön plana cikarma, agir/sessiz ol! ikincisi, senin yasadigin acinin, yoksullugun, zulmün daha beterini yasayanlar var bu dünyada, sikayet edip durma!” yani karsidakine ölümü hatirlatip sitmaya razi $ükrettiriyorsun. bunlarda kapitalist ideolojilerin islami, necibi versiyonlari oluyorlar.

  73. “kendi dünyasından rasyonel bakıyor. olacak olanlarla olması istenilen arasındaki uçurumdan rahatsız değil. Verili dünyayı olduğu gibi kabulleniyor.
    Gerçekçi!
    İyi de iş adamı kafası-dünyası dışında bir dünya olsun istemiyor muyuz?”

    Yani, gercekci olmayan, dahasi gercek bile olamayacak bir dunya istediginizi soyluyorsunuz.

    Sorun degil. Size hayatta basarilar dilerim.

    Ama, benim ‘verili dunyayi oldugu gibi kabul etti’gim dogru degil.

    Benim de degismesini istedigim, gelistirilmesini arzu ettigim, yok edilmesini umdugum bir suru sey var.

    Var da, butun bunlarin sirf ben istiyorum diye olmayacagini ogrendim, biliyorum.

    Duzeltmek istedigim, kucuk capta da olsa basardigim, seylerde de, verili durumun dikkate alinmasinin zorunlu oldugunu da yasayarak anladim.

    Butun bunlar size sIkIci detaylar gibi geliyor olabilir; siz kestirmeden gitmek istiyor olabilirsiniz.

    Mumkundur; ama, pek de muhtemel degildir.

    O yuzden size hayatta basarilar –ve dahi iyi sanslar– diledim; cok ihtiyaciniz olacak bunlara.

    Gole maya calarak yogurt golu peydahlamak hayali yeni degil.

    “Sol, hayatı zorluyor ve hala başarısız.”

    Solun hayati zorladigi filan yok; kendi hayallerini/hulayalarini zorluyorlar. Uygulamasini da baskalari, o begnemedikleri ‘underling’ler, yapsin istiyorlar.

    Ve, tevekkeli degil, iki solcu yanyana gelecek olsa derhal yeni bir faksiyon dogar cunku hicbirinin hayalleri digeriyle uyusmuyor.

    Ve, tembellik de pacalarindan akiyor. Gercek saha calismasi yapmagi, calisanlarin arasina katilip hayati realitesinden yasmagi solculardan beklemekten coktan gectim; ama, su anda –faal olanlari bile– cok olsa, alakasiz bir seyler tercume edip millete baska diyarlardan receteler yazmakla vakit ziyan ediyorlar.

    Digerlerinin cogu da reklamci filan oldu zaten; ‘ekmek parasi kazanmak’ mesruiyeti adina kapitalizme yardakci olup ahaliyi soyuyorlar.

  74. necip kardeş; peki ne önerirsin?
    Dünya hali ortada;

    “dünyanın en zengin yüzde 1’lik nüfusunun zenginliğinin, dünya nüfusunun en fakir yarısının toplam zenginliğinin 65 katına denk geldiği kaydedildi… Raporda, dünyadaki fakir nüfusun yarısının gelirinin dünyanın 85 en zengininin varlığına eşit olduğu, 2009’dan itibaren ABD’deki yüzde 1’lik en zengin nüfus daha fazla zenginleşirken dünyadaki fakir nüfusun yüzde 90’ının daha da fakirleştiği aktarıldı.” Hal bu. Bu ülkede de oranlar berbat olmalı.

    Bir de bu azgın sömürünün idamesi, yeni sırtlanların da beslenmesi için çıkartılan savaşlar.. Şu ortadoğuda kaç yüz bin masum insan öldürüldü sırf bu rezillik sürsün diye..

    Ne yapalım?
    Bu zenginlerden sadaka mı isteyelim?
    Yeni bir dünya mı kuralım? Yeni bir dünyanın hayalini olsun kurmayıp, bu mafya çetelerinden birine mi yazılalım; suç ortağı mı olalım?
    Yeni bir dünya.. nasıl? bunu da yazıver..
    Gerçekçi olup, verilerden yola çıkarak ne yapalım?

  75. benzer bir tablo benzer rakamlarla….

    “Dünyanın en büyük bankalarından İsviçre Kredi (Credit Suisse) dünya çapında gelir kutuplaşmasında yeni bir eşiğin daha aşıldığını açıkladı. Bankanın finansal varlıkların yanısıra konut gibi malları da dahil ettiği araştırmasına göre, dünya nüfusunun yüzde 1’in sermaye, para ve mal varlıkları, dünyadaki tüm zenginliğin yüzde 50’sine ulaştı. Dünya nüfusunun alt yüzde 50’sinin “zenginliği” ise dünya zenginliğinin yüzde 1’ine kadar düşmüş durumda.
    50 milyon doların üzerinde servete sahip 128 bin kişi ise, dünya nüfusunun yüz binde birini oluşturup dünya zenginliğinin yüzde 25’ine el koyuyor; yalnızca banka, borsa, tekeller üzerinde değil hükümetler, devletler ve uluslar arası kurumları da belirleyen küresel mali oligarşiyi oluşturuyor.
    Yani dünyanın yüzde 1’i (tekelci burjuvazi) dünyanın yüzde 50’sine sahip. Dünyanın yüzbinde biri (mali oligarşi) ise, tüm dünya kararlarını alacak güce sahip…”
    *
    Patron vizyonu ne diyor bakalım?

  76. Sayın (Anonim) 69 & 70

    Sayın “Anonim” 69 ve 70,

    Sayın [fıtratçı] “Necip”e yönelttiğiniz sorulara %100 cevap vermek keşke mükün olabilse, pek mümkün gözükmüyor, çünkü “eylem”e geçmek istemiyoruz! Niçin: Konformistiz!

    ( http://www.gunzileli.com/2016/05/18/fikret-baskayanin-son-kitabi-uzerine-elden-kayip-gitmekte-olan-bir-gezegen/ ) adresindeki; “94”, “95” ve “96” numaralarda hatırlattığımız referansları dikkatle incelemenizi öneriyoruz.

  77. Sayın (Anonim) 69'a ve70'e

    Sayın “Anonim” 69 ve 70,

    Sayın [fıtratçı] “Necip”e yönelttiğiniz sorulara %100 cevap vermek keşke mükün olabilse, pek mümkün gözükmüyor, çünkü “eylem”e geçmek istemiyoruz! Niçin: Konformistiz!

    ( http://www.gunzileli.com/2016/05/18/fikret-baskayanin-son-kitabi-uzerine-elden-kayip-gitmekte-olan-bir-gezegen/ ) adresindeki; “94”, “95” ve “96” numaralarda hatırlattığımız referansları dikkatle incelemenizi öneriyoruz.

  78. “peki ne önerirsin?”

    Hay tengri.. Boyle aniden ‘guru’ mertebesine yukseltilmis gibi sorularla muhatap olunca insanin ‘Feng shui’ filan oneresi bile geliyor..

    Koltugu oraya degil de buraya; aynayi da suraya; saksiyi da biraz daha beriye..

    😉

    Yok tabii; o kadar da simartmayin beni 🙂

    Ciddiyete avdet edecek olursam:

    Bazan eskilerin bir lafi bir cok seyi ozetlemek icin cok kolaylik sagliyor. Bu bakimdan, benim aklima ‘Allah kimseye tasiyamayacagi yuk vermez’ lafi geliyor.

    Bu lafin bir baska permutasyonu/yorumu da, ‘tasiyamayacaginiz, cozemeyeceginiz problemleri dert etmeyin’ olabilir.

    Ve, bu, bu baglamda oldukca gecerlidir bence.

    Evet, ben de, yuzde 99 meselesinin bir problem oldugunu dusunuyorum; ama, benim bireysel gayretlerim ile cozulemeyeceginin de farkindayim.

    Dahasi, bu konuda soylenecek olan her soz soylendi; fakat pek de bir ise yaramis gibi gorunmuyor.

    Oyle olunca, yani konuyu karate teknigi ile halledemiyorsak, belki judo tekniklerine yonelmek gerekiyor.

    Yani, kirarak dokerek yenemiyorsak, rakibin gucunden istifade ederek bir yerlere gelmek belki daha olasi.

    Sunu demek istiyorum

    1) Verili durumda, parasal guc gercekten bir ‘bulut’ olarak temsil edilen bir guruha ait; ama, bu ‘bulut’ ya da ‘guruh’un mensuplari statik degil.

    Dolayisi ile, kendi aralarinda ihtilafa dusmelerini saglamak icin bazilari ile ittifak yapmak daha akillica olur. Kim(ler) oldugunu bilmedigimi ekleyeyim. Ama, bir fikirdir.

    2) Bu ‘bulut’ ya da ‘guruh’a tehdit anlamina gelecek duruslarin sonuclari digerlerinin (tehdit savuranlarin) aleyhine olacak –en azindan kisa/orta vadede. Cunku, ‘diger’lerini cok da zor ya da maliyetli olmayan yollarla ikame edebilecek teknolojiler artik mevcut veya eli kulaginda.

    Dolar demokrasisi ile, yani bireysel satinalma gucunu kullanarak, gelismeleri etkileyip bir orta yolda bulusmak belki mumkun olabilir.

    Bundan, aslinda, cok da umutlu degilim; cunku insanin dogasi/fitrati baskalarina hukmetmegi onlara hamiyetle muamele etmekten daha onde tutuyor.

    Bu maddeleri artirmak belki mumkun ama, samimi soyleyeyim, ‘end game’i cok da degistirmek mumkun degil gibi gorunuyor.

    Bir bakima, su anda, hepimiz, Ingiltere’de endustriyel devrimin baslarindaki o meshur tekstil iscilerinin oldugu noktadayiz.. Sermayenin makina ekipmanini kirip dokmegi de tercih edebiliriz tabii ki; ama, ‘end game’ pek degismeyecek gibi.

    Baska bir baslik altinda kisaca anlatmaga calistigim ‘singularity’kavrami burada da aklima geliyor: Eski kurallarin pek de gecerli olmadigi, yeni –fakat su anda tanimsiz– bir doneme yaklasiyoruz.

    Bunu bireyler ya da kitleler olarak ne kadar etkileyebilecegimize emin degilim.

    Baska bir deyisle, bunca seyi bosuna yazdim.

    You are on your own.

    Best of luck; and may the force be with you 🙂

  79. özgürlükçü

    Galiba şu özgürlükçü toplumsal devrimciler olmasa
    Necip efendiye göre dünya daha iyi olacakmış mesajı veriyor
    Nedense ben onun bütün itiraz ve yorumlarından çıkardığım
    sonuç budur.
    Hadi ben yanlış anladım
    hiç dikkatinizi çektimi?
    sırf özgürlükçü toplumsal devrimcilerle aynı dile ayni safa düşmemek için sermayeye çürümüş kapitalizme despotik devlet-iktidarlara bile olumlu bakabiliyor.
    Enteresan???
    Softa olsa bunu yapamazdı
    Hani mülk allahındı????*
    Hala bu sitede bulunması
    ne tanrı ne efendiden bu güne liberter devrimci birikimlerden etkilenmesi gerek diye düşünürken
    bu geleneğin bizdeki az buçuk kırıntılarına bile tahammül edememesi
    çokkkk ama çok enteresan!!!!!

  80. Sen ne dersen de herşey karşındakinin anladığı kadardır. Laf salatası tabirini kullanacağım ayıp olacak ama kendisine ayna tutulunca yaptığı işin kürt milleyetçiliği olduğunu anlamaktan aciz insanlar ile aynı kısır döngüde dönmenin bir anlamı yok. Bu coğrafyadaki insanların sürekli boğazlaşması da bu yüzden. Bu işler konuşularak çözülmüyor. Adamın yetişme tarzı zaten şiddet barındırıyorsa orman kanunları geçerli oluyor. Yazık.

  81. “ABD’nin arkabahçesi” olarak kabul ettirilen Latin Amerika ülkelerindeki solcu hükümetler niçin bir biri ardına yıkılıyor?

    ABD-Rusya soğuk savaşı Ortadoğu’dan sonra yeni bir mecra daha buldu.

    Suriye’de Cerablus, Rakka ve Halep üzerinde yaşanan “ilk kim girecek türünden” askeri gerilim, Latin Amerika’da siyasi entrikalarla devam ediyor.

    ARJANTİN

    Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez De Kirschner, Birleşmiş Milletler’de ABD Başkanı Barack Obama’nın gözünün içine baka baka, “Suriye’de, Libya’da, Afganistan, Lübnan, Irak ve Filistin’deki katliamlardan, IŞİD’den ve radikal İslam’dan sen sorumlusun” dedikten bir yıl sonra siyasetten tasfiye edildi.

    Alberto Nisman isminde bir ABD yanlısı savcının geçmişteki (1994’teki Sinagog bombalanması eylemini İran ile anlaşıp örttüğü gerekçesiyle fezleke hazırlamıştı, oysa bu eylemin bizzat İsrail tarafından düzenlendiği de iddia edilmişti) terör eylemleriyle Kirschner’i bağlantılandırması ve ardından da öldürülmesi ABD karşıtı Kirschner’in siyaseten sonu oldu.

    Kirschner, cinayetin CIA bağlantılı Arjantin gizli servisi tarafından düzenlendiğini ileri sürse de Batı medyası onu komplo teorisyenliği ve İran yanlısı olmakla suçladı.

    Kirscher devrildikten sonra Obama bu yılın başında ABD destekli darbenin 40. Yılında Arjantin’e gitti. 1997’den beri Arjantin’i ziyaret eden ilk ABD Başkanı oldu.

    VENEZUELA

    Arjantin’den sonra sıra Venezuela’ya geldi.

    ABD’ye açıktan kafa tutan ve Rusya’nın yanında saf tutan efsane lider Hugo Chavez’in zehirlenerek öldürülmesinin ardından, ABD hem ekonomik, hem de siyasi bir savaş başlattı.

    Petrol fiyatlarını düşürerek, Rusya, İran ve Venezuela’ya büyük darbe vurdu.

    Chavez’in ardından yönetimi devralan sosyalist Nikolas Maduro zorlanmaya başlayınca 1998’den bu yana ilk kez geçen sene seçim kaybetti ve parlamentoda sosyalistler çoğunluğunu yitirdi.

    Ardından ülkede çok ciddi ekonomik kriz ve siyasi çalkantı dönemi başlatıldı.

    BREZİLYA

    Brezilya’da Senato, sosyalist Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff’e azil davası açılmasına karar verdi.

    Amerikan karşıtlığıyla bilinen Rousseff, 2014’te yeniden iktidara geldiği genel seçimler öncesinde, kamu açığını gizlemek amacıyla bütçede usulsüzlük yapmakla suçlandı.

    Bu arada sokak gösterileri alevlendirildi.

    Brezilya Cumhurbaşkanı’nın yolsuzlukla suçlanmasının bir tertip olduğu son çıkan tapelerle de (planlama bakanı ile Petrobras yöneticisinin konuşmaları) anlaşıldı ama Roussef görevinden alınmıştı bile.

    Düpedüz bir darbeydi bu.

    Roussef’in yerine ABD Elçiliği’nin eski haber elemanı “Michel Temer” isimli biri Cumhurbaşkanı vekilliğine getirildi.

    Arjantin’in yeni Devlet Başkanı Mauricio Macri, Temer’i tebrik eden ilk isim oldu!

    Amerikan saldırısı altındaki solcu ülkelerden ise tepki gecikmedi.

    Venezüella ve El Salvador, Brezilya’daki elçilerini geri çektiklerini duyurdu. Güney Amerika Ulusları Birliği (UNASUR) Brezilya’daki durumun tüm bölgede demokrasiye zarar verdiğini belirterek Rousseff’in görevden alınmasını kınadı.

    Ekvador Dışişleri Bakanlığı Dilma Rousseff’i Brezilya’nın “meşru lideri” olarak görmeye devam edeceklerini belirtirken, Bolivya da kararın yasalara ve demokrasiye aykırı olduğunu bildirdi. Küba Brezilya’da gerici medyanın desteğiyle Rousseff’i devirme çabalarının başarısız olacağına inandığını belirtirken, Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega ve Şili lideri Michelle Bachelet de Dilma Rousseff’la dayanışma mesajı yayınladı.

    KÜBA

    Küba’yı da unutmamak lazım.

    Bu yılın mart ayında ABD Başkanı Barack Obama’nın ziyaretiyle kısmen kalkan ambargo, Küba’nın da yıllardır kanıyla canıyla direndiği ABD Emperyalizmi’nin kapsama alanına girdiğinin işaretiydi.

    Her ne kadar Kübalılar, “şimdiye değin boks yapıyorduk artık satranç oynayacağız” dese de, bu satrancın eşit koşullarda olmayacağı kesin.

    Sözün özü: ABD emperyalizmi, Ortadoğu ve Uzak Asya’dan sonra Latin Amerika’ya da boynunu uzattı.

    Soğuk savaş yıllarından Latin Amerika ülkelerinde bir espri çok sık yapılırdı:

    “ABD’de neden askeri darbe olmaz biliyor musun?” diye sorulur, ardından yanıtı da “Çünkü orada ABD Büyükelçiliği yok da ondan” diye gelirdi…

    Hüseyin Vodinalı

  82. Faşizm Yok Diktatörlük Yalan

  83. Kurtuluş yok hep beraber, ya tek başımıza ya hiç!

  84. Kılıçdaroğlu: HDP’lilerin hapse girmesi söz konusu olamaz

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, dokunulmazlık teklifine neden evet verdiklerini “Referandum ülkeyi bölebilirdi” sözleriyle açıkladı. AK Partililerin oy kullanan milletvekilinin nasıl oy kullandığını gözetlemek için kulübelerin önünde sıraya girdiklerini söyleyen Kılıçdaroğlu, milletvekillerine müdahale etmediğini belirtti. Kılıçdaroğlu “Dokunulmazlığım kalkarsa bireysel olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmayı düşünmüyorum. Yargıç karşısına çıkarım. Terörle mücadele kanununda değişiklik yapıldı, sözlü propaganda suç olmaktan çıktı. HDP’lilerin hapse girmesi söz konusu olmaz” dedi

    CHP lideri Kılıçdaroğlu NTV canlı yayınında soruları yanıtladı. Kılıçdaroğlu, AK Parti teklifinin Meclis Genel Kurulu’nda oylaması sırasında partisinin milletvekillerine müdahalede bulunduğu iddialarına değindi. “Bir milletvekili arkadaşıma müdahale etmiş değilim” diyen Kılıçdaroğlu, “Tümüyle milletvekili arkadaşlarımız sağduyu ile hareket etmişlerdir. Genel başkan müdahale etti gibi haberler oluyor ama işin gerçeği bu” diye konuştu.

    HDP, yasanın Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi için CHP’ye imza çağrısı yapmıştı. Bu konuda 110 milletvekilinin imzası gerektiğini hatırlatan Kılıçdaroğlu, AYM’ye gitmeyi siyaseten doğru bulmadıklarını söyledi. Kılıçdaroğlu, “Dokunulmazlığı kalkan milletvekilimiz kendisi AYM’ye başvuru yapabilir. 1 hafta süresi var. AYM de 15 gün içerisinde karar verecek. Böyle bir yol varken neden daha uzun zaman alınacak bir yol seçelim?” diye sordu.

    Kılıçdaroğlu, milletvekillerinin hapse atılmasının doğru olmadığını belirterek, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının önemine işaret etti.

    Kılıçdaroğlu, “Dokunulmazlıklar çok sıcak bir gündem maddesi. Dokunulmazlıklarda ikinci turda bir müdahaleniz oldu. Sizin müdahalenizle mi değişti durum? Ne dediniz ne düşündünüz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Anayasa değişiklikleri konusunda partiler grup kararı alamıyorlar. Dolayısıyla bizde bir grup kararı almadık. Daha önce dokunulmazlıklar kalkacak dendiğinde bizde buyurun getirin kürsü dokunulmazlığı hariç bütün hepsini kaldırabiliriz. AKP geçici bir madda getirdi biz buna karşın kedi görüşlerimizi aktardık. Yapılan düzenleme anayasa mahkemesi tarafından iptal edilebilir, sağlıklı bir düzenleme değil, birden fazla sorunu var. Örneğin 20 Mayıs itibariyle geçti 21 Mayıs itibariyle aynı fiili yapan bir milletvekilinin dokunulmazlığı sürecek. Bu tür garabetler var bunlara son verelim dedik. Bir milletvekili arkadaşıma müdahale etmiş değilim. Tümüyle milletvekili arkadaşlarımız sağduyu ile hareket etmişlerdir. Genel başkan müdahale etti gibi haberler oluyor ama işin gerçeği bu.”

    ‘REFERANDUM ÜLKEYİ BÖLEBİLİRDİ’

    Referandum ülkeyi bölebileceğini belirten Kılıçdaroğlu şöyle devam etti. “Parlamentoda sağduyunun egemen olduğunu ve referandum olmadan da bu sorunun bir şekilde çözülmesi gibi bir sonucun ortaya çıkması Türkiye’nin kutuplaşmaması açısından önemli.”

    CHP lideri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘ikircikli davrandılar’ sözlerine ise şöyle yanıt verdi: “Milletvekillerine müdahale ederseniz bu doğru olmaz. Örneğin AKP milletvekilleri işi o kadar ileriye götürdüler ki oy kullanan milletvekilinin nasıl oy kullandığını gözetlemek için kulübelerin önünde sıraya girdiler. Kendi milletvekiline güvenmiyor. Üç kupon verdin sana ikisini getirip göstereceksin gibi. Bunlar ahlaki de değil. Biz öyle bir şey yapmadık. Antalya’daki toplantıda milletvekili arkadaşlarıma; ben hanginize telefon ettim oyunuzu şöyle veya böyle kullanın diye. Olması gereken bir anlamda sade bir insanın doğrusu budur dediği bu olayı biz uygulamaya koyuyoruz ama bazı çevreler neden böyle yapıyorsunuz diyor. Demokrasiyi savunacaksak sonuna kadar savunacağız. Kulübenin önünde bekleyen bir milletvekilini partinin tabanı da dışlar.”

    “HDP’LİLER HAPSE GİRMEZ”

    Kılıçdaroğlu, kendisinin dokunulmazlığının kaldırılması durumunda ne yapacağının sorulması üzerine, “Bireysel olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmayı düşünmüyorum. Yargıç karşısına çıkarım” yanıtını verirken HDP’lilerin durumuna ilişkin olarak da “Terörle mücadele kanununda değişiklik yapıldı, sözlü propaganda suç olmaktan çıktı. HDP’lilerin hapse girmesi söz konusu olmaz” değerlendirmesinde bulundu.

    http://www.hurriyet.com.tr/kilicdaroglu-vekillere-mudahale-etmedim-40108673

  85. marxist argüman

    burda bazi okuyucular i$/ekonomi dünyasini temsilen aramizda bulunan ve bizi varligi ile onurlandiran, yorumlari ile bizleri adeta mest eden ve aydinlatan hem softa hem demagog kapitalist necip’e “cözüm önerilerin nedir” diye soruyorlar. yani sanki patron necip sinifli kapitalist sömürü düzeninden rahatsizmi$ gibi, sanki bu sömürü düzeninin kaymagini yiyenlerden degilmis gibi “cözüm” soruyorlar. zengin isveren sinifinin cikarina/faydasina olan bir cözüm, ayni zamanda siradan insanlarin da cikarina/faydasina olabilir mi? olur diyenler kapitalist toplumun siniflardan olustugunu ve bu siniflarin arasinda uzlasmaz/karsit materyalist cikar catismalarini algilamak istemeyenler kategorisine giriyorlar. softa demagog kendisine cözüm soranlara adeta koyun muamelesi yapip (bkz. 73 nolu yorumu) otlata otlata dere kenarina götürüp, susuz tekrar geri getiriyor.
    coban necip, koyunlar sana emanet, meeeeeee!

  86. Kürşat Bumin

    25 Mayıs

    CHP-MHP cumhurbaşkanı çatı adayı Meral Akşener miydi?

    (Aşağıda yer alan yazıyı MHP içindeki muhalif kanatın Ankara’da toplamaya çalıştığı kongrenin ertesi günü kaleme almıştım. Yazı bir biçimde gözden kaçmış olacak ki Diken’de -sıcağı sıcağına- yer almadı. O günden bu güne araya Yargıtay kararının girmesiyle muhalefetin istediği kongrenin yolu açılmış bulunuyor. Bu yeni gelişme sonrasında muhalif kanatın medyada geniş şekilde tekrar yer almasına tanık oluyoruz. Bu çerçevede Meral Akşener’in yaptığı şu açıklama –sizi bilmem ama- bende “Bu da mı olacaktı?” tepkisine yol açmıştır: “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu beni çatı aday olarak düşünmüş, Bahçeli bu teklifi reddedip Ekmeleddin İhsanoğlu’nu öne sürmüştü. Bahçeli bunun cevabını vermelidir.” Ne diyelim, “Ne günlere kaldık!” desek yeri değil midir? Dolayısıyla aşağıdaki yazıyı üzerinden bir hafta geçmesine rağmen güncelliğini koruduğunu düşündüğüm için Diken yayın kurulunun dikkatine bir kere daha sunuyorum.)

    MHP içinde yaşanan yüksek derecede gerilim ve mücadele şimdilik ‘icraya düşerek’ teneffüse çıkmış bulunuyor.

    Bu gelişmeleri seyreden ve yorumlayan medyayı gözden geçirince bu yapı içinde yer alan ve bir biçimde ‘muhalif’ olarak adlandırılabilecek kesimin tutumunu –özellikle- anlayabilmiş değilim doğrusu. Bu yayınların dört aday içinden özellikle bir adaya –Meral Akşener- kayırıcı bir gözle baktıkları sonucunu çıkardım. Akşener’in sarfettiği ‘Meral başbakan’ sloganı ‘Fena da olmaz yani!’ gibi bir temenniye yol açıyordu sanki…

    Dört muhalif adayın Ankara buluşmasından sonra açıkladıkları ‘bildiri’yi ben de dikkatle okudum. Söz konusu metni okuyup bir kenara bıraktığımda aklımdan geçen ilk yorum şu oldu: ‘Nedir bu şimdi? Bu metnin –mahkeme kararlarına yönelik eleştirileri dışarıda bırakırsak– kırk yıllık MHP’nin bugüne kadar savunduğu ideolojik çerçevenin dışına çıkan tek bir satırı var mı?’

    Neresi yeni olabilir?

    Bu açıklama da –kırk yıldır dinlediğimiz gibi- iki direk taşının üzerinde yükseliyordu: ‘Milliyetçilik’ ve ‘ülkücü irade.’

    Bu iki temel sözcük üzerine inşa edileceği vaat edilen bir siyasal hareketin ve partinin neresi ‘yeni’ olabilir ki?

    Her gün ‘milli irade’ lafazanlığıyla daha da ‘milletleştirilen’ bu toplumun şimdi de ‘ülkücü irade’yle izdivacının mı sırası gelmişti?

    MHP’nin halihazır yönetiminin ‘Saray’ tarafından kollandığı ve fazla uzak olmayan bir gelecekte bu iki siyasal merkezin dayanışma içine girecekleri –ya da şimdiden ‘girdikleri’- yolundaki yorumlara gelince:

    Yalan değil, bu dayanışmanın ‘dokunulmazlık’ konusunda gerçekleşeceği sır değildi ve nitekim gerçekleşti. Ancak bu dayanışmanın MHP yönetiminin gönlünden geçtiği tarzda, yani bu partinin hükümette yer alması tarzında ilerleyebileceğini hiç mi hiç sanmıyorum. Bu yargıya varmamın nedeni açık: Ak Parti durduk yerde MHP ile niçin koalisyon yapsın ki? Ak Parti’nin- ‘Saray’ın böyle bir dayanışmadan ne gibi bir çıkarı olabilir ki? Ak Parti muhakkak ki, MHP içinde yaşanan bu kriz yaşanırken her zaman yaptığı gibi bugün de gözünü kamuoyu yoklamaları denilen araştırma sonuçlarına sabitlemiştir. Yoklamanın sonuçları MHP’yi baraj altında gösterdiği gün de, gecikmeden erken seçime gidecektir. Biliyorsunuz Anayasa’nın 77. Maddesi TBMM seçimlerinin dört yılda bir yapılacağını hatırlattıktan hemen sonra şu hükmü getirmiştir: “Meclis, bu süre dolmadan seçimin yenilenmesine karar verebileceği gibi…” Görüyorsunuz, 77. Madde söz konusu kararın ne türden bir çoğunlukla (nitelikli-basit?) kabul edilebileceğine dair –bence son derece ‘kurnazca’!- tek bir cümle etmemektedir. Yani işin türkçesi, Ak Parti’nin Meclis grubunun bugün elinde bulundurduğu çoğunluk bu iş için yeterlidir…

    Akşener’i hatırlamıyor musunuz?

    Dönelim tekrar Meral Akşener’in el üstünde tutulması meselesine: Hatırlıyorsunuzdur muhakkak çünkü üzerinden yirmi yıl ancak geçti: Akşener’i Çiller’in içişleri bakanı olarak hatırlamıyor musunuz? Akşener’i ‘özel kuvvetler’ üniformaları içinde hatırlamıyor musunuz? Bugünleri yirmi yıl önceden müjdeleyen bir biçimde “Meclis’te PKK’nın barındığı bir gölge vardır, bunu Meclis’in üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz” diyebilen – ve dediğini de yapan- bir Çiller’in içişleri bakanı… Akşener’in ‘Ermeni dölü’ şeklindeki faşizan nitelikteki açıklamasını ve karşılaştığı tepki üzerine, ”Ben Türkiye’de yaşayan Ermenileri değil, genel olarak Ermeni ırkını kastettim” diyerek işi daha da ileri safhaya taşıyan sözlerini hatırlamıyor musunuz? ’90’lı yılların’ faili meçhulleri, Susurluk’un meçhul olmayan failleri, İstihbarat Dairesi Başkanlığı operasyonları (…) bütün bunlar size dört dörtlük bir ‘portre’ çizmek için yetmiyor mu? Unutmayın, karşınızdaki şahsiyet bir ‘Asena’dır…

    Çok insanın malumu olan bu faslı uzatmamın nedeni anlaşılmıştır herhalde… Bu çok yakın tarihi özellikle, unutmadıklarından emin olduğum bir kesimin hiç mi hiç doğru olmayan bir biçimde ‘unutmuş gibi’ davranmalarını şaşkınlık içinde gözlemlediğim için hatırlattım.

    Yanlış anlaşılmasın; ‘hiçbir şeyi unutmayıp yeni hiçbir şeyi öğrenmeyen’ takımdan değiliz… Ama insaf doğrusu, bu derece de ‘unutkan’ olunabilir mi?

    ‘İslami siyaset’ ve ‘milliyetçilik’ artık AK Parti’nin tekelinde

    Toparlayacak olursak: Bugün Ak Parti’nin eşi görülmemiş bir şekilde üstlendiği ‘İslami siyaset’in milliyetçi MHP ile ilişkisi Milliyetçi Cephe yıllarından başlayıp 12 Eylül sonrasındaki seçimlerde ‘ortak liste’ hazırlamaya kadar giden bir maziye sahip. Ama bugün inkâr edilemez bir biçimde görüyoruz ki ‘İslami siyaset’ ve ‘milliyetçilik’, ikisi birden artık AK Parti’nin tekelindedir. Cumhurbaşkanının artık bir müsamereye dönüşen açık hava toplantılarında katılımcılara defalarca tekrarlatılan Rabia’nın dört ilkesinden birisi zaten ‘tek millet’ değil mi? Dolayısıyla Ak Parti ne yapsın MHP yardımını; ne yapsın ‘ülkücü irade‘yi? Onun öyle bir ‘milli irade’si var ki her şeye yetip de artıyor bile…

    Unutmayalım, medeni dünya artık politikada ‘iradecilik’i çoktan bırakmış durumda. Tarihinde deneyip yol açtığı felaketlerden ders almış olarak ‘toplum’u (tabii ki ‘çoğul’ olarak) esas alıp ona kulak vermeyi seçmiş. Darısı bizim başımıza…

  87. 73.. e

    sayın necip,
    sorularıma samimi yanıtlarınız için teşekkür. Sanırım bütünü tahrif etmeden alıntıladım.

    “1) Verili durumda, parasal guc gercekten bir ‘bulut’ olarak temsil edilen bir guruha ait; ama, bu ‘bulut’ ya da ‘guruh’un mensuplari statik degil.
    Dolayisi ile, kendi aralarinda ihtilafa dusmelerini saglamak icin bazilari ile ittifak yapmak daha akillica olur. Kim(ler) oldugunu bilmedigimi ekleyeyim. Ama, bir fikirdir
    2) ……………Dolar demokrasisi ile, yani bireysel satinalma gucunu kullanarak, gelismeleri etkileyip bir orta yolda bulusmak belki mumkun olabilir

    Bu maddeleri artirmak belki mumkun ama, samimi soyleyeyim, ‘end game’i cok da degistirmek mumkun degil gibi gorunuyor”

    Sanırım “end game” deki umutsuzluğunuz insanın canını acıtıyor. Müddet-i ömrümüzü aşan hayallerimiz olmasın mı? Tamam, 5-7 bin yıldır üretim araçlarını eline geçirenler kadir-i mutlak olmuş. Ama ortak mülkiyetçi idealler belki önümüzde 100 yıl içinde olamayacaksa da, yine de bu hayale yatırım yapma arzusu salakça mı? Bakınız, İsa 1000 yıl sonra egemendi. Muhammed bir kaç yüz yıl sonra. İnsan olarak bir karınca, bir arı gibi davransak… Alçakgönüllüce ama o hayale uygun. Bu size çok mu ters gelir?

  88. “zengin isveren sinifinin cikarina/faydasina olan bir cözüm, ayni zamanda siradan insanlarin da cikarina/faydasina olabilir mi?”

    Bu tartisilir. Kimine gore oyledir, kimine gore degil.

    Zor sey parayi denkleyip bir iPhone alan kisi, ayni zamanda Apple’in nakit dagina para ekliyordur; ama, ote yandan, kendi hayatina pozitif katkida bulundugunu da dusunuyordur.

    Onun bu dusuncesine ‘sanri’ da diyebiliriz; ama, sayilar bunu teyid etmiyor.

    Benzer sekilde, yeni cikan bir ilac pahali olabilir; dolayisi ile bir somuruden bahsedebiliriz. Fakat, alternatifi nedir? Olmayan ilacin bedeli sonsuz deil midir?

    Bu tur listelere ekleyecek cok sey var ve, nereden baktiginiza bagli olarak, oyle ya da boyle hukumler cikarmak mumkundur.

    Cozum onerisi konusuna donecek olursam..

    Evet, malesef, yakin zamanda genis kitlelerin istedigi (ya da istedigini zannettigi) bir cozum ufukta gorunmuyor.

    Daha dun okudugum bir ornegi vereyim:

    http://www.foxbusiness.com/features/2016/05/24/fmr-mcdonalds-usa-ceo-35k-robots-cheaper-than-hiring-at-15-per-hour.html

    McDonalds’in eski bir tepe yoneticisinin dedigi su: ABD’de McDonalds’da calisan vasifsiz personelik saatlik ucretini 15 USD’ye cikarmak yerine, ayni isi yapabilecek bir robota 35,000 USD vermek daha cazip.

    Daha cazip, cunku 35,000 USD’nin yillik faizi –tas catlasa– 700 USD.

    Bu da, gunde 8 saat calissa (ki, oyle degil; 24 saat calisacak; ama biz yine de 8 diyelim), faiz gideri icin 0.24 USD/saat demektir.

    Bu robotu 5 senelik amortisman uygulayacak olursaniz, onun da saatlik karsligi 2.5 USD eder.

    Ariza, bakim masraflari ve elektrik tuketimini filan abartarak da eklseseniz, saat ucreti 5 USD’ye cikmaz.

    Bir de, tabii ki, bugun 35K USD fiyatindaysa, seneye 25K’ya, sonraki sene de 20K’ya dusecektir bu robotun yenisinin fiyati. Yani, giderek ucuzlayarak bir asimptota yaklasacak.

    Bununla insanlarin rekabet etmesi cok zor, hatta mumkun degil.

    Boyle bir ‘gelisme’ye karsi isyan etmek de (ve bu isyanin taraftar bulmasi da) kolay degil cunku McDonalds’da 10 kisi calisiyorsa, milyon musterisi var. Onlar fiyatlarin olabildigince dusuk olmasini istiyorlar.

    McDonalds sadece bir ornek.

    Bunun tip/tebabet alaninda da ornekleri var. Bana bir hekim en cok 10 dakika zaman ayirabilecek ise, ben bu hekimin yapay zeka olmasini tercih ederim. En azindan, o kadar kisa zaman icinde cok daha fazla beyinsel islem yapar; ve ayni zamanda da bana ait ‘hasta mazisi’ detaylarima cok daha derinlemesine ve verimli erisir.

    Yani, su anda belli bir noktaya gelmis olan Watson Project’ten bahsediyorum (IBM yapiyor).

    10-15 sene icin doktorlarimizin cogunun isini elinden alacak gibi gorunuyor.

    Buna tedbir olarak doktorlar ne yapabilir?

    Easen hic.

    Durum bu olunca, evet, bir baska tur endustriyel (teknolojik) devrimin icinden gectigimizi soyleyebiliriz.

    Genel anlamda refahimiz aratacak gibi gorunuyor; ama, is bulmak ihtimalimiz dusuyor.

    Bunu ideolojilerle cozemeyiz; en azindan mevcut ideolojilerle.

  89. “Sanırım “end game” deki umutsuzluğunuz insanın canını acıtıyor.”

    Benim de acitiyor.

    Bir muhendis olarak, “bu bizim hedefledigimiz dunya degildi” diyorum cogu zaman; ama hayat, bazan, ‘unintended consequences’ cinsinden yamuk da atabiliyor nanik de cekebiliyor.

    “Müddet-i ömrümüzü aşan hayallerimiz olmasın mı?”

    Olsun tabii. Olmalidir yani. Ama, verili durumu yok farzederek kurulan hayal degil hulya olur.

    “Tamam, 5-7 bin yıldır üretim araçlarını eline geçirenler kadir-i mutlak olmuş.”

    Ben buna itiraz etmek durumundayim.

    Surasina itiraz ediyorum: “5-7 bin yıldır üretim araçlarını eline geçirenler” diyorsunuz ya; “butun Cinliler birbirine benzer” demek gibi br sey bu. Bunlar hep ayni insanlar degil. Hep ayni cografyaya ait de degiller.

    Bir teselli olacak ise, ‘ikbal ve zeval bir kapida baki kalmaz’ sozunu hatirlatmam gerekiyor.

    Yani, ‘yin-yang’ misali donuyor hersey; dunun mutegallibeleri bugunun mustazaflari, dunun ezenleri bugunun ezilenleri, dunun mazlumlari bugunun zalimleri oluyor.

    Bunu bir tur eyyamcilik olsun, mucadele etmeyelim anlaminda soylemiyorum; tersine edelim. Ama, bu mucadelenin sonucunun da bu ‘yin-yang’ dongusune katkida bulundugunu unutmayalim demek istiyorum.

    “Ama ortak mülkiyetçi idealler belki önümüzde 100 yıl içinde olamayacaksa da, yine de bu hayale yatırım yapma arzusu salakça mı?”

    Bu hayalin gerceklesmeyecegini soyleyemem; cunku elimde oyle ya da oteki turlu olacagina dair veri yok.

    Ama, su ciddi bir ihtimaldir: Insanlari issiz birakacak olan bu teknolojik gelismeler sonrasinda, ortaya ‘Star Trek dunyasi’ da denebilecek bir yeni hayat tarzi da cikabilir.

    Yani, kimin ne is yaptigi, karsiliginda kac para aldigi onemli olmayan, herkese yetecek kadar herseyin mevcut oldugu bir dunya.

    Oyle ya, ‘is’i onemsiz kilabiliyorsaniz, hammadde ve mamuller de kolayca temin edilebiliyorsa, artik kisinin ne yaptigi, ne urettigi (hangi ‘sinif’a ait oldugu) neden onemli olsun?

    Buna inanan, iman eden teknolojistlerin oldugunu biliyorum.

    Gerceklesir mi; bilmiyorum.

    Ama, direnerek onune gecilecek bir sey olmadigi kanaatinde oldugumu da eklemem lazim.

    Yani, bir kac nesil boyunca cok calkanti yasayacagiz –tipki o tekstil ureticileri gibi.

    “Bakınız, İsa 1000 yıl sonra egemendi. Muhammed bir kaç yüz yıl sonra.”

    Ben bunlarin hic birinin ‘egemen’ olabildigini dusunmuyorum.

    Olan, sadece, onlarin fikirlerini –guncel sartlar cercevesinde– insanlarin kullanisli bulmasiydi.

    O da, bir yere kadar –ve, bir hayli de modifiye edilerek.

    Yani, ‘her fikir her hayal gun gelecek bir gun uygulamasini bulacak’ diye bir garanti yok. Bulursa bulmus, bulamamissa da unutulmus oluyor.

    “İnsan olarak bir karınca, bir arı gibi davransak…”

    Oye davraniyoruz aslinda.

    Ve, bunun sonucu olarak, yani dogal sonucu olarak, bir kral/kralice ari/karinca tarafindan yonetilen isciler ve askerlerden tesekkul ediyor her oymak.

    Fakat, biz bundan da memnun degiliz; herkese bireysel ozgurluk de istiyoruz 🙂

    “Alçakgönüllüce ama o hayale uygun. Bu size çok mu ters gelir?”

    Ters gelir demek abes olur. Fakat, hayallerimizin bizi surekli mutsuz etmesi ihtimalini de gozardi etmemeliyiz.

    Yani, yasadigimiz hayattaki iyi seyleri, hayallerimizdekilerle kiyaslayip mutsuz olmak da var.

    Bunu ‘solcu’larda daha sIk goruyoruz. Sanki, hayat tarzi olarak mutsuzlugu benimsemis gibiler. Pek az seyden memnun oluyorlar.

    Boyle bir halet kimseye reva olmamali.

  90. Gerçek Başbakan Mehmet Şimşek’tir. Onun da vakti geldiğinde yine Erdoğan tarafından harcanacaktır!

    22 Mayıs’ta yapılan AKP Kongresi, aslında bu partinin ikinci “olağanüstü” kongresi idi.

    Birincisinden, yani 27 Ağustos 2014’te yapılandan sonra, sıcağı sıcağına şunları yazmıştım: “AKP Kongresi’nden sonra gazetelerde iki çarpıcı manşetle karşılaştım. Bunlardan birincisi (Hürriyet), Erdoğan’ın ağzından ‘Kardeşim emanetçi değildir!’ diyordu; ikincisi ise (Milliyet), bu kez Davutoğlu’nun ağzından, Kongre’yi ‘Vefa Kongresi’ olarak niteliyordu.”

    Şimdi düşünüyorum da, galiba bu iki kongrede en tutarlı siyasetçi Davutoğlu oldu. Gelirken de “vefa” dedi; giderken de! Neye, hangi “dava”ya “vefalı” olduğu pek belli olmasa da, “anlayan, anlar!” havasındaydı. Kaldı ki anlamayan da zaten kalmamış gibiydi.

    “Emanetçilik”e gelince, bir anlamda o sorun artık gündemden çıkmış görünüyor.

    Baksanıza Binali Bey’in kendisi bile “bu iş bitti!” diyor; neredeyse “ey ahali, ben başbakan filan değilim; başkanlık sistemi geldi; başbakanlık bitti!” diye davul çalacak!

    Oysa başka bir anlamda da “başbakanlık” devam ediyor gibi. Hattâ bu ülkede “emanetçi”liğin de ötesinde, gerçek bir “başbakanlık” var da denilebilir! Ve mesele de onu doğru tespit etmek olmalı! Bu konuda acaba 2014 Kongresi için neler yazmışım diye merak ettim ve şu satırlarla karşılaştım:

    “Benim aynamda, Türkiye’nin gelmiş olduğu noktada ülkenin gerçek ‘başbakanı’ Ali Babacan. Yanlış anlaşılmasın; kişisel olarak Ali Babacan’dan söz etmiyorum; ‘sistem’e, uluslararası sermayeye güven veren siyasetçi olarak Ali Babacan var aklımda. Tıpkı 2001 yılının Kemal Derviş’i gibi. İşte bir tanık: AKP Kongre’sini anlatan Yeni Şafak muhabiri Başbakan Erdoğan’ın bakanlarıyla vedalaşma sahnelerini anlatırken şu gözlemini aktarıyor: ‘Sıra Babacan’a geldiğinde ise salon bir anda sessizliğe büründü!’ Dramatik gerilim! Demek ki AKP saflarında da herkes her şeyin farkında. Malazgirt’i, Çaldıran’ı, Ulu Hakan’ı herkes unuttu! Kulaklar ABD Merkez Bankası’nda (FED’de), Para Kurulu’nda, Rating (kredi derecelendirme) kuruluşlarında! Hattâ Tayyip Bey’inkiler bile.. Bakınız RTE, Kongre’de saatlerce konuştu; ‘faiz lobisi’nden pek söz etmedi; TCMB’ye verip veriştirmedi. Ve Erdoğan’a yakın bir yazar, Babacan’ın hükümette kalacağını yazınca Dolar hızla değer kaybetmeye başladı. Bilen ve anlayanlar için her şey açıktı. Evet bir ‘paralel devlet’ var, ama bunun kaynağı Pensilvanya’daki derviş değil; kaynak, dev finans kuruluşları ile bunlara bağlı fon yöneticilerinde; para babalarında, spekülatif sermayede. Ve de aslında bunların koruyucusu olan istihbarat örgütlerinde. Hükümetleri onlar tayin etmiyorlar, fakat icracıların ellerine ‘yol haritaları’nı tutuşturanlar onlar.. İsterseniz uymayın. Bir Fransız yazar, geçenlerde Latin Amerika’yı inceleyen makalesinde (Le Monde Diplomatique, Ağustos, 2014) ‘artık askeri darbeler dönemi geçti’ diyordu; ‘yumuşak darbeler’ dönemi başladı.. Ve bunun ince metotlarını, iktidarı belli politikalara zorlayan baskı yollarını anlatıyordu.”

    ERDOĞAN, ŞİMŞEK İLE BENZER BİR CV’YE SAHİP BİR SİYASETÇİ BULMADAN YOLUNA DEVAM EDEMEZDİ

    Aradan yaklaşık iki yıl geçti, bir “olağanüstü kongre” daha yaşadık. Ve 22 Mayıs Kongre’sinde gizli bir “başbakan” aranırken bu kez de gözler Yıldırım’a değil, Mehmet Şimşek’e çevrildi.

    Kongre’yi önceleyen günlerde Borsa hızla düşüyor, Türk lirası da hızla değer kaybediyordu. Neyse ki Şimşek’in de ilginç bir CV’si vardı: ABD Elçiliğinde başlayan, uluslararası bankalarda (UBS Bank, Deutsche-Bender Menkûl Değerler, Merril Lynch) devam eden bir kariyer ve bu bağlamda kurulan ilişkiler ağı!

    Şimşek 2007’de seçimlere bu CV ile girmiş ve bu tarihten itibaren de ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve maliye bakanı olarak en üst düzeylerde görevler yüklenmişti.

    Ortada 2013’te (yükselen AB’de) “yılın en iyi maliye bakanı” olarak ödüllendirilmiş bir kariyer vardı! Babacan’sız hükümetlere de bu CV sayesinde “soft geçiş” yapılabilmişti.

    22 Mayıs Kongre sonrasında da öyle oldu ve Mehmet Şimşek ismi yine piyasaları yatıştırmaya kâfi geldi. Hükümetin ilanında Mehmet Şimşek’in de olduğunun duyulması ile birlikte Dolar hızla 3 liradan, 2,94’e, Euro da 3,38’den 3,28’e geriledi. Borsa ise %3,48 artmıştı.

    4 Mayıs’ta Davutoğlu’nun azlinden sonra yaşanan gelişmelerin tam tersi bir durumla karşı karşıyaydık. Uluslararası sermayenin kanunları, bir kez daha Erdoğan’ın kanunlarına galebe çalmış, “ne oluyoruz? koyu bir diktaya mı gidiyoruz?” kaygılarının arttığı bu günlerde, sermayenin iktidarı, Erdoğan’ın “iktidarı”nın sınırlarını çizmişti.

    Elbette ki Erdoğan, Şimşek’i de yerinden edebilir, hattâ siyasi bir mevta haline getirebilirdi; fakat onunkine benzer bir CV’ye sahip bir siyasetçi bulmadan yoluna devam edemezdi!

    Bu bir pragmatizm değil, bir zorunluluktu ve en güvendiği kimseler bunu Erdoğan’a anlatmışlardı: Tıpkı 150 yıl önce Ali ve Fuat Paşa’ya Fransız elçisinin ve Osmanlı Bankası yöneticilerinin anlattıkları gibi. Söylentiye göre, Fuat Paşa onlara, “siz kulağımıza fısıldamakla yetinin; bırakın oyunu biz oynayalım” demişti.

    Oysa günümüzde, bu gidişle, Erdoğan’ın kulağına fısıldayacak kimse de kalmayacak gibi görünüyor!

    Çünkü iki kongre arasında köprünün altından çok sular aktı ve “başkanlık” sevdası, içerde ve dışarıda, Erdoğan’ın manevra sınırlarını iyice daralttı. Varılan noktada, AKP artık kendi içinde kavga vermeye başladı ve AKP saltanatında sonun başlangıcına geldiğimiz hissi yaygınlaşıyor. Fakat maalesef bütün göstergeler de bu dönemin çok zahmetli geçeceğini işaret ediyor.

    Taner Timur, 26 Mayıs

  91. marxist argüman

    softa necip’in kapitalist demagojilerine cevaplar:

    “Bu tartisilir. Kimine gore oyledir, kimine gore degil”.

    softa’nin burda “tarti$ilir” dedigi nedir? zengin i$veren sinifi ile calisanlar/emekciler/siradan insanlar arasinda maddi cikar cati$masinin varolup olmadigi. softa demagog gözler önünde duran ciplak gercekler icin “olabilir de olmayabilirde, tartilir” diyerek gercekleri bir belirsizlik/sis perdesi ile örtmeye cali$iyor. kapitalist toplumda ki siniflar arasinda antagonist maddi cikar catismasi oldugunu nerden anliyoruz? örnek: sermaye ve üretim araclarina sahip isveren neden i$ciye ihtiyac duyar? insanlarin sirtindan calistirmak sureti ile para kazanmak icin. i$verenin burda ki cikarini/faydasini $öyle özetleyebiliriz: I$ciyi mümkün mertebe cok/hizli/verimli calistirip, yine mümkün mertebe az ücret ödemek. i$ci/emekcinin cikari ise tam tersi: mümkün mertebe az calisarak, sagligini korumaya calisarak bu cali$maya karsilik mümkün olan en fazla parayi kazanmak. i$veren dogal olarak kendi cikari/faydasi ne gerektiriyorsa ona göre davranacak. yani i$veren kendi cikarina göre hareket ettigi zaman ister istemez i$cinin cikarini gözardi edecek, etmek zorunda. “ben para kazanmisim kazanmamisim, bunun bir kiymeti yok, önemli olan i$yerimde calisan insanlar bol para kazanip rahat yasasinlar” diyen bir patron dünyada var midir? hayir. “ben yeterli ekmek parasi kazanmisim kazanmamisim, kira mi ödemisim ödememisim, bunun bir kiymeti yok, önemli olan patron para kazansin zenginligine zenginlik katsin” diyen bir i$ci/emekci dünya da var midir? yoktur. softa necip, sen bu sabit gercegin neyini tartisiyorsun? bir ba$ka örnek, senin degindigin mc donald’s’in i$ci yerine robot calistirma düsüncesi: i$ robotleri. $imdi burda dikkat: bu i$ robotlari/teknolojik geli$me ne icin öngörülüyor, i$verenlerin/kapitalistlerin hedefi nedir? mc donald’s calisanlarinin i$ini, calisma hayatini kolaylastirmak mi? hayir. peki amac ne: i$ verimliligini (produktivität) artirmak. i$ robotlari kullanilmaya baslanirsa, aldiklari ücretle zaten kit kanaat gecinen calisanlarin bir kismi fazlalik olarak isten cikarilacak, isveren bu sekilde masraflari azaltmis oluyor. böyle örnekler kapitalizmin neden reforme/islah edilemeyecegine kanittir. bu örnekler $u gercegide tekrar gözler önüne seriyor: günümüz kapitalist toplumlarinda ekonomik üretim insanlarin refahi, rahati, mutlulugu icin yapilmiyor, tam tersi, calisanlar, kapitalist ekonominin bagimli degiskenleri oluyorlar. teknoloji gelistikce rahata/refaha erip daha az calisip daha cok yasamaya/hobilere zaman ayrilmasi gerekirken, tam tersi bir durum var: dünya capinda bir yanda i$sizlik, yoksulluk, aclik artarken, diger yanda zenginlik kücük bir elit tabakanin elinde birikmeye devam ediyor.

    “Benzer sekilde, yeni cikan bir ilac pahali olabilir; dolayisi ile bir somuruden bahsedebiliriz. Fakat, alternatifi nedir? Olmayan ilacin bedeli sonsuz deil midir?”

    softa necip’in “sömürü” anlayisina dikkat cekmek istiyorum. biz ekonomik sömürü derken necip gibi patronlarin insanlari calistirip sirtindan servet biriktirmesini kastederken, o’nun aklina sömürü deyince ilac fiyatlari geliyor. softa efendi, pahali ilac ne demek, limit nerde basliyor? mesela 10 liralik ilac ucuz mu pahali mi? matematiksel olarak 100 liralik ilac 10 liralik ilaca göre daha pahali, fakat yoksul bir insan icin 10 liralik ilac pahali, 100 liralik ise daha pahali. cebinde yeteri parasi olan biri icin 10 liralik ilaci da 100 liralik ilaci da hatta 1000 liralik ilaci da satin almak sorun degil. pahali ne demek? bir insanin alim gücünün/bütcesinin üstünde ya da bütcesini zorlayan parasal fiyat/deger demektir. yani “ucuz”
    veya “pahali” kategorileri görecelidir ve ucuzun da pahalinin da ölcüsü insanin cebinde/cüzdaninda/banka hesabinda sahip oldugu para miktaridir. defalarca yazdigimiz halde alternatifi nedir diye utanmadan soruyorsun? sen kendin yorumlarinda zaten benim defalarca yazdigimi teyit etmi$sin: mevcut sistem icinde herkesin cikarina/faydasina yarayacak bir cözüm yok. kapitalist program para’nin/sermayenin/kapitalin durmadan sonsuz bir birikimine göre kurgulamis. dünya genelinde zenginle fakir arasinda ki ucurumun artmasindan anliyoruz ki, kapitalist program kurgulandigi gibi i$liyor. senin isine gelmeyen ve marxistlerin öngördügü alternatif $udur: ekonomik üretimin prensiplerini kökten degistirmek. yani para/kar/pazar icin üretim yerine insanlarin temel ihtiyaclarina göre üretim. sermaye ve üretim araclarinin isverenler/kapitalistler denilen özel sahislarin tekelinde olmasi yerine, kollektif/toplumsal üretim. böyle birsey ancak yikici bir devrim hareketi ile olacak birseydir. bu demektir, mevcut düzenin ekonomik öktörü isveren sinifini ve siyasi aktörü devleti tasviye etmeden devrim mümkün degildir. böylesi bir devrim hareketi icin genis halk yiginlarinin katilimi $art. kendilerini solcu gören insanlarin takildigi $u sitede bile basit birseyi bir insana anlatmanin zorluklari ortada. bundan dolayi “sömürü düzeni catirdiyor, kapitalizmin sonu geldi” diyenler hayal kuruyorlar. necip, icin rahat olsun, insanlarda bu yanlis bilinc oldukca kapitalist düzenin kilina zarar gelmez. kapitalist düzenin siyasi yönetim bicimi olan demokrasinin ba$ari sirri $urda yatar: insanlar, sorunlarin, arizalarin kaynagini düzende aramiyorlar, ya kendilerinde ya ba$kalarinda ya da “sistem okey ama sistemi i$letenler i$lerini iyi yapmiyorlar, yöneticileri degi$tirmek lazim” $eklinde düsünüyorlar ve öyle de davraniyorlar.

  92. “melanetin kaynagi, serbest piyasa ekonomisinin insan ihtiyaclarina endeksli üretim yerine para/pazar/kar icin üretim prensibidir.”

    ‘serbest piyasa ekonomisi’ ya da degil; butun ticari/ekonomik/iktisadi faaliyetlerin altinda ihtiyactan kaynaklanan ‘motive’ler vardir.

    Sizin gormek istemediginiz, ya da anlamak istemediginiz, budur.

    Satici/uretici icin farkli, alici/tuketici icin ihtiyaclar farklidir.

    Ornek vermek icin, oyle cok buyuk resimlere de ihtiyac yoktur. Pazara mal satmak icin gelen herhangi bir saticiyi mercek altina alabiliriz.

    Bu kisinin derdi/meselesi, Hilal-i Ahmer’i (Kizilay’i) ikame etmek, fakr u zaruret icindeki insanlara imdat olmak degildir.

    Kendi (varsa, ailesi de dahil) ihtiyaclarini gidermek icin, refaini artirmak icin, olabildigince cok para kazanmak pesindedir.

    Bu cercevede, elindeki urunu, elde edebilecegi en yuksek kar marjiyla satabilmek icin yola cikmistir.

    Bu amacla, sadece ne satacagini degil, ayni zamanda mallarinin yuksek kar marjiyla satilmak ihtimali en yuksek olan semti de (‘pazar’i da) secmege calisir.

    Daha kucuk bir saticiya bakalim. Bir isportaciya. Simit satiyor olsun.

    Her ne kadar simit fiyatlari nispeten (birim cinsinden) dusuk olsa da, yani dar gelirlilerin de alabilcegi fiyattan olsa da, simitcinin hedefi –yine– dar gelirlilerin beslenmesi degildir.

    O, ispotadaki malini olabildigince cabuk satmak ister –sirkulasyondan kazanmak ister.

    O yuzden de, –genelde belli bir gelir seviyesinde, fakat– trafigin cok oldugu yerleri tercih etmege calisir.

    Sonuc?

    Sonuc su: En kucuk olceklerde dahi, amac, hep para/pazar/kardir.

    Bu hedef(ler)in gerceklesmesi icin, ne gerekiyorsa yapilir. Ihtiyaclarini gidermek gucu olanlarin mevcut oldugu pazar(lar)a erisilmege calisilir; ya da, o pazar yaratilmaga calisilir (reklam vs).

    Birincil amac, hicbir zaman, ‘ac doyurmak’ degildir. Hic de olmamistir.

    Aksini hayal ediyorsaniz, insan DNA’sina mudahale etmeniz gerekecek.

  93. benim yunan komsum ille sohbet ederken söyle söyledi:
    sizler türkiye solculari türkeyinin vicdanisinizdir…….
    evet bizler bu ülkenin vicdaniyiz !!!
    demek ki chp bu catidan niyaheyet cikarmak gerek chp bizlerin
    isteklerini karsilamasdir ,chp vicdani degil cikarini düsünen oppurtonist bir parti.
    chp secen kitlerlere bizim yöne cekmemiz gerek elbette kemalist kesim bizi secmeyecektir ama ben chp yüzde 15 gercek bir sol secmeni olduna inaniyorum.bizler chp iyi anlatip tanitarak bu kesim o partiden koparmamiz sartdir.
    bunun icin yogun bir positiv enerjiye ihtiyacimiz var ,türkiyede insanlar sartlara göre hareket ediyor insanlara anlatirilrsa ki sartlar degilde idelojik fikir hareket etmeli gerekdi.hdp bu cati partisi olamaz bunu gecen yazilarda tartismisdik ben hdp hala bir kürt ulusal harekti olarak göruyorum.

  94. RTE’nin nefret söylemleri bitmiyor;

    http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-diyarbakir-da-40110260

    ‘BUNLAR ZERDÜŞT, BUNLAR ATEİST..’
    Başbakan’ın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan kürsüye geldi. Erdoğan şunları söyledi:
    “Bunlar ateist, Zerdüşt, bunlardan bişey olmaz. Bunlar bizim değerlerimizle hareket etmiyorlar. Er veya geç benim Diyarbakırlı kardeşim de bunların ne olduğunu anlayacak. Er veya geç bunlara gereken dersi sandıkta vereceğiz. Biz sandıkla hareket ediyoruz bunlar ise Kandil’le hareket ediyorlar.”

    Zerdüştlük ve Ateizm ne zaman suç oldu?
    İnanmadıkları bütün inançların mensuplarını linç ederler. Bir de utanmadan İslamofobi nakaratını ağızlarına sakız ederler.
    Halkın seçtiği(!) cumhurbaşkanının halktan korkusu da bitmiyor ki bu kadar önlem alıyor;

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aralarında eşi Emine Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve eşi Semiha Yıldırım ile bakanların bulunduğu kalabalık bir heyetle toplu açılış törenlerine katılmak üzere Diyarbakır’a geldi. Olağanüstü güvenlik önlemlerinin alındığı kentte 8500 polis tedbir aldı. Açılış töreninde konuşan Başbakan Binali Yıldırım, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak’ı sert sözlerle eleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise konuşmasında, özellikle HDP’ye ve terör örgütüne oldukça sert mesajlar verdi.

  95. Bu ilk hezeyanı değil zaten;

    http://www.nasname.com/a/erdoganin-bilinc-alti-gericiligini-disa-vurdu-
    Başbakan Erdoğan’ın konu ile ilgili açıklaması ise, bilinçaltından bir türlü atamadığı gericiliğini çok net ortaya koydu.
    Erdoğan, “Benim başörtülü kardeşlerimi niye istismar ediyorsun, yapacaksan yap, gelsin girsinler. Senin böyle bir derdin yok ki. Dini Zerdüştlük olan bir anlayışın böyle bir derdi olabilir mi? Dert istismar, acaba AK Parti’yi köşeye nasıl sıkıştırırız, geç o işi geç, siz bizi köşeye sıkıştıramazsınız. Bu millet kimin ne olduğunu gayet iyi biliyor, bu iş konuşulmaz, bu iş yaşanır, yapılır.’ Diyerek Türk-İslam dışında hiçbir inanca saygılı olmadığını/olamayacağını bir kez daha gösterdi.
    Zerdüştlük de her inanç gibi bir inançtır ve inançların doğruluğu-yanlışlığı tartışılmayacağına göre, Zerdüştlük hiçbir inançtan ne üstündür ne de aşağıdır. Bu gerçeklik, Zerdüştlük veya başka bir inanca saygısızlık yapan herkesi inanç özgürlüğü gereği kınamak ve lanetlemek gerekiyor.
    Özgür Bireyler Topluluğu olarak, İnanç özgürlüğüne saygısızlık eden TC Başbakanı Erdoğan’ı kınıyor ve lanetliyoruz…
    Haber/Yorum

  96. marxist argüman

    adina demokrasi denilen sirk/tiyatrodan enstantaneler:

    “Anayasa Mahkemesi’nin eski Başkanı Haşim Kılıç, yüksek yargı organların başkanlarının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yurt gezileri yaparak verdikleri birlikte görüntülere sert çıktı.
    Kuvvetler ayrılığının en iyi uygulandığı ülke Amerika’dır. Amerika’da da yüksek yargının başkan ve üyelerinin başkan ile aynı yerde bulunduğu etkinlikler söz konusu olabiliyor. Ancak başkan salona girdiğinde yargıçlar asla ayağa kalkmazlar, konuşmasının sonunda da asla alkışlamazlar.
    Adaletli olamıyorsan da adaletli görün: Yargıçlar, çok çeşitli nedenlerle yeterince adaletli olamayabilirler. Böyle dönemler yaşanabilir. Ama yeterince adaletli olamıyorlarsa bile adaletli görünmek durumundadırlar. O yüzden bu görüntüleri doğru bulmuyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı zaten bizzat kendi farkılılığını açık açık ifade ediyor”.

    ha$im kilic ne diyor yukarda: “demokrasi adli sirk/tiyatroda oyuncular rollerinin hakkini vermeliler. bu tiyatronun “kuvvetler ayriligi” adli bölümünde basrol oyunculari olan yargitay, danistay, sayistay baskanlari rol icabi tarafsiz görünmek zorundalar”. bir siyasi yönetim bicimi olarak demokrasiyi idealize edenlerin dikkatine sunulur.

    92 nolu yorumdan alinti:
    “Başbakan Erdoğan’ın konu ile ilgili açıklaması ise, bilinçaltından bir türlü atamadığı gericiliğini çok net ortaya koydu.”
    böylesi bir elestiri neden yanlistir? yukarda ki cümlede “gericilik” ile kastedilen nedir: AKP ve erdogan’in islamci, dinci politiklari, söylemleri. birincisi, gericilik/dincilik/islamcilik denilen olgu erdogan’in bilinaltinda olan birsey degil, bilakis erdogan’in ve AKP’lilerin benimsedikleri düsünce, fikir, ideolojidir. ikincisi, bu cümleler erdogan’in agzindan dikkatsiz bir aninda cikan dini söylemler olmayip, erdogan ve AKP’nin bilincli olarak politika yapma araclaridir. bilindigi gibi kemalist ordu diktasinin hüküm sürdügü AKP öncesi dönemde de devlet “bölücü” kürt ulusal hareketi üyelerini “sünnetsiz ermeni tohumlari” olarak lanse ediyordu. kürt ulusal hareketi, militani sempatizani ile yüzde yüz kürt/kürdistanli oldugu icin, bir de “asala” gibi ermeni örgütleri tarihe karistigi icin “sünnetsiz ermeni” iddiasi artik inandiriciligini yitirdi. “devlet/millet düsmani” bir örgütü, hareketi gayri mesru ilan etmek icin islamci AKP’ye geriye hangi argüman kaliyor: bunlar laik, dinsiz, ateist ve zerdüst. siz buna alevi’yi de ekleyebilirsiniz. öcalan’in AKP ile islam bayragi altinda birlesme amacli cözüm projesi sürecinde paris de üc alevi pkk militaninin türk gizli istihbarati eli ile katledilmelerini de bu cercevede dü$ünmek lazim.

    atasözü ne diyor: kambersiz dügün necip’siz yorum olmaz”
    softa necip ile de tartismaya devam edelim. softa demagog insan fitrati/tabiati söyleminden insan genlerine, DNA’sina gecis yapmi$ durumda. la havle vela kuvvete!
    kapitalist toplumda kiminle tartisirsan tartis, sonunda mutlaka $u soru gelir: eiyi güzel söyledin de alternatifin nedir? buna daha önce söyle bir cevap yazmistim: ilk adim dogru elestiri yapmaktir. bir hastaligin tedavisi icin nasil ki dogru te$his olmazsa olmaz $arttir, siyasi/toplumsal/ekonomik hadiselerin dogru bir analizi cözümün ön $artidir. “alternatifin nedir” diyerek kar$idakini kö$eye kistirdigini sana cok bilmislere ikinci cevabim: örnek, bir matematikci gecerli olan bir matematik denkleminin yanlisligini tespit edip, ispat ediyor, fakat denklemin dogru cözümünü kendiside bulamiyor. bu durumda, matematikci denklemin dogru cözümü (alternatif) ortaya koyamadi diye, denklem cözümünün yanlisligi ispati gecersiz mi olur? hayir. denklemin yanlis cözümü ispatli ve sabitse, dogru cözüm henüz bulunamamis olsa bile, o yanli$ cözüm dogru kabul edilmez.
    kapitalist toplumun ba$tan basa kar$it/uzla$maz cikar cati$malari üzerine kurulu olduguna diger bir örnek: asgari ücret. hükümetin asgari ücret ne kadar olsun diye tartistigini farzedelim. i$verenin cikarina gelen nedir: saat ücreti ne kadar düsük olursa o kadar iyi. calisanlarin cikarina olan nedir: saat ücreti ne kadar yüksek olursa o kadar iyi. “ikna olmadim” diyenlere buna benzer yüzlerce örnek verebilirim.

    softa necip’ten alinti:
    ‘serbest piyasa ekonomisi’ ya da degil; butun ticari/ekonomik/iktisadi faaliyetlerin altinda ihtiyactan kaynaklanan ‘motive’ler vardir.
    Sizin gormek istemediginiz, ya da anlamak istemediginiz, budur.
    Satici/uretici icin farkli, alici/tuketici icin ihtiyaclar farklidir”.

    günümüz kapitalist dünyasinda mesele $ayet insanin yeme, icme, barinma ihtiyaclari olsaydi, üretim araclarinin/üretim verimliliginin/teknik gelismenin geldigi seviye itibari ile dünya nüfusunun tamaminin temel ihtiyaclarini karsilmak i$ten bile degil. kapitalist ekonomi, mevsim sartlarina bagimli kalmadan ve dogal afetlerin olumsuz sartlarini by pass ederek (seracilik) istedigi kadar üretim yapacak teknik kapasiteye coktan ulasmis bulunuyor. yani ekonomik üretimin teknik kapasitesinin ulastigi seviye itibari ile $u anda dünya capinda az calisarak, atiyorum 4-5 saat calisarak, temel ihtiyaclarini karsilayip geri kalan zamani da özel hayat dedigimiz ya$amaya, hobilere ayirabilir. hal böyleyken, üretim kapasitesi arttikca savas, göc, aclik, yoksulluk vs. gibi sorunlarin azalmak orda kalsin artmasini nasil aciklayacagiz? softa necip, nasil basardiysa suclu olarak insan DNA’larini tespit etmis. insanlarin teknik gelismeyi, daha az calisarak, daha az zahmet cekerek, daha iyi, rahat yasamak yerine, teknigi sömürü, rekabet, savas araci olarak kullanmalarinin insan DNA’si ile de allah’in emri ile de (allah’in dedigi olur) alakasi yok. günümüz toplumsal/siyasal/ekonomik sisteminin insan yapimi oldugundan ku$ku yok. fakat bu, kapitalist demagog necip’in iddia ettigi gibi icgüdüsel ya da biyolojik bir olgu degildir. meselenin özeti $u: global kapitalist düzenin iki aktörü var: ekonomik aktör i$veren/kapitalist sinifi, siyasi aktör (kapitalist burjuva) devlet. bu ne demektir: devleti ve ekonomiyi yönetenler, varolan dünya düzeninin kaymagini yiyenler, yani ayricalikli elit tabaka oluyor. burda belirleyici olan $udur: devleti ve ekonomiyi calisarak, vergi vererek, askerlik yaparak, bazen de gönüllü/karsiliksiz hizmet ederek vs. ayakta tutan cogunluk ne düsünüyor, dünyanin bu düzenine dair nasil bir bilince sahip? calisani i$$Izi ile cogunlugu olusturan bu kesim kapitalist ekonomiyi ve devleti ayakta tutan asil güc oldugunu ve yine bu düzeni yikacak asil güc oldugunu farkinda mi? benim gördügüm kadari ile koc holdingin sahiplerinden ali koc gibileri bunun farkinda, o’nun icin “zenginligin bu derece sermaye tarafinda birikmesi iyi bir gelisme degil, kapitalizmi reforme etmek lazim” derken, siradan insanlarin cogunlugu softa necip gibi düsünüyorlar, maalesef!

  97. Bir aralar, bir kismini da Internet uzerinden tanidigim bir grup insan, ‘Noel Baba’nin (Santa Claus’un) neden gercek olamayacagini fizik ve matekatik kullanarak ispat etmege calismislardi.

    ‘Noel Baba’ya inanan cografyalari iyi-kotu belirlemek mumkun, ona inananlari sayisini da atmasyon teknigiyle belirleyebilirsiniz.

    Bu cografyalardaki bu kadar sayidaki insanin evini ziyaret etmek icin toplam 24 saati vardir (Kuzey ve Guney yarimkurleri dikkate alirsaniz).

    O 24 saat icinde, o kadar evi ziyaret etmek icin katedecegi mesafeyi hesapladiginiz zaman, her eve hediyesini teslim etmek icin makul (fakat cok kisa) bir sure harcayacagini da dikkate alirsaniz, ‘Noel Baba’nin (geyikleri ve arabasi dahil) ne kadar suratle gitmesi gerektigini de bulabilirsiniz.

    ‘Noel Baba’nin (geyikleri ve arabasi dahil) toplam agirligini/kutlesini de hesaplayinca, ne kadar enerjine ihtiyac oldugu da ortaya cikar.

    Tukettigi bu kadar enerjiden cikan isiyi dikkate almak zorundasinizdir; bir de atmosferin dayattigi surtunmenin ortaya cikaracagi isi da var tabii.

    Butun bunlari hesapladiginizda, ‘Noel Baba’nin (geyikleri ve arabasi dahil), cok kisa bir zaman/mesafe icinde alev ates tutusacagini ve yok olacagini gorebilirsiniz.

    Yani, ‘Noel Baba’ –eger hic var idiyse bile– yok olmustur, yoktur artik.

    ‘Bilim’ bunu ispatlayabildigi halde, kimse bu ispati kaale almadi; almiyor.

    Hala daha ‘Noel Baba’ya inanan, ona inanilmasini cocuklarina telkin eden insanlar var.

    Bu insanlar –bir kismi da, eminim, ‘social sciences’ mensubudur– artik ‘bilim’in konusu degil; ‘social sciences’in konusuna girerler.

    Kendi aralarinda, tukenmez serbeti misali, hic bitmeyecek ama bir o kadar da ‘entellektuel’ tartismalar, onermeler, faraziyeler vs vb uretir giderler.

    Buradan ‘kapitalizm’ konusuna da gecebiliriz:

    Allaha inananlari anlayisla karsiliyorum –aliskanliklari arasinda, muglak da olsa, super bir ust yapi/akil kavrami var cunku.

    Inanmayanlari anlamak cok daha zor: Neden kendilerine ‘kapitalizm’ diye –aslinda var olmayan, ve bilincle var edilmemis– bir ‘sey’i icad etmek ihtiyaci duyduklarini anlamiyorum.

    Tek aciklamam, insan fitratinda ‘muglak da olsa, super bir ust yapi/akil kavrami’ edinmenin bir tur gereklilik olusu.

    Baska bir sey aklima gelmiyor; gelen varsa, ve yazarsa, memnun olurum.

    Yahu, bu nasil bir ‘sey’dir ki, her yerde her zaman var; fakat, her yerde ve her zaman bir digerinden farkli olabiliyor?

    Dahasi, her tulu adaletsizligin ve kotulugun kaynagi oluyor da, nedense insanlar birlesip bunu (artik her ne ise o; ve nasil ele gelecekse) yer ile yeksan etmiyorlar?

    Yoksa.. evet, yoksa, ‘kapitalizm’ kelimesini sarilmak bir zihinsel tembelligi ortmege mi yariyor?

    Hani, ‘ahir karanlik, o yuzden disarida ariyorum’ misali..

  98. marxist argüman

    kapitalist demagog necip’in 94 nolu yorumundan alinti:
    “inanmayanlari anlamak cok daha zor: Neden kendilerine ‘kapitalizm’ diye –aslinda var olmayan, ve bilincle var edilmemis– bir ‘sey’i icad etmek ihtiyaci duyduklarini anlamiyorum”.

    la havle vela kuvvete! kapitalist demagog, sende ya$tan kaynakli hafiza zayiflamasi mi var? bu konuyu daha önce tartismistik ve bir sonuca bagladigimizi düsünmüstüm. insanlarin sirtindan servet biriktiren bir kapitalist olarak TÜSIAD’a üye misin degil misin, bilmiyorum, fakat TÜSIAD sayfasini ve ekonomi haberlerini takip ediyorsan, ekonominin aktörleri isverenler de, devleti yöneten politikacilar da “kapitalizm” kavramini kullaniyorlar. bununla kastedilen de günümüz dünyasinin egemen ekonomik üretim modelidir. pazar ekonomisi, serbest piyasa ekonomisi, rekabetci piyasa ekonomisi seklinde de adlandirilir. isverenler/kapitalistler dernegi TÜSIAD’in internet sayfasina bakabilirsin, orda mesela koc üniversitesinin 2008 yilinda düzenlemis oldugu ve finans krizini konu alan bir konferansin basligi: “küresel kapitalizmin gelecegi ve türkiye”

    bu konferansta konusma yapan TÜSIAD yönetim kurulundan bir bayan örnek söyle cümleler kurmus: “bu kriz, kapitalizmin sonu olmasa da, piyasa ekonomisinin cöküsü anlamina gelmese de…”

    yani kapitalizm kavrami senin düsündügün gibi marxistlerin uydurdugu birsey degil. alman burjuva medyasi kapitalizm kavramini sürekli kullanir, özellikle kriz zamanlarinda “kapitalizm cökecek mi, karl marx’i tekrar hatirlamakta fayda var” gibi yorumlar cok cikar. senin “kapitalizm de nedir, bu da nerden cikti” seklinde bitmek bilmeyen itirazlarin, senin dünyadan izole bir sekilde yasadigini gösteriyor. kapitalist necip, sen hangi gezegende yasiyorsun?

  99. 94 ve 95 nolu yorumlar üzerine
    Kapitalizmi giderek dünyaya yayılan medeniyetin bugün geldiği aşama olarak tanımlamak en doğrusudur belki de.
    Medeniyetin ilk aşaması veya ilk kuşağını Mısır/Mezopotamya/Hindistan/Çin ile,
    İkinci kuşağını Pers/Yunan/Roma yayılmacılığıyla,
    Üçüncü kuşağını Batı Avrupa/Arap/Türk/Moğol dönemiyle,
    İçinde bulunduğumuz son dönemi de kabaca 1500’lerle başlatabiliriz. Dünyanın kalanının keşfi ve kolonizasyonu, modern bilimin/tekniğin/düşüncenin ivme kazanması, ulusdevletlerin oluşmaya başlaması (örneğin İspanya, İran ve Anadolu’nun siyasal birliğinin sağlanması) gibi süreçler bu dönemde başladı diyebiliriz.

  100. Necip’in dikkat çektiği gibi bazı insanlar kapitalizm kavramını “kötü bir güç” anlamında kullanıyorlar – Star Wars evrenindeki Güc’ün karanlık tarafı gibi.
    Üstelik böyle hikayeler bile daha gerçekçi ve derin işlenmiş -orada bile kötülüğün durduk yerde ortaya çıkmadığı ve aşama aşama geliştiğini, her şeyin sadece siyah beyaz olmadığını anlatması bakımından.

  101. chp iktidar olsa ne olmamazi ne ifade eder ki???
    biraz daha fazla kafayi bulup icerisiz aksamlari……..
    biz kendimize bakalim!
    bizim savundugumz ideloji onlarin dünyasina ters düsen bir sistemdir chp jöntürk uzandisi olan bir gizli veya acik bir türk
    milliyetcizi bir partidir bundan asla kopamaz .alevi inancli insanlarimiz neden bu parti oy veriyor hala anlam zor buda elbette türkiyenin bir garipligidir…….
    kemalist tuzag düsmemeliyiz!!!
    biz kendi fikirlemizi pazarlik konusu edemeyiz zaman gedi mi onlar bize ortaklik teklif edsin.
    chp nin garanti yüzde 10 oyu var buda önceki yazimda belirtdim gibi kemalist elit kesimdir bizim diger insanlari kazanmamiz sardtir elbett kolay olan birsey degil.
    baykalin sözünü unutmayin biz bu parti alevilerden ve solculardan temizledik…..yine hatirladim dedim.
    kisa sunu demek istiyorum benim ha chp olmus ha akp hic farketmez.bize evrensel degerlere dünya hümanisile yasayan bir parti gerek.

  102. “Daha 19 Yaşında
    Düşlerinde Özgür Dünya
    Öptüğün çubuklu forma yaşayacak anısında
    ALİ İSMAİL KORKMAZ FENERBAHÇE YIKILMAZ…”

    Birçok insanın hep 19 yaşında kaldığı güzel ülkemde Fenerbahçe Tribünlerinin yaptığı en anlamlı beste…

  103. Gezi Direnişi’nin 3. Yıl “An”lamaları

    Kendi varoluşlarını “Gezi”ye dayandıranlar, “Gezi” üzerinden kendilerini varetmeye çalışanlar, “Birleşik Haziran Hareketi” adıyla ortalıkta boy gösterenler, buldukları her fırsatta “Gezi”den söz etmeyi severler. Gerçi bu “sevgi” sahipleri Gezi Direniş’inden daha çok “Haziran”dan söz etmeyi tercih etseler de, yine de onların “sevgileri”nden kuşku duymamak gerekir!
    Bazıları biraz “kuşkucu”, biraz “naif” olsalar da, yine de “Gezi”yi anmamazlık etmezler. Ama “anma” ile “anlama” birbiriyle pek çakışmamaktadır.
    Birinci yılında, ikinci yılında ve en nihayet üçüncü yılında “Gezi” sahiplenicileri “anma”larla “anlama”ları birbirine karıştırmışlardır.
    “3. yıl” “vesilesi”yle bir kez daha Gezi Direnişi (onların söylemiyle “Gezi”) “masaya” yatırılmış, Gezi Direnişi’nin “derin anlamı” üzerine boylu boyunca tahlillere girişmişlerdir. Gerçi aralarında Gezi Direnişi “ruhu”nu çağırmak isteyenler yok değildir. “Ey ruh, geldiysen masaya üç kez tıkla” bile diyebilecek haldeki bu kesimler, 10 Ekim Ankara katliamı ertesinde kitlelerde görülen geri çekilmenin ancak bu “ruh” sayesinde ortadan kalkacağına insanları inandırmaya çalışmaktadırlar.
    Yine de içlerinde Gezi Direnişi’ni “dipten gelen dalga” olarak görenler de vardır.
    Örneğin, “İlerihaber” “portal”ında Ahmet Cemal, belki de sanatçı “ruhu”yla “3. yıl” anısına şöyle yazmaktadır:

    “Sıradan ayaklanmalar, gelişigüzel isyanlar, bir ya da birkaç olayın üzerinde odaklaştıktan sonra yitip gider. Devrim ise ta dipten, kimi zaman ölçülmesi olanaksız derinliklerden yüzeye vuran bir toplumsal-tarihsel birikimdir. Neredeyse bir doğa olayıdır…
    Bu ‘Gezi Parkı Kuşağı’, özlemlerinin iktidarını artık yalnızca ve yalnızca sandıkta arayacak kadar demokrat. Bu bağlamda tek isteği ise, o sandığa uzanan yolların bundan böyle yalanlarla değil fakat gerçeklerle örülü olması. Bu isteğine ulaşacağından da kimse kuşku duymamalı.” (a.g. yerde, 1 Haziran 2016.) (italik bize ait. KC.)

    Evet, “Gezi Parkı Kuşağı”, “özlemlerinin iktidarını” (her neyse) “artık yalnızca ve yalnızca sandıkta arayan” “demokrat” bir kuşak gibi görünüyor! Üstelik “sandık”ın hikmeti 1 Kasım’da ortaya çıkmışken.
    Aynı “portal”ın bir başka yolcusu ise, Gezi Direnişi’yle birlikte, “Türkiye solcusu”nun “artık” oraya-buraya bakınmaktan kurtulup “yurt” bilincine ulaştığını, yani “yerli”leştiğini ileri sürmektedir:

    “ Her ülkede, o ülkenin devrimcilerinin dönüp dönüp baktığı, sırtını dayadığı ya da feyz aldığı, daha çok da gelecekte kurulacak ülkesi için bir ‘numune’ saydığı örnekler vardır…
    Bu ‘numune’ kimileri için Sovyet halkının kurduğu yeni bir ülke olmuştur, kimileri için Kübalı veya Çinli devrimcilerin cesareti ve başarısı. Bunlar da değilse, İhtilal-i Kebir denen Fransız Devrimi’nin görkemi ya da emperyalist işgale karşı Türkiye halkının savaş iradesi. Herkes, kendi meşrebince bir ‘numune’ seçmiş ve kendi mücadelesinin kanıtını, dayanağını ve müjdesini de onda bulmuştur…
    Velhasıl, Türkiye solcusunun yabancılık, yabanlık derdine derman olacak ecza, çok uzun yıllar boyunca tam anlamıyla bulunamamıştır haliyle…
    O halde şunu söylemenin vakti gelmiştir: Haziran Direnişi, Türkiye solcusuna bir yurt fikri, yurtluk bilinci kazandırmıştır…
    Yani Haziran Direnişi’nden sonra Türkiye solcusu, ‘nasıl bir ülke kuracağı’ sorusuna yanıt verirken, başka çağların, başka halkların başarılarını anlatmak ya da soyut idealleri sıralamak zorunda değildir. Dönüp bakacağı, sırtını yaslayıp feyz alacağı, gelecek için ‘numune’ sayacağı bir gerçek deneyime sahiptir.” (Can Soyer, a.g. yerde, 1 Haziran 2016)

    Bu “periyodizasyon” yazarına göre, “artık” “Türkiye solcusu” eskisi gibi dünya devrim tarihine, dünya devrimlerine “bakmak” ve onlardan “feyz” almak zorunda değildir. Ne de olsa “Gezi” gibi (alıntıyı “çarpıtmamak” için kendi sözcüğü ile “Haziran Direnişi” gibi dememiz gerekiyor) bir “feyz” alınacak “örnek” (pardon, “numune”) vardır!
    Gerçi aynı “portal”ın bir başka yolcusu (Doğan Ergün) bu “numune”ciye pek de katılmamaktadır.
    Ona göre, “Gezi”de bir “pranga” çatlamıştır. Bu da “laiklik meselesi”dir. Ve bu konuda “tarihte örnekleri mevcuttur. Uzaklara değil, Marx’a bakmak yeter”…
    Gerçi bu “Marx”a yapılan gönderme, yukarda “3. yıl” “an”lamasından aktarma yaptığımız “portal”ın “Genel Yayın Yönetmeni”ne ters düşse de, bu kadarcık “fikir ayrılığı” da “editör”ün “hak”kı olarak kabul edilmelidir!
    Eşdeğer bir “portal”da yazan Orhan Aydın ise, “Gezi – 3. Yıl…” yazısında “Gezi”den bir şeyler çıkartmaya çalışan ya da “ruh”unu çağıranlara, “ruhuna elveda” demelerini isteyen bir “hiciv” (“satire”) “anlama”sı kaleme almıştır.

    “Gezinin üstünden 3 koca yıl geçmiş 3 koca yıl.
    Avunmaktan başka ne yapmışız.
    Koca bir hiç.
    Oysa bugünün koşulları Haziran 2013 ‘ten bin kez daha ağırdır.
    En ağırı, katledilen çocuklarımızın katillerinin aramızda dolaşıyor olmasıdır.
    Tuhafız, yeni bir Gezi bekliyoruz.
    Yalnızda değiliz.
    İşçisi, emekçisi, sendikacısı, siyasetçisi, öğrencisi, kadını, erkeği hep birlikte Gezi’yi bekliyoruz.
    Olur.
    Gider Gezi Parkı’na Dolmabahçe’ye doğru ‘Hadi gel artık, burada çok bekleyenin var’ diye bağırırım.” (Sol portal, 31 Mayıs 2016.)

    Bunlar, (bugün için karpuz gibi ikiye yarılmış) “yumurta ikizleri”nin bir o yandan, bir bu yandan Gezi Direniş’inin 3. yıl “anlamaları”dir. Ama bir de “Eşme ruhu”ndan “Gezi ruhu”na parende atanlar da vardır:

    “Gezi ruhu birlik ve ortak mücadele ruhudur
    Gezi Direnişinin karakteri ve verdiği mesajlar bugün tüm devrimcilerin ve demokratların üzerinde durması ve derhal yerine getirmesi gereken emirler niteliğindedir…
    … en temel görev, Halkların Birleşik Demokratik Hareketini yaratmak olmalıdır. Gezi Direnişine verilecek en doğru cevap budur. Halkların Birleşik Demokratik Hareketi yaratılmadan ne Türkiye’deki demokratik devrim, ne de Gezi Direnişi Şehitlerinin anısına doğru karşılık verilmiş olur.” (KCK’nin 3. yıl açıklaması.)

    Sonuç olarak Gezi Direnişi, bir taraftan legalizmin meşrulaştırılması için kullanılırken, bir başka taraftan “ruh”a dönüştürülmüştür.
    Her şey iyi-güzel de peki Gezi Direnişi neydi ve ne oldu?
    Bu soru, şimdilik 3. yılda yine yanıtlanmadan ortada kalmış görünüyor.

    KURTULUŞ CEPHESİ – Mayıs-Haziran 2016
    http://kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc150_6.html

  104. Ekonomi: Nerede Kalmıştık?

    “Terör” sorununun ülkenin “başat” sorunu haline gelince, kaçınılmaz olarak diğer politik, ekonomik ve toplumsal sorunlar geriye itilmekte, ötelenmektedir. “Terör” halkın “gündemi”nin ilk sırasında yer alsa da, “ekonomi aktörleri” için fazlaca belirleyici değildir. Onlar için “terör”ün “değeri”, kendilerine dokunduğu kadardır. “Kendileri” de, birey değil, doğrudan şirketler, holdingler, bankalar vb.dir. “Terör”, eğer bu kurumları vurur ve bu kurumların işleyişini engellemeye ya da bozmaya yönelirse, işte o zaman “ekonomi aktörleri” için “baş sorun” haline gelir. Bu durumda da, yeniden “eski” günlere dönebilmek için “terörün bir an önce sona erdirilmesi” talebinde bulunurlar. Bunun ötesinde ve dışında insanlara, bireylere yönelik “terör” onlar için “fiyatlanacak” bir şey değildir. Hele ki, “terörle mücadele” adı altında devletin yaptıkları (başka insan hakları ihlalleri) “piyasa aktörlerini” hiç ama hiç ilgilendirmez. Hatta bu “terörle mücadele” bağlamında “yeni fırsatlar”ın çıktığı bile söylenebilir.
    Örneğin, bugün Recep Tayyip Erdoğan iktidarı olanca yıkıcılığı ve zalimliği ile “hendek savaşı”na girişmiştir. Bunun sonucu olarak binlerle ifade edilen ölümler ortaya çıkmıştır. Ama bunun yanında operasyon yürütülen ilçelerde ve mahallelerde akıl almaz yıkımlar meydana gelmiştir.
    Numan Kurtulmuş’un verdiği son “veri”lere göre, “operasyon”un tamamlandığı ilan edilen beş ilçede (Sur, Silopi, Cizre, İdil ve Yüksekova) toplam 6.320 bina yıkılmıştır. “Birim olarak yani daire ölçeğinde 11 bin birim”dir.
    “Ekonomi aktörleri” bu verilerden yola çıkarak, (bölgede daire fiyatlarının ortalama 200.000 TL olduğu varsayarsak) 11.000 x 200.000 = 2.200.000.000 TL’lik bir “iş potansiyeli” olduğunu düşünecektir.
    Bu “sonuç”, son bir yıldadır inşaat sektöründe görülen durgunlukla birleştirildiğinde, inşaat sektörü için ek bir “kaynak” ortaya çıkmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan’ın “gözdesi” olan inşaat sektörünün hacmi açısından bakıldığında (180 milyar TL ve 1 milyon daire) bu miktar küçüktür. Hatta “devede kulak” gibi görünebilir. Ama burada sözünü ettiğimiz “terörle mücadele” ya da “terör” karşısında “iş dünyasının” ya da “ekonomi aktörleri”nin yaklaşımıdır. Onlar “pürüpak maddeci”dirler. Olaylara sadece parasal açıdan bakarlar. Ta ki, olaylar kendilerinin paralarına, cüzdanlarına dokunana kadar.
    Diğer yandan, A. Davutoğlu ile birlikte “liberal islamcılar” ekonominin “dümeni”nden tasfiye edilmişlerdir. Bunun ilk sonucu da, Recep Tayyip Erdoğan’ın “vatana ihanet”le suçladığı Merkez Bankası’nın (yeni başkanıyla) faizleri (küçük de olsa) düşürmeye başlamış olmasıdır.
    Bu durum “ekonomi dünyası” açısından çok da “sıcak” karşılanmamış olmasına rağmen, “piyasalarda” önemli bir “tepki”ye yol açmamıştır. Bu “tepkisizlik”, Recep Tayyip Erdoğan’ın “faiz teorisi”nin kabul gördüğü anlamına da gelmemektedir.
    Söz konusu olan “gözde”nin (inşaat sektörü) son bir yıldır giderek derinleşen bir durgunluk içine girmiş olmasıdır. Daha da önemlisi, konut kredilerinin geri ödenmesinde “sıkışıklık” ortaya çıkmıştır. Diğer ifadeyle, konut kredisi geri ödemeleri giderek daha büyük miktarlar yapılamaz hale gelmiştir.
    “Gözde sektör”ü canlandırmak, yani inşaat sektörünün düşen kârlarını artırmak gerekli olmuştur. Bunun yolu da “inşaat maliyetlerinin aşağıya çekilmesi”nden geçmektedir. Ve herkesin bileceği gibi de, “maliyet” denilince tuğla, çimento, taş vs.den daha çok “faizler” akla gelmektedir.
    Yüksek faiz, konut satışları üzerinde etkili olduğu gibi, inşaat sektörünün maliyetleri üzerinde de etkili olmaktadır. Bu çift yönlü basınca karşılık olarak faiz oranlarının düşürülmesi belli bir “rahatlık” (“yetmez, ama evet”) getirecektir.
    Öte yandan konut kredilerinin geri ödemelerinde meydana gelen “sıkışıklık” da düşürülen faiz oranlarıyla nispi olarak geçiştirilebilecektir.
    Bunların yanında ve “parallel”inde faiz oranlarının düşürülmesi tüketici kredileri, otomobil kredileri, tatil kredileri vb. ile kredi kartı kullanan “orta sınıf” üzerinde etkili olmak durumundadır. Bu da AKP’nin iktidarını sürdürebilmesi için gerekli “oylar”dan bir bölümünün garantiye alınması anlamına gelmektedir. (Üstelik bu “orta sınıf”ın büyük bir bölümü laiklik temelinde AKP karşıtıdır.) Bu güvencenin “ekonomi aktörleri”nin dilinde ifadesi “siyasal istikrar”dır, yani Recep Tayyip Erdoğan iktidarının sürmesi anlamına gelir.
    Recep Tayyip Erdoğan ne kadar “enflasyonun nedeni yüksek faizlerdir; faizler düşürülürse enflasyon da düşer” nutukları atarsa atsın, “ekonomi aktörleri” açısından bunun zerrece önemi yoktur. Ama “siyasal istikrar” denilince aynı “aktörler”in boyunları kıldan incedir.
    Ülkenin ekonomik verileri kadar, dünyadaki ekonomik gelişmeler de “dış borç” yükü altında olan ülkeler için “iyi sinyaller” vermemektedir. Herhangi bir zamanda, herhangi bir nedenle “dış borçlanmaya dayalı ekonomi” şirazesinden çıkabilir. Ayrıca emperyalist ülkelerin alacağı (hiç kuşkusuz gizli olacaktır) bir kararla da ekonomi şirazesinden çıkartılabilir.
    Böylesine ipin ucunda olan bir ekonomiye sahip bir ülkenin insanları da, herşeye kısa vadeli bakma alışkanlığı edinmişlerdir. Uzun vadede yaşam standartlarının ve gelirlerin yükselmesi yerine, kısa vadede ortaya çıkacak “avantalar” peşinde koşma bu ülke insanlarının “karakteri” haline getirilmiştir.
    Üstelik “milli gelir”, geçen yıl olduğu gibi bu yılda düşme eğilimindedir. Dolardaki yükseliş “ralli” yapmasa da, süreklilik göstermektedir. Tüketicisinden üreticisine hemen herkesin ve her kesimin “ithal bağımlısı” olduğu bir ülkede, dolardaki yükseliş, zaman içinde kendisini hissettirecek sonuçlar üretecektir. (Ama “zaman içinde”.)
    Özcesi Türkiye ekonomisi “tıkırında” değildir ve iç pazar tıkanma noktasına gelmiştir. Bu tıkanıklık belli ölçülerde “kamu harcamaları” yoluyla aşılmaya çalışılsa da, pek çok sektör açısından fazla bir değere sahip değildir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Afrika, Latin-Amerika “gezileri” iç pazarda tıkanıklık yaşayan bazı sektörlere yeni “pazarlar” bulma hevesinin ürünüdür.
    Bunların üstüne “tüy” diken olay ise, “Rusya krizi” ve bunun sonucu olarak da tarımda ve özellikle de turizmde görülen belirgin bir gerilemedir.
    Cari açığını sürekli olarak “net hata/noksan” kalemi üzerinden Katar ve Suudi’lerin el altından gönderdikleri paralarla kapatan Recep Tayyip Erdoğan iktidarı için, cari açığın kapatılması (ve elbette “net hata/noksan” kalemindeki dalavereleri gizlemek) açısından önemli bir “kalem” olan turizm gelirlerindeki düşüş önemlidir.
    Elbette Recep Tayyip Erdoğan “Türkiyesi”nin “cihanşümul” bir devlet olduğuna inananlar açısından bunların pek de önemi yoktur. Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı rüşvetler bile “yeter” diye kendilerini teselli edebilir!
    Ama “ekonomi dünyası”nın su katılmamış “maddeciliği” bu türden “iman” ve “inanç”la hiçbir ilişkisi yoktur. “Terörle mücadele” adı altında yıkılan binalardan bile kâr elde etmeyi düşünebilecek bir “dünya”, kendi kaba gerçekçiliği içinde yolunu bulmak durumundadır.
    Hem zaten ülkede bir ekonomik kriz patlak verse bile, bunu çok da önemsememek gerekir. Ne de olsa, “kriz” denilen şey “yeni fırsatlar” demektir.
    Böylece değişik sınıf ve tabakaların içinde yer aldığı ve kendi ölçeklerinde siyasal yönetimden pay aldıkları “güçler ayrımı” dönemi, yeniden ve bir kez daha yürütmenin güçlendirilmesi yönündeki hareketle sona erdirilmeye çalışılırken, bundan zarar görecek ve bu nedenle buna karşı “direnebilecek” tek kesim küçük-burjuvazinin orta ve sol kesimleri olmaktadır. (Gezi Direnişi, başlangıç olarak, bu kesimlerin öncülüğünde ortaya çıkmıştır.)
    Emperyalizm açısından, özel olarak da Amerikan emperyalizmi açısından yürütmenin güçlendirilmesi ve mutlak bir güç haline getirilmesi kendi işlerinin çok daha kolay ve hızlı biçimde yürütülmesini sağlayacağı için “özel olarak” bir sakınca getirmemekten öte, çıkarınadır. Siyasal anlamda “laik ve ulusalcı” kesimlerin siyasal yönetimden dışlanması da, emperyalizmin Ortadoğu bölgesindeki çıkarlarının daha rahat ve daha hızlı gerçekleştirilmesine hizmet edecektir. Gerek “I. Körfez Savaşı”nda, gerek “1 Mart tezkeresi”nde açık biçimde görüldüğü gibi, bu “orta sınıf”ların Türkiye’deki gücü emperyalizmin çıkarlarını baltalayabilmiştir. Bu nedenle de gücünün kırılması ve hatta siyasal yönetimden tümüyle dışlanması, uzun zamandır Amerikan emperyalizminin hedeflerinden birisi olagelmiştir.
    Bu kesimlerin gücü v“temsili demokrasi” (“parlamenter sistem”) ve güçler ayrımından gelmektedir. Dolayısıyla siyasal güçlerinin kırılması da bunların ortadan kaldırılmasıyla olanaklıdır. Recep Tayyip Erdoğan’ın “mutlak yürütme gücü” oluşturmaya ve yer yer bunu fiilen yapmaya yönelik çabaları emperyalist sistem açısından istenen bir durumdur. Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel “karizması”na dayanılarak yapılacak bir “sistem değişikliği”, gelecekte doğrudan emperyalizmin “kendi has adamları” aracılığıyla kullanabileceği bir sistemi ortaya çıkaracaktır. Olağan şartlarda ve hatta askeri darbe koşullarında bile kolayca gerçekleştirilemeyecek olan böylesi bir sistem değişikliğinin islamcılar aracılığıyla gerçekleştirilmesi emperyalizmi hiç de rahatsız etmemektedir.
    Bugün emperyalizmin Recep Tayyip Erdoğan’ın “mutlak güç” sahibi olmasından duyduğu “kaygı”, sadece islami kökeni ve buna dayanan söylemidir. Cüneyt Zapsu’nun bir zamanlar açıkça ifade ettiği gibi, Recep Tayyip Erdoğan “çukura” (“kanalizasyon”a) süpürülmeyip “kullanılacak” biri olduğu sürece, güçlü ve hatta mutlak bir yürütme emperyalizmin kısa, orta ve uzun vadeli çıkarlarıyla örtüşmektedir. Suriye politikalarında görüldüğü gibi, Recep Tayyip Erdoğan ne kadar “mutlak güç” sahibi olursa olsun, her durumda kolayca “tükürdüğünü yalayan” (emperyalizmin taleplerini yerine getiren) bir “profil” çizmektedir. Zaman zaman söylemsel olarak “çizmeyi” aştığı durumlarda ise, “beyzbol sopası” gösterilerek, kolayca hizaya getirilmektedir.
    Bu açıdan, Amerikan emperyalizminin Recep Tayyip Erdoğan’ı “deliğe süpürme”ye karar verdiğini düşünmek gerçeklikten çok, niyetlerle ilgilidir.
    Hiç kimse Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye konusunda zikzaklar çizse de, son tahlilde emperyalizmin istediği doğrultuda hareket etmesinden rahatsızlık duyulduğunu iddia edemez. Aynı şekilde, PKK’ye yönelik “imha politikası”ndan da emperyalizmin “rahatsız” olduğuna ilişkin bir belirti de mevcut değildir. Emperyalizmi, özel olarak da Amerikan emperyalizmini “rahatsız” eden tek şey, böylesine güçlü hale gelmiş bir Recep Tayyip Erdoğan’ın denetimden çıkıp çıkmayacağıdır. Bu nedenle de, zaman zaman “balans ayarı” yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu “balans ayarı” da, her durumda “laik ve ulusalcı” kesimleri kendisine yönelik bir tehdit unsuru olarak kullanabileceklerinin gösterilmesiyle gerçekleştirilmektedir.
    Herşeye rağmen, mutlak ve kesintisiz bir süreç söz konusu değildir. Olaylar hızla gelişebilmekte ve çıkarlar kolayca değişebilmektedir. Sadece son yıllardaki Suriye olaylarına ve politikalarına bakıldığında bunları görmek olanaklıdır. Dün “Esad gitmeli” diyen emperyalizm, bugün “Esadlı geçiş süreci”nden söz edebilmektedir. IŞİD “fenomeni”, bir dönemki politikalarda “müttefik” olarak görülürken, bugün “düşman” durumundadır. Çok kullanılan ve bilinen söylemle, emperyalizm “kadir-i mutlak” bir güç değildir. Herşeyi önceden planlaması ve bu plana göre herşeyi “dizayn” etmesi sözkonusu değildir. Ancak şurası kesindir ki, bugün dünya çapında olaylara yön veren belirleyici güç emperyalizmdir. Devrimci mücadelelerin şu ya da bu biçimde geri çekildiği, “toplumsal muhalefet”in şu ya da bu biçimde pasifize edildiği günümüz koşullarında bu “belirleyici güç”, gelişen olayları kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilecek pek çok araca ve olanağa sahiptir.
    Hiç tartışmasız bu gücün kırılmasının tek koşulu devrimci mücadeledir. Elbette devrimci mücadelenin geliştirilmesi ve yükseltilmesi yaşanılan süreci kökten değiştirecektir. Ancak hiç kimse hayal görmemelidir. Böyle bir gelişmenin ortaya çıkabilmesi için gidilmesi gereken çok yol, yapılması gereken çok iş vardır. Bunlar yapılmış ya da hemen yapılabilecekmiş gibi “teoriler” üretmek, sadece bu yolda ilerlemek isteyenleri aldatmaktan başka bir sonuç vermez. Üstelik bu “teori” sahiplerinin devrim kaçkınlıkları, devrimci mücadeledeki engelleyici ve saptırıcı rolleri hiç olmamışçasına ciddiye almak, devrimci mücadelenin bir süre daha geri planda kalışını sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.

    KURTULUŞ CEPHESİ – Mayıs-Haziran 2016
    http://kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc150_5.html