Fikret Başkaya ile Röportaj (Gün Zileli): Artık Değişimin Aktörü  “Büyük İnsanlığın” Tamamıdır  

 

 

Gün Zileli: Son kitabında (Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto -Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl Yaşamalı?-, Yordam Kitap, 2016) “uygarlık krizi”nden söz ediyorsun. Bu deyimi kullanmak ve özellikle vurgulamak gereğini neden duydun? Eskiden beri tanımı yapılan “kapitalizmin krizi” ile uygarlık krizi arasında bir fark var mı?

 

 

Fikret Başkaya: Kriz normal durumdan bir sapma demeye gelse de, normale dönüşü de ima eder. O yüzden mesela “kriz geçirmiş” denir. Bir böbrek krizi böbrek taşı alınır, eritilir veya kendiliğinden düşer, kriz atlatılır, şeyler normal haline döner. Eğer bir sistem çözdüğünden daha çok sorun yaratır hale gelirse, yaptığından daha çoğunu yıkar duruma gelirse, artık orada bir “sürdürülemezlik” durumu ortaya çıkmış demektir.

 

Şimdilerde kapitalist dünya sistemi artık geri dönüşü olmayan bir “eşiği” aşmış bulunuyor. Rus asıllı kimyager-fizikçi, kimya dalında Nobel Ödülü sahibi Ilya Prigogine (1917-2003), “Biyolojik, fizik veya sosyal bir sistem eğer istikrar durumundan fazlaca saparsa ve bu sıklıkla tekrarlanıyorsa, artık başlangıçtaki denge durumuna dönemez, bir çatlama durumu ortaya çıkar, rotanın dışına çıkar, durum kaotik bir hal alır ve o zamana kadar onu yöneten güçler tarafından kontrol edilemez hale gelir” diyor. Şimdilerde dünya kapitalist sisteminin manzarası böyle… Sistem kendini var eden, yeniden üreten “güçlere” artık hükmedemiyor… Dolayısıyla kriz, kapitalizmin bildik “aşırı üretim” krizlerinden biri değil. Krizler peş peşe patlak veriyor ama geri dönüşler, “normale dönüşler” ortada yok. Üstelik kriz de sadece ekonomik alanı angaje etmiyor. Bir dizi kriz ortaya çıkmış durumda ki, bunların her biri diğerini azdırarak yol alıyor. İşte iklim krizi, enerji krizi, ekonomik kriz, finansal kriz, gıda krizi, yönetememe krizi (politik kriz), “anlam kaybı” krizi, sosyal kriz (işsizlik, açlık, sefalet, insanî yabancılaşma, vb.), tükenmekte olan doğal kaynaklara ulaşma yarışının neden olduğu jeopolitik kriz ( savaş riski), vb… Netice itibariyle yüz yüze olduğumuz durum, bilinenden, alışılmış olandan farklı. Bu rotada ilerlemek artık sorunlu, dolayısıyla insanların aklını başına alması gereken bir zamandayız… İçinde bulunduğumuz durumu “şeylerin normal hali” saymak mümkün değil. Kitapta sorunun bu veçhesine vurgu yapmak istedim.

 

 

G.Z.: Kitabından anladığım kadarıyla bu geri dönülemez kriz, kapitalizmin kâr için üretim ve buna bağlı olarak da tüketim mekanizmasından kaynaklanıyor. Şöyle diyorsun: “Aşırı üretim ve tüketime endeksli geçerli kapitalist sistem, akıl almaz bir israf ve yok etme anlamına geliyor. Sistemin mantığının ve işleyişinin bir gereği olarak, satın alınan malların ve hizmetlerin sürekli yenilenmesi ve yenilenme hızının da sürekli artması gerekiyor.” (s. 150) Aşırı üretim ve tüketim birbirinin üstüne katlanarak önünde durulamaz bir çığa dönüşüyor ve toplumları da, gezegenimizi de felakete sürüklüyor. Kapitalizm içinde bunun durdurulması olanağı yok. Bu gidişi durduracak, tersine çevirecek ve insani bir yaşamı yeniden tesis edecek bir özne var mı? Geçmişte bu öznenin proletarya olacağı söylenirdi. Neredeyse bütün paradigma bunun üzerine kurulmuştu. Ya bugün?

 

F.B. : Her kapitalist, her kapitalist işletme her seferinde daha çok üretmeden var olamaz. “İleriye doğru kaçmak” zorundadır. Fakat kârın (artı-değerin) büyük olabilmesi için ücretlerin küçük olması gerekiyor. Bu, işçilerin satın alma gücünün zayıf olması demektir. O zaman üretilenin satılması, yani realizasyon sorunu ortaya çıkıyor. Sürekli tekrarlanan konjonktürel krizlerin sebebi bu. Sistemin mantığı, üretimin ve tüketimin sınırsız olmasını gerektiriyor ama bu dünyanın kaynakları sınırlı. Şimdilerde o sınır artık daha çok fark ediliyor. Dolayısıyla bu minval üzere ilerlemek mümkün değil. Sistemin yarattığı sosyal kötülükler ve ekolojik bozulma karşılıklı olarak birbirini azdırıyor.

 

Asıl soruya gelirsek, aslında bu soruyu sorman çok iyi oldu zira bu konuda kafalar hayli karışık. Bidayette kapitalizm işleyebilmek için bir ücretli emeğe ihtiyaç duyuyor. Başka türlü söylersek, yaşamını-varlığını sürdürebilmek için emeğini satmak zorunda olan insanların olması gerekiyor. Yani proletere ihtiyaç var ki, onlar üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan-kaynaklardan yoksun olan insanlar. Zaten proleter Latince proletarius kelimesinden türeme, hiçbir şeyi olmayan, çıplak, çulsuz, çaresiz anlamına geliyor.

 

Fakat sistem sadece proletaryanın emeğini kullanarak yol almıyor. Aynı zamanda mülksüzleştirerek de yol alıyor. Her seferinde daha çok insanı, üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum ediyor. İşte çiftçiler, zanaatkârlar, esnaf, serbest meslek erbabı, vb. mülksüzleştirilip, proletaryaya, işçi sınıfına katılıyor. Her ileri aşamada toplumsal kutuplaşma büyüyor. Mesela senin-benim çocukluk dönemimizden beri olup-bitenleri şöyle bir hatırlamak durumu anlamaya yeter… Bunun bir anlamı da, söz konusu sürecin müşterekler aleyhine gelişmesidir. Ortak yaşam kaynakları ve alanları bir bir yok ediliyor, özel mülk kategorisine indirgeniyor… Dolayısıyla işçi sınıfı dendiğinde neyin kastedildiği, o sınıfın neyi ne kadar kapsadığı yeteri kadar net değil.

 

Başlarda işçi sınıfı denilen kesim sınırlıydı. Nüfusun çoğunluğunu diğer halk katmanları oluşturuyordu. Ve işçi sınıfı denilince de bir sanayide, madende, vb. çalışanlar kastediliyordu. Ve bunlar ekseri büyük işletmelerdi. Toplumun en çok ezilen-sömürülen kesimi oldukları için de en mücadeleci sınıfı oluşturuyorlardı. Haklı olarak, toplumu değiştirecek-dönüştürecek bir güç olarak görülüyorlardı. Tabii toplumun en kolay örgütlenme potansiyeline sahip kesimini oluşturuyorlardı.  Binlerce işçinin çalıştığı yerler örgütlenmeye,  eyleme ve sınıf bilincinin gelişmesine uygun bir zemin oluşturuluyordu.

 

Fakat bir zaman sonra işçi hareketi ( sendikalar) ve sol partiler kapitalizmi aşma perspektifini terk ettiler. Kapitalizm dahilinde işçi sınıfının durumunun iyileştirilebileceği düşüncesi hâkim oldu. Bu bir ihanetti ve böyle bir tercih yapanlar dünyanın geri kalanını sömüren, yağmalayan, talan eden emperyalist ülkelerin işçi örgütleri ve “sosyalist” partileriydi…

 

Fakat son dönemde veya neoliberal küreselleşme de denilen geride kalan son 30-40 yılda, büyük sanayi işletmeleri parçalandı-ufaldı ve “ucuz işçi cenneti” denilen çevre ülkelere transfer edildi. Sermayenin önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılmasıyla, “düzensizleştirme-kuralsızlaşmayla işçi sınıfının mücadele yeteneği ve pazarlık gücü aşındırıldı. Bu, baştaki hesabın tutmadığı, kapitalizm dahilinde işçi sınıfının durumunun sürekli ve kalıcı olarak “iyileştirilebileceği” tezinin bir karşılığı olmadığı anlamına geliyor.

 

İkincisi, mülksüzleştirme-proleterleştirme süreci o kadar hızlı ve kapsamlı ki, kapitalist saldırı tüm toplum kesimlerini darmadağın ediyor. Ve bu kapsamlı saldırı karşısında her kesimden insanlar yaşamlarını, varlıklarını korumak zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla mücadele alanı genişlemiş bulunuyor. Bizdeki bir tabirle: Hattı müdafaa yok sathı müdafaa var ve bu tüm yaşam alanlarıdır denecektir… Şimdilerde işçi sınıfı hâlâ önemli olmakla birlikte, artık yegâne mücadeleci sınıf değil. Köylüler topraklarından, tohumundan oluyor, zanaatkârlar hızla proleterleşiyor, doğal çevre tahribatı insan havsalasını zorlayacak boyutlara çıkıyor, müşterekler nerdeyse sıfırlanıyor, su, hava, toprak kirlenmiş durumda, kentler tam birer insan deposuna dönüşmüş, kent tanımıyla bir ilgisi kalmamış. Akıl almaz bir yıkım ve yok etme almış başını gidiyor…

 

İşte böyle bir durum ortaya çıkmışken, artık değişimin aktörü  “büyük insanlığın” tamamı diyebiliriz… Yeni sosyal hareketler türedi ve her biri bulundukları yerden itibaren yaşamı, doğayı, insan haysiyetini savunuyor… Fakat, kitapta da yazdığım gibi, henüz savunma aşamasının ötesine pek geçebilmiş değiller. Yeni bir perspektif etrafında birleşmeleri, kavuşmaları gerekiyor. Bölük-pörçük durumun aşılması ve mücadele ve hedef ortaklığını-bütünlüğünü sağlamak gerekiyor. Başka türlü söylersek, yeni bir politik kolektif öznenin oluşturulması şart. Hem bunun gerçekleşmesi gerekiyor ve hem de geç kalmamak gerekiyor. Zira zaman daralıyor. Aksi halde geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir…

 

 

G.Z.: Evet, anladım, durum çok açık. Fakat egemenler her ne kadar kendilerinin yarattığı bu durum karşısında çaresizlerse de, sömürü düzenlerini biraz daha olsun sürdürebilmek için “çare”ler üretmekten geri kalmıyorlar. Kitapta senin de örneklerini verdiğin gibi, saçma bir tüketimi sürdürebilmek için mülksüzleştirdikleri ve çulsuzlaştırdıkları her kesimden insana finans kurumları, bankalar aracılığıyla kredi kartları sunuyorlar. Bu, daha fazla borçlanın, daha fazla batın, bize daha fazla bağımlı hale gelin anlamına geliyor. Elbette bu, “çare”lerden sadece biri. Diğer yandan, ezilenlerin tepesine demoklesin kılıcı gibi diktikleri devletlerini tahkim ettikçe ediyorlar. Başkaldıran insanlara önce gaz bombalarıyla, olmadı hakiki mermilerle, daha da olmadı uçaklarla bombalayarak cevap veriyorlar (bugün Güneydoğu’da gördüğümüz gibi). Dahası, ellerinde bir de temsili demokrasi oyunu var. Kitabında buna esaslı bir şekilde temas etmişsin. En fazla on-onbeş kişinin belirlediği kendi “yes-man”lerini, kurdukları oy mekanizması yoluyla seçtirip, buna da “milli idare” adı veriyorlar. Bütün bunların teşhir edilip gerçek demokrasinin, özgürlüğün hayata geçirilmesi gerekiyor. Eskiden her şey daha basit görünüyordu. Sömürücü sınıflar, ezilen proletarya tarafından yıkılacak ve yerine sömürücü olmayan bir iktidar geçecekti. Yaşanan deneyler bunun böyle olmadığını gösterdi. Daha doğrusu, sömürücülerin iktidarının yerine geçtiklerini söyleyenler, devirdiklerinden hiç de geri kalmadıklarını, hatta yer yer daha da beter olduklarını gösterdiler. Kapitalist düzeni teşhir etmek, sunduğu “yemleri”, zorbalık organlarını ve demogojisini alt etmek için, sözünü ettiğin bu yeni kolektif özne nasıl bir yol izlemeli sence?

 
F.B.: Geride kalan dönemde yeryüzünün egemenleri her karşı çıkışı etkisizleştirmeyi başardılar. O halde neden böyle oldu, neden ezilen-sömürülen halk kitleleri bu sistemi aşmakta, “yeni bir şey yapmakta” başarısız oldular? Sanıyorum önümüzdeki dönemde bu soruya verilecek esaslı bir cevap, şeylerin seyrini değiştirmenin yolunu açabilir. Geride kalan yaklaşık 150 yılda kapitalizmi aşma perspektifine sahip olan sol muhalefet, hiçbir zaman örgüt sorununu gerektiği gibi ele alıp tartışmadı. Genel bir çerçevede geleneksel-burjuva örgüt modelleriyle yola devam edildi. Bütün bu zaman zarfında yeni örgütlenme tarzı keşfetmeyi düşünmedi, iş edinmedi. Verili örgüt modeliyle şeylerin seyrini değiştirebileceğini sandı. Oysa kapitalizmin ayakları seni sosyalizme taşıyamaz, sınıfsız-sömürüsüz komünist topluma giden yolu aralayamazdı. “Bu araç benim elimde iyi iş görür” dendi! İşte iktidarı ele geçiririm, üretim araçlarını devletleştiririm, al sana sosyalizm! Oysa dört şeyin özellikle ve öncelikle tartışılması gerekiyordu: Mülkiyet, devlet, müşterekler (komün) ve demokrasi… Bunlara dair bir netlik olmadan bu düzeni değiştirmek, kapitalizmden çıkmak mümkün değildir.

 

Bir kere devlet senin eline geçti diye şeylerin seyri değişmiyor ve ikincisi, üretim araçlarını devletleştirmekle, millileştirmekle, işçi sınıfının ve bir bütün olarak ezilen-sömürülen sınıfların üretim ve yaşam araçlarına “yabancılaşmışlık” hali ortadan kalkmıyor. Eskiden kapitaliste ait olan, bu sefer devletin oluyor. Eski durumda, işçi sınıfının tâbiyet durumunda bir değişiklik olmuyor. Edilgen bir “nesne” olmaya devam ediyor…

 

O zaman ne yapılabilir? Bu durum ancak yeni bir “’politik kolektif öznenin” oluşturulmasıyla aşılabilir. Ki, bu politikanın farklı bir biçimde yapılması demektir… Fakat gerçek anlamda bir kolektif özneden söz edebilmek için, o kolektife dahil olanların her birinin gerçek birer özne olmaları gerekir. İradesi örgüt tarafından ipotek altına alınmış bireyler değil. Gerçek yurttaşlar, gerçek bireyler olmadan yeni kolektif özneden söz etmek abestir… Ancak o zaman klasik hiyerarşik örgüt modelinin dışına çıkılabilir… Farklı bir şey yapmak, kapitalizmi aşmak için farklı araçlara ihtiyaç var. O zaman “demokrasi nedir, ne olmalıdır” sorusu gündeme gelir. Demokrasi gerçek yurttaşı varsayar ve gerçek yurttaş da gerçek özne olabilir ancak.

 

Eğer öyleyse, işte bir örgüt kurup, birkaç bin militan, birkaç on bin üye ile bu dünyayı değiştiremezsin. İyi niyet bu amaç için yeterli olmaz. Kitleler yine oyunun dışında kalmaya devam eder. Şimdilerde kapitalizm kültürü çürütmüş bulunuyor. Bu durum eski tarz örgüt modelleriyle iktidarı ele geçirmeyi de iyice zorlaştırmış durumda. O halde milyonlarca, on milyonlarca insanın zihin dünyasına hitap edecek, ayağa kaldıracak, harekete geçirecek yeni bir örgüt modeli keşfetmek gerekiyor. Bu imkânsız değildir. “insanlar çözemeyeceği sorunları ortaya atmadıklarına” göre… Dünyanın bugünkü hali kelimenin gerçek anlamında absürd ve üstelik sürdürülebilir de değil. Öyle bir dünya ki, öyle saçma bir sistem ki, “üretim araçları insanların emrinde değil, insanlar üretim araçlarının emrinde”!  Bu da “yeni bir şey yapma gereği” kendini dayatıyor demektir. “Devrim bizi çağırıyor” derken söylemek istediğim bu…

 

 

G.Z.: Kitabın ile ilgili yazıda senden yaptığım aşağıdaki alıntıya, yazının altına yorum yazan bazı “Marksist” arkadaşlar itiraz etmişler: “Neyi, nasıl üretmeli sorumuza dönersek, bir kere kesinlikle üretilmemesi, üretilmesinin akla bile getirilmemesi gereken şeyler var: Nükleer silahlar, nükleer enerji, biyolojik silahlar, biber gazı gibi… Nükleer enerji endüstrisi hem acil hem kalıcı ve telafisi mümkün olmayan riskler oluşturuyor.” (s. 70) Bu arkadaşlara göre, yukarıdaki satırlar “ahlaki vaazlar”mış. Sen, “kapitalizm yıkılmalı” demiyormuşsun da, kapitalistlere, “zararlı şeyler üretmeyin” diyormuşsun. En iyi niyetli bir yorumla sanırım ortada bir yanlış anlama var ama röportajı bitirmeden bu konuya açıklık getirmek istersin diye düşündüm. Tabii, saçmalıkla iştigal etmeyelim demen de mümkün.

 
F.B.:  Yazılanlara şöyle bir göz attım ve gördüm ki, söylediklerinin Manifesto’yla pek bir ilgisi yok. Bir kitap eleştirisi hakkında bir şeyler söyleyebilmek için, kritiği yapılan o kitabı okumak gerekir. Dolayısıyla neyin neden ve hangi bağlamda söylediğinin bilinmesi gerekir. Oysa, senin yazdıklarından hareketle “eleştiri” yaptığını sananlar kitabı okumuş değiller. Bir kere yaptıkları etik bir sıkıntı yaratıyor. Entelektüel dürüstlüğün gereği bu değildir. Öyle anlaşılıyor ki amaçları, eleştirmek değil, eleştiriyormuş gibi yapmak! Tabii kendi bilecekleri iştir. Oysa kitabın eleştirilmesini herkesten çok ben isterim. Nitekim önsözde “birlikte düşünmeye davet” var. Tartışmadan, eleştirmeden bir adım ileriye gitmek mümkün değildir. Ve radikal eleştiri hiç bir zaman bu kadar gerekli olmadı… Zira insanlık ve uygarlık tehlikeli bir eşiğe gelip dayanmış bulunuyor… Kitabın her cümlesi kapitalizmden çıkmaya çağırıyorken söylenenler son derecede yersiz…

 

G. Z.: Kitabın “çok satan” olmayacak tabii ki, ama çok okunan ve çok tartışılan bir kitap olacağından eminim. Teşekkürler.

 

 

 

7 Haziran 2016

 

 
 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Yerelden Yenmek!

Artıgerçek YEREL MÜCADELELER Merkeziyet-âdemimerkeziyet tartışması son 200 yılın en önemli tartışmalarından biridir. Marksist sol, her …

76 Yorumlar

  1. marx grundrisse’de ”metanın ölüm taklasında”bahseder,kabaca üretilen her meta’nın tadacağı bir akıbetten söz eder, meta pazara çıktığı andan itibaren öncelikli sorun satılmasıdır, satışla birlikte meta içinde billürlaşmış artı değer sermayeye dönüşür,eğer meta satılmazsa artı değer sermayeye dönüşemez ve burjuvazi için meta üretmenin anlamı kalmaz der ve bunu da metanın ölüm taklası diye adlandırır,kapitalizm bu sorunu aşmak için,ücretten bağımsız olarak satın alma kolaylıkları sağlar,önce tüketim kültürü oluşturur,reklamlar,vadeli satışlar,banka kredileri (kredi kartları) sistematiği içinde bu sorunu çözmeye çalışır ve bu güne kadar çözmüştür,bankacılık sektörü firma karlılıklarına bakarken stok devir hızı denilen bir orantıya bakar firma ürettiği malı bir dönemde-1yılda- kaç kez devir etmiş diye devir sayısı ne kadar yüksekse firmanın kar yaratma kapasitesi o kadar yüksek kabul edilir ve krediye değer görülür toparlarsam ve benim gibi sıradan fanilere önerim,ihtiyaçımız dışında hiç bir şey tüketmemek bizim gerçek gücümüz üretimden değil tüketmemekten gelir-bu ayrı bir yazı konusu olsun-TÜKETMEYİN(İZ),ürettikleri arabaları almayalım,tv’leri almayalım,kredilerini kullanmayalım,örnekler artırılabilir,dağ taş ürettikleri ile dolup taşsın ve metanın ölüm taklası gerçekleşsin kurdukları piyasaları çöksün,fabrikaları dursun aksi takdirde kendimizle birlikte tüm canlı hayatı yok edeceğiz…..sevgilerimle,

  2. Fikret Başkaya “Yeni bir kolektif politik öznenin oluşturulması şart” diyor ya.. Nasıl bir özne olacağı meselesini araştırıyorum bir aydır. Latin Amerika’ya biraz göz atmakta fayda var diye düşünüyorum. 90’lardan itibaren tüm Latin Amerika ülkelerinde, IMF tavsiyesi ile “yapısal uyum programı” yürürlüğe koyulduğundan beri, o ülkelerin dünya pazarı ile daha fazla liberalizasyonu, sermayenin merkezileştirilmesi ve önündeki engellerin kaldırılması gibi gelişmelerin ardından, IMF ve DB aracılığıyla o ülkelerdeki borçlanma batağına sürüklenen ülkeler, bu kez de özelleştirme, faiz oranlarının yükseltilmesi ve piyasaya dayatılan fiyatlandırma politikalarında vatandaşların aleyhine (zam, vs.) durumların işletilmesi ile daha da içinden çıkılamaz hal alınca, üstüne de dünyadaki resesyonla da birleşince, IMF’nin “yoksulluğu azaltma stratejisi”nin ardından, spekülatörler aracılığıyla da mülksüzleştirilen köylüler, işçiler ucuz işçi cennetine çevrilen ülkelerinde yaşam mücadelesi verirken müthiş örgütlenmeler içerisine girişmişler. Brezilya Topraksız İşçiler Hareketi (MST) 1,5 milyon köylü üyesi olan ve 400 binden fazla topraksız aileyi, 3 bin civarında “işgal ettikleri” araziye yerleştiren ve sadece ekonomik alanda değil; neoliberalizmin her türlü olumsuz getirisine karşı sosyal bir örgütlenme ile de dikilmişler, hala da devam ediyorlar. Kendi tarihimiz açısından bakacaksak da, müşterekler kısmından; Şeyh Bedrettin’in müritleri Torlak Kemal’in ve Börklüce Mustafa’nın isyanını örneklendirebiliriz belki de. (Çok fazla bilgi yok gerçi o konuda ama) Yani, 68^li yıllarda İzmir – Atalan ve Göllüce köylerinde de insanların toprak işgalleri yaptıklarını görüyoruz, yabancı bir kavram olmayabilir bize. Fikret Başkaya’nın söylediği “mülksüzlerin mülksüzleştirilmesi” buna işaret ediyor sanırım. Ama Brezilya Anayasası’nda bir madde varmış, bakındım biraz.. MTS toprak işgalini, “özel mülklerin ekilmediği, mülk sahibi ve işçiler arasında çelişkilerin ortaya çıktığı ya da çevresel zararlar doğurduğu koşullarda kamulaştırılabilir” maddesine dayanarak yapıyormuş. Bu kadar yoğun destekçilerinin olma nedeni biraz da bu legaliteye dayanma durumu olabilir belki de.. Bizim ülkemizde sistemin ayrılmaz unsuru olan merkez yönetim ve etkinsizleştirilmiş muhalefet ile herhangi bir yasal düzenlemenin gerçekleşeceğini bekleyemeyeceğimize göre, “direnme, demokrasi ve özyönetim, örgütlenme, toplumsal katmanlar arasında güç birliği, kadın erkek eşitliği ve eğitim ile sürekliliği” meselelerinde Brazilya’dan çıkaracağımız dersleri pratiğe nasıl koyabiliriz?

  3. *Fikret Başkaya “Mülksüzleştireni mülksüzleştireceksin!” demişti önceki röportajda, oraya alıntı yaptım ama yanlış olmuş, düzelteyim.

  4. Başkaya için,AKP’nin İdris Küçükömer’i denilebilir.
    ABD-AB’nin küresel ideolojilerini sol cilasıyla sunan sağcı-liberal çizginin tipik temsilcisi.
    Temel özellikleri,Sn Zileli ile aynıdır.Anti-komünisttirler.

  5. marxist argüman

    röportajin sonunda elestiri konusu edilen elestiriler bana ait, fakat ben buraya ne fikret hoca ile ne sayin zileli ile ne de diger okuyucular ile kendimi tatmin amacli polemik yapmak icin yorum yazmiyorum. insanlara birseyler anlatma, mümkünse aydinlatma gibi bir derdim var. benim ele$tirilerimde izledigim yöntem $u: ele$tirmek istedigim argüman, tez, iddayi önce alinti olarak yazip, sonra da sözkonusu bu argüman, tez, iddayi neden yanlis, isabetsiz buldugumu acikliyorum. benim, sayin baskaya’nin son kitabinda ki kapitalizm/sistem elestirilerinden en azindan bir kismini neden yanlis ve isabetsiz bulduguma dair yorumlarim yazinin altinda asili duruyor. benim elestirilerimi ve kar$i argümanlarimi cürütmek isteyenlerden de ayni sekilde elestirilerimde somut olarak neyi, neden yanlis buluyorlar, bunu yazmalarini bekliyorum. bundan harici polemik yapmaktir ki, o da benim ilgi alanima girmiyor.

    fikret hoca’nin yukarda söylediklerinden alinti:
    “Şimdilerde kapitalist dünya sistemi artık geri dönüşü olmayan bir “eşiği” aşmış bulunuyor”.

    bu “e$igi” kim, neye göre belirliyor? dahasi, fikret hoca böyle bir e$ik oldugunu, bunun a$ilmamasi gerektigini neye dayanarak iddia ediyor?

    “Eğer bir sistem çözdüğünden daha çok sorun yaratır hale gelirse, yaptığından daha çoğunu yıkar duruma gelirse, artık orada bir “sürdürülemezlik” durumu ortaya çıkmış demektir”.

    bu “sürdürülemezlik” argümani kapitalizm elestirisi yapanlar icinde cok tutuluyor. fikret hocanin yukarda ki “sürdürülemezlik” tanimina $u anlama geliyor: sistem tikanmi$ durumda.

    “Bir dizi kriz ortaya çıkmış durumda ki, bunların her biri diğerini azdırarak yol alıyor. İşte iklim krizi, enerji krizi, ekonomik kriz, finansal kriz, gıda krizi, yönetememe krizi (politik kriz), “anlam kaybı” krizi, sosyal kriz (işsizlik, açlık, sefalet, insanî yabancılaşma, vb.), tükenmekte olan doğal kaynaklara ulaşma yarışının neden olduğu jeopolitik kriz ( savaş riski), vb… Netice itibariyle yüz yüze olduğumuz durum, bilinenden, alışılmış olandan farklı. Bu rotada ilerlemek artık sorunlu, dolayısıyla insanların aklını başına alması gereken bir zamandayız…”

    bunlar neden yanli$, isabetsiz elestirilerdir?
    mesela fikret hocanin “sosyal kriz” kategorisine koydugu “i$sizlik” olgusunu ele alalim. i$sizligin varligini bir kriz hali olarak tanimlamak kapitalizme ele$tiri orda kalsin, bir övgüdür. nasil oluyor bu? serbest piyasa ekonomisinde i$sizligi bir “kriz” isareti olarak görmek $u anlama gelir: benim bildigim normalde kapitalist ekonomide i$sizlik diye bir $ey olmamasi lazim, varsa demek ki sistem krize girmi$. oysa gercek tam tersi: i$sizlik olgusu kapitalist ekonominin normal hallerinden biridir, yani kapitalist ekonomi programinda i$sizlik mevcuttur. bunu nerden anliyoruz? serbest piyasa ekonomisinde devlet/kamu sektörünü saymazsak, ekonomik üretim para/sermaye sahibi özel sahislarin tekelindedir. buna özel sektör ya da ekonomi/i$ dünyasi deniliyor. özel sektörde, hangisi oldugu farketmez, sirketlere, holdinglere “ekonomik amaclariniz/hedefleriniz nelerdir” diye sorarsaniz size bircok $ey sayabilirler, fakat $unu asla duyamazsiniz: “memlekette I$sizligi sifirlamak, istisnasiz her vatandasi is güc sahibi yapmak, herkese temel ihtiyaclarini karsilayacagi kadar ücret ödemek, calisanlarin insanca yasamalarina saglamak” vs. istisnasiz her kapitalist devlette, bir isveren i$ci alip almayacagina, kac tane i$ci calistiracagina kendisi karar verir, devlet bu konuda isverenlere serbestlik tanimistir. bu basit gercegi tespit ettikten sonra burdan hangi sonuc cikar: fikret hoca, önce serbest piyasa ekonomisine ait olmayan bir toplumsal/ekonomik hedefi -i$sizligin kökünü kurutmak- bir ön kabul, ön sart olarak alip, sonra da varolan i$sizleri kriz göstergesi olarak sunuyor. kaldi ki i$sizlik sifirlansa bile burdan kapitalizme bir övgü cikmaz. marx i$sizligi degil, ücretli i$i elestirmistir. marx kapitalizmin krizlerini degil, bilakis normal halini elestirmistir. fikret hoca kapitalizmin normal hallerinde elestirecek bir$ey bulamayip krizlerini elestirebilir, fakat bunun marxist bir sistem elestirisi olmadigi ortada. “i$sizlik” olgusu ile devam edelim. kapitalist düzende “her koyun kendi bacagindan” asilir. yani insanlarin bireysel özgürlügü vardir, fakat bu özgürlük, herkesin temel ihtiyaclarini karsilamak icin para kazanma mecburiyetini de icerir. kendi yaginda kavrulan kücük esnafi, köylüyü saymazsak, geri kalan sermayesiz insanlar önce kendilerine i$ verecek bir patron bulmak zorundalar. bir kapitalist/girisimci hangi $art ile i$ci calistirir: i$cinin sirtindan para kazanabilirse. bundan dolayi $öyle bir akil/mantik yürütme ya da varsayim kökten yanlistir: kapitalist bir memlekette ne kadar vatandas varsa o kadar da i$ imkani olmasi lazim, yoksa, bu normal bir durum degildir. fikret hocanin, kapitalizm gercegi ile alakasi olmayan bu sekil varsayimlara dayanarak elestirler yaptigi belli oluyor. kapitalizmde i$izligin kriz göstergesi olmasi orda kalsin, tam tersine sistem icin faydali bir durumdur. i$sizler birincisi, piyasalarin canlanmasi ihtimali hesaplanarak “yedek i$gücü” fonksiyonu görürler. ikincisi, i$sizler, calisanlari “motive etmek” ve ücretleri düsürmek icin calisanlara karsi bir $antaj araci olarak kullanilirlar. ücüncüsü, örnek, türkiyeli i$sizlerin almanya’ya, suudi arabistana, libya’ya vs. calismak icin gitmeleri, türk devleti icin ek bir döviz geliri anlamina gelir.

    diger bir örnek, fikret hocanin politik kriz diye kategorize ettigi “yönetememe” olgusunu ele alalim. burda fikret hocaya sormak lazim: yönetenlerin artik yönetemediklerini neye dayanarak iddia ediyorsunuz? türkiye’yi örnek alalim: vatandasin secimlere, siyasal hayata katilimi yüzde seksen, doksanlardan a$agi düsmüyor. sandik basina gidenlerin ezici bir cogunlugu “düzen partileri” dedigimiz partilere oy veriyorlar vs. yani “yönetememe” gibi bir siyasi kriz sözkonusu olmadigi gibi tam tersine devletin ve kapitalist ekonominin varligini, gerekliligini kesinlikle sorgulama ihtiyaci duymayan bir halk gercegi var. rusya da, almanya da, amerika da durum farkli mi? hayir. hal böyleyken, gercekte var olmayan”yönetememe krizinden” bahsetmek neden?

    kapitalizmde “aclik, sefalet” olgusuna da deginebiliriz. yukarda söyledigimi burda da tekrar edeyim: kapitalizmde aclik, sefaleti sistemin normal hali olarak görmeyip “kriz” seklinde adlandirmak, sisteme elestiri degil, tam tersine övgüdür: normalde kapitalizmde aclik, sefalet olmamasi lazim, serbest piyasa ekonnomisinin herkesi doyurmasi lazim, bu durum sözkonusu degilse demek ki kriz var.

    kapitalizmde, ekonominin aktörü olan özel sektörün aclik, sefaleti dünyadan silmek gibi bir hedefi olmadigini, böyle bir hedefin fikret hoca tarafindan önce bu ekonomiye atfedildigini, daha sonra da aclik, yoksullugun varliginin “kriz” olarak yorumlandigini belirtelim. kapitalizmde aclik, yoksullugun kaynagi nedir? yoksulluk, sefalet neden kapitalizmin normal hallerindendir?
    birincisi, serbest piyasa ekonomisinde ekonomik üretimin biricik hedefi para kazanmak, sermayeyi cogaltmaktir. bu üretim prensibinden kaynakli olarak calisanlarin ücretleri gider/masraf hanesine dahil oldugu icin, kapitalist bir i$letmenin kar marjini yükselten faktörlerden biri de ücretlerin düsüklügü/yüksekligi derecesidir.
    ikincisi, serbest piyasa ekonomisinde üretim araclarinin, üretim tekniginin, teknik kapasitenin gelismesi isveren sinifinin lehine, calisanlarin alehine bir fonksiyona sahiptir, söyle ki: kapitalist bir isletmede üretimde makinelesme, otomasyon sonucu bir kisim calisan fazlalik haline geldigi icin i$ten cikarilirken, geri kalanlar yeni makinelerin hizina ayak uydurmak icin daha seri, hizli, dikkatli calismak zorundalar. arti, yeni mekinelerin kendini amortize etmesi icin gece gündüz üretim, yani vardiyali calismaya mecbur kalirlar.
    ücüncüsü, kapitalist para rejiminde insanlarin bir ürüne sahip olmalari icin olmazsa olmaz bir sart vardir: para. yani sadece ve sadece satilip paraya cevrilmek icin üretilen mallarin üstünde fiyat etiketi diye bir $ey bulunur. bir insanin, o malin üstünde yazan fiyati ödeyecek parasi cebinde yoksa ihtiyacini karsilayamaz. yani kapitalizmde yoksulluk, sefaletin kaynagi paranin varligi ve fonksiyonudur; kapitalist para rejimidir. gercek bu iken, fikret hoca gibi kapitalizmin normal hallerini “kriz” olarak tanimlayip, bundan anti-kapitalist argümanlar olusturmaya calisanlar melanetin kaynagini yanli$ yerlerde ariyorlar.

  6. marxist argüman

    fikret hocanin yanlis elestirilerinin elestirisine devam:
    “Her kapitalist, her kapitalist işletme her seferinde daha çok üretmeden var olamaz”.

    kapitalist bir isletmenin ayakta kalmasi icin sürekli artan oranda üretim yapmak zorunda oldugu yanlis ve temelsiz bir iddia. piyasada ki sirketlerin, holdinglerin üretim istatistikleri incelenirse bunun gercekte böyle olmadigi görülecektir. kapitalist bir isletmenin kurulus ve faaliyet amaci nedir? para kazanmak, sermayeyi cogaltmak. fikret hocanin, sermayeyi cogaltma ile üretimi cogaltma olgularini bilerek ya da bilmeyerek birbirine karistirdigi belli oluyor. üretimi arttirmak sermayeyi, kar’i cogaltmanin yollarindan biridir. fakat bir kapitalist isletme üretimi arttirinca otomatikmen kar’i, sermayesi artmiyor. o üretilen mallarin önce piyasada satilip para olarak i$letmeye dönmesi lazim. üretilen mallarin satilip satilmamasi, pazar payi ise bircok faktöre bagli, örnek: o ürünleri almak isteyen ve cebinde parasi olan müsteri var mi. diger bir faktör, diger rakip sirketlerin piyasaya sürdügü ayni ürünün fiyat ve kalitesi ile yari$abiliyor mu.
    kapitalist bir isletmenin kar’ini, sermayesini artirmanin bircok yollari var demistik. örnek, kapitalist bir isletmenin pazar payi artmamis olsa bile, sayet maliyet giderlerini, buna calisanlarin ücretleri de dahildir, düsürebilmisse, ya da ürettigi ürünlerin fiyatini yükseltmek (zam yapmak) sureti ile de kar’ini, sermayasini cogaltmasi mümkün.
    diger bir gercek $udur: kapitalist piyasada var olan her sirket sonsuza kadar var olacak diye bir kural yok. yani söyle bir varsayim yanlistir: belli sayida sirket var, bunlar durmadan üretimi arttiriyorlar. kapitalist ic ve di$ rekabette tutunamayan bircok isletme batarken, yenileri de kurulabiliyor. sanayi/üretim sektöründe ki krizin sebebi $udur: sirketler, ürettikleri mallarin satilip onlara para olarak dönüp dönmeyecegini bilmeden, ki bunu garantiye almak da mümkün degildir, pazar paylarini arttirmak icin piyasaya bol miktarda ürün sürerler. bu ürünleri satin alacak yeterli müsteri cikmazsa, “kriz” durumu yasaniyor; batan batiyor, kalanlar, kaldiklari yerden ayni sekilde devam ediyorlar.
    2008 yilinda patlak veren ve hala bitip bitmedigi bile belli olmayan finans krizi ise temelde üretim sektörüne bagli olsa da, orda ki “kriz” farklilik arzediyor.

    fikret hoca, kapitalist üretim prensipleri gercegi ile uyusmayan “üretimin durmadan cogalmasi iddiasini neden ileri sürüyor? $unu demek icin: kapitalistler a$iri üretimden, insanlarda a$iri tüketimden gezegenimizi batiracaklar.

    “Sistemin mantığı, üretimin ve tüketimin sınırsız olmasını gerektiriyor ama bu dünyanın kaynakları sınırlı. Şimdilerde o sınır artık daha çok fark ediliyor. Dolayısıyla bu minval üzere ilerlemek mümkün değil”.

    “dünyanin kaynaklari sonsuz degil” iddiasi da sistem muhalifleri arasinda cok yaygin bir argüman. daha önce yazmistim, tekrar edeyim, örnek, rüzgar ve güne$ enerjisi sonsuzdur. sorun insanlarin evde kullandigi elektrik olsa, rüzgar ve güne$ enerjisi bile yetebilir. fakat kapitalist devletlerin ulusal ekonomisi icin sadece enerji olmasi yetmiyor, ucuz olmasi da lazim ki, bir devletin ulusal ekonomisi diger rakip devletlerin ekonomisi ile yarisabilsin. ikincisi, kapitalist bir devlet sadece tek bir enerji kaynagi ile yetinmek istemiyor, “enerji mix” denilen cesitli/farkli kaynaklara sahip olmak istiyor. neden? kapitalist rekabette diger devletlere muhtac/bagimli olmamak, mümkünse diger devletleri kendisine muhtac/bagimli yapmak icin. kapitalist ekonominin hizmetinde ki insan kaynaklari da tükenecek gibi degil; ekonominin teknolojik gelisme ile alakali olarak i$gücüne ihtiyaci azalirken, nüfus cogaliyor. bir devletin tarim ve ormancilik bakanligi, kesilen agaclardan cok daha fazlasini dikecek imkan ve kapasitelere sahip, nitekim yapiyorlar da. tayyip erdogan “biz istanbul’a $u kadar agac diktik” derken bu gercegi dile getiriyor.
    lafi $uraya getirmek istiyorum: “bu dünyanin kaynaklari sonsuz degil, bu böyle gidemez” gibi sistemin siyasi ve ekonomik aktörlerine moralist perspektifle yapilmis bir uyariyi yapmak icin marxist olmak ya da sistem muhalifi olmak sart degil; bu elestirileri din taciri papa’dan tutalim, yesiller partisi, cevrecilere kadar, bircok insan zaten yapiyor. böylesi bir argümanin sisteme yikici bir elestiri olmadigi net ortada.

  7. marxist argüman

    fikret hocadan alinti:
    “O halde milyonlarca, on milyonlarca insanın zihin dünyasına hitap edecek, ayağa kaldıracak, harekete geçirecek yeni bir örgüt modeli keşfetmek gerekiyor”.

    sorun örgüt modeli sorunu degil. yani sanki insanlarin mevcut sistemi onaylamalarinin sebebi, sistem muhaliflerinin uygun bir örgüt modeli gelistirememeleri imis gibi bir varsayim gercekci degil. belirleyici olan $udur: mevcut sistemi dogru analiz etmek ve dogru argümanlarla elestirmek; insanlarin düzene dair sahip olduklari yanli$ bilinci elestirmek. fikret hocanin da kurucu ve yöneticisi oldugu “özgür üniversite” internet sayfasi var. bu sayfada yayinlanan yazilarin cogu, insanlara yanlis bir bilinci tasiyan yazilar. mesela avrupali yazarlardan cevrilen yazilarin hepsi ya avrupali solcu/sagci ulusalcilarin “komplo teorileri” kategorisine giren yazilar, ya da NATO eski genel sekreteri solana, alman yesiller partisi eski baskani fischer gibi mevcut kapitalist/emperyalist sistemin aktörlerinin yazilari. fikret hocaya sormak lazim, “komplo teorileri” ile ya da solana, fischer gibi insanlarin yazilari ile insanlari aydinlatmak mümkün mü? ha solana’nin fischer’in yazilari ha tayyip erdogan’in, kilicdaroglu’nun konusmalari, arada ki fark nedir?
    örgüt modeli meselesine geri dönersek, bu sitede yorum yazmaktan tutalim isyerinde ki ekmek kavgasina kadar, bu bilinclenmenin sayisiz yol ve yöntemi vardir. bunu yapinca insanlarin sisteme muhalif olacaklari, alternatiflere kafa yoracaklarinin garantisi var mi? yok. birincisi, mevcut kapitalist düzenin ideolojik harci milliyetcilik/ulusalcilik ideolojisi ve din/dincilik var oldugu müddetce, insanlari düzene muhalif bir pozisyona ikna etmek imkansiz. ikincisi, milliyetcilik/ulusalcilik ideolojisinin cisimlesmis hali olan ulus-devlet, kapitalist düzenin kurucu, koruyucu ve garantörüdür. insanlarda ki “benim devletim, benim vatanim” idealizmi, “türk oldugum icin dogal olarak türk devleti ve milletini desteklemeliyim; alman oldugum icin dogal olarak alman devleti ve milletini desteklemeliyim” yanlis bilinci var oldugu müddetce bu dünya böyle gidecek.
    “gezegenimiz elden gidiyor” argümani insanlari sistem muhalifi yapmaz, yapsa yapsa yesiler partisinin taraftari, oy potansiyeli yapar. ekoloji argümaninin oy getirdigini gören diger düzen partileri de “ekolojist” olmak icin tereddüt etmezler, bunun örneklerini alman siyasi partiler tarihinden taniyoruz.
    sonuc: görüldügü gibi sisteme “yikici/destruktif” elestiri yapmak icin mevcut düzeni dogru analiz edip dogru elestiri yapmak $art. bundan harici bo$a kürek cekmektir.

  8. 1. BU TESPİT TÜM KEMALİSTLERE, ESKİ TC ÖZLEMCİLERİNE ÖDEV OLARAK VERİLMELİ; 100 KERE YAZSINLAR..
    Nobel Ödülü sahibi Ilya Prigogine (1917-2003), “Biyolojik, fizik veya sosyal bir sistem eğer istikrar durumundan fazlaca saparsa ve bu sıklıkla tekrarlanıyorsa, artık başlangıçtaki denge durumuna dönemez, bir çatlama durumu ortaya çıkar, rotanın dışına çıkar, durum kaotik bir hal alır ve o zamana kadar onu yöneten güçler tarafından kontrol edilemez hale gelir” diyor

    2. SİYASAL PARTİLER YASASI “AZICIK” DEMOKRATİK OLSAYDI RTE BÖYLE GÜÇLÜ OLAMAZDI

    Örneğin tüm partilerin Millet vekil (örneğin en az yüzde 80-90’ının) ve parti yöneticilerinin “demokratik” seçimlerle belirlenmesi zorunluluğu bulunsaydı.. “Lider” partiye hakim olamazdı. Bu sistem “sol” yapıların da işine geliyor. Bu konuda gereken çabayı hiç hatırlamıyorum
    “Geride kalan yaklaşık 150 yılda kapitalizmi aşma perspektifine sahip olan sol muhalefet, hiçbir zaman örgüt sorununu gerektiği gibi ele alıp tartışmadı. Genel bir çerçevede geleneksel-burjuva örgüt modelleriyle yola devam edildi.” Böyle oldu…
    3. YENİ İŞÇİ SINIFI
    Yazıda anılıyor… “Geride kalan yaklaşık 150 yılda kapitalizmi aşma perspektifine sahip olan sol muhalefet, hiçbir zaman örgüt sorununu gerektiği gibi ele alıp tartışmadı. Genel bir çerçevede geleneksel-burjuva örgüt modelleriyle yola devam edildi. Bütün bu zaman zarfında yeni örgütlenme tarzı keşfetmeyi düşünmedi, iş edinmedi. Verili örgüt modeliyle şeylerin seyrini değiştirebileceğini sandı.”

    Sosyalist-özgürlükçü siyaset yalnızca “fikirleri” ile değil öncelikle örgüt kurgusu-yapısı ile ciddi biçimde değişmek zorundadır. Denilebilir; örgütlenme yapısında devrim yapmak zorundadır. Aslında Gezi İsyanında yaşanılan “hava” kanıtladı; insanlar hiyerarşik, buyrukçu, dayatan, peygamber doğruları ile ahkâm kesenleri sevmiyor.. Yazıda bu anımsatılıyor..

    “Gerçek yurttaşlar, gerçek bireyler olmadan yeni kolektif özneden söz etmek abestir… Ancak o zaman klasik hiyerarşik örgüt modelinin dışına çıkılabilir… Farklı bir şey yapmak, kapitalizmi aşmak için farklı araçlara ihtiyaç var. O zaman “demokrasi nedir, ne olmalıdır” sorusu gündeme gelir.” .

    İşçi sınıfının “içeriği” değişmişse-kabul edilirse- örgütlenme yapısı da değişmek zorunda..Sanırım bu “tembellik ve korkaklık”, diktatör güçlenmesine ne çok yardım ediyor..

    Ergin Yıldızoğlu’ndan alıntılar..

    “Kabaca bir bakış bile, nisan eylemlerinde sokağa çıkan kalabalığın, 1 Mayıs günü Kadıköy’de toplananların geleneksel işçi sınıfı dışındaki (gençlik olarak tanımlanan) kesiminin tüm bu yukarıda değindiğimiz özellikleri, estetiği (giyim kuşam müzik vb.) taşıdığı söylenebilir

    Bu yeni proletaryanın ya da “orta sınıfın” bu yeni hallerinin , bir özelliği de toplumun geri kalan kesimleriyle karşılaştırıldığında
    benzersiz bir yatay, demokratik, kendiliğinden örgütlenme kapasitesinin,
    kişisel inisiyatif gösterme eğiliminin yüksek,
    ataerkil değerler ve “büyük söylemlere” ilgili ama esnek, daha çok somut siyasi hedeflere odaklanmış,
    bu nedenlerle, geleneksel “orta sınıftan” farklı olarak
    otoriter siyasi hareketlerin etkisi altına girme eğiliminin zayıf olduğu söylenebilir. .” (2007)

    “Sermaye tüm bu alanları kendi değerlenme süreçlerine bağlamaya başladı. Sermayenin simgesel üretim alanlarına girmesiyle, dijitalleşmenin sanayi üretiminde, ticarette, finansal alanda giderek daha hızlı yayılmasıyla, bu alanlarda yeni emek, çalışma biçimleri, bunun üzerinde de yeni bir işçi sınıfı (çalışanlar- orta sınıf proletarya gibi…) şekillenmeye başladı.
    Bu yeniişçi sınıfının en önemli özelliklerini kısaca şöyle sıralayabiliriz…
    1) İyi eğitimli (üniversite hatta lisans üstü- bu bağlamda üniversiteler bu sınıfın yeniden üretim mekanları olmaya başlıyor.) [4]
    2) Çoğunlukla bir hatta iki yabancı dil – İngilizce başta olmak üzere- biliyor. Yabancı dil bilmesi, kapitalizmin kültürünün en son biçimlerine, küresel kapitalizmin ortak dili olan İngilizcenin kaynaklarına kolaylıkla ulaşmasını sağlıyor.
    3) Bu özellikleri hem bilgi kaynaklarını, hem de en son teknolojiyi rahatlıkla ve büyük başarıyla kullanabilmesini getiriyor. Bu kapasiteler onun kaynaklarını hızla birleştirebilme, belli alanlarda “meydanlarda” yoğunlaştırma böylece fiziki yapısından çok daha büyük bir etki yapabilmesine olanak sağlıyor, siyasi gerçekleri toplumun geri kalanına açıklama gücünü arttırıyor.
    4) Sermayenin gerek artı değer üretiminde gerekse de değerlenme sürecinde giderek simgesel üretime, bilgiye, dijital verilere, teknolojiye daha fazla dayanmaya başlaması, bu yeni “orta sınıf” proletaryanın sermaye birikim süreci, sermaye ilişkisinin yeniden üretim süreci içindeki önemini, ama aynı zamanda süreci aksatma, hatta kırma kapasitesini arttırıyor.
    5) Bu sınıf fraksiyonu, sermaye birikim sürecinin gerek üretim, gerekse dolaşım devrelerinde, gerileyen sektörlerde değil esas olarak yeni gelişen sektörlerde yoğunlaşıyor.
    Sonuç olarak diyebiliriz ki, bugün hızla gelişmekte olan bu yeni işçi sınıfı fraksiyonu, 18. ve 19. yüzyılda sanayi proletaryasının sermaye birikim süreci ve toplumsal sınıflar içinde giderek artan önemine, kapitalizme muhalefet etme, üretimi aksatma kapasitesine benzer özellikler göstermeye başlıyor….”………. (2016)

  9. marxist argüman

    gündemimize fikret hocanin yanlis elestirilerinin elestirisini almisken, fikret hocanin baska yazilarindan alintilar yaparak elestirilerime devam etmek istiyorum, cünkü bu yanlis elestiriler sadece fikret hocaya özgü degil, bircok insanin dogru kabul edip paylastigi elestiriler.

    “Türkiye’de “demokrasi” denilen tam bir sirk oyunudur. Siyasi partiler de zaten bir devlet kurumudur ve öyle işler… İç işleyişlerinde demokrasinin kırıntısı bile yoktur. Tek adam şirketidirler. Her şey bir tek adamın iradesine bağlıdır. Ve o tek adam bir kere partinin tepesine çöreklendi mi, öyle kolaykolay orayı terk etmez . Osmanlı İmparatorluğunda padişahların tahtta kalma ortalama süresi (aritmetik ortalama) 17,3 yıldı. Bizde sadece siyasi partilerin değil, derneklerin, sendikaların, odaların, vb. 30-40 yıl başkanlığının yapanların sayısı az değildir…30 yıl belediye başkanlığı, 40 yıl muhtarlık yapanlar var… Velhasıl anti-demokratizm tüm örgütlerin ‘normal işleyiş halidir” (F. Baskaya)

    yukarda ki paragraftan anlasilan ilk $ey fikret hocanin demokrasiyi idealize ettigi. demokrasi idealistlerinin yaptiklari hata nedir?
    dikkat edilirse fikret hoca yöneten-yönetilen, kumanda eden-kumanda edilen iliskisini sorgulamiyor ve red etmiyor. yönetenlerin/kumanda edenlerin kumanda araci olan devletin varligini da sorgulayip red etmiyor. bu iliskiler olsun ama bunlari belli kurallara, yasalara, normlara baglayalim deniliyor.
    yukarda ki paragraftan anlasildigi gibi fikret hoca burjuva demokrasisinin, bir siyasetcinin, devleti ve toplumu belli bir süre yönetip daha sonra koltugu/makami baska bir devlet büyügüne devretmesini, yani kabaca ifade edersek koyunlari güdecek coban iki üc dönem sonra degi$sin/degismeli kuralini idealize edip, bunu bir ölcü olarak kullaniyor.

    fikret hocanin hesabina göre osmanli padisahlari ortalama 17.3 yil tahtta kalmislar. bu “demokratik mantiga” göre diyelim ki atatürk gibilerinin ömür boyu devleti ve toplumu yönetmeleri, T.C. devleti ve yöneticilerinin osmanli padisahlarindan daha “anti-demokratik” olduklarina kanit teskil ediyor. burda dikkat edilirse yönetimin icerigi, özü tartisilmiyor, sadece yönetenlerin kac yil yönettiklerine bakilarak hüküm veriliyor.
    birincisi, osmanli padisahlarinin tahti/saltanati gönüllü olarak birakmadiklarini, ya ecelleri ile öldükleri ya da rakipleri tarafindan öldürüldükleri icin iktidar süresinin ortalama 17.3 yil ile sinirli kaldigini biliyoruz.
    ikincisi, farz edelim osmanli da her padisahin, atiyorum ancak 10 yil saltanat sürüp yerini sirada bekleyene verdigini düsünelim, yani böyle bir kural oldugunu varsayalim. bu durumda osmanlinin devlet/yönetim/toplum yapisinda, yani meselenin özünde, iceriginde herhangi bir sey degisir miydi? osmanliyi yöneten padisahlar ortlama 17.3 degilde 10 yil ya da 5 yil tahta kalsaydilar osmanlinin düzeninde ne degisirdi? devleti/düzeni yönetenler “devlette/düzende devamlilik esastir” derken ne demek istiyorlar?
    fikret hocanin böylesi sistem elestirileri, var olan gercegin yanindan bile gecmiyor. bu elestirilerin marxizim adina yapilmasi durumu daha da vahimle$tiriyor.

    demokrasiyi idealize ederek, “demokratik mantik/ölcü” ile yapilan elestirilerin neden ici bos, kof ele$tiriler olduklarini acikliga kavu$turmak icin bir örnek daha vereyim. siyasi bir yönetim bicimi olarak demokrasi, kapitalist ekonominin ikizidir ve tarih sahnesine cikisi fransiz devrimi ile olmustur. -antik yunan demokrasisinin konumuz acisindan bir önemi yok.- bundan dolayi gerek fransa gerekse de ikinci dünya savasindan beri kapitalist-emperyalist kampin lideri A.B.D., demokrasinin parlayan yildizlari olarak ilk akla gelen devletler. avrupa ve amerikada devleti ve toplumu yöneten siyasetcilerin bu görevi iki üc dönem sonra sirada bekleyenlere devrettiklerini biliyoruz. yani fikret hocanin hayali o memleketlerde kusursuz i$liyor. simdi fransa ve A.B.D.’nin 19.yüzyildan beri dünya capinda uyguladiklari $iddeti, direk ve dolayli yürüttükleri savaslari hatirlayalim. bu sava$/siddet serisinin en aktüelleri suriye ve yemen de devam etmekte. burdan hangi sonuc cikar: demokratik yönetim bicimi siddeti, savaslari, sömürüyü, hegemonyayi dislamiyor, engellemiyor, bilakis kapsiyor. $imdi bazilari $öyle itiraz edebilir: ya ama demokrasi timsali bu devletler kendi halkina karsi savas yürütmüyorlar, vatandasa karsi devlet siddetini kural ve kaidelere baglamislar. evet, dogru. yalniz burda dikkat: fransada cihadcilarin son katliamlarindan sonra fransa devleti derhal olaganüstü hal ilan etmekte tereddüt etmedi. yani demokratik devlet $u yönü ile diger devletlerden farkli degil: varligini tehlikede gördügü an devletin demir yumrugunu topluma göstermekte tereddüt etmiyor. diger bir ifade ile demokratik devlet de tipki diger devletler gibi vatandasa yaklasimda $u ölcüleri kullanir: devletine bagli/loyal vatanda$, devlet dü$mani, hain vatanda$. devlet/düzen taraftari vatanda$, devlet/düzen muhalifi -komünist- vatanda$ vs.

    gelismis kapitalist memleketlerde devlet, vatanda$a neden daha “kibar” davranir, neden daha az ic isyan vs. olur?
    cevap: gelismis kapitalist devletlerde demokrasinin pürüzsüz/kusursuz islemesinin sebebi, “kapitalist para rejimi” altinda yönetilen halkin/toplumun, agzina gem takilmis at gibi ömür boyu para pesinde kosturmaktan devlete/düzene isyan etmek aklina da gelmez, böyle seylere kafa yoracak vakti de olmaz. I$siz, evsiz gibi elek altinda kalanlara da calisanlarin vergileri ile dolan devlet kasalarindan, acliktan ölmeyecek kadar bir sosyal yardim yapilir ki, hem yedek i$ gücü olarak kenarda beklesinler, hem de devlete/düzene isyan falan etmeyi akillarindan gecirmesinler.

    son bir$ey, basta amerika olmak üzere gelismis kapitalist devletler, zayif devletlere demokrasi ihrac etmelerine ragmen, bu demokrasi tohumunun fakir memleketlerde yesermemesinin asil sebebi, sözkonusu bu memleketlerde eksik/zayif olan kapitalist ekonomik altyapidir, sermayanin/kapitalin azligidir, kapitalist para rejiminin zayifligidir. AKP’nin kapitalist ekonomik altyapiya/infrastruktur’a neden bu kadar önem verdigini, yatirim yaptigini bu cercevede düsünmek lazim.

    günümüz kapitalist dünyasinin gerceklei özetle böyleyken, fikret hoca gibi marxistlerden tutalim siradan insanlara kadar, bu demokrasi devdasi öyle bir sevda ki, bitmez tükenmez bir umut/hayal/illüzyon kaynagi, yaklastikca uzaklasan bir hedef, cölde susuzluktan gözleri kamasan, bilinci bulanan insanlarin gördükleri serap gibi bir$ey.

  10. önce kitabı oku bir.

  11. M. Argüman’a
    Farzedelim bu eleştiriler dediğiniz gibi olsun. Fikret hoca ve onun gibi başkalarının yazılarındaki bu fikirlerin yayılmasının bazı insanları düzeni sorgulamaya itmesi yetmez mi? Düzeni ille de dört dörtlük, kusursuz yazılarla eleştirmek şart mı? Zaten dünyayı değiştirmek için eleştirmek yetmez, insanların harekete geçmeleri gerekir. Ama önce buna karar vermeleri gerek. Bu yazılar da buna bir katkı yapmıyor mu?

  12. marxist argüman

    10 nolu yorumcuya cevap:

    soru sorman sevindirici, önce onu belirteyim. soruna gelince, yani rahatsizlik duydugumuz seylerin, durumlarim kaynagini analiz edip dogru tespit etmezsek ne olur?

    bir hastaligin tedavisi icin dogru te$his $art degil midir? bir hastanin rahatsizligina yanli$ te$his sonucu yapilan tedavi nasil ki sonucsuz kalmaya mahkumsa, ayni $ey sosyal/ekonomik/siyasi hadiseler icinde gecerlidir. real sosyalistler neden kurduklari sistemi yine kendileri tasviye ettiler? cünkü kapitalist sistemle köklü bir kopu$u gercekle$tirmediler ya da gercekle$tirmek istemediler. bunu nerden anliyoruz? asagda ki kapitalist kategorileri kullanmalarindan: ulusalcilik/milliyetcilik, para, fiyat, kar, rekabet, arti deger, ulus devlet vs.
    sonucta real sosyalistler, insanlari sömürüp arti deger, zenginlik üretme konusunda kapitalist ekonominin real sosyalist/plan ekonomisinden daha etkili/efektif olduguna kani oldular ve serbest piyasa ekonomisine gönüllü geri dönü$ yaptilar.

    mevcut dünya düzenini dogru analiz etmeden mücedeleye girisilirse sonu neden hüsrandir, ya da söyle ifade edelim mevcut kapitalist düzeni anlamadan yanlis alternatiflere bel/umut baglamak neden kacinilmaz bir sonuctur?
    i$te aktüel örnek yunan sol partisi syriza. bu partiye daha br iki yil önce insanlarin atfettigi meziyetleri, bu partiden beklentileri hatirlayalim. yine latin amerikada ki ulusalci sol hükümetleri ve bu hükümetlere baglanan temelsiz umutlari hatirlayalim.
    “erkek egemen toplum” safsatasi ile sözümona kapitalizme kar$i mücadele ettigini sanan cinsiyetci kadin hareketlerine bakalim. ISID, el kaide gibi dini motiflerle kapitalist hristiyan uygarligina, “haclilara” karsi cihad ilan eden örgütlere bakalim.
    bütün bunlar sözümona mevcut sisteme alternatif olarak ortaya cikmis hareketler. peki “ortak düsman” kapitalist sistem ise bu derece farkli, celiskili alternatifler nasil ortaya cikabiliyor?
    cevap: yanlis te$his sonucu varilan yanlis tedavi metotlari.

  13. HDP'nin oyu yüzde 15'e yükselir mi?

    Avrasya Kamuoyu Araştırma Merkezi’nin (AKAM) gerçekleştirdiği araştırma HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklanması durumunda ilk seçimde HDP’nin oy oranının yüzde 15 bandına dayanacağını gösteriyor.

    Araştırma kapsamında katılımcılara “Dokunulmazlığı kaldırılan muhalefet milletvekillerinin adil yargılanacağını düşünüyor musunuz?” sorusu yöneltildi.

    Tüm katılımcıların ortalaması hesaplandığında adil yargılama olacağını düşünenlerin oranı yüzde 30.64 olurken adil yargılama olmayacağını ifade edenlerin oranı ise yüzde 55.38 olarak hesaplanıyor.

    Araştırma kapsamında katılımcılara “HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklanması durumunda ilk seçimlerde hangi partiye oy verirsiniz?” sorusuna verilen yanıtlar HDP’nin dokunulmazlık konusunda olası bir tutuklama durumunda oy artışı yaşayacağını gösteriyor.

    Araştırmaya göre, Demirtaş’ın tutuklanması durumunda HDP’nin oyu yüzde 14.05 olarak hesaplanıyor.

    Araştırmanın Koordinatörü Kemal Özkiraz, “Demirtaş tutuklanırsa; oluşacak havadan kaynaklı olarak AKP 1 Kasım’da kendisine oy veren Kürt seçmenden çok ciddi bir kısmını HDP’ye kaptıracaktır. Aynı şekilde CHP seçmenlerinin bir kısmı da HDP’ye oy vereceğini belirtiyor” dedi.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/548776/_HDP_yuzde_15_e_cikar_.html

  14. Marksist Argüman'a

    Yazdıklarını okuyorum da senin neyi savunduğunu anlayamadım. Demişsin ki:

    “siyasi bir yönetim bicimi olarak demokrasi, kapitalist ekonominin ikizidir ve tarih sahnesine cikisi fransiz devrimi ile olmustur.”

    Aynı mantıkla düşünürsek sosyalizm de kapitalizmin ikizidir, Fransız devrimi ile birlikte tarih sahnesine çıkmış demek gerekecek. Ama tabii tek başına korelasyon olması sebep sonuç ve nedenselliği ortaya koymaz. Neyse demokrasi bu kadar beter, rezil bir şey ise önerin ne? Kuzey Kore türü militarist bir çözüm öneriyorsun herhalde, öyle mi? Çünkü demokrasiyi kapitalizmle bu şekilde bir gösterdiğinizde akla başka bir şey gelmiyor. Gerçi bu arada Kuzey Kore, Sovyetler de sosyalist değildi, devlet kapitalisti ülkelerdi. Yani diktatörlüğü ilan edip, demokrasiyi ortadan kaldırınca, sosyalist olduk demekle olmuyor bu işler.

  15. Marksist Argüman'a

    Gerçi demokrasi rezil, beter demiyorsun, haksızlık yapmak, sözlerini çarpıtmak istemem. Ama yazdıklarından kapitalizm ile demokrasi eş unsurlar gibi görünüyor. Ayrıca neyi savunduğunu ortaya koymadığın için bu şekilde demokrasi ile kapitalizm ikizdir denilince insanın aklına başka şeylerde geliyor.

    Fikret Başkaya bildiğim kadarıyla sadece demokrasi ile işler çözülür demiyor. Şunu demek isteyebilirsin: ekonomik ilişkileri ve faktörleri dikkate almazsınız tek başına demokrasi bir şey ifade etmez. Evet bu doğru bir tespit ama bildiğim ve anladığım kadarıyla Başkaya da buna karşı bir şey söylemiyor.

  16. Marksist Argüman'a

    Edit: Ama yazdıklarından kapitalizm ile demokrasi çok yakın unsurlar gibi görünüyor. desem daha doğru olacaktı.

  17. Kapitalizm, devrim ve cumhuriyet rejimleri üzerine S. Nişanyan’ın Yanlış Cumhuriyet kitabından;

    “Resmi bir sıfatı olmayan “kapitalistlerin” sorgusuz adam asmalarına tarihte çok ender tanık olunmuştur. “Kilisenin” haneye tecavüz etmesine ya da askeri birlikler gönderip muhaliflerin mallarını yağmalatmasına da çok az rastlanır. Oysa devlet gücünü elinde bulunduranların eşkıyalığa girişmesi, tarihin her çağında, her kültürde, her ekonomik düzeydeki toplumda, yabana atılmayacak ölçüde ciddi ve gerçek bir tehlike oluşturur.”
    *
    “Hanedanın temsil ettiği yerleşik çıkarlara, geleneklere ve dengelere karşı, topyekün toplumsal değişimi amaçlayan rejimlerin cumhuriyetçiliğe meyletmesi doğaldır. Uygulamada cumhuriyet, popülerlik ve/veya kaba güç dışında hiçbir meşru dayanağı olmayan siyasi liderlerin, devlet gücüne rakipsiz ve kısıtsız bir şekilde sahip olmalarını sağlayan bir teori olarak kullanılmıştır.”
    *
    “1917 öncesinde Avrupa’da sadece iki cumhuriyet (Fransa ve İsviçre) bulunduğu hatırlanmalıdır. 1917’yi izleyen yıllarda yeryüzünde – resmen veya fiilen – yeni kurulan yirmiye yakın cumhuriyetten ikisi (İrlanda ve Çekoslovakya) hariç tümü diktatörlük rejimleri olmuşlar veya kısa sürede diktatörlüğe dönüşmüşlerdir.”
    “Cumhuriyet, Batı dünyasında ancak 1918′den itibaren yaygın kabul görmüş bir devlet biçimidir. Başta İngiltere olmak üzere Batı dünyasının en istikrarlı ve aktif üyelerinin birçoğu, bu kabulün dışında kalmışlardır.”
    *
    “Amaç Türkiye’de bir Newton, bir Bach, bir Voltaire, bir Pasteur, bir Einstein, bir Churchill yetişmesi ise, adı geçen kişilerin tümünün monarşi yönetimleri altında yetişmiş kimseler olduğu gerçeği gözardı edilmemelidir.
    Öte yandan, Batı uygarlığının oluşumunda daha önemli bir rol oynamışa benzeyen birtakım başka siyasi fenomenleri – örneğin hukukun üstünlüğü, güçler ayrımı, mülkiyetin dokunulmazlığı, dinin ve bilim kurumlarının devlet müdahalesinden masuniyeti; daha yakın çağlarda: siyasi düşünce ve basın özgürlüğü, parlamenter yönetim, serbest seçimler, demokrasi… – Kemalist rejimin Batı’dan ithal ettiği kurum ve değerler arasında tesbit edemeyiz.”
    *
    “…tarihte suiistimalleri önlemek iddiasıyla yola çıkıp toplumun belkemiğini oluşturan kurum ve değerleri tahrip eden ünlü devrimlerin her biri, sonuçta toplumsal özgürlüklere, kişi hukukuna ve insan haysiyetine karşı son derece kanlı ve vahşi birer saldırıya dönüşmüşlerdir.
    1789 Fransız ve 1917 Rus devrimlerinin, 1918 Alman devriminin, 1949′da Çin’de ve 1979′da İran’da gerçekleşen devrimlerin ortak (ve hiç şüphesiz kısmen samimi) hedefi, toplumsal özgürlükleri artırmaktır. Yüzyılımızda örnekleri görülen sosyal içerikli milliyetçilik hareketleri (örneğin Cezayir, Küba, Vietnam devrimleri) de görünürde aynı amacı gütmüşlerdir. Dini, mülkiyet hakkını, bilim ve hukuk kurumlarını, köhne gelenekleri, kozmopolit etkileri ve ayrıcalıklı sınıfları yıkmakla ve taşrayı “modernleştirmekle” bu hedefe kısa yoldan ulaşılacağı sanılmıştır.
    Sözkonusu denemelerin istisnasız her birinin, üç-beş yıl içinde, tarihte eşi görülmemiş birer terör ve istibdat rejimi ile sonuçlanmaları, herhalde boş bir rastlantı olmasa gerekir.”
    *
    “…tesbit edebildiğimiz kadarıyla bu tarihe kadar yeryüzünde “cumhuriyet” sıfatına sahip hiçbir ülkede, paralara günün devlet başkanının resim, mühür veya adı konmamıştır. Böyle olmasının nedeni de açıktır. Devletin itibarının hükümdarın kişiliğiyle ve devlet hazinesinin hükümdarın mülküyle özdeşleştirilmesi, öteden beri monarşilerin ayırdedici bir özelliği olagelmiştir. Cumhuriyetlerde devlet, devlet başkanının kişiliğinden bağımsız bir tüzel kişiliktir; devlet başkanı bu tüzel kişiliğin yasal vekili ve memurudur. Bundan ötürü eski Yunan’dan bu yana cumhuriyetlere ait sikke ve paralarda sadece devletin soyut simgelerine veya ülkenin geçmiş ünlülerinin resimlerine yer verilmiştir.
    Türkiye’nin açtığı çığıra Avrupa’da uyan bir başka ülke tesbit edemiyoruz: Mussolini, Hitler, Stalin, Franco, Metaksas veya Enver Hoca resmi taşıyan paralar yoktur. Lenin’in portresi Sovyet paralarına ölümünden otuz yıl kadar sonra konulmuştur. Ancak kraliyetle yönetilen Avrupa ülkelerinde hükümdarın portresi paralara basılmaya devam etmektedir.”
    *
    “Sokak, cadde, meydan, köprü, semt, kasaba, şehir, dağ, liman ve benzeri coğrafi birimlere siyasi liderlerin adının verilmesi de yaygın bir Osmanlı geleneği değildir… Padişah adı taşıyan ilk ve tek Anadolu kenti olan Elaziz (Elazığ; adlandırılışı 1867), daha önce adı bile olmayan bir mezra iken Abdülaziz zamanında imar edilip sancak merkezi olmuş bir yerdir.
    Varolan kentlerin adlarının siyasi mülahazalarla değiştirilmesine, modern tarihte yaygın olarak ilk kez Sovyetler Birliğinde rastlanır. 1917 devriminden sonra bu ülkede çarlık rejimini çağrıştıran yer isimleri terkedilerek, Bolşevizmin simge ve kahramanlarından ilham alan adlar kullanılmaya başlanmıştır… Türkiye Cumhuriyetinin yer adlandırma politikası, bu anlamda, Osmanlı’dan çok Sovyet anlayışını yansıtır. Ankara hükümetinin onayıyla 1922 Eylülünde Kemalpaşa, Mustafakemalpaşa, Kemaliye ve Mustafapaşa adlarını alan Nif, Kirmasti, Eğin ve Sinasos kasabaları, Türkiye tarihinde ideolojik gerekçelerle (somut bir bayındırlık eseri sözkonusu olmaksızın) iktidardaki devlet reisinin adını alan ilk yerleşim birimleridir.
    Sokak adları konusunda da Cumhuriyetin yaklaşımı, Osmanlı geleneğinden çok modern çağın bir ürünü görünümündedir. Türkiye’nin herhangi bir kentinde, tahttaki Osmanlı sultanının adını taşımış olan ilk ve tek sokak, yanılmıyorsak, 1867 tarihinde adlandırılmış olan Beyoğlu’ndaki Aziziye (bugünkü Meşrutiyet) caddesidir. Temmuz 1927′de Gazi’nin İstanbul’u ziyareti münasebetiyle Şişli caddesine Halaskârgazi adı verilmesini, bu örneğin devamı sayabiliriz. Ancak Gazi’nin adını taşıyan sokak, cadde ve meydan adlarında 1927′den sonra görülen ani artışın (aynı yıl Ankara Gazi Bulvarı, 1935′te İstanbul Atatürk Bulvarı, Atatürk Köprüsü vb.) Osmanlı döneminde paraleli yoktur.”

  18. Bakın, bu yazının altında da Gün Zileli’ye “anti komünist, amerikancı, sağcı” diye saydırmış stalinistler.
    Gün Zileli ise onlarla “Stalinistler de stalinizmin kurbanı” diye empati kurmaya kalkıyor.
    Herhalde Gün Zileli Türkiye solunda anti-stalinist kampta yeterince insan olmadığını düşünüyor veya Türkiye’deki anti stalinist solcuları yeterince devrimci bulmuyor. O nedenle de, stalinistlerin bir kesimiyle yakınlık kurarak buradan kendince yol almaya çalışıyor.
    Halbuki Gün Zileli’yi seven bir tane bile stalinist yok bu memlekette.
    Ama bizimki onlara hep dostane yaklaşır.

  19. “Stalinist” diye bir şeytanlaştırma yanlış. Ben de bir zamanlar Stalinisttim. Genç insanları neden baştan karalayayım ki. Onlara, yürüdükleri yolun kendilerini de yok edeceğini göstermeye çalışıyorum sadece. Tarihte yaşandı bu. Stalin, Hitler’in öldürdüğünden daha fazla sayıda komünisti ve Anarşisti; öldürdüğü Troçkistlerden’den ve Anarşistlerden daha fazla sayıda Stalinisti öldürmüştür.

  20. özgürlükçü


    Epeydir alt yapısını oluşturup engellemeye çalıştıkları bereketli toprakların toplumsal muhalefetin biricik politik dinamiği HDP yi meclisten atmanın yolunu düzen partisi 3 ü birlikte açtılar.
    Unuttukları bir şey var?
    Merve Kavakçıyı başörtüsünü attılarda ne oldi????
    Başörtüsü ve anlayışı iktidar oldu?
    94 de 10 cıvarı iken kürtleri meclisten attınızda ne oldi??
    80 olup meclise geldik şimdi atarsanız ne olur???
    80 olan 180 olacağına eminim???
    Her akşam bütün tv lerde HDP yi konuşup HDP lilere sansür neden??
    Çünkü sanılanın aksine HDP bitmek bir yana büyümesi engellenemiyor
    Öyle hızlı büyüyorki bütün muhalefet HDP etrafında toparlanmaya başladı
    HDP durdurulamıyor önümüzdeki normal politik süreçte
    HDP iktidar yada iktidar ortağı olması kaçınılmaz olduğu için bütün bunlar.
    HDP hızla yerellerden beslenip aşağıdan yukarıya YEREL SÜREÇ YÖNETİM PROGRAMLARI ndan beslenerek önümüzdeki 10 yılın politik programını neyi nasıl kimlerle ne yapacağını sistem mağduru milyonların gelecek hayallerini beklentilerini bizzat halkın katılımı yerinde doğrudan demokrasi ile programlaştırabilir ve kadro partisinden PROGRAM partisi YEREL DİNAMİKLERİN PARTİSİ Etik demokratik değerlerin partisi olabilirsek
    geleceğin iktidarı olmamız hayal değildir.
    Sırf bu gidişi engellemek için seçimleri bile iptal etmeye çalışacaklar
    Bundan sonra top HDP de bizdedir bizim dışımızdaki nedenleri engelleyemeyiz bizden kaynaklı yetmezlikleri giderip halkımızın gelecek beklentilerinin politik PROGRAMı ile demokratik siyasete müdahele edebilirsek başaracağız

    •21özgürlükçü21 Mayıs 16 / 10pm

    Oğuzun yorumuna yaptığın katkıya bi daha bak zileli
    ana fikri ne faşist kırık diş yolunmuş tüylü çakal oğuzla aynı fikirdeyiz anlamına

    Read more: http://www.gunzileli.com/2016/05/20/kasaba-bicak-temin-eden-chp/#ixzz4BDeZTVLu

  21. özgürlükçü

    HDP nin oy oranını ölçecek mekanizma henüz yok çünkü HDP seçmeni özellikle Kürdistan dışında kendini gizler millici ırkçı şöven faşist duyguların zirve yapıp devlet-iktidar-sağ-sol milliyetçilerce linç kültürünün cezasızlıkla teşvik edildiği iklimde araştırmaların en az 4 puan üstünde oy alır HDP şu anda bütün düzen partileri kan kaybetmektedir zaten anayasa dokunulmazlık ve katliam yapanların asker dokunulmazlık yasalarını birlikte çıkararak düzen partileri adeta HDP nin bir türlü engellenemeyen yükselişini engellemek için iş birliği yapmak zorunda kalmışlardır bu işbirliğinden sonra CHP ve MHP muhalefet vasıflarını yitirmiştir sıkıştığında akp nin ihtiyacı olan yasalara destek verenlerin bundan sonra akp ye söz söyleme hakları seçmen nezninde kalmamıştır bereketli toprakların tek toplumsal muhalefetin politik dinamiği HDP kalmıştır hatta hata yapsak bile büyümesi engelenemez bir hızda devam edecektir
    Ayrıca ilk seçimde 12 milyon kürt seçmen oy verecektir haziranda roboski katliamının uyandırdığı kürt seçmeni son katliamlarla kürt uyanışı zirve yapıp HDP kürtlerin nerdeyse tamamına yakınından oy alabilecektir
    şu anda yapılan bütün düzenlemeler engellenemeyip ilk seçimde iktidar yada iktidar ortağı olması kaçınılmaz olan HDP nin engellenmesi içindir bu engelleme çabalarıda HDP nin daha hızlı büyümesini getirecektir
    Başkaya ile yapılan söyleşideki Büyük İnsanlık HDP programının adı olabilirmi?

  22. marxist argüman

    fikret hoca gibi marxistlerin bir taraftan kapitalist ekonomiyi elestirip red ederken, diger yandan kapitalist düzenin siyasi yönetim bicimi olan demokrasiyi idealize etmeleri neden yaman bir celiski ve cikmazdir?

    Burjuva egemenliginin iki farkli bicimi: demokrasi ve fa$izm

    Demokrasi ve fasizm kavramlari hakkinda sosyalistlerin kafasi epey karisik. Bu kafa karisikligi siyasi bir yönetim bicimi olarak demokrasi ile kapitalist ekonomi arasinda ki bagi-iliskiyi görememekten kaynaklaniyor. Demokrasiyi fasizmin alternatifi-karsiti olarak görme yanlisi tüm dünyada insanlar arasinda son derece yaygin. Sovyetler birliginin kendini feshetmesinden sonra, bunu “demokrasi eksikligine” yoran bazi sosyalisler, kapitalist-emperyalist cephenin ideolojik taaruzunun da etkisiyle kraldan daha kralci yani burjuva demokratlarindan daha demokrat pozlarina bürünmeye basladilar. Öcalan gibi demokrasi sözcügünü sihirli bir formül gibi algilayip, her kavramin basina “demokratik” sifatini ekleyen “radikal demokrat”lardan tutalim, eli silahli sol örgütlerin legal kitle örgütü isimlerinde de “demokratik” sifati eksik olmaz. örnek: “sosyalist kadin hareketi” yerine “demokratik kadin hareketi” gibi isimler tercih ediliyor. Belli ki genis kitlelere hitap edebilme konusunda “demokratik” sifatinin “sosyalist” sifatindan daha “kapsayici” oldugu düsünülüyor. Müslüman demokrat erdogan, sosyal demokrat kilicdaroglu, hristiyan demokrat merkel, obama, putin vs. gibi burjuva demokratlarin politikasi ile, buna “demokratik politika” diyelim, “fasist politika” arasinda ki fark ve benzerliklere bakalim.

    Demokratlar gibi fasistlerde ekonomik üretim bicimi olarak serbest piyasa ekonomisini tercih ediyorlar. Yalniz fasistlerin istedigi, issizlikten, iflastan, yabanci sermayeden, mümkün oldugunca yabanci ürünlerden-mallardan ve yabanci i$ gücünden-i$cilerden arinmis bir kapitalizmdir. Dünya capinda ulusal-milli basarilari fa$istlerde istiyorlar. Yalniz bu basarilara, devletin bagimsizligini sembolize eden ulusal egemenlikten katiyen taviz vermeden erismek istiyorlar. Kisacasi devletlerarasi rekabette “ulusal egemenlikten taviz” anlamina gelecek hicbir uzlasma-anlasma kabul edilemez, bundan dolayi ittifak-birlik politikalari red edilir. Devletin insan sermayesi olan halki-toplumu, fasistlerde “ulusal kaynak (nationalressource)” olarak görürler ama, misafir i$ci calistirmayi dogru bulmazlar. Devlete ekonomik anlamda faydali da olsa yabanciyi, ayni “kandan-soydan” olmadigi icin kabul etmezler.

    Siyasi iktidarin, ulusal egemenligin fanatik savunuculari olan fa$istler iktidari/otoriteyi idealize ederler; devletin gücü/kudreti mutlak ve sinirsiz olmalidir. Buna karsilik demokrat siyasetciler realisttirler. Burjuva demokratlarin bu gercekciligi alcakgönüllü olmalarindan degil, basarinin kosullari/sartlari onu icap ettirdigi icindir. Demokrat siyasetciler, devletin güc/basari araclari olan kapitalist ekonomi, halk ve ulusal egemenligin devletlerarasi rekabette bir limiti oldugunu bilirler. Cünkü rakip devletlerde ayni sekilde bu üc kaynaktan -ekonomi, halk, ulusal egemenlik- ulusal basarilari icin en verimli bir $ekilde faydalanmaya calisirlar. Ulusal güc kaynaklarinin devletlerarasi kapitalist rekabette sinirli olmasi bazi kacinilmaz tehlike ve belirsizlikleri beraberinde getirir. Mesela avrupa birligine üye devletlerin para basma yetkisini avrupa merkez bankasina devretmeleri ulusal egemenlikten görece taviz anlamina gelir. Ulusal pazari di$ sermayaye acma, ayni sekilde ulusal sermayenin di$ piyasalara acilimi, yani dünya pazari icin rekabetin sonucunda kimin kaybedip kimin kazanacagini önceden kestirmek bir devlet icin zordur. Avrupa birligi denilen “kapitalist-emperyalist kulüp”ün politikacilari -su anda iflas etmis olan üyeleride dahil- bu i$e girisirken tabii ki böyle bir rizikonun bilincindeydiler. Yunanistan’in AB kulübünden cikmayip “devam” demesi, halk dilinde “gün ola devran döne” diye ifade edilen spekülativ hesaptan/beklentiden baska birsey degildir. Yine NATO catisi altinda yürütülen savaslarin hesapta olmayan bazi sonuclari/yan etkileri olabilecegini demokrat siyasetciler pekala bilirler, yani o rizikoyu göze alirlar. El-kaide, i$id bu “siyasi kumarin” ürünüdürler.

    Özetlersek: halk, serbest piyasa ekonomisi ve ulusal egemenligin devletin güc kaynaklari oldugu konusunda demokratlar ve fa$istler hemfikirler. Fikir ayriligi, bu kaynaklarin ne sekilde kullanilacagi hususunda ortaya cikiyor. Demokratlar, ekonomik cikarin mantigina/yasalarina uygun hareket ederler; basari icin bunun gerekli oldugunu bilirler, fakat kapitalist rekabette kazanmanin garantisinin olmadiginida bilirler. Bu, demokrat politikacilarin basari eksenli “gercekci politikasi” oluyor. Buna karsilik fasist politika, kapitalist ekonominin kar7kazanc yasalarini, yani kapitalizmin ic isleyis mantigini zorlama pahasinada olsa “mutlak ulusal faydayi” garantiye almak ister. “Güc/iktidar basarinin garantisidir” seklinde formüle edebilecegimiz bu idealizmden dolayidir ki fasistler, ulusal basari icin gerekli olan kaynaklari cok hor kullanirlar. Nazilerin, issizligin olmadigi bir kapitalizm ideali dogrultusunda özel sektöre/isverenlere yeni isyerleri acmalarini dikte etmeleri; özel sektörü, onlara kalsa karli bulmadigi icin üretmeyecegi bazi mallari üretmeye mecbur etmeleri bu mantigin ürünüdür. Zafere dair hayallerin/fantazilerin ulusal basarinin garantisi olmadigini nazilerin ikinci dünya savasinda ki yenilgilerinden biliyoruz. Almanyanin bugün avrupanin lider gücü haline gelmesinde önemli rol oynayan NATO, AB, dünya ticaret örgütü gibi emperyalist politik araclardan alman demokrat politikacilari basari ile faydalanirken, alman fasistlerinin bu kurum kurulu$lari “ulusal egemenlikten taviz” olarak görüp red etmeleri, demokratik politika ile fasist politikanin farkini gözler önüne seriyor.

  23. marxist argüman

    17 nolu yoruma atfen:

    gününümüzde anti-stalinizim, stalin kar$itligi neden don ki$otculuktur?

    bu stalin denilen adam öldükten sonra, bizzat o’nun partisi ve basta kruscev olmak üzere yol arkadaslari o’nun icraatlarini giyabinda yargilayp mahkum etmediler mi? ettiler. stalin’in kurucusu oldugu sovyetler birligi kendini ta 27 yil önce fesh etmedi mi? etti. $u anda sosyalist, komünist hareketler zaten fazla taraftar bulamiyor; var olan sosyalist/kömünist hareketlerin ezici bir cogunlu zaten stalin’i ve pratigini kökten red etmiyorlar mi? ediyorlar. hal böyleyken, kapitalist sistem globalle$ip dünyanin en ücra kö$elerine kadar yayilmisken, bu sisteme ve bu sistemin ortaya cikardigi rezil insanlik manzaralarina söyleyecek tek bir elestirisi olmayanlarin, -buna sayin zileli de dahildir- coktan ölmü$, unutulmus ve afaroz edilmi$ stalin adinda ki bu adam ile don ki$ot gibi savasmaya devam etmeleri tuhaf degil midir? böylesi bir davrani$ yapay/suni gündem degil midir, kendi kücük dünyasinda ya$amak, nostaljik melankoli degil midir?

  24. marxist argüman

    “O zaman işte doğrudan insan ihtiyacı olmayan bir dolu saçma lüks üretim yapılıyor. Silah da”. (fikret ba$kaya)

    fikret hoca baska bir röportajinda da “silah niye üretiliyor, sanki cok lazim” gibi bir ele$tiri yapmi$ti. böyle bir ele$tiriyi siyaset ile alakasi olmayan biri yapsa anla$ilir, bir kilise papazi yapsa o da anla$ilir. “silah zararlidir, üretilmesin” demek ele$tiri bile degildir, ele$tiri $u soruyu cevaplamakla olur: silah neden üretilir, ne icin kullanilir; devletler neden silaha ihtiyac duyarlar? yani ele$tiri konusu edilen olgunun/konunun varlik/üreme kaynagina i$ik tutarak…

    devlet, egemenligin, gücün, $iddetin cisimle$mi$ halidir. bundan dolayi devletlerarasi ili$kiler tabiati geregi bir egemenlik, güc, zorbalik, rakiplik ili$kisidir. herkesin bildigi gibi istisnasiz her devlet, rakip devletlere kar$i imkanlari ölcüsünde silahli ordu besler. günümüz dünyasinda belirleyici olan asker sayisindan daha ziyade, en etkili/öldürücü silahlara sahip olmaktir. silahlarin neden üretildiginin birinci nedenini böylece tespit ettik.
    ikincisi, yine herkesin bildigi gibi silah ticareti de en az diger ticari sektörler kadar karli bir i$tir.
    ücüncüsü, silah/askeri malzeme “stratejik ürün” kategorisine girdigi icin, bir devlet baska bir devlete silah satmak ya da hibe/bagi$ yapmak sureti ile nüfus/etki alanini genisletmis oluyor. yani silah/askeri malzeme ticareti/bagi$i, bir devletin diger bir devlete nüfus etme, kendisine bagimli/muhtac kilma araclarindan biridir.

    sonuc: “silah lüzumsuz bir$ey, üretmeyin” demek “yikici” sistem ele$tirisi olmak orda kalsin, ele$tiri bile degildir. silahlarin zararlarina dikkat cekmekle de ele$tiri degildir, bunu zaten herkes bilmiyor mu? ele$tiri, silahin bir ürün olarak “devlet” olgusu ile alakasini ve devletlerarasi iliskilerde ki belirleyici rolünü acikliga kavusturmakla olur.

  25. marxist argüman

    13 nolu yorumcuya cevap:

    benim neyi savunmadigima/neyi ele$tirdigime bakarsan, neyi savundugum a$agi yukari ortaya cikiyor. senin tepkini $öyle anliyorum: “ben demokrasiye a$ik bir insandim, bütün hayallerimi yiktin”. benim yazdiklarimin ezber bozan cinsinden $eyler oldugunu biliyorum, amacimda zaten insanlarin ezberini bozmak. milyarlarca insan tarafindan insanlik ideali olarak görülen demokrasi ile kapitalist ekonomi iliskisi hakkinda biraz daha düsünmeye devam edelim.

    sanayile$mi$ kapitalist devletlerin ayni zamanda “gelismis demokrasiler” olarak adlandirilan devletler olmasi tesadüf mü? fikret hoca gibi demokrasiyi idealize edenlere kalirsa bu tamamen bir tesadüf. (bkz. özgür üniversite sitesi, erdogan aydin’in fikret baskaya ile röportaji: “devrim bizi cagiriyor”). dini düsünceyi referans alan insanlar toplumsal/ekonomik/siyasi hadiseleri tesadüf, kader, kismet diye aciklasalar cok görmem, fakat bunu marxistler, anar$istler yapiyorsa bunun tek bir nedeni vardir: dini düsüncenin ikizi felsefi idealizm.

    kapitalist necip gibi insanlarin “devletimizin, ulusal ekonomimizin gelismesi icin bizde tipki diger devletler gibi atom/nükleer enerjiyi kullanmaliyiz, bunun az bir rizikosu var, o’nu da artik göze alacagiz” demesinde ben bir tutarsizlik görmüyorum. devletin ve ulusal ekonominin kapitalist rekabette basarisini baz alan insanlarin hepsi böyle düsünüyor; böylesi bir akil yürütmenin vardigi sonuc kendi icinde tutarlidir. (dikkat: dogrudur demiyorum)

    demokrasiyi idealize edenlerin $u meseleye aciklik getirmeleri $art: “geli$mi$/ileri demokrasiler” olarak adlandirilan batili sanayile$mis kapitalist devletlerin ayni zamanda birinci ve ikinci dünya savasi da dahil olmak üzere, dünyada ki savas, $Iddet ve zehirlisi de dahil olmak üzere her türlü silah üretim ve satisinin ba$ aktörleri olmalarini nasil aciklayacagiz?

    bugünlerde ermeni soykirimi kararindan dolayi demokrat vatanda$larin sempatisini kazanan ileri demokrasinin yildizlarindan almanya’yi ele alalim. bu devlet, eski ismi ile bati almanya, ikinci dünya savasindan sonra galip devletler tarafindan silah üretme yasagi ile cezalandirilmisti. bu yasagi koyan galip devletler, basta A.B.D. olmak üzere, diger yandan alman silah teknisyenlerini transfer etmekle me$guldiler. A.B.D., yeni düsman sovyetler birligine karsi almanya’nin vazgecilmez bir partner oldugunu savastan kisa bir süre sonra anladi ve eski naziler de dahil olmak üzere, alman devleti ile tekrar isbirligi yapmaya basladi. sözümona almanya’ya silah üretme yasagi koyan amerika kore savasinda bol miktarda askeri malzemeye ihtiyac duyunca almanya’ya resmi olmayan yollardan tekrar üretime baslayabilecegini iletti. 1960lara gelindiginde NATO devleti bati almanya anti-komünist kapitalist-emperyalist cephenin ba$ aktörlerinden biri olmu$tu. kanada’dan afrika asyaya kadar, ölüm aleti silahlar icinde alman G-3 silahi en cok kullanilanlardan biriydi. alman devletinin hem anti-komünist motiflerle, hem para kazanmak, hem de alman devletinin emperyalist nüfusunu/etkisini yayma faaliyetlerine birkac örnek verirsek: afrika da sudan devletini komünizme karsi kale olarak in$a etmek icin silahlandirmak, fa$ist pinotchet’in rejimine, yunan cunta rejimine silah satma, halepce de kürtlere karsi da kullanilan kimyasal gazlarin üretimi icin saddam rejimine fabrika kurmak, israil devletini silahlandirma ve atom bombasi yapma konusunda destekleme vs.

    bu durum alman devletine özgü degil, demokrasinin en parlak yildizi amerika’nin eline silah/$iddet/hegemonya konusunda kimse su dökemez.

    sonuc: bir insanlik ideali olarak görülen demokrasinin savas/$iddet/silahlanmayi önlemedigi, ama bu i$i bazi kural, kaide, normlara bagladigi ortada. örnek: atom, kimyasal silahlar kullanilmasin ama bunun disinda insan öldürmede, tahrip etmede her türlü silah serbest. sanki ölen, öldürülen bir insan icin G-3 kur$unuyla mi yoksa kimyasal gazla mi öldürüldügü cok önemliymi$ gibi. atom bombasi, nükleer/biyolojik silahlari savaslarda kullanmak yasak ama her ne hikmetse bu silahlar haril haril üretilmeye devam ediliyor. bu konuda da ba$i yine “gelismis demokrasiler” denilen sanayilesmis kapitalistler ülkeler cekiyor. gelismis demokratik devletlerin $iddetin/savasin ba$ aktörleri olduklari halde, bu devletlerin ayni zamanda siyasi ve iktisadi sistemleri ile örnek alinan devletler olmalarini nasil aciklamak lazim?

  26. Willy Brandt, CIA ajanı mıydı?

    http://www.spiegel.de/einestages/willy-brandt-bekam-geheime-us-zahlungen-ab-1950-a-1096881.html

    Dünya sosyal demokrasisinin en ünlü isimlerinden biri olarak bilinen Willy Brandt’ın, kariyerinin başından itibaren ABD’nin gizli servisi CIA’nin yoğun maddi desteğiyle “kanatlandığı” iddia edildi.

    Haftalık Der Spiegel dergisinin yeni sayısında ayrıntıları açıklanacak olan ön habere göre, dönemin SPD Başkanı Willy Brandt’ın, eski CIA ajanı Victor Marchetti’nin “The CIA and the Cult of Intelligence” kitabındaki iddiaları 1977 yılında “yalanlarken” de yalan söylemiş olduğu anlaşıldı. Efsane lider, “ne kendisine ne de partisine herhangi bir amaç için asla böyle paralar ödenmediğini” bildirmişti. Brandt’ın çok yakını olan dönemin SPD Genel Sekreteri Egon Bahr da o dönemde Washington’a bir protesto mektubu vermiş, ancak dönemin ABD Başkanı Carter, Bahr’ı yatıştırarak “Bunlar temelsiz dedikodular” demişti.

    Der Spiegel, 1950’de Brandt’a ABD’nin siyasi mücadelesi için 200 bin Mark verdiğini, bunun o dönemde Berlin’deki tüm SPD üyelerinin yıllık aidat tutarının üçte birine karşılık geldiğini ortaya çıkardı. Daha sonra bu para akımının sürdüğü de arşivlerde yer alıyor. Brandt, Ankara’dan gelen dönemin Berlin başbakanı Ernst Reuter’in yakınındaki ve SSCB karşıtı kadrodan sayılıyordu.“Soğuk Savaş” döneminde “batı entegrasyonu” ve Almanya’nın tekrar silahlanması sosyal demokratlar arasında tartışılan konuların başında geliyordu.

    Willy Brandt’ın İkinci Dünya savaşı sırasında İsveç’te sürgünde bulunduğu yıllarda CIA’in öncüsü konumunda olan OSS ile bağlantı kurduğu, Almanya’ya döndükten sonra bu bağlarını sıklaştırdığı anlaşıldı.

    http://odatv.com/cia-ajani-miydi-1006161200.html

  27. İsmail Beşikçi niçin böyle düşünüyor?

    …..Beşikçi: ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ anlayışı yanlıştı…..

    Gün bey, açık konuşmam gerekirse, İsmail Beşikçi’yi yıllardır izlerim ve görüşlerini çok önemserim.

    BBC’ye verdiği röportajda “Kanımca, ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ anlayışı yanlıştı. Kürt-Kürdistan sorunlarında siyasal mücadeleyi yürütmek önemlidir. Kürtler siyasal mücadele yürüterek bazı kazanımlar elde edeceklerdir. Kürtlerin, parlamentoyu ikna etmeleri zor olabilir. Ama, Başkan’la daha etkili bir pazarlık yürütülebilirdi.” sözlerini okuyunca şaşırmadım desem yalan olur!

    Sizce, Beşikçi niçin böyle bir demeç vermiş olabilir Gün bey?

    BURADA:

    Yazar İsmail Beşikçi, Türey Köse’nin BBC Türkçe için yaptığı söyleşide, HDP’nin (Halkların Demokratik Partisi) başkanlık sistemiyle ilgili siyasetini eleştirdi ve “Kürtlerin, parlamentoyu ikna etmeleri zor olabilir. Ama, Başkan’la daha etkili bir pazarlık yürütülebilirdi” dedi.

    Beşikçi, HDP’nin “Türkiyelişme” olarak tanımlanan programını da yanlış bulduğunu yeniden vurguladı ve “Türkiyelileşme yanlış bir programdır. Kürtler en azından federasyonu savunmalıdır” diye konuştu.

    PKK’yı, HDP’nin 7 Haziran’da TBMM’ye 80 milletvekili göndermesi ardından “geri planda kalmamakla” eleştiren Beşikçi, “HDP’nin, PKK’yı, Kandil’i ikna edememesi de şüphesiz bir zaaftır” yorumunu yaptı.

    Röportajlarını yazılı olarak vermeyi tercih eden İsmail Beşikçi, maille gönderilen cevaplarda “Kürtlerin anti-demokratik bir kolisyonla karşı karşıya olduğunu” belirtti.

    Soru: Çözüm süreci bitmiş görünüyor. Anayasa değişikliğiyle mevcut fezlekelerle ilgili dokunulmazlıklar kaldırıldı. Dokunulmazlıklarla ilgili süreç Kürt siyasi hareketini -ve elbette Türkiye’yi-nereye götürür?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: Kanımca, görüşmeler yine olacaktır. Devlet/hükümet kendi elini güçlendirmek, Kürtleri güçsüzleştirmek için, operasyonları daha da tımandırabilir. Devlet, hükümet, yeterli güce ulaştığını düşündüğü zaman, başka bir formatta, HDP’den, PKK’den farklı Kürt gruplarını da sürece katan bir formatta, görüşmeler gündeme gelebilir.

    Soru: “Diyarbakır’da parlamento kurulabilir” açıklamaları yapılıyor. Siz de“Kürtler, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır” diyorsunuz. HDP, nasıl bir strateji izlemeli? Parlamentodan çekilir mi?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: HDP’nin, Diyarbakır’da, parlamento kuracağını, HDP’nin TBMM’den çekileceğini düşünmüyorum. 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 genel seçimlerini hatırlayalım. Bu parlamentoya girmek için Kürtlerin ne kadar yoğun, yaygın bir yarış içinde oldukları biliniyor. TBMM’ye girmek bir statü kabul ediliyor. Bu anlayışta olanların, TBMM’den çekilmeleri, Diyarbakır’da meclis kurmaları mümkün değildir. Türk kimlikli milletvekilerinin de bu durumu uygun göreceklerini sanmıyorum.

    Kürtler, elbette, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır. Ama, bu da fizikteki birleşik kaplar kuralına göre tutum sergilemeyi gerektirir. Türkiyelileşmeyi değil, Kürdistanileşmeyi gerektirir.

    Soru: Özyönetim ilanları, hendek ve şehir savaşları hakkında ne düşüyorsunuz?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: 7 Haziran seçimlerinde, TBMM’ye HDP 80 milletvekili ile geldi. Kürdistan’da yüze yakın belediyeyi yönetiyordu. Radyoları, televizyonları, gazeteleri vardı. Bunun yanında, etkili sivil toplum örgütleri vardı. Bu koşullarda, gerilla artık geri planda kalmalıydı. Siyasal mücadele yürütmek daha önemli ve etkili olurdu. Sivil itaatsiziği geliştirmek etkili olabilirdi.

    Örneğin, 80 milletvekilinin 80’inin de, parlamentoda yemin etmediğini düşünelim. “Ben/biz Kürdüz/Ermeniyiz/Süryaniyiz, Türk milliyetçiliği için neden kendimizi feda edelim” dense süreç nasıl gelirdi? Bu yönde bir tutum sergilense süreç nasıl gelişirdi?

    O dönemde, Varto, Silvan, Hizan gibi alanlarda, daha sonra, Sur, Nusaybin, Cizre, Yüksekova, Silopi, İdil gibi alanlarda, özyönetim ilanları yapılıyordu. Bu ilanlardan dolayı partinin eş başkanları gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlardı. Bunların emniyette, savcılıkta, mahkemede, daha sonra cezaevinde, Kürtçe konuştuklarını, duygularını düşüncelerini ısrarla Kürtçe diliyle açıklamaya çalıştıklarını düşünelim.

    Yeminden veya, emniyetteki, savcılıktaki, mahkemedeki, cezaevindeki Kürtçe ısrarından dolayı, devletle, hükümetle bir gerginlik yaşandığını, geniş kitlererin de meydanlarda veya mahkeme önlerinde, milletvekilerinin tutumunu, veya eş başkanların tutumunu destekleyici yürüyüşler, mitingler vesaire yaptığını düşünelim. Süreç nasıl gelişirdi? Bence çok daha sağlıklı olurdu. Kaldı ki, özyönetimle iligili düşüncelerini kendi ana dilinle ifade edemiyorsan, o özyönetim zaten sağlıklı bir özyönetim değildir.

    HDP’NİN, PKK’YI, KANDİL’İ İKNA EDEMEMESİ ZAAFTIR

    Soru: HDP barajı geçip parlamentoya girerken şehir savaşlarının tırmandırılması “Türkiyelileşme” mesajlarını açığa mı düşürdü? PKK’nın HDP’ye büyük zarar verdiği yorumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: TBMM’deki 80 milletvekili karşısında, PKK/Kandil artık geri planda kalmalıydı. PKK/Kandil bu bilinçte olmalıydı. HDP’nin, PKK’yı, Kandil’i ikna edememesi de şüphesiz bir zaaftır. Ama, PKK’nın, Kandil’in bunun bilincinde olması gerekirdi. Sonuçta bu tutum elbette HDP’ye büyük zarar vermiştir.

    Türkiyelileşme yanlış bir programdır. Kürtlerin her koşul altında Kürdistani kalması, Kürdistanileşmeyi geliştirmeleri gerekir.

    GÖRÜŞMELERİN ÖCALANLA YAPILMASI SAKINCALIDIR

    Soru: Sizinle birkaç yıl önce yaptığımız söyleşide “PKK lideri Abdullah Öcalan’ın AKP ile söyleminin örtüştüğü” eleştirisini dile getirmiştiniz. “Tutsak Öcalan’ın görüşmeleri yapmasının yanlış olduğunu, o dönemki adıyla BDP’nin aktör olması gerektiğini” vurgulamıştınız. Çözüm sürecinin tıkanmasında Kürt tarafındaki “çok başlılık”, “muhatap” karmaşası da bir etken mi? Bundan sonra tekrar masaya oturulabilir mi?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: Görüşmelerin Abdullah Öcalan’la yapılması sakıncalıdır. Görüşmeler, HDP ile yapılmalıdır. HDP, görüşmeler sürecinde, Kandil ile irtibatlı olur.

    Cezaevlerinde, Mektup Okuma Komiyonu diye ifade edilen bir kurum vardır. Mektuplarınız bu komisyon tarafından okunduktan, incelendikten sonra gönderilir. Mektupta, devletin, hükümetin istemediği, devleti, hükümeti hedef alan bir ifade, eleştiri vesaire varsa, komisyon onu karalar. Bazen bir kelime, bazen iki-üç kelime, bazen bir satır bazen bir paragraf karalanabilir. Bazen ilgili kişi hakkında, ifadelerinden dolayı disiplin soruşturması da açılır.

    Abdullah Öcalan’ın çok daha yoğun bir baskı ve kuşatma altında olduğu biliniyor. Bu koşullar altında, milletvekilleri tarafından Kandil’e ulaştırılan mektupların içeriğinde, devletin/hükümetin istediklerini dışında bir ifade olabilir mi?

    Soru: Siz hep federasyonu savundunuz. Gerek Türkiye’nin Güneydoğu’sunda, gerekse bölgede yaşananlara baktığınızda nasıl bir öngörüde bulunursunuz?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: Elbette. Kürtler en azından federasyonu savunmalıdır. Kürtleri, Kürdistan’ı sadece Türkiye ile düşünemeyiz. Güney Kürdistan’da, referandum, bağımsızlık süreci gelişmektedir. Güneybatı Kürdistan’da, Kürdistan’da, Rojava’da federasyon anlayışı güç kazanmaktadır. Statü önemlidir. Statü en azından federasyon olmalıdır.

    Kuzeybatı Kürdistan’da, Doğu Kürdistan’da, statüyü, federasyonu hedef alan bir süreç izlenmelidir. Şu önemlidir; Kürtler, Yakın Doğu’da, Orta Doğu’da en az 50 milyon nüfusa sahiptir. Ama Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı gibi uluslarararası örgütlerde bir statü sahibi değildir. Halbuki, dünyada, nüfusu bir milyonun altında olan pek çok devlet vardır. Nüfusları binlerle ifade edilen, 10 bin, 30 bin gibi devletler de vardır. Uluslararası anti-Kürt nizam bu yönden eleştirilmelidir.

    ‘PEŞMERGE’NİN IŞİD’LE MÜCADELESİ ABD’NİN KÜRTLERE BAKIŞINI DEĞİŞTİRDİ

    Soru: Kürtlerin IŞİD’e karşı savaşması Batı’nın, ABD’nin bakışını nasıl etkiledi? Bu gelişmeler bölgenin haritasının değişimini ne ölçüde etkiler?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: Kürtlerin, IŞİD’e karşı savaşması, Kürdistan sorununu yeni bir aşamaya getirdi. IŞİD, Haziran 2014’te Musul’u ele geçirdi. Daha doğrusu, Irak ordusu, IŞİD’e karşı, savaşmadan Musul’dan çekildi. Irak Ordusu, Musul’la birlikte Kerkük’ten de çekildi. Ordunun silahları, silah depoları vesaire IŞİD’in eline geçti.

    Irak ordusunun ikinci büyük karargahı Musul’daydı. Irak ordusu, Kerkük’ten çekilince, Peşmerge kısa bir zaman içinde, Irak ordusundan boşalan Kerkük’ü denetim altına aldı. IŞİD Kürdistan’dan koparılan bazı alanları da işgal etmişti. Peşmerge IŞİD’le savaşarak o alanları da denetim altına aldı. Kanımca, Güney Kürdistan’ın yüzde 97-98’i denetim altına alınmıştır. Bu oran IŞİD’den önce yüzde 65 kadardı. Hewler, Dühok ve Süleymaniye illerini kapsıyordu. Şimdi, Kürdistan’dan koparılan alanlar fiili olarak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin denetimi altındadır.

    2005 tarihli Irak Anayasası’nın 140. maddesi, Kerkük konusu ile ilgiliydi. Sayım yapılacak, sayım sonuçlarına göre, Kerkük, Kürdistan’a veya, Bağdat’a bağlanacaktı. Irak, Kürtlerin bölgede çoğunluğu oluşturduğunu bildiği için sayıma yanaşmadı. Kürtleri çok gösteren resmi bir bilgiye sahip olmamak için sayım yapmadı. Peşmerge, bunu fiili olarak savaşarak, IŞİD’i Kürt bölgelerinden çıkararak gerçekleştirdi. Artık, Peşmergenin savaşarak ele geçirdiği bu alanlardan çekilmesi mümkün değil. Çünkü buralar zaten Kürt topraklarıydı. Onun için Kürdistan’dan koparılan alanlar deniyordu.

    Güney Kürdistan’da Peşmerge’nin, Kürdistan’a Rojava’da YPG’nin, IŞİD’le etkili bir şekilde, kararlı bir şekilde savaşması ve IŞİD’i işgal ettiği Kürt bölgelerinden çıkarması, Batı’nın, ABD’nin Kürtlere karşı, Kürdistan’a karşı bakışını değiştirdi. Çünkü, IŞİD’in, sadece Kürtler için değil, bütün dünya için tehdit olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. IŞİD’le en iyi, en etkili savaşanlar da Irak’ta Peşmerge ve Suriye’de YPG idi. Bu süreçte, referendum yapma, bağımsızlığın yolunu açma, daha yoğun bir şekilde gündeme geldi.

    ‘SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ’ ANLAYIŞI YANLIŞTI

    Soru: Kürt siyasi hareketine bir dönem yöneltilen en büyük eleştiri, “al çözümü, ver başkanlığı” pazarlığı iddialarıydı. Gelinen noktayı Erdoğan’ın “başkanlık sistemi” hedefi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: Kanımca, “Seni başkan yaptırmayacağız” anlayışı yanlıştı. Kürt-Kürdistan sorunlarında siyasal mücadeleyi yürütmek önemlidir. Kürtler siyasal mücadele yürüterek bazı kazanımlar elde edeceklerdir. Kürtlerin, parlamentoyu ikna etmeleri zor olabilir. Ama, Başkan’la daha etkili bir pazarlık yürütülebilirdi.

    Soru: Bir sosyolog olarak 7 Haziran seçimleriyle 1 Kasım seçimleri arasındaki farkı nasıl okuyorsunuz? Türkiye’de giderek derinleşen kutuplaşma ve ayrışmayı nasıl görüyorsunuz? Barış hayali giderek uzaklaşıyor mu?

    İSMAİL BEŞİKÇİ: 1960’ların sonlarında, Başbakan Süleyman Demirel birkaç defa, “benden Tunceli kanunları istemeyin”, “Benden, Mustafa Muğlalı yaptırımları istemeyin…” demişti.

    Başbakan Süleyman Demirel, bu isteklerin, kimlerden geldiğini belirtmiyordu. Ama ordudan geldiği açıktı. Bu isteklerin içeriği açıktır. “Yakalım, yıkalım, ezelim… Her türlü operasyonu yapalım ama hiçbir soruşturma ile karşılaşmayalım…”

    Neden böyle söyleniyor. Çünkü, Org. Mustafa Muğlalı, Özalp Van’da, 1943 yılında 33 masum Kürdü, Kürtlere gözdağı olsun diye kurşuna dizmiş, 1949-1950 yıllarında, Demokrat Parti döneminde soruşturmaya uğramış, tutuklanmış, cezaevine konulmuştu. Ama 1943 yılında, Org. Mustafa Muğlalı’nın her hukuksuz eylemine destek verenler, 1950’lerde, ona sahip çıkmamışlardı. “Yakalım, yıkalım, ezelim, her türlü operasyonu yapalım, ama hiçbir soruşturma ile karşılaşmayalım” diyenler, aynı sürecin tekrar yaşanmasından endişe ediyorlar.

    TÜM ASKERİ DARBELERİN TEMELİNDE KÜRT SORUNU VARDIR

    1970’lerin sonlarında, Başbakan, yine Süleyman Demirel’dir. Başbakan Süleyman Demirel o dönemde de, “Benden Tunceli kanunları istemeyin”, “Benden Mustafa Muğlalı yaptırımları istemeyin” sözlerini söylemiştir.

    Her iki dönemin sonunda da bir askeri darbenin yaşandığı biliniyor. 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980. Türkiye’de bütün askeri darbelerin temelinde, Kürt-Kürdistan sorunu vardır…27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997… Ama bu durumu Türkiye’de, üniversite, sosyal bilimler, basın açıklamamıştır, daha doğrusu açıklayamamıştır. Bir etnik, toplumsal kategoriyi inkar ederseniz, yok sayarsınız, bunlarla ilgili gelişmeleri de izlemekten uzak kalırsınız. İki örnek de bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

    Kanımca, 1960’ların sonlarında, 1970’lerin sonlarında, Başbakan Süleyman Demirel’in vermeye yanaşmadığı, vermek istemediği imtiyazları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vermiş. Bu bakımdan Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, Yüksekova, Silvan, İdil, Şırnak gibi Kürt şehirleri yakıldı, yıkıldı tarumar edildi. Devlet terörünün tırmandırıldığı açık bir gerçekliktir. Bu süreçte, PKK-KCK’nin, savaşı şehirlere taşıma anlayışı elbette dikkatlerden uzak tutulamaz.

    TÜRKİYE BUGÜN ANTİ-DEMOKRATİK BİR KOALİSYONLA KARŞI KARŞIYADIR

    Bugün, Türkiye, anti-demokratik bir koalisyonla karşı karşıyadır. AKP artı İslamcılar artı ordu artı Ergenekon artı ulusalcılar… Anti-demokratik bir kolisyon.
    Şu da gelişmeleri belirleyen bir unsur olabilir. Normal bir demokratik rejim söz konusu olsa, basın özgürlüğünün, bağımsız yargının, hukukun üstünlüğünün, kuvvetler ayrılığının hayat bulduğu demokratik bir rejim olsa, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bazı soruşturmalarla karşı kaşıya kalabilir. Bunu önlemenin bir yolu da devlet terörünü tırmandırmaktır, hukuksuz rejimi sürdürmektir.

    Buna karşı demokratik siyasal mücadeleyi geliştirmek önemli olmalıdır. Sivi itaatsizlık eylemlerini geliştirmek önemlidir.

    Türey Köse, Ankara

  28. meseleye sadece kürt ulusal çıkarları açısından bakarsanız, elbette “seni başkan yaptırmayacağız” sloganını yanlış bulursunuz. Ama perspektifiniz, Kürt halkının özgürlüğü de dahil olmak üzere özgürlükske, cephenizi diktatörlüğe karşı kurarsınız. II. dünya savaşı sırasında IRA, Nazilerle işbirliği yapmış, İngilizlere karşı, haüvadan uçaklarla atılan Alman silahlarını kullanmıştı. Rhym’s Daughter filmi bunu çok güzel anlatır, bir aşk hikayesi çerçevesinde. öte yandan, Beşikçi’nin yine Kürt ulusalcı bir bakışla, karşı cepheyi o kadar geniş göstermesi de yanlıştır. O Kürtlere karşı olan herkesi karşı cepheye koymuş, neyse ki bu sefer CHP’den söz etmemiş. Oysa Kürtlere karşıtlık açısından bakınca CHP de o cephede yer alır. Ben tersini iddia edeceğim. Eğer orduyu genel kurmay olarak görmüyorsak, ordu ve “ergenekon” denen muhayyel örgüt (yani aslında ulusalcılar) ve ulusalcıların aydınlık dışındaki geniş kesimleri AKP’nin yanında değil, karşısındadır.

  29. RTE ile onun iktidar alanını küçültebilecek bir pazarlığa oturup, bir şey alınacağını sananların aklına şaşarım..
    Er geç sırtına bıçağı yer.

    “İyi” adam, uçurum kıyısına tutunmuş, düşebilecek olanı elinden tutup çıkartmayı düşünürken diğeri, “O”, punduna getirip kurtarıcısını aşağı atmayı planlar..

  30. materyalist solcuların çelişkisi

    Solcuların hem materyalizmi hem de anti-kapitalizmi savunmaları bir çelişkidir.
    Materyalizme göre evrende her şeyin maddi, objektif nedenleri vardır. İyi/kötü, ahlak/ahlaksızlık, vicdan/vicdansızlık gibi şeyler yoktur. Bunlar idealist, subjektif kavramlardır.
    Anti-kapitalizm ise “kapitalizm” olarak adlandırdığı -hiçbir zaman da net tanımlamadığı- bir şeyi “kötü” olarak -hatta bütün kötülüklerin kaynağı olarak- görür. Kapitalizmin yerine de -yine hiçbir zaman tanımlayamadığı- sosyalist, sınıfsız, eşitlikçi bir toplumsal düzenin gelmesini, bu düzende her şeyin tamamen “iyi” olacağını savunur.

  31. 27, materyalist solcuların çelişkisi

    Necip, sen mi geldin?

    Eğer geldiysen, masaya 3 kez vur. Gerçek misin, değil misin?

    Klavyeni de değiştirmişsin…

  32. Marksist Argüman'a

    Marksist argüman şöyle demişsin:”senin tepkini $öyle anliyorum: “ben demokrasiye a$ik bir insandim, bütün hayallerimi yiktin”. benim yazdiklarimin ezber bozan cinsinden $eyler oldugunu biliyorum, amacimda zaten insanlarin ezberini bozmak.”

    Doğrusu demokrasi aşığı filan değilim. Öyle anladıysan yanlış anlamışsın. Aslında senden daha fazla demokrasiyi eleştirebilirim. Bir anarşist demokrat olmak zorunda değil. Üstelik bir anarşist demokrasi karşıtı da olabilir. Demokrasiyi aslında komünist düşünceye daha yakın görürüm, anarşizme değil.

    Ama senin Fikret Başkaya’ya yaptığın eleştiri doğru bir temelde değil. Demek istediğim o. Yoksa Başkaya da demokrasinin ekonomik yönünün fazlasıyla farkında. Ama tabii demokrasinin sadece ekonomik yönü olduğu tezi de doğru değildir. Yani demokrasi ile ekonomi her zaman birebir doğru orantılı olmak zorunda değil. Yani bir ülke ekonomik olarak, kişi başına gelir olarak ilerleyebilir ama buna karşılık demokrasisi çok gelişmeyebilir veya önemli ölçüde şirketlerin elinde tutsak hale gelebilir. Bugün Batı’da birçok ülkede olup biten de budur. Tabii burada demokrasi derken ne anladığımız da önemli. Burjuva demokrasisi gerçek ve en doğru demokrasi tabii ki denilemez. Ama sen Başkaya’ya tüm eleştirini burjuva demokrasisi üzerinden yapıyorsun. Tabii Başkaya’nın burjuva demokrasisini savunmadığı çok açık ortada. Burjuva bilim dediyse tüm bilim yanlış olmak zorunda değil, burjuva demokrasi dediyse tüm demokrasi anlayışları baştan yanlış olmak zorunda değil.

  33. Marksist Argüman'a

    Bu arada ciddi olarak sormuştum. Kuzey Kore türünden militarist bir diktatörlüğü mü savunuyorsun? Yanıt vermediğine ve karşı da çıkmadığına göre sanırım bu türden bir düzeni savunuyorsun.Ama dediğim gibi o da devlet kapitalizmi aslında. Demokrasi olmadığında kapitalizm ve devlet kapitalizmi olmayacak diye bir şey yok.

    Ayrıca SSCB veya Kuzey Kore diktatörlüklerinin, buna Çin de eklenebilir, nükleer vb. birçok konuda Batı’dan farkları yok. Tek fark şu: Batı daha saldırgan, daha çok nükleer kullandı vb. Ama SSCB de saldırgandı. Nükleer yanlısı idi. Çernobil gibi felaketler orada oldu. Fakat SSCB, Batı kadar yapamadı çünkü elinden gelen bu kadar, elinden gelse o da daha fazlasını yapardı. Mantık aynı: caydırıcı olmak için bu nükleer silahları yaptık filan. Zaten ABD de benzer sözleri söyledi yıllarca, caydırıcı olmak için yaptık, Nazi Almanyası yapmaya çalışıyordu, SSCB tehlikesi vardı filan.

    Yani bu sözler iki taraflı olarak da kullanılabilir. SSCB elbetteki nükleer silahları süs olsun diye yapmadı. Bugünkü Çin de onları süs olsun diye yapmıyor. O yüzden silahları sadece gelişmiş demokratlar yapıyor ve kullanıyor gibi göstermek doğru değil. Silahlar tarih boyunca vardı ve kullanıldı ve her seferinde bilim ve teknolojinin gelişmesiyle daha gelişmiş olanları yapıldı.

  34. 25’teki yanıtınıza istinaden,

    Gün bey, sanırım, ‘Kürt ulusalcılığı’ ile ‘Kürtlerin (de) özgürlük mücadelesini’ birbirinden ayırıyorsunuz.

    Yani, Türk ulusalcılığına karşı olduğunuz gibi Kürt ulusalcılığına da karşı mısınız?

    ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözünün, ulusalcılık temelinde değil, özgürlük temelinde değerlendirilmesi gerektiğini mi savunuyorsunuz?

    Beşikçi buraları ziyaret etseydi doğrudan kendisine sorardık. Röportajda söylediklerinden devam edelim:

    Beşikçi’nin, ‘Kürt ulusalcılığını’ milliyetçi temelde değerlendirdiğini mi düşünüyorsunuz? Eğer Beşikçi’nin geçen yıllar içinde başına gelenlere ve kitaplarına bakarsanız, Kürtlerin kendi özgürlüğünü ellerine almaları için (hem Türkiye’deki baskıcı siyasi atmosferin, hem Kürtler içindeki sıkışmış atmosferin) ulusalcılık dışında başka seçenek bırakmadıklarını gözlemlediğini görürsünüz.

    İkircikli nokta burada başlıyor: Beşikçi, Kürt ulusalcılığını, milliyetçi temelde mi, seçeneksizlik yüzünden özgürlükçü temelde mi değerlendiriyor?

    Basına verdiği bu son demeçten sonra emin olamıyorum? Ve bu emin olamama nedeniyle, hayatını bu mücadeleye adamış bir insana (Beşikçi’ye) olan güvenimin toptan erimesi, kolaycı bir davranış gibi geliyor?

  35. Düzeltiyorum:

    İkircikli nokta burada başlıyor: Beşikçi, Kürt ulusalcılığını, seçeneksizlik yüzünden milliyetçi temelde mi, yoksa, özgürlükçü temelde mi değerlendiriyor?

  36. HDP BÖLÜNÜP YENİ BİR PARTİ KURULABİLİR…

    ERDOĞAN’DAN NEFRET EDENLER KÜRTLERİ KİRALIK KATİL GİBİ KULLANMAK İSTİYOR…

    KENDİ İLKELERİMİZ DOĞRULTUSUNDA AKP DE DAHİL HER TÜRLÜ KOALİSYONA AÇIK OLMALIYDIK…

    SOLLA UĞRAŞTIĞIM SÖYLENİYOR, SON 25 SENEDİR SOLDAN ÇOK TÜRK İSLAMCILARIYLA UĞRAŞTIM…

    HDP’li Altan Tan: “Eğer bu savaş stratejisi ve ağırlıklı sol, seküler söylem devam ederse HDP dışında yeni siyasi arayışlar doğabilir.”

    Kübra Par / HABERTÜRK

    Bütün umutlara rağmen çözüm süreci rafa kaldırıldı. Geçen temmuz ayından bu yana yani neredeyse 1 yıldır çatışmalar devam ediyor. Üstelik bu sefer PKK terörü şehirlere taşıdı. Peki, süreç neden tekrar kana bulandı? PKK neden savaş stratejisine döndü? HDP buna neden yeterince direnemedi? Olup bitene bölge halkı ne diyor?

    Aklımızdaki soruları PKK’nın şiddet stratejisini benimsemediğini sıklıkla dile getiren ve HDP içinde dindar-muhafazakâr Kürtlerin temsilcisi olarak görülen Altan Tan’a sordum.

    Altan Tan, bölge halkının hem PKK’ya hem de devlete öfkeli olduğunu, özellikle muhafazakâr Kürtlerin HDP’nin son dönem politikalarını benimsemediğini söylüyor. Ve ilk kez bu röportajda Kürt siyasetinin kesin bir yol ayrımında olduğunu açıklayıp, HDP dışında yeni bir parti kurulabileceğine işaret ediyor…

    -Son iki saldırıyla başlayalım. Midyat’taki bombalı intihar saldırısını da İstanbul Vezneciler saldırısını da PKK üstlendi. Ramazan günü hem polislerin hem sivillerin canına kıyan bu saldırılara ne diyeceksiniz?

    Bu iki saldırıda da bundan önceki saldırılarda da terör eylemleri asla meşru, mazur görülemez. Hangi terör örgütü yaparsa yapsın tamamını kınıyorum. Bu eylemler halka fayda getirmeyecek, daha fazla gerilimi, karışıklığı ve kaosu körükleyecek. Sonunda ülkeyi iç savaşın eşiğine getirecek, ardından askeri darbeye neden olacak eylemler yapıyorlar.

    -Bu koşullar altında HDP’lilerden daha yüksek sesli tepkiler bekliyoruz. Yapabileceğiniz daha fazla şey yok mu?

    “Yapacak daha fazla bir şeyimiz yok” diyemeyiz. Bir şeyi durduramıyorsak yapılacaklar bitmemiş demektir. Kürtlerin Türkiye’de hak arama mücadelelerinde şiddetin, terörün sağlayacağı bir fayda yoktur. Kürt siyasal hareketleri topyekûn kesin bir yol ayrımındadır. Kürtler Türkiye’yle birlikte bir gelecek mi inşa edecek? Yoksa Türkiye’den ayrılarak ayrı bir siyasi gelecek mi inşa edecek? Yakın zamana kadar PKK dahil Kürt siyasetçilerin ezici çoğunluğu demokratik bir Türkiye inşa edecekti. Hatta bu modeli Suriye’ye, Irak’a taşıyarak demokratik bir Orta Doğu fikrini savunuyorlardı. Bu sürecin benim açımdan cevabı nettir. Türkiye ile birlikte demokratik ve legal yollarla bir gelecek inşa etmeliyiz. Demokratik tercihin ne kadar doğru bir yol olduğu 7 Haziran 2015 seçimlerinde ispatlandı. Kimsenin öngöremediği büyük bir destekle 80 milletvekili çıkardık. Bu süreç demokratik çizgide devam ettirilseydi 1 Kasım’da en az 100 milletvekili çıkarabilirdik. Bir sonraki seçimde HDP anamuhalefet partisi olabilirdi.

    ‘AKP TÜRK-İSLAM SENTEZİNDEN AYRILAMADI’

    -Peki, ne oldu da şiddet yolu seçildi? Daha koalisyon formülleri ortada yokken, çözüm sürecinin geleceği belli değilken, Kandil 11 Temmuz’da ateşkesi bitirdi. Peşinden 15 Temmuz’da Bese Hozat “Yeni süreç devrimci halk savaşı sürecidir” dedi. 19 Temmuz’da Cemil Bayık halka silahlanma çağrısı yaptı. 22 Temmuz’da iki polis gece evlerinde öldürüldü. “Kandil aslında HDP’nin demokratik başarısından rahatsız oldu” tezi doğru mu?

    Savaş başladıktan sonra bunu PKK’nin, Kandil’in ya da Recep Tayyip Erdoğan’ın istemiş olması önemli değil. Bana göre saydıklarının hepsi bu savaşı istedi. Ama HDP istemedi. HDP bu savaşın ortasında-arasında kaldı. Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet mantığını rafa kaldırarak, Kürtleri kavim ve millet olarak kabul ederek demokratik bir Türkiye inşa etmeye hazır değil. Her şey Türklerin olacak ama Kürtler Türklerin vatandaşı mı olacak? Türkiye Cumhuriyeti 23 Nisan 1920’de böyle kurulmadı. Ankara’da Meclis açılırken bütün kavimler ortak bir milleti kurdular. 1 Nisan 1923’ten sonra Türk kimliğinin hâkim olduğu, Kürtlerin topyekûn inkâr edildiği bir dönem başladı. AKP iktidara geldiğinde bu değişecek sandık. “Ümmet fikrine sahipler. Irkçı ve nasyonalist değiller. Demokrat bir Türkiye inşa edebilirler” diye düşündük. Fakat gelinen noktada AKP Türk-İslam sentezinden ayrılamadı. AK Parti’nin bilinçaltı milliyetçilikle dolu kadroları Kürtlerle ortak bir Türkiye kuramadı. Kürtçe anadili eğitimi kabul etmediler. Kürtçe’nin ikinci resmi dil olmasını kabul etmediler. Bölgesel yönetimleri kabul etmediler. HDP’nin 80 milletvekili çıkarmasıyla bazı hakların verilmesi gerektiğini gördüler ve ürktüler. Bu işi çatışmaya ittiler.

    ‘PKK’NİN YENİDEN ŞİDDET SARMALINA GİRMESİNİN HİÇBİR İZAHI YOK’

    -İyi de sürecin bu noktaya gelmesinde PKK’nin hiç mi suçu yok? PKK neden şiddet oyununa girdi?

    Bunun hiçbir izahı yok. Cumhurbaşkanı’nın, AK Parti’nin, devletin işine geleceğini bile bile PKK şiddet sarmalına girdi. Bunun Ortadoğu’daki gelişmelerden, uluslararası müdahalelerden kaynaklandığı söyleniyor. Belki bu çatışmalardan sonra devletin bazı adımları atmaya mecbur edilebileceği düşünülüyordu. Ama sonra bir PKK yetkilisi “2016 yılında devletin bu kadar sert bir şekilde üzerimize geleceğini düşünemedik” dedi. Bu özrü kabahatinden çok daha büyük bir ifadedir. 7 bin Kürt genci hayatını kaybetmişse sadece “pardon” diyemezsiniz. Bunu görememiş ve hesaplayamamışlarsa görevi bırakmaları lazım. Bana göre Türkiye’deki derin yapılarla Kürt siyasetinin içindeki derin yapılar bu işi paslaşarak birlikte yaptılar.

    ‘HDP SÜRECİ DOĞRU YÖNETEMEDİ’

    -Madem sürecin bu noktaya geleceğini gördünüz, engellemek için siyasetçiler olarak neden bir şey yapmadınız?

    Siyaset, güç meselesidir. Güç yoksa sadece konuşabilirsiniz.

    -7 Haziran’da alınan onca oya rağmen Kandil HDP’den daha mı güçlüydü?

    Halkın gözünde daha güçlü değildi. 7 Haziran gecesinden itibaren siyaset doğru götürülebilseydi daha farklı olurdu. 7 Haziran gecesi “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü yerine geldi. O gece AKP iktidardan düştü ve HDP topluma vaat ettiği şeyleri yerine getirdi. Tüm bunlar olduktan sonra yeni bir hesap kitap yapılmalıydı. Daha ilk geceden ve parti kurullarında tartışmadan “Biz AKP ile koalisyona kapalıyız” demek doğru değildi. Kendi ilkelerimiz doğrultusunda AKP de dahil her türlü koalisyona açık olmalıydık. Kapıları kapatamazsınız. Başbakan partiye geldiğinde “Gelir bir kaçak çay içer, gider” diyemezsiniz…

    ‘MUHAFAZAKÂR KÜRTLER, HDP POLİTİKALARINDAN RAHATSIZ’

    -Peki HDP’nin bölünmesi ve yeni bir siyasi partinin çıkması ihtimali var mı?

    Bu ihtimal tabii ki var. Kürtlerin büyük çoğunluğu dindar ve muhafazakâr. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin oyu 3 milyon arttı. Daha önce AKP’ye oy vermiş 2 milyon Kürt oyunu HDP’ye verdi. Sol, sosyalist, liberal çevreden gelen oyları küçümsemiyorum. Sadece tespit yapıyorum. 1 Kasım’dan sonra ise oy kaybettik.

    -Neden?

    Bunun iki sebebi var. Birincisi çatışmalı sürecin yeniden başlaması. AK Parti’den gelen seçmen HDP’nin güçlenerek AKP ile çözüm sürecini devam ettirebileceğini düşünüyordu. İkincisi aynı kitle HDP’de, güçlerinin çok üzerinde sol ve sosyalist temsilin olduğunu gördü. Seçim gecesinde “Bu sosyalistlerin zaferidir” söylemi tartışma yarattı.

    -Muhafazakâr Kürtler kendilerini yabancılaşmış mı hissettiler?

    Evet, öyle hissettiler. Kürt siyasetinde bir yol ayrımındayız şu an. Çatışma, iç savaş, devrimci halk savaşında ısrar edenlerle buna karşı olup demokratik mücadeleyi seçenlerin bir yol ayrımı olacak. İkincisi HDP’nin geniş tabanını temsil eden dindar, muhafazakâr kitle sadece şahıslar bazında değil kendi gücü oranında bir temsil isteyecek. Yani “Altan Tan’ı aldım yerine Mehmet’i koydum” diyerek değil fikir ve program anlamında bir temsil isteyecek.

    -Bu talepler karşılanmazsa yeni parti mi kurulur?

    Demokratik ve legal siyaset tercih edilir ve muhafazakâr kitle partide etkili olursa ayrıma gerek kalmaz. Fakat bu savaş stratejisi devam ederse ve ağırlıklı sol, sosyalist, seküler söylem devam ederse farklı oluşumlar olabilir. Siyaset boşluk kabul etmez.

    ‘KÜRT HALKI DEVRİMCİ HALK SAVAŞINI İSTEMİYOR’

    -1 Haziran’da Murat Karayılan “Devrimci halk savaşı ile bağımsız Kürdistan’ı hedefliyoruz. Yeni bir dönem başlayacak” dedi. Bu açıklama üzerine HDP olarak nasıl bir tavır alacaksınız?

    Kürtlerin geleceğini Türkiye’nin demokratikleşmesinde, ortak vatan haline getirilmesinde görüyorum. Murat Karayılan’ın açıklaması bütün legal kapıları kapatmak demektir. Topyekûn savaş budur. Kürt halkı devrimci halk savaşını istemiyor. Bu yüzden daha soğukkanlı cümleler kurmamız gerekiyor. AK Parti’nin ve Erdoğan’ın özellikle son dönemdeki siyasetine kuruluşundan beri muhalif olanlardan biriyim. “Tayyip Erdoğan’ın düşmesi için Türkiye cehenneme dönecekse dönsün yanacaksa yansın” diyemeyiz. Tayyip Erdoğan’ın politikalarına karşıyız. Türk İslamcıları Müslüman bir demokrasi yerine gittikçe totaliterleşen, yanlış yollara sapan bir güzergâhta felakete doğru gidiyorlar. Ama AK Parti’yi düşürmek için iç savaş yolu seçilirse sonucunda askeri darbe olur. Bu da bir felakete yol açar. AK Parti düşünce bu bölgenin yönetimini Kürtlere vermeyecekler. Bu büyük bir aldatmacadır. Tayyip Erdoğan’ın iktidarını düşürebilmenin yolu 7 Haziran’da görüldü. Hem de iç savaş ve ekonomik kriz olmadan. Çare siyasettedir. AKP’ye alternatif daha şeffaf, adil, herkesin hakkını hukukunu koruyan yeni bir siyaset inşa edilmeli. HDP’nin 7 Haziran’daki iddiası buydu. Bunu HDP yapamazsa başkaları yapmalıdır.

    ‘KÜRT HALKI PKK’YE DE DEVLETE DE ÖFKELİ’

    -Bugün yeniden sandığa gidilse HDP barajı aşar mı?

    Kürt seçmenin büyük bölümü HDP’nin şu anki siyasetini yeterli bulmuyor. AKP’ye de kızıyor. PKK’ye de devlete de öfkeliler. Çözüm ve barış arıyorlar. Demokratik haklarının tanınmasını istiyorlar. Bu siyasi tablo nereye doğru evrilir, göreceğiz.

    -PKK şiddetine karşı çıkan Kürtler devletin operasyonlarından memnun mu?

    Halkın çocukları ölürken “PKK çok iyi yaptı” demiyorlar ama devlete “Bun­dan sonra senin arkandayım” da demiyor­lar. Çünkü sorun daha çözülmedi. Kürtlerin legal direnişleri, demokratik talepler devam edecek. AK Parti bunu karşılayabilecek mi? PKK’yi temizlemekle iş bitmez. Devlet kendince Cizre’de, Nusaybin’de, Sur’da kontrolü ele aldığını söylüyor. Sonra ne olacak? Kürtler Kürtlüklerinden vazgeçecek mi? Bütün Diyarbakır AKP’li mi olacak? Devletin çözüm projesi ortaya koyması gerekiyor.

    ‘ERDOĞAN’DAN NEFRET EDENLER KÜRTLERİ KİRALIK KATİL GİBİ KULLANMAK İSTİYOR’

    -7 Haziran sonrasında CHP ve HDP’nin iş birliği yapacağı rüzgârı vardı. Siz geçmişte HDP’nin içindeki sol sosyalist kana­dın yükselişini eleştirmiş ve muhafazakâr Kürtlerde bunun karşılığı olmadığını söylemiştiniz. Haklı mı çıktınız?

    -İşim gücüm yokmuş da hep solla uğraşıyormuşum gibi polemikler oluyor. Halbuki son 25 senedir en fazla Türk İslamcılarıyla uğraştım. Uluslararası siyasette Türkiye ile kavgası olanlar var. Türkiye’yle kavgasının ötesinde Tayyip Erdoğan’ı istemeyen, onu devre dışı bırakmak isteyen güçler var. AK Parti’yi iktidardan düşürmek isteyenler var. Bir de direkt İslam’la kavgalı olanlar var. Bunların tamamı siyasi kavgalarına alet olarak Kürtleri seçti. Kürtler isyan etsin, vursun, kırsın onların amacı gerçekleşsin; sonra Türkiye’yi dizayn etsinler istediler. Peki, bunda Kürt’ün faydası ne? Erdoğan’dan nefret edenler, beyaz Türkler, sol sosyalist marjinal gruplar, Amerika, İngiltere, Almanya, İran, Rusya Kürtlere ne söylüyorsunuz? Bugüne kadar İran ve Rusya’nın Suriye’deki Kürtlerle ilgili projesi yok! Bütün bu unsurlar Kürtleri kiralık katil gibi kullanmak istiyor.

    Silahlı mücadelelerin, bombanın, kavganın sonunda Kürtlere kazanç görünüyorsa ben onu göremiyorum. İç savaş Türk’e de Kürt’e de zarardır. Türkiye’de bu olaylar olurken Rojava’da kazanım elde edileceği söyleniyor. Ben bunu da göremiyorum. Uluslararası güçlerin PKK ve PYD’ye verdiği stratejik değil taktik destek. Kendi askeri yerine Kürtlerin ölmesini istiyorlar. Rakka ve Musul, IŞİD’den temizlenince buraların yönetimini Kürtlere mi verecekler? Kürtlerin geleceği Türkiye’dedir. Silahın, şiddetin varabileceği bir yer kalmadı. Türkiye’deki Kürtlerin siyasal mücadeleleri başarılı olursa demokratik kazançlar elde edilirse Rojava’nın da geleceği garanti altına alınır.

    ‘ÖCALAN 2013 NEVRUZ’UNA DÖNÜLMESİNİ İSTİYORDUR’

    -Demirtaş’ın dokunulmazlık tartışmasından sonra “Parlamentoyu partiler değil halk kurar. Halk isterse birden fazla parlamento kurar” sözlerini nasıl karşılıyorsunuz?

    Şahıslar ve cümleler üzerinden polemik yapmak istemiyorum. “Ortak olamıyorsak komşu oluruz” da denildi. Bunlar bir noktaya varacak söylemler değil. Komşu olabilmek için bile savaşmanız lazım. Biz bu savaşın bir faydasının olmadığını söylüyoruz. Ortak bir vatanı, demokratik bir Ortadoğu’yu inşa etmemiz gerekiyor. Bunun ötesi çıkmaz sokaktır.

    -Tüm bu olup bitene Öcalan ne diyor?

    Benim bir bilgim yok. Sadece tahminde bunabilirim. Bana göre Öcalan 2013 Nevruzu’nda söylediklerini düşünüyor. Uzun yıllardır Ortadoğu’da siyaset yapmış birinin fikirlerini günübirlik değiştireceğini düşünmüyorum.

    -Kandil bunu bile bile mi savaşı sürdürüyor?

    Devlet ile PKK içindeki derin yapıların paslaştığı kanaatindeyim.

    ‘MİDYAT’TAKİ PATLAMADA AKRABALARIM YARALANDI’

    -Midyat’ta cenaze evine ziyaretinizde sizi protesto etmişler.

    Midyat’ta bombalanan yerin bitişiğindeki evde kız kardeşim oturuyor. Patlamada iki yeğenim yaralandı. Onlara geçmiş olsuna gittim. Arabama binerken Doğru Yol Partisi eski milletvekili Veysi Şahin’in ağabeyi Kemal Şahin’i gördüm. Ona da “Geçmiş olsun” dedim. Onların bürosunda oturan İdilli bir korucubaşı “Hem bomba koyuyorsunuz hem de geçmiş olsuna geliyorsunuz” dedi. Midyat’ta beni tanıyıp da bana saygısızlık yapacak bir tek Allah’ın kulu yok­tur. Korucubaşını tanımadığım için “Kimsin” dedim. “Ben devletin adamıyım” diye bağırmaya başladı. Bir sürü şahit var.

    -Size tepki gösteren şehit ailesi değil miydi?

    Asla böyle bir şey yok. Ben bombaların susması için hayatımı ortaya koydum. Bütün siyasi hayatım barıştan ibarettir. O adamı tanımak istedim ama bağırmaya başladı. Akrabalarım onu içeri aldı, ben arabama binip oradan ayrıldım.

    ‘AİLE BAKANI ZAMANINDA GİTMELİYDİ’

    -Ensar Vakfı tartışma­sında, “Bale kursunda seks skandalı oldu diye bütün balerinleri suçlamak yanlış” dediniz. Bu benzetmeniz yakışıksız olmadı mı?

    Bu konuda söylemem gereken her şeyi söyledim. Daha fazla konuşmak istemiyorum. Aile Bakanı’nın Karaman’a ilk günden gidip, el koyması gerekirdi. Bu polemikler o zaman biterdi.

  37. 33'teki Altan Tan röportajı üzerine

    Altan Tan Kürtlerin muhafazakar kesimlerinin dışlandığı tespitinde bulunmuş.
    Bu ülkede dışlanmamış bir toplum kesimi var mı?
    Sadece dışlandıkları dönem değişmiyor mu?
    Başımızdaki iktidarın tabanı, bazı kadroları hatta bizzat tepesindeki şahıs bile bir dönem dışlanmadı mı?
    Bu iktidarın ilk yıllarında bir toplumsal linç hareketi başlatan ulusalcı-orducu kesim sonra dışlanmadı mı?
    Aynı şey cemaatin başına gelmedi mi?

  38. İsmail Beşikçi Kürt sorununda verdiği mücadelenin değerine rağmen etnik/dini kimlikçilikten kafasını kurtaramamış iflah olmaz bir ulusçudur.
    Örneğin Zazaların Kürt oldukları, Aleviliğin İslam dışı bir inanç oldukları görüşü -bizzat Zazalar ve Aleviler arasında aksini savunanlar varken- bilimsel bir gerçekmiş gibi düşünür.
    Demir Küçükaydın Beşikçi’yi eleştirdiği bir yazısında buna değinmiş;
    http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/01/alevilik-aleviler-ve-besikci.html
    Maalesef Garbis Altınoğlu da Beşikçi gibi ulusçu kafa yapısında olduğundan Demir’in bu yazısını anlamamış. Şöyle demiş bir yazısında (Hozat, Altun ve Öcalan);
    “Demir, Bese Hozat’ın açıklaması üzerine başlayan tartışmada bir şey söylemek ya da yazmak yerine Ayhan Bilgen’in 12 Ocak tarihli “Nereye gidiyoruz, neyi tartışıyoruz? ” başlıklı yazısına göndermede bulundu ve “Facebook’ta bu konuda görüşümü yazmıştım ve konuyla ilgili Ayhan Bilgen’in görüşünü benimsediğimi yazmıştım” dedi. Oysa o kısa bir süre önce, İsmail Beşikçi’yi hedef tahtasına oturtmaktan ve onun çok daha önemsiz hataları üzerine kapsamlı yorumlar yapmaktan ve “tersinden Kemalist” olarak nitelendirdiği Beşikçi’yi eleştirirken, ezen ulus (Türk) milliyetçiliği ile ezilen ulus (Kürt) milliyetçiliğini aynı kefeye koymaktan geri kalmamıştı. Burada, Türk milliyetçiliği kokusu saçan çok çarpıcı bir çifte standartla karşı karşıya olduğumuzu söylemek zorundayım.”

  39. marxist argüman

    ismail be$ikci ben kendimi bildim bileli “herkesin devleti var da kürtlerin niye yok” diyen bir insan. sayin be$ikcinin “bir tarafta para icinde yüzen kapitalistler varken diger yandan neden acliktan ölen insanlar var” dedigini asla duyamazsiniz. kapitalist sömürü iliskileri sayin be$ikciyi zerre kadar rahatsiz etmez, böyle konular o’nun ilgi alanina girmiyor. ismail besikci’nin yazdiklarinda, söylediklerinde bir keramet arayanlarin duymak istedikleri nedir acaba?

    30 nolu yorumcuya cevap:
    benim gibi yöneten-yönetilen; kumanda eden-kumanda edilen iliskisini sorgulayip red eden, devlet’in varligini sorgulayan, real sosyalistlerin hatalarini acikca yazan bir insana “kuzey kore türü bir askeri diktatörlügü mü savunuyorsun” seklinde soru sorman birincisi, iyi niyetli bir insan olmadigini gösteriyor, ikincisi, CNN, BBC’nin emperyalist propagandasini iliklerine kadar özümsedigini gösteriyor. benim gibi demokrasiyi, devleti idealize etmek yerine “hele $unlari bir inceleyip anlayalim” diyenleri susturmak icin 30 nolu yorumcunun yaptigi gibi “yoksa sen stalinist misin, yoksa sen kuzey korey’i mi savunuyorsun” seklinde sorular sorulur.

    senin diger soruna geciyorum: fikret hoca devleti idealize ettigi gibi demokrasiyi de idealize ediyor. bir $eyi idealize etme yöntemi $öyle oluyor: köleci yunan toplumunda ki demokrasinin günümüz toplumu ve demokrasisi ile bir alakasi yok, ondan dolayi o’nu tarti$manin bize bir faydasi yok. günümüzde demokrasi kavrami altinda anlasilan, kastedilen nedir: serbest secimlerle belirlenen cok partili parlamenter siyasi yönetim bicimi. demokrasinin ortaya ciktigi ve $u anda da hala örnek alinan cografya avrupa ve kuzey amerika. biz buna var olan real demokrasi diyelim. bunun di$inda baska bir demokrasi var mi? benim cevabim: hayir. fikret hoca gibi demokrasiyi idealize edenlerin cevabi: evet. real demokrasi di$inda var olan ba$ka bir demokrasi nerede uygulaniyor? cevap: demokrasiyi idealize edenlerin hayal/fantazi dünyalarinda. böylece idealist düsünme tarzina gelmi$ bulunuyoruz: yani devlet, demokrasi gibi olgulari pratigine, uygulamalarina, yazili programina, hedeflerine bakarak, inceleyip aciklamak yerine $öyle bir metot uygulaniyor: $u anda var olan real demokrasi, real devlet vs. benim hayalimde ki, fantazimde ki demokrasiye, devlete hic uymuyor; benim kendi kafamda tasarladigim demokrasi $öyle $öyle olmali, devlet de $öyle $öyle olmali vs…

    demokrasinin bir yönetim bicimi olarak sömürü iliskilerini, savaslari, siddeti vs. önlemedigi, böyle bir programa/icerige sahip olmadigi, sadece sözkonusu bu ili$kileri bazi kural, kaide, normlara bagladigini, kapitalizmin merkezleri avrupa ve kuzey amerika devletlerine ve bu devletlerin icraatlarina bakilarak rahatlikla anla$ilabilir.

    yine devlet denilen $eyin tabiati geregi bir egemenlik/güc/siddet araci oldugunu da diger yorumlarimda örneklerle aciklamaya calistim. hal böyleyken, demokrasi ve devlet idealistlerinin “devletin varligi ve gerekliligine dair en ufak bir ku$kumuz yok ama, devletin uyguladigi $iddeti nasil SINIRLAYABILIRIZ, devletin $iddetine nasil gem vurabiliriz, devleti nasil dizginleyebiliriz, gelin bu konuya hep beraber kafa yoralim”, diyenlere benim cevabim: te$ekkür ederim, ben almayayim, size iyi dü$ünmeler!

    30 nolu yorumcu, sen de kapitalist necip gibi demagoji yapmaya ba$ladin. real sosyalistlerin hatalari nelerdi diye bakilabilir, ki ben onu zaten yapiyorum. fakat kuzey koreyi saymazsak, $u anda dünya da sosyalist plan ekonomisi ile üretim yapan, üretim araclarinin “kapitalistler” denilen özel $ahislarin tekelinde olmadigi (toplumsal degil $ahsi mülkiyet) bir devlet var mi? yok. $imdi hal böyle iken, dünyanin en ücre kö$elerine kadar yayilmi$ global kapitalizmi inceleyip, bunun üzerine konu$mak yerine coktan tarih olmu$ real sosyalizm pratiklerini tekrar takrar konu$manin bize faydasi nedir?

  40. marxist argüman

    benim yazdiklarima bakip, “neyi savunuyorsun, anlayamiyorum” diyenlere önce $unu belirteyim, ben de herkesi mutlu edecek, dünyayi güllük gülüstanlik edecek hazir bir toplumsal recete yok. böylesi toplumsal recetelerle ortaya cikmak insani gülünc duruma dü$ürmekten ba$ka bir i$e de yaramaz. yalniz yol/yöntem/metot olarak $öyle dü$ünürsek dünyanin siyasi/ekonomik/toplumsal düzenini anlayip, ona göre yeni alternatiflere kafa yormak mümkün olur: var olan dünya düzeninde bizi rahatsiz eden nedir, bizi rahatsiz eden bu durumlarin üredigi kaynak nedir? yeni, farkli bir düzen/sisteme kafa yorarken, alternatif olarak düsünülen düzenin $u anda var olan dünya düzeninden farki nedir, ne olmalidir? vs…

  41. Marksist Argüman'a

    Marksist argüman aşırı derecede sinirli yazıyorsun. Bir sürü gereksiz ve doğru olmayan suçlama yapıyorsun. Demişsin ki:

    “benim gibi yöneten-yönetilen; kumanda eden-kumanda edilen iliskisini sorgulayip red eden, devlet’in varligini sorgulayan, real sosyalistlerin hatalarini acikca yazan bir insana “kuzey kore türü bir askeri diktatörlügü mü savunuyorsun.

    Demişsin ki:

    “benim gibi demokrasiyi, devleti idealize etmek yerine “hele $unlari bir inceleyip anlayalim” diyenleri susturmak icin 30 nolu yorumcunun yaptigi gibi “yoksa sen stalinist misin, yoksa sen kuzey korey’i mi savunuyorsun” seklinde sorular sorulur.”

    Ben sana soru sordum, hayır değilim diyebilirsin. Anlamak için soru sormak gerekir. Soru sordum hemen suçlamaya başlamışsın. Ama kalkıp bu sorudan benim emperyalist propagandasını iliklerime kadar benimsediğimi söylüyorsun. Ne alakası var, soru sormak suç mu? Sen sana soru soranı böyle mi yanıtlarsın? Neden öyle yazdığımı yazıyorum: demokrasiyi yerden yere vuruyorsun, o zaman neyi savunduğunu merak ettim ve o yüzden sordum. Yani durduk yerde böyle bir soru da sormadım. Ayrıca seni çok iyi tanımıyorum, düşüncelerini bilmiyorum, o yüzden de sordum. Hayır savunmuyorum demek bu kadar zor mu? Yine kızacaksın belki ama bu yanıt tarzı bana Lenin ve Stalin’i hatırlatıyor. Onlar da mevcut düzeni, yönetenleri sorguluyordu. Yani sorgulayabilirsin elbette ama çözümün ne, karşılığında neyi savunuyorsun onu sordum ben sana.
    Neyse sana Stalinist ve Leninist demiyorum, ama yanıtların bana onları hatırlatıyor. Bir sorudan benim iliklerime kadar emperyalist düşünceyi benimsediğimi düşünebilirsin. İstediğin kadar düşün de bu soruma yanıt değil. Lenin ve Stalin de anarşistlere bu tür suçlamalar yapardı. Ama tabii alakasız suçlama bunlar. Sorumla alakası yok çünkü.

    Üstelik hala ben senin neyi savunduğunu hala tam anlayamadım. Anladığım şu: Kuzey Kore veya SSCB tarzı bir düzeni savunmuyorsun. Peki nasıl bir düzeni ve çözümü savunuyorsun, onu anlayamadım. Anladığım şu: kafanda bu konuda bir düşünce önerisi yok. Reel olandan söz ediyorsun sürekli olarak ama reel sosyalizm olarak SSCB ve Kuzey Kore var, ve buna benzer modeller var. Neyse kafanda bir çözümün olmayabilir ama şöyle bir şeyler söylüyorsun:

    “Demokrasi olarak mevcut olanı kabul ettim, reel olan bu, diğerleri hayal, idealize edilmiş saçmalıklar.”

    Sana bir soru sormuştum. İyi niyetli olan böyle sorular sormaz diyorsun. O senin görüşün ve ben ne düşündüğünü anlamadığım için sordum. Ben yazdıklarından çıkardığım sonuçları yazıyorum, sen ise kişisel düzeyde yanıtlar veriyorsun. Bence asıl demagoji budur. Evet bu şimdiki bu yazıda bende kişisel düzeyde yanıt verdim ve yazdım ama mecbur kaldım.Bir önceki yazıda ben de kişisel düzeyde sorular sordum çünkü gerçek, samimi olarak senin neyi savunduğunu anlamış değildim. Gerçi hala anlamış değilim ya neyse. Şimdi yanıtlara geçelim.Demişsin ki

    “senin diger soruna geciyorum: fikret hoca devleti idealize ettigi gibi demokrasiyi de idealize ediyor. bir $eyi idealize etme yöntemi $öyle oluyor: köleci yunan toplumunda ki demokrasinin günümüz toplumu ve demokrasisi ile bir alakasi yok, ondan dolayi o’nu tarti$manin bize bir faydasi yok. günümüzde demokrasi kavrami altinda anlasilan, kastedilen nedir: serbest secimlerle belirlenen cok partili parlamenter siyasi yönetim bicimi. demokrasinin ortaya ciktigi”

    Aynı mantıkla komünist düşünce, sosyalizm de eleştirilebilir. Denilebilir ki gerçek hayatta sosyalizm ve komünizm karşılığı yok, bunlar hayal ve idealize edilmiş, fantazi düşüncelerdir. (Gerçi SSCB ve Kuzey Kore de reel olan bu denilerek savunulabilir, çünkü reel olanlar onlar.)

    Necip’ten söz ediyorsun zaten Necip de seni bu düzlemde eleştiriyor, diyordu ki gerçek hayatta böyle bir sosyalizm yok, bunlar hayaller. Ama insan önce kafasında bir takım şeyleri tasarlayarak bunları hayata geçirebilir. Diyelim bir sorun var,bu sorunun önlenmesi için bir kanun hazırlanacak. Kanun önce hazırlanır, yani kafada bunlar düşünülür sonra uygulamaya geçilir. Senin dediğin gibi olsa insanlar ne yeni anayasa, ne yeni kanun, ne yeni düzen ne de çözüm önerisi geliştirebilir. Önce sorunlar fark edilir, düşünülür, çözüm önerileri geliştirilir, sonra uygulamaya geçilir. Uygulamada başarısız olunduğunda nerede hata yaptığı üzerinde düşünülür, sonra hatalar üzerinde kafa yorulur belki daha kapsamlı kanun veya başka bir çözüm yolu üzerinde düşünülür.

    Şimdi bugünkü reel demokrasi dediğin şey nasıl ortaya çıktı? Bu demokrasi anlayışı daha çok Fransız ve Amerikan devrimi ile ortaya çıktı. Ve daha sonra birçok ülkeye yayıldı. Şimdi senin mantığınla şu denilebilir: böyle bir şey olmuş değil, kafada düşünmüşler, idealize edilmiş ve hayali bir çözüm o yüzden olamaz. Kölelik ile ilgili mücadele de öyle: senin mantığınla geçmişte kölelik ile mücadele edenlere böyle bir şey olamaz, şartlar bunu gerektiriyor, reel durum bu denilebilirdi.

    Gerçi senin mantığına göre şimdiki durumu reel durum diyerek her türlü çözüm önerisini idealize edilmiş saçmalıklar, fantazi, hayali düşünceler vb. demek gerekecek. Ama şartlar değişiyor, reel durum bugünkü durum, yarının dünyası yeni şartlar ve bambaşka çözüm önerilerinin geçerli olduğu bir dünya olabilir.İnsanlar düşünerek, hayal ederek bazı şeyleri değiştirebilir. Evet koşullar oluştuğunda olaylar gerçekleşir ve çözüm önerileri uygulanabilir, ama kafada neyi ne şekilde yapacağımızı düşünmek ve bu düşünceleri hayata geçirmek de önemli. Dünya tarihi bunun sayısız örnekleri ile dolu. Düşünmek tek başına yeter demiyorum, ama ne yapacağımızı düşünmek,kafa yormak sorunları çözmede bir etki.

  42. Marksist Argüman'a

    Edit: Şimdi senin mantığınla şu denilebilirdi: böyle bir şey olmuş değil, kafada düşünmüşler, idealize edilmiş ve hayali bir çözüm o yüzden olamaz. Kölelik ile ilgili mücadele de öyle: senin mantığınla geçmişte kölelik ile mücadele edenlere böyle bir şey olamaz, şartlar bunu gerektiriyor, reel durum bu denilebilirdi.

    Şeklinde olacak.

    Yani demek istediğim şu: şimdiki reel duruma bakılarak gelecekte ve ileride aynı şeylerin devam edeceği söylenemez.

  43. Marksist Argüman'a

    Şurada biraz konuya gelmişsin. Demişsin ki:

    “benim yazdiklarima bakip, “neyi savunuyorsun, anlayamiyorum” diyenlere önce $unu belirteyim, ben de herkesi mutlu edecek, dünyayi güllük gülüstanlik edecek hazir bir toplumsal recete yok.”

    İyi de ben sana herkesi mutlu edecek bir çözüm önerisi sormuyorum. Elbette çözümler patronları memnun etmeyebilir veya sorundan kazananlar çözüm önerisinden memnun olmayabilir. Eleştiriyorsun iyi de, biri çıkıp çözüm ve alternatifin ne derse ben sadece eleştiririm mi diyeceksin. Herhalde öyle diyeceksin.

    “böylesi toplumsal recetelerle ortaya cikmak insani gülünc duruma dü$ürmekten ba$ka bir i$e de yaramaz.”

    Hazır reçeteler var zaten, burjuvazinin reçeteleri. Hiçbir çözüm, öneri ve alternatifin yoksa bu reçeteleri kullanmaya devam edersin. Adamlar, burjuva, da mevcut durum bu, reel durum bu diyerek yollarına devam eder.

  44. Gerçi Marksist argüman şunu da diyor: ben burjuvanın reçetelerini de kabul etmiyorum.

    İyi neyi kabul ediyor o zaman?

    Sosyalistlerin tüm reçetelerini çöpe attık, çevrecilerin tüm reçetelerini çöpe attık. Neyi kabul edeceğiz?

    Oturup her şeyi eleştireceğiz. “Hiç bir şeyi kabul” etmeyeceğiz, belki de sadece hiçliği kabul edeceğiz” denilebilir. Bu da aslında paradoksal olarak bir çözüm önerisi: Hiçbir çözüm önerisini kabul etmeyen çözüm önerisi. Ama bunun da pek iyi bir yol olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu yolu seçtiğim zaman sadece eleştirmeyi ve tüm çözümlere karşı çıkmayı düşünürüm: Nihilist bir tutuma girerim diye düşünüyorum.

    Yani bence Başkaya’nın bazı öneriler bu yoldan daha iyi görünüyor bana. Bu arada Başkaya da aslında hazır reçeteleri savunmuyor, gerektiğinde şartlara göre değişen, değişebilecek çözüm önerilerinden söz ediyor bildiğim kadarıyla. (Gerçi Başkaya ile aynı çizgide değilim, onun Marksist olduğunu biliyorum ama bazı öneri ve çözümlerini yerinde buluyorum.) En azından yerine bir şeyler getirmeyi düşünürüm bu durumda. Öteki halde, nihilist tutum diyorum ben buna, sadece eleştirmeyi, yıkmayı vb. düşünürüm.

    Başkaya ile ilgili yanıldığım bir yer varsa Gün Zileli düzeltebilir. Çünkü Zileli onu daha iyi biliyor. Bu arada Başkaya’nın son kitabını okumadım ama birçok kitabını okumuş biri olarak söylüyorum bunları.

  45. Edit:Bu arada Başkaya da aslında değişmez reçeteleri savunmuyor, gerektiğinde şartlara göre değişen, değişebilecek çözüm önerilerinden söz ediyor bildiğim kadarıyla.

    Şeklinde olacaktı.

  46. Sayın (38)e ve (40)a

    Sayın “38” ve “40”,

    Güllük gülistanlık, dörtbaşı mamur reçeteler arayışında olmayacak, ve bunu sormayacak kadar “mantıklı” metinler yazan birisine benziyorsunuz sayın 38 ve 40. Heyecanlamışsınız da sormuşsunuz gibi bir durum var (umarız böyledir).

    Çözüm “önerileri”ni inceleyebilirsiniz:

    Ben New York’da büyüyen genç bir delikanlı iken “bayrağa bağlılık” yemini etmeyi reddettim. Tabii ki okul müdürünün odasına gönderildim! Müdür bana; “neden bağlılık yemini etmek istemiyorsun?” diye sordu. “Herkes ediyor, sen de yemin etmelisin!” dedi.

    Cevap verdim:
    “Bir zamanlar herkes dünyanın düz olduğuna inanıyordu! Ama herkesin yanlış şeye inanması; dünyayı düz yapmıyor!”

    Ve devam ettim:
    “Bugün Amerika Birleşik Devletleri sahip olduğu her şeyi diğer kültürlere, diğer milletlere borçlu. Ve ben bağlılık yeminini ‘dünyaya’, üstünde yaşayan herkese etmeyi yeğlerim!”

    Söylememe gerek yok herhâlde; bu olayın üzerinden çok geçmeden okulu tamamen bıraktım. Ve yatak odamda bir laboratuvar kurdum…

    Orada “bilim”i ve “doğa”yı öğrenmeye başladım. Sonra fark ettim ki; evren yasalarla yönetiliyor. Ve insanoğlu, toplumla birlikte, bu yasalardan bağımsız değil.

    Bütün bunları keşfederken, şimdilerde “Büyük Buhran (The Great Depression)” olarak adlandırdığımız “1929 ekonomik krizi” geldi çattı. Bütün fabrikalar boş boş dururken; milyonlarca insanın neden işsiz, evsiz ve aç kaldığını anlamakta zorlandım!

    Kaynaklar değişmemişti! İşte o zaman farkettim ki; “ekonomi oyunu”nun kuralları yapısı gereği hükümsüzdü!

    Kısa bir süre sonra; bir sürü ulusun birbirlerini sistematik olarak yok etmek için sıraya girdiği “II. Dünya Savaşı” başladı!

    Bir hesap yaptım; bütün bu yıkım ve savaş için boşa harcanan kaynaklar, aslında gezegen üzerindeki tüm insanî ihtiyaçları rahat rahat karşılayabilirdi!

    O zamandan beri; insanoğlunun kendi neslinin tükenişine zemin hazırlayışına tanık oldum! Son derece değerli ve sınırlı kaynakların “kâr etmek amaçlı!” ve “serbest piyasa!” adına sürekli olarak yok edilmesini acı içinde gözlemledim!

    Toplumun, toplumsal değerlerin;
    Materyalizmin ve bilinçsiz tüketimin temelini oluşturduğu bir yapmacıklık, sahtelik seviyesine düşürüldüğünü izledim!

    Parayla ifade edilen güçlerin; “sözde özgür!” toplumların politik yapısını kontrol etmesine tanık oldum!

    Şimdi 94 yaşındayım!

    Ve korkarım ki düşünce yapım; 75 yıl öncesiyle tam olarak aynı!

    Bir kez daha uyarıyorum:

    Bu saçmalık artık sona ermeli!

    (15 Ocak 2011)

    [Jacque Fresco
    Endüstriyel tasarımcı, mucit, yazar ve aktivist]

    ( https://www.youtube.com/watch?v=eMVjmxf642M )

    [2007] “Zeitgeist: The Movie”
    (Not: Firefox’da izlerseniz, ses sorunu çözülür.)
    (Sadece İngilizce, altyazı yok: https://www.youtube.com/watch?v=OrHeg77LF4Y )
    (Türkçe altyazılı: https://www.youtube.com/watch?v=BRkyY23mgVc )

    [2008] “Zeitgeist: Addendum”
    (Türkçe altyazılı)
    (Not: Firefox’da izlerseniz, ses sorunu çözülür.)
    ( https://www.youtube.com/watch?v=x1kuDClkE3w )

    [2011] “Zeitgeist: Moving Forward”
    (Türkçe altyazılı)
    (Not: Firefox’da izlerseniz, ses sorunu çözülür.)
    ( https://www.youtube.com/watch?v=faXZ2VdNu-A )

    The Zeitgeist Movement Orientation Guide:
    ( http://www.thezeitgeistmovement.com/uploads/upload/file/19/The_Zeitgeist_Movement_Defined_PDF_Final.pdf )

    [Bir kez daha hatırlatıyoruz: Yukarıdakiler çözüm “önerileridir”; çözüm “dayatmaları” değildir!]

  47. Fikret Başkaya yukarıda doğru söylemiş: Eleştirmek için eleştiriyorlar demiş.

    Eğer siz mevcut düzeni değişmez realite bu, bu realitedir, bunu bu şekilde değişmez veya değiştirilemez olarak kabul edeceksiniz diye olaya başlarsanız aslında eleştirmenin de anlamı kalmıyor, o zaman eleştiri de, düzene karşı düşünce de anlamsız ve boş oluyor. Öyle ya o zaman niçin eleştiriyorsun?

    Madem realite bu, bu realite değişmez veya değiştirilemez, bunu olduğu gibi kabul edeceğiz, bu durumda eleştirinin anlamı realiteyi yani düzeni değiştirmek isteyenleri susturmak dışında nasıl bir anlam kazanabilir? (Bu paradigma çerçevesinde olanlar için söylüyorum.)

  48. marxist argüman

    30 nolu yorumcuya cevap:

    benim, bu yazinin ve diger yazilarin altina yazdigim onlarca yorumlarim ve sistem/düzen analizlerim ortdayken, bunlari bir cirpida yok sayip “sen kuzey korede ki askeri diktatörlügü mü savunuyorsun?” $eklinde soru sorup, benden ters cevap alinca da “niye kiziyorsun, ben sadece soru sordum” gibi masumane pozlara bürünüyorsun. senin gibi sureti haktan görünen devlet/düzen savunuculari, bir iktidar/devlet fraksiyonuna karsi -AKP’ye kar$i- muhalefette ki diger devlet fraksiyonunu -CHP’yi- desteklemeyi bize “sistem muhalifligi” diye yutturmaya calisiyorlar. ben bu sitede kapitalist ekonomi ve kapitalist devlet ile gercek anlamda köprüleri atmi$, tamami ile yeni bir alternatif arayi$inda olan tek bir grup görüyorum: “beyaz yakalilar”. senin gibilerinin ne kapitalist ekonomi ne de kapitalist devlet ile hicbir sorunu olmadigi, kapitalist sömürü iliskileri ile barisik yasadiklari yazdiklarindan ve jargonlarindan belli oluyor. senin derdin “islamcilari nasil iktidardan indirip yerine sosyal demokratlari gecirirz” iken, benim derdim mevcut düzen/sistem ile. bundan dolayi sorularini da, yazdiklarini da samimi ve dürüst bulmuyorum. bu halinle senin tarti$ma partnerin olsa olsa kapitalist necip olabilir. benim kapitalist düzene yaptigim elestirilerin hicbirine ikna olmadigin her halinden belli, bundan dolayi seni “ikna etme” gibi anlamsiz bir i$e bo$una giri$meyecem. senin gibi devlet ve düzen ile köprüleri atmami$ insanlarin, marxistlere kar$i devletin/düzenin yaninda saf tutacaklarindan zerre kadar ku$kum yok.

  49. marxist argüman

    benim fikret hoca da ele$tirdigim bir $eyi idealize etmek nasil oluyor, bunu biraz daha acikliga kavu$turmkta fayda var.

    marxist ele$tiri her $eyden evvel, göz önünde olan bir olguyu, olayi, durumu analiz edip, anlamak ve aciklamaktir. örnek: siyasi bir yönetim bicimi olarak demokrasi. demokrasi nedir, ne degildir, bunu anlamak icin demokrasinin be$igi avrupa ve kuzey amerika devletlerinin anayasalarina, devlet programlarina bakmamiz $art. fikret hoca demokrasi denilen sirki, bir yandan “temsili demokrasi” diye adlandirip elestiriken, diger yandan “gercek demokrasi bu degildir, bu olamaz” deyip gercekte var olmayan, sadece teoride var olan bir demokrasi hayalini “gercek/hakiki demokrasi aslinda böyle olmali” diye idealize ediyor. demokrasi denilince kabaca serbest secimlere dayali cok partili parlamenter yönetim anlasilir. bütün dünya bunu böyle taniyor, biliyor ve bunda yanli$ olan bir$ey de yok. bu ciplak gercek göz önünde duruken “hayir, gercek/hakiki demokrasi bu degildir, bu olamaz” demek bo$, anlamsiz, sacma bir i$ degil midir?

    bir $eyi idealize etme yanli$ini birde kapitalist ekonomiye/serbest piyasa ekonomisine uyarlayalim ki, burda yapilan yanli$ anlasilsin. farz edelim ben bir an aklimi peynir ekmekle yedim ve kapitalist ekonomiyi $u $ekilde idealize edip, $öyle propaganda yapmaya basladim: $u anda uygulanan ekonominin gercek/hakiki kapitalist ekonomi ile alakasi yoktur. asil kapitalist ekonomide sömürü diye bir$ey yoktur, olamaz. hakiki kapitalist ekonomide üretim kar icin, paranin/sermayenin sonsuz birikimi icin yapilmaz, insanlarin temel ihtiyaclari icin ve ihtiyaclar ölcüsünde üretim yapilir. gercek kaptalist ekonomide insan ekonominin hizmetinde degil, ekonomi insanin hizmetindedir; ekonomik üretim insanlarin rahat, güzel yasamasi icin yapilir vs…

    motoru finans sektörü olan, hayat suyu para/sermaye/kredi olan, biricik amaci kar yapmak olan kapitalist ekonominin eseri sefil insanlik manzaralari dünya capinda gözler önünde dururken, benim “hayir efendim, yanli$ bir anlasilma var, müsadenizle düzelteyim, gercek kapitalizm bu degildir, bu olamaz” demem sacma, anlamsiz, yanli$ olmaz mi?

  50. Marksist argüman hala suçlayarak haklı çıkmaya çalışıyorsun. Senin yazdıklarından neyi savunduğunu da anlayamadım. O yüzden sormuştum. Gerçi sen kafanda beni yargılamış mahkum etmişsin. Demek masum değilim. Sen iyi misin? Sen burada mahkeme kurmuş, kimin ne olduğunu yargıladığını ve karar verdiğini düşünüyorsun. Herhalde bu konuda karar verici merci sensin.

    Hakkımda bir sürü yalan, yanlış suçlama yaptığın, iftira attığın için yazıyorum.

    1. Soruma yanıt vermek zor değildi ama böyle çamur atarak haklı çıkmak kolay değil mi? Hala aynı düzlemde yanıt veriyorsun. Çünkü derdin bir çözüm bulmak değil suçlamak görünüyor.

    3. Demişsin ki:” senin gibi sureti haktan görünen devlet/düzen savunuculari, bir iktidar/devlet fraksiyonuna karsi -AKP’ye kar$i- muhalefette ki diger devlet fraksiyonunu -CHP’yi- desteklemeyi bize “sistem muhalifligi” diye yutturmaya calisiyorlar.”

    Nerede CHP’yi destekledim ben? Benim CHP’yi ve düzeni desteklediğim yok. Bu senin uydurman ve doğru bir tespit değil.

    Yine demişsin ki: “senin derdin “islamcilari nasil iktidardan indirip yerine sosyal demokratlari gecirirz” iken”

    Ben sosyal demokrat olduğumu söylemedim ki, tümüyle uydurarak yazıyorsun.

    Demişsin ki:
    “seni “ikna etme” gibi anlamsiz bir i$e bo$una giri$meyecem. senin gibi devlet ve düzen ile köprüleri atmami$ insanlarin, marxistlere kar$i devletin/düzenin yaninda saf tutacaklarindan zerre kadar ku$kum yok.”

    Akla yatkın bir şeyler söyleseydin ikna olurdum, sadece beni suçluyorsun Doğru olmayan bir temelde üstelik.

    Demişsin ki:

    “gercek demokrasi bu degildir, bu olamaz” deyip gercekte var olmayan, sadece teoride var olan bir demokrasi hayalini “gercek/hakiki demokrasi aslinda böyle olmali” diye idealize ediyor. demokrasi denilince kabaca serbest secimlere dayali cok partili parlamenter yönetim anlasilir. bütün dünya bunu böyle taniyor, biliyor ve bunda yanli$ olan bir$ey de yok. bu ciplak gercek göz önünde duruken “hayir, gercek/hakiki demokrasi bu degildir, bu olamaz” demek bo$, anlamsiz, sacma bir i$ degil midir?”

    Bu yaptığın Fikret Başkaya’nın sözlerini ve savunduklarını çarpıtmadır. O yüzden boştur. Boş eleştiridir. Adam bir çözüm önerisi getirmiş. Yerinde olup olmadığı, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya ne düzeyde gerçekleşeceği ancak denenerek, yaşanarak bilinebilir. Hal böyleyken senin peşinen bu olamaz demen yanlıştır. Senin mantığınla bakarsan insanın düşünce ve çözüm üretmemesi gerekir. Hatta eleştiri ve düşünce bile gereksiz olur bu düzlemde. Çünkü her türden düşünce gerçeği zaten tam yansıtmaz, düşünce zaten idealize olandır, yüzde yüz gerçeği yansıtmaz, çözüm önerisi de. Ayrıca realite sabit ve değişmez değildir. Sen şimdiki realiteyi sabit ve değişmez, değiştirilmez olarak kabul ederek (farkında olmadan da olabilir) Başkaya’yı eleştiriyorsun. O yüzden eleştirin haksız ve boş bir eleştiri oluyor.

  51. Edit: 3 yazmışım 2 olacaktı.

  52. marxist argüman

    fikret hocaya benim yaptigim elestirilere benzer elestiri yapan baska kimse var mi diye merak ettim ve internette arastirtim. ODTÜ siyaset bilimi ve kamu yönetimi hocasi e. atilla aytekini’in dört aylik sosyal bilimler dergisi “praksis”in birinci sayisinda fikret hocanin bir baska kitabini “yediyüz: osmanli beyliginden 28 $ubata bir devlet geleneginin anatomisi” degerlendirmi$. $u tesadüfe bakin ki atilla aytekin hoca da fikret hocanin yaklasimlarini, düsünme tarzini materyalist degil idealistcedir, arti anakronik, teolojik (dinsel) bir yakla$im diye ele$tiriyor. yaziyi kopye etmek mümkün olmadigi icin buraya alinti yapamiyorum fakat e. atilla aytekin’in benim burda yaptigim fikret baskaya elestirilerini derli toplu akademik bir dil ile yazdigi yazisini okumak isteyenler ya internette “praksis” dergisinin ilk sayisina bakabilirler. bu derginin bu ilk sayisinda materyalizm ve marxizm üzerine baska yazilarda mevcut. sözkonusu kitap elestirisini internette pdf datei olarakta bulmak mümkün :”p kitap elestirisi praksis-pdf”

  53. Marksist argüman demiş ki:

    “bir $eyi idealize etme yanli$ini birde kapitalist ekonomiye/serbest piyasa ekonomisine uyarlayalim ki, burda yapilan yanli$ anlasilsin. farz edelim ben bir an aklimi peynir ekmekle yedim ve kapitalist ekonomiyi $u $ekilde idealize edip, $öyle propaganda yapmaya basladim: $u anda uygulanan ekonominin gercek/hakiki kapitalist ekonomi ile alakasi yoktur. asil kapitalist ekonomide sömürü diye bir$ey yoktur, olamaz. hakiki kapitalist ekonomide üretim kar icin, paranin/sermayenin sonsuz birikimi icin yapilmaz, insanlarin temel ihtiyaclari icin ve ihtiyaclar ölcüsünde üretim yapilir. gercek kaptalist ekonomide insan ekonominin hizmetinde degil, ekonomi insanin hizmetindedir; ekonomik üretim insanlarin rahat, güzel yasamasi icin yapilir vs…”

    Tabii bir şey idealize edildiği zaman, herhangi biri öyle söylüyor diye otomatik doğru olacak hali yok. Kapitalistlerin söylemleri böyle, onların reel karşılığını biliyoruz, reel de böyledir diyoruz.

    Ama Fikret Başkaya’nın söylediklerinin, çözüm önerilerinin uygulamada karşılığını tam bilmiyoruz. Şimdi şu da var: her çözüm önerisi doğru olacak diye bir şey yok, olmayabilir. Ama peşinen, farklı bir örneği baz alarak, olamaz demek doğru değildir. Şöyle denilebilir: bu çözüm şu nedenlerden dolayı uygulanamaz, bilimsel değildir vb. Ama tabii bunu yaparken nedenleriyle ortaya koymak gerekir. Örneğin Bakunin Marks’ın düşüncelerini bu şekilde eleştirmiş ve onun varacağı yeri en baştan düşünebilmişti. Ama Bakunin bunu yaparken Marks idealize edilmiş fanteziler üretiyor, gerçekte durum budur, sosyalizm bir fantezidir, fantezi olduğu için olamaz demedi. Marks’ın çözümünün ne gibi kötü sonuçlara yol açacağını gösterdi ve kendi çözümünü ortaya koydu.

    Markists argüman ne yapıyor. Çarpıtıyor da çarpıtıyor, alakası olmayan şeyler arasında alakasız bağlantılar kuruyor ve böylece çözüm önerilerinin yanlış olduğunu gösterdiğini sanıyor. Örneğin Başkaya A diyor, marksist argüman Başkaya B’yi savunuyormuş gibi gösteriyor, onun üzerinden Başkaya’ya eleştiri yapıyor. Bunu sadece Başkaya’ya yapmıyor bana da yapıyor. Kapitalistlerin iddiasını alıyor onu Başkaya’ya monte ediyor, Başkaya böyle bir şey söylemediği halde, bu düzlemde tartışarak Başkaya’yı eleştiriyor.

  54. Daha önce Marksist argüman şöyle demiş:

    “bu stalin denilen adam öldükten sonra, bizzat o’nun partisi ve basta kruscev olmak üzere yol arkadaslari o’nun icraatlarini giyabinda yargilayp mahkum etmediler mi? ettiler. stalin’in kurucusu oldugu sovyetler birligi kendini ta 27 yil önce fesh etmedi mi? etti. $u anda sosyalist, komünist hareketler zaten fazla taraftar bulamiyor; var olan sosyalist/kömünist hareketlerin ezici bir cogunlu zaten stalin’i ve pratigini kökten red etmiyorlar mi? ediyorlar. hal böyleyken, kapitalist sistem globalle$ip dünyanin en ücra kö$elerine kadar yayilmisken, bu sisteme ve bu sistemin ortaya cikardigi rezil insanlik manzaralarina söyleyecek tek bir elestirisi olmayanlarin, -buna sayin zileli de dahildir- coktan ölmü$, unutulmus ve afaroz edilmi$ stalin adinda ki bu adam ile don ki$ot gibi savasmaya devam etmeleri tuhaf degil midir? böylesi bir davrani$ yapay/suni gündem degil midir, kendi kücük dünyasinda ya$amak, nostaljik melankoli degil midir?”

    Peki neden Başkaya eleştirisi o zama? Stalin’i Türkiye de savunan epey solcu var ama Başkaya bile Türkiye’de solda marjinal kalır. Yani aslında Stalin ve yanlılarının eleştirilmesi Türkiye’de Başkaya’nın eleştirilmesinden bile daha mantıklı bu düzlemde.

    Gerçi Başkaya söylemiş eleştirmek gerekli ve iyi bir şey, katılıyorum. Bu Stalin yanlıları için de böyle. Fakat eleştiri doğru zeminde olmalı. Yoksa boşuna eleştiri olur.

  55. Edit:Gerçi Başkaya eleştirmek gerekli bir şey mealinden bir şeyler söylemiş, katılıyorum. Bu Stalin yanlıları için de böyle. Fakat eleştiri doğru zeminde olmalı. Yoksa boşuna eleştiri olur.

    Şeklinde olacaktı.

  56. Şimdi gelelim demokrasi eleştirisine. Çok kısa bir eleştiri yapacağım:

    Demokrasinin gelişmesi için ve olması için aynı zamanda bir bilinç, kültür ve empatiye gerek var.

    Otoriter kültüre alışmış bu kültürde büyümüş bir işçi sınıfı bunu yapar mı emin değilim. En ufak bir soruda seni hainlik, ajanlık, emperyalist olmakla suçlayan bir işçi veya işçi sınıfı bunu yapabilir mi emin değilim. Zerre kadar çözüm aramayan bir işçi sınıfı bunu yapar mı emin değilim. Ben her şeyi bilirim, ben istediğimi eleştiririm, istediğime istediğim lafı ederim, ama kimse beni eleştirmez, beni ve görüşlerimi, düşüncelerimi eleştiren haindir, işbirlikçidir, ajandır diye olaylara bakan bir işçi sınıfı demokrasiyi yaşatabilir mi çok şüpheliyim.

    Yani işçi sınıfı demokrasiyi hainlik, ajanlık olarak görüyorsa ve her türlü çözümü hainlik ile eş tutuyorsa çözüm filan olmaz. Ne olur? Kaos olur, savaş olur, o onu hain ilan bu onu hain ilan eder, öteki ben biliyorum der, diğeri hayır der ve böyle bir kaos ortamı olur. Bu kaosun sonunda da ya Stalin gibi bir diktatör çıkar ya da bu kaostan burjuvazi yararlanarak egemenliğini daha da büyütür. Ve kaosu daha büyük kaosu tetikler insanlar daha sefillik içinde kalır, savaşır durur.

  57. EDit:En ufak bir soruda seni hain, ajan, emperyalist vb. olmakla suçlayan bir işçi veya işçi sınıfı bunu yapabilir mi emin değilim.

    Şeklinde olacaktı.

  58. Bu arada şunu da yanıtlayayım. Marksist argüman şöyle demiş:

    “bundan dolayi sorularini da, yazdiklarini da samimi ve dürüst bulmuyorum. bu halinle senin tarti$ma partnerin olsa olsa kapitalist necip olabilir. benim kapitalist düzene yaptigim elestirilerin hicbirine ikna olmadigin her halinden belli, bundan dolayi seni “ikna etme” gibi anlamsiz bir i$e bo$una giri$meyecem.”

    Necip ve senin ekoloji ve çevre konusunda hemen hemen hiçbir şey bilmediğini düşünüyorum. O yüzden sizinle bu konuları tartışmak istemiyorum. Ama şu var Necip senin kadar sinirli değil ve insanları yalan yanlış yere suçlamıyor. Sen ise bunu sık sık yapıyorsun. Dilerim bu huyundan vazgeçersin.

    Aslında kapitalizme zaman zaman iyi eleştiriler getiriyorsun, ekonomi vb. konusunda kapitalist eleştirilerini zaman zaman doğru buluyorum. Ama burada Başkaya’ya fazlasıyla haksızlık yaptığını düşündüm. Doğru bir temelde eleştiri yapsaydın bir şey demezdim.

    Beni samimi bulmayabilirsin ben yaptığın eleştirileri yanlış bulduğum için yazdım. Daha detaylara girmemiştim bile.

  59. [BÖLÜM 1] UYARI

    [1. BÖLÜM]

    Şimdi okuyacaklarınızı, bu sitenin ziyaretçilerinin “hepsi” üzerine alınmasın.

    Bu sitenin sahibi sayın “Gün Zileli” de yer yer dahil olmak üzere, siteye görüş yazan kişilerin azımsanamayacak bir kısmının “kapitalist tahakküm”den, “kapitalizmin dayattığı yapay ve ölümcül rekabet”ten (ne yazık ki!) haberi yok. (Not: “marxist argüman” mahlası ile yazan, ve hangi “weltanschauung”a eğilim gösterirse göstersin diğer bir kısım ziyaretçiler hariç.)

    “Rekabet” kelimesi gündeme gelince, “kapitalizmin dayattığı yapay ve ölümcül rekabet”ten bahsettiğimizi ısrarla vurgularken;

    Sitede görüş yazanların bir bölümü (“sosyal-demokratımsı” fikirleri haiz sayın “ogürsel” de dahil); işaret etmeye çırpındığımız “kapitalist yapay rekabet”le neredeyse hiç ilgisi olmayan, “Charles Darwin”den ve “doğal seçilimcilik”ten devşirmelerle “hayatın içindeki doğal rekabet”i gösterip; günlük hayatımızda “zorla kabul ettirilen kapitalist rekabetin makûl olduğu” iddialarını kanıtladıklarını zannediyorlar.

    “Haberi yok” derken kastettiğimiz; sayın İlber Ortaylı’yla alay edildiği gibi “(sorgusuz suâlsiz) cahilsiniz!” konsepti içinde değil. “İnekle ilk kez karşılaşıp, süt sağmayı bilmemek” metaforuyla özetleyebileceğimiz bir “habersizlikten, hiç tecrübe etmemişlikten” bahsediyoruz.

    “Kapitalizm karşıtlığı”, sadece ama sadece “kapitalizm karşıtı kitap, dergi, makale, röportaj külliyatı” okumakla olmuyor, yetmiyor; ilk önce bunu anlamaya gayret ediniz.

    Canlı bir örnek olması nedeniyle, sayın “Gün Zileli” üzerinden izah edelim:

    3 Ekim 2015’te, İstanbul/Kadıköy’de, “Verita” kitabevinde sayın Zileli ile bir söyleşi yapılmış.
    Şu adresten izleyebilirsiniz:
    ( https://www.youtube.com/watch?v=RiX5e8hOj2s )

    2 Aralık 2015’te sayın Zileli’ye şunu yazmış ve sormuştuk, ve en sonunda verdiği cevaba bakınız:

    {{{

    Bu söyleşide, 55. dakikadan itibaren, uzun sakallı beyefendinin söyledikleri çok önemli!

    Sizin; “K.O.B.İ.” kavramından haberiniz olmadığını öğrenince çok şaşırdık sayın Zileli!

    Bakınız:
    Artvin’den Ankara OSTİM’e kadar,
    Ağrı’dan Bursa’ya kadar,
    Antep’ten Çorlu’daki “Avrupa Serbest Bölgesi”ne kadar,
    Sivas’tan Çerkezköy’e kadar,
    İskenderun limanından İzmir’e kadar;
    Bu ülkedeki bütün “organize sanayi bölgelerinde” yapmadığımız saha araştırması kalmadı!

    Hâlâ bu saha araştırmalarına devam ediyoruz!
    Çünkü:
    İstanbul/Maslak’taki plazalarda, kıçlarını yalamaya mecbur bırakıldığımız uluslararası C.E.O.’ların yeni yatırım (sömürü!) plânlarının altyapısını oluşturmak, ve plazalara taze kanlar devşirmek (recruitment) için bu saha araştırmalarını yapmaya mecbur bırakılıyoruz!

    Söyleşideki uzun sakallı beyefendi; zamanınızın kısıtlı olması sebebiyle birkaç dakikalığına “K.O.B.İ.”lerden üstünkörü bahsedip geçmiş, ama işaret ettiği oluşumlar çok mühim!

    Söyleşide, en azından bu uzun sakallı beyefendi; günümüzdeki sınıfsal uyanışların nerelerden başlama potansiyeli olduğunu, ve AKP’nin oy depolarının niçin “K.O.B.İ.”lerde çok olduğunu sezip size de işaret etmeye yeltenmiş. Siz ise, sayın Zileli; “K.O.B.İ.” ile “bir doğalgaz/su/elektrikli ısıtıcı makine düzeneği olan KOMBİ”yi birbirine karıştıracak kadar; günümüzdeki kapitalist yapıtaşlarının varlığından, nasıl işlediğinden bihaber olduğunuzu ispatladınız!

    Eğer “K.O.B.İ.”lerin ne olduğunu, geçmiş yıllarda merak edip biraz araştırsaydınız; “doğalgaz, KOMBİ” ile karıştıracak kadar habersiz olduğunuz izlenimini vermezdiniz! “Sergei Mironovich Kirov” ismini duyunca aklınıza hemen Stalin geliyor; ama, “K.O.B.İ.” kelimesini duyunca apışıp kalıyorsunuz!

    Sadece RTE diktatörünün ve AKP’nin hüküm sürdüğü “devlet” mekanizmasından bahsetmiyoruz; “şirketokrasi” hastalığının nasıl bir manivela gibi kullanıldığını da sizlere işaret etmek için çırpınıyoruz!

    Sizlere TÜSİAD, MÜSİAD ve TUSKON başta olmak üzere; “şirketokrasi”nin hükümranlığını pekiştirmek için böyle karteller kurduğunu boşuna anlatmıyoruz!

    İşçinin emekçinin bayramı dedikleri “1 Mayıs”larda; TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın veya TUSKON’un yönetim binaları önünde niçin hiç protesto gösterileri düzenlenmiyor?! diye boşuna sormuyoruz! “Taksim Meydanı’na hep birlikte yürümek” tamam, kabul. Fakat; “TÜSİAD’a, MÜSİAD’a, TUSKON’a ve benzerlerine misilleme yapmayı unutmak” niye?!

    Ve ayrıca:

    Söyleşideki gözlüklü beyefendi “24 Ocak 1980 kararları”ndan bahsetti. (56. dakika 24. saniye)

    Hiç merak edip, o meşhur “24 Ocak kararları” nedir, araştırdınız mı sayın Zileli?!

    Dünyada hiçbir askeri cunta; darbeyi yapmadan önce “ekonomik manâda kendini garantiye almadan” darbeye girişmez!

    “24 Ocak 1980 kararları”; darbenin “ekonomik prelude” idi! Ve bu kararları hazırlayan kurulun başındaki şahıs; neo-conservative “Turgut Özal”dı!

    Sayın Zileli, sizin tavrınıza dikkat ettik; 58. dakika 59. saniyede hemen konuyu değiştirdiniz!

    Yazık!

    Bizlerin, yani olmaktan nefret ettiğimiz “Beyaz Ya-LA-ka”ların ikazlarını; ümit ederiz artık ciddiye almaya başlarsınız sayın Zileli!

    }}}

    SAYIN ZİLELİ’YE ŞU SORUYU SORDUK: Sizin “K.O.B.İ.” kavramından haberiniz olmadığını öğrenince çok şaşırdık sayın Zileli! Hiç merak edip, o meşhur “24 Ocak kararları” nedir, araştırdınız mı?! Neredeyse 36 yıl geçecek üzerinden!

    SAYIN ZİLELİ’NİN VERDİĞİ CEVAP: [Eh biraz.]

    Bu siteye görüşlerini yazan kişilerin ekseriyetinin “kapitalizm hakkındaki muhteviyatı”; sayın Zileli’ninkinden pek farklı değil!

    Ne yazık ki; netice bu!

    Sadece, Nikolay Gavrilovich Chernyshevsky’nin “Nasıl Yapmalı?” eserini hatim etmiş olmanız yetmiyor…

    Sadece, Robert Owen’ın gerçekleştirmeye uğraştığı sistemi bilmeniz yetmiyor…

    Sadece, Friedrich Engels’in aynı zamanda bir fabrikatör olduğunu bilmeniz yetmiyor…

    Sadece, Vladimir Ilyich Ulyanov’un “NEP & Новая экономическая политика & Novaya Ekonomicheskaya Politika & New Economic Policy & Yeni Ekonomi Politikası”sını hatim etmiş olmanız yetmiyor…

    Sadece, Mao Zedong’un “katliamlı kültür devrimi”ni, “küçük kırmızı kitap”taki; “tarlalarımızda, fabrikalarımızda çok çalışalım, kâğıttan kaplanları ekonomik alanda da yenelim!” fantezilerini okumuş olmanız yetmiyor…

    Sadece, Ağustos 1975’ten beri, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp getirdiğiniz “(meşhur ‘Acilciler’in yazdığı) Türkiye Devriminin Acil Sorunları” kılavuzunu ezberlemiş olmanız yetmiyor…

    Örnekleri çoğaltabiliriz!

    Bu sitenin sahibi sayın “Gün Zileli” de yer yer dahil olmak üzere, siteye görüş yazan kişilerin azımsanamayacak bir kısmının; “zehirli kapitalist beyinlerin dünyaya saçtığı irinler”den (ne yazık ki!) haberi yok:

    “Ayn Rand”,
    “Ludwig von Mises”,
    “Friedrich Hayek”,
    “Murray Rothbard”,
    “Robert Nozick”,
    “Milton Friedman”
    “David Director Friedman”,
    “Walter Edward Block”,
    “Edward Peter Stringham”,
    “3H Hareketi”,
    ( http://www.3hhareketi.org/ )
    ( https://twitter.com/3hhareketi/ )
    “Eser Karakaş”,
    “Atilla Yayla”,
    “Raşit Sarıkaya”,
    “Özlem Çağlar Yılmaz”,
    “Tanel Demirel”,
    “Harun Kaban”,
    “Cennet Uslu”,
    “Hasan Yücel Başdemir”,
    “Levent Korkut”,
    “Arda Akçiçek”,
    “Buğra Kalkan”,
    “Özgür Demirtaş”,
    (Sayın “fıtratçı-Turgut Özalist” Necip de dahil),
    örnekleri çoğaltabiliriz…

    “Karl Marx” ismini görünce, sitedekilerin çoğu, kendinden geçmişçesine “taş atmaya” başlıyor; sanki “Karl Marx da marxistmiş” gibi!

    Sitede görüşlerini yazan kişilerin ekseriyeti:

    “Devlet & kamu sektörü”nde sömürülen (dikkat buyurunuz; “çalışan” demiyoruz!),

    Yıllarca sömürülüp, emekli ikramiyesini de aldıktan sonra, “devlet babanın şefkatli kolları arasında huzurlu bir emeklilik dönemi geçirecekleri hülyasıyla”,

    “Kredi kartı” kullanarak tonla borca girip, “taksit taksit ödeme yöntemi ile” kapitalist sistem içinde satın aldıkları, masaüstü bilgisayarlarının, akıllı cep telefonlarının, dizüstü bilgisayarlarının, “tablet”lerinin başına geçip;

    “Kapitalizmi eleştirenleri, polis gibi sorguya çekmek” havasına bürünme heveslisi! Ne yazık ki; yaşanan bu!

    Hazin!

    Kimse kusura bakmasın:

    Bu sitede de epey vakit geçiren “devlet & kamu sektörü”nde sömürülen ve/veya “emekli” şahıslar, devlet babanın şefkatli musluğundan gelen, emekli aylığı (veya 3-aylığı) ile mutlumsu mutlumsu ihtiyarlamaya yelken açacağını zanneden kimseler; ne yazık ki “özel sektör sömürücülüğü”nü, ne yazık ki “kapitalist tahakküm”ü, ne yazık ki “kapitalizmin dayattığı yapay ve ölümcül rekabet”i bilmiyor! Ne yazık ki; netice bu!

    Ne yazık ki; “(ÖİB) Özel İstihdam Büroları”nın yaygınlaşması için yasal statünün hızlandırılması yoluyla “taşeronlaşma” denen hastalığın yerinin nasıl sağlamlaştırıldığından haberleri yok! (“Taşeron işçiler” de asalak olabilir mi acaba?!)

    Ne yazık ki; “(GSS) Genel Sağlık Sigortası Prim Borcu” ve benzeri zırvalar ile, FED’in (ABD Merkez Bankası’nın) Eylül 2016’dan sonraki faiz arttırım kararıyla birlikte yaşanacak “piyasalardaki Dolar(USD) daralması”na öksürük şurubuyla karşı koymak için, döviz akışının sendelemeye başlaması ile yaşanacak “Lira”daki değersizleşmenin önüne bir nebze geçebilmek, tasarrufları arttırmak (sözün özü; “para bulmak”!) umuduyla hazırlanan “devlet yaptırımları”ndan haberleri yok!

    Ne yazık ki; üniversitelerdeki (meşhur “Devrimci ODTÜ” dahil!) “akademik hiyerarşi”nin sermaye tarafından satın alındığından haberleri yok!

    Ne yazık ki; “(BES) Bireysel Emeklilik Sistemi” denen zırva ile, (yine) FED’in faiz arttırım kararından sonra yaşanacak; Türkiye gibi ülkelerdeki “tasarruf açığındaki deliğin büyüklüğü”nü küçültebilmek hayaliyle, BES’e, “devlet yaptırımları” ile, “makbûl vatandaş”ın cebinden zorla para aktarılacağından haberleri yok!

    Örnekleri çoğaltabiliriz!

    [DEVAMI 2. BÖLÜMDE]

  60. [BÖLÜM 2] UYARI

    [2. BÖLÜM – SON]

    Fincancı katırları ürkmesin diye:

    Sadece “devlet & kamu sektörü”nde sömürülen ve/veya “emekli” şahısları “tek sorumlu” göstermeye uğraşmıyoruz, ima etmeye çalışmıyoruz!

    Bahsettiğimiz kimselerin DE, artık, bir zahmet, oturdukları (sadece “popo” manâsında değil; “beyin” manâsında da) yerden kımıldayıp; kapitalizme karşı ortaya atılan her tür görüş arkasında; bir “Stasi” üyesi gibi, bir “CIA” üyesi gibi, bir “Cheka” üyesi gibi, bir “Necip Türk polisi” gibi; “SSCB’nin izleri”ni, “Kuzey Kore’nin izleri”ni, “Venezuela’nın izleri”ni veya “Vietnam’ın izleri”ni aramaktan vazgeçmeleridir!

    Unutmayınız:

    “Apple” adlı kapitalist şirketin DE mallarını üreten ülkeler; “komünist”likle uzak/yakın ilgisi olmayan Vietnam’dır, Çin “Halk!” Cumhuriyeti’dir!

    Uyanınız!

    1970’li yıllarda küflenmiş-kalmış SSCB’nin (ve benzerlerinin) beceremediği fantezileri; 2016’ya getirip “kapitalizme karşıysanız peki K. Kore’yi mi, Venezuela’yı mı, Küba’yı mı savunuyorsunuz?!” retoriğini papağan gibi tekrarlamaktan vazgeçiniz!

    24 Nisan 2013’te, Bangladeş’te, tekstil sektöründe faaliyet gösteren binanın çökmesiyle yaşanan 1129’un üzerindeki “işçi katliamı”nı unutmayınız!

    13 Mayıs 2014’te, SOMA maden cinayetinin müsebbibinin “kapitalizm” olduğunu unutmayınız! (Hele hele, sayın “fıtratçı-Turgut Özalist” Necip’in yazdığı gibi; “ölenler asalak!” zırvasını kusmayınız!)

    Şu an hepimizin elinde tuttuğu, dizüstünde kullandığı, masaüstünde kullandığı, “kiralık veya müstakil” evlerinde kullandığı: “Samsung”larımıza, “Apple”larımıza, “Lenovo”larımıza, “ASUS”larımıza, “Dell”lerimize, “Acer”larımıza, “Sony”lerimize”, “HTC”lerimize, “LG”lerimize, “Huawei”lerimize, “GoldStar”larımıza, “OnePlus”larımıza, “TP-LINK”lerimize, “Fujitsu”larımıza, “Blaupunkt”larımıza, “Siemens”lerimize, “(HP) Hewlett-Packard”larımıza, “Hitachi”lerimize, “Canon”larımıza, “Nikon”larımıza, “Mitsubishi”lerimize, “Panasonic”lerimize, “Motorola”larımıza, “Nokia”larımıza, “ViewSonic”lerimize, “Sanyo”larımıza”, “Akai”lerimize, “Philips”lerimize, “Hyundai”lerimize, “Toshiba”larımıza (…) yüzbinlercesine üretim yapan “Foxconn” adlı ŞİRKETOKRASİ’deki ölümler listesi:

    18 Haziran 2007: İsim ‘Hou’, erkek, yaş 19, fabrikanın banyosunda kendini astı, hayatını kaybetti!

    16 Temmuz 2009: İsim ‘Sun Dan-yong’, erkek, yaş 25, ‘iPhone prototipi’ni kaybetmesi nedeniyle bir apartmandan atlayarak hayatını kaybetti. Ölümü öncesi, bazı Foxconn yetkilileri tarafından darp edildiğini ve evinin arandığını iddia etti!

    Ocak-Mayıs 2010 arası:
    Ma Xiang-qian,
    Li,
    Tian Yu,
    Lau,
    Sao Shu-qin,
    Ning,
    Lu Xin,
    Zhu Chen-ming,
    Liang Chao,
    Nan Gan,
    Li Hai,
    He,
    Yaş 17-29 arası, binadan atlayarak hayatlarını kaybettiler!

    20 Temmuz 2010: İsim ‘Liu’, erkek, yaş 18, bir yurdun altıncı katından atlayarak hayatını kaybetti!

    7 Ocak 2011: İsim ‘Wang Ling’, kadın, yaş 25, bir psikiyatri kliniğine sevkedildikten sonra bir binadan atlayarak hayatını kaybetti!

    26 Mayıs 2011: ‘Adı bilinmiyor’, erkek, yaş 20, binadan atlayarak hayatını kaybetti!

    Temmuz 2011: İsim ‘Cai’, erkek, yaş 21, ‘Shenzhen tesisleri’ndeki bir binadan atlayarak hayatını kaybetti!

    23 Kasım 2011: İsim ‘Li Rongying’, kadın, yaş 20, binadan atlayarak hayatını kaybetti!

    14 Haziran 2012: ‘Adı bilinmiyor’, erkek, yaş 23, binadan atlayarak hayatını kaybetti!

    24 Nisan 2013: İsim ‘Xu Lizhi’, erkek, yaş 24, yurt binasından atlayarak hayatını kaybetti!

    27 Nisan 2013: ‘Adı bilinmiyor’, kadın, yaş 23, yurt binasından atlayarak hayatını kaybetti!

    (…)

    Vakalar ve sayılar yukarıda aktarılanlardan daha fazla!

    Kaynaklar:
    http://www.vimeo.com/17558439
    http://www.sacom.hk/?p=740
    http://www.wired.com/2011/02/ff_joelinchina/all/

    Yukarıda adı geçen “marka!”ların ürettiği teknolojiye değil; bu teknolojiyi üretirken “sömürücü zihniyet”e sahip olmalarına karşıyız!
    Bu dehşet durum; sadece “Uzak!” Asya özelinde değil; dünya genelinde yaşanıyor! Unutmayınız!

    24 Aralık 2013: Konya/Ereğli’de, 40 günlük “Ayaz” isimli bebek; “kapitalist tahakkümün sonucunda parasızlık!” nedeniyle ailesinin yakacak odun-kömür alamaması nedeniyle zatürreye yakalanıp öldü! Unutmayınız!

    ( http://www.evrensel.net/haber/74891/minik-ayazi-yoksulluk-oldurdu )
    ( http://www.hurriyet.com.tr/40-gunluk-ayaz-bebek-zaturreden-oldu-25435786 )

    28 Şubat 2014: “Atanamayan Kimya Öğretmeni Gamze Filiz Arslan; av tüfeğiyle intihar etti!” Unutmayınız!

    ( http://www.radikal.com.tr/turkiye/atanamayan-bir-ogretmenin-vedasi-1178984/ )
    ( http://t24.com.tr/haber/sinopta-atanamayan-ogretmen-intihar-etti,252228 )

    20 Ocak 2015: “İcralık olan kadın öğretmen bankada kendini bıçakladı!” Unutmayınız!

    ( http://www.milliyet.com.tr/icralik-olan-kadin-ogretmen-gundem-2000881/ )

    26 Eylül 2015: “Antalya’da bankadan çektiği 30 bin liralık kredinin taksitlerini ödemekte zorlandığı için bunalıma girdiği belirtilen işçi emeklisi 68 yaşındaki Ali Saygı, kendini balkon demirine asarak yaşamına son verdi.” Unutmayınız!

    ( http://www.diken.com.tr/kredi-borcunu-odemekte-zorlanan-isci-emeklisi-bunalima-girip-intihar-etti/ )

    Fransa’da, o meşhur “kapitalist endüstriyel UEFA Euro 2016 futbol turnuvası”nın hemen öncesinde başlayan; ülke çapındaki grevleri unutmayınız!
    ( https://www.youtube.com/watch?v=aX3WDIkBC2Y )
    ( https://www.youtube.com/watch?v=pRiw9T6KgIM )

    TÜRKİYE’DE, SON 3,5 YILDA, 194 ÇOCUK İŞÇİ ÖLDÜ! UNUTMAYINIZ! (BU ÇOCUKLAR DA MI “ASALAK”TI?! DUYGU SÖMÜRÜSÜ YAPMAYA MI ÇALIŞIYORUZ?!)

    ( http://www.diken.com.tr/bugun-cocuk-isciligi-ile-mucadele-gunu-son-35-yilda-194-cocuk-isci-oldu/ )

    Bütün bunlar ve daha fazlası BUGÜN yaşanırken, “kapitalizme karşı görüş yazan (neredeyse) herkesin” arkasında, dedektif gibi, “SSCB (ve benzeri)” tohumlar aramak; anca “19. yüzyılda çürümüş sosyalizm hortlar mı acaba?!” korkusuyla, anca “1950’ler ve Joseph McCarthy” yöntemleriyle, anca 1960/70’li yıllar boyunca “bireycilik ve özgürlük liberalizmdir! Komünistler Moskova’ya!” şiarıyla, kendinden geçmişçesine “taş atanlar”a özgün olabilir!

    Çözüm “önerileri” mi dediniz?!

    Şunlarla başlayabilirsiniz:

    KİTAP: “İşletme Hastalığına Tutulmuş Toplum: Şirket İdeolojisi, Yönetsel İktidar ve Toplumsal Taciz”
    Yazan: Vincent de Gaulejac
    Çeviren: Özge Erbek
    Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
    Adres:
    ( https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/isletme%20hastaligi1-16.pdf )

    KİTAP: “Aylak Sınıfın Teorisi”
    Yazan: Thorstein Veblen
    Çevirenler: Zeynep Gültekin & Cumhur Atay
    Yayınevi: Babil Yayınları/İstanbul
    Adres:
    ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/aylak-sinifin-teorisi/68349.html )

    KİTAP: “Borç: İlk 5000 Yıl”
    Yazan: David Graeber
    Çeviren: Muammer Pehlivan
    Yayınevi: Everest Yayınları
    Adres:
    ( http://www.everestyayinlari.com/tr/kitap.asp?id=1454 )

    KİTAP: “Taş Devri Ekonomisi”
    Yazan: Marshall Sahlins
    Çevirenler: Taylan Doğan & Şirin Özgün
    Yayınevi: BGST Yayınları
    Adres:
    ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/tas-devri-ekonomisi/244301.html )

    KİTAP: “Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri”
    Yazan: Richard Sennett
    Çeviren: Barış Yıldırım
    Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
    Adres:
    ( https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/karakter%20asinmasi1.pdf )

    KİTAP: “Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf”
    Yazan: Guy Standing
    Çeviren: Ergin Bulut
    Yayınevi: İletişim Yayınları
    Adres:
    ( http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/prekarya1.pdf )

    KİTAP: “Küresel Çarkın Dışında Kalanlar: Tüketim Toplumundaki Yeni Fakirlik”
    Yazan: Kathrin Hartmann
    Çeviren: Etem Levent Bakaç
    Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
    Adres:
    ( https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/kuresel%20carkin%20disinda%20kalanlar1-16.pdf )

    KİTAP: “Ne Ders Olsa Veririz: Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü”
    Yazanlar: Aslı Vatansever & Merâl Yalçın
    Yayınevi: İletişim Yayınları
    Adres:
    ( http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/ne%20ders%20olsa.pdf )

    KİTAP: “İdiotizm: Kapitalizm ve Hayatın Özelleştirilmesi”
    Yazan: Neal Curtis
    Çeviren: Mehmet Ratip
    Yayınevi: İletişim Yayınları
    Adres:
    ( http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/idiotizm.pdf )

    KİTAP: “Oblomov”
    Yazan: İvan Gonçarov
    Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu & Erol Güney
    Yayınevi: İş Bankası Yayınları
    Adres:
    ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/oblomov-ciltsiz/22788.html )

    KİTAP: “Aynalar: Neredeyse Evrensel Bir Tarih”
    Yazan: Eduardo Galeano
    Çeviren: Süleyman Doğru
    Yayınevi: Sel Yayınları
    Adres:
    ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/aynalar/140774.html )

    KİTAP: “Asrın Vebası: Narsisizm İlleti”
    Yazanlar: Jean M. Twenge & W. Keith Campbell
    Çeviren: Özlem Yüksel
    Yayınevi: Kaknüs Yayınları
    Adres:
    ( http://www.kaknus.com.tr/new/index.php?q=tr/node/851 )

    [2007] “Zeitgeist: The Movie”
    (Not: Firefox’da izlerseniz, ses sorunu çözülür.)
    (Sadece İngilizce, altyazı yok: https://www.youtube.com/watch?v=OrHeg77LF4Y )
    (Türkçe altyazılı: https://www.youtube.com/watch?v=BRkyY23mgVc )

    [2008] “Zeitgeist: Addendum”
    (Türkçe altyazılı)
    (Not: Firefox’da izlerseniz, ses sorunu çözülür.)
    ( https://www.youtube.com/watch?v=x1kuDClkE3w )

    [2011] “Zeitgeist: Moving Forward”
    (Türkçe altyazılı)
    (Not: Firefox’da izlerseniz, ses sorunu çözülür.)
    ( https://www.youtube.com/watch?v=faXZ2VdNu-A )

    The Zeitgeist Movement Orientation Guide:
    ( http://www.thezeitgeistmovement.com/uploads/upload/file/19/The_Zeitgeist_Movement_Defined_PDF_Final.pdf )

    [Bir kez daha hatırlatıyoruz: Yukarıdakiler çözüm “önerileridir”; çözüm “dayatmaları” değildir!]

  61. UYARININ DEVAMI NİTELİĞİNDE

    Bir ekleme daha yapalım:

    Bu sitede görüşlerini yazan ziyaretçilerin çoğu:

    “Kapitalizm” kelimesini duyunca, aklına ilk önce; “Sam Amca” veya “ABD/Washington’daki Beyaz Saray”,

    “Komünizm” kelimesini duyunca, aklına ilk önce; Lenin’in top & keçi sakalı, Stalin’in bıyığı veya “Kremlin” geliyor.

    Şimdi bir dakika durun, derin nefes alın, acele etmeyin.

    Şunu kendinize ciddi ciddi sorun:

    Kapitalizm; sizin her sabah (çoğu zaman Cumartesi, Pazar da dahil. Vardiyalı çalışanlar var ise; “gececi”ler de dahil) sömürmek ve sömürülmek için gittiğiniz “kamu sektörü”dür veya “özel sektör”deki şirketlerdir!

    İlk önce:
    “Kendi” günlük hayatınızın en ince hücrelerine zehir gibi yayılmış “kapitalizm”i öğreniniz! “Beyaz Saray” ile “Kremlin”e sonra kafa yorarsınız!

    İlk önce:
    Burnunuzun ucundaki, b*ka batırıldığınız, her gün temerküz ettiğiniz “kapitalizm”e bakın! “Beyaz Saray” ile “Kremlin”e sonra kafa yorarsınız!

  62. TUVALET SÜRESİNİ AŞMAYIN MAAŞINIZDAN KESİLİR!

    Personelin dikkatine!

    Gün içinde, mesai saatlerinde toplam lavabo kullanımı 5 dakikadır!

    Bu sürenin aşılması hâlinde aşılan müktar kadar maaşlarınızdan kesinti yapılacaktır!

    Fotoğraf 1

    ( https://scontent-frt3-1.xx.fbcdn.net/v/t1.0-9/13434974_973254769459097_4660576613612061367_n.jpg?oh=524202a00b921dc75578b2e6194042d9&oe=57FB3C19 )

    Link açılmazsa, 1 ( http://bit.ly/21ks92E )

    Fotoğraf 2

    ( https://scontent-frt3-1.xx.fbcdn.net/v/t1.0-9/13419089_973254766125764_2787790746752584261_n.jpg?oh=9b6a3337d10d6188a479cf071ad68245&oe=57C3F4EA )

    Link açılmazsa, 2 ( http://bit.ly/1ZOEwnb )

  63. Atilla Aytekin, Fikret Başkaya’yı Osmanlı tarihi konusunda eleştirmiş. Konu bambaşka. Osmanlı tarihi. Tarihsel bir analiz var. Ne kadar doğrudur, yerindedir ayrı bir tartışma konusu.

    Bir diğer nokta biri idealist olabilir. Çözüm ve önerisi de idealist olabilir. Örneğin geçmişte bazı insanlar bir cihazla uçmayı düşündü diyelim. Plan yaptı. Bu plan başlangıçta idealist düşünceye dayanabilir. Hemen uçulacak bir durum yok ya.Çünkü o zaman hiçbir insan makine ile uçmuyordu. Şimdi çıkıp bunlar idealist saçmalıklar, böyle bir şey olamaz denilebilir. Uçmayı düşünen sayısız kişi bu deneylerde öldü ama en sonunda insanlar uçmayı başardı. Yani öncede kafada insan uçabileceğini düşündü, sonra bunu hayata geçirdi. Yani idealist saçmalıklar denilen şey sonra olabilir.

    Einstein’in fizik teorileri öyle. Başlangıçta idealist saçmalıklar olabilir ama önemli ölçüde bu teorinin gerçeği yansıttığı ispatlandı. Hatta bu teori Newton teorisinin açıklayamadığı birçok şeyi açıklıyor. Einstein düşünce deneylerinden söz eder ve bu onları nasıl etkili bir şekilde kullandığını, düşünce deneyleriyle problemleri çözdüğünü açıklar. O yüzden Einstein boşu boşuna hayal gücü bilgiden daha önemlidir demedi.

    Bu sadece fizikte, mühendislikte değil, hayatın birçok alanında. İnsan düşünüyor, problemi fark ediyor, bu problemin çözümü için hipotez geliştiriyor. Şimdi bu aşama ama bunlar idealist saçmalık ve zırvalıklar denilerek geçiştirilemez.

  64. Bu benim tanıdığım Atilla Aytekin mi? Eğer oysa onun kafası sadece örgüt içi ayak oyunlarına çalışır.

  65. FABRİKA AYARI:
    5 DAKİKADAN FAZLA TUVALETTE KALAN İŞÇİYE PARA CEZASI!

    ( http://t24.com.tr/haber/fabrika-ayari-5-dakikadan-fazla-tuvalette-kalan-isciye-para-cezasi,345350 )

    15 Haziran

    “İşçiler çok fazla tuvalette kalıp iyi niyeti suistimal ediyor!”

    Ankara Sincan Organize Sanayi Bölgesi’nde endüstriyel mutfak ürünleri sektöründe üretim yapan Termikel adlı fabrikada, işçilerin kullandığı tuvaletin kapısına kartlı geçiş sistemi kuruldu. Kapıya asılan yazıda, mesai saatlerinde 5 dakikadan fazla tuvalette kalan işçilere maaş kesintisi cezası verileceği belirtildi. Fabrikanın İdari İşler Müdürü Özcan Kara, uygulamayı “İşçiler tuvalette çok fazla kalarak iyi niyeti suistimal ettikleri için bu düzenleme yapıldı” sözleriyle savundu.

    1950 yılında kurulan fabrikada işçilerin iddiasına göre, turnike uygulamasından önce tuvalet kapıları kilitleniyordu. İhtiyacını gidermek isteyen işçiler, şeflerden anahtar alarak tuvalete girebiliyordu. Fabrikada çalışan binlerce işçiye yönelik yapılan düzenleme, tuvalet kapısına asılan “Personelin dikkatine! Gün içinde mesai saatlerinde toplam lavabo kullanımı 5 dakikadır. Bu sürenin aşılması halinde aşılan miktar kadar maaşlarınızdan kesinti yapılacaktır” yazısıyla duyuruldu.

    ( http://t24.com.tr/files/20160615123202_cis1.jpg )

    “Henüz kesinti yapılmadı”

    Ücretlerin de düzenli olarak ödenmediği iddia edilen fabrikada, fazla mesaiye kalan işçilerin çocukları kreş olmadığı için üretim yapılan alanda anne – babalarıyla birlikte bulunuyordu. İtirazlar sonuç verince fabrika geçen yıl bir kreşle anlaştı.

    İşçilerin gün içinde saat 08:00 – 10:00, 10:15 – 12:45, 13:30 – 15:30 ve 15:45 – 18:15 saatleri arasında 5 dakikadan fazla lavabo kullanımı halinde kesileceği belirtilen cezaya ilişkin T24’e konuşan fabrikanın İdari İşler Müdürü Özcan Kara, “İşçiler tuvalette çok fazla kalarak iyi niyeti suistimal ettikleri için bu düzenleme yapıldı. Henüz kimsenin maaşından kesinti yapılmadı” ifadelerini kullandı.

    ( http://t24.com.tr/files/20160615123218_cis2.jpg )

  66. marxist argüman

    memet’in 1 nolu yorumuna cevap:

    yazdiklarin isabetli degil:
    1-) tüketimi sifirlamak zaten mümkün degil, neticede her insanin yeme, icme, barinma gibi temel ihtiyaclari var. lüks tüketim dersen, o da zaten orta sinifa özgü bir durum; orta sinifa mensup insanlarin da zaten mevcut düzen ile bir sorunlari yok.
    2-) tüketimi azaltarak, tüketim yolu ile kapitalist sistemi devirmek cocuksu bir hayal/ilüzyondan baska bir$ey degil. senin gibi insanlar kapitalist üretimin sacma/absürd prensiplerini te$hir edip, insanlara anlatmak yerine, zaten kit kanaat ya$ayan insanlara, “bir lokma bir hirka” felfefesi ile yasamayi tavsiye edip, bununla da kapitalist sistemin yikilacagI cocuksu fantazisine inandirmaya calisiyorlar. bir düzenin yikilmasi ancak $öyle mümkün: insanlar sözkonusu düzenin ekonomik ve siyasi prensiplerinin yanlisligina, zararlarina ikna olup, o düzeni ayakta tutmak yerine yikmaya girisirlerse olur. bundan harici cocuksu devrim fantazileridir.
    3-) farzedelim insanlarin bir kismi tüketimi azaltma yoluna gittiler, bunun sonucunda olacak olan $udur: kapitalist piyasa icin üretim yapan $irketlerde üretimi azaltirlar, sorun nerede? ya da piyasada, atiyorum 10 $irket varsa, tüketim azaldigi icin birkac tanesi iflas eder, geri kalanlar yoluna devam eder.
    4-) üretim sektöründe i$ yapan sirketler, tüketimden bagimsiz olarak finans sektöründen aldiklari krediler ile ayakta dururlar. bunu sende belirtmissin zaten.
    5-) yazdiklarinin son cümlesinden anla$iliyor ki, sende gezegeni, canli hayati kurtarmaya soyunmus idealistlerdensin. gezegeni, canli hayati kurtarmaya soyunmus süpermen pozlari bir insani gülünc duruma düsürmekten baska bir ise yaramaz. bu dünyayi kurtarma pozlari, marxizm adina yapilirsa daha da gülüc olur. dikkat edersen insanin sömürülmesinden hic söz etmiyorsun. asil sorun edilmesi gereken aslinda budur. acliktan, parasizliktan, ic savaslardan kacip göc yollarinda, akdeniz, ege de bogulan mültecilerden tutalim, ay sonu kirayi nasil öderim, cocuklarin karnini nasil doyururum kaygisi ile yasayan milyarlarca insanin kendi derdini, sefaletini bir kenara birakip “canli hayat”in sonu gelecek, “gezegenimiz batacak” gibi seylere kafa yoracagina gercekten inaniyor musun? bu “canli hayatin sonu gelecek” argümani ile insanlari kapitalist sistemi yikmaya ikna edecegine gercekten inaniyor musun?

  67. SOMA maden cinayetini işleyen katil: “Kapitalizm!”

    !!! ÇİZMELERİMİ ÇIKARAYIM DA, KAPİTALİZMİN SEDYESİ KİRLENMESİN !!!

    ( https://www.youtube.com/watch?v=DGQPYZBC4Jg )

  68. Sayin Gün Zileli ingiltere AB den neden çıktı? AB ortaklığı güç kaybeder mi?bununla ilgili yazınız var mı?

  69. pek değişen bir şey yok. İngiltere zaten yarı yarıya AB’nin içindeydi. Şimdi ise yarı yarıya dışında.

  70. şimdilik yok. ayağımı yeniden sakatladım da.

  71. Gecmis olsun..Ben daha farklı bir cevap bekledim.”yarı içindeydi şimdi yarı dışına çıktı “bunun anlamı ne? Benim takip edebildiğim kadarıyla İngilterenin AB den ayrılması uluslararası bir krize yol açabilir.AB nin prestiji etki gücü € ülkelerini etkiler.dünya ekonomik sistemde ve bankacılık sistemi AB merkez bankasına ayrı durdu hep.Merkez bankasının almanya ya taşınmasına muhalefet etti.kısaca bu konularda ayrı noktalarda duruyordu.AB nin süper devleti Almanya ve itifaki fransanin euro devletlerinin yetki alanlarini Brüksele devr etmesi Ingilterenin rshstsiz olfugu noktalardan biriydi.Lordlar kamarasi kendini zaten diğer ülkeden ayrı bir yerde duruyordu.Onlar hep “soylu” yoksul Halkta hizmetcileriydi.İskoçya, irlanda İngilizler için sorun olmaya devam ediyor.Önümüzdeki günler için yeni bir “bağımsızlık” refarandurmu bekleniyor.

  72. Anlamı şu ki, gökkubbenin altında değişen bir şey yok!