Gün Zileli: “Bütün Sol, Çoğulcu Bir ‘Toplumsal Mücadele’ Örgütünde Birleşebilir” Söyleşi: Yunus Öztürk

 

Mesele dergisinin Ekim 2016 tarihli 118. Sayısında yayınlanmıştır.

 

 

 

  • Güncel bir tartışmayla başlayalım. İrfan Aktan’ın yazısı sosyal medyada epeyce paylaşıldı. Ardından sizin bir yanıtınız ve Aktan’ın bir düzeltmesi oldu. Bu bağlamda, Türk sosyalist aydınlarının Kürt sorunundaki ana konumlanışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

“Türk sosyalist aydınları” kavramı bir hayli tartışmalı. “Türk” derken ne demek istiyorsunuz? Ayrıca “sosyalist” ve “aydın” derken de ne demek istiyorsunuz? Milliyet üzerinden bir kategorileştirmeye karşıyım. Örneğin kendimi bu üçünden hiçbirine koyamıyorum. Kısacası, ne Türk’üm, ne sosyalistim, ne de aydınım. Sanırım bunun yerine, kısaca “Solun Kürt sorunundaki konumlanışı” demek daha doğru olur.

 

Gerçi burada da sorunlar var. “Sol” derken neyi kastediyoruz, sorusu ortaya çıkabilir. Kendi adıma tanımlayacak olursam, bununla, Türk milliyetçiliğinden görece uzak duran (esasen ulusalcı olmayan), anarşistler de dahil, farklı farklı sol kesim ve eğilimlerin tümünü anlıyorum.

 

Artık sorunun cevabına geçebiliriz sanıyorum.

 

Bence solun Kürt sorunundaki konumlanışı, Kürt ulusal hareketi karşısında, suçluluk duygusundan kaynaklanan bir çekingenlik ve hatta tabiyettir. Aktan’a cevap yazımda da belirttiğim gibi bu, Sartre’ın, Cezayirlilerin karşısında duyduğu vicdan azabına benzemektedir. Böyle bir vicdan azabı ya da bundan doğan çekingenlik ve tabiyet, bence sonuçta devletin sömürgeci politikaları karşısında desteklenmesi gereken ezilen halkın mücadelesine pek yararlı olmaz. Tersine, solu kişiliksizleştirdiği gibi, Kürt ulusal kurtuluş hareketini de eleştiriden azade bir benbilirimciliğe sürükler ve daha fazla hata yapmasına neden olur. Oysa bugün Kürt ulusal hareketinin en fazla ihtiyacı olan şey solun dostça eleştirisidir.

 

  • 12 Eylül öncesi anaakım sosyalist solun yaklaşımlarıyla bugünkü devamcılarının Kürt meselesine yaklaşımlarında değişim hangi yönde?

 

12 Eylül öncesi solun o zamanki Kürt hareketine yaklaşımı esasen kibir kelimesiyle tanımlanabilir. Yani bugünkünün tam tersi. O zamanki solda büyük ve hatta gereksiz ölçüde bir özgüven vardı ve bu da kibire yol açıyordu. Sanırım biraz da o zamanın ruhuyla ilgili bir şey bu. O dönemde her sol örgüt, taraftar toplayabilmek için gereksiz bir özgüven sergilemek zorunda hissederdi kendini. Bir de toplumsal hareketin bütün bileşenlerine karşı olduğu gibi Kürt ulusal hareketine karşı da üstten ve tekelci bir tutumu vardı. Komintern geleneği de böyle bir şeydi zaten. Bu nedenle ortalıkta, “her şeyin doğrusunu benbilirimci”, herkesin kendine kayıtsız tabi olmasını şart koşan bir sürü “proletarya partisi” dolanırdı. Aslında bugün de elinden gelse sol aynı tutumu takınmak ister ama artık bugünkü koşullarda buna kimseyi inandıramayacağını bildiğinden  böyle bir şeyden neyse ki uzak durmaktadır. Ama bu sefer de ortaya, yukarıda değindiğim gereksiz bir alçakgönüllülük, hatta aşağılık duygusu çıkmaktadır ki, bu da kibir kadar  zararlıdır.

 

  • Kürt aydınlarının Türk sosyalistlerine yaklaşımlarındaki eksiklikler sizce neler…? Burada ana eğilimler neler?

                                                                                                                    

Burada da küçük bir iki düzeltme yapmak isterim. “Kürt aydınları” yerine Kürt ulusal hareketinin taraftarları ve sempatizanları demek daha doğru geliyor bana. Bugün bu kesimin sola yaklaşımı genelde kayıtsız şartsız ve eleştirisiz destek talebidir. Sosyal medyaya baktığımız zaman bunu çok iyi görebiliyoruz. Soldan Kürt ulusal hareketine yönelen en ufak bir eleştiri bu kesim tarafından müthiş bir salvo ateşiyle karşılaşmaktadır. Zaten ilk sorunuza verdiğim cevaptaki solun çekingenliği de, açık söylemem gerekirse bu şirret tutumun yarattığı atmosferden kaynaklanıyor. Bu kesimin şu sıralar en büyük sığınağı veya gerekçesi, İrfan Aktan’ın yazısında gördüğümüz türden bir Sartre örneklemesidir. “Bakın, Sartre ne demiş” demekte, başka bir şey dememektedirler. Evet ama  Sartre’ın her zaman doğru ve haklı olduğunu kim iddia edebilir ki. İrfan Aktan’a cevap veren yazımda belirttiğim gibi, Sartre, Cezayir meselesinde çubuğu ters yönde fazla eğmiş ve ezilen ulusun savaşçılarını eleştiriden azade bir konuma oturtmuştur. Aynı, Sovyetler Birliği’ni savunmak adına, bu ülkenin Gulag toplama kampları suçunu örtbas etmeye çalışması gibi (Sartre’ın bu iki noktadaki eleştirisini Sartre Çıkmazı adlı çalışmamda etraflı bir şekilde ele alacağım.)

 

  • Türkiye sosyalistleriyle Kürt demokratik hareketinin birlikte mücadele etme olanakları var mı?

 

Elbette var, neden olmasın. Sol ve Kürt hareketi elli yıldan fazla bir zamandır omuz omuza mücadele etmiştir. Her ne kadar gerilimli ve çapraşık bir ilişki olsa da aralarında, bu iki toplumsal eğilim aynı devlet tarafından ezilen kardeş akımlardır. Birlikte mücadele etmeleri, olması gereken durumdur.

 

  • Böyle bir ittifakın olmamasında ve/veya doğru bir ilişki kurulamamasında Kemalizmin ve Stalinizmin sosyalist soldaki etkisi belirleyici mi?

 

Bu noktada Kemalizmin ve Stalinizmin dolaylı bazı olumsuz etkileri var tabii. Örneğin Kemalist cumhuriyetçiliğin sol üzerindeki Türk milliyetçisi etkilerinin solun bazı kesimleriyle Kürt ulusal hareketi arasında bir soğukluğa yol açtığı bir gerçektir. Öte yandan, Stalinizmin katı, sekter, tekelci anlayışları da her iki tarafın özellikle örgütsel kanallarında hâlâ etkili olduğu için iki kesim arasındaki bir araya gelme eğilimini zayıflatmaktadır.

 

Bununla birlikte, tayin edici olumsuz faktör bunlarmış gibi gelmiyor bana. Esas mesele, Kürt ulusal hareketinin eleştiriye karşı tutumunu değiştirmesi, diğer yandan solun da hem Kürt hareketi karşısındaki kişilik kaybını tamir etmesi, hem de geleneğinden gelen tekelci anlayışları yenmesidir.

 

  • Kürt demokratik hareketiyle sosyalist hareketin ittifakı gerekli mi? Bu bakımdan HDP deneyimi sizce sınırlı da olsa bir ittifak partisi olabildi mi?

 

“İttifak gerekli mi” diye sormak bile gereksizdir. Bir toplumsal hareketin başarıya doğru ilerleyebilmesi için toplumsal gelişmeden yana güçlerin bir arada hareket etmesi şarttır. Toplum her ne kadar çok parçalıysa da toplumsal mücadele son tahlilde birbiriyle uzlaşmaz bir çelişme içinde olan iki kamp etrafında toplanan farklı güçlerce verilir.

 

HDP’yi bir “ittifak partisi” olarak görmek doğru değil. Zaten yukarıda sözünü ettiğimiz ittifakın da böyle bir “ittifak partisi” etrafında olacağını düşünmemek gerekir. Parti denen örgüt kaçınılmaz olarak her zaman tabiyet ilişkileri yaratır. Oysa ittifak, eşitler arasında olması gereken bir şeydir.

 

HDP’nin son bir buçuk yıldaki rolüne geçecek olursak, HDP kendi adına bu alanda hem çok başarılı olmuş, hem de bu başarının ardından müthiş bir hata yaparak başarısız olmuştur. Başarı derken; 7 Haziran seçimleri öncesinde “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla yürüttüğü büyük kampanyayı, bu kampanyanın ürünü olarak solun geniş kesimlerinin desteğini kazanmasını, Kürt bölgeleri dışında da önemli bir destek bulmasını, %13 oy alarak mecliste 80 sandalya kazanmasını ve böylece AKP iktidarının 11 yıllık tek parti iktidarına son vermesini kastediyorum. Büyük hata derken de; 7 Haziran seçimlerinden bir ay sonra AKP iktidarının provokasyonlarına ve başlattığı savaşa PKK’nın cevap vermesi üzerine, PKK’yle kendini ayırmakta son derece pasif kalmasını, kazandığı desteğin ve prestijin neredeyse tamamını beş altı ay içinde kaybetmesini kastediyorum.

 

 

  • 7 Haziran 2015’te yüzde 13 oy alan HDP’ye yönelik yapılan en önemli eleştirilerin başında 7 Haziran sonrasında yaygınlaşan şiddeti durduramadığı, PKK’ye söz geçiremediği yönünde. Sizin düşünceniz nedir? 

 

 

PKK’ye söz geçirmesini ve şiddeti durdurmasını beklemek çocukluk olur. Benim şahsen böyle bir eleştirim yok HDP’ye. Benim HDP’ye eleştirim, dünyada örneği görülmemiş “özyönetim” ilanları yaparak saçma bir hendekler savaşına girişen ve yeni bir seçim örgütleyip iktidarı yeniden tek başına ele geçirmeyi planladığı son derece açık olan AKP’nin savaş çağrısına, bu iki partinin aralarında gizli bir anlaşma yaptığını düşündürecek ölçüde cevap veren PKK’ya karşı çıkmakta son derece yetersiz kalması, PKK’nin, artık ayırt edilemeyecek kadar IŞID eylemlerine benzeyen canlı bomba eylemlerine sadece cılız itirazlarda bulunabilmesidir. Sonuç olarak, HDP, AKP karşısında kazandığı seçimi PKK karşısında kaybetmiştir.[1]

 

 

  • Türk sosyalist hareketinin Kürt meselesi üzerinden ayrıştığına tanık oluyoruz. Sosyalizmin kendi iç sorunları, devrimci program, strateji tartışılmıyor. Bu bir zaaf mı, mecalsizlik mi? Nedeni ne olabilir?

 

 

Aman aman bir de program tartışmasına girmeyelim. Zaten sol bölünmek, ayrışmak için bahane arıyor. Ayrıca programlar iktidarlar için biçilmiş kaftandır. Sol illa iktidar olmak istediği için geçmişte bu tür programlara çok önem verdi ve her program bir bölünmenin bahanesi oldu. Geçmişteki, bölünmelere yol açan tartışmalara baktığımız zaman bugün ne kadar anlamsız geliyor. Alalım MDD-SD tartışmasını. O gün bu yüzden birbirimizi yiyorduk, Türkiye yarı-feodal mi, kapitalist mi diye. Bu tartışmayı, birbirinin gözünü oyan örgütler değil, ülkedeki gelişmeler kendiliğinden çözdü. Türkiye’nin, içinde yarı-feodal kalıntılar da barındıran, orta gelişmişlikte bir kapitalist ülke olduğu ortaya çıktı. Kaldı ki, bu tartışma anlamlı olsaydı bile birbirinin gözünü oymaya gerek yoktu.

 

Bugün de programlar yüzünden meydana gelen ayrım ve ayrışmaları anlamsız görüyorum. Bana soracak olursanız, bugün var olan bütün sol örgütlenmeler kendini ilga etmeli ve tek, geniş, çoğulcu, rotasyonla yönetilen bir örgütte birleşmelidir. Eğer bu mümkün olmuyorsa, o zaman herkes kendi “proletarya partisi”ni muhafaza etse bile, yine yukarıda tanımladığım türde bir toplumsal mücadele örgütünde birleşilebilir. Toplumda ses getiren bir örgüte ihtiyaç var. HDP’nin bir çıkışı bile ne kadar ses getirdi. Kürt solu da içinde olmak üzere sol bunu neden başaramasın? Başarmak istiyorsa tabii.

 

  • İşçi sınıfı – komünist anarşist akım da dahil- sosyalist sol için bugün bir anlam ifade ediyor mu? Dünyada devrimci bir dönüşüm için hangi toplumsal dinamikler rol oynayabilir? Devrimci bir hareket için işçi sınıfının rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sosyalist sol bağımsız bir siyasi ve toplumsal kimlik elde etmek isterse, esas faaliyet alanı, çalışması hangi zeminlerde olmalı?

 

 

En azından bugünkü dünya durumunda işçi sınıfının geçmişte kendisine atfedildiği gibi bir tarihi misyonu olmadığını düşünüyorum. Geçmişte işçi sınıfına böyle bir “öncü” ve dönüştürücü misyon biçilmesinin oldukça haklı yanları vardı. Çünkü gelişen kapitalizmle birlikte işçi sınıfı da büyük bir güç olarak ortaya çıkıyordu. Hem büyük ve kalabalık bir sınıftı bu, hem de gerçekten kapitalist toplumun bütün yükü omuzlarındaydı. Büyük mücadeleler de verdiği ve bir döneme damgasını vurduğu da bir gerçek.

 

Fakat bugün baktığımız zaman toplumun diğer kesimlerinden farklı bir “işçi sınıfı”ndan söz etmek bile zor. Üretimde bir işçi kesimi var ama işlevini son derece yitirmiş durumda. Ayrıca gerçekten üretimde olan işçi “sınıfı” (sınıf demekte zorluk çektiğim için tırnak içine alıyorum) bugün çalışan kesimlerin en tabi ve ideolojik bakımdan en geri kesimini oluşturuyor, ne yazık ki. Bugün işçi sınıfı yerine güçlü bir çalışanlar kesiminden (sınıf demekte yine zorlanıyorum) ya da borçlandırılmış çalışanlar kesiminden söz etmek daha doğru gibi geliyor bana. Bugün toplumda belirleyici olacak kesim budur ve Gezi isyanını yaratan da bu kesimdir. İçinde geleceğin borçlu çalışanları olan öğrenci gençliği de barındıran kalabalık ve etkili bir kesimdir bu ve sanırım geçmişte işçi sınıfının oynadığı rolü bu kesim oynamaktadır artık. Zaten sol da, pek dillendirmemekle birlikte, ister istemez çalışmalarının ağırlığını bu kesime kaydırmıştır.

 

 

  • 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından 21 Temmuz Erdoğan-AKP karşı hamlesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iktidar bloku içindeki bir iç silahlı çatışma mı? Yoksa nedir? CHP’nin AKP ile kurduğu ilişkiyi, nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP’nin bugünkünden farklı bir siyaset izleyebilir mi? İzlese ne yönde olabilir?

 

 

Ben 15 Temmuz’u tek parti iktidarına karşı muhalif subayların umutsuz bir darbe girişimi olarak değerlendiriyorum. İktidar bu darbeyi tamamen Fetullahçıların marifeti olarak göstermeye çalıştı ve muhalefet de ona bu konuda yardımcı oldu ama gerçek bu değil. Fetullahçılar darbe içinde bir bileşen sadece. Kemalist subaylar da öyle. Toplumun tek parti iktidarından en fazla bunalan kesimlerinin umutsuzluğa kapılmasının yol açtığı bir darbe girişimidir 15 Temmuz. Dolayısıyla, iktidar bloku içinde bir silahlı çatışma olarak görülemez. Son tahlilde, İslamcı iktidar bloku ile İslamcı hayat tarzına direnen toplumsal kesimlerin çatışmasının ürünüdür.

 

15 Temmuz darbe girişimi başarısız olmuş ve bu başarısızlık, tek parti iktidarının toplumun üzerine bütün ağırlığı ile yüklenmesine yol açmıştır. Yani bugün yaşadığımız, işin aslına bakılacak olursa, tek parti iktidarının karşı darbesidir.  Bu karşı darbe, Gestapo türü bir polis aygıtının örgütlenmesi ve İslamcı sokak güçlerinin seferber edilmesi temelinde iktidarın OHAL kararlarıyla yürütülüyor. CHP adlı muhalefet partisi, “halkın ruh halinden kopmamak” adına “Yenikapı ruhu”na teslim olarak aslında ruhunu teslim etmiştir. Bugün bundan kurtulmak için çırpınıyorlar ama kurtulmaları çok zor. “Yenikapı ruhu” onları cehenneme kadar takip edecektir. Böyle bir ruha ya da ruhsuzluğa teslim olmanın intihardan başka bir anlamı olamaz. Ha IŞID’ın gösterisine katılmışsınız ha Yenikapı’da AKP’nin gösterisine… Bence özünde kelle kesici kalabalıklara karışmaktan hiçbir farkı yoktur bunun. IŞID nereden çıktı sanıyorlardı. “Yenikapı ruhu”, IŞID’ı da doğuran İslami bağnazlığın ta kendisidir.

 

 

  • 15 Temmuz geleneksel burjuvazinin ihtiyacına bir yanıt olabilir miydi? AKP’nin 15 yıllık iktidarı, burjuvazinin bir strateji ve program değiştirdiğine mi işaret ediyor? Yoksa AKP kendisine yeni bir yol mu açıyor? Bu bakımdan ABD-AKP ilişkilerini de düşünerek yanıtlamak istersek… AKP’nin Türkiye geleceğindeki rolü ve yeri ne olabilir?

 

 

Geleneksel burjuvazi dediğiniz, her zaman reel durumlara göre ayarlar kendini. Elbette eğer darbe başarılı olsaydı kendilerini yeni duruma adapte edeceklerdi. Başarılı olamadı, o zaman en ateşli darbe karşıtı kesildiler. Bence geleneksel burjuvazi ile tek parti iktidarı arasında eskiden beri süregelen bir kan uyuşmazlığı var. Kültürel uyumsuzluklar da bunu desteklemektedir. Tek parti iktidarının batı ile arayı açması da bir başka olumsuz faktördür. Şu anda iktidara teslim olmuş görünüyorlar ama bana kalırsa bu durum orta vadede değişecektir. Sonuç olarak, bu iktidara, kapitalist küresel sistem açısından fazla ömür biçmemek gerekiyor.

 

  • Milli mutabakat rejimi yeni bir Türkiye inşa edebilir mi? Milli mutabakat rejimi nasıl bir Türkiye tahayyülüne denk geliyor?

 

“Milli mutabakat rejimi” denen şey, tek parti iktidarının sarıldığı son saman çöpüdür. “Milli mutabakat” diye bir şey olamaz, bu bir tahayyül bile değildir.

 

 

  • Fikret Başkaya ile birlikte Türkiye’de devrimci strateji, politika üzerine birlikte çalışmalarınız oldu. Türkiye devrim stratejisinin mümkün halinin hangi toplumsal güçler ve ittifaklar üzerinden gelişebileceğini öngörüyorsunuz?

 

 

Yukarıda da biraz değinmeye çalıştım. Bugün toplum ikiye bölünmüş durumdadır ve bu bölünme bir kültürel savaş halini almıştır. Bu çelişme, toplumu fazlasıyla elektriklendirmiş ve germiştir. Bu çelişme, çok uzak olmayan bir aşamada şiddetli bir toplumsal çatışmayla çözülecektir. Nasıl çözümleneceğini bilemeyiz elbette ama AKP iktidarı bir şekilde gidecek. Önemli olan, onlar giderken toplumsal muhalefetin nasıl bir konumlanış içinde olacağıdır. Eğer sol bu durumu hazırlıklı olmak istiyorsa, kendi içindeki saçma sapan ayrılıkları bir kenara bırakıp çoğulcu bir örgütlenmeye gitmek zorundadır. Bunu yapabilirse geleceğin toplumunda belirleyici bir etkisi olabilir.

 

 

Gün Zileli

17 Eylül 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] Bu konuda tarafımdan, Temmuz-Ağustos 2015’te sıcağı sıcağına yazılmış ve sitemde yayınlanmış yazılar şunlardır:

 

“MİT Vuruyor, Yandaş Medya Kurguluyor…” gunzileli.com/2015/07/23/9399/

“Karartmaya Karşı” gunzileli.com/2015/07/24/karartmaya-karsi/

“Ceylanpınar Cinayetine Bakın, Provokasyonun Merkezini Görün!” gunzileli.com/2015/07/29/ceylanpinar-cinayetine-bakin-provokasyonun-merkezini-gorun/

“Diktatörün Planları Yürürlükte” gunzileli.com/2015/07/31/diktatorun-planlari-yururlukte/

“Hikâye Böyle Bir Seyir izledi…” gunzileli.com/2015/08/08/hikaye-soyle-bir-seyir-izledi/

“AKP-PKK Savaş Koalisyonu” gunzileli.com/2015/08/26/akp-pkk-savas-koalisyonu/

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1 Mayıs’a İlişkin Birkaç Eleştiri…

Artıgerçek Herkes eleştiri-özeleştiriden bol bol söz etmesine rağmen aslında eleştiri pek hoşa giden bir şey …

54 Yorumlar

  1. “Sartre’ın bu iki noktadaki eleştirisini Sartre Çıkmazı adlı çalışmamda etraflı bir şekilde ele alacağım.”

    Evet, evet.. Be, kendi adima, entellektuel dunyamiza yepyeni ve muthis acilimlar getirecek boyle bir calismayi hasretle bekliyordum.

    Dahasi, “neden kimse cikip boyle bir calisma yapmamis” diye hayiflandigim da cok olmustur.

    La havle.

  2. marxist argüman

    T.C. maliye bakanligindan duyuru:

    “YURT İÇİ VE YURT DIŞI VARLIKLARIN
    MİLLİ EKONOMİYE KAZANDIRILMASI

    Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 6736 sayılı Kanun ile 31/12/2016 tarihine kadar yurt dışında bulunan varlıkların Türkiye’ye getirilmesi veya yurt içinde bulunan varlıkların işletme kayıtlarına dahil edilmesi halinde bu varlıkların serbestçe tasarruf edilmesine yönelik önemli
    imkanlar getirilmiştir.

    VARLIK BARIŞI İLE GETİRİLEN AVANTAJLAR
    NELERDİR?
    Yurt dışı ve/veya yurt içi varlıkların Türkiye’ye getirilmesi veya
    işletme kayıtlarına dahil edilmesi halinde;
    -bu varlıklar vergiye tabi kazancın tespitinde dikkate
    alınmayacak,
    -vergi incelemesi ve tarhiyatı yapılmayacak,
    -herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmayacak,
    soruşturma ve kovuşturma yapılmayacak,
    -vergi cezası ve idari para cezaları kesilmeyecektir.”

    devletin böyle bir yasa ile ula$mak istedigi hedef nedir?
    bir nevi sermaye/kapital transferi: yurt di$inda ya da yurt icinde yasal olmayan yani vergiye tabii olmadan kazanilmi$ kara/kirli para ve her türlü servetin ulusal ekonominin dola$im sistemine dahil edilmesi; böylelikle hem piyasalarin “sicak” döviz, para ihtiyacini kar$ilamak, hem de yil sonu gayri safi milli hasilanin hesaplanmasinda, yani ulusal ekonominin/zenginligin toplaminda büyüme kaydetmek.

    dünyada ki kara/kirli para ve servetin ana yurdu bilindigi gibi isvicre. fakat bu durumu son zamanlarda bazi devletler sorun etmeye ba$ladilar.
    örnek, amerika ve almanya, birincisi, ulusal sermayenin kaci$ini önlemek, ikincisi, sözkonusu bu ulusal sermayeyi vergilendirmek suretiyle elde edecekleri geliri hesap ederek, bir yandan isvicre devletine baski yaparak, isvicre bankalarinda hesap kaydi olan vatandaslarinin adlarini vermelerini sagladilar, diger yandan da aynen T.C. devletinin yaptigi gibi “vergi affi” ile bu durumun önüne gecmeye cali$iyorlar.
    yani “para’nin kanunu”nun gecerli oldugu kapitalist dünyada, özel mülkiyetin ve servetin “kutsalligi” ilkesi, istisna durumlar haric, her zaman belirleyici oluyor.

    yalniz $unu tahmin etmek zor degil: örnegin almanyada, devletten gizli büyük miktarda para/servet biriktirmi$ türkiyeli göcmenler varsa ve bu parayi/serveti bir $ekilde türkiye’ye transfer ederlerse ve alman devleti bunu tespit ederse, almanya, T.C.’ye “one minute” cekebilir.

    diger bir nokta, T.C. maliye bakanliginin yasaya taktigi ad dikkat cekici: “varlik bari$i”

    evet, bu yasayi islamci akp hükümetinin, islam’i kapitalizm ile bari$tiran ekonomi politikalarina örnek göstermek yanli$ olmaz sanirim. “vergi affi” yerine “varlik bari$i” demeleri bir tesadüf olmasa gerek.

  3. marxist argüman

    sayin zileli’nin bu söyle$isinde örnegin, ulusalci kategorilerle düsünmeye tavir almasi gibi dogru buldugum bircok $ey var fakat, -dogru olan zaten dogru-, ben yanli$ bulduklarimi ele$tirmek istiyorum.

    sayin zileli’nin yazisindan alinti:
    “Bence solun Kürt sorunundaki konumlanışı, Kürt ulusal hareketi karşısında, suçluluk duygusundan kaynaklanan bir çekingenlik ve hatta tabiyettir. Aktan’a cevap yazımda da belirttiğim gibi bu, Sartre’ın, Cezayirlilerin karşısında duyduğu vicdan azabına benzemektedir.”

    sayin zileli, sosyalist solun kürt ulusal hareketi kar$isinda “sucluluk” ve hatta “tabiyet/bagimlilik” hissettigini nasil tespit ettiniz? veri/kaynak gösterebilir misiniz?

    siyasi konulari/ili$kileri, veriye/bilgiye dayali analizlerle aciklamak yerine, sürekli olarak psikolojik/duygusal tanimlarla/sifatlarla aciklamak, “spekülasyon” yapmak, “tahmin” yürütmek anlamina gelir ki, sayin zileli bu yöntemi sürekli kullaniyor.

    birincisi, sosyallst solun, kürt/kürdistan meselesinde ki tavrinda asil belirleyici olan ölcünün “sucluluk duyma” gibi psikolojik/duygusal durumlar degil, lenin’in “uluslarin kendi kaderini tayin hakki” ilkesi oldugu biliniyor. sosyalist solun kürt sorunu tartismalarinda siklikla “uluslarin kendi kaderini tayin hakki” ilkesine bir kaynak olarak vurgu yapildigini okuyoruz fakat, “kürt sorunundan dolayi sucluluk hisediyorum, vicdan azabi cekiyorum” diyen sosyalist bir örgüte ben hic denk gelmedim.

    ikincisi, ister tek tek sosyalist bir bireyler olsun, isterse de sosyalist örgütler olsun, kürdistanda ki devlet teröründen/katliamlarindan sorumlu olmadigi halde, “kürt sorunundan dolayi sucluluk/vicdan azabi cekiyorum” demek ne anlama geliyor?

    cevap: sözkonusu bu sosyalist birey veya örgütün kendini türk devleti ve türk ulusu ile özde$le$tirdigini, yani bir nevi “devletim ve milletim adina bu i$ten utanc duyuyorum” demek anlamina gelir ki, bu da ki$inin, kendini devlet ve ulus ile özde$le$tiren ruh halini/düsüncesini aciga vuruyor.

    sartre’nin cezayir meselesinde ki tavrini da bu cercevede düsünmek lazim. dolayisiyla, böylesi bir tavirda ele$tirilmesi gereken $ey, sayin zileli’nin yaptigi gibi “sartre cubugu fazla büktü, cezayirli ulusalcilari da ele$tirmeliydi” degildir. sayin zileli’nin dogru buldugu böylesi bir ele$tiri, kendini taraflarin üstünde gören ve bir nevi yargic ya da hakem rolüne soyunan “ahlaki/moralist” poz’dan ba$ka bir anlama gelmez.

    sartre gibilerinin tavrinda ele$tirilmesi gereken:

    birincisi, sosyalistlik adina kendini ele$tirdigi devlet/ulus ile özde$le$tirmsi,

    ikincisi, ve yine lenin ve sartre’nin yaptigi gibi, kapitalist uygarligin ürünü olan “ulus” ve “ulusal devlet” kategorilerini red edip, ele$tirmek yerine, kapitalist dünyanin verili kategorileriyle düsünmeye devam etmek ve hatta üstelik “uluslarin kendi kaderini tayin hakki” diyerek, “ulus” ve “ulusal devlet”in varligini, cimento döküp saglamla$tirmaktan ba$ka bir anlama gelmez.

    sayi zileli’nin “tabiyet” diye tabir ettigi bagimlilik ili$kisiyle neyi kastettigi tam belli olmasa da, bazi sosyalist gruplarin kürt ulusal hareketiyle kurdugu ili$kinin “asimetrik” karakterine, yani sosyalist blokun tarih sahnesinden cekilmesinden sonra, toplumsal destegi azalan sosyalist gruplarin, “güclü” kürt ulusal hareketiyle ittifakini kastettigini tahmin etmek mümkün.

    böylesi bir ili$kiyi “tabiyet/bagimlilk” tabiri ile aciklamaya cali$mak yanli$tir; i$in dogrusu:

    birincisi, sosyalist gruplar, “uluslarin kendi kaderini tayin hakki” ilkesini benimsedikeri icin, “ezilen ulusun” mücadelesini desteklemeyi, sosyalist olmanin geregi olarak kabul ediyorlar.

    ikincisi, oportünizm, yani kürt ulusal hareketinin olanaklarindan faydalanmak.

    örnek 1, levent tüzel’in, kürt ulusal tabaninin oylariyla milletvekili secilmesi.
    yalniz burda da yine belileyici olan, sosyalist bir partinin hedefleridir. böylesi bir ittifak ayni zamanda, secimlere katilmayi dogru bulan ve T.C. parlamentosunu/devletin parlamentosunu devrim mücadelesin de bir “mevzi” olarak gören yanli$ mantigin ürünüdür.

    örnek 2. bazi silahli sol örgütlerin pkk ile, hem “uluslarin kendi kaderini tayin hakki” ilkesi geregi, hem de pkk’nin lojistik imkanlarindan faydalanmak amaciyla ittifak yapmasi, bu ittifakin geregi/hatiri icin, ya da böylesi bir ittifakin diyeti olarak da pkk’yi ele$tirme hakkindan ister istemez feragat etmesi. ayni $ekilde, pkk’nin de ittifak kurdugu sosyalist örgütleri sert bir dille ele$tirmemeye özen gösterdigini, ittifak halinde oldugu sosyalist gruplarin “propagandasina” kendi basinlarinda az cok yer verdigini belirtelim.

  4. marxist argüman

    sayin zileli’nin yazisindan alinti:

    “Büyük hata derken de; 7 Haziran seçimlerinden bir ay sonra AKP iktidarının provokasyonlarına ve başlattığı savaşa PKK’nın cevap vermesi üzerine, PKK’yle kendini ayırmakta son derece pasif kalmasını, kazandığı desteğin ve prestijin neredeyse tamamını beş altı ay içinde kaybetmesini kastediyorum.”

    böylesi bir degerlendirme neden siyasi gercekleri iskaliyor?

    cevap: birincisi, böylesi idealist bir baki$ acisi, kapitalist dünyada “ulusal sorunlari” cözen/sonuca baglayan nihai yöntemin “$iddet” oldugunu yadsiyor/görmezden geliyor. amerikan ic savasini ba$langic kabul edersek, günümüz kürt sorununa kadar, kapitalist dünyada “status quo”yu belirleyen asil yöntem silahli $iddet olagelmi$tir.

    hdp’nin aldigi %13 oyun tam olarak ne kadarinin kürt ulusal tabanina ve ne kadarinin sol secmen oldugunu bilmesekte, %10 oyu kürt ulusal hareketinin kendi secmeni, %3’ü de batida ki sol/sosyalist/anar$ist/homoseksüel vs. secemene tekabül ettigini tahmin edebiliriz.

    hdp, bilindigi gibi, kürt ulusal hareketinin legalde ki partisi oluyor. gecmiste ve günümüzde, legal kürt partilerinin sol/sosyalist kesimle secim ittifaklari, bu partilerin son kertede kürt hareketinin legal partileri oldugu gercegini degistirmez.
    hal böyleyken, yani T.C. ile pkk arasinda ki mücadelede, ya da $öyle ifade edelim, cumhuriyetin kurulu$undan beri, devletin “bölücü terör” ile mücadelesinde belirleyici yöntemin “siddet/imha/cezalandirma” oldugu gözler önünde oldugu halde; buna bagli olarak da kürt ulusal mücadelesinde belirleyici olanin da legal mücadele, yani hdp degil, silahli mücadele, yani pkk oldugu ortadayken, aynen devletin dile getirdigi bicimde “hdp kendini pkk’den ayiramadi/hdp, pkk ile arasina mesafe koyamadi” demek ne anlama geliyor?

    hdp’nin, parti olarak programi, kadrosu ve secmeni ile tamamiyla kürt ulusal hareketinin ürünü oldugunu; bundan dolayi da pkk’ye kar$it/pkk’ye ragmen siyaset yapamayacagini, böyle bir durumda kürt ulusal secmeninden, pkk tabanindan tek bir oy bile alamayacagini, yani hdp’nin bir nevi “intihar” etmesi anlamina gelecegini anlamak cok mu zor sayi zileli?

  5. marxist argüman

    necip’in 1 nolu yorumuna atfen:

    “yavuz hirsiz ev sahibini bastirir” deyimi tamda necip gibileri icin söylenmi$.
    osmanli torunu necip, sayin zileli’nin sartre gibi “gavur/kefere” bir aydinla ilgilemesine belli ki yine “KIL” oldu ve “siz” diyerek takindigi “resmi kibarligin” altinda ki alayci/cynical ki$iliginin ürünü bir cevap yazdi.
    öyle ya, necip fazil kisakürek gibi “aydinlarimiz” dururken, sayin zileli, sartre gibi “gavur/kefere” aydinlarla ilgileniyor; tipik bati özentisi, KIL oldum abi!

    osmanli torunu necip, “umutsuz vaka” oldugunu biliyorum fakat, cikmayan candan da umut kesilmez:

    akil, mantik, bilgi evrenseldir; bir dü$ünceyi, fikri, tez’i, teoriyi dile getirenin milliyetinin, cinsiyetinin vs. hicbir önemi yoktur. senin gibi devletin ve egemenlerin yilmaz savunucusu türk islamcilariyla, fa$istleriyle, milliyetcileriyle ben ister istemez hasim iken, alman, ingiliz, amerikali vs. bir marxist benim dostum, yolda$imdir.

    senin de “solcu” belledigin insanlari “hasim” olarak gördügün, resmi bir kibarligin altina gizlemeye calistigin kinini, nefretini her defasinda, farkinda olarak ya da olmayarak, gözler önüne serdigini görüyoruz.

    sartre gibi aydinlar, ulusal kurtulu$ mücadeleri vs. gibi konularin senin ilgi alanina girmemesi anla$ilir fakat, sanki zileli, senin gibi türk milliyetcilerine/muhafazakarlarina yönelik dü$ünerek yaziyormu$ gibi, sanki senin gibi osmanli torunlari zileli’nin hedef kitlesi/okuyucu kitlesiymi$ gibi pozlar da neyin nesi oluyor?

    sartre yerine, osmanli “alimlerinin”, necip fazil kisakürek gibi “üstad”larin izinde giden insanlarin kurdugu internet siteleri var; gidip o sitelerde “fikirda$larinla” muhabbet etmek yerine, burda zileli’ye yönelik, “ba$ka kimseyi mi bulamadin, sartre’yle ilgileniyorsun” seklinde alayci yorumlar yazmakla ne kadar abes bir i$le me$gul oldugunu farkinda misin?
    bu sitede ne kadar “egreti” durdugunu farkinda misin?
    bilgiye, veriye, ara$tirmaya dayanmayan; akil ve mantiktan uzak, siyasi/toplumsal dogmalarinla, hurafelerinle, özetle, osmanliyi idealize eden cehaletinle, alayciliginla bu sitede suyu/bilincleri bulandirarak, “balik/solcu” avlamaya cali$iyorsun.

    osmanli torunu necip, bu sitede ki “misyonerlik” rolünü birakmazsan, seni te$hir etmeye devam edecem, haberin olsun.

  6. marxist argüman

    sayin zileli, ayni paragraf icinde:
    “(HDP’nin) PKK’ye söz geçirmesini ve şiddeti durdurmasını beklemek çocukluk olur” dedikten birkac cümle sonra:
    “…(HDP’nin) PKK’ya karşı çıkmakta son derece yetersiz kalması…”

    sayin zileli belli ki $unu demek istiyor: “hdp’nin pkk’ye söz geciremeyecegini ben de biliyorum fakat, benim yine de hdp’den beklentim, hdp’nin pkk ile arasina mesafe koymasi; pkk’ye daha “net” tavir almasi.”

    burda göze carpan $ey, sayin zileli, hdp’nin pkk’ye söz gecirme ihtimalinin sifir oldugunu bile bile yine de “hdp, pkk’ye daha net tavir almali” demesi.

    böylesi bir beklenti ve ele$tiri neden siyasi/toplumsal gercekleri iskalayan “hümanist” ve “idealist” bir mantigin ürünüdür?

    birincisi, kürt ulusal hareketinin hdp gibi legal partilerinin, varliklarini borclu olduklari silahli kanada, pkk’ye tavir almalari e$yanin tabiatina aykiridir; bir nevi “siyasi intihardir.”
    böylesi bir baki$ acisi, kürt ulusal hareketinin silahli kanadi ile legal kanadin birbirlerinin alternatifi/kar$iti degil, birbirlerini kar$ilikli güclendiren, destekleyen bir pozisyonda olduklarini; hdp gibi legal partileri kuran, yöneten ve destekleyen tabanin ayni zamanda pkk’nin kadrolari ve taraftarlari oldugunu yadsiyor/görmezden geliyor; ba$ka bir ifadeyle, “pkk ayri, hdp ayri” gibi suni bir ayrimin mümkün olmadigini idrak etmek istemiyor.

    ikincisi, devletin, kürt legal partilerine “terör örgütüyle arana mesafe koy, yoksa seni cezalandiririm” dayatma ve tehdidinin sebebi, devletin kürt ulusal hareketinin silahli kanadiyla, legal kanadi kar$i kar$iya getirip, bölme/parcalama hedefidir.
    yani pkk’nin, ulusal mücadeleyi ce$itli yöntem ve araclarla sürdürme ve geli$tirme stratejisi dogrultusunda, yine kendi imkanlariyla kurdugu legal kürt partisine devlet, bunun imkansizligini bile bile “ya terör örgütüne acikca kar$i cikarsan ya da cezalandirilmayi/kapatilmayi hak edersin” diyerek, önce silahli kanat ile legal kanat arasina zayif bir ihtimal de olsa “nifak” sokmayi deniyor; bu olmazsa da, legal kürt partisini kapatip milletvekillerini cezalandirmak icin elinde hazir gerekcesi olmu$ oluyor.

    gelelim sayin zileli’nin, legal kanat ile silahli kanat arasina “nifak” sokma giri$imlerine.
    sayin zileli’nin devlet gibi, kürt ulusal hareketini zayif dü$ürmeyi amaclaMAdigi kesin.
    hdp’ye yönelik gercekci olmayan böyle bir beklenti, ki $ayet gercekle$se, yani hdp, sayin zileli’nin beklentileri dogrultusunda hareket etse, gercektende kürt hareketini bölüp zayiflatacak böyle bir beklentinin kaynagi genel anlamda idealizm, özel anlamdaysa demokrasi idealizmidir.

    demokrasiyi, parlamentoyu, secimleri idealize eden “hümanist” mantik $öyle i$liyor:

    örnek 1. silahli mücadeleye eyvallah, fakat i$id gibi intihar eylemi de ne oluyor, o’na ne gerek var.
    bu “hümanist” akil, genel anlamda $iddetin kaynagini sorgulamiyor; “ulus” ve “ulusal devlet” icin arac olarak kullanilan $iddetin kaynagini da sorgulamiyor; fakat intihar eylemleri gibi “sivillerin” de zarar görebilecegi “a$iri/uc” eylemlerden azade, belli kurallar cercevesinde yürütülen “temiz” bir sava$a itirazi yok.
    yani, savaslarin olmasini “dogal” gören, kimyasal, nükleer, atom silahlarinin haril haril üretildigi ve satildigi fakat, kullanilmasinin yasaklanmasini savunan devletlerin mantigiyla ayni mantik.

    bu “hümanist” mantik, intihar eyleminin, zayif tarafin artik son care olarak kullandigi bir yöntem oldugunu da idrak edemiyor.
    örnek, israil, A.B.D. ve T.C. devletlerinin “terör örgütleriyle” mücadelede askerlerine intihar eylemi yaptirdigi görülmü$ müdür? görülmemi$tir. neden? cünkü bu devletlerin elinde her türlü siddet araci mevcut; öyle bir yönteme ihtiyac duymuyorlar; tenezül etmiyorlar.

    kürt ya da filistinli ulusalcilar neden intihar eylemlerine ba$vuruyorlar?
    cünkü sava$tiklari devleti tavize zorlayacak yeterli $iddet aracina sahip degiller.

    örnek 2. “hümanist/idealist” mantik, demokrasiyi her derde deva sihirli bir ilac gibi görür.
    ulusal meselelerin tabiati geregi “al gülüm ver gülüm” yöntemiyle cözüleMEyecegini, cünkü iki ulusal/milliyetci akimin, örnek: türk-kürt, yahudi-filistin, cikralarinin ve hedeflerinin kar$it/zit oldugunu, uzla$masinin mümkün olmadigini, bundan dolayida ulusal sorunlari gecici ya da kalici olarak bir sonuca/cözüme baglayan nihai yöntemin/aracin $iddet oldugunu idrak etmek istemez.

  7. “sartre gibi “gavur/kefere” bir aydinla ilgilemesine belli ki yine “KIL” oldu ve “siz” diyerek takindigi “resmi kibarligin” altinda ki alayci/cynical ki$iliginin ürünü bir cevap yazdi.”

    Olur mu hic?..

    Ben, mesela, ‘Yetenek/sizsiniz’ turunden yarismalara cikip Jazz/Rock/Raggae/ vb gibi ustun sanatlari icra eden mukallit ozentilerimizi de hep takdirle karsilarim.

    Bunlar, cunku, kerameti kendinden menkul evrensellikler tasir ve bu topraklardaki insanlarin hislerine derun tercumanliklarda bulunur.

    Sartre konusuna gelmeden once, bizim aydinlarimizin ozellikle basta Rusya olmak uzere, Alman ve Ingiliz dusun dunyasina katkilarini, onlarin dusun adamlarinin bictigi elbiseleri nasil edip de bizlerin de giyecegi konusuna kafa yoruslarini hep hayranlikla izlemisimdir.

    Hal bu olunca, tabii ki, ayni nefeste, Sartre gibi yuce birisinin felsefi derinliklerini ulkemize tasimak ve acmaz gibi gorunen taraflarini da bir sekilde vaftiz etmek izin gayretlerde bulunmak ayrica takdire sayandir.

    Her ne kadar, bazi munafiklar, bu tur ulvi faaliyetleri orjinallikten uzak ve ‘Mesenevinin serhinin serhinin serhine serh dusmek’ gibi gorseler de, ben –tahmin edeceginizi uzere– oyle bakmiyorumdur; Bati felsefesinin zenginlesmesi icin yapilan hersey makbuldur cunku.

    Ve, evet, uretilen felsefelerde de cozum onerilerinde de, yerellikler aramak, otomatik olarak, kisiyi Osmanli susu busu yapar ve tukaka olmasi icin yeterlidir. Bundan siddetle sakinmaliyiz.

  8. Bu konuda İlber Ortaylı’dan;

    “Bazıları, “Osmanlı’yı reddederim” diyor. Adam zannediyor ki pasta keser gibi tarih yapılabilir. Bir kere Cumhuriyet’i kuranlar; Osmanlı paşaları, Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi’dir. Demek ki, redd-i miras sosyal düşünceye, sosyal realiteye uymayan bir şeydir.”
    “Batılılaşma gibi bir kelime 20. yüzyılda kullanıldı. Böyle bir terim ve Batılılaşmayı ifade eden Doğu-Batı çekişmesi 19. yüzyıldan beri hayatımızda. Peki Batılılaşma denilen olay ve süreç bizim toplum hayatımızda bu kadar yeni mi? Hayır. Çünkü Türkler bu topraklara, Anadolu’ya adım attıkları andan itibaren aslında Batı denen dünyanın içindedirler. İşin hiçbir şekilde geciktirme ve oyalanmaya tahammülü yoktur. Karşı tarafta hangi askerî üstünlük varsa, hangi teknolojik değişim söz konusuysa burada da anında bulunması gerekir. Osmanlı Devleti, Batı yakasına, yani Balkanlar’a adım attığı andan itibaren bunu görürsünüz.”
    “Doğu-Batı kültürü kutuplaşması bizim toplumumuzda da modernleşme ile birlikte başladı. “Bizim toplumumuzda da” diyorum, çünkü Türkiye, modernleşmenin getirdiği bu gibi sorunlarla karşılaşan tek ülke olmadığı gibi, çatışmanın temelinde yatan asıl neden İslâmlık-Hıristiyanlık ayrılığı da değildir. Pekâlâ Hıristiyan Rusya’nın ve Budist Asya’nın da aynı şiddetle bu problemi yaşadığını görüyoruz.”
    “Modernleşme aslında gelişmiş toplumun özelliklerinin azgelişmişler tarafından alınması diye tarif ediliyor. Bu tarif yeterince açık değil. Modernleşme varolan değişmenin değişmesidir. Yani toplum zaten belli bir ölçüde değişedururken anî ve hızlı bir değişme dönemine girilmesi söz konusudur.”
    “Gerçekte Osmanlı tarihinde Doğululuk-Batılılık kavgası yapılmadan tedricî bir kültürel değişim ve oluşum başından beri süregelmekteydi. 15. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu bir Balkan İmparatorluğu idi ve egemen kültürü de Balkan kültürüydü. 16. yüzyıldan itibaren bu imparatorluk Ortadoğu kültür bölgesine girmiştir. 18. yüzyılda ise Avrupa kültürü evlere, konaklara kadar girmeye başlamıştı.”
    “Böyle iki yüzyılda bir kültürel referans çevresi değişen imparatorlukta, Doğululuk-Batılılık kutuplaşması niçin 19. yüzyılda söz konusu olmaktadır? 19. yüzyılın Osmanlısı Batı’ya karşı kuşku duysa da artık onu bilinçli olarak izlemek üzerinde düşünmeye başlamıştı da ondan. 19. yüzyıl Osmanlısına göre Doğu’yla Batı artık kıyaslanamayacak iki dünya olmuştu. Açıkça yazmasalar da söylüyorlardı ki Batı Doğu’ya göre üstündü. Doğulular top tüfeğin dışında Batı uygarlığının hukuk ve idare kurumlarını da zorunlu olarak alıyorlardı. Çünkü Doğu’nun yaşaması için Batı yaşamının temel kurum ve kurallarını da hemen benimsemesi dönemi gelmişti.”
    “Geç modernleşme geçiren bütün toplumlar gibi Osmanlı modernleşmesi de kültürel bir tepki yaşadı. Büyük Petro’dan beri geleneksel kurumlarını yıkarak Batıya dönen Rusya’da bile modernleşmeye tepki o tarihlerde 150 yıldır hâlâ sürüyordu. Slavyanofil akımının başı Aksakof bir şiirinde “dönelim” diye tutturmuştu. Büyük Petro öncesi Rusya’nın din ve adetlerine dönüşü savunuyordu. Halkçılar arasında birçokları 15. yüzyıl öncesi Rusya’nın gerçek demokrasi, eşitlik, refah ve mutluluk ülkesi olduğunu, o dönemin canlandırılması gerektiğini öne sürüyorlardı. Bu tepkiyi sadece modernleşmeye karşı açıkça ortaya çıkan geleneksele muhalefet çevresinde veya muhalif görünen kültürel harekette ve düşüncede aramayalım. Çünkü aslında modernleşmenin muhalifleri de modernleşmeciler kadar olayın içindedir. Kullandıkları tez ve savunma yöntemleriyle reaksiyonerlerin kendileri de modernleşmişlerdir. Diğer yandan konulan yeni kurallar, yeni kurumlar ve yaratılmaya çalışılan yeni kültür hareketleri içinde de eskilik çeşitli biçimlerde direnir.”
    “Gerçekte Osmanlı modernleşmesi için “batılılaşan toplum” veya klasik Osmanlı dönemi için “Doğu toplumu” gibi betimlemeleri kullanmak temelde anlamsızlıktır. Bu anlamsızlık önce imparatorluğun bulunduğu coğrafî çevrenin tarihî-kültürel niteliği açısından sonra da Osmanlı İmparatorluğunun kendi tarihi evrimi açısından söz konusudur.”
    “Osmanlı imparatorluğu eski Akdeniz dünyasının üçüncü ve sonuncu imparatorluğudur (ilk imparatorluk Roma, ikincisi Bizans’tı). Akdeniz, uygarlığın, yani şehirleşmenin anayurdudur. Coğrafya olarak Osmanlılar belli iklimi, belli konumu olan bu dünyadadırlar. Eski Dünya insanları Akdeniz’i uygar dünyanın ortası olarak düşünürdü. Ekseri dillerde bu denizin adı Orta Deniz’dir. Bu bir coğrafi etnosantrizm (içedönüklük) kadar bir kültürel etnosantrizmin de ifadesidir. Ancak bir bakıma gerçekle bağdaşan bir etnosantrizmdir.”
    “Akdeniz uygarlıkları için Doğu ve Batı kavgası anlamsızdır. Eski Yunan, Doğudaki Mısır ve Mezopotamyanın bir sentezidir. Ortaçağlarda İslam dünyası Yunan-Roma mirasını değerlendirdiği ölçüde gelişmiştir ve 12. yüzyıldan itibaren Yahudilerin Arapçadan Latinceye yaptığı çevirilerle İtalya ve Batı Avrupa gene bu mirası alıp, uygarlığın bayrak yarışına devam etmiştir.”
    “Herhangi bir Avrupa dilinde sayısız Arapça kelime vardır. En başta aritmetikte dört işlemin yapıldığı rakamlara Arap rakamları denir (her ne kadar Hint’ten geldilerse de) ve cebirin kendisi İslam dünyasından geçmektedir. Akdeniz dünyasında dinler birbirinden çıkmıştır. Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık aynı dogmanın (akide) çeşitlemeleridir. Eski Doğunun Mezopotamya, Mısır mitolojisiyle Yunan mitolojisi birbirinden çıkmıştır.”

  9. Ortaylı’nın sözünü ettiği Osmanlı-Cumhuriyet devamlılığı (Osmanlı paşaları) kadar Beylikler-Selçuklu devamlılığı (Selçuklu devlet adamları) da önemlidir.
    Candaroğulları’nın kurucusu Şemseddin Yaman Candar bir Selçuklu komutanıydı (Candar). Bu beyliği Osmanlılar ortadan kaldırdıktan sonra Osmanlı devletinde görev almaya devam ettiler.
    Pervaneoğulları’nı kuran Muineddin Süleyman Pervane Selçuklu defterdarı (Pervane) ve vezir Mühezzibeddin Ali’nin oğluydu.
    Karahisar-ı Sahib (Afyonkarahisar) beyleri Sahib Ata oğulları Selçuklu veziri Sahib Ata Fahreddin Ali’nin ailesiydi.
    Çobanoğulları Selçukluların uç komutanı Hüsameddin Çoban’dan geliyordu.
    Beyliklerdeki devamlılığı gösteren bir örnek de Germiyanoğulları subaşısı Aydın oğlu Mehmet Bey’in Aydınoğullarını kurmasıdır.

  10. “bazi munafiklar, bu tur ulvi faaliyetleri orjinallikten uzak ve ‘Mesenevinin serhinin serhinin serhine serh dusmek’ gibi gorseler de”

    Gerçekten de medrese bilgisi ne acayiptir, birisi bir kitap yazar, biri çıkar onu kendi kafasına göre şerh eder, bir başkası o şerhi hâşiyeler, başka biri de hâşiyeye talikat yazar, kitap uzar gider, asıl maksat da satırlar arasında kararır, belirsizleşir, kaybolur.
    Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, s.106

  11. “‘Yetenek/sizsiniz’ turunden yarismalara cikip Jazz/Rock/Raggae/ vb gibi ustun sanatlari icra eden mukallit ozentilerimizi de hep takdirle karsilarim.”

    “bizim aydinlarimizin ozellikle basta Rusya olmak uzere, Alman ve Ingiliz dusun dunyasina katkilarini, onlarin dusun adamlarinin bictigi elbiseleri nasil edip de bizlerin de giyecegi konusuna kafa yoruslarini hep hayranlikla izlemisimdir.”

    Sanırsın ki, ananeler birbirlerine baskın gelmek için de birbirleriyle rekabet ediyor. Kızılderililer de Türktü galiba.

    Ah Necip ah…

    Niye unutur, insan insana baka baka yaşar. Cemil Meriç hayranısın, git bir daha bak, neler yazmış, kefereye bıyık altından gülmenin anlamsızlığı üzerine.

    Eeee ne de olsa orijinallik aramak lazım değil mi, Kızılderililer de Türkse eğer, şu copyright şeysinden para koparabilir misin acep…

  12. “Cemil Meriç hayranısın”

    Degilim.

    Buranin sorunlarina burali bir acidan cozum aradigi icin takdir ederim.

    Ve, sizin matah saydiklarinizi Cemil Meric’in hangi baslik altinda tasnif ettigini merak ediyorsaniz, ‘Mağaradakiler‘ isimli kitabinda kullandigi ‘‘Müstağrip’‘ kavramina bakmanizi oneririm.

    ‘Müstağrip’, bir zamanlar ‘sol’un diline doladigi ‘komprador’dan cok daha beterdir; cunku, ‘komprador’, kimligini muhafaza ettigi halde efendilerinin borusunu otturenlere deniyordu.

    ‘Müstağrip’, milliyetcilerin kullandiklari ‘mankurt’tan da beterdir benim gozumde, cunku ‘mankurt’ –kendi iradesi disinda– kimligini kaybetmis, efendisine kole olmus olan anlamina gelir.

    ‘Müstağrip’ ise, hem asagilik komplesini icsellestirip kendi kimligini reddetmis, hem de icinden ciktigi topluma tepeden bakan anlamina gelir.

    ‘Muasir medeniyet’ pesinde yola cikanlarin ‘müstağrip’lesmesini oldum olasi acikli bulmusumdur.

  13. özgürlükçü

    İnsan önce daha önceden bu mihvalde yazdıkları yazıyı hatırlar hiç olmasa.
    Zileli sen bu işleri hiç bilmiyorsu bari bilmediğin işte büyük laflar etme!!!!!!

  14. “bu mihvalde” değil, “bu minvalde” olacak!

  15. Bu sitede sürekli yaptığın üzere: Kendini daima merkeze koyuyorsun. Bencilliğin, davranışlarının temelini oluşturuyor. Bir insanın ve/veya bir ananenin ‘kendi’ kalması ile, bencilce sayıklamalar arasındaki çizgiyi görmek istemiyorsun. Japon ananelerinin, Dostoyevsky’i anlayan ve baştacı eden ilk ananeler arasında olduğunu, ama aynı zamanda kendi ananelerini yaymak için canla başla didinMEdiklerini görmek istemeyecek kadar ‘nefret dolusun.’

    Necip, gözünden kaçırıyorsun.

    Hayranı olduğun Cemil Meriç’i ya hiç anlamamışsın, ya da kasten yan çiziyorsun.

    Meriç, hiçbir zaman, ‘muasır medeniyet'[ler] denen ne idüğü meçhûl zerzevat[lar]ı kendine malzeme yapıp, keferelere bıyık altından hınzırca gülünmesi gerektiğini ima etmedi, söylemedi, yazmadı. Sen, Cemil Meriç’i de, işine geldiği gibi eğip bükmekten gocunmayacak kadar kurnazsın. Alev Alatlı’dan farkın yok.

    Olayı sadece kişi ismine indirgeme meraklısı değilim, konunun daha net anlaşılması için, bu kez, isimle devam edeyim. Meriç, ‘Necip, Sartre’a veya Zileli’ye [veya bir başkasına] laf atmandan evvel, otur ilk önce bunlar ne demeye çalışıyor, anla’ diye sana çıkışırdı. Sadece ‘Mağaradakiler’e takılıp kalma, ‘Kırk Ambar'[lar]ı da hatırla. Sana cevabı orada vermiş, gözlerini kaçırmazsan, anlamak istersen.

    Belki farkında değilsin, içten içe xenophobic özellikler biriktiriyorsun. Eğer bu kafayla gidersen, seni, Cemil Meriç bile kurtaramaz.

    Senin maksadın: ‘Müstağrip’ kelimesi ile ‘xenophobia’ kelimesini karıştırıp, çorba yapmak. Oldukça planlı programlı hareket ediyorsun.

    Sen, kendin kalmak amacıyla değil, bencilce sayıklamak için ‘yerli ve milli’ elementleri savunan bir şahıs olduğundan, anca anca Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘başdanışmanlar aday listesi’ne CV’ni gönderebilirsin, başka bir şeye değil.

  16. “Meriç, hiçbir zaman, ‘muasır medeniyet'[ler] denen ne idüğü meçhûl zerzevat[lar]ı kendine malzeme yapıp, keferelere bıyık altından hınzırca gülünmesi gerektiğini ima etmedi, söylemedi, yazmadı.”

    Meric’i ya okumamissiniz; ya da anlamamissiniz.

    “Sadece ‘Mağaradakiler’e takılıp kalma, ‘Kırk Ambar'[lar]ı da hatırla. Sana cevabı orada vermiş, gözlerini kaçırmazsan, anlamak istersen.”

    Olur.

    Bakalim ne demis?

    [‘Mağaradakiler’den]

    {‘Müstağrip’ basligi altindaki en son cumlesi}

    Aydın, efendisinin ilaçlarını çalıp içen ahmak uşak.

    [‘Bu Ülke’den]

    Müstağrip

    Tanzimat sonrası Türk aydınına en çok yakışan sıfat: Müstağrip.

    Edebiyatımız bir gölge-edebiyat; düşüncemiz bir gölge-düşünce. Üç edebî nevi itibarda: Taklit, intihal ve tercüme. Ama zirvelerin hiçbirini tanımıyorduk.

    Avrupa’yı Avrupa yapan düşünce fatihleriyle temasımız yasaktı. Haşet Kitabevi’nden ibaretti Avrupamız, girdapları olmayan bir kıta, tezatsız ve tek boyutlu; bir kartpostal Avrupa’sı.

    Coğrafyamızda tek kıta vardı, kafamızda tek yarımküre.

    Türkçe konuşan birer Fransızdık.

    Müstağrip
    Cetlerimiz Avrupa’yı ehlileştireceklerini ummuşlardı. Namık Kemâl bir fetih hülyasıdır…. Asya’nın akl-ı pîrânesi’yle Avrupa’nın bikr-i fikrini evlendirmek.

    Bir cihangirâne ihtiras, yerini rezil bir zevkperestliğe bıraktı. Genç Batı’nın her nazına, her cilvesine katlanan ihtiyar birer âşık olduk.

    Avam anlayamaz bizi diyorduk; avam, yani kendi insanımız, tarihin ve edebiyatın dışındadır, kendini kader’e hapsetmiş. Yükselen bir medeniyet için kurşun işlemez bir zırh olan kader inancı, çöken bir toplum için yüklerin en ağırıdır.

    Yığını kavganın, yani hayatın dışına iten bu teslimiyetin kaynağı tevekkül değil, tereddidir . Ve… kaçıyorduk.

    [‘Kırk Ambar’dan]

    Çağdaşlaşmak

    Batı dillerinde karşılığı olmayan bir mefhum; Çağdaşlaşmak; cıvık, korkak, murdar…

    Bu habis kelimeyi, lügat hazinemizden tardetmedikçe, düşünce selâmetine ulaşamayız. Gerçi Avrupa da şuurumuzu bulandırmak için, nice lafızlar icad etmiş. Ama hiçbir emperyalizm, çağı tek başına temsil etmek gibi abes bir iddiaya kalkışmamıştır.

    Hıristiyan dünyanın son keşfi, ‘azgelişmişlik’.

    Asırlık hezimetlerin öcünü almak için uydurulmuşa benzeyen bu sefil kelime müstağriplerimiz tarafından hararetle benimsendi Neden azgelişmiş, niçin azgelişmiş, kime göre azgelişmiş?

    Tarih sahnesine çıkan büyük medeniyetler birbirine eşit değerdedir. İslâm -Türk medeniyeti, bu medeniyetler içinde en parlak, en uzun ömürlü, en zinde medeniyetlerden biridir. Medeniyetin tek ölçüsü vardır: insana verdiği değer.

    Türk-İslâm dünya görüşünde, insan, Tanrı’nın bîr nusha-yışürasıdır. Tabiatın dışında İmtiyazlı bîr yeri vardır. Bu itibarla mukaddestir. Türk – İslâm dünya görüşü, İnsan haysiyetine büyük değer veren, bu haysiyeti inancın ve düşüncenin bütün belirtilerinde görmesini bilen bir idrâktir.

    Vazgeçilmez îcâbları adalet, eşitlik, hürriyet ve müsamahadır.

    Türk – İslâm medeniyeti bu idealleri gerçekleştirdikten sonra, her medeniyet için mukadder olan bir çöküş ve çözülüş merhalesine ulaşmıştır. Zaten doğunun ve batının bütün büyük târih felsefecileri medeniyetin, kavimlerin târihinde böyle çıkış ve iniş merhaleleri olduğunu kabul ederler.

    Demek ki, bizim için bir “geri kalmışlık” söz konusu değildir. Zirveye vardıktan sonra yükselecek başka irtifalar olmadığı için, yürüyüşe devam etmek, ister istemez alçalmaktı.

    Batı’nın abeslerine îtibar etmek bu alçalışı büsbütün hızlandırdı. Rodinson, çağdaş dünyayı, sanayileşmiş – sanayileşmemiş diye ikiye ayırıyor.

    Daha aydınlık, yâni daha ilmî bir sınıflandırış. Değer yargısı belirtmiyor; sanayileşmek iyi de olabilir, kötü de.

    Daha doğrusu sayısız mahzurları olan bir mecbûriyet-i elîme.

    Azgelişmiş yalanı, sömürgecilerin kendilerine vesayet hakkı hazırlamak İçin uydurdukları bir mahkûmiyet kararı.

    Ah bu Avrupa!

    İngilizler dünyanın en büyük medeniyetlerinden birini yok ederler; Hind’de kasırga gibi eser, tezgâhları söker, mâbed taşlarını müzelere aktarır, insanlığın yüzünü kızartacak zulümler icad ederler.

    Bu habasetler insansever Marx’a latifeler ilham eder: “Doğuda içtimaî değişiklikler ancak Avrupa’nın istilâsı sayesinde gerçekleşebilir… aferin İngilizlere, istikbâlin büyük Hindistan’ını yaratmak, yâni Hind’i çağdaş medeniyete ulaştırmak İçin bu sıkıntılara katlandılar”der. “Sanayi bakımından gelişmiş ülke, azgelişmiş ülkeye geleceğin imajını sunar sâdece.”

    Marx bu sözü niçin söylemiş, anlatalım:

    İngiltere’de kapitalizm gelişmiş. Sanayi İnkılâbı bütün ihtişam ve sefâletiyle ferman ferma; Almanya ise millî birliğini bile kuramamış henüz. Sanayi alanında ise geri mi geri.

    Yazar, Alman okuyucusunun dikkatini çekmek istiyor konuya. Sana anlattığım, kendi hikâyendir, diyor. Çünkü her toplum aynı merhalelerden geçecektir. Yarın sen de İngiltere gibi olacaksın.

    Bu hüküm çağdaş düşünceye Vico’nun armağanı, Vico’nun ve Auguste Comte’un: Her ülkenin târihi aynı istasyonlardan geçmek zorunda.

    Hmmm..

    Galiba pek de methetmis degil ‘mustagrip’leri.. Yoksa, Cemil Meric ‘xenophobic’ miydi?

    Anafikir?

    Bilip bilmeden, sirf bir seyler yazmak icin yazmamak gerek.

    Bir de, bugz-u ‘xenophobia’, sizi, hubb-u ‘müstağrip'(lik)i tercihe zorlaMAmalidir.

  17. Sherlock Holmes

    Arkadaşlar durun ve beni dinleyin Kürt meselesinde bugun şiddeti kullanan herkez hata yapmaktadır..Nedir kürt sorunu türk sorunu bunlar dertmidir…Ve türk kürt ayrımı işçi sınıfına zarar vermektedir..Bugun eğitim dili illa değişecekse ingilizce olmalıdır..Bir yerlere bomba koymakla ölmekle öldürmekle çözülmez bu dava gelin barış olalım…kardes olalım…

  18. Sherlock Holmes

    Yazık değil mi ölenlere ya katil olanlar kardes kanıyla elleri kirlenenler elbet önür dünyada vardır neye inanırsak inanalım ama şunu unutmayalım sonsuz yaşama inanlar kan dökmez…

  19. özgürlükçü

    Ne HDP yi ne kürt siyasetini ne de Toplumsal muhalefetin alternatif politik mücadele biçimlerinden üç gram haberi olmayanların bu tarz analizler yapıp solu bir çoğulcu örgütte birleştireceğini zannedenler bu gün pratik özgürlükçü devrimci toplumsal mücadelede olmayıp masa başı pazarlık siyaseti yapanlardır.
    1.Bilinmeyen bu gün tarihinde ilk kez toplumsal muhalefet egemen sisteme alternatif politik seçenek yaratmıştır siyaseten geçmiş pozisyonuna göre devrim niteliğindedir.
    2.İçinde yaşadığımız açık faşist kaotik ikliminde aslında toplumsal muhalefetin bütün alanlarda egemen hegemonyayı sarsan yönetemez hale getiren nitelikteki mücadelesidir.
    3.Bu başarı siyaset pratiğini sistem mağduru halkın gelecek beklentileri ile görünür hale getirip bu mücadeleyi asıl saihi sistem mağduru halkın demokratik iradesine nasıl bırakabilirizi konuşması gerekenlerin yukardaki yazıdaki gibi geldiği yeri bilmeyen yeni bilinenleri tekrar edip aslında sistem aktörlüğünü gizleyen milli güçlere yaltaklanan yazılar yazarsınız.
    Bunları neden ve sürekli yaparsınız!!
    Yoksa siz toplumsal muhalefetin başarmasından fesatlananlardanmısınız!!!!!!
    Bütün demokratik olanakların engellendiği adeta egemen hegemonyanın toplumsal muhalefeti bütünüyle kriminalize edip seçeneksiz braktığı bu iklimde toplumsal muhalefetin tek seçeneğinin kaldığı bu iklimde bunu yapabilmek döt ister!!!
    Biz lazlarda bu duruma
    Aha mundi aha kaytani deriz!!!!!!!!!
    Döti yiyen varsa beri gelsin!!!!!!!!

  20. marxist argüman

    bir türk milliyetci/muhafazakarinin cektigi “kabir azabina” dair:
    (türk-islam idealisti necip’in ruh halinin analizi)

    türkcü-islamci necip, nihayet karnindan konu$mayi; dolayli/imali konu$mayi birakip, derdini acik ifade etmeye ba$ladi.

    necip $ahsinda prototipine tanik oldugumuz milliyetci/muhafazakar tip’in karakter özelliklerinden birisi sahtekarliktir.
    kapitalist bati’nin dolar’ini, eurosunu, bilim teknigini kullanmada, kapitalist rekabeti savunmada; insan ve dogayi sömürerek servet biriktirmede kraldan daha kralci kesilen milliyetci/muhafazakar tip (bkz. necip), i$ “kültürel degerlere” gelince bati kar$iti sahte bir “anti-emperyalist” pozlara bürünür.
    necip’in, akil ve mantigi devre di$i birakan “kapitalizm diye bir sistem yoktur; günümüzde ki ekonomik üretim faaliyetinin prensipleri, ilkeleri, yasalari vs. yoktur” iddiasinin gerisinde yatan düsünce tamda o cok ele$tirdigi “taklitci” durumuna dü$me korkusudur. yani, türkiye de dahil, global kapitalist düzen diye bir $ey varsa ve bu kapitalist düzen bati’dan gelmi$se ve necip gibi milliyetci-muhafazakar kapitalistler de bu ekonominin “aktörleriyse”, bu demektir, necip, otomatikmen bati “taklitcisi” olmu$ oluyor. yani necip’te bati basinini bile okumama tavri seklinde uc bir noktaya varmi$ olan “bati kar$iti” ruh hali, “kapitalizm diye bir$ey yoktur, ben de kapitalist falan degilim, siz halt etmi$siniz” $eklini almi$ durumda.

    necip gibi türkcü-islamci milliyetci/muhafazakarlarin ruh halini, cektikleri “kabir azabini” analiz etmeye devam edelim.

    bir insan, beraber oldugu hayat arkada$ina cok baglanmi$sa, o insani gözünde cok büyütüp idealize etmi$se; yani idealize edilen nesneye/objeye baglanma ve sevgi ne kadar coksa, bir ayrilik durumunda yasanilacak aci ve üzüntüde o derece derin olur; “sevgiliyi” “ba$tan cikaran” “yabanciya” duyulan kin, nefret, öfke de o derece büyük olur. bu durumun canli örnegi necip.

    milliyetci-muhafazakar necip gibi tiplerin idealize ettikleri nesne nedir? genel anlamda türk-islam uygarligi, özelde osmanli imparatorlugu.
    necip’in belli ki bir osmanli tarihcisinden okuyup burda dile getirdigi “iklim degi$ti, osmanlinin yikilmasina sebep oldu” gibi gülünc/cocuksu/sacma bir iddiayi mercek altina alalim:

    birincisi, böyle bir iddianin sahibinin “ben osmanliya laf söyletmem arkada$” seklinde taraftarligi acik. bunu nerden anliyoruz: osmanlinin bir devlet olarak tarihe kari$masinin nedenlerini, gerek osmanlinin kendi düzeniyle alakali gelismelerden, gereksede dünyanin diger bölgelerinde ki siyasi-toplumsal-ekonomik geli$melerden soyutlayarak aciklama cabasi: iklim. osmanlinin yikilmasinin faili iklim, tabiat olunca, otomatikmen elden bir$ey gelmez.
    necip’in: “osmanli elinden geleni yapti ama o iklim yok mu…” seklindeki hayiflanmasini hatirlayalim.

    ikincisi, dikkat edilirse, türk-islam uygarligini idealize eden milliyetci-muhafazakar tipler, osmanli düzeninden adeta ilahi bir düzen gibi bahsederler.
    türk milliyetcisi-muhafazakari necip’in yazdiklarina dikkat edin:
    -sanki yüzyillar önce ege, karadeniz, kürdistan daglarinda, köylerinde ya$ayan insanlar, devlet olarak osmanliyi sipari$ etmi$ler; sanki o insanlar “arkada$ devletsiz hayatin kahri cekilmiyor, bize tez elden bir devlet lazim, hemi de osmanli gibi bir devlet lazim” demi$ler gibi konu$uyorlar.

    peki gercek nedir: her devlet/egemen gibi osmanlida kilic/silah zoruyla zapt ettigi “allahin topragini”, benim topragim diye sahiplenmi$, o topraklarda ya$ayan insanlari da kendi “mali” yani “tebaasi/kullari” olarak vergiye/haraca baglami$; sava$lar icin asker olarak sava$tirmi$ vs.
    yani demek istedigim, bugünkü sosyal devleti biraz daha ayri incelemek lazim fakat, özellikle osmanli gibi eski zaman devletleri, insani ve tabiati “kollektif” sömürme amaciyla organize olmu$ “capulcu/yagmaci” bir gücten ba$ka bir anlama gelmez.

    gercek böyleyken, devleti ve düzeni idealize eden milliyetci-muhafazakar necip gibi tipler, osmanliyi, tebaasi/kullariyla bütünle$mis kusursuz bir “harmoni” seklinde hayal ederler.
    dikkat edilirse, milliyetci-muhafazakar necip, osmanlinin katliamlarindan, vah$etinden hic bahsetmiyor; osmanlinin bir devlet olarak anadoluda, balkanlarda ve arap cografyasinda, ister harac/vergi tahsili sebebiyle olsun, istersede siyasi/ideolojik/din’i/mezhepsel sebeplerden olsun, osmanli düzenine kar$i yapilmi$ sayisiz ic isyanlari ve osmanlinin bu isyanlari bastirmak amaciyla ba$vurdugu zor ve vah$et, necip gibi tiplere kalsa hic ya$anmami$tir.

    sözün özü, milliyetci-muhafazakar necipgiller familyasi, osmanlinin talan ve vah$etini bizlere, devletin tebaasiyla bütünle$tigi kusursuz bir harmonik/ilahi düzen olarak pazarlamaya cali$ir.

  21. Kapitalizmin yıkılması bence şu nedenle imkansızdır (En azından Türkiye’deki kapitalizmin. Diğer ülkeler hakkında kesin yargı vermek yanlış olur. Eğer bütün dünyada yıkılırsa Türkiye’de de dış etkilerle yıkılmış olur)
    Türkiye’de halkın (“işçi sınıfı”nın) ezici çoğunluğu fanatik devletçi/orducu/milliyetçi/kemalist -dolayısıyla kapitalizm yanlısı.
    Bu halkın (işçi sınıfının) radikal biçimde değişerek fanatik devlet/ordu/milliyetçilik/kemalizm karşıtı olması ve devleti -dolayısıyla kapitalizmi- yıkmak için devrimci mücadeleye atılması -kısa sürede büyük bir evrim geçirmedikleri sürece- imkansız gibi bir şey.

  22. özgürlükçü

    Dikkatinizi çektimi bilmem İrfan Aktandan sartreye Zileli nedense HDP ye yakın yada HDP yi olumlayan kişi örnek ne varsa duyunca dayanamıyor hemen bir uzman raporu gibi yazı döşüyor içinde genel doğruların arasında milli ve zilli duygularını inceden zerk edip bi rahatlıyor!!!
    Yaşlandıkça bunamamız normalda Perinçek gibi hidayete erme tehlikesinden korkmakta fayda var!!!
    Benim bildiğim politik anarşistlerin hemen tamamı HDP de bu saatten sonra zileli gibi kendini anarşist diyenlerin cenazesini bu ot bitmeyen çorak topraklarda kim kaldıracak tabikii HDP insan biraz düşünür ne yapıyoruz!!!!
    İşlevimiz nedir!!!!!
    Yaptıklarımızın özgürlükçü toplumsal devrimci mücadeleyemi katkısı var yoksa eski yada yeni efendileremi????
    Eyi bi düşünmek lazım?????
    HDP ye çakınca devlet-iktidar egemen hegemonyadan övgü alınıp HDP övülmesininde ağır bedeller getirdiğini bilen sorunlu zihinlerin özgürlükçü toplumsal devrimci mücadeleye zararı en az sistemin sahipleri kadar oluyor sanırım????

  23. (Halil Berktay’ın Kabileden Feodalizme adlı kitabından, s. 285, 286)

    Kendi temsil ettikleri burjuva sınıfının da aslında adım adım Ortaçağın bağrında oluşup o Ortaçağı yıkmaya giriştiğinin (felsefî düzeyde, «devamlılık» ile «yadsınma»nın birliğinin) farkında olmayan bütün bu düşünürler, devrimci bir dönemde yaşadıkları için hep Ortaçağın yadsınmasını esas alıyorlar; feodalizmi insanlık tarihinde kendine özgü bir yeri, belli bir maddî temeli ve gelişme patikası olan bir aşama olarak değil, her nasılsa ortaya çıkmış bir hilkat garibesi ve bir «mutlak durağanlık» dönemi olarak görüyorlardı11.
    Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında, diyelim 1930’ların sonlarına kadar, Kemalist tarihçiliğin Osmanlı toplumuna bakışında da aynı Aydınlanma tutumu gözlenebilir… Mustafa Kemal, Büyük Nutkunda şöyle sesleniyordu:
    «Osmanoğulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına vazıülyed olmuşlardı [elkoymuşlardı]. Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi. Şimdi de Türk milleti, bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil almış bulunuyor…»
    Osmanlı-öncesinde bir «millet» ve «hâkimiyeti milliye hakkı» vardı da Osmanlı sultanları bunu hile ve tertiplerle gasp mı etmişlerdi? Fakat feodal devleti yıkmaya girişenlerin, Ortaçağa karşı «aşırı» davranmaları ve kendilerini, yıkmak istedikleri şeyin kesin antitezi olarak ileri sürmeleri, elbette kaçınılmazdı.

    11 Engels (1888/1976), 29: «Ortaçağ, tarihin, bin yıllık bir barbarlıkla kesintiye uğraması… sayılıyordu; Ortaçağdaki büyük ilerlemeler – Avrupa’da uygarlık alanının genişlemesi, orada uzun ömürlü, yaşama şansı olan ulusların yanyana oluşması, son olarak XIV. ve XV. yüzyılın büyük teknik ilerlemeleri – bütün bunların hiçbiri… görülmüyordu.»
    Sadece Doğu toplumlarını «mutlak duragan» sayan AÜT teorilerini ele alırken, Avrupa’da burjuva devrimi dönemindeki düşünüşün kendi Ortaçağını, yâni Batı Avrupa feodalizmini de mutlak bir duraganlık içinde görmüş olduğunu hatırlamak yararlıdır. Çok hızlı gelişme tempolarına alışmış olan çağımızın gözlükleriyle bakıldığında, elbette bütün feodalizmler hareketsiz sanılır, oysa belli bir hareket hepsinde vardır. Böyle düşünsel karşılaştırmalar, tarihçileri darlıktan, partikülarizmden kurtarmaya hizmet etmelidir.

  24. M. Şevket Eygi “Kemalistler Müslüman çoğunluğu cahil bıraktılar, sonunda belalarını buldular.” demiş şu köşe yazısında;
    http://www.milligazete.com.tr/nerduban_beyimiz/mehmed_sevket_eygi/kose_yazisi/31522
    “Cahil bıraktılar”dan kastı bu tayfanın harf devrimiyle ilgili klişesi olsa gerek. Başka bir yazısında şöyle demiş mesela;
    “Latin harflerini aldık ve çok ilerledik. Yalan yalan yalan… Latin harflerinin zorla kabul ettirilmesi kültür, eğitim hayatımızda büyük bir ârızaya ve kopukluğa sebebiyet vermiş ve bizi bugünkü krizlere ve sıkıntılara sokmuştur. Dünyanın en zor, en çetrefil yazısına sahip olan Japonya ve Çin bizden çok ileridedir.”
    http://www.milligazete.com.tr/konvansiyonel_yalanlar/mehmed_sevket_eygi/kose_yazisi/31627
    Yalnız bu yazıda şu tespiti doğru bence;
    “Laik ve Kemalist Türkiye üçüncü dünyaya örnek oldu. Dünya büyüklüğünde bir yalan… Üçüncü dünyaya örnek olacak ülke, o harika otomotiv ve elektronik sanayii, vasıflı eğitim sistemi ve üniversiteleri, saymakla bitmez başarıları ile Güney Kore’dir.”

  25. marxist argüman

    hilkat garibesi bir düsünür: cemil meric

    cemil meric, önce saga sonra sola yalpa vurduktan sonra, en sonunda da osmanlicilik-islamcilik limanina demirlemis, dünyayi anlamadan bu dünyadan göc etmis bir düsünür.

    cemil meric’ten alinti:

    “Bence Devlet-i Aliyye‟nin kuruluşundan Tanzimat‟a kadar geçen her asır muhteşem ve göğüs kabartıcıdır. Bir hitap ve kelime medeniyeti değil, bir insan ve aksiyon medeniyeti yaratmışız.”

    cemil meric ve o’nun kapitalist/burjuva versiyonu necip gibi milliyetci-muhafazakarlarda göze ilk carpan $ey: kemalistlerin aksine, osmanli imparatorlugu ve düzeninin idealize edilmesi; kendilerini osmanli ile özde$le$tirmeleri, ve osmanliya duyulan siddetli özlem: yeni/neo osmanlicilik

    nazilerde ve $imdiki neo nazilerde birle$tirici ve yayilmayi/fetihleri me$rula$tiran unsur irk(ari) iken, yeni osmanlicilarda irk’in yerini islam aliyor.

    kemalistler, “ne mutlu türküm diyene”, “türk övün calis güven”, “bir türk dünyaya bedeldir” gibi milliyetci/ikci propaganda ile yeni bir ulus, türk ulusunu yarattilar. yeni osmanlicilarda ise “türk” ulusunun yerini, “osmanli milleti” ve irk’in yerini ümmet, yani islam aliyor.

    bati’yi adeta $eytan, bati’ya ait her$eyi de $eytan i$i olarak gören osmanlicilik, “bati taklitcileri” diye sucladiklari jön türklere ve kemalistlere, osmanlinin sonunu getiren suclular olarak sonsuz bir kin, öfke ve nefret duyarlar.

    avrupali kolonyalist gücler, cografi ke$ifler ve sömürgecilik sayesinde ekonomik ve askeri alanda, osmanliya kar$i savas alanlarinda üstünlük saglayinca, osmanlida cöküs baslamis, bu cökü$ün önüne gecmek icin de “batilila$ma”, batililari taklit ederek güclenme düsünceleri ve arayislari baslamistir.
    i$te yeni osmanlici idealistler, bu gercegi ba$ üstü cevirirler $öyle derler: osmanli sapa saglamken, bati özentisi modernle$me girisimleri osmanliyi yikima sürüklemistir. oysa durum demin de belirttigim gibi tam tersi: yani osmanli, avrupali sömürgeciler ve rus imparatorlugu karsisinda art arda savaslari kaybedince, bs$ a$agi gidi$ ba$lami$, bunun neticesinde de “batila$ma” denilen reform hareketleri baslamistir. reform hareketlerinde örnek alinanlarin avrupali sömürgeciler olmalari da ne tesadüf ne de taklittir: reformlar, avrupanin üstün askeri sistemini almakla baslamis, daha sonra kapitalist ekonomisini ve siyasi yönetim bicimi demokrasiyi benimsemeye kadar varmistir.

    cemil meric ve necip gibi osmanli hayaliyle yatip kalkan milliyetci-muhafazakarlar neden dünyayi anlamamis hayalperestlerdir?

    cevap: jöntürkler ve kemalistler, avrupada ki ve dünyada ki gelismeleri takip eden devlet adamlari olarak, fransiz devrimiyle baslayan ulusalcilik akiminin er gec osmanli sinirlari dahilinde ki uluslari da etkileyecegini, bunun osmanlinin parcalanmasiyla sonuclanacagini tahmin edebiliyorlardi. nitekim, ulusalcilik akimi önce balkanlarda ki uluslari etkisi altina almi$; balkanlarda ki ulusal isyanlari her türlü katliamla bastirmaya calisanlarda yine jön türkler olmuslardi. bu ulusalci akimlar daha sonra ermeni, kürt ve arap ulusalcilarini da etkilemis, osmanli ve jöntürkler, imparatorlugun yikilmasini önlemek icin ermeni soykirimi basta olmak üzere anadolu ve arabistani, bastan basa kan gölüne cevirmislerdir.

    “Daha önce belirttiğimiz gibi Meriç, modernleşmeyi laik, demokrat, çağdaş bir yapıyı meydana getiren bir süreçten ziyade, dünyada benzeri kurulamayan bir medeniyetin iflası olarak görmektedir.” (CEMİL MERİÇ İLE TÜRK MODERNLEŞMESİNE BİR BAKIŞ, Tülay GENCER)

    dünyayi anlamaktan aciz yeni osmanli cemil meric, ulusalcilik/milliyetcilik akimini da, bati’nin $eytan i$i bir icadi olarak görüyor, bati’nin, azinliklari ki$kirtmak ve osmanliyi parcalamak icin uydurduklari bir$ey olarak görüyor.

    böylece necip’in komplo teorilerine meyilli mantiginin da cemil meric’e dayandigini tespit etmi$ oluyoruz.
    evet, bilgiye ve veriye dayali analiz olmayinca, bunun yerine fantazi, dogma, hurafe ve komplo teorileriyle toplumsal gelismeler aciklanmaya calisiliyor.

    cemil meric’ten alinti:
    “Bizim intelijansıyamız (aydinlarimiz) Batı‟nın yeniçerisidir. Yeniçeri müthiş buluş. Türk, Avrupa‟nın çocuğu ile Avrupa‟yı vurdu. Ama önce onu hidayete erdirdi. Şimdi Avrupa bizim intelijansıyamızla bizi vuruyor.”

    evet, görüldügü gibi hilkat garibesi cemil meric, atalari osmanlinin avrupali cocuklari kücükken zorla alip, yeni ceri olarak yetistirdikten sonra avrupaya kar$i sava$tirmasini “müthi$” bir bulu$ olarak görüyor ve gurur duyuyor.

    “Evet Türk insanı papağan Batıcılıktan gerçek Batıcılığa Marksizmin sayesinde geçebilmiştir. Descartes‟in XVII. yüzyılda Avrupa‟da başardığı düşünce devrimine benzeyen bir düşünce devrimi yaratmış
    tır bizde Marksizm. Avrupa‟nın yalancılığına, kapitalizmin sömürüsüne dikkatimizi çekmiştir… Batı‟dan icazet almadıkça Batı‟yı tenkit edemezdik. Marksizm bize bu icazeti verdi. Yani şuurumuza vurulan zincirleri kırdı ve Avrupa büyüsünü bozdu.”

    görüldügü gibi cemil meric de necip gibi intikam ate$iyle yanip tutu$uyor.

    “Meriç sanayileşmede de iki yol sunar: Kapitalist yol ve Sosyalist yol. Üçüncü bir yolun olmadığı bu alanda
    ise bize en uygun olan sosyalist yoldur.”

    arap devletlerinde ki baas rejimleri, nasir, esad, kaddafi, esad rejimlerinin “arap sosyalizmi”, bu düsünceye tekabül ediyor. “arap sosyalizminin” türk versiyonu: “osmanli sosyalizmi”

    “Hem kapitalist ülkeler, hem de ahlakımız bizim kapitalizmle kalkınmamıza engeldir. Sosyalizm ise İslam ahlakına en çok uyan, maziye en yakın olandır. Meriç‟in maziyle sosyalizm arasında kurduğu bu bağ Osmanlı‟nın
    meydana getirdiği toplumsal düzenden kaynaklanır. Osmanlı pek çok milleti tek bir millet yapabilmiş ferdin tüm bencilliğini bu düzende eritebilmiştir. Osmanlı‟nın altı yüz yıl süren varlığının sırrı, İslam‟ın getirdiği hoşgörü ve adalet ile kurduğu bu sistemdir.”

    cemil meric’in osmanli düzenini nasil idealize ettigine dikkat!

    $imdi vikipediadan alinti:

    “Kuyucu Murat Paşa’nın yaşı epeyce ileri olduğu için Anadolu’nun birçok yöresini kapsayan bu kampanyasında uzun zaman at üzerinde bulunması yaşına göre zor olduğu için kendini ata bağlattırdığı bildirilmektedir.[1] “Kuyucu” lakabını öldürttüğü Celalî isyancılarının ve onların destekçilerini ölü ve diri derin kuyulara gömdürmesi nedeni ile almıştır. Yıllarca Anadolu’da öldürttüğü kişilerin kellelerinden yaptırdığı piramitler bir korku hikâyesi olarak anlatıldı. Çok soğukkanlı, çok gaddar ve amansız olduğu bilinmektedir. Yaşa başa bakmadan; erkek, kadın, Celâlî eşkiyasına destek verdiğini kabul edilen herkesi öldürtmeyi amaç edinmişti. Bu kampanya sırasında Anadolu’da öldürttüğü kişi sayısının 30.000 kişiyi geçtiği bildirilmektedir.”

    vahset, katliam ve fetihler üzerine kurulmus osmanli harac ve capul düzeni, cemil meric gibi hilkat garibesi yeni osmanlilarin hayalinde adalet ve hösgörünün sembolü olarak idealizie ediliyor.

    milliyetci-muhafazakar mantik aynen $öyle i$liyor: osmanli bu kadar uzun süre ayakta kaldigina göre, bunun sirri olsa olsa adalet ve hö$görüdür.
    dikkat edilirse: bu adalet ve hosgörüyü ispatlama ihtiyaci bile duyulmuyor. bir düzenin/devletin ömrünün uzun olmasi, o devletin hosgörü ve adaletine ispat olarak sunuluyor.

    “İslam bütün sorunları çözmüş, sosyalizmin kurmak istediği dünyayı çok daha önce Osmanlı‟da yaratmıştır.
    Sosyalizmin temelini oluşturan sosyal eşitlik, adalet,
    sınıfsız bir toplum aslında İslam ahlak anlayışının da özüdür. Meriç‟e göre kitleleri harekete geçirecek tek
    şey budur. İslamın özel mülkiyeti helal, din kardeşliğini kutsal kılması sosyalizmle bağdaşmasa da “sosyal adalet”
    kavramı kurulacak düzeninanahtarı olabilir. “Yani bu bakımdan Batı‟daki düşünceler içinde İslamiyet‟e ters
    tarafından en yakın olan Marx gelir. Türk insanı ruhen hazırdır böyle bir şeye.”

    cemil meric’ten son alinti:

    “Şehirlere duyulan nefret çok kuvvetlidir. Geniş halk tabakalarıyla, şehir aydınları kopmuştur. Yarı mistik, yarı okumuş kuvvetli bir liderin modern bir Said Nursi‟nin çıkması kâfidir”

    soru: cemil meric’in burda sözünü ettigi “beklenen mehdi” kimdir?
    a-) tayyip erdogan
    b-) fetullah gülen
    c-) necip

    benim favorim necip.

    .

  26. Ah şu emperyalistler yok mu emperyalistler, aslında yerlerinden hiç kımıldamasalardı, ne güzel dünya…

    Dünyada kötülüklerin merkezi ‘Batı’ ha…

    Demek ‘Batı’, ‘Doğu’ya nüfuz etti, onu paralize etti, birer ‘müstağrip’e dönüştürdü ha…

    ‘Suç odağı’ aramak ve bulmak için bin dereden su getirmek…

    Dünyanın merkezinde sadece sen ve senin gibiler var, herşey sen ve senin gibilerin etrafında tavaf ediyor…

    Ah şu bencillik ah…

    Ah Necip ah…

    Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlarından biri bu sayfayı okusa, senin yazdıklarını görünce, göğsü kabarır, kesin…

    Şu ‘Marx’, ne kadar şeytanî bir mahlûkmuş be, o derece etkili…

    Hiç düşündün mü [ki düşünsen de itiraf etmek işine gelmez], Marx ‘çağdaş medeniyet’ derken ne anlıyordu, Meriç ‘çağdaş medeniyet’ derken ne anlıyordu? Marx’ın, Hindistan [ve genelde ‘Doğu Sorunu’ diye kullandığı şemsiye tabirin altında] üzerine yazdıkları tamamıyla ‘[Hindistan’ın] ekonomi[si]nin geliştirilmesi’ ile ilgilidir. Batı’nın [İngiltere’nin], company’ler kurarak bütün coğrafyanın verimliliğini tek başına sömürmesine ve ‘kültürel emperyalizm’ uygulamasına şiddetle karşı çıkmıştır. Bunu sen de biliyorsun, ama görmezden gelmek huyun olmuş.

    Meriç’in ise, rüyasında görüp korktuğu ve senin gibileri de korkutmaya uğraştığı, ‘emperyalistler geliyor, safları sıklaştırın’ haykırışlarıydı, o kadar.

    Aşağıda, Meriç, ‘dağınık, üslupsuz, fakat dürüst’ nitelemesini yapıp, Maxime Rodinson’un ‘Marksizm ve Müslüman Dünya’ eserinden alıntıyı aktararak, hem Rodinson’un hem de dolaylı olarak Marx’ın tespitlerini onaylıyor, ikisine de teşekkür ediyor:

    Kırk Ambar

    İslâm Dünyasının Kısa Bir Tablosu

    İktisadi Gelişme

    İslâm ülkeleri ve devletleri birbirinden farklı ama, hepsi de azgelişmiş. Sosyo-ekonomik bakımdan azgelişmiş ülkelerin ayırıcı vasıflarını onlarda da buluruz. Bu vasıflar, sanayilemiş ülkelerle bu ekonomiler arasındaki münasebetlerin eşitsizliğinden doğmaktadır besbelli.

    İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana İslâm ülkelerinde nüfus geniş ölçüde arttı (ortalama %2,5 ila 3 oranında). Oysa kaynaklar, böyle bir artış göstermekten uzak. Bu ülkeler kendi başlarına tahılı üretemedikleri gibi yatırımlara da girişemiyorlar. İster istemez, ya bazı tahıl ürünlerini ya da yeraltı servetlerini yabancı ülkelere satacaklar. 1969’da, dünya petrolünün %40’ı İslâm ülkelerinden geliyor. Ama petrol üretimi ve satışı bu ülkelerin kalkınmasına katkıda bulunmakan uzak. Gelişmiş ülkeler, ya pazarlarını elden çıkarmamak ya da kendilerine siyasî bir yandaşlar sağlamak amacıyla bu ülkelere kredi açıyor, teknik yardımda bulunuyorlar. Nitekim bu ülkelerin hemen hepsinde belli bir iktisadî büyüme görülmektedir. Ne var ki, teknisyen sayısının yetersizliği, gittikçe artan beyin göçü… durumu zorlaştırmakta ve söz konusu iktisadî büyüme ürkütücü problemlere yol açmaktadır.

    Liberal Arap ülkelerinde yatırımlar düzensiz, kamu yararına olmaktan çok, bir an önce kâr sağlamak amacına yönelmiş durumda. Devlet, üretimi ve büyümeyi sürdürebilmek için büyük çabalar harcamak zorunda; bu arada yabancı yardımlara başvurması kaçınılmaz. Avrupa ve Amerika, verdikleri yardımlar vasıtasıyla kendi hâkimiyetlerini sağlamak peşindeler. İslâm ülkeleri, genel olarak, fiyat dalgalanmalarına ve sentetik maddelerin rekabetine açık hammadelerin üretimine yönlendiriliyor. Ciddi bir rekabet gücüne sahip millî endüstriler pek seyrek ortaya çıkabiliyor. Bu ülkelerde millî bir gelir dağılımı da son derece adaletsiz. Tüketim boyunca kamçılanıyor ama ne bu tüketim ihtiyacını tatmin imkânları, ne de bu ihtiyaçların inzibat altına alınması sağlanabiliyor.

    Devletçi Arap ülkelerinde ise büyüme daha düzenli, ama yatırımlar çok defa isabetsiz. Akserî harcamalarla, idare masraflarının artışı bir yana, gösteriş ya da yüzeysel bir modernleşme için kaynaklar hızla tüketiliyor. Bu da yine yabancı ülkelere bağımlılığı perçinliyor.

    Bir de güdümlü Arap devletleri var. Bunlar büyük devletler arasında daha rahatça raks edebiliyor; dışardan veya içerden gelen anarşik çıkar baskılarına boyun eğmek zorunda değiller. Ama bu devletlerde de gelir dağılımı eşitsiz. Kaymağı alan, yönetici ve askeri sınıf. Oralarda da verimsiz ve isabetsiz yatırımlar sürüp gidiyor. Oralarda da giderilmesine imkân olmayan ihtiyaç ve arzular doğmakta. Ne var ki, ideolojik frenler ve baskılar belli bir tevekküle zorluyor insanları, dayanamayanlar göçüyor.

    […]

    Teknik ve Kültürel Bütünleşme

    Müslüman dünyaya Avrupa ve Amerlka’dan ithal edilen modern teknikler hatırı sayılır düzeye ulaştı. Sanayileşme ve gelişen ithalat, modern yönetimde el ele vererek geniş bir kentleşmeye yol açtı. Bu yeni ortam, kitleler arasındaki haberleşmeyi kolaylaştırdı. Teknik medeniyetin zorla kabul ettirdiği yaşayış modelleri, ya doğrudan ya da taklit edilerek yayıldı. Modern dünyayla bu bütünleşme, Müslüman devletlerin milletlerarası büyük örgütlere katılması ile bir nevi resmîlik kazandı, edebiyat ve güzel sanatlara yansıdı.

    Yine de bu bütünleşmeyi belli sınırlar içinde tutan engeller vardı. Evet, sanayileşme bu toplumlara Avrupa ve Amerika’nın davranış tarzlarını kabul ettirdi, ama bu daranış tarzları, bazı parlak istisnalar bir yana, derinlere kök salamadı. Sanayileşmenin erişemediği bölgelerin ve bu bölgelerde yaşayan insanların varlığı, mahalli özelliklerin sürüp gitmesine yardımcı oldu; kaldı ki, milliyetçi ideoloji de, bir yandan çağdaşlaşmayı yüceltirken, bir yandan da bu özellikleri ayakta tutmaya çalışıyordu. Yeni dünya kültürü bölgeden bölgeye değişen ‘adaptasyon’lara uğrayarak kabul edildi. Sonuçta, sanayi toplumu modeli bütün câzibesiyle gözler önündeydi hep ve bu moıdel, her ülkede ihtiyaçları ve arzuları da körüklemeye devam etmekteydi.

    […]

    Arap Ülkeleri ve Marksist Politika

    İktisadi Gelişme

    İktisadî gelişme, bütün azgelişmiş ülkeler için olduğu gibi, Arap ülkeleri için de en önemli hedeflerden biri. Hem bağımsızlıklarına hem de millî hedeflerine ulaşmak için.

    Azgelişmişliğin beraberinde belli bir bağımlılığı getirdiği, bunun yanı sıra nüfusun büyük bir çoğunluğunu sefalete mahkûm ettiği, açlığa ve salgın hastalıklara yol açtığı, kültürel gelişmeyi geçiktirdiği, kısacası, tam da bu ülkelerin kurtulmak istedikleri acı ve felaketlere neden olduğu ortada.

    Günümüzde her ülkenin karşısında iki gelişme modeli var: Kapitalist model, sosyalist model. Ara modeller olduğu gibi, bu iki modelden birini iyi, diğerini kötü; birini geçmişe ait, diğerini geleceğe yönelik görmek de yanlış. Önemli olan, modeller arasında yapılacak tercihin doğuracağı sonuçların ne olduğunu bilmek. Bu seçimin, her şeyden önce, sosyal gelirin yeniden dağılma biçimini ve yatırım kararlarını alacak makamları belirleyeceğinin şuurunda olmak.

    Daha önce de söyleme fırsatımız olmuştu, Arap ülkelerinin seçimi, saf bir liberal model seçimi olamaz. Bütün azgelişmiş ülkelerde olduğu gibi, onların da devlet tarafından yapılacak bir planlamaya ihtiyaçları var. Hem az olan kaynaklarını iyi değerlendirmek, hem de ekonomilerinin altyapısını kurmak mecburiyetindeler.

    […]

    Necip, burayı okurken duyargaların birkaç misli kuvvetli olsun:

    İslâmiyet’in Kendine Göreliği Problemine Marksist Bir Cevap

    Bugün İslâm dünyasını incelerken karşımıza çıkan temel problem, İslâm dünyasının kendine göreliği problemi.

    18. asrın rasyonel evrensel düşüncesi, kültürlerin kendine göreliğini anlayamamıştı. Klasik Marksizm de anlayamadı. Oysa romantik egzotik akımlar, daha sonra da, Avrupa’da 19. ve 20. asırda ortaya çıkan milliyetçi hareketler ve ardınan sömürgeler, bu kendine göreliği abartmış ve yüceltmişlerdir. Zamanımızda antikolonyal ideoloji de kendine göreliği savunuyor; ama bir yandan da evrensel prensiplere dayanmak zaruretini hissettiğinden bazı kayıtlar ileri sürüyor ve çoğu kez bir anlaşmazlık perdesi arkasında kayboluyor.

    Problem, ilmî bir araştırmayla sonuçlanabilecek rasyonel bir yaklaşımla, şu şekilde ortaya atılabilir: İslâm dünyasının umumi tekâmülü içinde, dokunulmaz ve değişmeyen bir çekirdek, bir öz var mıdır? Varsa nedir?

    Çok defa bu değişmez çekirdek bir postulat ileri sürülmekte ve buna İslâmiyet denilmektedir. Bununla beraber, bugünkü milliyetçi ideoloji, çok defa İslâm dünyasının bütününe uymayacak cevaplar peşindedir: Araplık, Mısırlılık gibi…

    Bence böyle değişmez bir çekirdek yoktur. İslâmiyet değişmez bir bütün değildir, çağlar boyunca değişmiştir. Öyle olmasa, Müslümanlar bir ihyadan, bir teceddütten, bir ıslah’dan nasıl söz edilebilirler? Müslümanlara göre tahavvül teferruattadır, temel hep aynı: Vahiy. Doğru.

    Ne var ki bu vahiy, başlangıçtan itibaren, ideolojiler ve örgütler halinde ifade edilmektedir. İdeolojiler de, örgütler de boyuna değişir ve menşelerinden uzaklaşır. İhyadan, teceddütten söz edilmesi bundan. Aynı dinamiği, bütün dinlerde, bütün ideolojilerde, hatta Marksizmde bulmak kabil.

    Ancak bu istikamette ilerlersek problemlere Marksist bir cevap bulabiliriz. Gerçekten de, bir dini, dünyevî sorunların üstünde var olan ve ona intisap eden herkesin kafasını ve hareketlerini yöneten bir düşüneceler bütünü olarak ele alan idealist anlayışı, ancak bu yaklaşımla bir kenara bırakabiliriz. Dinî ideoloji de, diğer ideolojiler gibi, somut bir temele dayanır. Çeşitli insan grupları devamlı birbirini etkiler, maddî ve sosyal zorunlulukları hesaba katar. Bu davranış, varoluşla ilgili problemlerin varlığını sürdürmesine engel değildir; kaldı ki bu problemlere verilebilecek cevaplar da son derece sınırlıdır.

    *
    Bir münevver [‘hakiki münevver’den bahsediyorum, efendi yalayıcılarını veya ‘muasır medeniyet’ denen zerzevatı pusulayla arayanları değil] asla ama asla, kendi ananesinden olmayan başka ananelerle karşılaştığında, onları, ‘saldırma potansiyeli yüksek tehdit’ olarak görmez. Bunu aklından çıkarma.

    Cemil Meriç DE, günümüzde çığ gibi büyüyen ‘xenophobia’nın tohumlarını atmıştır, ya öngörüp umursamadan, ya da öngörmeden.

  27. Hür Bir Tilki = Kapitalist Necip

    Hür Bir Tilki

    Kapitalizmin gerekçesi, yahut kibar bir tabirle, nazari temeli olan liberalizm, insanı bütün kutsiyetlerinden sıyırmış, iştihalarından başka kanun tanımayan bir yaratık haline getirmiştir. “Homo ecomonicus”, en az gayret ve emekle, en çok kazanç sağlamaktan başka bir amaç gütmeye akıl sahibi varlık… Bu dizginsiz canavar, evvelâ kendi ülkesindeki insanlara çullanmış, sonra da kâinata kan kusturmuştur.

    Hobbes’un ‘insan insan için kurttur’ sözü, Allah’sız bir medeniyetin biricik şiarı.

    Liberalizmin hürriyeti, hür bir kümeste, hür bir tilki hürriyeti.

    Bu kalpsiz ideolojinin insanlığa hazırladığı korkunç istikbal, nazariyecilerin şairane palavralarına rağmen, sahneye çıkar çıkmaz sezilmişti.

    Louis Blanc, “Yarış zevkini azgın bir iştiha haline getiren, kuvvetin her yolsuzluğuna alkış tutan, zengini kanmak bilmez arzularla kıvrandıran, yoksulu ölüme terk eden rekabet, burjuvazide, para hırsını, tefeciliği, en kıyıcı ve kaba materyalizmi geliştirecekti. Liberalizmin benimsediği iktisat doktrinlerinin özü, dağıtımı düşünmeden, mal üstüne mal yığmaktı. Devlet sanayie karışmayacaktı. Kalbi yoktu bu doktrinlerin, güçlüyü koruyor, zayıfı tesadüflerin kaprisine bırakıyorlardı.” diye haykırır.

    Siyasî liberalizm hâlâ sahnede ama onun da ne kadar yozlaştığı herkesçe bilinen bir hakikat.

    Fikrî liberalizme gelince, onun da biricik temsilcisi Avrupa değil, Doğu, Hind ve bilhassa İslâmiyet. [Not: Necip, bu kısımdan kendine pay çıkarıyor. Hem Herbert Spencer’ı, hem Meriç’in bu açıklamasını kendine dayanak noktası yapıyor.]

    Zavallı Redhouse! 19. asrın ikinci yarısında, İngiliz kardeşlerinin, bir Haçlı neferinden daha yobaz, daha dar kafalı, daha kindar birer mahluk olduğunu, utanarak, üzülerek, itiraf etmek zorundadır.

    Kısaca, liberalizmin anatomisini değil, otopsisini yapmak daha doğru olurdu.

    Cemil Meriç, ‘Kırk Ambar’

  28. Acaba Cemil Meriç de mi, liberalizmi ve kapitalizmi ‘anthropomorphize’ etmiş…

    Vah vah vah…

    Ah Necip ah…

  29. marxist argüman

    necip’in cemil meric’ten yaptigi alintidan alinti:

    “Hıristiyan dünyanın son keşfi, ‘azgelişmişlik’.
    Asırlık hezimetlerin öcünü almak için uydurulmuşa benzeyen bu sefil kelime müstağriplerimiz tarafından hararetle benimsendi Neden azgelişmiş, niçin azgelişmiş, kime göre azgelişmiş?
    Tarih sahnesine çıkan büyük medeniyetler birbirine eşit değerdedir. İslâm -Türk medeniyeti, bu medeniyetler içinde en parlak, en uzun ömürlü, en zinde medeniyetlerden biridir. Medeniyetin tek ölçüsü vardır: insana verdiği değer.”

    milliyetci muhafazakar yeni osmanlilarin cektikleri “kabir azabi”ni analiz etmeye devam edelim.

    “…asirlik hezimetlerin öcünü…”

    cemil meric’in bu tarzi, dünyada olan biteni anlamaya calisan bir düsünürden cok, fenerbahce-galatasaray’in ezeli rekabetinden bahseden ve kendiside taraf olan bir futbol fanatigini andiriyor: dogu-bati rekabeti; hristiyan-müslüman rekabeti.

    dünyayi bu sekilde kategorize edip anlamak mümkün mü? degil. neden?
    cünkü, gercek hayatin öyle olmadigini biliyoruz. bati hristiyan uygarligi diye yekpare bir$ey olmadigi gibi, dogu islam-türk uygarligi diye yekpare bir dünya eskidende yoktu, simdi de yok.

    dünyaya “uygarliklar” perspektifiden bakan böylesi yanli$/sakat baki$ acisi,
    birincisi, gerek “dogu”nun egemen güclerinin kendi aralarinda ki, gerekse de “bati”nin egemen güclerinin kendi aralarinda ki kiran kirana güc/hakimiyet kavgasini yok sayiyor/görmezden geliyor.
    ikincisi, gerek “dogu” da gerekse de “bati”da yönetenlerle yönetilenler, sömürenlerle sömürülenler arasinda ki mücadeleyi yok sayiyor/görmezden geliyor.
    örnek: avrupa da ki baldiri ciplaklarin isyanlari, köylü isyanlari vs. yine örnegin anadoluda celali isyanlari, seyh bedrettin isyani vs.

    “Hıristiyan dünyanın son keşfi, ‘azgelişmişlik’.
    Asırlık hezimetlerin öcünü almak için uydurulmuşa benzeyen bu sefil kelime…”

    bu “azgelismislik” kavrami belli ki cemil meric gibi osmanli torunlarinin cok ama cok zoruna gidiyor.
    kabir azabindan kivir kivir kivranan yeni osmanlilarin, e$ege gücü yetmeyince palani dövmeye basliyorlar; yani batili kapitalistlere-emperyalistlere gücü yetmeyince, batidan geldigine inandiklari “kavramlari” dövmeye basliyorlar.

    “azgelismislik”ten kastedilen nedir? herseyden evvel ekonomik gelisme/zenginlesme; bilim teknikteki gelisme; askeri silah teknolojisi vs.
    devletlerarasi kapitalist rekabette “kültür” belirleyici bir faktör degildir, olamaz da. kapitalist-emperyalist rekabette belirleyici olan her zaman ya savas alanlarinda ki askeri üstünlüktür ya da ticari alis-veri$te ki üretilen ürünün fiyati ve kalitesi ile sermayenin/kapitalin büyüklügüne bagli finansal güctür.

    bunu anladiktan sonra, ister azgelismis-cok gelismis diyelim, ister sanayilesmis-sanayilesmekte olan diyelim, isterse de kalkinmis-kalkinmakta olan diyelim, meselenin özünde hic bir$ey degi$mez; kastedilen durum ayni $eydir.
    bundan dolayi, kendini osmanli torunu olarak gören ve kendini osmanlinin “capul/harac” düzeniyle özde$le$tiren, tarihe tamamiyla yönetenlerin/sömürenlerin/egemenlerin perspektifinden bakan cemil meric gibilerinin gururuna, “azgelismis” sifatinin dokunmasi anlasilir bir durum.
    diger yandan, cemil meric gibi devleti/düzeni idealize edenler, her ne kadar “uygarligin ölcüsü ekonomik/askeri/bilimsel gelismislik degildir, insana verilen degerdir” deyip kendilerini teselli etmeye cali$salarda, bu söylem tam bir “zügürt tesellisidir” ve tutarli degildir. neden? cünkü,

    birincisi, sözümona “uygarligin ölcüsü insana verilen degerdir” gibi yuvarlak/soyut laflar eden cemil meric gibilerinin en cok gururlandiklari osmanli dönemi, tamda osmanlinin askeri basarilar ve capul/yagma/harac sayesinde topraklarini ve zenginliklerini artirdiklari yükselme dönemidir. dikkat edilirse sahtekar “hümanist” cemil meric, anadoluda, balkanlarda, arap cografyasinda insanlar, köylüler $öyle refaha kavustuler, $öyle rahat yasadilar demiyor; yani ölcü, calisanlarin/üretenlerin yasami degil, ölcü, calisanlardan/üretenlerden aldiklari haracla bir eli yagda bir eli balda yasayan saray ve bu sarayin askeri sefer ve fetihlerle zaptettikleri SINIRLARIN genisligidir.

    ikincisi, örnek, “azgelismis” sifati benim gururuma dokunmuyor, neden, cünkü ben kapitalist-emperyalist rekabette taraf degilim, kendimi ne batili egemenlerle ne de dogulu egemenlerle ve onlarin kurduklari devletlerle, imparatorluklarla özde$tirmiyorum; bundan dolayi kabir azabi da cekmiyorum. bu sifatin cemil meric gibilerinin gururuna dokunmasi, bunlarin cok gururlu olmalarindan midir? hayir. nedendir?

    cevap: kendilerini gerek gecmiste gerekese de simdiki düzenin/devletin bir taraftari olarak konumlandirdiklari icin, cocuklarin “benim babam senin babani döver” tartismasinda ki cocuksu ahmakliktan baska birsey degil: “bizim atalarimiz sizin atalarinizdan daha üstündüler; benim devletim senin devletini döver” vs.

    cemil meic’ten alinti:

    “Demek ki, bizim için bir “geri kalmışlık” söz konusu değildir. Zirveye vardıktan sonra yükselecek başka irtifalar olmadığı için, yürüyüşe devam etmek, ister istemez alçalmaktı.
    Batı’nın abeslerine îtibar etmek bu alçalışı büsbütün hızlandırdı.”

    burda, cemil meric’in özenle yaptigi “biz” “onlar” ayrimina/tarafgirlige dikkat cekmek istiyorum.
    yine devamla, “bütün zirveleri fethettik; tirmanacak zirve kalmayinca ister istemez ini$e gectik; ucacak halimiz yoktu ya!” söyleminde ki cocuksu ahmakliga dikkat buyurunuz!

    cemil meric, hani ölcü insana verilen degerdi; $imdi zirveleri fethetmekten bahsediyorsun?

    osmanli sarayinin, zirveleri fethetmesi icin lazim olan arac-gerec nedir?

    birincisi, gerek dev$irme cocuklardan gerekse de kendi “mali” olarak gördügü tebaa’sindan zorla topladigi askerler.

    ikincisi, ordunun ve askeri seferlerin masraflarini kar$ilamak icin saray’in yine kendi tebaa’sindan zorla topladigi harac/vergi.

    demek ki, cemil meric’in o cok gurulandigi zirveleri fethetme seferlerinden, siradan insanlarin, üretenler/calisanlarin bir kar’i olmadigi gibi, sözkonusu bu insanlar maddi-manevi fedakarlik yapmak zorunda kaliyorlar, yerine göre canindan malindan oluyor.

  30. “hilkat garibesi bir düsünür: cemil meric”

    Evet. Oyledir.

    Bunu da hicbir zaman reddetmis, inkar etmis degildir.

    “cemil meric, önce saga sonra sola yalpa vurduktan sonra, en sonunda da osmanlicilik-islamcilik limanina demirlemis, dünyayi anlamadan bu dünyadan göc etmis bir düsünür.”

    Buradaki tahkir tonlamasini bir yana birakirsak, birkac seyi bilerek atlamis oldugunuzu dusunuyorum.

    CM, kendi zamanina gore cok zengin bir fikir seyyahidir. Bugun bile aramizda pek bir ornegi olmadigi sekilde, hayli genis (Bati VE Dogu) kultur iklimlerini derinligine gezmistir.

    Bu, sizin baktiginiz yerden, sebatsizlik anlamina geliyor olabilir –size gore, bir dusunur, ‘kodugum yerde otluyor’ olursa makbul olabilir–; ama, ben sizin bu ‘tekci’liginize katilmiyorum.

    Hele de su dedikleriniz [“sonunda da osmanlicilik-islamcilik limanina demirlemis”] sizin CM’yi pek/hic tanimadiginiz anlamina geliyor.

    Osmanlinin neden o kadar uzun zaman basarili oldugunun uzerinde tefekkur etmis olmasi; ya da, Islamin neden saman alevi gibi yanip ortadan kaybolmadigi uzerinde dusunmus olmasi; bunlarin mukayeseli ustunluklerini incelemis olmasi, CM’yi ‘osmanlici’ ne de ‘islamci’ yapar.

    Hah.. sizin gozunuzde yapabilir mi? Tabii ki.

    Cunku, adam, papagan misali ve yalap-sap ogrenilmis ideolojileri biteviye tekrar etmis degil. Bunu, tutarli bir sekilde surdurMEmis olmak, tek basina, bizim ‘sol’umuz icin, ‘kafir’ ilan edilmek icin gerek ve yeter sarttir.

    O bakimdan, CM, ‘sol’umuz acisindan cok fazla ‘gunah-i kebir’ler (‘cardinal sins’) islemis bir ‘kafir’dir.

    Uzgunum; ama, ben bu kategoridekileri ozellikle takdir ederim.

    Yani, herhangi bir ideolojinin takipcisi olmayacak kadar genis dusunebilenleri.

    CM’den baska kimler var diye sorarsaniz; bir iki ornek verebilirim (‘sol’ cenahtan):

    Atilla Ilhan, mesela. Vaktiyle birkac ay kalmak firsati buldugu Paris/Fransa hakkinda bir omur orada kalmis gibi guzellemeler yazip, kendisini buralarda bir ‘turist’ gibi pazarlamasi, onu bir tur ‘mustagrip’ saymamiza imkan tanisa da, tam olarak oyle degildir. O garip bir sekilde, hem hep ‘bu guzel ulkeyi ziyaret eden bir turist’tir hem de buralidir.

    Bu bir ilgincliktir; ama, benim acimdan –onu takdir edisimin asil sebebi– baska bir seydir: O, ‘sol’ icinde kendisine bir ‘tarikat’ olusturmak raddesine geldigi anlarda hep yeni bir viraj donmus, ‘murit’lerini pic/sahipsz birakmis, yaya birakmis, nal toplatmis; bambaska bir iklime yelken basmistir.

    Bir baska ornek de, bence, Yalcin Kucuk’tur. Muthis takdir ettigimi soylemek zorundayim. Isteseydi (sag ya da sol) herhangi bir hareketin basinda bir ulu ‘tarikat seyhi’ olabilirdi. Ama, o, hep, zeki ve muzip bir cocuk gibi, hasari ve afacan, yeni ve farkli zihinsel maceralara/mecralara yonelmistir.

    Hala daha da oyledir. O yuzden de, belli bir ideolojinin bayraktarligini yapmak isteyenler, YK’ya guvenemezler. Guvenemezler, cunku, YK ile ittifak, bir tur ‘akrep sevismesi’ne benzer: Adam, durduk yerde, gotunuzu ayaza cikaracak laflar da edebilir.

    Mesela, bu konu basligi altinda gecen ‘Sartre Acmazi’nin (Sartre’nin Cezayirlilere arka cikmasi ve sonra da daha farkli konuda celiskiye dusmesinin) cok daha somut ornekleri YK’da vardir.

    Incelemek isteyenlerin, bence, YK’nin Ocalan’la (Kurt Hareketi ile) yakinligini ve “Musul’u almazsak Diyarbakir’i veririz’ demesini (baska benzer seylerle birlikte) ele almasi bence daha ilginc olur[du].

    Bu listeye, her ikisi de klasik anlamda ‘dusunur’ sayilmasa da, hem Dogu perincek’i hem de Abdullah Ocalan’i da eklemek gerekir. Bu ikisinin diger saydiklarimdan temel farki, kendileri ideolojik anlamda radikal degisikliklere gitseler bile, arkalarindan gelen ‘suru’yu istedikleri yone kolayca kanalize edebilmeleridir –‘bu yol yanlis’ ya da ‘sen hainsin’ diyebilenler ya cikmiyor, ya da bir sekilde ilgili tarikatten tard ediliyorlar. Bu apayri bir yetenektir.

    Neyse.

    Ozetle sunu demek istiyorum: Beni ‘sucu’-‘bucu’ diye kodlamaga kalkmanizi anlayisla karsiliyorum –sizin dunus tarziniz icin bu tip siyah-beyaz (diodic) ayrimlar gerekli olabilir– ama, ben ta ne zaman once burada da yazdim: Benim baktigim yerden, hic bir fani kutsal degil. Hicbir fikre/ideolojiye secde etmem.

    “vahset, katliam ve fetihler üzerine kurulmus osmanli harac ve capul düzeni, cemil meric gibi hilkat garibesi yeni osmanlilarin hayalinde adalet ve hösgörünün sembolü olarak idealizie ediliyor.”

    Kuyucu Murat Pasa ornegini bulup cikarmaniz ilginc tabii.

    Birincisi, kac kisinin katledildigi konusunda, ilginc bir sekilde, “bildirilmistir” diyor. Kime neye dayandigi, kimim ‘bildirdigi’ konusunda kaynak vermiyor.

    Bu, tabii ki, Alevicilik acisindan cok elverisli bir durustur; ama, orasi da sorunlu cunku ne Celali isyanlarina katilanlarin hepsi Alevidir; ne de devrin ‘seyh-ul islam’dan alinmasi gereken izinde ‘kizilbas kafirlerin katli vaciptir’ gecen ‘kizilbas’ kelimesi munhasiran Alevileri kasdetmektedir.

    Dahasi da vardir: Osmanli, o devirde de, kendisini Musluman bir devlet olarak gormektedir. ‘Kuffar’ uzerine bile sefer yapabilmek icin ‘seyh-ul islam’dan izin gerekirken, ‘musluman’ (fakat isyanci) ahalinin uzerine kuvvet gondermek iznini almak hic de kolay degildir. O yuzden, bir tur hile-i serriyye ile, ‘soyle yapanlar musluman sayilir mi?’, ‘boyle yapanlar musluman sayilir mi?’ sorulari sonucunda ‘hayir, sayilmazlar; kafir sayilirlar’ sonucu ciktiktan sonra bu tur izinler elde edilebiliyordu.

    Ilk bakisata, bu yontem biraz dolambacli ve garip gelse de, bugun de ‘terorist’ler icin tipatip ayni yontemler kullanilir. Birilerini once ‘terorist’ ilan etmek, ondan sonra da bunlara ‘terorist’lere uygulanacak olan ‘hukuk’u tatbik etmekten bahsediyorum.

    O yuzden, eger derdiniz Alevicilik yapmak degilse, ‘kizilbas kafir’ terimini bugunku dile once ‘kizilbas terorist’ diye cevirmek, sonra da ‘Turk terorist’ diye okumak gerekir (cunku, Turkler o devirde ‘kizil boruk’ giyerdiler; ozellikle de kirsal kesimdekiler).

    Sonuc?

    Isyancilar, agirlikli olarak, Turk idiler. Devlete isyan etmistiler. Ortadan kaldirilmalarinin gerekli oldugu kanaatine varildi. Bunu yapmak icin de uzerlerine ordu gondermek gerekti. Birkac bin isyanci (tam sayisini bilen yok) olduruldu.

    Bu mudur sizin Osmanli icin ‘vahset, katliam’ deyisinizi temellendirdiginiz sey?

    Simdi, ben, size, sizin o cok uygar Avrupa’nizin asagi yukari ayni donemlerinden bir ornek vereyim. Ne siz, ne bu siteyi okuyanlar, ne de Avrupa’daki siradan insanlar bunu bilmez; bilmek de istemez.

    ‘Albigense’ler, veya ‘Cathari’ler.. bunlar Hiristiyanlik icinde bir baska mezhep. Papaligin ve ilgili devletlerin bunlari ‘kafir’ ilan etmesiyle, BIR MILYON civarinda insan diri diri yakilarak olduruldu.

    http://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/oksitanya-yeniden-mi-doguyor-698412

    http://serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/vatikan-katar-soykirimiyla-yuzlesecek-mi-700535

    Bugun, bu konu, sadece ‘unutulmak’la kalmadi, hakkinda arastirma yapacak olursaniz [mesela, http://medievalchurch.org.uk/h_cath_alb.php ] soyle seyler bulursunuz: “Of the doctrines of the Albigenses nothing is known with certainty.” [Albigense’lerin inanclari hakkinda elimizde kesin bir bilgi yoktur.]

    Yoktur, cunku yer ile yeksan edilmis; yakilarak oldurulmuslerdir.

    Ustelik, hepmizin de cok iyi bildigi uzere, ‘uygar Avrupa’nin ‘Albigense’ler (veya ‘Cathari’lere) reva gordugu katliam bir istisna degildir. Kendi insanlarina baska yerlerde benzerlerini yaptigi coktur. Daha, Latin Amerika’da katlettikleri milyonlari saymiyoruz bile.

    Bu kadar basit seyleri bile goz onune almaktan aciz/cahil oldugunuz icin, Osmanli’da ‘vahset, katliam’a ornek vermek icin tutmus bana Kuyucu Murat Pasa’yi zikediyorsunuz..

    30 binmis, 50 binmis, 70 binmis.. Ustelik de, kaynak vermeksizin ‘bildirilmistir’ deyip gecerek..

    Iyi de, ayni devirde baska yerlerde (Avrupa’da) insanlar milyon cinsinden katlediliyordu.

    Isyan cikardiklari icin, asayis/beka problemi olduklari icin filan da degildi: Acikca inanclari yuzunden katlediliyorlardi.

    Siz, eger bir marifet sergileyecekseniz, bana, Osmanli’nin sirf inanclari yuzunden katlettiklerinden ornek verin –bulabiliyorsaniz.

    Ve, daha da ileri gidecekseniz, yok ettigi, ortadan topyekun kaldirdigi inanc gruplarindan ornek verin –bulabiliyorsaniz.

    Bulamiyorsaniz, o zaman, tarihe mukayeseli bakmagi ogrenmeniz gerekiyor.

    “Şehirlere duyulan nefret çok kuvvetlidir.”

    Anekdot: Astegmenken, gorevimin bir parcasi olarak, Afyon’a bir teknik heyete uye olarak gitmistim. [Testler, acik arazide kis gunu yapiliyordu; ‘toren kiyafeti’ ile gittigim icin, kicim donmustu; o ayri]. Orada birisi ile sohbet ettigimde, hic aklimdan cikmaz, “beyim, bina artti, zina artti” demisti.

    Galiba, sehirlere duyulan nefret hala daha devam ediyor..

  31. “Dünyada kötülüklerin merkezi ‘Batı’ ha…”

    Hayir. Yanlis yerinizden anlamissiniz.

    Ben onu demiyorum. Bunu diyorum:

    Dunyada iyiliklerin merkezi Bati degil.

  32. “Acaba Cemil Meriç de mi, liberalizmi ve kapitalizmi ‘anthropomorphize’ etmiş…”

    Evet.

  33. marxist argüman

    “batici” kemalist baki$ acisiyla “dogucu” islamci/osmanlici baki$ acisi arasinda ki farki tekrar özetleyelim:

    avrupa ve amerikada ki kapitalist “ekonomi+demokrasi= ulus devlet” geli$melerini yakindan takip eden jöntürkler ve yine bu gelenegin devami olan kemalistler, osmanlinin cözülü$/dagilma döneminde dünyaya gelmi$ ve bu imparatorlugun cesitli kademelerinde görev almislardir. osmanli imparatorlugunda ki gerek “ulusal/etnik” ic isyanlari bastirmada, gerekse de osmanlinin rakip devletlerle sava$larinda cephelerde görev alan jöntürkler/kemalistler, bati’nin osmanliya nazaran askeri ve teknik üstünlügünü bizzat tecrübe etmi$lerdir. ve sadece bundan dolayi, yani imparatorlugu dagilmaktan kurtarmak icin bati’nin askeri, ekonomik ve siyasi sistemini almanin, yani bir nevi bati’ya bati’nin sistemiyle kar$i koymanin gerekliligi, ya$adiklari tecrübeden, devlet adamlari olarak cikardiklari sonuctur.

    osmanlici idealistlerin, osmanliyi batiran suclular olarak gördükleri jöntürk ve kemalistlerin yaptigi, aslinda batmakta olan imparatorluktan kurtarabildigini kurtarmaya calismaktan ba$ka bir$ey degildir.
    padi$ah, jöntürkler ve kemalistler, cökmekte olan imparatorluktan en azindan bir ulus-devlet cikarabilmek icin balkanlari, anadoluyu ve arap cografyasini kana bulamaktan, soykirimlar yapmaktan geri durmami$lardir.

    parantez aciyorum: türkiyede ki güncel osmanli-cumhuriyet tartismalarinda, sosyalistlerin, anar$istlerin vs. taraf olmasi yanli$tir; laiklik adina da yapilsa böylesi bir tarafgirligin, “devrim” mücadelesiyle alakasi yoktur.

    sosyalistler/anar$istler, jöntürklerin/kemalistlerin ve devamcilarinin “ulusalci/türkcü/irkci” kalkinma modeliyle padi$ahin/halifenin ve devamcilarinin osmanlici/ümmetci/islamci kalkinma modelleri arasinda tercih yapmak ya da taraf olmak zorunda degiller.

    sonuc, “cagda$la$ma”, sadece basit bir özentiyle, taklitle aciklanacak bir durum degildir.

    neo osmanlici mantik ise $öyle i$liyor: “muhte$em osmanli devletinin manevi/ahlaki harci islamdir; osmanli, gücünü bir nevi islama borcludur. “taklitci” jöntürkler ve kemalistler, islama ve halifelige tavir alarak, türk toplumunu manevi yönden gücsüz düsürüp, bu toplumun, toparlanip yeniden eski “muhte$em” günlerine dönmesinin önüne set cekmi$lerdir.
    yapilmasi gereken, türk toplumuna, “manevi kudretin” kaynagi olan islam’i yeniden a$ilayip, “muhte$em mazi’yi” hatirlatarak, devleti ve ulusu $aha kaldirmaktir.”

    akp’li islamcilarin yapmaya cali$tigi a$agi yukari budur.

  34. neden bir birlesik demokrasi gücü dogmuyorsa bunun sebebi chp dir!
    chp kendini türk milliyetcillinden koparamamistir yani yöntürk devami olan devlet anlayisindan,d.baykal bosuna demiyormuydu biz bu parti kürtlerden ve aleviledern temizletik.
    bu anlayis hakim chp de durum böyle olunca tabii ki bir ortak halk birligi dogamaz.chp anlayis ve ideolijik olarak evrensel olamamistir her zaman aman bizleri hain ve düsman görmezinler havasindan acaba kime hos görünme modasindalar…….
    o yüzden “yenikapi ruhuna” katildi ve yandi!
    ancak türkiye halkari bir mücedele birligi yapabilir chp akillanmaz cumhuriyet savunup görüntüsü veriyor baska hic birsey yapamiyor ,o cumhuriyet coktan yok oldu!
    hdp ne yapabilir???pkk gölgesinde kalip mücadele ediyor ne yazik ki ne pkk ve devlet bir baris istiyor.
    durum cok vahim ve kritik gecenlerde demokrasi birligi paneli yapildi umarim halkarimiz uyanir ve bu kabusa son verir.

  35. “dogu-bati rekabeti; hristiyan-müslüman rekabeti. dünyayi bu sekilde kategorize edip anlamak mümkün mü?”

    Degil tabii.

    Eger ‘dogu-bati rekabeti; hristiyan-müslüman rekabeti’ dersek anlamak olmaz.

    Onun yerine, insanlari ‘kemalist’, ‘kapitalist’, ‘islamci’, ‘osmanlici’ vs vb sekillerde kategorize edersek sorun olmaz; tersine anlamak kolaylasir.

    Boyle aforizmik yavelerle karsilastigimda, ulu buyuk onderimizin ‘Soylev’ isimli epik eserinin 1501nc sayfasinda buyurdugu su hadis aklima gelir:

    ‘Cocuk, hacan yuzme beilmezsun, niye cikayisun agaca!?’

  36. marxist argüman

    necip’i fazla hirpaladik galiba, necip kenarda biraz dinlensin, sayin zileli’yi siraya koyalim; sayin zileli gardinizi alin; ele$tiri geliyor.

    sayin zileli’nin yazisindan alinti:

    “Toplumun tek parti iktidarından en fazla bunalan kesimlerinin umutsuzluğa kapılmasının yol açtığı bir darbe girişimidir 15 Temmuz. Dolayısıyla, iktidar bloku içinde bir silahlı çatışma olarak görülemez. Son tahlilde, İslamcı iktidar bloku ile İslamcı hayat tarzına direnen toplumsal kesimlerin çatışmasının ürünüdür.”

    zileli’nin yazdiklarindan $unu anliyoruz: askeri darbeler, iktidar klikleri arasinda ki cikar/hakimiyet mücadelerinden kaynaklanmiyor; “umutsuzluk/caresizlik” ruh halinin yol actigi bir durum. yani bir nevi, askeri darbeleri me$rula$tirma te$ebbüssü: “ben umutsuzluktan/üzüntüden ne yaptigimi farkinda miyim sanki.”

    umutsuzluktan intihar edildigini duydum, hayata küsüldügünü duydum, psikolojik bunalima girildigini de duydum fakat, umutsuzluktan devlete/topluma el koymaya kalkani ilk defa duyuyorum.

    “Toplumun tek parti iktidarından en fazla bunalan kesimlerinin umutsuzluğa kapılmasının yol açtığı bir darbe girişimidir 15 Temmuz.”

    sayin zileli’nin burda yazdiklaridan da $unu anliyoruz:
    birincisi, akp sanki secimlerle, secmen destegiyle degilde, silah zoruyla iktidar olmu$ gibi bir söylem var: tek parti iktidari

    ikincisi, cok partili parlamenter rejimi idealize eden mantigin ürünü bir söylem: tek parti iktidari. sanki insanlarin yasadiklari sorunlarin kaynagi tek parti ya da birden cok partiyle alakali bir durummu$ gibi.
    aynen devleti/düzeni yönetenlerin vaaz ettigi gibi: sevgili vatanda$lar, iktidardan memnun degil misiniz, o zaman sizi yöneten/güden cobani degistirin; sizin memnuniyetsizliginizin devlet ve düzen ile bir alakasi yoktur; bütün mesele sizi yöneten parti ve liderin yanli$ icraatlaridir.”

    ücüncüsü, sayin zilei, askeri darbeyi sanki akp yönetiminden memnun olmayan toplumun bir kesimi sipari$ etmi$, subaylarda vatandasin hatrini kirmami$lar, darbe yapivermi$ler, gibi ifade ediyor.

    dördüncüsü, yine aynen devleti/düzeni yönetenlerin vaaz ettikleri “devletin milletiyle bölünmez bütünlügü” perspektifini aynen zileli’nin baki$ acisinda da görüyoruz.
    $öyle ki, mesela türkiyede ki muhtarlarin bir kismi bir araya gelse darbe yapabilirler mi? yapamazlar. neden? cünkü darbe yapmak icin, darbe yapacak bir pozisyonda, makamda olmak lazim, yani devletin kilit noktalarinda ki görevlerde olmak lazim.

    fakat görüyoruz ki, anar$ist gün zileli, siradan vatanda$ ile devleti ve toplumu yöneten; asker-sivil yönetici kesim arasinda hic ayrim yapma ihtiyaci duymuyor: “ayrimiz gayrimiz yok, yönetende bir yönetilen de bir; sinifsiz imtiyazsiz kayna$mis bir kitleyiz.”

    sayin zileli’nin yazisindan alinti:
    “CHP adlı muhalefet partisi, “halkın ruh halinden kopmamak” adına “Yenikapı ruhu”na teslim olarak aslında ruhunu teslim etmiştir. Bugün bundan kurtulmak için çırpınıyorlar ama kurtulmaları çok zor. “Yenikapı ruhu” onları cehenneme kadar takip edecektir. Böyle bir ruha ya da ruhsuzluğa teslim olmanın intihardan başka bir anlamı olamaz. Ha IŞID’ın gösterisine katılmışsınız ha Yenikapı’da AKP’nin gösterisine… Bence özünde kelle kesici kalabalıklara karışmaktan hiçbir farkı yoktur bunun. IŞID nereden çıktı sanıyorlardı. “Yenikapı ruhu”, IŞID’ı da doğuran İslami bağnazlığın ta kendisidir.”

    birincisi, zileli’nin chp’ye yönelik öfke ve hayal kirikligi kari$imi duygularini hisedebiliyoruz. bu öfke ve hayal kirikliginin kaynagi nedir: zileli’nin bir anar$ist olarak chp denilen düzenin demirba$ partisine yönelik gercekci olmayan idealist beklentileri.

    ikincisi, chp’nin halkin ruhundan kopmamak icin yenikapiya gittigi dogru degildir.
    bir taraftan akp iktidarindan memnun olmayan toplum kesimlerinden bahseden zileli, diger yandan sanki halkin yüzde yüzünü temsil eden “milli bir ruh halinden” bahsediyor. chp, parti olarak varligini devlete ve secmene borclu degil midir? evet. türk toplumu yenikapida milli bir ruh etrafinda bütünle$misse, chp de parti olarak katilmayip ne yapacak?
    türk toplumun neden cok büyük bir kesiminin o “milli ruh” etrafinda yenikapida bir araya geldigini dile getirmek zileli’nin i$ine gelmez. neden? cünkü kendiside bir me$ruluk kaynagi olarak sürekli olarak akp’den memnun olmayan toplum kesimlerinden bahsediyor ve kendi mücedelesinin de o “memnuniyetsiz” toplum kesimlerini temsil ettigi iddasinda.

    ücüncüsü, yenikapida ki “milli birlik ruhu” ic düsmandan cok disarda ki dost dü$mana kar$i olu$mu$ bir uzla$maydi.
    akp hükümeti, di$ dünyaya, tabii ki özellikle amerika ve avrupa birligine $u mesaji vermek icin o kadar insani ve muhalefet partilerini yenikapiya topladi: askeri darbenin devlet ve toplum icinde bir kar$iligi yoktur; darbe yapanlar marjinal bir gruptur.

    yenikapiya giden muhalefet gruplarinin farkli sebepleri vardi:
    örnek, chp, parti olarak askeri darbelere karsi oldugunu ortaya koymak, devletin varliginin tehlikeye düstügü böyle anlarda parti cikarini bir kenara birakip, “milli birligi” ön plana cikarmak; darbe yapanlar fetöcü olduklarina göre, fetö terörö örgütünün ba$i da amerikada oldugna göre, DI$ güclerin destekledigi bir darbeye milli cikarlar dogrultusunda tavir takinmak vs.

    dördüncüsü, zileli gibi idealistler $öyle gercekleri idrak etmekte zorlaniyorlar: devletin/düzenin demirba$ partilerinden biri olmak demek, devletin varligi tehlikeye girdigi zaman parti cikarlarini bir kenara birakip, “bölücü” ve “fetöcü” teröre kar$i “milli cikarlar” etrafinda gecicide olsa bir araya gelmeyi $art ko$ar.

    chp’nin ve mhp’nin 15 temmuz darbesi sonrasi tavri bunun canli kanitidir. zileli gibi idealistler bu durumu algilayip idrak etmek yerine, cocuklarin “ama ben bu dünyayi böyle kabul etmiyorum” demesi gibi, kendi kendine “chp neden benim beklentilerim dogrultusunda hareket etmiyor, chp beni dinlemedigine cok pisman olacak” seklinde söylenir dururlar.

  37. Sorunun kapitalizmden çok kentleşme, daha doğrusu aşırı kentleşme olduğunu, yani nüfusun çoğunluğunun (tam tersi olması gerekirken) kentlerde yaşaması, yani tüketicilik, üretim/tüketim dengesizliği olduğunu gösteren bir örnek;
    “Yayla” ve “yazlık” kelime anlamı olarak aynı anlama gelen iki kelimedir (yazlığa otelleri, turizmciliği vb eklemeli). Fakat biri zorunluyken diğeri değildir. Biri üreticiyken diğeri tüketicidir. Biri olmasa da insanlar olur, diğeri (veya benzerleri, balıkçılık vb gibi) olmazsa insanlar olmaz.
    Şimdi buna şu itiraz öne sürülebilir; insan sosyal, kültürel, medeni bir tür olması nedeniyle hayatı sadece maddi-zorunlu ihtiyaçlarından ibaret değil. Bu örnekte olduğu gibi ikincil ihtiyaçları da var.
    Evet öyledir. Sorunun kaynağı da aslen bunların kendileri olmayıp buradaki dengesizlik, kentleşme oranında olduğu gibi dengenin tersine dönmesidir. Zorunlu olmayan zorunlunun önüne geçerse yıkım kaçınılmazdır.
    (Haksızlık yapmamak için eklenmeli, bu tüketicilikte kent kadar kırın da payı olabilir. Tütün üretimi gibi gereksiz gıda dışı tarım örneğin.)
    İnsan için başka bir zorunluluk olan ailenin zayıflamasının (evlilik ve çocuk sahibi olma yaşının yükselmesi, şehirli genç kuşağın ilişkilerinde yeni sorunların ortaya çıkması vb) temel nedeni de kentleşme değil midir?

  38. özgürlükçü

    Her akşam tv lerde saatlerce sistemin hizmetkarları kimi kötüleyip yalan yanlış itibarsızlaştırıp kimi savunuyorlar dikkat edin.Sitede de tv lerdeki efendi egemen sistem hizmetkarları ile ayni dile düşüp aslında aynı amaca hizmet eden cümleler kuranlar faşist devlet-iktidar-egemen hegemonyanın giderek tükenen varlığına yeni bir nefes ve güç vermek niyetinde oldukları çok açıktır.
    Irkçı dinci faşist düzenin tek panzehiri özgürlükçü toplumsal devrimci dinamiklere açık cepheden her türden kirli savaşı açanlara laf etmeye döti yemeyip toplumsal muhalefetin biricik politik örgütüne laf edebilenler aslında saflarını efendilerden yana tuttuğunun mesajını efendilerine vermektedirler.
    Bknız tv lerde akp-chp-mhp lilerin tartışmaları bir konuda uzlaşırlar milli zilli duygular ve özgürlükçü toplumsal devrimcileri imha etmek!!!!!!!!
    Gün her türden faşizme karşı mücadele günüdür!!!!!
    12 Eylül Diyarbakır zindanlarında boyun eğmeyen bereketli toprakların yiğit evlatları(Kışanak) bu gün de boyun eğmez???Tarih işkenceci faşistleri değil yiğit devrimcileri yazar.

  39. marxist argüman

    sayin zileli’nin yazisindan alinti:

    “Bugün toplum ikiye bölünmüş durumdadır ve bu bölünme bir kültürel savaş halini almıştır. Bu çelişme, toplumu fazlasıyla elektriklendirmiş ve germiştir. Bu çelişme, çok uzak olmayan bir aşamada şiddetli bir toplumsal çatışmayla çözülecektir. Nasıl çözümleneceğini bilemeyiz elbette ama AKP iktidarı bir şekilde gidecek. Önemli olan, onlar giderken toplumsal muhalefetin nasıl bir konumlanış içinde olacağıdır.”

    zileli’nin yazdiklarindan $unu anliyoruz: zileli idealist bir hayal dünyasinda ya$iyor. neden?

    akp, ne askeri bir darbe ile ba$a geldi ne de “DI$ gücler” akp’yi iktidara getirdi. akp, türkiye toplumu icinde %50 secmen destegine sahip bir parti. dolayisiyla akp secmeninin zihniyeti, fikirleri degismedigi müddetce, akp ya da akp cizgisinde baska partiler türkiyeyi yönetmeye devam edecekler.

    durum bu kadar acikken, sayin zileli, akp nereye gidecek, akp’ye oy veren milyonlar buhar olup havaya mi kari$acak, söyleyin biz de bilelim. $imdiye kadar ordu darbe yapacak akp’yi yasaklayacak diye umut ediyordunuz, o ihtimalde yatti, geriye ne kaldi? size kalirsa DI$ gücler -A.B.D./AB- gelip türkiyeyi akp’den kurtaracaklar degil mi? sizin gibi insanlari, böyle gercekci olmayan beklentilere gark eden demokrasi idealistliginizdir. bir yönetim bicimi olarak demokrasi idealize ediline, demokrasinin anayurdu emerika ve avrupaya yönelikte ister istemez olmadik beklentilere giriliyor.

    bir anar$ist olarak böyle bir ihtimale bel baglamanin yanli$ligi orda kalsin, devletlerarasi siyaseti de anlamami$siniz. gerek A.B.D. gerekse de avrupa birligi, T.C. ile iliskilerini her$eyden önce kendi cikarlarina göre ayarlarlar. hem A.B.D. hem de avrupa birligi, istikrarli bir türkiyeyi, yani akp gibi halk destegine sahip bir iktidari, kendi cikarlarina uygun buluyorlar. neden?

    1. kapitalist-emperyalist dünya düzeninin yan ürünü olan mülteciler, avrupa birligi icin $imdi ve gelecekte büyük bir sorun te$kil ediyorlar ve etmeye de devam edecekler. mülteci/göcmen sorununun emperyalist dünya düzenini alt üst etmemesi icin; mülteci hareketlerini mümkün mertebe kontrol altinda tutmak icin avrupa birligi, T.C.’yi vazgecilmez önemli bir partner olarak görüyor.

    2. T.C. devleti, emperyalistlerin askeri pakti NATO’ya üye, ve T.C. ekonomisi global kapitalist ekonomiye entegre olmu$ bir ekonomidir. bundan dolayidir ki IMF, her defasinda kredileriyle T.C.’yi ekonomik krizlerden düze cikariyor. bundan dolayi da batili emperyalistler istikrarli bir T.C.’ye ihtiyac duyarlar; yani en azindan akp gibi halk destegine sahip bir hükümeti tercih ederler.

    siz akp hükümetinin amerika ve avrupaya “biz devlet olarak 1. lige ciktik; bizi bölgesel bir güc olarak taniyin ve ona göre muamele yapin” ciki$larini, “akp hükümeti bati’ya ters dü$üyor, bati bu hükümeti yikacak” seklinde yorumluyorsunuz; daha cok beklersiniz!

    akp hükümetinin, gerekli gördügünde politikalarini güncel geli$melere nasil uydurdugunu, rusya ile yeniden cabucak arayi düzeltmesinde gördük.
    akp hükümeti, isid konusunda da amerika’nin istedigi cizgiye geldi. akp hükümetinin gerek ic gerek DI$ politika ve gerekse de ekonomi politiklarinda $u anda amerika ve avrupa birligininin cikarlarina ters düsecek; batili emperyalistleri fazlasiyla rahatsiz edecek bir durum söz konusu degil.

    hay böyleyken, “akp gitti gidecek, az kaldi, bunlardan sonsuza kadar kurtulacagiz” avuntusu, hayali de neyin nesi oluyor?

    anlasilan siz siyaset yapmaktan $unu anliyorsunuz: sürekli olarak hem kendini avutmak hem okuyucuyu; var olan gercekleri analiz edip anlamak yerine umut etmek; bir mucizenin olacagina dair umudunu sürekli taze tutmak…

  40. gün abi

    1) matematikle aran nasıldır? 3 katlı integrallerden, logaritmadan, diferansiyelden anlar mısın?

    2) anarşist matematikçiler de var mıdır tarihte?

    3) türkiye’de eğitim sisteminin, nedensellikten, analitik düşünceden uzaklaştırılıp, din baskıcılığının yerleştirilmeye çalışılması sence bir iddiadan mı ibaret, yoksa gerçek mi? anarşizmin, eğitim konusuna bakışı nedir?

  41. baydı artık

    bu mesele dergisi ne ayak ben çözemedim. gün zileli, demir küçükaydın gibiler sanki çok önemli adamlarmış gibi “sol nasıl kurtarılır” temalı yazı sipariş ediyorlar.

  42. “Şüphesiz ki dünyâ, geçip gidilecek bir konaktır. Ebedî kalacak yer değildir. Dünyâda zenginlik ona dalmamaktır. Üzerinde yaşayanlar her an birer birer ölmektedir. Onu üstün tutan zillete, toplayan fakîrliğe düşer. Dünyâ zehir gibidir. Onu bilmeyen yer, o da onu helâk eder (öldürür). Dünyâda, yaralı olup da yarasını tedavi ile uğraşan kimse gibi ol. Yaralı kimse yarasının azmasından korkarak perhiz yapar, daha şiddetli acıya düşmemek için çekdiği acıya sabreder. Tuzakları süsler altında gizlenmiş olan şu gaflet dünyâsından sakın. Ona dalma! Bitmeyen arzularla gönüller çeken sözlerle süslenmiş, nicelerini aldatıp, kendine meftûn etmiştir. Süslenmiş gelin gibidir. Gözler ona bakmakta, kalbler ona hayran, nefsler ona âşık, o ise âşıklarını helâk ediyor. Yaşayanlar ölenlerden, sonrakiler öncekilerden ibret almıyor. Arif olanlar bile bu hususta dalgındır… Dünyâya düşkün olan, muradına kavuşamaz. Birgün olsun rahat nefes alamaz. Her gün, ayrı bir düşünce, keder getirir. Derken dünyâya o kadar dalar ki, ömür biter de ecel bir gün onu yakalayıverir.. İşte böyle bir duruma düşmekten sakın… Dünyâdan kendini muhafaza edebildiğin müddetçe, sevinçli ol. Yoksa, ne kadar üzülsen yeridir. Dünyâ kimi sevindirirse, sonunda mutlaka beğenilmeyen bir şey vardır. Dünyâda sevinen aldanmıştır. Bugün fâideli görünen dünyâ yarın zarar verir. Dünyâda, ümit, belâ beraberdir. Dünyâda kalmanın sonu yok olmaya gider. Onun sevinci hüzün ile karışıktır. Dünyâda ne geleceği belli olmaz ki, beklenip tedbir alınsın. Dünyâdaki arzular, yalancıdır. Emelleri boştur. Onun iyiliği kederdir… Dünyâ verilerek aldatılanlar, dünyâyı elde etmekle, ele geçirmekle, kendilerine ikrâm edildiğini zannederler..”

  43. marxist argüman

    sayin zileli’nin yazisindan alinti:
    “Bugün toplum ikiye bölünmüş durumdadır ve bu bölünme bir kültürel savaş halini almıştır. Bu çelişme, toplumu fazlasıyla elektriklendirmiş ve germiştir. Bu çelişme, çok uzak olmayan bir aşamada şiddetli bir toplumsal çatışmayla çözülecektir.”

    1. günümüz türkiyesinde ki laik-kemalist devlet fraksiyonu ile islamci-osmanlici devlet fraksiyonu arasinda ki iktidar ceki$mesinin özünde bir “kültürel sava$” olmadigini; ceki$menin özünün nasil bir devlet ve toplum modeli; nasil bir kalkinma modeli oldugunu diger yorumlarimda belirtmi$tim.

    meseleyi $ayet “kültürler sava$i” seklinde tanimlarsak, bu “sava$in” yeni olmadigini; osmanlinin cökü$üyle alakali ba$layan “batilila$ma/cagda$la$ma” reformlariyla ba$ladigini; “batilil$ma” yanlilarinin laik cumhuriyeti kurmalariyla gecici bir üstünlük kurduklarini; erbakan’in deyimiyle, kadafiyin alti bi$tikten sonra, ismalicilarin iktidara yerle$erek rövan$i aldiklarini aldiklarini belirtmek lazim.

    sözkonusu bu iktidar ceki$mesinde, devleti yöneten ya da yönetmeye talip politikacilar aktör iken, halk’in, politik mücadelede ki rolü, iktidar malzemesi olmaktan öteye gecmez.

    2. sayin zileli’nin “kültürler sava$i” diye tanimladigi mesele, ba$ emperyalist amerika’nin 11 eylül saldirilarindan sonra “siyasi islama” actigi sava$in; “anti-terör” sava$inin cephelerinden bir tanesidir.
    sosyalistlik/anar$istlik adina bu mücedelede taraf olmak yanli$tir.

    kültürel farkliliklar, giyim ku$am, yeme icme aliskanliklari kendi ba$ina bir sava$in, cati$manin kaynagi degildir; olamazlar.

    istanbulda, diyarbakirda yüzyillar boyunca bir arada ya$ayan farkli kültürlerden insanlar, ne degi$ti ki $imdi birbirlerine “tahammül” edemiyorlar?

    batili emperyalistler, “siyasi islami/cihadcilari” sosyalist bloku yikmak icin; komünist akimlari zayiflatmak icin desteklerken, kullanirken “tehdit” degildi de, $imdi ne degi$ti ki “politik islam” kültürel ve siyasal bir “tehdit” oldu?

    “kültürel degerler” durup duruken neden birbirleriyle cati$maya/celi$meye ba$lasinlar?
    “laiklik” bir ya$am tarzi midir, yoksa bir yönetim araci; yönetme teknigi midir?
    “laiklik” kültürel bir kategori midir, yoksa “devlet yönetimi” ile alakali “siyasi” bir kategori midir?

  44. Tarihte Marxizmin öngördügü bir Isci Devrimi oldumu gercekten? kendilerini Marxist Leninist (Trockist Maoist vs) diyen etkin olmus, Devrim yapmasa bile güc olmus , tüm özneler ancak Marx in öngörülerinden saparak basarili olabildilerse eger ?????

  45. Kürt Hareketinin düsünenlerinin anlamadi sey su bence. Tüm isini gücünü birakip , sadece Kürt hareketinin gündemiyle yetinen bir sol, mutlak ve mutlak kürt hareketinin icinde eriyeceginden, arzulanan ,kürt hareketine ittifak olacak bir sol da kalmiyor geriye. bunu anlayacaklari günü özlemle bekliyorum.

  46. sinifin , isci sinifinin fiili somut eylemli onderliginde bir toplumsal mucadele artik coktan Araik olmustur der susarim. adina özgürlükcu, insanlik degerleri vs ne dersiniz deyin , dususel, idolojik istenclerin oznel bir rol oynadigi, tabiiki ezilen kesimlerde ete kemige bürünen, bir anlayis. tanrim ideolojik Onderlik (tam ayni sey degil ama) dendiginde bunu ultra ilkel bir teorik yetersizlik sayanlar az bisey dusunurlermi acaba. yoksa isci sinifinin Esref saatini bekliyecekmiyiz sonsuza dek?

  47. Kral öldü. Yaşasın Kral!

    Kemalizm öldü.
    Yaşasın [yeni] Kemalizm!

  48. Sovyet sistemi dejenere oldu ve coktu. Neden ?Isci sinifi iktidarda degildide ondan.

    Cin hic sosyalist olmadi. Neden? Isci sinifi devrime damgasini vurmadida ondan.
    Gezi ayaklanmasi basariya ulasmadi .neden? isci sinifi yoktuda ondan. Cogaltilabilir bu amentü, ama ben usandim kardesler varin biricik Marxist siz kalin.

  49. “Sovyet sistemi dejenere oldu ve coktu.”, “Cin hic sosyalist olmadi.”, “Gezi ayaklanmasi basariya ulasmadi .”
    Bunların neden böyle olduğunun açıklaması basit.
    AKP’ye karşı 15 Temmuz, 17 Aralık, Gezi, 2014 Kobani eylemleri,
    CHP/M.Kemal’e karşı Terakkiperver Fırka, İttihatçı muhalifler (İzmir suikasti vb), Kürtçü, Solcu, İslamcı muhalefet,
    Osmanlı’ya karşı Celaliler, Alevi isyanları, Bedreddin vb,
    Emeviler’e karşı Şiiler, Hariciler vb neden başarılı olamadıysa ondan.
    Güç dengeleri onlardan yana olmadı.
    Kendileri ya azınlık, ya da azınlık olmasalar da bölünüp birlik olamadılar.
    Devirmek istedikleri iktidar bir liderliğin altında birleşmiş veya çoğunluk.

  50. Ah su isci sinifinin ekikligi yokmu.. FARC düzenle bu yüzden uzlasti. Kuba devrimi ise basariya ulasti cunki isci sinifiyla bulustu. Sol haberden … Iyide ben Isci sinifinin öncülügünü Kabul eden en az 50 tane Komunist Partisi sayarim Dunyanin cesitli yerlerinden, ki onlar düzenle uzlasmanin sampiyonudurlar, o yuzden duzenle barisma geregi duymazlar. hic savasmamislardirki… Ah su isci sinifina gerekli önemin verilmeyisi yokmu??? ahhh
    …………………
    Yoksul köylü hareketinin Küba devriminin rüzgarının da etkisiyle yüzünü liberalizmden Marksizme döndüğü 1960’lı yılların ortasında doğan FARC, hem varlığını hem de bugün kendisini tasfiyenin eşiğine getiren karakteristik özelliklerini bir anlamda Küba devriminin özgünlüğüne borçludur. Küba devrimi bir gerilla hareketinin iktidara gelirken işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını program haline getirmiş bulunan komünist partiyle buluşmasıyla başarıya ulaşmıştı. FARC’ın bu rüzgarı arkasına alması, hareketi sola çekti, ancak kıtanın bu bölgesinde devrim rüzgarının dinmesi ve hareketin işçi sınıfı partisiyle buluşmamış olması, zamanla onu hakimiyeti altında bulundurduğu kırsal lokalliklerde üretim ilişkilerinin kapitalistleşmesini yavaşlatan bir güç haline getirdi. FARC’ı 52 yıllık savaşın ve ara ara gündeme gelen “barış” denemelerinin muhatabı haline getiren işte bu özelliğidir.(sol dan)

  51. marxist argüman

    sayin zileli’nin hdp’ye yönelik ele$tirileri neden neden yanli$ ve tutarsizdir?

    zileli’nin yazisindan alinti:

    “HDP’nin son bir buçuk yıldaki rolüne geçecek olursak, HDP kendi adına bu alanda hem çok başarılı olmuş, hem de bu başarının ardından müthiş bir hata yaparak başarısız olmuştur. Başarı derken; 7 Haziran seçimleri öncesinde “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla yürüttüğü büyük kampanyayı, bu kampanyanın ürünü olarak solun geniş kesimlerinin desteğini kazanmasını, Kürt bölgeleri dışında da önemli bir destek bulmasını, %13 oy alarak mecliste 80 sandalya kazanmasını ve böylece AKP iktidarının 11 yıllık tek parti iktidarına son vermesini kastediyorum. Büyük hata derken de; 7 Haziran seçimlerinden bir ay sonra AKP iktidarının provokasyonlarına ve başlattığı savaşa PKK’nın cevap vermesi üzerine, PKK’yle kendini ayırmakta son derece pasif kalmasını, kazandığı desteğin ve prestijin neredeyse tamamını beş altı ay içinde kaybetmesini kastediyorum.”

    zileli burda “cözüm süreci”nde ki geli$melerden bahsetmesine ragmen, sözkonusu bu geli$meleri cözüm sürecinden soyutlayarak; ve hatta “cözüm sürecini” yok sayma “hile”sine ba$vurarak, sözünü ettigi o geli$melerin sadece ve sadece cözüm sürecinin yarattigi olumlu havanin ürünü oldugunu görmezden geliyor.

    soru: “cözüm süreci” neydi ve aktörleri kimlerdi?

    cevap: cözüm süreci, kürt/kürdistan sorununu nihai bir sonuca baglama giri$imiydi.
    cözüm sürecini ba$latan aktörler, devlet adina akp hükümeti ve kürt hareketi adina abdullah öcalan.

    soru: cözüm sürecini ba$latan taraflarin bu i$ten beklentisi/faydasi/cikari neydi?

    cevap: devletin/akp hükümetinin amaci: cumhuriyetin kurulusundan beri, “türk/türklük” kimligi/irk’i üzerine in$a edilmi$ T.C. devletinin otomatikmen di$ladigi ve imha ve asimile edilmesi gereken “tehdit” unsuru olarak kategorize ettigi kürtleri/kürt ulusal herketini, birtakim kültürel, siyasal ve ekonomik tavizlerle/ödüllerle devlete ve topluma entegre etmek; böylelikle kürt sorununun, türk devletinin ve ulusunun geli$mesi önünde engel/ayak bagi olma durumuna nihayet son vermek.

    kürt hareketinin beklentisi: devletin ve milletin milli birlik ve bütünlügünü tehtid eden “terörist” muamelesi görme yerine; devlete ve topluma; sivil hayata; siyasal ve ekonomik hayata entegre olmak.

    cözüm sürecinin aktörlerini ve bu aktörlerin bu sürecten beklentilerini bu $ekilde tespit ettikten sonra, $unu anlamak zor degil: kürt ulusal hareketinin cözüm süreci cercevesinde kendi amaclarina ula$masi icin muhatabi akp hükümetidir ve bundan dolayida kürt hareketinin, akp hükümetini yikmayi ya da zayiflatmayi hedefleyen politikalari bir nevi bindigi dali kesmesi ile e$anlamlidir.

    nitekim akp hükümeti, chp ve diger sol kesim ile beraber secim ittifakina giri$en kürt hareketine, “cözüm sürecinin kaderi bana bagli, bunu unutma” uyarilari yaptiktan sonra, hdp’nin “seni ba$kan yaptirmayacagiz” kampanyasini “bardagi ta$iran son damla” olarak degerlendirmi$ ve cözüm sürecini devlet adina tek tarafli olarak bitirme karari almi$ti.

    demek ki, zileli’nin “hdp’nin ba$arisi” olarak gördügü, hdp’nin “seni baskan yaptirmayacagiz” kampanyasi, tam tersine, aslinda kürt hareketinin bindigi dali kesmesi ve akabinde devletin, kürt sorununu terör ve siddet ile bastirma konseptine geri dönmesi anlamina geliyor.

    özetle, kürt hareketinin cikar ve amaclari acisindan düsünülürse, “seni baskan yaptirmayacagiz” kampanyasi kürtler icin “kontraproduktif” yani kürtlerin alehinde bir sonuca kapi aralami$tir.

    peki zileli neden böyle bir $eyi “ba$ari” olarak görüyor?

    cünkü zileli’nin ba$ari kriteri ba$ka; neymi$ o kriter?

    akp’nin tek parti iktidarinin sona ermesi. böylesi bir kriterden $unu anliyoruz:

    birincisi, zileli’nin fanatik bir demokrasi ve cogulculuk idealisti oldugunu: tek bir coban’in devleti ve toplumu gütmesine zileli’nin gönlü hic razi degil; koyunlari güden coban sayisi mutlaka birden fazla olmali ve birde bu cobanlar, koyunlari nöbetle$e otlatmalilar ki, koyunlar, kendilerini otlatan cobani bir “diktatör” olarak görmesinler.

    ikincisi, demokrasiyi, demokratik temsili ve halki/secmeni bir me$ruiyet kaynagi olarak idealize eden zileli, diger yandan celi$kili/tutarsiz bir bicimde, on secim üst üste %50 civarinda oy alarak “demokrasi/yönetim rekoru” kiran akp iktidarini, “tek parti iktidari”; yok efendim “diktatörlük”, o da yetmedi “islami fa$izm” $eklinde adlandirarak güya “gayri me$ru” göstermeye cali$iyor.

    sonuc: zileli’nin baki$ acisi, bati demokrasisini ve emperyalizmini idealize eden “anar$izm sosuna” bandirilmi$ tutarsiz/eklektik bir baki$ acisidir.

  52. değerli gün zileli , söyleşinizi okudum, katıldığım yerler var. pisikolojiyle açıklamak doğru mu,doğruda olabilir ama şüphelenmek gerekmez mi. orta düzeyde kapitalist gelişmenin olduğu ülkede işçi sınıfıyla ilgili görüşünüz 16 haziran öncesi solun bazı kesimleriyle görüşleriyle paralellik taşıyor. işçi sınıfı yoktur diyebiliriz çünkü devrimci değildir yada işçi sınıfı akp içindedir.stalin takıntısı devam ediyor . antalılan hikaye başka türlüde anlatılabilir.heybeliada dan ahmet aslan

  53. Merhaba,
    Yazılarınızı ilgi ve beğeniyle okuyorum. Bu yazınıza izninizle bazı itirazlarda bulunmak ve eleştiriler getirmek istedim.
    Beşiktaş’ta yerel seçimde CHP 97 bin oy almıştı, HDP 2 bin.
    7 Haziranda, CHP 71 bine indi, HDP 16 bine çıktı.
    HDP açısından başarı mı, evet. Sol açısından, 12 bin kişi kayıp.
    1 Kasımda CHP 80 bine çıktı, HDP 14 bine indi.
    HDP açısından başarısızlık mı, evet. Sol açısından 7 bin kişi kazanç.
    Şişli, Kadıköy, Çankaya, Defne ve sair ‘Gezici’ muhitte aşağı yukarı aynı.
    Mesele üç-beş oy değil. Ancak şu:
    Gezi direnişçilerinin Nişantaşı’ndan Tuzluçayır’a %98’i “tatava yapma!” derken, bir anlamda sosyalist bürokrasiye “yeter be!” demişlerdi, “senin o ‘bize oy vermeyen faşisttir, darbecidir, kadın düşmanıdır, homofobiktir, ırkçıdır’ hakaretlerinden bıktım!”
    Ankara’da ÖDP’liler, TKP’liler, Halkevciler kendi adayları yerine Mansur Yavaş’a oy verdiklerinde (Kaya Güvenç 2.527 oy almıştı) bu ‘sosyalizmin başarısızlığı’ mıydı, yoksa sosyalist bürokrasiye karşı tabandan yükselen “tatava yapma!”nın başarısı mı?
    Peki Haziran?
    Evet; forumların dağıtıldığı, mesleki/sendikal/örgütsel bürokrasi dışındakilerin kendilerini ifade imkanına sahip olmadığı koşullarda HDP sol içi oylarını artırdı.
    Ne pahasına?
    Kendisini ifade edecek mecra bulamayan onbinlerce direnişçinin küskünce eve çekilmesi pahasına.
    HDP’nin ‘seni başkan…’ kampanyasının başarısından söz ediyorsunuz. Peki ya o kampanyaya katılmayanların durumu?

  54. ” işçi sınıfı yoktur diyebiliriz çünkü devrimci değildir yada işçi sınıfı akp içindedir.”

    Bu ‘celiski’yi, Turkiye’de ‘sag’ ‘sol’dur; ‘sol’ da ‘sag’dir diyerek aciklamak da var ama o zaman bunca ‘sol’cunun husranini nasil tedavi edecegiz sorusu ortaya cikar.