Cumhuriyet’e Saldırı ya da Açık Faşist Diktatörlüğün İlanı!

 

 

Bugünün tarihini unutmayalım: 31 Ekim 2016. Bu tarih, İslami faşizmin sahneye koyduğu oyunun üçüncü ve son perdesinin açılışını temsil etmektedir. Birinci perde, 20 Temmuz 2015’te, Suruç patlamasıyla açılmıştı. İkinci perde ise, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından. Bu üç perdeyi yeni baştan kısaca ele alalım.

7 Haziran seçimlerini kaybedip bir an için iktidarı elinden kaçırma tehlikesiyle karşılaşan iktidar partisi, ustaca düşünülmüş bir plan ortaya koydu: Kürtlerle savaşı yeniden başlatmak. Bu sayede orta Anadolu’da MHP’ye, Doğu Anadolu’da  HDP’ye kaptırılan muhafazakâr oylar yeniden AKP’ye akıtılacaktı. Ancak bu planın uygulanması için kritik iki nokta vardı. Birincisi, meclis başkanlığını ele geçirmek, ikincisi ise PKK’yi savaş alanına sürmek. Meclis başkanlığının ele geçirilmesinde, Deniz Baykal, aynı zamanda CHP ile HDP’nin taktik beceriksizlikleri ve öngörüsüzlükleri kullanıldı. Böylece meclis başkanlığını ele geçiren AKP, herhangi bir koalisyonun kurulmasını kasıtlı olarak engelleyip seçimleri yenilemenin yolunu açtı. PKK’nin      savaşa sürülmesi ise Abdullah Öcalan vasıtasıyla sağlandı. Tecritteymiş gibi gösterilen Öcalan’dan Kandil’e gönderilen “savaşa girişin” mesajı, bizzat iktidar tarafından dağdaki kadroya ulaştırıldı ve böylece Kürtlerle savaş başlatıldı. Bu savaş sayesinde AKP, yenilenen 1 Kasım seçimlerinde yeniden tek başına iktidar oldu.

1 Kasım’da iktidarı yeniden ele geçiren iktidarın bundan sonraki adımı, tek kişi diktatörlüğünün taşlarını döşeyecek ve muhalefeti baskı altına alacak mutlak ve tekelci bir yönetime doğru hızlı adımlar atmaktı. Ne var ki, mevcut hukuki düzende bu mutlak tekelci iktidarı kısıtlayan birçok “ayakbağı” vardı. Bu “ayakbağları”ndan kurtulmak için iktidara fırsat verecek büyük bir olay gerekliydi. İktidar, ordu içindeki iktidar karşıtı darbe hazırlıklarından haberdardı ve ajanları aracılığıyla bu hazırlıkları yakından izliyordu. 15 Temmuz öncesinde darbenin erken patlamasını sağlamak için gereken her şey yapıldı. En önemlisi, darbe hazırlığı içindeki subayların hepsinin Yüksek Askeri Şura toplantısında tasfiye edileceği açıktan açığa, gazete manşetleriyle bile duyuruldu. Bu prematür girişimin gerçekleşmesi halinde yapılacak her şey önceden planlanmıştı. Darbecilere birçok yanlış bilgi uçuruldu ve başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hükümet erbabının darbeciler tarafından ele geçirilmemesi için her türlü tertibat alındı. Böylece darbeciler 15 Temmuz akşamı erken harekete geçerek tuzağa düşmüş oldular. Böylece ikinci perde açılmış ve hem ordu içindeki iktidar muhaliflerinin temizlenmesi, hem de OHAL aracılığıyla tüm muhalefetin baskı altına alınması sağlanmış oldu. “Yenikapı ruhu”yla, ana muhalefet partisi CHP de etkisiz hale getirilmişti zaten. OHAL’in devlet ve akademi kademelerindeki temizliği, giderek basın ve yayın organlarının kapatılmasıyla birleşerek sürdürüldü ve bugüne kadar geldi. Artık üçüncü perdenin açılması zamanı gelmişti.

31 Ekim günü, yani bugün Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırı üçüncü ve son perdenin açıldığının göstergesidir. Artık Bahçeli sayesinde “Başkanlık sistemi” adı verilen tek kişi diktatörlüğünü sağlayacak referanduma giden yol açılmıştı. Bu yolun açılması, aynı zamanda muhalif  basının susturulmasının da yolunun açılması anlamına geliyordu. İktidarın elinde zaten 15 Temmuz’dan sonra elde ettiği OHAL gibi bir kesici alet vardı. Bugün Cumhuriyet gazetesine giriştiler. Yarın son kalan gazetelere de girişeceklerdir. Basın özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırılması, bir anlamda faşizmin resmen ilanıdır. Dünya tarihinde defalarca gördüğümüz gibi, bütün açık diktatörlüklerin alâmetifarikası basın özgürlüğünün ortadan kaldırılmasıdır. Bu yüzden bugün Cumhuriyet gazetesine ve yazarlarına yapılan saldırı açık faşist diktatörlüğün ilan edilme tarihi olarak da tarihe kaydedilebilir. Aynı zamanda Batı ile bağların kopartıldığının ilan edilme tarihi olarak da…

Gün Zileli

31 Ekim 2016

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1937 – Moskova Duruşmaları ve Kızıl Ordu Generallerinin Tasfiyesi

Artıgerçek Sovyetler Birliği’ndeki 1930’lu yılların “Büyük Temizlikleri” konusuyla ilgilenenlerin ne zamandır beklediği, Sovyetler Birliği’nin akademisyenlerinden …

526 Yorumlar

  1. Hülagü Özalp

    Çok net söyleyeceğim: Geçtiğimiz 14 yılda AKP’ye tek bir konuda bile, ne bileyim ücra bir kasabadaki bir caddenin asfaltlanıp asfaltlanmaması falan gibi kıytırık bir konuda bile “adamları sevmiyorum ama burada haklılar” diye destek olan kimsenin yatacak yeri yoktur. Siyasi yol haritalarını RTE’nin “demokrasi tramvaydır, gideceğimiz yere varınca ineriz” sözüyle başlatan bir hareketten bu ülke için en ufak bir iyilik bekleyenleri tarih asla affetmeyecek. Liberalleri, sosyalistleri, Kürt hareketini sümüklü mendil gibi kullanıp attılar, yarın da ulusalcıları, milliyetçileri aynı şekilde atacaklar. Sevin veya sevmeyin, kullanamadıkları tek siyasi hareket CHP’ydi, işte şimdi oyun bitti ve sıra onlara geldi. Artık RTE’ye “ama” bile diyenin bu topraklarda nefes alma hakkı olmayacağı bir döneme giriyoruz.

  2. 7 haziranda bittiğini gördü. bitmişlik; tükenmişlik sendromu yaşıyor.. sedyeye uzanmış çaresiz bir hastanın son cılız çırpınışları..

  3. marxist argüman

    komplo teorisi mantigi

    sayin zileli’nin yazisi bastan sona komplo teorisi mantigiyla yazilmi$ bir yazi. zileli’nin yazisindan yazidan alinti:

    “7 Haziran’da seçimlerini kaybedip bir an için iktidarı elinden kaçırma tehlikesiyle karşılaşan iktidar partisi, ustaca düşünülmüş bir plan ortaya koydu: Kürtlerle savaşı yeniden başlatmak.”

    kürtlerle savasi gecici olarak bitiren cözüm sürecini devlet adina baslatan kimdi? akp hükümeti. üstelikte akp hükümeti. mhp ve kemalistlerin, “bölücü terörle pazarlik yapiyorlar” suclamalarina ragmen bu süreci baslatti. zileli öyle bir anlatiyor ki, sanki “cözüm sürecini” birileri akp hükümetine zorla dayatmi$ gibi…

    “Bu sayede orta Anadolu’da MHP’ye, Doğu Anadolu’da HDP’ye kaptırılan muhafazakâr oylar yeniden AKP’ye akıtılacaktı.”

    zileli’nin bu yazdiklarindan anliyoruz ki, kürtlerle sava$in durdurulmasindan “rahatsiz” olan bazi türk vatanseverleri akp’ye oy vermekten vazgecip, mhp’ye oy vermeye ba$lami$lar. enteresan, neden acaba?
    yine zileli’nin yazdiklarindan anliyoruz ki, “dogu anadolu”da bazi “muhafazakar” kürtler bari$ sürecinden dolayi akp’ye oy vermekten caymi$lar ve hdp’ye oy vermeye ba$lami$lar. yine enteresan ve yine merak ediyorum: neden acaba?

    “Ancak bu planın uygulanması için kritik iki nokta vardı. Birincisi, meclis başkanlığını ele geçirmek,…”

    zileli’nin yazdiklarindan $unu anliyoruz: türk vatanda$larinin/vatanseverlerinin kürt dü$manligini gögüslemeyi göze alarak cözüm sürecini kendi inisiyatifiyle ba$latan akp hükümeti, sonra cözüm sürecini birtirmek icin nedense bir masterplan/ustaca plana ihtiyac duyuyor.
    yine meraktan sormak zorundayim: cözüm sürecini bitirmek icin akp’nin önünde bir engel mi vardi ki acaba? mhp’li fa$olar ve kemalist irkcilar zaten “bitir, bitir!” diye bastirmiyorlar miydi?
    sonra, meclis baskanligini ele gecirmekle cözüm sürecini bitirmek arasinda ki bagi da anlayamadim, benim komplo teorilerine kafam hic cali$maz; sayin zileli beni aydinlatir misininz?

    “ikincisi ise PKK’yi savaş alanına sürmek.”

    komplo teorisyenligine soyunan zileli, neden bunu yaziyor? birkac cümle sonra sonra $unu demek icin: “Tecritteymiş gibi gösterilen Öcalan’dan Kandil’e gönderilen “savaşa girişin” mesajı, bizzat iktidar tarafından dağdaki kadroya ulaştırıldı ve böylece Kürtlerle savaş başlatıldı.”

    öcalan, cözüm süreci sonucunda özgürlügüne kavu$ma, serbest siyaset yapma umudu icindeydi. böyle bir beklenti ve hedef ile cözüm sürecini kürt tarafi adina sürdüren öcalan, nedense fikir degi$tiriyor ve pkk’ye “sava$i ba$latin” talimati gönderiyor.

    zileli, bu uydurma komplo senaryosuyla ne demek istiyor?

    cevap: öcalan ile akp i$birligi halindeler; öcalan, akp i$birlikcisidir; örgütü pkk de, bu i$birligine alet oluyor.

    sayin zileli, kafam yine karmakari$ik oldu: öcalan’in “sava$i ba$latin” talimatindan bizim neden haberimiz yok? öcalan, sava$i ba$latarak neyi amaclami$tir? özgürlügüne kavu$mayi dört gözle bekleyen bir insan neden sava$i yeniden ba$latsin ki? öcalan, imralidan cikmasinin olmazsa olmaz $artinin kürt sorununun bar$cil cözümü oldugunu, aksi halde imralida ölümü beklemek zorunda oldugunu bilmiyor mu? öcalan, akp’nin “ustaca plani” dogrultusunda “sava$i ba$latin” talimati verdiyse, cözüm sürecinden sonra öcalan, neden uzun süre “tecrite” alindi, di$ariyla ili$kisi kesildi?

    sonra, devletin/hükümetin pkk ile tekrar sava$a tutu$masi icin öcalan’in “sava$a ba$layin” talimatina gercekten ihtiyac var mi?
    devlet/hükümet, “cözüm süreci bitmi$tir”, diyerek ya da demiyerek operasyonlara ba$layinca, kandil’i sava$ ucaklariyla bombalayinca, pkk, zaten sallantida olan cözüm sürecinin bittigini anlami$ olmuyor mu?
    devlet, pkk’ye kar$i askeri operasyonlara ba$layinca, pkk’nin de ister istemez kendini savunmasi ya da kar$i eylemlere giri$mesi “normal” bir reaksiyon degil midir? pkk’nin bunu anlamasi icin öcalan’dan “savasin” talimatina gercekten ihtiyaci var mi? vs. vs.

    sonuc: zileli gibi, dünyayi anlamak ve algilamaktan aciz “idealist” baki$ acisinin varacagi nokta mantiken, komplo teorisyenligidir; olan biteni anlayamayan ya da anlamak istemeyen bir insanin komplo senaryolari yazarligina soyunmasina ben $ahsen hic $a$irmadim.

  4. “PKK’nin savaşa sürülmesi ise Abdullah Öcalan vasıtasıyla sağlandı. Tecritteymiş gibi gösterilen Öcalan’dan Kandil’e gönderilen “savaşa girişin” mesajı, bizzat iktidar tarafından dağdaki kadroya ulaştırıldı ve böylece Kürtlerle savaş başlatıldı.”

    Kaynağınız nedir? Çünkü kesin bilgiymiş gibi yazmışsınız…

  5. Faşizm mi Despotizm mi?

    “Cumhuriyet’e Saldırı ya da Açık Faşist Diktatörlüğün İlanı”

    ya da

    Tek parti hatta tek kişinin merkeziyetçi yönetimine (ATÜT’e) dayanan üniter devletin despotik özünün bir kere daha ortaya çıkması.

    Bizim gibi Asyatik ülkelerde Firavunlar çağından beri devam eden diktatörlükleri tanımlamak için “faşizm” gibi yakın dönemin Avrupa kökenli kavramlarını kullanmaya gerek yoktur.

  6. Faşizm mi Despotizm mi?

    Türkiye’de tek parti/tek kişi yönetimlerinin (CHP, DP, AKP) kural, aykırı durumların istisna olduğu şuradan da bellidir ki böyle durumlar hep seçilmişler (iktidar) ile atanmışlar (cumhurbaşkanı, yargı, ordu, üniversiteler) arasındaki kriz dönemleridir. Daha doğrusu -bunlar hiçbir dönem tamamen bitmediği için- bu krizlerin yükseldiği ve egemen olduğu dönemlerdir.

  7. Faşizm mi Despotizm mi?

    Bu tespiti daha ileriye götürerek, merkeziyetçi olmayan doğu devletlerinin -tamamen yıkılmasalar bile- parçalanacaklarını söyleyebiliriz. Saddam sonrası Irak, Esad sonrası Suriye, Kaddafi sonrası Libya’da olduğu gibi.
    Osmanlı ve Selçuklu devletleri de bunu gösteriyor. Merkeziyetçi Osmanlı devletinin aksine Selçuklu devleti önce çeşitli kollara (Anadolu, Irak, Suriye Selçukluları gibi) ayrılmış, bu kollar da bu nedenle uzun süre yaşayamamıştır.

  8. sözün bittigi yere gelindi galiba!
    bu ülkede hic mi vicdan ve etik kural yok???
    kesin olan türkiyeyi cok daha karanlik ve bitkin bir halde görülecek,bati ille uzun zamandir iliskiler kopmus sadece günlük satranc uyunlari uynaniyor.
    büyük reis 2023 hayalleri dünya lideri propagandasi basarili oldu cogunluk bizlerin taleplerine karsilik vermiyor yandas hersey yönlentiriyor.
    bu zihniyet bir felaketi getirmisir bi topraklara ve yine getircektir! cumhuriyet devrimler malesef tamamen halka inmemistir hal böyle ulunca gericiklik elbette taban yapar,kanli pazarda saf tutup namaz kilanlar simdi iktidarda ne diyelim sagolun bati!!!
    sözün bittigi yer geldi ve bundan sonra herkes bir catisma icinde olacaktir bunun tersine söyleyen bu dünyadan degil galiba.hülya kocyigit diyebiliryorsa ki rte bu halk minedar olacak bizim ne söylebiliz??? böyle bir ülke oldu türkiye vicdansiz ve etiksiz kör…….dünya ille kompleks icinde olan bir toplum!sagci kemalistler bu tohumu atmisdir simdi toplayip dursunlar…..tabii onlarin yeri hazir hemen batiya yerles!chp uyan veyada kendini feshet!!! artik kendini milliyetci anlaysindan kurtar!

  9. Kaynak benim. Olayın başka türlü olması mümkün değil. PKK’nin böyle saçma bir savaşa girmesinin tek izahı budur. Ayrıca Öcalan’ın hapishaneden çıkarılıp Barzani ile vb. görüşmeye götürüldüğü bilinmektedir. Buna ilişkin bilgi Barzani’ye bağlı bir internet sitesine kondu, sonra da kaldırıldı.

  10. demokrasimi teokrasimi?
    cumhuriyet çoğulcu yönetim biçimi. Halkın seçtiği yöneticilerin iktidara gelmesi. Devlet yönetimi parlamenter sistem. Partilerin seçtiği tek adama iktidarı teslim etme sistemi. Ama ne hikmetse cumhuriyet tarihine baktığımız zaman %45 ve üzeri oy alan iktidarlar darbeyi yemiş yönetim biçimi Padişahlıktan bile kötü olan güç odaklı yönetim biçimi. ve anayasayı tekrar yazarak ülkeyi hizaya sokma durumu. sonuç halkın istediği hiçbir zaman dikkate alınmayan yönetim. Peki sorun devlet sistemindemi seçim sistemindemi. Cumhuriyeti kurmuşuz ama şimdiye kadar demokrasi değil teokrasi ile yönetilen bir devlet. Gazetelere bakarsak 60 yıl öncede aynı tür yazılara rastlıyoruz. bugünde aynı. Bazılarına göre iktidara gelen %60 lada gelse o ülkede demokratik bir seçim olmuyor ama %20 hatta %18 le bile yönetime gelen iktidar demokretik oluyor peki soralım burada demokrasi nerede. sonuç Vatanını seven vatandaşına kazık atmaya çalışmaz. Ülkeyi düşünen üretimde olur. Fert fert samimi olmalıyız. bence partileri lav edip herkes kendi yöresinden temsilcisini meclise göndermeli particiliğin olduğu yerde Ülkeden önce parti gelir. A partisi iyi bir şey yapsa b partisi iyimi diyor muhalefet yapmak iyiye kötümü demekmi. yoksa daha iyi projeleri üretmek mi. Ha birde sen ne bilecen yöneticiyi seçmeyi diyenler var. O zaman bende sorarım kim kimi seçiyor. Seçilene mi oy veriyoruz yoksa bizmi seçiyoruz. Bu seçim sistemi ile demokrasi değil her zaman teokrasi vardır. Ha parlamenter sistem ha başkanlık ne farkı var. herkes gene ülke menfaatine değilde parti menfaatına çalıştığı sürece.

  11. “Kaynak benim.”

    Zaman ne kadar degisti.

    Eskiden ‘kaynak’ sayilabilmek icin, ya bir sahit olmak ya da fiili dahli olmak gerekiyordu.

    Simdi, hikaye yazarak da kaynak olunabiliyor. Ne guzel.

    “Olayın başka türlü olması mümkün değil. PKK’nin böyle saçma bir savaşa girmesinin tek izahı budur.”

    Yani, Devlet/Hukumet + Abdullah Ocalan + PKK Yonetimi bir araya gelip, PKK’nin basarisiz olacagi bir savasi baslatmak icin bir komplo kurmuslar.

    Evet, bu cok rasyonel duruyor.

    “Ayrıca Öcalan’ın hapishaneden çıkarılıp Barzani ile vb. görüşmeye götürüldüğü bilinmektedir. Buna ilişkin bilgi Barzani’ye bağlı bir internet sitesine kondu, sonra da kaldırıldı.”

    Dagin yamacina senenin belli bir gunu vuran golgenin Ataturk oldugu iddialarini gectim, Gulriz Sururi gibi ‘aydin’ (ve dahi ‘uyanik’) olduguna kimsenin itiraz edemeyecegi mumtaz bir sahsiyetin Ataturk’un uzayli oldugunu iddia edebildigi bir ulkede bu tur seylerin yadirganmamasi gerekir. [ https://99haberler.com/ataturk-uzayl-myd/ ]

    Bir tanidigim da, bir iskembecide Abdullah Ocalan’i gordugune yemin ediyordu. Ben, mubaregin sisede durdugu gibi durmadigina vermistim. Demek ki, hata etmisim.

  12. Nereye gidiyoruz?
    a) Vaziyet nedir?

    1. Demokratik siyaset imkânı kalmamıştır.
    2. Faşizm çıplak şiddete dayalı politika üretmektedir.
    3. Sözlerin değeri yok; akıllıca analizler, ağır eleştiriler yankısız, kimsesiz.
    4. AKP tüm sağ politik yapıyı da rehin almış. Kendi içinde doğacak muhalefet korku ile felç.
    5. Laik, Demokrat, kentli muhalefet, Kürt şiddet hareketi ile Kürt “demokratik” siyasetçilerin birbirinden ayrılmasına yardım edemiyor.. Türk milliyetçiliğinden ölesiye korkuyor; demokrat, vicdanlı bir insan olamıyor.
    6. Ülkenin yarıya yakını ele geçirdiği ekonomik imkânları (aylık 300 TL ya da 3 milyon veya 30 milyon dolar) koruma adına vicdansızlaşmış.. Bu sürdürülebilir olmadığında veya ateş kendine dokunduğunda ayıkacak! Her gün ölen gençler umuru değil… “Şehitler tepesine” sevdikleri gitmedikçe sorun yok (bakın ölenlerin gazetelerde nasıl da kıyıya köşeye yazıldığına.. Halk 90 larda olduğu gibi yine cinayetlerin suç ortağı ediliyor..)
    Ne yapmalı..
    1. Sahip olunan mevziler korunmalı; daha ileri bir hareket mümkün değil.
    2. Türkiyeli tüm etnik köken ve dinsel inanışlara özgürlüğü tanıyan ortak demokratik blok ile mevziler korunabilir.
    3. Ekonomi çöküntüye gidiyor;işsizlik çoğalıyor; umut kayboluyor. Bu blokun ekonomik bir “reçetesi” de olmalı.
    4. Kararlı, sabırlı bir blok olmalı; bu iktidarın en büyük düşmanı zaman! Bu nedenle saldırgan; ekonomi ve ortadoğu-kürt politikaları çökerken rezilliğini ifşa eden muhalif kurumları, bireyleri dağıtma gayretinde..

    bence.. bence… AKP’nin azgın propaganda gücünü umursamadan “Herkese Demokrasi” bloku ısrarı onları mahvedecek;
    Ulusalcı Kemalistler; “ulusçu demokratlar”, gerçek birliğin-bütünlüğün barışın ve umudun, bu ortadoğu cangılında Türk Kürt federasyonları ile mümkün olacağını anlamadıkça… muhalefeti parçalayarak iktidarın değirmenine su taşıdıklarını görmeleri gerek.. Bu mümkün mü…
    Zor… Çok zor…
    O zaman iktidarın kendini ve ülkeyi mahvedecek politikalarının da suç ortağı olarak.. onlara kolay gelsin.. Ve sakın ağlamasınlar!

    Cumhuriyet gazetesi baskını ve direnişin alacağı şekil, önümüzdeki döneme ait mücadelenin eşiği .. Bu “siperi” korumaya ait çabanın nitelik ve niceliği ricatın paniğini ya da direnişin özgüvenini belirleyecek; Gezi Parkı gibi; çok benziyor…

  13. bizimki gibi az ve çarpık gelişmiş, rasyonel ve analitik düşüncenin kökleşmediği toplumlarda kanıt ve kaynak aranmaz.

    çünkü bizde somut bulgulara dayalı, maddi bilgi içeriği geniş ve çok yönlü eleştiri süzgecinden geçmiş metinler yerine önsel olarak kabul ettiğimiz ideolojik ve siyasi çizgimize en azından görünüşte uygun hikaye anlatıcılığı rağbet görür.

    biraz iyiler ise ikinci dereceden kaynaklara atıf yaparlar (orijinal kaynaklara ulaşmak zahmetlidir hem ne gereği var). kanıt gösterirler belki ama gösterdikleri kanıtlar da tartışmalı ve yoruma açıktır.

    zileli’nin yukarıdaki yazısı biraz iyi bile değil. bu yazıdaki her bir iddia ve saptama tanrı kelamı gibi doğru olsa dahi entelektüel seviyenin yüksek olduğu bir ortamda ciddiye alınmaz. kahvehane muhabbetinin solcu versiyonundan başka bir şey değil. kalitesizlik ve standartsızlık bu ülkenin içine işlemiş.

  14. Yok yok hata etmiş değilsiniz. Sadece rahatsız olmuşsunuz.

  15. marxist argüman

    komplo mantigi; komplo teorisi nedir?

    dünyada cok yaygin olan ve akil/mantiktan cok fantaziye hitab eden komplo teorilerinin en ünlüsü, amerikada ki 11 eylül ikiz kuleler saldirisinin el kaide tarafindan degilde amerikan gizli istihbarati, yok efendim israil gizli istihbarati tarafindan tertiplendigi. hatta ikiz kulelere ucak dalmadi, bu bir optik yanilsama diye iddia eden milyonlarca insan tarafindan izlenen videoler you tube da mevcut.

    bu komplo teorisine göre, amerika ortadoguya sefer düzenlemek icin böyle bir $eye ihtiyac duymu$mu$.
    yani el kaide’nin “bu eylemi biz yaptik” demesi, yine amerika’nin “el kaide yapti” demesi; eylemi yapanlarin isim ve fotograflari, komplo teorisyenleri hayatta ikan edemez; onlar hayati bir hollywood filmi gibi algilarlar.

    sayin zileli’nin de böyle fantastik senaryolarla yesilcam ve dizi piyasasinda ekmek yeme $ansi var bence. kurtlar vadisi benzeri dizilerin senaristligi icin benim adayim zileli.

    komplo mantigini analiz etmeye devam edelim:
    komplo mantigi, olay olup bittikten sonra, etki-tepki ili$kisini ba$ üstü cevirir. $öyle ki, örnek, A.B.D., sosyalist blokun tarih sahnesinden cekilmesinden sonra, dünyanin rakipsiz süper gücü olarak “kralligini” ilan etti.
    el kaide gibi bir örgütün, hem de amerika’yi kendi evinde sarsan eylemler dizisine, amerika, süper güce yara$ir bir cevapla kar$ilik verdi: (islamci) terör ile dünya capinda mücedele; anti-terör sava$i. amerika’nin bu terörizme kar$i savasinda diger devletlere bictigi rol de: mirin kirin etmeden amerika’nin anti-terör konseptine katkida bulunma.

    komplo mantigi, amerika’nin, el kaide’nin eylemlerine tam da bir süper güce yara$ir capta bir cevapla kar$ilik vermesini, yani aksiyon-reaksiyon ili$kisini “gercekci” bulmaz; böylelikle örnegin hem amerikan kar$iti akimlarin, terör eylemlerinin varligini görmezden gelir, hem de sanki amerika’nin, ortadoguya ya da dünyaya ayar vermesi icin ille de bir bahaneye ihtiyaci varmi$ gibi yansitir.

    zileli’nin yazisindan alinti:
    “15 Temmuz öncesinde darbenin erken patlamasını sağlamak için gereken her şey yapıldı. En önemlisi, darbe hazırlığı içindeki subayların hepsinin Yüksek Askeri Şura toplantısında tasfiye edileceği açıktan açığa, gazete manşetleriyle bile duyuruldu.”

    dikkat edilirse, zileli, akp hükümetinin taa ergenekon davasindan beri hedefledigi ordunun/generellarin di$lerini cekip etkisiz hale getirme, böylelikle ordunun, hükümete darbe yapma potansiyelini/imkanlarini elinden alma cali$malarini, sanki akp, tam tersine ordu daebe yapsin; mümkünse de biraz erkene alinmi$ bir darbe yapsin diye gösteriyor.

    tekrarlarsak, hükümetin, “fetö terör örgütüyle” mücadele kapsaminda orduda planladigi tasviyelerin -ergenekon’u saymazsak- amaci nedir?

    cevap: gülen hareketininin “kökünü kazima”.

    tasviye edileceklerini, dahasi belki de cezalandirilacaklarini ögrenen gülenci subaylarin, ordu icinde ki bazi kemalist subaylarla ittifak yapip darbe planlamalari anla$ilir bir durum.
    fakat zileli, bu durumu, “akp’nin darbeden haberi vardi, akp’nin amaci darbeyi önlemek degildi, darbecileri darbe yapmaya te$vik edip, bundan faydanmakti” $eklinde yorumluyor.

    böyle bir $ey ancak filmlerde olabilir ama gercek hayatta olmaz, neden?
    cünkü darbe, kimin ölüp kimin kalacagi, sonucunun önceden kestirilmesinin, kontrol altinda tutulmasinin imkansiz oldugu bir durumdur.
    yani darbe, laboratuvarda tehlikeli bir madde ile deney yapmaya benzemez. bunu devleti yönetenler bilir, tayyip erdogan da bilir; bilmeyen zileli gibi idealistlerdir.

  16. “Sadece rahatsız olmuşsunuz.”

    Rahatsiz olmaktan maada, yadirgadim.

    Sundan dolayi:

    Hem blog girdisi olan yazinizda, hem de ilgili yorumunuzda, neredeyse acikca sunu diyorsunuz:

    1) Darbeciler (Cemaat + her kim iseler), basarisiz olacaklari asikarken, tesebbus ettiler ve mukadder sonuclarini kendi elleriyle gerceklestirdiler.

    2) PKK, basarisiz olacagi asikarken, savas cikardi ve mukadder sonucunu kendi elleriyle gerceklestirdi.

    Yani, RTE’nin (AKP’nin) siyasi hasimlari olan bu iki unsur, basarisiz olmak icin ellerinden geleni yapti ve basarisiz olmak hedeflerini gerceklestirmekte basarili oldular.

    Yani, hem Cemaat hem de PKK (ayri ayri, birbirinden bagimsiz olarak), kaybetmege oynadi ve istedikleri oldu; kaybettiler.

    Bu analizdeki garabeti gorMEmek, bunu yadirgaMAmak mumkun mu?

    Bir de, yazida gecen ‘tek kişi diktatörlüğü’ ne demektir; ziddi ‘cok kişi diktatörlüğü’ mudur?

  17. Deniz Baykal çilingir mi?

    Devlet Bahçeli’nin bir yanaşmadan öteye gidemediği besbelli de, Deniz Baykal’ın bir tür çilingire dönüşmesine niçin şaşırmıyoruz?

    Alıştık mı? Bu kadar çabuk mu pes ettik?

    Diktatör Tayyip’in ve AKP’nin kapısı ne zaman sıkışsa, Deniz Baykal çilingir gibi hızla yardıma yetişiyor!

    Var mı bunun bir açıklaması?

    Kemal Kılıçdaroğlu’nu bloke edip, başkanlık sistemi gelirse, CHP’nin başına yeniden geçmeyi mi planlıyor Baykal?

    Başka sebepler var mı?

    Gün Bey, Deniz Baykal ile ilgili geçmişten-günümüze bir değerlendirme yazınız var mı, eğer yoksa yazmayı düşünür müsünüz?

    Sizce, Deniz Baykal ile Doğu Perinçek arasında benzerlikler, aynılıklar mevcut mu?

  18. Ya adam Allah olmuş Tanrı olmuş siz hala bitmiş adamın çırpınışı falan… Ne bitmesi be?

  19. marxist argüman

    sayin zileli’nin yazisindan alinti:
    “Böylece darbeciler 15 Temmuz akşamı erken harekete geçerek tuzağa düşmüş oldular. Böylece ikinci perde açılmış ve hem ordu içindeki iktidar muhaliflerinin temizlenmesi…”

    $imdi zileli’nin komplo senaryosunun tutarsiz ve inandirici olmadigini ispatlamak icin yine zileli’nin yazisindan alinti:
    “En önemlisi, darbe hazırlığı içindeki subayların hepsinin Yüksek Askeri Şura toplantısında tasfiye edileceği açıktan açığa, gazete manşetleriyle bile duyuruldu.”

    demek ki hükümetin orduda “temizlik/tasviye” yapmasi icin darbe te$ebbüsüne gerek yok; hükümet bunu ergenekon davasindan beri zaten yapiyor ve darbe sonrasi tasviye edilenlerin listesi zaten hazirdi, zileli’nin yazdigi gibi basina da yansidi. yani, darbe te$ebbüsü olsundu olmasindi; hüküm verilmi$ti ve icra edilecekti. kisacasi, akp’nin o darbeye cokta ihtiyaci yoktu, yapacagini zaten darbesiz de yapiyor.

    “…ve böylece Kürtlerle savaş başlatıldı. Bu savaş sayesinde AKP, yenilenen 1 Kasım seçimlerinde yeniden tek başına iktidar oldu.”

    günümüz kapitalist dünyasinda eger bir parti ya da hükümet ic sava$ ile (kürtlerle sava$) oy’unu artiriyorsa; eger akp, “cözüm sürecini” ba$latti diye oy kaybediyorsa, ve sava$a geri ba$layinca da oyunu arttiriyorsa, o zaman bir dakika durup düsünmek lazim degil mi ve yine “ic sava$” neden prim yapiyor da “cözüm/bari$ giri$imleri” prim yapmiyor diye sormak lazim degil mi?

    fakat böyle sorular ve bunlarin cevaplari zileli’nin ilgi alanina girmiyor; zileli iktidarla yatiyor, iktidarla kalkiyor.

    “Yenikapı ruhu”yla, ana muhalefet partisi CHP de etkisiz hale getirilmişti zaten.”

    dikkat edilirse, zileli meseleyi öyle bir yansitiyor ki, sanki kilicdaroglu’nu yenikapi mitingine kelepce takip götürdüler; kafasina silah dayayip konu$turdular.
    “canavar hükümet önüne geleni süpürüyor” seklinde bir tasvir, zileli’nin komplo senaryosuna uyuyor uymasina fakat, chp ve kilicdaroglu’nun, kendi icraatlarinin subjesi olduklarini; kendi özgür iradeleriyle yenikapiya gittiklerini; herseyden önemlisi de kilicdaroglu ve chp’nin de parti ve lider olarak birtakim siyasi hesaplari oldugunu yadsiyor, yok sayiyor.

    “Artık Bahçeli sayesinde “Başkanlık sistemi” adı verilen tek kişi diktatörlüğünü sağlayacak referanduma giden yol açılmıştı.”

    birincisi, sayin zileli farketmediniz mi, baskanlik sistemi, t. erdogan cumhurba$kani secildiginden beri zaten uygulamada; geriye sadece “malumun ilani” kalmi$.

    ikincisi, devlet bahceli, “tek kisilik diktatörlüge” giden yolu neden aciyor acaba? devlet bahceli’nin bu i$ten cikari nedir? bu “diktatörlük”, devlet bahceli ve mhp tabani icin de gecerli degil mi? d. bahceli kendini “diktatör” erdogana’a neden kar$iliksiz feda ediyor? erdogan ve bahceli fikirda$ olsalar bile, ayni zamanda siyasi rakip degiller mi? bu iki siyasi rakip, darbe giri$iminden sonra neden siyasi rekabeti gecici de olsa geri plana attilar? vs.

    “Bu yüzden bugün Cumhuriyet gazetesine ve yazarlarına yapılan saldırı açık faşist diktatörlüğün ilan edilme tarihi olarak da tarihe kaydedilebilir. Aynı zamanda Batı ile bağların kopartıldığının ilan edilme tarihi olarak da…”

    bu cümleler, zileli’nin dünyayi nasil algiladigina dair önemli veriler sunuyor.
    mesela, cumhuriyet gazetesini demokrasinin sembolü ve türkiye ile bati arasinda ki bag’in sembolü olarak görmesi enteresan.

    ben mesela dünyayi ve bati’yi ba$ka biliyorum. örnegin, 12 eylül fa$ist cuntasindan sonra amerika ve avrupa birliginin tavrina bakmak lazim.

    yine benim bildigim kadariyla amerika ve avrupa birligi (AB) her$eyden evvel kendi cikarlarina bakarak tavir belirlerler.
    örnegin, almanya T.C.’nin en önemli ticari partneidir. akp hükümeti, alman firmalarinin ticari cikarlarini zedelemedigi müddetce, efendime söyleyeyim, incirlik üssünde ki alman askerlerini ve alman sava$ ucaklarini sinirdi$i etmedigi müddetce, almanya, cumhuriyet gazetesinin baski altina alinmasini kendine dert etmez; adet yerini bulsun diye diplomatik bir dille kinar; T.C.’yi AB’ye almayacaklarini coktan ilan etmi$ de olsalar, sahtekarca: “bak böyle devam ederseniz sizi AB’ye almayiz haa, haberiniz olsun” derler, o kadar.

  20. Sanırım kafanız biraz mekanik çalışıyor ya da yanlış anlıyorsunuz birçok şeyi. En iyi niyetli yorumlu böyle bu. Yeniden açıklayayım:

    1. Darbecilerin başarısız olacakları aşikârken bir darbeye giriştikleri sizin yorumunuz. Ben böyle bir şey söylemedim. Darbeciler darbeye hazırlanıyorlardı, fakat iktidar tarafından erken harekete geçmeye zorlandılar. Harekete geçerken elbette başarısız olacaklarını düşünmüyorlardı. “Erken hareket etsek de başaracağız, başarmak zorundayız” diyorlardı muhtemelen. Kimse başarısız olacağını düşündüğü halde darbeye girişmez.

    2. PKK savaş çıkardı demedim, savaşa karşılık verdi dedim. Bu mesele biraz daha karmaşık. Benim düşünceme göre, PKK önderliği, eğer kendine kalsa, sonucu başından belli böyle bir savaşa karşılık vermeyi kesinlikle düşünmezdi. Fakat PKK’nin Öcalan gibi kadir-i mutlak bir lideri var ve bu lider MİT’in emrine girmiş durumda ne yazık ki. Dolayısıyla emir ondan gitti, PKK’nın Kandil’deki liderliği de, evet sonucu belli bir savaşa girmek zorunda kaldı. Yani buradaki fiili fail Öcalan’dan başkası değildir.

    Rahatsızlığınızı ise benim yorumumdaki tutarsızlıklar dolayısıyla belirtmemiştim. Bence rahatsızlığınız, AKP’nin veya liderinin sinsi ve inanılmaz planlarının açığa çıkmış olmasından kaynaklanıyor. Bunu söylemek istemiştim.

  21. İkisi arasında belli benzerlikler var. İkisi de iktidar hırsına sahip politikacılar. Baykal’la ilgili özel bir yazım yok. Çilingin teşhisi doğru. Fakat dün Cumhuriyet konusunda beklemediğim ölçüde radikal bir çıkış yaptı Ahmet Hakan’ın programında.

  22. Öcalan, PKK, HDP, bilmeden veya bilerek, AKP/RTE’nin iktidarına mı hizmet etmiş oluyor yoksa bütün olarak Türk devletine mi? (Gerçi bugün devlet = AKP/RTE olduğundan ikisi aynı şey sayılabilir)
    Nasname’nin şu paylaşımındaki tespiti doğru bence:

    “Türkler,
    Çürüyen devletlerini (PKK/HDP sayesinde) yeniden restore ediyorlar…”

  23. “Bence rahatsızlığınız, AKP’nin veya liderinin sinsi ve inanılmaz planlarının açığa çıkmış olmasından kaynaklanıyor.”

    Anliyorum. Ama, katilmiyorum.

    Sundan dolayi: Herhangi bir siyasi kisinin (ozel ya da tuzel) sinsi (ve inanilmaz) planlarinin olmasi benim icin sasirtici degil –sizin acinizdan da bunun boyle olacagini dusunuyorum.

    Bu planlarin aciga cikmasi da sorun degil.

    Malum, siyaset, kapali kapilar ardinda kotarilir; bazan sahneye de konulur –ama, sart degil.

    Simdi gelelim asil mevzuya:

    Cemaat (yani, darbeciler et. al.), onca istihbaratina ragmen, vaktinden evvel (premature) harekete gecmege zorlanmis ise, kendini bu durumda bulmus ise, bunun sorumlusu baska kimse degil ancak ve ancak kendileri olabilir.

    Yani, ciddi bir beceriksizlikten bahsediyoruz.

    Malum, gercek hayatin baska alanlarinda da oldugu uzere, siyasette de beceriksiligin (ve ondan kaynaklanan basarisizligin) bedelleri olur.

    Ciddi beceriksizliklerin/basarisizliklarin da ciddi bedelleri olur.

    Bunun tersi de gecerlidir: Ciddi becerikliliklerin/basarilarin da ciddi odulleri olur.

    Bu boyledir.

    Becerisizleri, sirf onlara unsiyetiniz var diye, arkalamaga yeltenmek; beceriklileri de sirf onlara husmetiniz var diye, yerin dibine batirmaya calismak, siyaset oyununu kural-disi okumaktir.

    Bunu soyle de diyebiliriz:

    Bir tarafa husumetinizin olmasini anlarim –hepimizin farkli tercihleri olabilir–; ama, diger taraf kazansaydi sizin ne faydaniz olurdu sorusunu sormaksizin, bu (diger) tarafa unsiyet ihsas etmek merhametsinasliga degil irrasyonaliteye isaret eder.

    Ben bunu hem yadirgiyorum, hem de (malesef) yadirgamiyorum artik.

    Yadirgamiyorum; cunku ‘sol’umuzun vardigi nokta artik bu –irrasyonel muhalefet.

    PKK konusuna gelince:

    “Fakat PKK’nin Öcalan gibi kadir-i mutlak bir lideri var ve bu lider MİT’in emrine girmiş durumda ne yazık ki.”

    Ben bunun boyle oldugunu teyid edemem; edecek bilgi veya isaretlere sahip degilim.

    Ama, diyelim ki, dediginiz isabetli.

    Bu durumda, PKK’nin geri kalan kismi (hapiste olmayan kismi), bu kadar –nasil soyleyeyim– akilsiz mi?

    Ocalan’in Imrali’ya konusulundan beri, aradan bunca sene gectikten sonra bile, durum sizin dediginiz gibiyse, hala daha akillanmadilar mi?

    Akillanmadilarsa, boylesine ciddi bir beceriksizlikle malul iseler, maglup olup odemek zorunda kaldiklari bedel mustehak degil midir?

    Bu kadar kolay tufaya getirilmis beceriksiz/akilsiz iki ayri hareketten bahsediyoruz (Cemaat ve PKK, ayri ayri); ve siz bunlara –bir anlamda– sahip cikiyorsunuz.

    Bunu yaparken, farkinda misiniz bilemem, ama –bir tur ‘reverse pyschology’ ile– basta RTE olmak uzere, AKP’yi muthis parlatiyorsunuz.

    Oyle ya, karsisinda cihansumulluge erismis 2 orgut var ve her ikisini de –almost simultaneously– tufaya getirmis bir liderden bahsediyorsunuz..

    Caktirmadan –galiba, sadece kendinize caktirmadan–, bir siz haric, baska herkesin RTE’ye ‘bravo’ demesini sagliyorsunuz.

    Benim de, size, ‘bravo’ dememe izin vermenizi istirham ediyorum.

  24. Kafası mekanik çalışan bir tek Necip değil.

    Marksist Argüman adlı yorumcu da böyle.

    Onun da kafasında mekanik ulusçuluk, ulus-devlet, kapitalizm, emperyalizm vb şablonları var.

    Bu nedenle, arada bazı doğruları da ifade etmekle birlikte, genelde birçok yazı ve yoruma otomatik cevaplar veriyor.

  25. “ABD, 11 Eylül saldırılarını, kendisi kurguladı, bu bir ‘inside job’tı” diyenleri otomatikman, sorgusuz-sualsiz, “komplo teorisçisi bunlar” diye yaftalamak kolaycılığa kaçmaktır.

    El-Kaide’nin kendi inisiyatifiyle bu saldırıyı yapmış olup olmadığından şüphelenmek nasıl rasyonelse, “Inside Job” olup olmadığından şüphelenmek de o kadar rasyoneldir. John Fitzgerald Kennedy’i bile kimin/kimlerin öldürdüğünü “bize gösterdikleri kadarıyla” biliyoruz!

    Uluslararası İlişkiler ve özellikle de “diplomasi” konusunda bilgi sahibi olmak, daha sağlıklı, ele-avuca gelir saptamalar yapmamızı sağlar.

    Çok fazla geriye, çağlar çağlar öncesine gitmemize gerek yok, George Frost Kennan gibi kişilerin kim olduğunu araştırırsak, “containment” stratejisinin uygulayıcıları arasında sadece “Atlantik bloku”nun değil, “Avr-Asya bloku”nun olduğunu da anlarız.

    ABD (özellikle 20. yüzyıl boyunca) sömüreceği ülkelere/bölgelere lanet gibi çökmeden önce, 10 yıldan fazla süre o ülkelerin/bolgelerin siyasi & sosyal dokularına yerleşip, nihai darbeyi indireceği ana hazırlar, kıvama getirir.

    Bizzat kendi vatandaşlarını oralara yerleştirmesine gerek yok. “Local’i & Yerel’i” yakından tanıması, sırtlarını nasıl okşayacağını iyi bilmesi yeterli!

    Hedef tahtasına yerleştirdiği ülkelerin/bölgelerin, 10 ila 50 yıla yayılan süre içersinde:

    Ekonomik altyapılarının hasara uğratılması,

    Sosyal normların kasıtlı olarak saptırılması – toplumun daima “iç çelişki” halinde kalmasının sağlanması,

    Sektörlerin kendi ayakları üzerinde durmasının her daim önüne geçilmesi – krediye bağımlılık yaratılması,

    Medya sektöründe ülkeyi kıvama getirecek şahısların öne çıkarılması,

    Siyaset arenasında ise ülkenin/bölgenin yönetim şeklinin bile tartışılır hale getirilmesi için mevcut yapının (örneğin “parlamento”) kasıtlı olarak işlevsiz bırakılması gibi… daha bir çok hamle ile hedefine adım adım yaklaşır, nihai darbeyi indireceği anı bekler.

    Buna, yakın geçmişin en net örneklerinden biri, “Arap Baharı” diye pazarlanan sürecin “Arap-Ortadoğu Cehennemi”ne dönüşmesidir, veya Doğu Avrupa’da (Ukrayna gibi) “renkli devrimler” pazarlaması ile dizayn etme taktikleridir, ülkeleri/bölgeleri kıvama getirme adımlarıdır. Bu stratejiyi “en etkili” uygulayan ABD olduğu için adı nispeten daha çok bilinir, aynısını Çin’in de uyguladığını, çevresindeki (periferi) “uydu” ülkelere de/bölgelere de bakarak anlayabilirsiniz. Filipinler ilk sırada geliyor. Çin’in, hem piyon gibi oynayabileceği, hem istediği an tokat atabileceği bir şahıs devlet başkanı oldu: Rodrigo Duterte. Diğer ülkelerin durumunu da yazıp, kafanızı daha da şişirmeyeyim.

    Tayyip’in tek derdi o meşhur fetöcülerin kökünü kazımakla sınırlı değil, bütün muhalefet kanatlarını tamamıyla yok edemese bile sakat bırakmak, kötürüm bırakmak, yüksek ses çıkaramayacakları kıvama getirmektir.

    “akp’nin darbeden haberi vardi, akp’nin amaci darbeyi önlemek degildi, darbecileri darbe yapmaya te$vik edip, bundan faydanmakti” / “cünkü darbe, kimin ölüp kimin kalacagi, sonucunun önceden kestirilmesinin, kontrol altinda tutulmasinin imkansiz oldugu bir durumdur.” endişeye mahal yok. Tayyip, öldürülse bile, kendinden sonra kurmaylarının nasıl strateji izleyeceğinin taslaklarını önceden hazırlayıp, hamlelerini ona göre belirleyen “kurnaz bir diktatör”dür. Eğer faşizm II. Dünya Savaşı’nı kazanmış olsaydı, Hitler’in ölümü sonrası Almanya’nın gelecek taslakları nasıl daha Hitler’in sağlığı yerindeyken hazırsa, Tayyip’in “ölme ihtimali”ne göre Türkiye’deki diktatörlüğün gidişatının taslakları da hazır.

    Güç blokları arasındaki mücadeleyi marxist perspektifle analiz edebilmek güzel, fakat bunu yaparken (istediğiniz kadar “küçümseyebilirsiniz”, “fantezi” diyebilirsiniz), “ajan oyunları”nı hesaba katmak zorundasınız.

    “İnsan aklı”, robotvari komutlarla çalışan bir şey değildir, şekil değiştirmekte epey ustadır.

    “24” dizisinde ABD başkanı “zenci”ydi, sonra başkan bir “kadın” oldu! 8 Kasım 2016’da da aynısı olacak! İstediğiniz kadar Hollywood’u “küçümseyebilirsiniz”!

    Tarih: 2000 – 2001
    “24” dizisi, ABD başkanı “David Palmer”:
    https://en.wikipedia.org/wiki/David_Palmer_(24_character)

    Tarih: 2008 – 2009 – 2010
    “24” dizisi, ABD başkanı “Allison Taylor”:
    https://en.wikipedia.org/wiki/Allison_Taylor

    Eğer Karl Marx, 1940/50/60/70/80’li yıllardan 2016’ya uzanan dönemi de yaşamış, tecrübe etmiş olsaydı, kim bilir ne “komplo teorileri” ortaya atardı…

  26. Darbecilerin beceriksizlikleri çok açık. PKK’yi ise hiç tanımadığınız belli. Öcalan, PKK ve onun kültürel etkisi altındaki kesimlerde bir Tanrı’dır. Evet evet gerçek anlamıyla Tanrı’dan farksızdır. Bu Tanrı’yı dinlememeniz için Tanrısızlık yolunu seçmeniz gerekir ki, bu da anında o cemaatten dışlanmanız anlamına gelir. Bunu göze alanlar yok mudur, vardır ama onlar da artık PKK içinde ve hele yönetiminde hiçbir şekilde söz sahibi olamazlar, köyü terk etmek zorundadırlar. Dolayısıyla, eğer PKK yönetimindeyseniz Öcalan’dan gelen bir talimatı sorgusuz uygulamak zorundasınız. Hatta bu talimatın doğruluğuna da kendinizi inandırmalısınız. Kısacası, Stalin’in diktatörlüğünden farksızdır durum.

    RTE’nin parlak planlar uyguladığını kabul etmek onu veya AKP’yi parlatmak anlamına gelmez. Bu sadece gerçek durumu saptamak anlamına gelir. Gerçek bu ise ne yapabilirsiniz ki? Fakat hiçbir parlak plan diktatörleri kurtaramamıştır. Onu da kurtaramayacağını göreceğiz.

  27. Marksist argüman’ı cevap vermeye bile değmeyecek kadar mekanik buluyorum. Hatta Marksist kılığına girmiş bir akp trolü bile olabilir.

  28. Bütün diktatörler ahmak değildir.

    Tayyip de ahmak değil.

    Devlet aygıtını ele geçiren diktatörler, hele hele 2016’lı yıllarda, ahmaklık sergileyecek kadar düşük profilli kişiler değildir.

    Bu saptamayı yazıyor olmak da, Tayyip’i ve benzerlerini parlatmak, yüceltmek değildir.

    En kurnaz diktatör bile, günü gelince kendi kurnazlığında boğulur!

    Keskin sirke küpüne zarar, daima!

  29. “Bunu göze alanlar yok mudur, vardır ama onlar da artık PKK içinde ve hele yönetiminde hiçbir şekilde söz sahibi olamazlar, köyü terk etmek zorundadırlar.”

    Örneğin Sait Çürükkaya:

    http://www.nasname.com/a/sait-curukkayadan-curuk-kuzeylilere-kurdistani-samar

  30. “PKK’yi ise hiç tanımadığınız belli.”

    ‘Hic’ midir yoksa ‘hic’e yakin midir; bilemem; ama, evet, itiraz edemem: PKK’yi /icinden/ tanimiyorum.

    “Öcalan, PKK ve onun kültürel etkisi altındaki kesimlerde bir Tanrı’dır. evet evet gerçek anlamıyla Tanrı’dan farksızdır. Bu Tanrı’yı dinlememeniz için Tanrısızlık yolunu seçmeniz gerekir ki, bu da anında o cemaatten dışlanmanız anlamına gelir. Bunu göze alanlar yok mudur, vardır ama onlar da artık PKK içinde ve hele yönetiminde hiçbir şekilde söz sahibi olamazlar, köyü terk etmek zorundadırlar. Dolayısıyla, eğer PKK yöhnetimindeyseniz Öcalan’dan geylen bir talimatı sorgusuz uygulamak zorundasınız. Hatta bu talimatın doğruluğuna da kendinizi inandırmalısınız. Kısıcası, Stalin’in diktatörlüğünden farksızdır durum.”

    Kabul ederim.

    Ederim de, ortada, PKK’nin (ve Ocalan’in) kendisinden yukarida bir yerlerde (bir platformda) hic de dogal olmayan (dogal seyre izin vermeyen) bir seylerin varligindan da suphe etmek gerekiyor.

    [Bir tur komplo teorisi olacak ama olsun.]

    Sunu demek istiyorum: Sanki, PKK ile amansiz savas surdurenler bile, Ocalan’in Tanriliginin devami icin ellerinden geleni yapiyorlar.

    Yanlis anlasilmasin, bu, Ocalan’in Imrali’ya getirilmesinden sonra orataya cikan bir olgu degil; taa Tuzlucayir gunlerinden beri bu boyle. 12 Eylul’den hemen once, yurtdisina bir binbasinin refakatinde cikisindan tutun, yapilmasi planlanan bombali suikastin devrin Cumhurbaskaninca engellenmesine kadar bir suru sey var.

    Bu ve benzeri entersanliklari altalta koyup yazabilirim –eminim siz daha fazlasini yazabilirsiniz– ama bunu yapmak omur artirmaz; eksiltmek ihtimali yuksektir.

    Dolayisi ile, hizlica kisa kesip, sunu diyebilirim: Sizin ortulu (ve cok da akillica) olarak ima ettiginiz komplo gercek olabilir.

    Eger oyleyse, PKK’yi gercek oyuncu saymanizi irrasyonel bulurum.

    Dahasi, PKK’nin ustlenmesi gereken gorevlerin farkli oldugunu dusunuyrorsaniz –ve, PKK onlari yapmiyorsa– Ocalan’la beraber boyle bir tezgahi yurutenleri kinamanizi da anlamli bulmam.

    Piyesin kendisini begenip begenmemek ayri bir sey; aktorlerin rol yapmak yeteneklerini takdir etmek icin gerek sart olmamali bu.

    “RTE’nin parlak planlar uyguladığını kabul etmek onu veya AKP’yi parlatmak anlamına gelmez. Bu sadece gerçek durumu saptamak anlamına gelir. Gerçek bu ise ne yapabilirsiniz ki?”

    Gercegi acikca soylemek bir alternatif olamaz mi?

    “Fakat hiçbir parlak plan diktatörleri kurtaramamıştır. Onu da kurtaramayacağını göreceğiz.”

    Malum, uzun vadede insanlar olur –olu a biz daha once gideriz ve goremeyiz 😉

  31. bu kafayla nasıl mücadele edilecek!

    “YENİ TÜRKİYE” ve “ERDOĞAN’IN MİSYONU”

    İNSANLIĞA VE HATTA MODERN BATI UYGARLIĞININ DERİN MAHFİLLERİNE, İLAHİ MENŞELİ ASLİ PRENSİPLERİ HATIRLATACAK, ANLATACAK OLAN MÜSLÜMANLAR VE ÖZELLİKLE DE MÜSLÜMAN TÜRKLERDİR. SON 10 YILDIR TÜRKİYE’NİN ÇOK YÖNLÜ OPERASYONLARA MARUZ KALMASININ SEBEBİ BUDUR.

    Son 5-6 senede olanları anlamak için, Türkiye’ye asırlık bir perspektiften bakılması gerekmektedir. Ülkeye ciddi, çok yönlü, uluslararası bir müdahalede bulunulduğu hemen hemen herkesin üzerinde ittifak ettiği bir hakikattir; lakin bunu yakın tarihimizde daha önce yaşanan 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat askeri müdahaleleri ile mukayese etmek yanlış olur. Bir asır önce Osmanlı ve İslâm coğrafyasına bir format atılır. Sonrasında modern Batı’nın küresel egemenliği tamamlanmış olur. Anlaşılan odur ki; bugün Osmanlı ve İslâm coğrafyası ve Türkiye, yeni bir formatlama süreci yaşamaktadır.

    Bir asır önce küresel ölçekte tahakküm kurmak maksadıyla hareket eden modern dünyanın siyasi patronu Britanya, Osmanlı’nın kontrol altında yaşatılması siyasetinden vazgeçer. Siyasi, idari, zihni ve kültürel dünyamıza bir format atılır. Osmanlı’nın tasfiyesi elzemdir çünkü o, tarihte eşi benzeri görülmemiş ölçüde negatif-dönüştürücü, bozucu-bozguncu, yıkıcı hususiyetleri olan modern Batı uygarlığının ve onun patronu olan Britanya İmparatorluğu’nun önündeki en büyük engeldir. Bu Osmanlı’nın evvela siyaseten sonra da medeniyet olarak, tarih sahnesinden silinme çabasının arka planıdır. Bu yüzden uzun süreli bir uğraştan sonra tasfiye edilir ve yerine Cumhuriyet kurulur. Temelde ve esasta Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın mirasçısı ve devamıdır. Cumhuriyet kurucuları, Batılılaşma hedefini benimser. Türkiye toplumuna da bunu türlü yollarla benimsetirler. Geçen bir asırda Batılılaşmada epey mesafe alınır. Neticede Türkiye Batı ile önemli ölçüde iç içedir. BM, NATO, IMF gibi uluslar-üstü kurumlara da üyedir. Ancak bazılarının sandığının aksine Batı adına İslam âleminin arasında bulunuyor değildir. Türkiye her ne kadar bazı açılardan uzaklaşmış görünse de Müslüman-Türk uygarlığının temsilcisi olarak modern Batı uygarlığının içinde ve kurumlarında bulunmaktadır.

    Modern Batı uygarlığı kendini yenilemek zorundadır ve bu gaye ile hareket etmektedir. Çünkü uzun zamandır postulat iddia ve vaadlerinin geçersizliği ve olmazlığı anlaşılmıştır. İnsan aklının bir ilahi kaynağa ihtiyaç duymaksızın, müdana etmeksizin, hem insanı, hem dünyayı, hem kâinatı düzenleyebileceği ve bu şekilde saadeti de bulabileceği modern Batı uygarlığının ana tezidir. Bu tezin geçersizliği iki dünya savaşı bittiğinde anlaşılmıştır. Frankfurt Okulu bunu anlayan ekollerin arasındadır. Nazi Almanya’sı ve Sovyet Rusya komünizmi deneyi ile insanların ilahi üst prensibe dayanmaksızın kendini tanzim etmesiyle insanlık-dışı ve akıldışı sonuçlara ulaşabileceği açıkça görülmüştür. Bu aynı zamanda ütopyaların da distopyalara dönüşme hikâyesidir. Büyük ideolojilerin de çöküşüdür. Bundan sonrasında modern Batı uygarlığı varlığını 90’lı yıllara değin iki kutuplu olarak devam ettirir. Zaten ikilik şirkin tezahürü ve modernitenin karakteridir. Özellikle insanlığın önüne bir söylem ve hedef koyamama durumu ortaya çıktıktan sonra, modernitenin kaotik karakteri hepten gemi azıya alır ve hız kazanır.

    DÜNYANIN YENİ NİZAMI

    Modernite ve onun siyasi patronu ve erki, İngiltere, Amerika, Yahudi lobisi ve bunlarla irtibatlı olan küresel devletlerarası oligarşi, dünyaya yeni bir nizam verme niyet, gaye ve gayretindedir. Anacak bu nizamın bir ütopyaya bağlı söyleme tabi olmayacağı açıktır. Şu an Sovyet Rusya ve ABD ikiliğinde ortaya çıkma ihtimali de gözükmemektedir. Bugün insanlığın çok yönlü bir çatışma içinde olacağı öngörülebilir. Modern dünya ve onun patronu “İngiliz-Amerikan-Yahudi gücü” ve “devletler-üstü küresel oligarşi” bunu şu yollarla uygulamaya çalışmaktadır:

    1. Modern dünyanın egemen zümreleri, kendilerini ilahi menşeli asli prensiplerin dışında, hatta bu prensiplere karşıt konumlandırmaktadır. Bu özelliğinin de yakın zamanda daha fazla tezahür edeceği görülecektir. Özellikle devletler-üstü küresel oligarşinin denetimindeki bazı laboratuarlarda Tanrı’nın rolüne soyunulmaktadır. Bu durum, genetik bilimindeki çalışmalar, klonlama deneyleri ve organ nakliyle beraber düşünüldüğünde, bu kapsamda olduğu anlaşılabilir.

    2. Yakın gelecekte insanlığı cidden etkileyecek, bir kısmının aklını alacak bilimsel teknolojik gelişmelerin kitlelere sunulması gündemdedir. Savaş teknolojisinde de çok ciddi gelişmelerin olması mümkündür.

    3. Kaotik bir hal alan post-modern toplum, önemli ölçüde sosyal medya üzerinden sevk ve idare olunmaktadır/olunacaktır.

    4. Siyasi alanda BM’nin biçim ve mahiyetinin değişmesi ihtimaller arasındadır. Beş daimi üyenin yanına veto hakkı olan ülkeler eklenebilir. Bir silahlı güç ile BM’nin yaptırım gücü arttığı takdirde, bir dünya devleti ve hükümetine bir-iki adım daha yakınlaşılacaktır. 150 – 200 sene evvel ortaya çıkan ulus-devlet modeli, egemen güçler için geçerliliğini kaybetmiştir. Bunun yerine Atina tipi site devletçiklerinin inşa edilmesine zemin hazırlandığı açıktır. Esasen İslam coğrafyasındaki alt-üst oluşun ve mikro milliyetçiliklerin tetiklenme sebebi budur. Sınırları cetvelle, zihin dünyaları ideolojik kodlarla belirlenmiş, iktisadi açıdan da doğrudan Batı dünyasına bağımlı ülkelerdeki yapının, uzun süre devam edemeyeceğini Batı uygarlığının kendisi de bilmektedir.

    Tüm bunlara karşı durabilecek siyasi güç ise esasen Türkiye’dir.

    Çünkü insanlığa ve hatta modern Batı uygarlığının derin mahfillerine, ilahi menşeli asli prensipleri hatırlatacak, anlatacak, anlatabilecek olan Müslümanlar ve özellikle de Müslüman Türklerdir. Türkiye ve Müslüman Türklerin, tarihten gelen hususiyetleri hasletleri vardır. Birincisi; milletlerin, toplulukların olumsuz yönlerini ıslah edebilmeleridir. İkincisi de; bununla birlikte diğer kültürlerle üst bağlamda bir sentez oluşturmalarıdır. Müslüman Türklerin bu rollerini ve misyonunu tahakkuk ettirmelerinin önüne geçilmek istenmektedir.

    Türkiye’nin son 10 senedir çok yönlü operasyonlara maruz kalmasının sebebi, dünya, Batı tarafından yeniden tanzim edilirken buna karşı itiraz etmesidir. Esasen bugün uğraştığımız sorunların evveliyatı asgari 40-50 sene öncesine gitmektedir. PKK ve FETÖ’nün evveliyatı 1960’lı yıllardır. DEAŞ yeni gibi gözükse de Afganistan vs. gibi meseleler akla getirildiğinde onun da mazisi çok gerilere gider. Buradan hareketle, Batı’nın asgari 30-40 sene sonrası için birtakım düzenlemeler ve oyunlar içinde olduğunu düşünmemiz gerekmektedir.

    İÇ SAVAŞ HEDEFİ VE TÜRKİYE

    2013 yılından ve/veya daha öncesinden beri Türkiye üzerinde böyle bir planın olduğu bir hakikattir. Ergenekon operasyonlarından beri ordu, yargı, MİT, emniyet yani belli başlı bütün devlet kurumlarında ikilik çıkarıldığı, zaafa uğratıldığı açıktır. Gezi olayları ile ikilik toplumsal gruplar arasına ve sokağa indirilmek istenir. Süreç Kobani olaylarıyla devam eder. PKK’nın son bir senedir Güneydoğu’da yürüttüğü şehir-barikat savaşlarının hedefi de budur. Burada önemli bir başarı kazanamadığı ortadadır. PKK yöneticilerinin önemli bir bölümü de, şehir ayaklanmaları ile Türkiye’den il ve ilçelerin koparılamayacağını bilir. Ancak bunun karşılığında PKK’ya, Kuzey Irak ve Suriye’de bir takım imkân ve imtiyazlar tanınacağı, belki de devlet kurma yolunun açılabileceği sözü verilmiş olabilir. FETÖ’nün 15 Temmuz işgal ve terör hamlesi de iç savaşa dönük teşebbüs gibidir. 17-25 Aralık soruşturmaları ve daha öncesinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın gözaltına alınmak istenmesi de yine aynı kapsamdadır. Bu sürecin devam edeceğini tahmin etmek gerekir. Türkiye bir iç savaş ihtimaline karşı teyakkuz içinde olmalıdır. Tüm devlet kurumları ve hükümet buna uygun hareket etmek durumundadır. Bundan sonraki süreçte birçok gelişme eş zamanlı olabilir. Uluslararası güçler, sürece bir ekonomik krizin eşlik etmesi için de uğraşabilir. Kontrollü bir iç savaş süreci ile beraber Türkiye’ye bir programın dayatılmak istendiği de açıktır.

    Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın hedef seçilmesi ve ona karşı çok yönlü saldırılar düzenlenmesinin de sebebi burada aranmalıdır. Erdoğan; Müslüman Türklerin bugünün ve yarının dünyasında oynayacağı/oynaması gereken rolün farkındadır. Bu tarihi misyon için çok yönlü, geceli-gündüzlü bir gayret içerisindedir. Ancak Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye Batı’nın bu yıkıcı yönlerini ıslah edecektir. Erdoğan yeni bir dünyanın kurucu unsurlarından biri olan Yeni Türkiye’nin kurucu-lideri olarak tarihe geçecektir.

    Celal Tahir, 29 Ekim, Star gazetesi

  32. Selahattin Demirtaş çizgisi hala var mı?

    HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bugünkü grup konuşmasında CHP’ye seslenerek ortak bir blok çağrısında bulundu: “İlk sandık önümüze kurulduğunda güçlü bir muhalefet olarak Türkiye’ye alternatif bir demokratik iktidar seçeneği sunmamız lazım” diyen Demirtaş’ın grup konuşmasındaki sözlerinin ilgili bölümü şöyle:

    “Açık söylüyorum, ilk sandık önümüze kurulduğunda güçlü bir muhalefet bloğuyla bunları devirmemiz lazım. Biz şu faşist bloka mecbur muyuz? Bu faşist blok %50 oy alırız diyor da, bizler neden bir araya gelip %60 oy alamayacakmışız? Bunu zamanı geldi de geçiyor bile. Taban da buna kapalı değil.

    Ama maalesef bazı partilerin yöneticileri kendi koltuk çıkarları için imkanları heba etti. Geçen seçimlere bakın. Biz demokratik bir iktidar alternatifi sunalım dedik. Karşılaştığımız tutum neydi? Her seferinde faşist blok tercihinde bulundular. AKP’ye fırsat veren hep ana muhalefetin hataları oldu. Bundan ders çıkarmışlar mı diye bakıyoruz, buna dair bir işaret de yok.

    Ülkenin geleceği bu kadar büyük bir tehlike altındayken temel ilkelerde birlikte mücadeleye çağırıyorum. Buna bile gelmeyenler, ülkenin geleceğiyle ilgili nasıl söz söyleyecekler? Allah aşkına ben merak ediyorum, Yenikapı’da meydana çıkan Ana muhalefet lideri sen orada konuşurken orada tek bir CHP’li var mıydı? Yoktu. Seni tabanın başka bir ruhun peşinde, sen başka bir ruhun.”

    “BU BİR REHİN ALMADIR”

    Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın tutuklanmasına da değinen Selahattin Demirtaş, “Gültan Kışanak – Fırat Anlı meselesi sıradan bir yargı operasyonu değil. Bütün toplumu esir almak siyasi projesinin ayaklarından biridir. Bu bir rehin almadır. Kaçırılmadır. Arkadaşlarımız şu anda iktidarda olan bir çete tarafından kaçırılmış, Kandıra denilen bir yerde rehin tutuluyorlar.” dedi.

  33. RTE ic savasi göze alarak yürüyor yolunda. RTE karsisindaki güclerin Ic Savasi göze alamayacagini görerek yürüyor yolunda. o tutarli ve mantikli. Muhalifler tutarsiz ve mantiksiz.Silahtan Savastan hoslanmayabilirsiniz. Ama karsinizdaki g

          Recep Tayyip Erdoğan, zaman zaman yavaşlayan, ama sürekli olarak ilerleyen ve adım adım gelişen bir süreçte (“yeni yetmeler”le yapılan Necip Fazıl Kısakürek’in bir çeşit revizyonu olan) kendi zihniyetine uygun bir islam devletini inşa etmeyi sürdürüyor.
          Mevcut, yani 12 Eylül anayasasını kullanarak ve TBMM’deki çoğunluğuna dayanarak bu hedefine doğru önemli adımlar attı, gelişim sağladı.
          “Medya” ve devşirme “tetikçiler”le laikliğin içinin boşaltılmasından daha çok, hukuk ve hukuk devleti neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldı. HSYK yasasında yapılan değişiklikle, tüm yargı sistemi doğrudan kendisine bağlandı. Değişik “torba yasalarla”, işine gelen ve amaca ulaşmaya hizmet eden değişiklikler hiçbir engellemeyle ve direnmeyle karşılaşmaksızın kolayca gerçekleştirildi. Yapılan son değişikliklerle “makul şüphe”yle herhangi bir savcının ya da yargıcın ve hatta vali ve kaymakamın alacağı bir kararla herkesin gözaltına alınabilmesinin önü açılmış oldu.
          Hukukun tüm prosedürleri amacın engeli olduğu görüldüğünde, kimi zaman tümüyle, kimi zaman parça parça değiştirildi. Değiştirilen bir yasanın ya da prosedürün işe yaramadığı görüldüğünde, yeni bir yasayla (“torba yasa”) hemen değiştirildi. Amaca ulaşmada engeller çıkaran “demokratik hukuk” bu yolla aşıldı.
          Yazılı hukukun yerini, hemen ve kolayca değiştirilebilir yasa düzenlemeleri aldı. Kendine bağlı ve kendisine tümüyle “biat” eden bir polis teşkilatı oluşturma yönünde önemli adımlar atıldı. Polis teşkilat yapısı değiştirildiği gibi, polisin ağır silahlarla donatılmasının önü açıldı. “Keyfiyete bağlı hukuk”, yani sadece sözde adı “hukuk” olan, gerçekte keyfiyete bağlı, kendi kişisel amacına uygun yaptırımlar listesiyle, kendine bağlı yargıçlar ve savcılar yoluyla polis teşkilatı yeniden biçimlendirilmeye başlandı.
          Eğitim sisteminde yapılan küçük, ama islam devleti amacına doğrudan hizmet edeceği düşünfererülen değişikliklerle (4+4+4, okulların imam-hatipleştirilmesi, dinsel eğitimin ağırlıklı bir konuma getirilmesi vb.), bugünden yarına “dindar ve kindar nesil” yetiştirmeye başlanıldı. Şimdi sıra çocuk yuvalarında dinsel eğitim verilmesine geldi.
          Bütün bunları yaparken, amacın (kendi Necip Fazıl revizyonuna uygun islam devleti kurmak) önüne çıkabilecek “üst akıl” girişimlerine karşı önlemler ve düzenlemeler yapılmaya başlandı.
          Kendi “aklı” içinde, kendisini engelleyebilecek tek güç silahlı kuvvetler, yani ordudur. Bu gücün, ordunun, olası bir “üst akıl” ürünü darbesine karşı iki yönlü önlemler geliştirilmeye başlandı.
          Bir yandan ordu kademelerine, kendisine “biat” eden ya da kendisine karşı bir tutum almayacağı umulan kişiler yerleştirilirken, diğer yandan olası bir askeri darbeye karşı yüzde yüz kendisine bağlı silahlı güçler oluşturmaya yöneldi.
          Bu silahlı özel ordu, ağırlıklı olarak polis teşkilatından oluşturulmaya çalışılsa da, kendisine kesin kes bağlı, deyim yerindeyse, kendisinin “g.t’ünün kılı” olan kişilerden oluşan bir milis örgütlenmesinden oluşacaktır. Bunun yolu da, doğrudan kendisini “halk” kabul eden ve kendi iktidarında güçlenen “esnaf”ı örgütlemekten geçiyor.
          26 Kasım 2014’te yapılan 4. Esnaf ve Sanatkarlar Şurası’nda şunları açıkça ve alenen söyledi:

          “Bizim medeniyetimizde, milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir, hakemdir.
          Taksici deyip şoför deyip geçemezsiniz. O mahallenin eminidir, ağabeyidir, mahallenin bekçisidir. Bakkal deyip kasap deyip manav terzi deyip geçemezsiniz. O mahallenin adeta ruhudur. Sokağımızın semtimizin vicdanıdır. Esnafı çıkartıp aldığınızda Türkiye tarihinden geriye hiçbir şey kalmaz.”

          Bu sözler, öylesine söylenmiş ya da belagatın ürünü değildir. Esnaf ve zanaatkarlar, yani gerçek küçük-burjuva sınıfı, Özal’ın deyişiyle, “orta direk”, nüfusun çoğunluğunu oluşturur. Kendi küçük mülkünü ve işini koruma içgüdüsü olağanüstü gelişkindir. Anti-komünizm ne ölçüde bu sınıfı kendisine yedeklemeye çalışırsa, islamcılar da o ölçüde kendi saflarına kazanmaya çalışırlar. Bu kesimleri kendi saflarına çekebildikleri ölçüde iktidara gelebilirler ve iktidarlarını sürdürebilirler.
          Ancak bu sınıfın kendi küçük özel mülkiyetini ve işini koruma içgüdüsü, aynı zamanda onları milis örgütlenmesi için bulunmaz bir kaynak haline getirir.
          Milislere dayalı silahlı güç oluşturma girişiminin arka planında, bir ölçüde Necip Fazıl’ın revize edilmiş teorisi yatıyorsa da, asıl olarak, 3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’da “Müslüman Kardeşler” iktidarına (Mürsi) karşı gerçekleştirilen darbe yatmaktadır.
          Recep Tayyip Erdoğan, 18 Ağustos 2013’de yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir:

          “Bugün Mısır’da sergilenen vahşeti yarın belki de başka ülkede sergileyecekler Belki başka ülkeyi belki Türkiye’yi karıştırmak isteyecekler. Çünkü bu bölgede güçlü bir Türkiye istemiyorlar. Bu bölgede istikrarlı, kalkınmış ülke istemiyorlar.
          Biz, bu tuzağı bozacağız. Kardeşlerim sabırla bozacağız. Unutmayın, herkesin tuzağı vardır. Ama en büyük tuzak kudret, kuvvet sahibi olan Allah’ın tuzağıdır. Birbirimize inanıp, güvenerek kardeşliğimizi pekiştirerek oyunları bozacağız. İçimize nifak ve fitne sokmaya çalışıyorlar. Bunlara fırsat ve izin vermeyeceğiz. Bu tuzaklara düşmeyip, bu tuzakları alt üst edeceğiz.”

          Yine geçen yıl 26 Ağustos’ta şunları söylüyordu:

          “Mısır’da halk, iradesinin, oyunun namusunu istiyor. Eğer 17 yaşındaki Esma meydana çıkıyorsa babasının izinde çıkıyor. Adeviyye’ye çıkanlar, Rabia’ya çıkanlar, İskenderiye’ye, Mansuriye’ye onun için çıkıyor. Binlerce insan şehit olduysa bu oylarının namusu için şehit oldular.”

          İşte bu zihniyetle esnaf ve zanaatkarlara dayanan bir milis örgütlenmesine yönelen “başyüce”[1*], 30 Kasım günü, İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA-C) “baş komutanı” Salih Mirzabeyoğlu (Salih İzzet Erdiş) ile görüştü.
          Hiç tartışmasız İBDA-C, silahlı şeriatçı bir örgüttür. “Başyüce”nin Salih Mirzabeyoğlu ile yaptığı görüşmede, bu silahlı şeriat örgütünün kendisini desteklemesi ve “deneyimlerinden” yararlanmak istemesi, kendisine karşı güçlere ve özel olarak askeri darbeye karşı koruyacak bir milis örgütlenmesi oluşturmaya çalıştığı bir ortamda anlaşılabilir bir şeydir.
          Öte yandan AKP iktidarı ile Hizbullah arasındaki ilişki, dahası IŞİD ile gelişkin ilişki düzeyi hesaba katıldığında, Recep Tayyip Erdoğan’ın (“başyüce”) özel milis örgütlenmesini nasıl ve kimlerden oluşturacağı daha açık hale gelmektedir.
          Amaç, hiç tartışmasız, kendisine ve iktidarına yönelik bir askeri darbeye karşı hazırlık yapmaktır. Buradaki özel amaç ise, ağır silahlarla donatılmış polis gücünün yanında, yaygın bir milis örgütlenmesini “caydırıcı” bir unsur olarak kullanmaktır. Kendisine darbe yapmak isteyenlere bu milis örgütlenmesi yoluyla bir mesaj verilmek istenmektedir.
          Ama bu milis örgütlenmesi sadece “caydırıcı” bir güç değildir. Aynı zamanda kendi iktidarına yönelik muhalefet hareketine karşı kullanılabilecek bir güçtür. Anadolu’daki Gezi Direnişi’nde de görüldüğü gibi, polis-esnaf işbirliği, daha ilkel düzeyde de olsa kullanılmıştır. 6-7 Ekim olaylarında görüldüğü gibi, Hizbullahçılar (her ne kadar kendilerini HDP’lilerin saldırılarına karşı koruduklarını iddia etseler de), kendi alanlarında örgütlü ve silahlı bir güçtür.
          Tüm bunların yanında, doğrudan MİT’in denetimi altında olan “Alperen Ocakları” iktidarın elinin altındaki hazır bir güçtür. Danıştay saldırısından Hrant Dink cinayetine kadar pek çok olayda yer alan “Alperen Ocakları” ortadayken, çok kolaylıkla esnaf ve zanaatkarlara “alperenler” diye hitap edebilmektedir. (Bu arada şunu da ekleyelim ki, “Alperen Ocakları” Muhsin Yazıcıoğlu’nun BBP’sinin gençlik örgütlenmesidir. Muhsin Yazıcıoğlu da, AKP’ye ve Recep Tayyip Erdoğan’a “biat” edenlerin başında gelmektedir.)
          Bu yapılanmaya, AKP’ye “biat” eden “eski ülkücüler”i, yani eski faşist milisleri de eklemek gerekir.
          Özetle, Recep Tayyip Erdoğan, Mısır askeri darbesi ve 17 Aralık “cemaat operasyonu” sonrasında doğrudan kendisine bağlı bir polis teşkilatı oluştururken, aynı zamanda bir milis örgütlenmesine gitmektedir.
          Bu milis örgütlenmesi, her ne kadar kurulu örgütlenmelere (Alperen Ocakları, Hizbullah, İBDA-C, eski faşist milisler) dayanma eğilimindeyse de, doğrudan devlet kurumlarının desteğine sahip olacakları da kesindir. (Burada yaklaşık 280 bin özel güvenlikçiyi de bunların arasında sayabiliriz.)
          Recep Tayyip Erdoğan’ın oluşturulmasına hız verdiği milis örgütlenmesi, ister “caydırıcılık” için kullanılmak istensin, isterse askeri darbeye karşı “direniş” amacı gütsün, her durumda doğrudan kitlesel muhalefet hareketlerine karşı kullanılacak bir zor gücüdür. Böylece toplumsal muhalefetin karşısına, istenildiği zaman değiştirilen ve “makul şüphe”ye dayalı yasalar yanında, doğrudan ağır silahlarla donatılmış polis gücü ve islamcı milis örgütlenmesi çıkartılacaktır.
          Burada yapılması gereken, herşeyden önce böyle bir gelişmeyi görmezlikten gelmekten, küçümsemekten uzak durulmalıdır.
          İkinci olarak, böyle bir karşı-güce karşı silahlı bir örgütlenme yaratılması acil bir görev olarak ortaya çıkmaktadır.
          Bu silahlı örgütlenme, 1980 öncesindeki gibi “Direniş Komiteleri”, “Silahlı Direniş Birlikleri” türünden, yarı-milis, yarı-askeri, ama her durumda sadece propagandif bir örgütlenme olmamalıdır.
          Geniş halk kitlelerinin islamcı milis saldırılarına karşı korunmasının ilk ve temel koşulu, silahlı bir devrimci örgütlenmenin varlığıdır. Böyle bir örgütlenme maddi bir güç olarak ortaya çıkartılamadığı ya da çıkmadığı koşullarda, adı, ister “özsavunma birlikleri”, ister “mahalle konseyleri” vb. olsun, her durumda MHP’li faşist milislere karşı oluşturulan “direniş komiteleri”nin trajik sonunu paylaşmak durumunda kalacaktır. Çünkü, söz konusu olan sadece islamcı milis örgütlenmesi değildir. Bu milis örgütlenmesi, devletin tüm olanaklarından yararlanacağı gibi, ayrıca ağır silahlarla donatılmış polis teşkilatının “yardımcı” gücü olarak çalışacaktır. Dolayısıyla islamcı milislere karşı “savunma”yı esas alan bir örgütlenme, her durumda polis gücünün ağır silahlı saldırısıyla karşı karşıya kalacaktır.
          Polis teşkilatı, profesyonel bir silahlı güçtür. Böyle bir profesyonel silahlı güce karşı devrimci gerilladan başka bir güç etkili olamaz.
          Recep Tayyip Erdoğan, ne denli iç savaş ve olası bir darbeye karşı hazırlık yapıyorsa, devrimciler de aynı oranda ve aynı ciddiyette hazırlık yapmak zorundadırlar. Ama devrimciler sadece hazırlıkla yetinemezler. Aynı zamanda iktidarı devirmek, devrimi gerçekleştirmek için de mücadele etmek durumundadırlar. Bu da, islamcı milis örgütlenmesine karşı değil, bir bütün olarak iktidar gücüne karşı örgütlenmeyi ve mücadeleyi gerektirir.
          Böyle bir mücadelenin doğru bir devrimci stratejiye dayanması gerektiği de çok açıktır. Bu strateji de, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi’nden başkası değildir.
          İç savaş hazırlıkları karşısında örgütlenmeyenleri tarih affetmeyecektir.

    Kurtulus Cephesi…

  34. Demirtaş’ın bir sol blok kurulması önerisi yerinde. Hatırlanacağı üzere, bu öneri daha önce, kritik zamanlarda defalarca ortaya atılmıştı. Fakat Demirtaş, bu konuda CHP’nin geçmişteki tutumlarını eleştiriyor da, HDP’nin tutumunu eleştirmeye hiç yanaşmıyor. İşte bu olmaz. Gerçekten samimi bir sol ittifak kurulmasını isteyen, müttefikleriyle birlikte, hatta ondan önce kendisini eleştirmek zorundadır.

  35. Günaydin zileli . Bir cati Partisi ile bütün solu ayni torbaya doldurup kontrol etme fikride MIT Ocalan Fikri olmasin sakin.

    ………………
    Fakat PKK’nin Öcalan gibi kadir-i mutlak bir lideri var ve bu lider MİT’in emrine girmiş durumda ne yazık ki. Dolayısıyla emir ondan gitti, PKK’nın Kandil’deki liderliği de, evet sonucu belli bir savaşa girmek zorunda kaldı. Yani buradaki fiili fail Öcalan’dan başkası değildir.
    Gün Zileli
    …………………….
    Gunaydin Zileli

  36. Demirtaş’ın bir sol blok kurulması önerisi yerinde. Hatırlanacağı üzere, bu öneri daha önce, kritik zamanlarda defalarca ortaya atılmıştı. Fakat Demirtaş, bu konuda CHP’nin geçmişteki tutumlarını eleştiriyor da, HDP’nin tutumunu eleştirmeye hiç yanaşmıyor. İşte bu olmaz. Gerçekten samimi bir sol ittifak kurulmasını isteyen, müttefikleriyle birlikte, hatta ondan önce kendisini eleştirmek zorundadır.

    …………..

    Aklima Demirtasin kendilerine oy vermiyen Derssimlilere ettigi laflar, kendilerine yanasmaya Sol a ettigi laflar. tehditler, bir Gun gazetesi ile dalga gecisi aklima geliyor. Cogaltilabilinir.

    Read more: http://www.gunzileli.com/2016/10/31/cumhuriyete-saldiri-ya-da-acik-fasist-diktatorlugun-ilani/comment-page-1/#comments#ixzz4OmNN39w8

  37. HDP yi savunan arkadaslarinin cogununun (hepsinin degil) tüm argumanlari su mantiga indirgenebilmekte. Bizi elestirenler bizden degildir. Bizden olmayan karsidadir yada niyeti bozuktur. RTE da da ayni mantik var. ittifak olmayi kendi politikalarina angaje olmak olarak olrarak algilayan bir siyasi dusunceyle nasil birlikte olacagiz. Bu onemli bir sorudur ve HDP bu sorunu cözmelidir, eger gercekten bir Samimi mucadele blok u olusturulma dusuncesi var ise. Nereden bilecegiz ayni mantigin sürmedigini, ayni hatalarin hala sürmedigini? Nereden bilecegiz, olsasi bir mucadele blok unun Srri Sureyya tarafindan yine Imrali sakinin dogal onderine tabi oldugu aciklamalar la bir algi yaratilamiyacagini. Bu cok önemli bir sorundur.

  38. zileli yazisinda hic Isci sinifindan bahsetmemis .:) farkindasiniz degilmi Maxist arguman:)

  39. HDP nin CHP elestrileri hic durustce degil. HDP darbe karsitligi cercevesinde, zaten Sayin baskan Darbe tehdidini söylemisti söylemiyle yeni kapi ruhu ile bulusmak istiyordu. Ama almadilar hepsi bu.Bu mantigin neresine güvenecegim…

  40. Putin, Dugin Perincek ve Yalcin Kucuk.

    ………..
    O.İ.: Başka bir konuyla devam edebilir miyiz? Yakın zamanda Dugin’in, tuhaf bir şekilde Putin’in başyardımcısı diyenler var, tabii, yurtdışındaki ciddi basın organlarında değil, ama Dugin Erdoğan’a destek veren açıklamalar yapmaya başlayınca Hürriyet’te bile benzer bir ifade kullandılar. Putin ile bir ilişkisi var, ama başdanışmanı olarak bilmiyorum.
    D.H.: Başdanışmanı mı? İki yıl önce Moskova Üniversitesi’nden kovulduğunu kendisi açıklamıştı Dugin. Putin’in başdanışmanını kovduklarını mı düşünmemiz gerekiyor?
    O.İ.: Yalçın Hocam, sizin bilginiz dahilinde kimdir Dugin? 15 Temmuz akşamı Türkiye’de olduğu, Melih Gökçek ile görüştüğü ve AKP’yi “darbeye karşı uyardığı” yazılıp çizildi. Ne dersiniz?
    Y.K.: Tam bir hikaye, tam bir yalan, darbenin geldiğini bilmeyen yok, neyi söylüyor, ayrıca Dugin kim? Türkiye’ye ikide bir geliyor, otel masraflarını Putin mi ödüyor, yoksa Doğu Perinçek mi? Bir ihtimal daha var, Zorlu Holding mi ödüyor? Putin’e söylüyor, öbürüne söylüyor, nesin sen!
    D.H.: Putin’e ne söylüyor?
    Y.K.: Ona da bir şeyler söylüyor, sen bu hikayeleri Doğu Perinçek’e anlat deriz
    …………………..

  41. Zileli, ’emek’ kavramına çok fazla anlam yüklendiğini bir aralar söylemişti, bu nedenle Zileli’den, içinde ‘işçi sınıfı’ geçen yazılar okumak, yorumlar görmek pek mümkün değil.

    Zileli aslında anarşist de değil, ‘anarcho-capitalist’ yani Türkçesiyle ‘Anarşist-Kapitalist’ birine benziyor.

    Hakiki bir anarşist, ezen/ezilen mekanizmasına, sömüren/sömürülen mekanizmasına karşı mücadele eder, kapitalizmi ortadan kaldırmak için enerjisini harcar.

    Zileli’nin ise kapitalizmle derdi pek yokmuş gibi görünüyor.

    Son yıllarda anarşistlerin en büyük handikaplarından biri, ’emek’, ‘işçi sınıfı’, ‘sermaye baskıcılığına karşı mücadele’ gibi ifadeler kullanırlarsa, ‘marxist – komünist – sosyalist mi oldun?’ diye laf atan olur diye, sus pus oturuyorlar.

  42. “Hatta Marksist kılığına girmiş bir akp trolü bile olabilir.”

    Ben onun ve benzeri Marksistlerin -örneğin Stalinist Ahmet- samimi oldukları ve bu nedenle dogmatizme saptıkları görüşündeyim.

  43. Tek yol sol blok

    Artık bu konudaki HDP ve CHP eleştirileri ve geçmişte yaptıkları bir yana bırakılıp sol blokun nasıl kurulacağı üzerine düşünmeli.
    Daha doğrusu bir şeyi düşünmeye gerek yok. Parti yöneticileri bu kararı almalı. Aksi takdirde seçimlerden ne sonuç çıkacağı belli. Büyük balık küçük balığı yutar. Ama her zaman daha büyük bir balık olabilir.
    Her iki parti de kendi tabanlarına bir şey sormadan, müfrit milliyetçi kesimleri kaybetmekten korkmadan gerekeni yapmalı. Bu müfritlerin tek yapabilecekleri AKP, MHP ya da oy oranları yüzde 1’i bulmayan Türkçü ve Kürtçü partilere oy vermek olabilir. Eğer oylarını onlara verir ya da biraraya gelemezlerse başlarına geleceklere müstehaktırlar.

  44. geçmişte CHP nin de, HDP nin de hataları oldu… vs.. vs.. ama bence her şekilde binler-onbinlerce insanın ölümünü de önlemek üzere; bir bölgesel savaşa da sürüklnmemek için.. tek çıkış yolu olan Batı’ya ve Doğuya da demokrasi zorlanabilir; “Herkese Demokrasi” sloganı altında birlik mümkün..

    CHP, HDP ittifak yapmalı!
    örneğin…

    1. Kürt meselesinin çözümü için bir referandum yapılmalı… ama..
    örneğin 2-3 yıl sürecek tam bir demokrasi ve tam bir basın özgürlüğü içinde Kürt halkının son yüz yıllık hikâyesi, tümüyle ama tümüyle özgürce ortaya döküldükten sonra..
    2. Devlet ve PKK’nın tüm insanlık suçları ortaya konulmalı
    3. Toprak ağaları, Jandarma Başçavuşları ve Şeyhlerin onursuzlaştırma, vahşeti; Diyarbakır cezaevleri herkese anlatılmalı!
    4. Türk ve Kürt milliyetçiliği ile hesaplaşılacağına dair söz verilmeli..

    bunlar mümkün mü… hayır.. O zaman bu halk-toplum “hak ettiği” kaderi yaşayacak.. sanırım “ağzı burnu dağılmadan” da akıl başa gelmeyecek…

  45. marxist argüman

    türkiyede ki kapitalist curcunaya deginmeler:

    kemalist irkcilarin kurdugu 1. cumhuriyet miadini doldurdu; 1. cumhuriyet icin hep beraber bir fatiha okuyalim arkada$lar; allah taksiratini affetsin! amin!

    beklenen mehdi tayyip erdogan’in kurdugu 2. cumhuriyetin in$asi devam ediyor, 2. cumhuriyeti de “türkiye islam cumhuriyeti” (tic) olarak adlandirmak yanli$ olmaz sanirim.

    zileli, öcalan’i mit i$birlikcisi olarak gösteriyor, “nasname” okuyucusu “anonim” mahlasli kürt milliyetcisi de mal bulmu$ magribi gibi üstüne atladi.

    zileli, öcalan’in devlet ile ya da mit ile ili$kisinden rahatsiz degil; zileli’nin rahatsiz oldugu öcalan’in akp ile ili$kisidir.
    öcalan neticede devletin elinde bir tutsak; kim iktidardaysa, imralinin kapisini kim calarsa mecburen o’nunla pazarlik yapmaya cali$iyor.
    mit, $u anda akp’nin denetiminde degilde kemalist genarellerin, ergenekoncularin denetiminde olsaydi, zileli bundan kesinlikle rahatsiz olmazdi, zileli’nin kemalistlerle, ergenekoncularla bir meselesi yok, zileli’nin meselesi islamcilarla.

    türkiyede ki sol/sosyalist muhalefetin bir kismi, örnek gün zileli, fikret ba$kaya, haziran hareketi, komünist parti vs., bunlar kemalizmin sol/sosyalist/anar$ist versiyonlaridir.

    en radikal anti-kemalist söyleme sahip fikret ba$kaya hocanin kemalizme ele$tirilerine dikkat edin, ba$kaya, kemalistleri yeteri kadar “batici” olamamakla, yeteri kadar “laik” olmamakla, osmanli düzeninden yeteri kadar “radikal” bir kopu$u gercekle$tirmemekle ele$tiriyor. yani “batilila$ma/cagda$la$ma” ve “laiklik” meselesinde kemalistler ve kemalistlerin sol/sosyalist/anar$ist versiyonlari hemfikirler; fikir ayriligi, laikligin dozaji ve “batilila$manin”, onlarin jargonuyla “aydinlanma”nin dozaji hususunda ortaya cikiyor.

    beklenen mehdi tayyip erdogan 2. cumhuriyeti in$a hedefi dogrultusunda devleti hallac pamugu gibi atiyor; T.C. kendi küllerinden adeta yeniden doguyor.
    tayyip erdogan ve akp hükümetini tepe takla götürecek tek ihtimal ekonomik krizdir. batili emperyalistler ve finans kapital di$inda, akp hükümetini durduracak bir güc/muhalefet ortalikta görünmüyor.

    hükümet, darbe ile ili$kili temizlik operasyonlarinin siyasi ayagina henüz sira gelmedigini söylüyor. benim anladigim kadariyla cumhuriyet gazetesine operasyon, bu “siyasi ayak” operasyonunun acili$i/siftahi oluyor. ve yine yanilmiyorsan, chp milletvekilleri ve yöneticileri de bu siyasi ayak kapsamina alinacaklar.
    gün oldu devran döndü; bir zamanlar kemalist generaller “irtica” ile mücedele ediyorlardi, $imdi i$ tersine döndü, $imdi devlet, bati taklitcileri laiklerle, “müslüman türkleri” ezen bati kuklasi orduyla mücadele ediyor.

    T.C.’yi kemalistler de yönetse, islamcilarda yönetse, devletin kürt ulusalcilarina reva gördügü muamele “parya” muamelesidir; bu degi$mez. bundan dolayi, hdp’nin, sanki kendileri türk toplumuna/devletine entegre olmu$lar, türk topmunun bir parcasi olarak kabul görmüsler gibi kendi kendilerine gelin güvey olmalari hic bir $eyi degi$tirmez. türkiyede ve suriyede kürt/kürdistan sorunu bir sonuca baglanmadan, devletin ve ordunun kürdistanda $ehirleri, kasabalari yerle bir ettigi bir ortamada, chp-hdp ikttifakindan bahsedenler, kendi hayal dünyalarinda ya$ayan idealistlerdir. devletin demirba$ partileri, akp, mhp ve chp, cüzzamlidan kacar gibi hdp’den kacarken, selahattin demirta$’in chp’ye yönelik cagri ve beklentilerinin kar$iliksiz kalacagini tahmin etmek zor degil.

  46. özgürlükçü

    Aha mundi aha kaytani!!!!!!
    HDP yi döverlerken sesini çıkarmayıp vatan millet sakarya milli zilli duyguları ile içten içe sevinen millici şöven sol sıra kendine gelince hala HDP ve kürt hareketini akp işbirlikçisi gibi göstermenizden yalanınızdan bıktık???
    Yalancı reziller utanmıyormusunuz sürekli dayak yiyip yok ve imha edilmek istenenler kimdir içerde HDP dışarda PYD siz o kadar milli zilli duygularınızın esiri olmuşsunuzki ihtiyaç olursa minbiç ve rojowada PYD ye karşı tayip sizi cihatçılarla birlikte savaşmaya bile yanında götürür sizde yanında vatan savunması diye gidersiniz işte haliniz sizden değil muhalefet bir mok olmaz!!!!
    Adam iç savaşı göze almış çıkarsın hepiniz vatansever olur bize vatan haini diye saldırırsınız !!!!!!!!

  47. Zileli Ocalan in PKK ve kitlesi icindeki Tanrisalligi konusunda vehametin boyutuna tam vakif olamamissiniz. Ocalan in tanrisallligi sadece PKK HDP kitlesi uzerinde degil, zaten buzulmus ve tabaninda ve tepesinde cogunlukla ortalama Kürt militanlarinin bulundugu örgütlerimizde etkilidir.Ocalan in dediginden cikamaz ona direkt acik acik karsi gelemezler. Siz burada HDP nin elestirilemezligini elestirdiginizde sizi elestirenlerin kimler oldugunu saniyorsunuz. Yanilmis kafasi karismiz solcularmi , yoksa Ocalan in dolayli müritlerimi?

  48. Bence de ağır basan ihtimal bu.

  49. özgürlükcü , ben HDP nin politikalarinin tamamen Dogru oldugunu dusunuyorum, HDP yi elestirenler su su su konulari dogru kavrayamiyorlar bile diymedikce, ürkütücü ve gri olarak kalacaksin ve ne yazikki rumuz un özgürlükcu

  50. Bazen düsünüyorum ozgürlükcü HDP karsiti bir Trol mü diye, olsaydi bu kadar olurdu.

  51. 34. Yorumcu arkadas isci sinifi emek sözlerini dillerinden düsürmeyen o Kadar cok Reformist tanirimki, ve isci sinifi emek lafini Sakina Sakina kullanip cok Saglam anti kapitalistler tanirim. size kapitalizme karsi cikmanin tek yolunun uvriyerizm oldugunu kim anlattiki?

  52. 34. yorumcu arkadas.Gelismis Kapitalist ulkeleri ele alalim. anti Kapitalizmimi buralardaki isci sinifinin durumundan yola cikarakmi kurmaliyim, yoksa evrensel capta insanlik degerlerinden yola cikarak mi kurmaliyim. ? daha iyi örneklerlede aciklanabilirdi ama, bununla yetinecegim.

  53. özgürlükçü

    Ö.Gürsel ”türk ve kürt milliyetçiliği ile hesaplaşılacağına söz verilmeli”” buyurmuş!
    İnsan az buçuk utanır ben ana dili lazca olan biriyim anam lazcanın dışındaki Türkçeyi okulda öğrendim dedi ben tam konuşamıyorum çocuklarım hiç bilmez bırak türk milliyetçiliği açıkça diğer diller kültürler zorla imha edilip asimile edilirken nerdeydin?????
    sen şimdi milliyetçiliği geçtik açık türk ırkçılığını gizlemek içinmi kürt milliyetçiliğinden bahsettin varsa böyle bir milliyetçilik eminim efendilerinizin okullarda öğrettiği türk ırkçılığından öğrenilenlerdir.
    Kürdistan dışında çalışan amele işçiden yerleşik kürt mahallelerine yapılan ırkçı saldırılardan kürtçe konuştuğu için bıçaklanıp öldürülenlere bunları unutup kürdün yoğun yaşadığı illerde türkün camını bile kırmayan kürdün milliyetçiliğinden dem vuranlar asıl milli zilli duygularıyla yüzleşemeyen şövenlerdir??????
    Siz yakında efndiniz rojowaya cihatçı çetelerle saldırdığında onunda yanında durup vatan millet sakarya edebiyatı yapacaksınız???
    HDP yi suçlayıp trol mol ayağı yapan şövenler unutmayın bereketli topraklarda yaşayan bütün çiçekler ermenisinden çingenesine bütün inançlar kendini gerçekleştirecek özgünlükte HDP de temsil edilebilen tek partiyiz sızın gibi milliyetçi ırkçı mezhepçi şöven değiliz işte sizide en çok rahatsız eden budur nasıl olurda sizin gibi en devrimci öncünün bile yapamadığını HDP yapar fesatlanmaktan kendinizi bitirdiniz!!!
    merak etmeyin ırkçı mezhepçi faşizm sizede vurursa cenazenizi kaldırcak cesaretin sadece HDP de olduğunu bildiğinizdenmi bunları yaparsınız?????

  54. ‘uvriyerizm’i daima ön planda tutalım, gerisi mühim değil’ gibi bir şey yazmadım ki.

    Kapitalizme karşı mücadelenin genişletilmesinden bahsediyorum. Herhangi bir hizbin ön plana çıkmasından, başı çekmesinden, yöneticilik münakaşasına girmesinden, ‘öncücülük’ yapmasından bahsetmedim. Siz, yazdıklarımdan bu sonuca ulaşmışsanız, yanılmışsınız.

    19. yüzyıl emek ve emekçi çeşitliliği ile 21. yüzyıl emek ve emekçi çeşitliliği arasında fark var, hem de çok.

    Peki:
    ‘İşçi sınıfı’ tabirini ise niçin sadece ‘kol gücüyle çalışan ve çoğunlukla kaba-saba vücut hatlarına sahip insanlar’ olarak algılamaya mahkumuz? Sovyet broşürlerinde böyle resmedildiği için mi!

    ‘İşçi sınıfı’, çok geniş bir tabir. ‘Uvriyerizm’ gibi kısıtlayıcı değil.

    Şuna dikkat ediniz:
    1970’lerin ikinci yarısından beri özellikle, marxizmden, komünizmden, sosyalizmden uzaklaşan birçok sol kesim (bunlara, doğal anarşistler de, ‘sonradan anarşistler’ de dahil), daha çok marxist terminolojinin tahakkümünde kalan ‘işçi sınıfı’ tabirini, kendilerine yan gözle bakılmaması nedeniyle, kullanmamaya büyük özen gösteriyorlar. Bahsettiğim budur.

    ‘İşçi sınıfı’ tabirini yüksek sesle haykırınca, hemen ‘marxist’ olmuyoruz, korkmamıza gerek yok.

  55. Laf ebelikleri

    Birilerinin emekten, işçi sınıfından sözetmeleri, onlar adına hareket ettiklerini söylemeleri gerçekte öyle oldukları anlamına gelmez. Tıpkı “Millet”in, “Demokrasi”nin, “Allah”ın ya da “Peygamber”in vekili oldukları söylenenlerin gerçekte böyle olmamaları gibi.
    Bu terimler üzerinde biraz düşünmeli aslında. “Milletvekilleri”nin milletin vekilleri olduklarına inanmak ile “Resulullah”ın Allah’ın resülü/elçisi, “Halifeler”in peygamberin halefleri ya da “Atatürk”ün Türk’ün atası olduğuna inanmak arasında bir fark var mı mesela? Bütün düzenler bir çeşit inanç ile meşrulaştırılmıyor mu? Bunun da yolu kelimelere yüklenen anlamlar değil mi?

  56. Sübjektivizm ve sektarizm ne kadar kötü bir şey!

  57. “Bunun da yolu kelimelere yüklenen anlamlar değil mi?”

    Eleştirinizde haklısınız.

    Terminolojilerin dayattığı kıstaslara göre günlük değerlendirmeler yapmaya alışıyoruz. Bu, uzun yıllardır böyle…

    Hayatımızı artık ‘eylemlerimiz’ değil, daha çok, ‘kelimelerimiz’ belirliyor.

    “Sadece düşünceleriniz içinde yaşayın, eyleme geçmeyin, ‘işçi sınıfı’ tabirinin kökenin ne olduğunu kendi aranızda tartışın dolanın, ama sakın hamle yapmayın” dikte ediliyor.

    ‘Politik-Siyaseten doğruculuk & Political correctness’ bir tür hastalığa dönüştü. Bu hastalığa bağışıklık kazanmaya mahkum ediliyoruz, böylece beynimize bu mikrop ufak ufak enjekte ediliyor, amip gibi bölünüyoruz.

    Terminoloji, kelimelerin anlamları, tarihi… elbette önemlidir, çöp kutusuna atamayız.

    Fakat günümüzdeki tehlike:
    Sadece ‘kelimeler dünyasında kalmaya mahkum edilmek’tir,
    Eyleme geçilirse yok olunacağı endişesidir.

    “Dünyanın en büyük sorunu, aptallar özgüven içindeyken akıllı insanların kuşkuyla dolu olmasıdır.” (Bertrand Russell)

    Russell’ın bu sözünü bile, ‘politik-siyaseten doğruculuk’ süzgecinden geçirip, ‘kim aptal?’ & ‘kim akıllı?’ münakaşasına girmeye meraklı ne çok insan var.

    Birileri der, marxistler aptal.

    Başkaları der, kapitalistler akıllı.

    Birileri der, sübjektivizm ve sektarizm ne kadar kötü bir şey!

    Başkaları der, uvriyerizm her şeyin başı değildir…

    Böyle böyle kendi fanusumuz içinde konuşur dolanırız…

  58. En temel, ari duru haliyle bir orgut bir siyasi yapinin unsuru, kendi idealleri, toplumsal projesi icin insanlari kapsamaya ve mucadelesine katmaya calisir. ozgurlukcu ise , hali hazirda, kendi orgutune sempati duymayan herkesle savasmayi anliyor ideallerinden. Aslinda bilinc altinda, toplumsal projesinin iflasi, zaaflari kaduklugu karsisinda acisini bizden cikariyor. eskiden orgutlerin genclik ve kadin kollari olurdu, sanirim simdi ERGEN kollari var.

  59. ozgurlukcu toplumsal bir projede etnik ozgurluklerinde onemli oldugunu, Hemde cok onemli oldugunu bilen biri, hatta bunu uluslarin kendi kaderini tayin hakkina Kadar götüren biri, ezilenlerin milliyetciligi Politik cizgisi ile, dogru toplumsal projenin Politik cizgisi arasinda buyuk bir fark oldugunu Bilir, ve milliyetcilik elestrilmelidir sözü karsisinda bu Kadar parlamaliydi. yoksa ezen ulusun milliyetcilerin iddia ettigi gibi lazlarin ana dillerini konusabilmesini laz milliyetciligi saymamiz ve buna razi olmamizmi gerekiyor. ezen ezilen ulus milliyetciligi arasinda fark gozetmek, ezilen ulus milliyetciliginin Dogru oldugu anlamina gelmez ozgurlukcunun anlayamadi pek cok seyden biride bu.(ayrica vakti zamaninda cihatci cetelerle suriyede gecici ittifaklar zamaninda cektirilmis Foto lari koydurtma bana bu sayfalara ozgurlukcu, milliyetcilik budur iste, pragmatizm, taktikler, pazarliklar, ilkesizlikler, kurt halkinin magduriyetinin sorumlulari arasinda baska unsurlarda sayardik ama biz HDP yi severiz, duzelsin istiyoruz)

  60. marxist argüman

    siyasi tart$ma ve fikir tarti$masinin verimli olmasi icin belli kurallari/kriterleri olmalidir. örnegin üniversitede bir doktora tezi yazarken, iddialariniza muhakkak kaynak göstermek zorundasiniz. bu akademik bir kriterdir.
    yine online ansiklopedi olarak ba$vurdugumuz vikipediada da yazilan her$eye istisnasiz kaynak gösterilme mecburiyeti var.
    bu durumdan sayin zileli haberdar mi evet. bu sitede yorum yazanlar da eger “kara cahil” degillerse, onlarda biliyorlardir. $imdi zileli yukardaki yazisinda aynen $öyle yazmi$:
    “PKK’nin savaşa sürülmesi ise Abdullah Öcalan vasıtasıyla sağlandı. Tecritteymiş gibi gösterilen Öcalan’dan Kandil’e gönderilen “savaşa girişin” mesajı, bizzat iktidar tarafından dağdaki kadroya ulaştırıldı ve böylece Kürtlerle savaş başlatıldı.”

    dikkat edilirse zileli burda sanki herkesin bildigi, tarti$masiz dogru kabul edilen bir bilgiyi payla$iyormu$ gibi yazmi$.
    peki gercek nedir? zileli, bir insana yani öcalan’a resmen iftira/camur atiyor. öcalan istese bundan dolayi zileli’yi mahkemeye verebilir, verirse de mahkeme öcalan’a kesin hak verir; zileli’ye de iftira/camur atmaktan para cezasi verir.
    öcalan’in $u anda avukatlariyla görü$mesine izin verilmiyor, belli ki zileli birazda bu rahatligiyla salliyor; nasil olsa adam icerde tecritte, kendini istesede savunamaz.

    fakat i$in tuhafi yorumcular icinde necip, ben ve 12 nolu yorumcu di$inda kimse bu durumu ele$tirmedi; sorun bile yapmadi. ondan sonrada “özgürlükcü” mahlasli yorumcu küfür ediyor diye kiziyorsunuz; daha fazlasini hak ediyorsunuz, “özgürlükcü” az bile ediyor.

    mesela ogürsel, sen hem doktorsun, akademik egitim almi$ bir insansin hem de yazarlik yapiyorsun; neden zileli’nin bu camur/iftira atma eylemini ele$tirmedin?

    $imdi sözümona mit ile i$birligi icinde kandil’e “sava$in” talimati gönderen öcalan’in “cözüm süreci” cercevesinde kürt sorununun cözülmesi icin ne gibi cali$malar yaptigini bir hatirlayalim; basindan alintilar:

    “HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, önceki gün partisinin grup toplantısında, İmralı’da görüşülen 10 madde yokmuş gibi davranıldığını belirterek, hükümeti eleştirmişti. Demirtaş’ın açıklamaları üzerine, gözler, bu 10 maddeye çevrildi. Öcalan’ın sunduğu iddia edilen 10 maddelik yol haritasının ilk başlığını, ‘müzakerelere geçiş’ oluşturuyor. Müzakere heyetinin kurulması, İmralı’da sekretarya oluşturulması ve müzakere sırasında denetleme görevi yapacak izleme heyetinin belirlenmesi gibi adımlar da ilk maddede yer alıyor. Örgütün, müzakere aşamasında, Türkiye sınırları dışına çekilmesi ve eylemsizlik durumunun devamlılığı öngörülüyor. Yöntem, müzakere aşaması sonrasında yapılacaklar ve talep edilen düzenlemeler şöyle sıralanıyor:

    DEMOKRATİK SİYASET: Siyasi Partiler Yasası’nın yürürlükten kaldırılması. Hazine yardımının eşit bir şekilde tüm partilere dağıtılması. Yüzde 10 seçim barajının tamamen kaldırılması gibi 3 talep.

    TERÖR YASALARI: Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması. Ceza Muhakemeleri Yasası’nda değişiklikler ve yasal mevzuatla ilgili değişikliklerin gündeme alınması.

    ANAYASA: Kürt statüsünün Anayasa’ya girmesi. Anadilde eğitim hakkı, kültürel hakların Anayasa’da yer alması. Fikir ve düşünce özgürlüğüyle ilgili Anayasa değişikliği.

    TOPLUMSAL TALEPLER: Kadın, gençlik ve çevre sorunlarıyla ilgili başlıkların ele alınması. Bu konularda düzenleme yapılması. Kadın meclislerinin kurulması.

    TAHLİYELER: Cezaevlerinde terör suçları kapsamındaki hükümlülerin, süreçte kaydedilecek ilerlemeyle birlikte tahliye edilmesi, topluma kazandırılması için gerekli tedbirlerin alınması.

    GÜÇLÜ YEREL YÖNETİM: Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabul edilmesi. Türkiye genelinde bölge meclislerinin kurulması, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması.

    SİLAHSIZLANMA: Müzakere kapsamında ele alınacak tüm başlıkların ardından, örgütün Türkiye’deki silahlı faaliyetlerine son vermesi ve silahsızlanma aşaması.

    DAĞDAN İNECEKLER: Silahsızlanmayla birlikte dağdan inenlerle ilgili, ekonomik ve sosyal tedbirlerin alınması.”

    öcalan’in 2015 newroz mesaji:

    “Barışın, eşitliğin, özgürlük ve demokrasinin yanında yer alan tüm halklarımızın ve dostlarımızın Newroz’unu selamlıyorum.

    Emperyalist kapitalizmin ve despotik yerel işbirlikçilerinin tüm dünyaya dayattığı Neo liberal politikaların yol açtığı kriz, bölgemiz ve ülkemizde çok yıkıcı bir şekilde yaşanmaktadır. Halklarımızın ve kültürlerinin etnik ve dini farklılıkları, bu kriz ortamında, anlamsız ve acımasız kimlik savaşlarıyla tüketilmektedir. Ne tarihi ne çağdaş, ne de vicdani ve siyasi değerlerimiz bu tabloya asla sessiz ve bigâne kalamaz. Bilakis acil bir müdahale, dini inançlarımız, siyasi ve ahlaki sorumluluğumuzun gereğidir.

    Ülkemiz halklarının, demokrasi, özgürlük, kardeşlik ve onurlu barışı için yürüttüğümüz mücadele bu gün tarihi bir eşiktedir. Kırk yıllık hareketimizin acılarla dolu geçen bu mücadelesi boşa gitmediği gibi aynen sürdürülemez bir aşamaya da varmış bulunmaktadır. Tarih ve halklarımız bizden dönemin ruhuna uygun bir demokratik çözümü ve barışı talep etmektedir. Bu temelde tarihi Dolmabahçe Sarayında, hepimizce resmen ilan edilen on maddelik deklerasyon temelinde yeni bir süreci başlatma görevi ile karşı karşıyayız.

    Deklarasyon gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim. Umarım ilkesel mutabakata en kısa sürede varıp Parlamento üyeleri ve İzleme Heyetinden teşkil edilen bir Hakikat ve Yüzleşme komisyonundan geçerek bu kongreyi başarıyla realize etme durumunu yaşarız. Bu kongremizle birlikte artık yeni dönem başlamaktadır. Bu yeni dönemde, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde özgür ve eşit Anayasal yurttaşlık temelinde demokratik kimlik sahibi demokratik toplum olarak, barış içinde ve kardeşçe yaşama sürecine giriyoruz. Böylelikle 90 yıllık Cumhuriyet tarihinin çatışmalarla dolu geçmişini aşıp gerçek barış ve evrensel demokrasi kriterleri ile örülmüş bir geleceğe yürüyoruz. Newroz’un gerçek tarihine yaraşan da huzurunuzda böyle bir aşamayı selamlamaktır. Ve lakin ülkemiz ve halklarımız için doğru olan olgular, aynı zamanda kutsallarla dolu bölgemiz için de geçerli olmak durumundadır. Kapitalist emperyalizmin genelde son iki yüz yıllık, özelde son yüz yıllık gerçeği şudur: Ulus devlet milliyetçiliği temelinde etnik ve dini kimlikleri özüne ters biçimde içe doğru kapatıp birbirlerine düşman etmek, yani böl-yönet politikasına uygun olarak varlığını acımasızca günümüze kadar sürdürmek!

    Bilmeliyiz ki Ortadoğu üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Emperyalist güçlerin yol açtığı son zorbalık IŞİD görüntüsünde ortaya çıkmıştır. Barbarlığın bile anlamını zorlayan bu örgüt, kadın çocuk demeden, Kürtler, Türkmenler, Araplar, Ezidiler, ve Asuri-Süryaniler başta olmak üzere bütün bölge halklarına ve inançlarına dönük vahşice katliamlar sergiledi.

    Artık gün bu acımasız ve yıkıcı tarihi sonlandırıp gerçek geçmişimize uygun barış, kardeşlik ve demokrasiye geçiş yapma günüdür. Doğru bildiğim ve inancım gereği; çatışmacı, tüketici, yıkıcı milliyetçiliğin doğurduğu ulus devletleri demokratik siyasetle aşarak açık demokratik kimliklerle bir ortaklaşmaya geçmenin mecburiyetidir. Bunun için ulus devletleri kendi içinde demokratik siyasetle demokratik ortaklaşmanın yeni bir türünü gerçekleştirmeye ve yine ulus devletleri kendi aralarında Ortadoğu’nun demokratik ortak evini inşa etmeye çağırıyorum.

    Ayrıca bugün vesilesiyle mahşeri topluluğunuzun ezici çoğunluğunu teşkil eden özgürlüğe kanat çırpan kadınları ve gençleri önümüzdeki dönemin ekonomik, sosyal, siyasal ve güvenlik alanlarında özgürlük ve eşitlik mücadelesinde en aktif bir biçimde yer almaya ve başarmaya çağırıyorum. Ayrıyeten hem bölgemiz için hem de uluslararası dünya için büyük anlamı olan Kobani direnişini ve zaferini selamlıyorum. Bu temelde gelişen ‘Eşme ruhunu’ halklarımız arasında yeni tarihin sembolü olarak selamlıyorum. Yukarıda belirlemeye çalıştığım tüm bu saptamalar tek cümleyle tarihimizin ve güncelliğimizin toplum olarak yeniden revizyonu, restorasyonu ve yeniden inşası için değerli bir çağrıdır.
    Tekrar bu tarihi Newroz’un şahsınızda tüm insanlık için büyük hayırlara vesile olması dileğiyle selamlıyorum.
    Yaşasın Newroz,
    Yaşasın Halkların Kardeşliği…”

  61. Anlatmak istedigimden kasti, bir ornekten ters Mantik yuruterek anlatmaya calisayim.
    Vakti zamaninda devrim sosyalizm komunizm , mucadele siniflar konusunda dusuncelerimi anlattigimda, bir Marxist arkadasim bana sunu söylemisti:“ sen Marxist degilsin, isci sinifini, genel olarak kapitalizmden magdur olan her birey grup sinif, sinif blogu icinde eritiyorsun, ikincisi sen komunizmi, isci sinifinin cikarlari Politik hattinin götürdügü bir yerde degil, ayri yerde ,bunun disinda, utopik bir komunizm istencinde kuruyorsun. “ Vakti zamaninda onun mekanik Dogmatik Marxist oldugunu , benim daha karmasik ama gercek Marxist oldunu dusunmustum. Simdi dusunuyorumda, evet butun elestrilerinde hakliydi, bana dusen suydu, evet ben bir Marxist degilim ama dusuncelerim dogrudur.Marxist olmamaktan memnunum. , Nasil Tip bilimi Farmakolojiye indirgenemezse, Toplumsal mucalele nin bir ekolu olarak kategori edilemez marxizm, ondan olsa olsa faydalanabiliriz.

  62. özgürlükçü

    maalesef adım özgürlükçü o da yetmez yenisini çıkardık gazetemizin adı da özgürlükçü demokrası!!!!
    Fesatlanmaktan çatlama seslerinizi duyuyorum!!!
    Ülen sizi habu halinizle köpek yemez!!!!!
    Şu konuları kavrayamıyorlar demeliymişim!!!
    neyinizi hangisini diyeyim kimsiniz siz ülen!!!!
    işleviniz nedir!.
    olup BİTENİ GÖrecek göz anlayacak beyin yokmu sizde!!!
    Savaş kaos ikliminde savaşın kimlerin arasında ne seviyede olduğunu göremiyecek seviyede beyinsizmisiniz!!!
    Hiç kafanız basmadıysa yukardaki komplo analizleri ile zihninizdeki zehri kusacağınıza açık günlerinde meclisi izleyin özgürlükçü toplumsal muhalefetin sözü dili kimde olduğunu görün diyeceğim ama siz gördüğünü bile anlamayan zihni milli zilli duygularla örümcek bağlamış zavallısınız devam edin sisteme hizmete yakında mükafatınızı alırsınız!!!!

  63. marxist argüman

    sayin zileli, cözüm sürecinin ba$arisizlikla sonuclanmasini, t. erdogan’nin, yine kendisinin ba$lattigi cözüm sürecini devlet adina bitirmesini ve pkk’nin de cözüm sürecinden bir “cözüm” cikmayacagina ikna olup devletle yeniden sava$a tutu$masini anlam veremiyor; bundan dolayida uydurma komplo senaryolari yazmaya ba$ladi.

    bu konuyu defalarca tarti$tik ve bende sayisiz yorum yazdim. fakat belli ki zileli bu yorumlardan kendine hic pay cikarmiyor. daha önce necip’i ve “anti kapitalizm propagandasiyla” beni bile bir marxist olarak “kapitalizm” kavramindan sogutan yorumcuyu kamuoyuna “umutsuz vaka” olarak ilan etmi$tim; “umutsuz vaka’lar” listesine zileli’yi de ekliyorum. zileli belli ki iktidar hirsindan algilama, anlama, idrak etme yetenegini kaybetmi$: körle yatan $a$i kalkar; iktidarla yatan idraksiz kalkar.

    ben yine de “cözüm/baris süreci” neden ba$arisizlikla sonuclandi, diye merak edenlere birkac ipucu vereyim:

    önce teorik/ideolojik bir ipucu: iki uzla$maz/zit cikarin uyu$masi mümkün degildir. ne demek bu?

    örnek: günümüz kapitalist ekonomisinde calisanlarin ücreti masraf/gider hanesine dahil oldugu icin, yani üretenlerin/calisanlarin emegi, ekonomik verimliligi/karliligi azaltan “negatif” bir faktör oldugu icin, i$verene: “karde$im bu kadar bencil/cimri olma, firmanda, holdinginde cali$anlara istesen dolgun bir ücrette verebilirsin” demek sacmaliktir, cünkü i$verenle i$cinin cikari kar$ittir; uzla$masi mümkün degildir. yani, kapitalizmde ekonomik üretim faaliyeti “i$veren/i$adami” denilen para/sermaye sahibi özel sahislarca yapilir ve herkesin bildigi gibi, hicbir i$adami, vatanda$in karni doysun diye o i$i yapmaz; ne icin yapar: para kazanmak icin, kar etmek icin. bundan dolayida cali$anlarin ücretini mümkün mertebe dü$ük tutmak kapitalist ekonominin “rasyonelligi/gercekciligi” geregidir.

    bu gercegi bu $ekilde anladiktan sonra, herkes bu durumdan farkli sonuclara varabilir: kapitalist ekonominin üretim prensiplerini yanli$ bulup yerine alternatif ekonomik sistemlere kafa yoranlar oldugu gibi, “üretim prensiplerinde bir sorun yok, hatta cabalarsam belki bende bir i$adami olarak zenginlige, refaha kavu$abilirim” diyerek bütün imkanlarini, enerjisini, sagligini, zamanini kapitalist rekabette kazanmak icin seferber edenlerde var.
    fakat insanlarin istek ve arzularindan bagimsiz olarak var olan diger bir gercekte $udur: dogru bul bulma, iste isteme; kapitalist dünyada istisnasiz herkes ya$amak icin para’ya, dolayisiyla bir i$verene muhtac/mecbur -kücük esnaf, köylü gibi kendi yaginda kavrulanlari saymazsak-.

    bu durumu zileli gibi idealistler bilmezler, bilmekte istemezler fakat devlet (burjuva devlet) bunu bildigi icin cali$anlara sendika hakki ve toplu sözle$me hakki tanimi$tir. sendika ve toplu sendika hakki ile devlet, calisanlara $unu demek istiyor: ben devlet olarak siz cali$anlarin ve kapisinda i$ dilendiginiz i$verenlerin cikarlarinin uzla$maz kar$itligindan haberdarim; siz cali$anlari, kapitalistlerin insafina terk etsem, karninizi doyuracak ücret bile alamayacaginizi 18. yüzyilda ki “vah$i kapitalizm” tecrübelerimden biliyorum; bundan dolayi da sendika kurma ve toplu i$ sözle$mesi ile siz cali$anlara, i$verenlerinizle pazarlik yapma hakkini devlet olarak taniyorum; bu demektir ekmek ve ücret icin ömür boyu mücedele edeceksiniz; hadi size kolay gelsin!”

    lafi uzattim, gelelim cözüm sürecine.
    iki milliyetci/ulusal cikar da tabiati geregi uzla$amaz. iddiamizi somutla$tiralim.
    eskiden mahkemelerde devrimcilere “meslegin nedir” diye sorulunca, hakli olarak “devrimcilik” diyorlardi.
    günümüz modern ulus devletlerini yöneten politikaci demekte, “meslekten milliyetci/profesyonel milliyetci” demektir; yani o i$ten para kazaniyor; hem de cok iyi para kazaniyor.
    vatansever vatanda$larin milliyetciligi ise milli egitim/terbiye ile alakali olarak tamamen “duygusal”: ülke/yurt sevgisi, devlet/millet idealizmi falan fistik…

    türk milliyetcileri ne diyor: tek millet, tek bayrak, tek devlet; devlet icinde devlet, bayragin yaninda bayrak olmaz!

    ya milliyetciligi ve devlet idealizmini kökten red etmek lazim, etmiyorsan da yukarda ki “tek”li ideolojiyi ele$tirmemen lazim, neden? cünkü ulusalcilik/milliyetcilik düsüncesi gercektende tabiati geregi “tek”e dayanir; cift olamaz, olursa gercektende hemen ayrilma, bölünme egilimine girer.

    kürt ulusalcilari ne diyor: ayri devlet kurma hakkimiz sakli kalmak $artiyla en azindan otonomi haklarimi istiyorum.
    cözüm sürecinde, kürt ulusal hareketi rojavadaki kanton sisteminin bazi elementlerini kuzey kürdistana uygulamaya ba$ladi. basin da yazdi: kürdistanin bazi sehir ve kasabalarinda pkk’nin yerel örgütleri vergi toplamaktan tutalim, kimlik ve trafik kontrolüne kadar birtakim “otonomik” giri$imlerde bulundular.

    bunlar basina da yansidi ve mhp’li fa$olarla kemalist subaylar güneydoguyu kastederek “nerde bu devlet, nerde bu millet, devletin otoritesi kalmadi” diye yaygara koparip, cözüm sürecinin bitirilmesini; “bölücülügü” $imdiye kadar oldugu gibi terör ve $iddet ile bitirme cagrilari yapmaya ba$ladilar.

    fakat bu ayrintilar zileli’nin ilgi alanina girmiyor, cünkü zileli, dünyayi anlamak gibi bir derdi olmayan bir idealist.
    tayyip erdogan nasil ki “türk/müslüman” bir yepyeni cumhuriyet/devlet kurmayi kendisine siyasi misyon olarak bicmi$se, zileli de akp iktidarini devirmeyi kendisine siyasi bir misyon olarak belirlemi$.
    sanki “ezilenler/sömürülenler” acisindan, kemalist generallerin dikta rejimiyle islamci akp’nin dikta rejimi arasinda bir fark varmi$ gibi.

  64. Cumhuriyet’in sokağı mini-Gezi olur mu?
    Uzun süredir gidişat aşağı yönde olduğu için bunalmıştım ve yazasım yoktu, ilk defa bu sefer duvara çarptılar, rüzgarın yönü değişebilir gibi bir umut doğdu içimde. İlk defa bir şansımız var gibi hissediyorum. 1 Kasım 2015’ten 1 Kasım 2016’ya, şu ricat parantezini kapatabilir miyiz?
    Selamlar.

  65. Herhangi bir platformda bir adet Ozgurlukcu, bir adet Marxist arguman bulundurunuz, nasil bir mahalle baskisi, nasil bir ideolojik hegemonya (az bile bu söz) göreceksiniz. ve ozgurluk ve tekci olmamak adina ,paradox burada bunu anlayamiyorlar, anlayamayacaklar.

  66. Kafanin icinde engizisyon mahkemesi calistikca, teolog dogmatikler kurul kurmussa beyin loplarinda, dilde en demokratik özgürlükcu türküler olsa ne olurki?

  67. Savunma makaminin Marxist argumanin esme ruhlu alintisina karsi söyleyecek sözü yoktur… merdi kipti diye baslayan bir atasözü vardi nasil devam ediyordu o:)

  68. ““Sadece düşünceleriniz içinde yaşayın, eyleme geçmeyin, ‘işçi sınıfı’ tabirinin kökenin ne olduğunu kendi aranızda tartışın dolanın, ama sakın hamle yapmayın” dikte ediliyor.”

    Mesele sadece eyleme geçmemek değil [Ayrıca daha önce de eyleme geçildi; 1789’da, 1848’de, 1871’de, 1905’te, 1908/09’da, 1917’de, 1922/23’te, 1968’de, 1979’da, 2011’de (güney komşumuzda halen devam ediyor) ve daha birçok kez. Bunların neden daha sonra başarısız oldukları veya günümüzde de süren kazanımları olup olmadığı gibi tartışmalara girmemek için burada keselim].

    Asıl sorun “nasıl” (örgütlenme biçimleri, örgütlü mü örgütsüz mü ve örgütlüyse silahlı mı silahsız mı olacakları gibi) bir eyleme geçileceği ve buna kimlerin karar vereceğidir [Tabii ki kitlelerin kendiliğinden harekete geçtiği durumlar olabilir ve bazı ülkelerde kazanımlar elde edebilirler. Arap Baharı, Gezi, 2014 Kürt eylemleri bunun örnekleri. Yine de artık bunların tartışılmasına ve eleştirilmesine ihtiyaç olup olmadığı tartışılır].

  69. "Kaynak" isteyenlere

    Marksist Argüman’ın kanıt veya kaynak isteyen tutumu [zileli, bir insana yani öcalan’a resmen iftira/camur atiyor. öcalan istese bundan dolayi zileli’yi mahkemeye verebilir, verirse de mahkeme öcalan’a kesin hak verir; zileli’ye de iftira/camur atmaktan para cezasi verir.] RTE’ye benzemiyor mu? O da AKP’nin yolsuzlukları ve IŞİD’i destekledikleri iddiaları için kanıt istiyordu.

    Toplumsal mücadelede kanıtlar, kaynaklar o kadar önemli mi?

    Savaş suçlusu diktatörleri, örneğin Hitler’i devirmek için “iftira/camur at”mak gayrı meşru mudur?

    Herhalde o zaman yaşasaydık, böyle düşünen bir “Marksist” [Hitler “istese bundan dolayi zileli’yi mahkemeye verebilir, verirse de mahkeme” Hitler’e “kesin hak verir; zileli’ye de iftira/camur atmaktan para cezasi verir.”] derdi.

  70. Argüman, ben olsam esme Ruhunu fazla eselemezdim, Esme Ruhu eselendiginde Zileli nin tesptitlerine hak vermek gerekebilir.

  71. Hayat in dayatmasi ile CHP HDP nin basini cektigi bir bloklasma istenci kendini hissettiriyor, Bu istence karsi bir yanittir cumhuriyet operasyonu. bu opersyonlar artacaktir, disaridan silahli silahsiz ideolojik saldirilar, baykal vari entrikalar, elbette HDP olarak CHP ile isbirligi yapilmalidir ama benim dedigime geldiler tarzi imrali kaynakli algi operasyonlari kandil aciklamalari. bu sürec yogunlasacaktir, yada cocuk dogmadan ölecektir.bu cocugu yasatmazlar. uluslarasi Politika icin Irak suriye politikasinda tek alternatif AKP dir . ya AKP lesmis bir alternatif siyasi Politika (CHP icinde heveslileri vardir, HDP icin Ocalanin Esme Ruhu budur zaten) ama ikna edilemeyen buyuk bir kesimde vardir.Turkiye gibi bir ulkede dis dinamik onemlidir, AKP hala onemli bir Politik figurdur. Bati AKP yi sevmiyo diye sevinenlere duyrulur.

  72. Kürtler, Türkler, Ermeniler, Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi,ilahi bir kitabı olanlarla;Sabiiler ve Maniler gibi daha başkaları,olayları tarihlendirmeye,insan türünün yaratılışı ile başlamada hemfikirdirler.Fakat onlar, insanın çıkış süresinin tayininde büyük bir ayrılığa düşmüşlerdir.Tevrat’ın şu iki başlangıç ayeti hariç,onlar,dünyanın oluşuna göz atmamışlardır;bu iki ayet mealen şöyledir:”Başlangıçta Allah,göğü ve yeri yarattı.Ve yer şekilsiz ve boştu ve Allah’ın ruhu suların yüzünde hareket etmekteydi.” Onlar,dünyanın yaratılmaya başlanmasının,haftanın ilk günü olduğunu düşündüler…Çünkü,gece ve gündüz gibi sürelerin sebebi,güneşin doğması ve batmasıydı;Güneş ve Ay,haftanın dördüncü günü yaratılmıştı.Bu günlerin,bizim saydığımız günler olduğunu düşünmek nasıl mümkündür! Kur’an şöyle der:”Rabbinin katında bir gün,saydıklarımızdan bin yıl gibidir.’ Başka bir ayette Allah:”Bir günlük sayım,elli bin yıl gibidir.Açıktır ki,yaratılış zamanını,kendi gün sayımızla hesap edemeyiz;dolayısıyla,yaratılışın başlangıcı kesinlikle tayin edilemez.”Tevrat ilk insanın,yaratılış haftasının Cuma günü yaratıldığını söylemesine rağmen,Kur’an da Allah,”Orada bozgunculuk yapacak,kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?Oysa biz ‘Seni’överek yüceltiyor ve ‘Seni’devamlı takdis ediyoruz” diyor.Oluşumu uzun zaman alan yeryüzünde,örneğin,yüzeylerinde katılaşmış çamur ve kumlardan,çeşitli renk ve yumuşak parçalardan oluşan kayalardan teşekkül etmiş dağlarda gözlenen şeyler hariç,yaratılışın şartlarını da bilmiyor ama kutsuyoruz!!!

    Şeyh Said : “Yaşasın dinlerin kardeşliği!”

  73. Hoş geldin Mülayim Sert. Özlemiştik. Gelirken bir iyimserlik rüzgârı da getirdin, ne güzel. Cumhuriyet sokağı, gerçekten Gezi sokağı olabilir, neden olmasın. Bu iktidar her şeyi yaptı ama yaşadığım için biliyorum, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerindeki korkuyu yaratamadı. En önemlisi de buydu. Bu yüzden direnişi yükseltme şansı her an için vardır.

  74. Sol göösterip sağ vurmak denince aklıma Marxist argüman geliyor.

  75. Eyleme geçmeye verilebilecek en yakın -biri başarısız, diğeri başarılı- iki örneği unutmuşum:

    15 Temmuz 2016 (Türkiye)
    3 Temmuz 2013 (Mısır)

  76. marxist argüman

    59 nolu yorumcu,
    dünyada olan biteni merak eden bir insan olmadigin; “laf olsun torba torba dolsun”; maksat muhabbet olsun, diye yazdigin; derdinin bir nevi “geyik muhabbeti” yapmak oldugu her halinden belli. samimiyetsizligin cok acik SIRITIYOR.

    “laf olsun torba dolsun” diye yazanlardan biri de “kuzenovski.” ayda yilda bir yorum yazdin, onda da ne dedigin, o yorumu niye yazdigin anla$ilmiyor.

  77. Arap devrimlerinden sözetmişken aşağıdaki Arapça karikatürü de paylaşmak isterim:

    http://arabobservatory.com/wp-content/uploads/2012/11/arab-liefreedoom.jpg

    Resimde halkın çıktığı ilk kafesin üzerinde “devrimden önce” [قبل الثورة = kable’s-sevre], girdikleri ikinci kafesin üzerinde “devrimden sonra” [بعد الثورة = ba’de’s-sevre] yazıyor.

  78. marxist argüman

    sayin zileli, kemalist cumhuriyetin tarihe kari$tigini anladigi icin, bunun hirsiyla “günah kecisi” ariyor; kimmi$ o günah kecileri, “kürt ulusal hareketi”.

    zileli’nin beklentisi nedir: kürt ulusalcilari kendi cikar ve hedeflerini bir kenara koysunlar, hep beraber $u akp’yi iktidardan uzakla$tiralim. ondan sonra? kürt ulusal hareketi icin ne degi$ecek? kürt ulusalcilarina uygulanan devlet terörü akp ile mi ba$ladi yoksa jöntürkcü/kemalist irkcilarin kurdugu T.C. denilen ulus devletin kurulu$uyla mi?

    zileli kendisi hayal/illuzyon pesinde ko$an bir idealist; türkiyede ki diger siyasi aktörler zileli’nin beklentileri dogrultusunda hareket etmeyince, bu sefer oturup komplo senaryolari yaziyor; gercek hayatla roman’i/edebiyati artik ayirt edemiyor zileli.

  79. marxist argüman

    zileli’den alinti:
    “Sol gösterip sağ vurmak denince aklıma Marxist argüman geliyor.”

    zileli’nin son askeri darbe öncesi yazilarina bakin, “darbe geldi geliyor; dayanin, ordu ve bati bizi akp’den kurtaracak” mesajlariyla yazilmi$ yazilar.
    darbe sonrasi zileli’nin yazilari ise, “askeri darbeyi neden desteklemeliyiz, bu darbe neden “ilerici” askeri darbedir” mesajli yazilar.

    sayin zileli, sizin solculuktan anladiginiz, kemalist generallerin “irticayla mücadele” konsepti. islamcilar, kemalist generallerin di$lerini cektiler; ondan dolayi kemalistler artik “irtica” kelimesini agizlarina almiyorlar; irticayla mücadele ve laiklik bayragini $imdi gün zileli, fikret ba$kaya, haziran hareketi, komünist parti gibi sosyalist/anar$ist kemalistler devralmi$ görünüyorlar.

    amac/hedef kapitalist sömürü ili$kilerini degi$tirmek degilde, irticayla mücadele ve laikligi savunmak olunca, zileli’nin yaptigi gibi darbecilik/darbeyi me$rula$tirma propagandasi da “solculuk”tan sayiliyor.

    (ihbar niteliğinde göründüğünden son cümle yayınlanmadı. Admin)

  80. marxist argüman

    T.C. de iktidar sava$lari: ihtimaller

    kapitalist dünya para’nin etrafinda döner; para/ekonomi yakinda türkiyede hükmünü icra etmeye ba$layacak: i$ssizlik, yoksulla$ma, ic piyasarda durgunluk, lira’nin deger kaybi, sicak para/döviz darbogazi, artan dis ticaret acigi, kepenk indiren dükkanlar gibi ekonomik kriz’in i$aretleri cogalmaya devam ediyor.

    bugün kahve ictikten sonra, T.C.’nin kahve falina baktim ki ne göreyim: yakla$an ekonomik krizle beraber akp iktidari tepe takla yuvarlaniyor.

    IMF, 2001 yilinda ki ekonomik krizde türk devletini: “bir daha kriz istemiyorum, ona göre” diye fircalami$ti. gelecek krizde IMF erdogan’a büyük ihtimal: “git putin sana kredi versin” diyecek.

    akp’nin parti olarak gelecegi parlak görünmüyor; erdogan da bunun farkinda; ondan dolayi erdogan akp’den cok halkina, taraftarlarina güveniyor; reis, halkiyla bütünle$tikce bütünle$iyor: lider ve takipcileri yekvücut olmu$ durumdalar.

    T.C.de bitmek bilmeyen iktidar sava$lari ve $erif erdogan’in devleti ve toplumu hallac pamugu atar gibi atmaya devam etmesi bitmeyen bir kasirga/tsunami görüntüsü almaya ba$ladi.

    erdogan, darbenin siyasi ayagi kapsaminda chp’ye operasyon cekmeden önce, fa$ist devlet bahceli ile ittifaka girmi$ durumda.

    T.C. devlet terörünün kürdistanda yaptigi yikim suriye ic sava$i manzaralarini aratmiyor. bu durum kürtlerde “ulusal bilinci”/ulusaci egilimi güclendirirken, buna paralel olarak türklerde ki milliyetci, irkci/fa$ist dü$ünce gücleniyor.
    kürtler ve türkler arasinda ki “ayri$ma/uzakla$ma” gittikce artiyor.
    kürt/kürdistan sorunu T.C.’nin bölgesel bir güc olmasinin önündeki engel olmaya devam edecek.
    esad’li ya da esad’siz bir suriyede kürtler öyle ya da böyle ulusal haklarina kavu$acaklar. yani, T.C.’nin ilerde suriye ile beraber olup kürt hareketini bitirme imkani da yok.

    akp-mhp ittifaki, fetullah gülen hareketiyle chp’yi/kemalistleri birbirine yakinla$tirabilir. gülen hareketi aslinda hicbir zaman kemalist devleti ve laikligi sorun etmedi. kemalist generaller, 97 yilindan itibaren gülen hareketini kriminalize etme i$ine giri$meseydiler, gülenciler, kemalistlere kar$i akp ile ittifaka girmeyebilirlerdi.
    gülen hareketi ideolojik cizgi olarak erdogan’a degil, klasik kemalist cizgiye daha yakindir.

  81. Asıl sorun “nasıl”

    Yine haklısınız.

    Fakat bu haklılığınızı, Nikolay Gavriloviç Çernişevski’nin yazdığı meşhur kitap “Nasıl Yapmalı?” (bazen “Ne Yapmalı?” şeklinde de isimlendiriliyor) şablonunda kalarak, orada debelene debelene değil, 18.-19. yüzyıl terminolojileri içinde yoğrulup kaybolarak değil, 21. yüzyılı anlaya anlaya tartışmalıyız, eyleme geçmeliyiz. [Not: “Ne Yapmalı?” sorusunu Lenin de sormuştu ama kökü Çernişevski’dir.]

    Sakın yanlış anlamayın, bir kez daha yineliyorum:
    Geçmişi hiç sorgulamadan, geçmişten hiç nasihat almadan, geçmişi unutarak, sadece “bugün”e ve sadece “yarın”a odaklanarak yaşayalım demiyorum. Geçmişe saplanıp kalmak başka şey, bugün ve gelecek için tartışmak başka şey. Aradaki mühim farkı dikkatle değerlendirmeliyiz.

    64 no’da:

    15 Temmuz 2016’yı, RTE’nin diktatörlüğünü perçinlemesi babında yazmışsanız, teşhisiniz yerinde. Şimdi, başkanlık sistemini de getirmenin mücadelesini başlattı, ilk yaptığı şey de, zaten yavru kedi miyavlaması kadar az çıkan muhalefetin sesini tamamen susturmak…

    3 Temmuz 2013 (Mısır) olayında, “Müslüman Kardeşler” adlı İslamcı örgütün, Mısır siyaset arenasından temizlenmesi Mısır’ın geleceği için doğru bir hamle.

    Bu hamlenin doğruluğunu kabul etmekle beraber, Mısır halkı, Abdülfettah el-Sisi’yi de alkışlaMAmalı, giden bir diktatörlüğün yerine gelen yeni diktatörlüğe “boyun eğMEmeli”.

  82. Hollywood stratejileri

    Hollywood stratejileri “komplo teorisi” değildir…

    30 Ekim 2016’da Bağdat’ta, park halinde ve içinde insan olmayan bir araca bomba yerleştirilip patlatılıyor,

    Saniyeler sonra birkaç “figüran”, patlamanın olduğu yere gelerek, “sanki” patlamadan yaralanmış gibi rol yapıp gibi yere yatıyor,

    Rol yapan yaralıları almak için yine “rol amaçlı” bir pick-up araba geliyor,

    Birkaç “rol yapan” vatandaş daha ortalığı telaşlı göstermek için isyan ediyormuş gibi hareketler yapıyor.

    Videonun süresi 2 dakika 15 saniye.

    Sonuna kadar dikkatle izlemenizi öneririm:

    http://www.liveleak.com/view?i=8d0_1478018838#comment_page=4

  83. “anti kapitalizm propagandasiyla” beni bile bir marxist olarak “kapitalizm” kavramindan sogutan yorumcuyu kamuoyuna “umutsuz vaka” olarak ilan etmi$tim

    Sömürü mekanizmalarına ve kapitalizme karşı olan mücadeleler, sizin [veya sizin gibilerin] ‘ilan’ edip-etmemesine göre şekillenmiyor.

    ‘Umut’un yol göstericisi, analiz öğretmenliği, eleştiri müfettişliği size [veya sizin gibilere] mahsus değil. Kendi kendinize bazı misyonlar yüklemişsiniz, bunları ya kabul etmemizi ya da karşı çıkmamızı bekliyorsunuz.

    Hatırlatayım:

    ===== 1 =====

    http://www.gunzileli.com/2016/09/25/islami-fasizmin-bugunku-iki-temeli-gestapo-tipi-polis-teskilati-sokaklardaki-islamci-kitle/

    8 Ekim 2016, ‘179’ no’lu metnimden:

    [Bu giriş paragrafında okuyacağınızı, daha çok sizin ile benim aramda geçen bir görüşme olmasından ötürü tekil şahıs eki ile yazdım, aynı zamanda çoğul şahıs ekiyle de okuyabilirsiniz, çünkü, yukarıda sadece benim yazdıklarımla ilgili değil, görüşlerini aktaran diğer site ziyaretçileri için de benzer yöntemi kullanıyorsunuz.] Beyanlarımın, görüşlerimin, saptamalarımın [ne ile nitelendiriyorsak nitelendirelim], yani –kelimelerimin, açıklamalarımın– üzerine bir değerlendirme yapmanız gerekirken [ki bir conversation’da olması gereken budur], siz —acaba bu ifadeyi yazan kişi şunu mu demek istedi, bu kelimelerin, bu açıklamaların arkasında neler var?— gibi, bir tür –şifre çözücülük yapmalıyım– algısı ile yazıyorsunuz. Sanki kelimelerim bir tür –kod’muş da– bunların tercüme edilmesi gerektiği, çözümlenmesi gerektiği gibi bir yöntem benimsemişsiniz. —Enigma machine— kullanmayı bilseniz, belki bunu da yönteminize aparat olarak eklerdiniz, –kelimelerin arkasında neler var?– algınızı beslemek için. https://de.wikipedia.org/wiki/Enigma_(Maschine)

    Bir diğer husus:
    Yazdıklarım arasında, sadece birkaç kelimeyi cımbızla çekerek, sadece herhangi bir paragrafımın herhangi bir cümlesini cımbızla çekerek, doğruluğuna inandığınız kendi görüşlerinizin meşruluğunu ispatlamak uğruna, benim [veya sitedeki diğer ziyaretçilerin] ifadelerimi/zi —bağlamından kopararak— hareket ediyorsunuz.

    ===== 2 =====

    Makromalist / Maksimalist— yaklaşımınız,

    Şifre çözücülük yapmalıyım, kelimeleri / açıklamaları tercüme etmeliyim— düşünüşünüz,

    Hemen sonuca atlamak [jumping to conclusions]— refleksiniz,

    Paragraflar, cümleler arasından cımbızla seçmece yapıp, ifadenin bağlamını koparmanız–,

    Ve —niyet okuma denemeleriniz— nedenleriyle;

    Adeta yargısız infaz yapmaya da yelteniyorsunuz. Bu da, görüşmemizin akışını çoraklaştırıyor ve meçhûle sevkediyor.

    ===== 3 =====

    http://www.gunzileli.com/2016/09/25/islami-fasizmin-bugunku-iki-temeli-gestapo-tipi-polis-teskilati-sokaklardaki-islamci-kitle/

    20 Ekim 2016, ‘342’ no’lu metnimden:

    Çevirisini aktardığınız metnin tamamına yakını, ‘tepeden-tabana şekillendirici, dayatmacı, yüksek perdeli, kalıpsal/kalıpçı, —en doğrusunu burada okuyorsunuz— temalı, ve pek çok emrivaki‘ cümle içeriyor. İğnelemeler epey var ama çok kusurlu. ‘İnsan davranışlarının belirleyiciliği’ hususunda önemli tespitleri yazarken, sık sık direksiyonu kırıp, ‘insancıllık’ gibi temel taşların, adeta ‘weakness [zayıflık]’ olduğu yollu ifadeleriyle ‘marxistlerin [ve genelde sosyalistlerin de]’ düşmanlarının ekmeklerine yağ sürdüğü iddialarını ortaya atıyor, ne yazık ki asla genelleştirme yapılmaması gereken pek çok cümle var. Kalıplarına uymayan pek çok tabiri yok saymak, hakir göstermek yaygın, ‘hastalıklı ve bulaşıcı bunlar, fazla yaklaşmayın’ gibi önyargı dolu mesajları mevcut. Metnin içinde, hayatta düzeltilebilecek aksaklıkların tespiti ve reaksiyon gerekliliği yer yer harikûlade anlatılırken, metnin birçok bölümü ‘işaret parmağını sinirli sinirli sallayıp, bu metni okuyan kişileri hizaya sokmak’ amacını taşıdığını okuyanın gözüne batırarak gösteriyor. Daha çok dinî metinlerde görülen ‘buyurgan üslûp’, burada da yaygın. Bunlara mukabil: Para mekanizmasının işleyişine muazzam eleştiriler var, rekabet mefhumunun insanları nasıl birer [teşbihimi mazur görün] ‘yarış atına dönüştürdüğü’ fevkalade anlatılmış, özgürlük kavramı ile ‘tahammül etmek’ eyleminin piyasa tarafından nasıl aynı anda istismar edildiği, ve dahası. Bütün bu sarmal yapı, cümleler peşpeşe geldiğinden, sadece bir paragrafı, bir cümleyi çekip masaya yatırarak analiz edilemez. Metnin pek çok yerinde doğru gözüken tespitler, birkaç cümle sonra bu görüntüsünü, metnin genelindeki kalıpçı tutum nedeniyle ne yazık ki bertaraf edebiliyor. Birçok kavram ‘keskin sınırlar içinde’ tanımlanıyor ve eleştiriliyor, ‘jumping to conclusions & hemen sonuca atlamak’ yaklaşımı epey yaygın, ve bunların okur tarafından zaten kabul edildiği varsayılıyor. Kendilerine yöneltilebilecek herhangi bir ifadeyi; ani, telaşlı, kızgın bir refleksle yere yatırma amacı taşıyan cümleler pek çok. ‘Ördüğümüz bu kale duvarını, herkes kolay kolay aşmamalı’ gibi böbürlenmeler de yer yer kendini gösteriyor. Bu tür metinlerin didaktik olması gayet anlaşılabilir bir durum, fakat bu didaktikliği kalıpçı bir amaçla anlatmak, ‘en doğruculuk’ ısrarı, metnin pek çok yerinde işaret etmek istediği asıl olguların, asıl tehlikelerin görünürlüğünü azaltıyor, kendi kendine set çekiyor.

    ===== 4 =====

    Bırakın, kim nasıl haykırmak istiyorsa, kapitalizme karşı isyanını istediği şekillerde dile getirsin.

    Marxist [veya diğer türlü/çeşitli ‘-ist’] açıklamaların torna tezgâhından geçtikten sonra insanlar, kapitalizm karşıtlığı yapmalı, şablonunuzla dayatmacı olmayın.

    ===== 5 =====

    http://www.gunzileli.com/2016/09/25/islami-fasizmin-bugunku-iki-temeli-gestapo-tipi-polis-teskilati-sokaklardaki-islamci-kitle/

    23 Ekim 2016, ‘375’ no’lu metnimden:

    Maksadınız ‘sürtüşme yaratmak’ ise, hay hay, devam edebiliriz. Peki şu an, yeri ve zamanı mı? Değil. Kapitalistler, nifak sokmakta epey ustadır, aklınızın bir köşesinde bulunsun.

    Dikkat buyurunuz: Adeta, sıralama var. İlk önce, kapitalizme karşı mücadeleyi genişletmemiz gerekiyor. Bu genişleme, akşamdan-sabaha, bugünden-yarına gerçekleşebilecek bir durum değil. 342 no’lu metnimdeki (daha da çoğaltabileceğiniz) ‘konu başlıkları’ üzerine kendi aramızda yaptığımız görüşmeleri şimdilik ertelemek zorundayız. Eğer, beynimizde biriktirdiklerimizi yarıştırmakta ısrar ederseniz, kendi fanusumuzda dolanırız, kapitalizm ise katliamlar yapmaya hızla devam eder, ediyor da.

    Bana veya bir başkasına cevap yetiştirmek mecburiyetinde değilsiniz, kimse sizi zorlamıyor. —Niyet okuma denemeleri— yapa yapa vakit harcamanız yerine, hedefe odaklanmak daha makûl.

    Kapitalizme karşı mücadelenizi yükselterek sürdürün yeter.

  84. Eleştirinin Eleştirisi - Irmak Zileli

    Eleştirinin Eleştirisi!

    Muhatabı üzerinde iktidar kurmak isteyen eleştiri zenginleştirmez. Üstenci eleştiri, muhatabının (kişi ya da metin) ele geçirilebilir olduğundan kuşku duymaz. Gerçeğin karmaşıklığını, değişkenliğini, çok boyutluluğunu teslim ederse benzer biçimde kendi eleştiri metninin de tartışmaya açık hale geleceğini kabullenmek zorunda kalır. Bu tür eleştiri kendininki dışında kalan tüm algıları yok sayar. Haliyle çoğaltan değil, sınırlayandır.

    Herhangi bir şeyi sınıflama ya da tanımlama çabası onu ele geçirme, hatta fethetme arzusundan kaynaklanır. Birini ya da bir şeyi bütünüyle kavrayabileceğinizi, yetinmeyip onu ele geçirebileceğinizi düşünüyorsanız, varlıkların karmaşık yapısına saygı göstermiyorsunuz demektir. İktidar insan doğasını kategorilere sıkıştırmaya ezberlidir. (Malum, sadece ülkeyi yönetenlere bulaşmış bir “haslet” değildir iktidar.) Erk sahibi, karmaşık yapıyı sergilemek için ince işçiliğe girişen sanattan pek hazzetmez. Çünkü karmaşık yapının varlığının kabulü kendiliğinden bir şekilde ilişkileri eşitlik zeminine çeker. Tek bir doğru olmadığı gerçeğine götürür bizi, bu da çoğulculuğa ve demokrasiye kapı açar. Yazarın iğne oyasıyla ördüğü metin, gerçeği temsil etmeye çalışmaz; onun, yani gerçeğin “ele geçirilemeyecek” denli karmaşık olduğunu hatırlatır.

    Gerçeğe yaklaşabilmemiz için birden çok, farklı okumalara ihtiyaç duyarız. Her bir okuma gerçeği bir yerinden yakalar. Yine de tümüne egemen olamayacağımızı biliriz. Hiçbir şey ele geçirilemez olduğu gibi, bunu yapabildiğini iddia eden eleştirinin de eleştirisi mümkündür. Aynı şekilde bu yazının ve bundan sonrakilerin de… Birbirini yanlışlayan ya da birbirine ek yapan eleştirilerin her biri kaynak metnin sahip olduğu anlamları çoğaltır. Elbette bütünüyle yıkıcı eleştiriler konu dışı. Onlar edebiyat magazininin işi.

    Kaynak metin, her okumada yeniden yazılır ve bu yeni versiyon kimi zaman yazarın niyetinin uzağına düşer. Nasıl ki insan ötekinin bakışıyla yeni bir kimlik kazanır, metnin nitelikleri de her okurda yeniden şekillenir Biriyle ilişki kurduğumuzda o kişinin bizden önceki deneyim ve alışkanlıklarının hakkımızdaki algısını biçimlendirmesi gibi, okurun önceki deneyim ve alışkanlıkları da okuma biçimini etkiler. Her algı yeni bir gerçekliktir. Ne kadar algı varsa o kadar da metin var demektir. Okurun yazdığı bu yeni metinde yazarın niyet ettiklerini aramak yersizdir. Hele ki “niyet edilen”in yazar için de bir muamma olduğu düşünülürse…

    Yazar, metnin yaratım sürecinde bazı şeyleri bile isteye kurgular. Öte yandan pek çok şeyi de bilememektedir. Metnin farkında olmadan dokunan yanları vardır. Yazdığımız metnin de, hayatımızın da mutlak hâkimi değiliz. Tam da bu nedenle metin sadece eleştirmen tarafından değil, yazarın bile kendisi tarafından ele geçirilemezdir.

    Yazma eyleminin en başta yazar için bir keşif olduğu bilinir. Peki bu keşif yazma serüveninin hangi noktasında yaşanır? Mesela yazmaya başlamadan önce mi? Yalnızca eylem sırasında mı? İlk yazım bittiğinde mi? Editör gördüğünde mi? Yoksa; her okurda yeniden yazıldığı zaman mı? Yazar, eleştirmenin ya da okurun gözünden kendi metnini yeniden okuma olanağını bulur. Ötekinin bakışı, üstenci ve sınırlayıcı değilse yeni keşifler için büyük bir olanaktır.

    Metni değerlendirirken izlediğimiz hat, o metnin içinde ilerlemek için mevcut pek çok yoldan sadece biridir. Peki okur neden o hattın üzerinden yürür? Bu soruyu kendimize sorabildiğimizde yaptığımız değerlendirmenin yalnızca okuduğumuz metinle değil, kendimizle ilgili taraflarını da keşfedebiliriz. Eleştirmen sadece metinle ya da yazarıyla diyalog kurmaz, kendisiyle de konuşur, kendi okumasının da eleştirisini yapar. Özetle bir yandan kaynak metne bakar, bir yandan da eyleminin dışına çıkıp kendisini değerlendirir. Aslında eleştirisine yönelik tüm öteki okumalar da buna hizmet eder. Üstenci eleştiri yalnız başkalarının değil, kendisinin de yoldaşı değildir.

    Irmak Zileli, “Remzi Kitabevi” gazetesi, Ekim 2016

  85. Telif Hakkı Meseleleri - Irmak Zileli

    Telif Hakkı Meseleleri

    Geçenlerde sosyal medyada anket yapma modasına ben de uydum ve bir soru sordum: “Yazarın, editörün, çalışanın emeğini bedavaya getirmek için en ‘sağlam’ teorik argümanı hangi tip yayıncı üretir?” Sosyalistler/Anarşistler şıkkı ezici çoğunlukla birinci oldu. Aynı günlerde “Eleştirinin Hali Pürmelali” başlıklı bir söyleşide Semih Gümüş’le yan yana geldik.

    Söyleşinin sonlarına doğru edebiyat eleştirisinin zayıf olmasının bir nedeninin de dergilerin pek çoğunda eleştirmenlere telif verilmemesi olduğunu söyledim. Nitelikli eleştiri yazıları bekliyor idiysek bunları üretecek olan yazarlara telif ödeme konusunda daha özenli davranmalıydık.

    Semih Gümüş bu fikrime bir ölçüde katıldığını belirttikten sonra konuya şerh düştü. Arkasında holding olan dergilerden telif talep edilmesini haklı bulduğunu, öte yandan “Varlık” dergisi tarzı kendi yağıyla kavrulan edebiyat dergileri telif verse de kendisinin almayacağını söyledi. Argümanı ise dergi çıkarmanın nasıl külfetli ve fedakârlık gerektiren bir uğraş olduğuydu. Arkasında büyük bir sermayenin bulunmadığı dergiler bir kültür hizmetinde bulunuyorlardı. Gümüş’ün söylediklerinden anladığım; yazarların da bu konuda söz konusu dergileri desteklemesi gerektiğiydi. Yani kültür hizmeti yapan dergi az ya da çok bir gelir elde edecek ama yazar elde etmeyecek. (Bahsi geçen dergilerin ücretsiz dağıtılan fanzinler olmadığını hepimiz biliyoruz.)

    Aslına bakılırsa, ülkemizde kültür işleriyle uğraşan hiç kimse yaptığı işin karşılığını hakkıyla alamıyor. Sırtını farklı bir gelir kapısına yaslamayan yayıncıların ortak şikâyeti bu. Peki fatura neden sürekli olarak yazara çıkarılıyor? Mesela hiçbir yayıncı matbaasını arayıp bu seferlik kendisinden para alınmamasını rica ediyor mu? Ya da kâğıtçıdan kâğıtları bedavaya vermesini, kültür hizmetine bu şekilde katkıda bulunmasını istiyor mu? Dağıtım şirketine açıp da bu işin büyük fedakârlıklarla yerine getirilen bir misyon olduğu propagandasını yapıyor ve kitaplarını, dergilerini ücretsiz dağıtması gerektiğini söylüyor mu? Sanmıyorum.

    Yayıncı, bütün bu saydığımız kalemleri gider listesinde hesaplıyor ama yazarın telifine gelince eli titriyor. Çok anlamam ama tahminim o ki, matbaa, dağıtım ya da kâğıt giderleri ile yazarlara verilecek teliflerin toplamı karşılaştırılamaz bile. Herhangi bir yazarın öyle aman aman bir telif ücreti talep ettiğini sanmıyorum. Piyasa koşulları malum, gerçekçi olmaz bir kere. Demek ki yazardan kesilen telifle bu çarkın döneceğini ummak saflık olur. Dahası yazara ödenen telif, daha nitelikli yazılar olarak dergiye geri döner. Dergilerin yöneticileri niteliğin yükselmesinin satışlara etkisi üzerine düşünmezler mi? Bunun yerine neden ısrarla fatura yazara çıkarılır?

    Edebiyatçıların pek çoğu “bu işe” para kazanmak amacıyla bulaşmamıştır. Yazar, kendisiyle ve dünyayla derdi olan kişidir. Yazı, o sıkışmayı aşma çabasıdır. Dolayısıyla geçim kapısı değil, yaşamsal bir ihtiyaçtır. Yazarın yazma eylemiyle kurduğu bu ilişki piyasanın kurallarıyla ister istemez çatışır.

    Yazar, piyasanın içinde ruhunu ve kalemini zedelemeden var olabilmek için zaten epey bir fedakârlıkta bulunuyor. En basitinden piyasanın beklentilerini karşılamak yerine, kendi hayalindeki metinleri ortaya çıkarmakta direniyor. Konjonktürün dayatmalarına karşı sağlam durması gerekiyor. Para kazanmak amacıyla yazan birine dönüşmemek için çabalıyor. Piyasa koşullarına direnebilmek için amatör ruha sahip çıkıyor.

    Anlaşılan o ki bu ruh onu aynı zamanda piyasa tarafından suistimale açık hale de getirebiliyor. Suistimalin belki de en tehlikelisi sırtını ülkücü söylemlere yaslayanlarınki. (Evet solcunun da ülkücüsü olur.) Bu söylem yazarın duygularına seslenmekle başlıyor işe. Kutsal bir görevle karşı karşı olduğumuza ikna edilmemiz gerekiyor önce. Devletlerin vatandaşına, örgütlerin neferlerine yaptığı propagandalara ne kadar da benziyor.

    Irmak Zileli, “Remzi Kitabevi” gazetesi, Kasım 2016

  86. benim deginmek istedim konu türkiyede ki irkcillik ve milliyecti
    anlayis neden ve nicin bu kadar toplumun beyininde büyük bir yer aliyor.
    bence bunlari ciddi bir sekilde konusmak ve tartismak gerek bunlarin icine de bir islamcilik girdi ve bugünün büyük osmanli hayaleri.
    elbett de ben sosyolog degilim ama bugünlerin sorunu toplum nicin etik ve vicdanli davranamiyor diye bu anlayis altinda yatiyor,avrupadan gelen ulus devlet anlayisi ve milliyetci akimlar o dönemin osmanli imparatorlugunu yikici bir sekilde yok eti ve türkcü-turanci-islamci gücler mosaik topluma ayirdmalar oldu,devami jöntürk harekti olan türkiye cumhuriyeti kuruldu.demek istedim türkiye toplumu bu irkci anlayisdan hic bir dönem kurtulmamistir düzen hep düsmanlar ille yürütüldü,bugünün rte dile bakildinda hep bu anlayis yatiyor.
    zihin altinda türkiye toplumu irkcidir ve rte bunu cok iyi bildi icin batiya israele yeri geldi mi herkese atip duruyor,chp kendisini sorguya cekmetikce hic bir zaman evrensel olamaz.sorun burada yatiyor neden bir demokratik halk birligi dogmuyorsa,direnis heyecan verir vicdani bir isdir ama toplum devlet idelojisine uymayani hain olarak görürse ve kendi öylede görmek istemiyorsa direnis dogmaz.
    sol icinde bile irkci söylemler var!
    yani bütün toplum olarak bir irkci anlayis icindeyiz,rte butün dünya ille kavgalidir ve bu onun icin toplumda prim getireceni cok iyi biliyor.bir türk dünyaya bedeldir her türk asker dogar galiba fazla söze gerek yok bence o yüzden bu anlayis aydinlanmadan hic birsey degismez.

  87. Gün bey Allah seni islah etsin. Aponun Mit ajani oldugunu yaziyorsun. Senin Mitle ne baglantin varki bunu biliyorsun. D.Perincek te bir zamanlar Miti tesir etti. Sonra Mitten bilgi aldigi ortaya cikti. Yahu. “PKK’nin savaşa sürülmesi ise Abdullah Öcalan vasıtasıyla sağlandı. Tecritteymiş gibi gösterilen Öcalan’dan Kandil’e gönderilen “savaşa girişin” mesajı, bizzat iktidar tarafından dağdaki kadroya ulaştırıldı ve böylece Kürtlerle savaş başlatıldı. diyorsun.

    Bu cok cidi bir iddea. Dagdaki hangi kadro hükümetle görüstü? söylede bilelim. Ya da biz sorusturalim. Ispat etmelisin. Aponun disari cikip Barzani ile gorustu diyorsun. Ispat olarak Barzani sitesini gösteriyorsun. Senin icin bu site iyi, güvenilir referans degilmi? Gün bey en iyisi sen nostalji takil. Bu asparagascilik seni asiyor.

  88. Gün Zileli’nin sosyal medyadaki kankalarından Deli Gaffar bakın nasıl nefretini kusmuş:

    http://deligaffar.com/2016/11/01/liberal-tetikcilerin-son-kurbani-olarak-cumhuriyet-gazetesi/

  89. Eskiden burada yazan AKP’liyi bile Marksist Argüman’a tercih ederdim. En azından devrimci ayağına yatmayan dürüst biri olarak ne olduğu belliydi. Bunun ise hiçbir görüşü, eleştirisi, fikri yok. Bazı şeyler ezberlemiş, robot gibi tekrarlıyor.

  90. Kürt hareketini elestiren kemalisttir. amentu billahi, amiin. Amentü, pardon arguman dedigin budur. skolastik te budur. sifa dileriz.

  91. Yazıyı okudum. İğrenç bir yazı. Deli Gaffar kankam falan değildir. Ulusalcılık yoluna saptığından beri kendisiyle hiçbir bağım kalmamıştır.

  92. iddea değil, iddia olacak. “iddea” büfeleri de zaten büyük bir yanlış anlamanın sonucu ortaya çıkmıştır. Ben dağdaki kadro hükümetle görüştü demedim. Öcalan’ın mesajı bir şekilde Kandil’e ulaştırıldı dedim.

  93. Dogmatik Marxistlerin ve her kesimden dogmatiklerin muzdarip olduğu hastalığa tıp dilinde “ignoramus maximus” deniyor. Türkçesi zır cehalet.

  94. Liberal, sol-liberal, Kürt ve İslamcı kesimleri suçlayan o yazı hatırlattı. Onların merkez-çevre çatışması teorisi AKP’nin temsil ettiği kesimin merkeze oturmasıyla bir kere daha doğrulanmış olmadı mı? Bu çatışma değişmiyor, değişen merkezin eski ve yeni sahipleri.
    Aslında bu merkez-çevre veya daha önceki ATÜT teorileri yeni bir buluş değil. Bunu çok önce farkeden İbn Haldun’a kadar gidiyor.
    Kapitalizm-Antikapitalizm zıtlığının doğuda anlam ifade etmemesinin nedeni bu olsa gerek. Kapitalizm buralarda hala yerleşemedi. Yerleşseydi AKP’nin son temsilcisi olduğu, en önemlisi de artık ABD ve Avrupa’yla kopma noktasına gelen (veya tekrar bu noktaya gelen diyelim, 1. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi) bu düzen hala olmazdı.
    Kimilerinin (örneğin sayın Zileli) İslami Faşizm dediği, kimilerinin sadece Kemalist Ulus-Devlet’in güncellenmesi olarak gördüğü (bence ATÜT’ün bugünkü şeklinden başka bir şey olmayan) bu düzene “kapitalizm” demek ne kadar doğru?

  95. HDP merkezine baskin HDP li es baskan ve vekiller gözaltinda.. Acik Fasizm tespitini hala abartili bulanlar, AKP lilerin gamali hacli kolluklarla takmasinimi bekliyorlar.

    Demekki neymis, Gezi ayaklanmasinda Ulusalci Fasist Darbe kokusu almamak gerekirmis. RTE yi darbeye karsi biz savunduk dememek gerekirmis. AKP nin kodlarinda ki fasizm eskiden beri vardi demekmis.

  96. …………………
          Yine 15 Temmuz’dan yaklaşık bir buçuk ay sonra Ali Sirmen Cumhuriyet’teki köşe yazısında şöyle yazmaktadır:

          “Kimi faşist düzenler için bile geçerli olan ‘ölümden öte köy yoktur’ sözü, mahalle baskısının devlet güvencesi altına alındığı, neredeyse anayasal bir kurum haline geldiği düzenlerde anlamını yitirmektedir.
          21. yüzyılda ortaçağ karanlığını yaşamak işte budur.
          21. yüzyılda ortaçağ karanlığını yaşayan toplumlar, dışlandıkları için kimseyi suçlayamazlar.
          Çünkü içinde bulundukları durum bulaşıcıdır ve her toplum da böyle bir duruma karşı kendini korumak hakkına sahiptir.” (Ali Sirmen, 3 Ekim 2016, Cumhuriyet)

          Bu iki örnek bile Recep Tayyip Erdoğan iktidarının ne denli gayrı meşru olduğunu ve buna karşı “direnme hakkı”nın ne denli meşru olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
          Bunlara ve buna rağmen hala Recep Tayyip Erdoğan iktidarını gayrı meşru ilan edemeyen bir “muhalefet” ve bu “muhalefet”in temsil ettiği milyonlarca insan hareketsizdir.
          Bu hareketsizlik, pasifizm, “direnme hakkı”nın kullanılması için “bütün koşulların” olgunlaşmış olmadığını göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, geniş halk kitleleri gayrı meşru iktidarı devirmek konusunda kendilerini yeter derecede haklı ve güçlü bulmamaktadırlar. Bu da “muhalefet”in yarattığı yanılsamaların ürünü olduğu kadar, zor kullanma tekelinin kırılamamasının ürünüdür.
          Açıkçası, Recep Tayyip Erdoğan’dan “kurtulmayı” isteyen “muhalif güçler”, kanunilik ile hukukilik arasına sıkışmışlardır. Gayrı meşru iktidarın ortadan işlevsiz kıldığı ve yer yer ortadan kaldırdığı yasallığa hapsedilmişlerdir. Bu yasallık içinde kalarak Recep Tayyip Erdoğan’ın gayrı meşru iktidarından kurtulabileceklerini (bir yere kadar) ummaktadırlar. Bu da “sandıksal demokrasi” içinde kalarak, “seçimler” yoluyla bu gayrı meşru iktidardan kurtulma beklentisinden başka bir şey değildir.
          Bu aldanma, onlarca yıldır tüm “muhalefet” güçlerinin ortak bir yanılsamasıdır.
          Recep Tayyip Erdoğan’ın 2007’deki “Coup de Tête”si, yani cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliği, parlamenter sistemin yerine “devlet başkanlığı” sistemini getirmiştir. Bu sistemde iktidar olmak için oyların yarısından bir fazla oy almak gerekmektedir. “Muhalefet partileri”nin “birleşik” oy potansiyeli her ne kadar %50’yi geçiyor olsa da, MHP’nin sistem içindeki yeri ve konumu hesaba katıldığında (ki 7 Haziran seçimlerinde bu açıkça görülmüştür), toplumsal muhalefetin hiçbir zaman ve hiçbir koşulda bu %50’yi sağlayamayacağı açıktır.
          Bu da “sandıksal demokrasi” içinde kalarak birleşik toplumsal muhalefetin hiçbir zaman ve hiçbir koşulda iktidar olamayacağı demektir. Şeriatçıların ve faşistlerin toplum içindeki güçleri ve ağırlıkları, her durumda %60 dolayındadır. Bu oran değişmediği sürece (ki “sandıksal demokrasi”nin 65 yıllık tarihi buna tanıktır) “sol”un iktidara gelebilmesi olanaksızdır.
          Hiç kuşkusuz toplumsal muhalefet güçleri de yanılabilirler, yanılsama içine girebilirler. Cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesi “sistemi” ülke tarihinde bir ilktir ve ilk olduğu için de ne olduğu kitleler tarafından anlaşılmayabilir. Ancak zaman içinde, kendi siyasal deneyimleriyle bunun ne olduğunu göreceklerdir. Elbette o zamana kadar “sistem”le iktidara gelenler mevcut oyunun kuralını, yani anayasal hukuku fiilen ya da “kanunen” değiştirmemiş olurlarsa!
          Evet, bugün toplumsal muhalefet açısından Recep Tayyip Erdoğan iktidarının gayrı meşruluğu açıkça ifade edilmemektedir. “Yasallık” (legalizm) kendi varlığını korumak uğruna bu gerçeği görmezlikten gelmektedir. Bu, kitlelerin bilincinin bulanıklaştırılmasının birinci nedenidir.
          İkinci olarak, toplumsal muhalefet gayrı meşru iktidarı devirmek için kendilerini yeterince haklı ve güçlü görmemektedirler.
          Örgütsüz olan, “direnme hakkı”nın gerektirdiği zor kullanma olanağına sahip olmayan kitlelerin gayrı meşru iktidara karşı direnmesi, mücadele etmesi ve savaşması elbette beklenemez. Ama bu yapılamaz demek değildir.
          Doğal ve mantıki olarak buradan çıkan sonuç, kitlelerin örgütlenmesinin ve zor kullanma tekelini kırmasının zorunlu ve gerekli olduğudur.
          Bunun yolu ise, “herşeyden önce, günlük maişet derdi, vs. içinde kaybolan, emperyalist yayınla şartlanmış, düzenin şu veya bu partisine ‘umudunu’ bağlamış kitlelerin dikkatini devrim hareketine” çekmekten geçer.
          Bu, gayrı meşru iktidara karşı “direnme hakkı”nın kullanılmasının bir yolu olan devrimci silahlı mücadele demektir.
          Bugün gayrı meşru Recep Tayyip Erdoğan iktidarına karşı mücadele etmek, devrimci silahlı mücadeleyi örgütlemek ve yürütmekle olanaklıdır.
          Legalizm ne kadar geniş olanaklara sahip olursa olsun, “yandaş medya” karşısında güçsüz ve etkisizdir. Kentler, bir yandan gayrı meşru iktidarın “resmi” zor güçleri tarafından, diğer yandan lümpen “iç savaş güçleri” tarafından işgal edilmiştir. En “masum” protesto hareketleri bile bu güçler tarafından engellenilmekte ve yapılamaz hale getirilmektedir. Diğer bir ifadeyle, kitlelerin ekonomik ve demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi, terörle ya da terör tehdidiyle bastırılmaktadır. Bu koşullarda, kitlelerle temas kurmanın, onları bilinçlendirip örgütlendirmenin temel mücadele yöntemi silahlı propagandadır.
          Recep Tayyip Erdoğan iktidarının gayrı meşru olduğunu gören ve bilincinde olan herkesin yapması gereken bu temel mücadele yöntemini örgütlemek ve pratiğe geçirmektir.
          Bu yapılamazsa, gayrı meşru iktidar giderek konumunu pekiştirecek ve kendi “meşruiyetini” kendi “yasalarından” alan terörle kuracaktır.
    ……………..
    fasist gerici bir iktidari tecrit edip kusatamazsaniz, sokaklarda barikatlariniz olur.
    sokaklarda barikat kurmuyorsaniz, kapilariniza dayanilir.alinip götürülürsünüz. Sira beyinlerinizin teslim alinmasindadir…. Budur.

  97. Benim sevgili Salak Muhalefetim;

    Bizler AK Parti, CHP, HDP ve MHP grupları olarak aziz milletimizin kendisine, milli iradeye, devletimize, özellikle de millet iradesinin temsilcisi olan milletvekillerine, Gazi Meclise yönelik 15 Temmuz gecesi başlatılan ve 16 Temmuz sabahı etkisiz hale getirilen darbe girişimini ve Meclise yönelik saldırıları şiddetle kınıyoruz.
    “Milletimiz bütün dünyaya örnek olacak şekilde darbenin karşısında durmuş, kanlı darbe girişimi engellenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve kurumlarını canı pahasına koruyan bu aziz millet, her türlü övgü ve takdiri ziyadesiyle hak etmektedir. Bu uğurda canlarını veren şehitlerimize milletçe minnettarız ve o kahramanlarımızı da asla unutmayacağız. TBMM, bu aziz ve kahraman milletin temsilcisi olarak, milletimizin verdiği yetkiyle bombaların ve kurşunların altında görevini ifa etmiş, bir kez daha milletine layık bir Meclis olduğunu göstermiştir.
    “Unutulmamalıdır ki TBMM Kurtuluş Savaşı’nı yöneten, Türkiye’nin demokrasiye geçişini gerçekleştiren, demokratik parlamenter sistemi yıllar içinde gerçekleştirmiş bir milleti yokluk ve yoksulluktan alıp muasır medeniyet seviyesine çıkarmanın mücadelesini vermiş bir Meclistir. Meclisimiz tek yürek ve tek vücut olarak, büyük bir cesaretle darbeye karşı haysiyetli bir duruş sergilemiştir. Darbecilere gereken cevabı dünyaya da gereken mesajı vermiştir. TBMM’nin darbe meşum girişimine karşı sergilediği kararlılık Türkiye’de demokrasinin daha da yerleşmesi ve gelişmesi adına da son derece değerlidir. Herkes bilmelidir ki bugün olduğu gibi gelecekte de milletimize, milli iradeye, Gazi Meclise uzanacak her el, karşısında TBMM’nin çelikten iradesini bulacaktır.
    “Meclisimizde bulunan tüm siyasi farklı gruplarının darbe girişimine ortak bir tavır ve ortak bil dille karşı durmaları tarihidir, değerlidir, tarihe geçecektir. Bu ortak tavır ve ortak dil, milletimizi ve milli iradeyi daha da güçlendirecektir. TBMM, tek yürek halinde görevinin başındadır. Milletin Meclisi millete ve egemenliğine yönelik bu saldırıya girişenlere bedelini hukuk içinde en ağır şekilde ödetecektir. Türkiye’de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının en somut ispatı da işte bu ortak bildiridir. Dört parti olarak, farklı görüşlerimiz olsa da hepimiz tüm milletvekillerimizle, tüm teşkilatlarımızla milli iradenin yanındayız, milli iradeye hep birlikte sahip çıkıyoruz ve ebediyen sahip çıkacağız. Milletimiz müsterih olsun.
    “Milletin meclisi ve milletvekilleri milletin emanetini yere düşürmemiştir ve düşürmeyecektir. Bir kez daha demokrasimize, milletimize, milli iradenin tecelligahı olan TBMM’ye saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Demokratik tepki sınırlarını aşan, ülkemize yakışmayan şiddet eylemlerinden uzak durulmasını da halkımızdan rica ediyoruz. Darbeye direnirken vefat eden şehitlerimizi saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz, yaralılarımıza acil şifalar diliyor, milletimize geçmiş olsun diyoruz. Bu zor anımızda Türkiye’nin ve aziz milletimizin yanında duran, destek mesajları ileten tüm dost ve kardeş ülkeleri de buradan selamlıyoruz.”

  98. ATüT ün hangi tezi dogruki öngörüsü dogru olsun, bu Feodalizm degil baska birsey dedigi sey basbayagi Feodalizmdi, merkez cevre dedigi sey emperyal hegemonik ile kolonyal olan, bizimki acaba kapitalizmmi diye sordugu sey de basbayagi kapitalizm, heryerde her zamanda ayni olacak degil ya, en genel kategorik tanimlamalarin isaret ettigi , en temel karakter.esitsiz gelisimin getirdigi faarkalari hic bir Zaman anlayamayan, esitsiz, ozdes olmayanlarin , bütünlüklü iliskisini hic anlayamamak. anlatmak istedigimiz kapitalizmin olmadigi degil evrensel capta ki kapitalizmin ortaya cikardigi insani mahveden tehdidinin,ortadan kaldirilmasinin, isci sinifi sermaye sinifi catismasindan cikarsanamayacagi, bu kategorinin varolmadigi, degil yetersiz oldugudur.

  99. Bumudur?
    ……….
    Amerikalı ünlü oyuncu Susan Sarandon, ABD’de 8 Kasım’da yapılacak başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi aday Donald Trump ve Demokrat aday Hillary Clinton arasında bir tercih yapmayacağını açıkladı.
    BBC’de yayımlanan Newsnight programında konuşan ünlü oyuncu, iki adayı da desteklemediğini vurguladı, “Dünya bu noktaya ‘daha az şeytani olanı’ seçtiği için geldi” dedi.
    Sarandon, seçilirse Hillary Clinton’un “ilk kadın başkan” olacağına dair hatırlatmaya ise “Oyumu vajinamla kullanmıyorum. Gerçek sorunlar başkanın cinsiyetinden çok daha önemli” yanıtını verdi.
    ……………

    Budur.

  100. Ozgürlükcu demokrasi, 🙂 buda hos demekki ozgurluksuz bir demokrasiden fark koyma ihtiyaci var. ama bence eksik soyle olmali, ekolojiksel , federal, ozgurlukcu demokrasi. bayiliyorum ben bu kesimin kavramsallastirmalarina , simdide sunu bulmuslar, siyasal soykirim, uysada kavramsallastiriyor uymasada, biz geriyiz anlamiyoz tabiii. yahu soykirim soykirimdir, siyasal tasfiye ezme yoketme de öyle, herseyi etnik pencereden gormek isteyince karsi tarafin soykirimci oldugu dusunulunce herseye bir soykirimci ekleme, kendi tarafina sozumona cogulcu, offf yoruluyor insan

  101. Gün Zileli nin bu dil , düzeltme takintisindan yola cikarak, onun bir türkce asigi, dolayisyla aslinda bir türk sovenisti oldugunu tespit etmek üzereyim:)))

  102. Bu denli “basit” bir gerçeği görmemek.. Başka bir çıkış yolu bulunmadığını idrâk edememek…
    Bu toprakların 500 yıllık zorbalığa tapan bilinçaltının karanlıklar ülkesinden uyanmış; sanki yaşayanlara nefret duyan bir ölüler diyarından dirilip, Makyaveli kıskandıran taktiklerle iktidarı eline geçirmiş ve orada kalmak için ahlaki, insani, siyasal hiç bir engeli bulunmadığına kimsenin kuşku taşımayacağı kesinlikle kanıtlanmış bu ZOMBİ çeteye karşı bu birliğin matematiksel ve tarihsel bir zorunluluk olduğunu inkâr etmek…

    Demokrasiyi yalnız kendine istemek; özgürlükleri yalnızca “Batıya” isteyerek bal ile bokun bir arada yenilebileceğini sanmak,

    Akıl alır gibi değil.. Bence bu “ittifaka” yanaşmamak… kesinlikle ya bir zekâ sorunu; ya da budalaca kişisel-dar siyasal çıkarların bir zavallılığı olmalı…

  103. 88 Anonim. Gün Zileli zaten Türkce asigi. Ayni zamanda Türkcüdür.

  104. Erdogan bize neyi ispatliyor? Cok akilli oldugunumu? Ulusalcilardan, Fasist sovenlere, Kurt Ulusalcilarindan , Sol Liberallere ,Gulencilere, kullanmadigi kimse kalmadiysa, bunu cok kaba taktiklerle yapabiliyorsa, bu onun yeteneklerinden degil, tüm kullanabildiklerinin, capsizliklari, ilkesizlikleri, darkafaliliklari, kofluklarindandir. Erdogan bize bunu kanitliyor.

  105. Öğrendiğim iyi oldu 🙂

  106. 88. anonim olarak yaziyorum.. mizah in bittigi yerdeyiz. 🙂

  107. Kim mizahtan anlamaz? Mürit mizahtan anlamaz,

  108. 81’e,

    Politik-siyaseten doğruculuk (political correctness) dogmasına kaymadan, herhangi bir şeyi ‘ima etmeden’, kelimelerin ‘içi boşaltılMAmış’ anlamlarıyla yazıyorum.

    ATÜT (en özetin özeti hâliyle), ‘Doğu’nun (buna Afrika kıtasının büyük bölümünü de ekleyebilirsiniz), ‘Batı’da kriterleri oluşturulan ‘kapitalizm’ mekanizmasına eşdeğer (denk) nitelikte icat edilmiş bir mekanizmadır, bir tür ‘taklit’ten farkı yoktur. (Buradan, Doğu’nun bütünüyle taklitçi olduğunu iddia etMEdiğimi anladığınızı ümit ederim.)

    ‘Doğu’ toplumlarında ‘tekçi’ yönetimlerin yaygın olması, ‘Batı’ toplumlarında (sözde) ‘çoğulcu’ yönetimlerin yaygın olması, büyük oranda ‘her iki bloktaki ayrı ayrı kültürel normların’ ürünüdür. Bu normları yaza yaza devam etsek, bu sitede kimbilir nerelere savruluruz, yani yaz yaz bitmez…

    ‘Kapitalizm’ gibi, temelini ekonominin (iktisadın) oluşturduğu mekanizma ise evrenseldir. Susuz kalmanın, aç kalmanın, kaynakların nasıl tasnif edilip nasıl dağıtılacağının, ekmek parası kazanmak için rekabete mahkum edilmenin … ‘Doğu’su veya ‘Batı’sı yoktur.

    ‘Kapitalizm-Antikapitalizm zıtlığının doğuda anlam ifade etmemesi…’ ifadeniz, sadece birkaç örneği baz alarak söylenen kısmi bir saptamadır. ‘Doğu’ toplumlarının çoğu, hâlâ, kendi terminolojilerini kullanarak yaşar (erozyon elbette var, ama henüz tamamıyla tükenmiş değiller). Batı’da ‘artı değer’ demek ile Doğu’da ‘kul hakkı’ demek, kelimeler/terminoloji farklı olsa bile, ulaştığı sonuç aynıdır.

    ‘Kapitalizm buralarda hala yerleşemedi.’, bu ifadenizi, daha çok, ‘yönetmek’ fiili ile sınırlı tutuyorsunuz, eksik kalıyor: ‘İslami Faşizm’ ifadeniz, ‘Kemalist Ulus-Devlet’ ve benzerleri.

    İslami faşizm DE, kapitalist sistemin zemini üzerinde yükselir,

    Kemalist Ulus-Devlet DE, kapialist sistemin zemini üzerinde yükselir;

    Tekrar yazayım:
    Temelini ekonominin (iktisadın) oluşturduğu mekanizma ‘kapitalizm’i, sadece ‘yönetmek’ fiili ile sınırlı tutarsanız, eksik teşhisler koyarsınız.

    ‘Merkez-çevre çatışması teorisi AKP’nin temsil ettiği kesimin merkeze oturmasıyla bir kere daha doğrulanmış olmadı mı?’ Evet, teori doğrulandı. Peki, kapitalizm yerli-yerinde duruyor mu? Evet, duruyor. ‘Merkez-çevre çatışması’ dediğiniz şey DE, kapitalist sistemin zemini üzerinde yükselir. AKP’nin temsil ettiği iddia edilen ‘Siyah Türklerin’, yavaş yavaş kapitalist sistemin merkezine yaklaşmak çabaları, ‘mainstream’ olmak sevdası.

    ‘Cihangir Solcusu’ diye yaftalanan cenahın, vaktini ‘Starbucks’da geçirdiği iddia edilebilir, peki asıl kâr eden: Kapitalizm. (http://www.starbucks.com.tr/)

    ‘Siyah Türk’ diye yaftalanan cenahın, vaktini ‘Çayla’da geçirdiği iddia edilebilir, peki asıl kâr eden: Kapitalizm. (http://www.cayla.com.tr/)

    85 no’da yazan yorumcunun açıklamalarını dikkatle değerlendirmenizi öneririm:

    Doğru teşhis: ‘bizimki acaba kapitalizmmi diye sordugu sey de basbayagi kapitalizm, heryerde her zamanda ayni olacak degil ya’

    Doğru teşhis: ‘esitsiz gelisimin getirdigi faarkalari hic bir Zaman anlayamayan, esitsiz, ozdes olmayanlarin , bütünlüklü iliskisini hic anlayamamak. anlatmak istedigimiz kapitalizmin olmadigi degil evrensel capta ki kapitalizmin ortaya cikardigi insani mahveden tehdit’

  109. Gördüğünüz gibi kapitalizm diye bir sistemin olmadığı görüşü sizinkinin tam zıttı bir amaca hizmet edebiliyor.
    Yani sizin gibi düşünenler mevcut düzenin doğal, zorunlu -dolayısıyla meşru veya mazur- olduğu görüşünde iken başkaları onun kapitalizm gibi başka bir kötü sistem olduğu fikrini savunabilir.

  110. Yukarıdakine devamla eklemek isterim.
    Kapitalizm muğlak, kaypak, pek somut ve net bir şey ifade etmeyen bir kavram olabilirken, ATÜT gibi başka tanımlar bunun aksine çok net ve somuttur. Dolayısıyla “kapitalizm diye bir sistemin olmadığı/doğal olduğu” tezini ATÜT için savunmak zor olabilir (Örneğin bazıları bu sistemi doğal gösteren İbn Haldun’un tezlerini mekanik bulabilir. D. Avcıoğlu’nu ve S. Nişanyan’ı okurken böyle eleştirilerine rastlamıştım).

  111. Erdoğan Nasıl Gider? Ne Yapmalı?

    “Ne Yapmalı?” Rus aydınlanmasında, devrimci demokrasisinin ve Rus Devrimini yapan aydın ve devrimci kuşakların oluşumunda büyük yeri olan Çernişevski’nin Romanının adıydı.
    Troçki’nin de dikkati çektiği gibi, Romandaki Rahmetov tipi, bir sanatçı sezişiyle bir benzeri bir daha gelemeyecek Rus devrimci kuşağının erken yapılmış bir öngörüsü ve prototipi gibiydi.
    Ne Yapmalı romanı, yazılışından bir asır sonra, 12 Mart rejiminin karanlıkları dağılırken Türkiye’de de yayınlanmış ve o dönemde radikalleşip politikleşmeye başlayan “78’liler” denen kuşağın sosyalizm ve sol düşünceyle bağlantı kurmasında da çok önemli bir işlev görmüştür.
    Lenin, Çernişevski’nin geleneği ile bağı vurgulamak için, örgütlenme konusundaki en önemli eserlerinden birine aynı ismi vermişti: “Ne Yapmalı?”
    Daha sonra dünyanın birçok ülkesinde, genellikle sosyalist parti ve gruplar çıkardıkları gazete veya dergilere bu ismi vermişlerdi: Le Amel?(Arapça), Was Tun? (Almanca), Que Fer? (Fransızca), What is to be done? (İngilizce)

    Almanya’da çalıştığım Dördüncü Enternasyonal Almanya Seksiyonunun yayının adı: “Was Tun?” idi.
    Ben bile Avrupa’da göçmenlere yönelik olarak 80’li yılların ortalarında çıkarmaya başladığım dergiye bu ismi seçmiştim. Ne Yapmalı?
    *
    Marks’ın dediği gibi İnsanı arıdan ayıran yapacağını önceden kafasında tasarlamasıdır.
    Hegel provakatif bir şekilde, “bir katilin işleyeceği cinayeti önceden kafasında tasarlamasından daha muhteşem bir şey var mıdır” diyordu.
    Hegel, elbette bir sanat eserini kafasında canlandıran bir sanatçıdan da söz edebilirdi, kasıtlı olarak, dikkati önceden tasarlamanın önemine, harikuladeliğine, muhteşemliğine çekmek, tasarlamayı, tasarlan şeyden soyutlamaya zorlamak için böyle provakatif bir formülasyonu seçiyordu.
    Ne yapmalı sorusu, hayalleri zorunlu kılar?
    Ve gerçekliğin özü, onun akıl dışılığı, ancak hayallerin aynasında görülebilir.
    Hayaller bizleri kaba olguculur olmaktan; objektivistler olmaktan çıkarır ve objektif değerlendirmeler yapmaya zorlar.
    Ne yapmalı “fıtratında” devrimcilik bulunan bir sorudur.
    *
    Son günlerde giderek arkan ölçüde bu soruyla karşılaşmaya, görmeye, duymaya başladık?
    Örneğin 1 Kasım’da T24 yazarı Nurcan Baysal “Peki şimdi ne yapmalıyız kardeş?” diye soruyordu.
    Ertesi gün Diken’de Levent Gültekin “Ne yapalım, ne yapmalıyız?” diye soruyordu.
    Bu çok önemli bir gelişmedir?
    Bektaşi gibi namazı kılınmış olanlar bu soruyu sormazlar.
    Onlarda zaten bu sorunun cevabı vardır. Yapılması gereken o verilmiş cevabı daha çok çalışmayla, daha büyük sebatla, daha iyi yapabilmekten ibaret olur.
    Bu soruyu sormaya pek gerek duymayanların cevapları niteliksel değil, niceliksel olur. hep “daha”lardan ibarettirler.
    Elbet zımnen bu da ne yapmalı sorusunu ve onun cevabını içerir ama bir tartışma açmaz; düşünmeye çağırmaz, tabiri caiz ise ne yapılacağını “tebliğ” eder.
    Çoğu zaman, sorular soruyu sormanın, düşünüp taşınmaya, tartışmaya davet etmenin değil; sadece verilmiş cevabı tekrar ifade etmenin bir aracı olurlar.
    Elbet her durumda, sadece soruyu ortaya atmak isteyenin bile kafasında bir cevap vardır. Ama bunu bildirmek başkadır, tartışmak, eleştiri süzgecinden geçirmek için ortaya koymak, başka cevapları bilmek ve onlarla yüzleşmek ve bunun için de vesileler yaratmaya çalışmak başkadır.
    Verimli olan bu ikincisidir?
    Önemli olan yeni ve doğru sorulardı. Eski ve yanlış sorulara doğru cevaplar aramak değil.
    *
    Bu nedenlerle bu tartışmayı önemsiyoruz ve yine tartışmalara; başkalarının da aynı soruyu sormalarına vesile olmak için biz kendi önerimizi sunmaya çalışıyoruz.
    “Bir araya gelmeliyiz”, “birleşmeliyiz” bu soruya verilen en temel, en kısa ve en kategorik cevap.
    Kanımca bu cevap yanlıştır. Aslında bir cevap olmayan hatta soru bile sormayan bir cevaptır.
    Her birleşme aynı zamanda bir bölünme olduğu için yanlıştır. Hem de harcı alem bir yanlıştır.
    Çünkü her üretim bir tüketimdir; her temizlik bir pisliktir; her galibiyet bir mağlubiyettir; her kazanç bir kayıptır; her birleşme de bir bölünmedir.
    Suyu kirletmeden çamaşırlarınızı, bulaşığınızı temizleyemezsiniz. İşgücünüzü tüketmeden bir şey üretemezsiniz ve de ancak bir şeyleri tüketerek o işgücünü tekrar üretebilirsiniz. Burjuvaziyi kaybetmeden, köylülüğü kazanamaz işçiler. Bir takımın kazanması diğerinin ancak yenilgisiyle mümkün olur. Bölünmeden birleşemezsiniz. Kanarya sevenleri birleştirmek istiyorsanız, onları kanaryadan nefret eden ve gördüğü yerde kafasını koparmak isteyenlerle bölmek zorundasınızdır.
    O halde, birleşmek cevabı aslında bir cevap değildir. Cevap olmadığını görmek için, her birleşme bir bölünme olduğuna göre, denklemdeki birleşmenin yerine bölünmeyi koyalım. Ve cevabı öyle formüle edelim: “bölünmeliyiz”.
    Ne kadar saçma gibi görünüyor değil mi?
    Bilimsel olarak bu cevabın birleşme cevabından hiçbir farkı yoktur. Sadece psikolojik olarak rahatsız edicidir veya birleşme ahlaki olarak pozitif bir anlama sahip olduğundan yanlış gibi görülür.
    Ama psikolojik veya ahlaki olarak olumsuz bulunan bu cevap, rasyonel olarak çok daha düşündürücüdür, kendi yanlışlığını gösterdiği için çok daha doğrudur, provake edicidir.
    *
    Aslında birleşme (veya bölünme) cevabının ardında Aristo’dan beri bilinen, “bütün parçaların toplamından daha büyüktür” formülü ve varsayımı vardır.
    Güçsüzler birleşirse, toplamlarından daha büyük bir güç oluşturup daha iyi savunabilirler.
    Ama burada, unutulan iki nokta vardır.
    Birincisi, birleşmek, zaten aynı olanların, yani aynı amacı paylaşanların güçlerini organize etmesi, örgütlenmesi, pratik iş yapan bir güç haline gelmesi anlamına gelir. Dolayısıyla öncesinde kiminle bölünüleceğine ilişkin bir cevabın verildiğini varsayar. Bu anlamda ne yapmalı sorusuna cevap bile değildir.
    İkincisi, Aristo “bütün parçaların toplamından büyüktür” denklemini formüle ettiğinde henüz sıfır bilinmiyordu, eksi sayılar yoktu ve üstüne üstlük cebir de yoktu; kaba matematik geçerliydi. Bu nedenle, bütün zamanların en büyük ve en sistematik düşünürü olan Aristo’nun cevabı bu tarihsel sınırlılıkla maluldür.
    Sıfırın keşfinden sonra eksi sayılar ve cebir bulunmuştur (örneğin Romen rakamlarında sıfır yoktur), dolayısıyla bütünün parçaların toplamandan büyük olabileceği gibi küçük de olabileceği bulunmuştur.
    Bütün modern politik ve sosyal mücadeleler tarihi bunun yüzlerce örneği ile doludur. Birleşen güçlerin hepsinin önünde bir artı işareti bulunmaz. Kimilerinin önünde eksi vardır ve eksi ile toplanan veya çarpılan artı rakamlar toplamdan küçük veya çarpmada eksi sonuçlar verirler.
    Örneğin, İşçi sınıfı ve sosyalistleri nerede ve ne zaman hem burjuvaziyi, hem de köylülüğü (veya ezilen sınıfları, ırkları, cinsleri vs.) bir araya getirmeye çalışırlarsa, burjuvazininin önünde eksi işareti olduğu için, köylüleri ve/veya işçileri kaybederler. Burjuvaziyi kaybetmemek ve kazanmak için onun programını kabul etmek, köklü ve radikal değişikliklerden vaz geçmek demektir. Bunlardan vaz geçme ise bu umutla o harekete katılanların hayal kırıklığı anlamına gelir. Sonunda dağılma, moral bozukluğu ve yenilgi kaçınılmazdır. İspanya iç savaşı bunun en klasik örneğidir.
    O halde birleşme cevabının ardındaki o büyük bir güce erişme var sayımı, cebirin ve eksi sayıların keşfinden önceki bir dönemin cevabıdır.
    Birleşme (ya da aynı şey olan bölünme) her zaman birleşenlerin toplamından büyük bir gücün ortaya çıkmasına yol açmaz.
    Esas soru her zaman kiminle birleşileceği veya daha doğru ve provakatif bir formülasyonla kiminle bölünüleceği sorusudur.
    Ne yapmalı sorusuna verilecek cevaplar esas buna cevap olmalıdırlar.
    *
    Bu soruların cevabı verildiğinde, o zaten birleşebilecek veya bölünebilecek olanların kimler olduğunu belirlemiş, hatta onları bu soru ve cevap kendi aranış sürecinde birleştirmiş olur. O nedenle, buna strateji tartışması dersek, strateji tartışmasını davet eder “Ne yapmalı?” sorusu.
    O halde, “Ne yapmalı?” sorusunu şöyle formüle etmek gerekir daha somut olarak: Nasıl bir program (Amaçlar), nasıl bir strateji (Hangi güçlere dayanılacak, hangi güçler tarafsızlaştırılacak, hangi güçler kazanılacak ve hangi noktada yoğunlaşılacak) taktikler (bir savunma mı yoksa bir yükseliş ve ilerleme aşamasında mı bulunuluyor) buna uygun taktik içinde taktikler (Yani hangi örgüt ve mücadele biçimleri ve parolaları)
    Şunu da elbet unutmamak gerekir: strateji ve taktik aslında aynı şeyin iki yüzüdür de. Bir strateji ya da program, daha genel, büyük ve kapsayıcı bir amaç açısından bir taktik anlamındadır.
    Örneğin, benim için en önemli ve acil sorun yeryüzünden ulusların ve ulusal devletlerin yok edilmesi; tüm insanların buna karşı savaşa ve direnişe çağırılmasıdır.
    Ancak buna ulaşmak için, Türkiye’de ve Ortadoğu’da gerçekten köklü bir demokratik devrim taktik bir amaçtır. Keza Türkiye’de demokratik bir devrim için de, Erdoğan’ın bir halk hareketiyle uzaklaştırılması ve bu Erdoğan’ın darbe rejiminin yıkılması taktik bir amaçtır. Bu böylece bir zincir gibi bu yazıyı yazmama kadar bile uzatılabilir.
    Elbette derdi sadece Türk devletinin bekası, bunun için de olağan işleyişe dönülmesinden başka bir amacı olmayan birisi açısından programatik olan benim için, taktik bir anlama sahiptir. Bu nedenle politikada geçici ittifaklar zorunludur. Ve bu nedenle, vuruş yönünü yakalanacak ana halkayı doğru belirlemenin büyük önemi vardır.
    O halde, Ne yapmalı sorusunu şöyle de formüle edebiliriz daha somut olarak: Vuruş yönü, yakalanacak ana halka ne olmalıdır?
    *
    Elbette bu tartışma benim nihai hedeflerim açısından taktik bir anlama sahiptir ama birçok başkaları bakımından programatik ve stratejik bir anlamdadır.
    Bu nedenle ben burada kendi programatik hedeflerin açısından değil, en azından bir araya gelebileceğini düşündüğüm, nesnel çıkarları öyle olan güçler açısından burada program ve stratejiyi tartışmak istiyorum.
    Bugün, programatik hedef Erdoğan’ın Kaçak Saray’da kurduğu, paralel ve illegel, tıpkı bir beyni ele geçirmiş bir virüs gibi, tüm devlet cihazını da ele geçirmiş olan darbe rejimine son verilmesi ve Erdoğan’ın düşürülmesidir.
    Erdoğan elbette uluslararası politikasının sıkışması ile memnuniyetsizliğin birikmesiyle pek ala bir darbe ile de düşebilir.
    Ama bizim hedefimiz bu değildir. Böyle bir değişim aslında askeri bürokratik oligarşinin tekrar kurtarıcı gibi gelmesi ve eski gücünü geri alıp pekiştirmesi; demokratik bir değişimin uzun yıllar gecikmesi anlamına da gelir.
    Önemli olan Erdoğan’ın darbe rejiminin demokratik yollarla; demokratik bir kitle hareketiyle yıkılması, onun diktatörlüğüne son verilmesidir.
    Demokratik yollar ise sadece seçimler değildir, milyonlarca insanın pasif bir direnişi, tavrı da olabilir. Böyle bir “Pasif” direnişten daha aktif bir şey olamaz.
    O halde, hedef Erdoğan’ın hak hukuk tanımayan fiili darbe ve diktatörlük rejimine son verilmesi; bunun yolu olarak da kitlelerin demokratik direnişi.
    *
    Sorun burada bu direniş nasıl örülebilir, kurulabilir?
    Şimdiye kadar olan şudur:
    Bir gösteri düzenlenirse, toplananlardan daha fazla bir polis gücü gelir, gazlar, coplar dağıtır; gözaltına alır; tutuklar.
    Zaten böyle olacağı bilindiği için ancak çok küçük bir aydın ve militan kesimi gelir. Çok küçük bir kesim geldiği için de polis daha bir fütursuzca davranır. Böylece kendi kendini tüketen bir fasit daire ortaya çıkar.
    Ya da bir basın toplartısı yapılır, bildiriler dağıtılır vs.
    Hepsi bu zaten bir iki gün sonra yeni bir saldırı ve aynı şeylerin tekrarı.
    TKP tarihinde, “bildiri tevkifat fasit dairesi” vardır. TKP’nin birkaç yüz hanesiyle var olduğu zamanlarda, birkaç iş yeninde birkaç bildiri dağıtır, bildiriler işçilerden önce işveren ve polisin eline geçer ve tevkifat olur işkence görür ve cezalara çarptırılırlar. Sonra olmadı baştan yine aynısı. Bugünkü durum TKP’nin tarihindeki bu döneme benziyor.
    1930’larda Hikmet kıvılcımlı, Elazığ hapishanesinde yazdığı Yol adlı çalışmasında (Ki o da aslında “Ne Yapmalı?” sorusuna cevap arar) bu çıkmazdan çıkmak gerektiğini, bunun için en küçük bir legaliteden bile yararlanmak gerektiğini yazar. Plan yapar.
    Ve çıktığında bunu gerçekleştirir. Ne yapar?
    Tamamen legal bir yayın evi kurup yayınlara başlar. Ta o dönemin tek parti diktatörlüğünde Marksist klasikleri yayınlar. Kendi telif eserlerini yayınlar. O birkaç yüz kişilik TKP kadroları ve ilişkileri ağının dışına çıkar. Gerek kitlelere yayılma gerek teıorik ve entelektüel eserler verme babında, belki de TKP’nin 70’lere kadar bütün tarihinde yaptığından daha fazla iş yapar.
    *
    İşte yapılması gereken öncelikle böyle bir şeydir.
    Bugün biçim bakımından, hukuken politik olmayan ama sosyolojik ve politik olarak tamamen politik bir mücadele biçimleri gerekmektedir.
    Çünkü artık politik haklar fiilen yoktur.
    Erdoğan, en küçük bir politik direnişe tahammül göstermiyor. Polis, vali kaymakam yasa dışı biçimde hakları çiğneyerek yasaklıyor. Yasağa rağmen bu hak kullanılmaya kalkılırsa polis şiddetle bastırıyor bu sefer gelecek sefere daha da az insan protestoya geliyor.
    O halde kesinlikle politik hakların kullanılmasına girmeyecek bir biçim düşünmeli.
    Politik ifade, protesto, fikir ve örgütlenme özgürlük ve hakları fiilen yok edildiğine göre, en geri noktaya çekilip, savunma mevziini orada tutmak gerekiyor.
    Yani yurttaşların ve insanların en temel en vaz geçilmez hakları noktasına çekilmek gerekiyor.
    Askeriyeden bir örnek. Türk Ordusu, Yunanlılarla savaşında, Top seslerinin Ankara’dan duyulduğu Sakarya nehri kenarlarına kadar çekilmişti. Sonra o birikimden aldığı hızla, ta İzmir’e kadar gidebildi.
    *
    Yani örneğin yürümek, bir yerden bir yere gitmek, oturmak, herhangi bir kıyafeti giymek, bir rozet takmak, t-Shirt’inde bir yazı veya resim bulundurmak gibi şeyler politik haklar ve gösteriler alanına girmez.
    Bunları yapmak hukuken politik bir gösteriye girmez. Ama hukuken politik denemeyecek bu davranışlar sosyolojik olarak pek ala politik bir hareket olabilir ve politik olarak da politik bir mücadele biçimi olabilir.
    Böyle bir biçim, direnişin ihtiyacı olan geniş katılımı; o gösteri, polis saldırısı gelecek sefere daha küçük gösteri fasit dairesinden çıkmayı sağlar. Direnenlere muazzam bir haklılık ve meşruluk kazandırır.
    Herhangi bir sembolik yazı, şekil veya nesne olabilir.
    Örneğin herkesin, kağıttan bir pervane yapıp, onu küçük bir çıtaya çakıp, günün belli saatlerinde belli yerlerde yürüdüğünü, oturduğunu, dolaştığını varsayalım. Hiçbir slogan, pankart, gösteri yok. Sadece oralarda bulunmak, dolaşmak, oturmak, yürümek ve bunu sessizce, en temel bir yerde bulunma, seyahat etme, oturma veya oturmama, istediğini taşıma gibi haklar temelinde yapmak.
    Daha da somutlamak için şöyle diyelim. Örneğin İstiklal caddesi neredeyse gün boyu bir miting gibi kalabalıktır. Aynı kalabalığın, ellerinde kağıttan pervaneler oluğunu düşünelim. Yine herkes her zaman olduğu gibi kendi yoluna gitsin işini yapsın. Ama bu muazzam bir politik eylem olur.
    Buna onu taşıyanların ve toplumun ne anlam verdiği önemlidir.
    Bir kağıt pervane taşımak, hukuken bu hiçbir suç oluşturmaz. En temel bir yurttaşlık ve insan hakkıdır. Böyle bir eyleme herkes katılabilir ve destek verebilir. Kimsenin siyasi, ideolojik görüşü burada bir bölünmeye yol açmaz. Slogan yoktur. Parkart yoktur. Ama milyonların direnişi vardır.
    Kabaca böyle. Hangi söz ya da nesnenin en toparlayıcı ve pratik olacağı tartışılabilir.
    Böyle bir hareket başlayabilir. Kimin başlatacağı da önemlidir. Ve asgari bir kritik kütleyle ve bilinen insanlarla yeterince duyularak başlarsa, kısa sürede nüfusun yarısı buna katılabilir. Çünkü Laikler, Aleviler, Kürtler ve sağduyu sahibi muhalif Müslümanlar daha baştan katılır. Biraz istikrarlı gider ve başarı umudu görülürse, birden Erdoğan’ın etrafı boşalır.
    Örneğin her gün iş çıkışı saatlerinde veya özel olarak da belli günlerde, şehirlerin en merkezi ve yoğun yerlerinde böyle bir eylem başlatılabilir.
    Polis insanların pervane taşıyarak durmasını, oturmasını, yürümesini suç olarak görüp engellemeye kalkarsa, o daha büyük tepki çeker.
    Erdoğan’a kala kala hızla kendi halkına karşı örgütlediği mafia ve özel savaş dairesine dayanan lümpenlerden ve ırkçılardan oluşmuş çeteleri sokağa sürmek kalır.
    Ama bu aynı zamanda onun da sonunu getirir. En temel insan haklarına çetelerle bir saldırı, her türlü meşru savunmayı herkesin gözünde haklı kılar.
    Evet, ne yapmalı sorusuna, büyük ölçüde sorunu ele alışın metodolojisine ayrılmış bizim cevabımız böyle.
    Bu öneri yanlış olabilir.
    Ama sizlerin cevabınız nedir?
    Nasıl bir program, strateji taktikler ve mücadele biçimleri öneriyorsunuz.
    Herkes kendi önerilerini sunmalı.
    Bu tartışmanın başlaması, herkesin önerilerini yazması bile başlı başına büyük bir adım olur.
    Demir Küçükaydın
    3 Kasım 2016 Perşembe
    http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2016/11/erdogan-nasl-gider-ne-yapmal.html

  112. “Her birleşme aynı zamanda bir bölünme olduğu için yanlıştır. Hem de harcı alem bir yanlıştır.
    Çünkü her üretim bir tüketimdir; her temizlik bir pisliktir; her galibiyet bir mağlubiyettir; her kazanç bir kayıptır; her birleşme de bir bölünmedir.
    Suyu kirletmeden çamaşırlarınızı, bulaşığınızı temizleyemezsiniz. İşgücünüzü tüketmeden bir şey üretemezsiniz ve de ancak bir şeyleri tüketerek o işgücünü tekrar üretebilirsiniz. Burjuvaziyi kaybetmeden, köylülüğü kazanamaz işçiler. Bir takımın kazanması diğerinin ancak yenilgisiyle mümkün olur. Bölünmeden birleşemezsiniz. Kanarya sevenleri birleştirmek istiyorsanız, onları kanaryadan nefret eden ve gördüğü yerde kafasını koparmak isteyenlerle bölmek zorundasınızdır.”

    Küçükaydın’ın bu tespitine son yazısında Ragıp Duran da değinmiş:

    “Bugün Türkiye’de iktidar, Yeni Osmanlı iddiasıyla, o eski Saray günlerine dönmek için bir dizi girişim gerçekleştiriyor: Kendisiyle hemfikir olmayan radyo-televizyon ve gazeteler, KHK marifetiyle yasaklanıyor, gazeteciler hapse atılıyor. Böylece ideolojik açıdan dikensiz gül bahçesi ya da moda deyimle süt liman bir ortam yaratılmaya çalışılıyor.
    Oysa ki bu hedef, gerçekleşemeyecek bir hedef. Çünkü, muhalefetsiz bir iktidar olmaz. Her şey zıddı ile birlikte var olur. Beyaz olmasaydı siyah olur muydu?
    Muhalefetsiz bir iktidar, kendi varlığını ispat etmek ve sürdürebilmek için önünde sonunda bir muhalefete ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacı da, hakiki bir muhalefet yoksa, doğal ya da yapay olarak bizatihi söz konusu iktidarın kendisi yaratır. Mustafa Kemal’in sahte Komünist Partisi kurması gibi…
    Muhalefetsiz bir iktidar, sorunlu olduğu için, o iktidar, her şey ikiye bölünür ilkesi gereği, kendi içinden bir muhalefet çıkarır. Demokrat Parti’nin Halk Partisi’nin içinden çıkması gibi…”
    MEDYASIZ TOPLUM MUHALEFETSİZ İKTİDAR
    http://apoletlimedya.blogspot.com.tr/2016/10/medyasiz-toplum-muhalefetsiz-iktidar.html

  113. türkiyede galiba irkcillik yok ben yanlis algilamis herhalde……
    rte neden puan aliyor toplumdan ???
    avrupaya abd herkese kafa tutu icin bakin nasim bir büyük lider bu…..
    evet dostlar sizler yanlis analiz yapin durun disardan cok ama cok karanlik ve vahim bir görüntü var türkiye!!!
    almanyada ki türkiye halklari birbirine o kadar müthis bir irkci ve sovenist söylem icinde nereden baslasam.
    türkiyenin bas sorunu milliyetci ve irkci anlayisdir bunu cözmden ne kürt realitesini ne kibris ve ermeni soykirimi cözülür,rte ic politika taman bsakan olmak bu irkci unsülere bagladi.
    türkiye toplumun hosuna gitiyorbiri batiya kafa tutu mu birazda olsa rövans ve asaglik duygusun yenebiliyor.özür diliyorum sizlerden malesef sizler gereksiz kisiler tartismalar gidiyorsunuz.saat 12 gecti bile ancak bir mucize türkiyede bir cogulcu toplum olusabilir yinede sizler basarilar dilerim.

  114. Erbil’den gözaltındaki HDP’liler için açıklama geldi

    Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanlığı, HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile milletvekillerinin gözaltına alınmasının endişe verici olduğunu açıkladı.

    Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanlığı’ndan HDP milletvekillerinin gözaltına alınmasına ilişkin yazılı açıklama yapıldı. Açıklamada, HDP Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin gözaltına alınmasının endişe verici olduğu ifade edildi. Yazılı açıklamada, bu uygulamaların durumu daha karmaşık hale getirip, sorunların derinleşmesine sebep olacağı belirtilerek, HDP’nin üyelerinin bir an önce serbest bırakılmasının umulduğu ifade edildi. Açıklamada bu uygulamanın istikrara hizmet etmediği kaydedildi.

    KYB: SİYASETÇİLER SERBEST BIRAKILSIN

    Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) de yaptığı yazılı açıklamada, HDP milletvekillerinin gözaltına alınmasını kınadı. KYB’den yapılan açıklamada siyasetçilerin bir an önce serbest bırakılması istendi. Kürdistan Demokrat Partisi’nden yapılan açıklamada ise HDP Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin gözaltına alınması ’kaygı verici’ olarak değerlendirildi. KDP Parlamento grubundan yapılan yazılı açıklamada, gözaltıların hiçbir şekilde demokrasi sürecine hizmet etmediği belirtilerek, Ortadoğu’da yaşananlar karşısında Türkiye’den barış ve demokrasiyi sağlamasının beklendiği ifade edildi. Açıklamada, sorunların bir an önce çözülmesi, şiddet yerine barış yoluna dönülmesinin umulduğu belirtildi.

  115. AB ve AP’den Türkiye’deki gelişmelerle ilgili açıklamalar

    Avrupa Birliği, gözaltına alınan HDP’li milletvekilleriyle ilgili açıklamada bulundu. Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Kati Piri ise Avrupa Birliği’ne, Ankara ile yürütülen üyelik müzakerelerini derhal askıya alması için çağrı yaptı.

    AA’nın haberine göre, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Johannes Hahn da yazılı bir açıklama yaptı.

    HDP’li milletvekillerinin terör eylemlerini destekleme suçlamasıyla gözaltına alınmasının AB’yi ciddi şekilde endişelendirdiği vurgulanan açıklamada, “Gözaltına alınanlar arasında yer alan HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, demokratik yollarla seçilmiş liderler, güven duyduğumuz ve değer verdiğimiz muhataplarımızdır” ifadesi kullanıldı.

    Yaşanan gelişmelerin 130 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin tartışmaların yapılan açıklamalarda dile getirilen kaygıları arttırdığı belirtilerek, “Gelişmeler, Türkiye’deki parlamenter demokrasiyi riske atıyor ve ülkenin güneydoğundaki zaten çok gergin olan durumu kötüleştiriyor” görüşü paylaşıldı.

    Bu sorunun ancak siyasi yollardan çözülebileceğine işaret edilen açıklamada, “AB, terör örgütleri listesinde yer alan PKK’ya karşı eylemleri meşru olarak görüyor. Ancak aynı zamanda, AB bu tür eylemlerin demokrasinin temel prensiplerini asla baltalamaması gerektiğine inanıyor. Türkiye’den parlamenter demokrasi ile insan haklarına ve hukukun üstünlüğü ilkesine saygıyı güvence altına alması bekleniyor. Bu beklentiler Türk yetkililere doğrudan iletilerek, üye devletlerle yakın koordinasyon içinde Avrupa Konseyi ile beraber durumu yakından takip etmeyi sürdürülecektir” değerlendirmesinde bulunuldu.

    Mogherini, Twitter hesabından yaptığı açıklamada da HDP’li milletvekillerinin gözaltına alınmasını “aşırı derecede endişe verici” olarak tanımladı. Mogherini, “Demirtaş ve diğer vekiller gözaltına alındığı için aşırı derecede endişeliyim. Yetkililerle temas halindeyiz. Ankara’daki AB büyükelçilerini toplantıya çağırdık” diye tweet attı.

    Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ise yaptığı açıklamada “Seçilmişleri temsil eden HDP’li parlamenterlerin tutuklanmasıyla Türk makamları sadece Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda AB-Türkiye ilişkilerinin temelini oluşturan değerlere, ilkelere, normlara ve kurallara da sırtını dönüyor” ifadelerini kullandı.

    Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raportörü Kati Piri de konuyla ilgili attığı tweet’te, “Türkiye’den yine çok kötü bir haber. Şimdi Parlamento’nun HDP’li üyeleri gözaltına alınıyor” ifadelerini kullandı.

    “MÜZAKERELER ASKIYA ALINSIN” ÇAĞRISI

    BBC Türkçe’nin haberine göre, AP Türkiye Raportörü Piri, Avrupa Birliği’ne, Türkiye ile üyelik müzakerelerini derhal askıya alması için çağrı yaptı.

    Piri, Hollanda Radyosu’na yaptığı açıklamada, Brüksel’den, Türkiye ile üyelik görüşmelerinin derhal askıya alınması konusunda net bir sinyal beklediğini söyledi.

  116. AP Türkiye Raportörünün ismi dikkatinizi çekti mi? Birisi şöyle yazmış:
    “Katy perry e neden kati piri dior bu spiker dedim”

  117. Kılıçdaroğlu susacak mı!

    Kemal Kılıçdaroğlu, eğer, “HDP’yle dayanışma içinde olmalıyız” derse, belki bir kıvılcım çakılır…

    Ama dedirtmezler…

    CHP harekete geçmeli, geçirtmezler…

    CHP’liler kafalarını dağlara taşlara vuracaklar ama iş işten geçmiş olacak!

  118. Aklıma merhum Turhan Selçuk’un “Türbanlı domuz AB yolunda” karikatürü geldi. Cumhuriyet gazetesi bu nedenle saldırıya uğramıştı:
    “Cumhuriyet’e bombanın sebebi türbanlı karikatür”
    Birinci Ergenekon davasının tutuklu sanığı Alparslan Arslan, çapraz sorguda ”domuza türban takılarak çizilen karikatürden dolayı Cumhuriyet gazetesinin uyarılması için” el bombası attığını söyledi.
    http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/cumhuriyete-bombanin-sebebi-turbanli-karikatur-haberi-19424
    O zamanlar Cumhuriyet’in ve ulusalcı kemalistlerin “tepeden inmeci Jakoben laikçiliği” epey eleştirilirdi. Solun bir bölümü de bu koroya katılırdı. Hala da katılıyorlar. Bkz; bu yazıya yapılan 68 no’lu yorum.

  119. Demirtaş - Korku bulaşıcıysa cesaret de bulaşıcı

    Artık her geçen gün daha kötüsüne uyanıyoruz. HDP’nin iki eşbaşkanı ve 10 milletvekilinin tutuklama istemiyle gözaltına alınması, parlamentoya, temsilî demokrasinin asgari ilkelerine, halk iradesine vurduğu darbeyle belki de en kötünün başlangıcı. Sözü siyasete girdiğinden beri barıştan ve bir arada yaşama azminden başka bir şey söylemeyen, HDP’nin diğer eşbaşkanı Figen Yüksekdağ ile beraber çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanan Selahattin Demirtaş’a bırakıyoruz. Express’in Kasım 2016 sayısından kısaltarak…

    İRFAN AKTAN: Başkanlık sistemi için referandum hazırlığı yapılıyor. Referandum ihtimaline nasıl bakıyorsunuz?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Parlamentodaki aritmetik hesaba katıldığında, referanduma gitmeyi tek başımıza engelleme şansımız yok. MHP ve AKP anlaşır ve fire vermeden bunu parlamentodan geçirirse, referanduma gidilecek. Bizim tercihimiz böyle bir ortamda herhangi bir referanduma gidilmemesidir. Çünkü böyle ortamların en büyük tehlikesi faşizmi sandıktan çıkarmak, onu kurumsallaştırıp “meşruiyetini” sağlamaktır. Adil seçim koşulları varmış gibi referandum sonucunu bu meşruiyete dayandırarak kalıcı hale getirmek dönemin en büyük tehdidi ve tehlikesidir. (…) Ama karşımıza konan sandığa da duyarsız kalamayız.

    İRFAN AKTAN: Ne yapacaksınız peki?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Referandum gelecekse, bunun başkanlık rejimi adı altında dayatılan bir dikta rejimi olduğunu topluma anlatmamız lâzım. Bu bir fırsattır. Belki imkânlar eskisi kadar olmayabilir, ama eldeki olanaklarla, bütün muhalif kesimler bunun son tarihsel hesaplaşma olmadığının da farkına vararak mücadele etmeli. (…) Referandumdan korkmuyorum. Kesinlikle iyi bir sonuç elde ederiz. (…) Fakat MHP ve AKP’nin böyle bir ortamdaki işbirliği ve medyanın tek sesli hale getirildiği, seçim kampanyasının sadece Erdoğan’ın kazanması üzerine kurulacağı hesaplanırsa, referandumda yüzde 50’den fazla oy alabilir. Bu da “başkanlık halk tarafından desteklendi, artık meşruiyeti vardır” sonucu çıkarır. Ama bizim de elde edeceğimiz başarı kesinlikle 7 Haziran’dan daha yüksek olur. Biz buna dayanarak mücadeleyi büyütüp sıçratabiliriz. (…)

    İRFAN AKTAN: Diyelim ki başkanlık rejimine geçildi, Saray bu rejimi kurumsallaştıracak güçte mi sizce?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Erdoğan bir sistem yaratabilecek bir lider değil. Kendisini en güçlü hissettiği an şu andır. Herkes artık Erdoğan’ın işi alıp götürdüğünü ve bundan geri dönüş olmadığını düşünse de ben o kanıda değilim. (…) Erdoğan siyasi olarak kendisiyle sınırlı bir düzen yaratabilir. Siyaseten bittiği gün, bir gün sonrasında Erdoğanizm diye bir şey kalmaz. Parçalanmış bir AKP, darmadağın bir devlet yapısı… Tabanı da yeni bir sağ oluşumunun arkasından koşacaktır. Ama Erdoğan’ın verdiği zarar, Erdoğan’dan sonra kolay kolay atlatılamayacaktır. Toplumda karşısındakini boğazlayacak düzeyde bir Türkçü-İslâmcı kitle yarattı. Türkçülük de, İslâmcılık da her zaman vardı. Ama Türkçü-İslâmcılık bu kadar kitleselleşmemişti. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu kitle Erdoğan’ın teşviki ve devletin de desteğiyle sokağı da kullanmayı öğrendi. Şimdi kendisi gibi düşünmeyen bütün toplumsal odakları bir tehdit olarak görüyor bu kitle. Kendisi gibi düşünmeyen bireyleri fiziken de yok etmek için sadece talimat bekliyor. Tehlike budur.

    İRFAN AKTAN: Bu tehlike nasıl bertaraf edilir?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Bunun yolu, ev ev dolaşarak yeniden halka gitmektir. Üstten siyasi çağrılarla, elit söylemlerle veya süslü laflarla bu süreç götürülemez. Seçim çalışması yapıyormuş gibi insanların güvenini kazanmak, süreci anlatmak, neler yapılabileceğini doğrudan halkla tartışmak ve bunu tabandan doğru örerek gelmek gerekiyor. Tabanı, muhalif kesimleri buna hazırlamak gerekiyor. (…) Türkiye toplumu bu faşizme karşı meydanlarda, alanlarda direnmelidir. HDP bunu örmenin çabası içinde. Yaklaşık bir buçuk aydır bütün hazırlıklarımızı, örgütlerimizi, teşkilatlarımızı buna göre yeniden konumlandırıyoruz. Toplantılar yapıyoruz ve bütün bu çalışmayı halka, mahalleye, sokağa taşıyacak perspektifi oluşturuyoruz. Kendimize güveniyoruz. Hiç umutsuz, karamsar değilim. Baskının çok abartılı, orantısız olduğu dönemlerde bir avantaja sahipsiniz: Kazanmak için ayakta kalmanız yeterlidir. Saldırılara illa aynı oranda cevap vermeniz gerekmiyor. Bu kadar büyük saldıranın bir dezavantajı vardır: Bu büyük güce rağmen karşısındakini yıkamazsa, yenilmiş sayılır. O yüzden bu fırsatı Türkiye muhalefetinin iyi değerlendirmesi lâzım. (…)

    İRFAN AKTAN: (…) Bir basın açıklamasına bile gitmekten korkar hale gelmiş olan insanları nasıl bir söylemle demokratik haklarını talep etmek üzere sokağa çıkmaya ikna edebilirsiniz?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: (…) Öncelikle OHAL’e karşı bir kampanya planlıyor, ona hazırlanıyoruz. OHAL’in artık meşruiyeti kalmamıştır. Görünüyor ki, OHAL rutin yönetim şekli olarak kalıcılaştırılmak isteniyor. (…) Buna karşı ev ev, kapı kapı dolaşacağız. (…) Sadece HDP olarak değil, CHP, Halkevleri, Haziran Hareketi, içindeki süreci doğru okuyabilen bütün kesimlerle, en küçük platforma kadar herkesle işbirliği yapmak istiyoruz. (…) Korku nasıl bulaşıcıysa cesaret de bulaşıcı. Korku insanlara yukarıdan bulaştırıldı. Korkmakta haksız değil insanlar. Bu ülkede insanlar diri diri bodrumlarda yakıldı. Haksız yere on binlerce insan işten atıldı, meydanlarda bombalar patlatıldı, yüzlerce genç öldürüldü. Dolayısıyla, topluma “niye korkuyorsunuz” demenin anlamı yok. Bizim buna karşı cesareti büyütecek işler yapmamız lâzım. Yukarıdan “hadi sokağa çıkalım” söylemi dönemin tarzı değildir. Sabırla, alttan, umudu yeniden büyütecek işler yapmamız lâzım. Karınca misali, yaşayacağımız siyasi alanı yeniden kanallar açarak büyütmeliyiz. Sonrası gelecektir. Bu mücadele bir haftalık, bir aylık olarak düşünülmemeli. 15 Temmuz sonrasında Türkiye yeni bir hatta girdi. Demokratik siyaset kanalları sıfıra yakındı, şimdi sıfırın altındadır. Biz yeniden 7 Haziran öncesindeki “olağan” dönemin –ne kadar olağan ve demokratik idiyse– koşullarına dönmek için uğraşmalıyız. Bunu alt etmeden, sanki Türkiye sıradan bir muhalefetle düzelirmiş gibi davranmak tam da Erdoğan’ın arzu ettiği şeydir. Biz buna teslim olmadan, şunu ispatlamaya çalışacağız: Yenilmedik, Erdoğan kazanmadı. (…)

    İRFAN AKTAN: (…) HDP milletvekillerini ve siz eşbaşkanları doğrudan hedef alan yargısal bir süreç işliyor. Bazı milletvekilleri hakkında mahkemeye zorla getirilme kararı var, tutuklanmaları da olası. Bunlar partiniz içinde nasıl algılanıyor?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Tutuklama, gözaltı olabilir. Biz eşbaşkanlara dahil, bir yargı operasyonu olabilir. Bu çok ihtimal dahilindedir ve şu anda bunun olmaması için yasal engel yok. Peki, neden yapamadılar? Ocak ayından beri Erdoğan neredeyse gece-gündüz “dokunulmazlıklarını kaldırın, yargı gereğini acilen yapsın” diye kamuoyu önünde talimat veriyor. Acaba zaman zaman bize karşı merhamet duyguları mı depreşiyor da bunu yapmıyorlar? Hayır. Tam da bunun kendisine maliyetinin yüksek olacağını her hesap ettiklerinde, frene basmak zorunda kalıyorlar. Ama gerilim-çatışma giderek sertleşiyor ve Erdoğan artık bazı maliyetleri ödemeyi de göze alabilir.

    İRFAN AKTAN: Ne gibi maliyetler?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Hem Türkiye’de hem de bölgede bazı siyasi maliyetleri göze alabilir. Bu yüzden bize yönelik tutuklamalar da olabilir. Fakat biz tabanımızı buna karşı tepki gösterebileceği, elindeki bütün olanaklarla protesto edebileceği, iradesine sahip çıktığını ispatlayabileceği bir örgütlülük düzeyinde tutmaya çalışıyoruz. Diplomatik alandaki bütün çalışmalarımız bu başlığın bir parçası. Tutuklama gerçekleştiğinde önemli bir uluslararası dayanışma bekliyoruz –bu konuda belli hazırlıklarımız var. Güçlü konumdayız. Onlar bütün dünyada IŞİD zihniyetinin temsilcisi olarak görülüyor, HDP ise bütün dünyada bu karanlık içinde parlayan bir yıldız olarak. Bu avantajımızı diplomatik alanda iyi değerlendirdik ve bugüne kadar getirdik. (…) Bir yandan bu çılgınlığı yapmamaları için uğraşıyoruz, ama yaparlarsa, postumuzun ucuz olmadığını göstermek istiyoruz. Böyle bir şey yapılırsa, bu HDP’nin durdurulmasına değil, sıçrayışına dönüşebilir. Bundan da herkesin emin olarak, özgüvenli hareket etmesi gerekiyor. (…)

    İRFAN AKTAN: Başkanlık referandumu söz konusu olursa, HDP ile CHP tabanı arasında bir ittifak için tarihi fırsatın yakalanabileceği söyleniyor. İki taban arasında bu anlamda bir ortaklaşmanın koşulları hâlâ var mı?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Kemalizm-sol ilişkisi, Kemalizm-Kürt hareketi ilişkisi, Ortadoğu’daki çizgi ve çıkar savaşlarından bağımsız değildir. Bugün HDP-CHP, HDP-Haziran Hareketi-Halkevleri ilişkisi tüm bunlardan bağımsız olarak ele alınsa çok yavan kalır. Dolayısıyla, meseleye “bu hafta işbirliği yapalım, haftaya herkes yoluna” diye bakamazsınız. Ama ben HDP’nin eşbaşkanı olarak taktiksel işbirliklerine açık olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir seçim, bir referandum, bir kampanya veya bir hamle için bile işbirliği yapmaya değer. Bütün bu çevreler buna açık olmalı, biz de açık olmalıyız. Fakat esas mevzu şu: Niye stratejik ittifaklara ve işbirliğine gidemiyoruz? Çünkü Ortadoğu’da veya Türkiye’de Kürtlerin kazanımlarının Türklerin ve Türkiye’nin zararına olduğu sanılıyor. Bu konuda bir uzlaşma sağlamadığımız sürece stratejik bir işbirliğine gitmemiz neredeyse imkânsız hale geliyor. Kemalistler, Kemalist sol, ulusalcılar, ulusalcı sol, Kürtleri emperyalizmle işbirliği yaparak, kendi çıkarlarını merkeze koyarak mücadele etmekle eleştiriyor veya suçluyor. Öbür taraftan, özellikle HDP’nin içinde yer aldığı Kürt hareketi, mevzunun bir taktik işbirliğinden çok Türkiye halkları ve ilerici kesimleriyle stratejik bir işbirliği olduğunu anlatmaya çalışıyor. (…) Kürt hareketi açısından bu olmazsa olmaz bir işbirliğidir. Ama Türkiye’deki Kemalist sol ve çeperindeki sol, ısrarla bunu anlamak istemiyor. Hal böyle olunca, Türkiye’deki muhalefeti bütünlüklü olarak bir cephede birleştirmek giderek zorlaşıyor. Ama biz bu konuda tartışmak zorundayız. Hem CHP’yle hem Haziran’la hem de Kemalist solla. Kürt hareketini milliyetçi bir hareket olarak gören, sadece Kürtlerin çıkarları için mücadele ettiğini düşünen bir sol anlayışla ikna temelinde yeniden tartışmak hepimizin görevidir. Birbirimizden vazgeçemeyiz. (…) Başkanlık adı altında diktanın resmîleştirilmesine karşı hep beraber kampanya yürütebilmeliyiz. (…) Fakat Yenikapı’ya gidip aleni bir şekilde Erdoğan’ın çizdiği bir politikanın yanında saf tutmayı bir muhalefet biçimi olarak kabul etmemizi kimse beklemesin. Bununla ilgili bir özeleştiri verilmesi lâzım.

    İRFAN AKTAN: CHP tabanı da “Yenikapı ruhu”ndan rahatsız.

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Biz parlamentonun üçüncü büyük partisiyiz. Diğer partilerin tabanlarından oy almak, onları ikna etmek herkesin hakkıdır, bizim de hakkımızdır. CHP tabanına “siz bu yönetimi hak etmiyorsunuz” diyoruz. Böyle bir yönetim CHP tabanı için zulümdür. Kaç tane CHP’li Yenikapı’daydı? Bir kişi bile olduğunu zannetmiyorum. Tam tersine, Yenikapı’daki sahnede oluşturulan ruhtan CHP tabanı ürktü, korktu. CHP yönetiminin “muhalefeti önemli ölçüde gerileten bir iş yaptık” diyerek özeleştiri vermesi lâzım. (…) Erdoğan’ın siyasi darbesinin önünü açan şey, Kılıçdaroğlu’nun Yenikapı’ya gitmesidir, (…) Buluşacağımız yer Yenikapı ruhu değil. Muhalefet bir ruhta birleşmek istiyorsa, bu Gezi ruhudur. Buyrun orada buluşalım. Gezi’den başka bizi buluşturacak bir ruh var mı?

    İRFAN AKTAN: Diyelim ki anamuhalefetin başkanı sizsiniz. Ne yapardınız?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Kendimi Kılıçdaroğlu’nun yerine koyarak düşünemem, ama elimde öyle bir güç olsaydı, partim öyle bir konumda olsaydı, yapacağım ilk iş PKK’ye ateşkes çağrısı olurdu. Derdim ki, “silahları sustur, ateşi kes. Biz senin Türkiye’ye karşı silahları tümüyle bırakabileceğin koşulları yaratmak için anamuhalefet partisi olarak parlamentoda inisiyatif alıyoruz. Bunun için demokratik siyasete şans ver. Türkiye’nin ikinci büyük partisi olarak topluma alternatif bir çözüm süreci programı açıklayacağız. Bunun için silahları sustur.” Biz bunu HDP olarak bugün söylüyoruz da, öyle bir güç olarak söylediğimizde yaratacağımız etki başka olurdu. Ve topluma dönüp şunu söylerdim: “AKP bir çözüm süreci yürüttü. Bunu kendi çıkarları için kullandı. Ve biz yeni bir çözüm süreci başlasın istiyoruz. Programımız da, çözüm sürecinden muradımız da şudur. Mekanizmalar, yasal dayanaklar şöyle olacak, nihai hedefi de süresi de bu olacak.” Bunun için bütün toplumdan destek isterdim. Peki böyle bir programı açıkladıktan sonra AKP ve Erdoğan savaşı sürdürsün bakalım, nasıl sürdürecek! Bir anda Saray’ın savaşı boşa düşer. Böyle bir programa PKK eylem yapsın bakalım, nasıl yapıyor! Diyorsunuz ya, anamuhalefet olsaydınız ne yapardınız diye. Hiçbir şey yapamazsak, bunu yapardık ve bunun üzerinden muazzam bir enerjiyle toplumsal muhalefeti büyütme fırsatı çıkarırdık. (…) Sosyal demokrat bir parti olduğunu iddia eden anamuhalefet partisi, yüzde 25’in desteğini alıyor, ağırlıklı olarak Türk seçmenden destek alıyor ve demokrat bir tabanı var. Ama bu gücünü hükümetin Kürtlere karşı savaşına açık çek olarak kullanıyor sadece. Tıkanma noktası burasıdır işte. Siyaset açılacaksa buradan açılır. CHP’nin işgal ettiği alan barışın, demokratikleşmenin yolunu tıkıyor, AKP’ye karşı mücadelenin yolunu tıkıyor. AKP her sıkıştığında, yaptıkları hatalarla, devletin bekası adına resmen faşizan sistemin değirmenine su taşıyorlar. Biz bunu eleştirmeden veya tespit etmeden yürüyemiyoruz artık. CHP yönetimini eleştirmek muhalefete karşı bir muhalefet değil, aslında iktidara karşı muhalefetin de bir parçasıdır artık. (…)

    İRFAN AKTAN: Baskıcı politikalar, akademisyenlerin, öğrencilerin, öğretmenlerin, kadınların, hak talep edenlerin karşı karşıya kaldığı kuşatma karşısında en sık duyduğumuz soru şu: “Bu kâbustan nasıl çıkacağız?” Sizin buna yanıtınız var mı?

    SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Bunun basit bir formülü yok. Kimse “şunları yaparsak bu kâbustan çıkarız” demesin. Yüz yılda bir gelişen bir girdabın içindeyiz. Türkiye birkaç aylık bir siyasi krize girmiş de hemen çıkacakmış gibi düşünmesin kimse. Öğrencisi, işçisi, memuru, akademisyeni, parlamenteri tutuklu olabilir, fakat Erdoğan’ın teklif ettiği, “gelin burada uzlaşalım” dediği zemini kabul etmemek, “hayır, ben seninle orada uzlaşmayacağım” demek, direnmenin kendisidir. Ve bunu herkes, her yerde göstermelidir. Bedel ödemeden bu iş olmaz. Özgürlüğümüz elimizden alınabilir, işimizden olabiliriz, dayak yiyebiliriz. Bütün bu bedelleri göze almadan “demokrasiyi, özgürlüğü savunuyoruz” demenin anlamı yok. 12 Eylül darbesi sonrasında bedel ödemeyi göze alanlar o bedeli ödediler, ama geleceğe de bir miras bıraktılar. Gelecek de o miras üzerinden şekillendi. Şimdi çok daha ağır koşullar yaşıyoruz. 12 Eylül’de bu kadar baskı yoktu. Evet, kaba-çıplak zor daha fazlaydı, ama böylesine sinsi, ismine demokrasi denen bir faşizm bu kadar kurumsallaştırılmak istenmiyordu. Şimdi direnmeyeceksek, bedel ödemeyeceksek ne zaman yapacağız? Benim bildiğim tek yol bu. Erdoğan başkanlık diyecek, OHAL diyecek, tek millet, tek dil, tek mezhep diyecek, her şeyi belirleyen olacak ve muhalefete de “uzlaşmak istiyorsanız, gelin bu zeminde uzlaşalım” diyecek. Biz buna hayır diyoruz. Hayır demenin faturası her gün daha ağır olabilir. 15 Temmuz öncesinde hayır demenin faturası yine vardı, ama bu kadar ağır değildi. O yüzden bu bedeli ödememek için rektörler, yargıçlar cüppelerini ilikliyorlar önünde. Varsın bir kısım insan öyle düşünsün. Ama biz kesinlikle bu bedeli göze almış bir partiyiz ve tek başımıza kalsak bile buna karşı direndiğimizi göstermek, Erdoğan’ın kazanmaması için yeterlidir. Belki biz de kazanmayacağız, ama Erdoğan’ın da kazanmasına izin vermeyeceğiz. Durumu yeniden normal mücadele şartlarına çevirecek, OHAL ve dikta şartlarını ortadan kaldıracak bir direnişi ortaya koyuyoruz ve bunu başaracağız. Biz var oldukça Erdoğan kazanamayacak. Erdoğan’ın kazanması bizim yok olmamıza veya teslim olmamıza bağlıdır. Bunu da yapmayacağımıza göre, herkesin içi rahat olsun ve direniş hattında yerini alsın. Şu an Türkiye’de iki hat var: Direnenler ve faşizmle ittifak edenler, Saray’ın önünde el pençe divan duranlar. Bundan başka bir ayrım görmüyorum. Kürt, Türk, zengin, fakir, kadın, erkek… Evet, bunların hepsi toplumdaki ayrımcılık noktaları, ama şu andaki temel ayrım direnenler ve teslim olanlardır. Biz HDP olarak direnenlerin tarafındayız ve herkesi de bu tarafa davet ediyoruz. Elinizde ne imkân varsa direnin. Kimi dua ederek direnebilir, kimi sokağa çıkarak, kimi akademide, kimi cezaevinde direnebilir. Kimi içinden geçirerek “ben sana teslim olmadım Erdoğan” desin en azından. Dirensin insanlar, biz kazanacağız.

    ‘Express’ dergi,
    Sayı 146,
    Kasım 2016

  120. PKK nin yaptigi aciklama, HDP lilerin tutuklanmasindan sonra, su anlama geliyor; Evet AKP savci ve hakimlerinin yaptigi dogrudur…

  121. Türkiye’deki diktatöre yönelik:

    ‘İstediğim herşeyi yapayım ama ekonomiye birşey olmasın’; böyle bir şeyin dünyada örneği yok.

    1 Dolar = 3,1720 TL

    https://twitter.com/ugurses/status/794487187874185217

  122. Ahmet Şık soruyor

    “21. yüzyıl insanının yanılgısı, faşizmin tekrar Nazi üniformasıyla geleceğini sanmasıdır” demişti Umberto Eco.

    Bu kavga faşizme karşı. Bu kavga hürriyet kavgası. Bu yüzden soru basit: Faşizmin tarafında mısın karşısında mısın?

    https://twitter.com/sahmetsahmet/status/794541023087173632

    https://twitter.com/sahmetsahmet/status/794575606583267328

  123. (81)e,

    Politik-siyaseten doğruculuk (political correctness) dogmasına kaymadan, herhangi bir şeyi ‘ima etmeden’, kelimelerin ‘içi boşaltılMAmış’ anlamlarıyla yazıyorum.

    ATÜT (en özetin özeti hâliyle), ‘Doğu’nun (buna Afrika kıtasının büyük bölümünü de ekleyebilirsiniz), ‘Batı’da kriterleri oluşturulan ‘kapitalizm’ mekanizmasına eşdeğer (denk) nitelikte icat edilmiş bir mekanizmadır, bir tür ‘taklit’ten farkı yoktur. (Buradan, Doğu’nun bütünüyle taklitçi olduğunu iddia etMEdiğimi anladığınızı ümit ederim.)

    ‘Doğu’ toplumlarında ‘tekçi’ yönetimlerin yaygın olması, ‘Batı’ toplumlarında (sözde) ‘çoğulcu’ yönetimlerin yaygın olması, büyük oranda ‘her iki bloktaki ayrı ayrı kültürel normların’ ürünüdür. Bu normları yaza yaza devam etsek, bu sitede kimbilir nerelere savruluruz, yani yaz yaz bitmez…

    ‘Kapitalizm’ gibi, temelini ekonominin (iktisadın) oluşturduğu mekanizma ise evrenseldir. Susuz kalmanın, aç kalmanın, kaynakların nasıl tasnif edilip nasıl dağıtılacağının, ekmek parası kazanmak için rekabete mahkum edilmenin … ‘Doğu’su veya ‘Batı’sı yoktur.

    ‘Kapitalizm-Antikapitalizm zıtlığının doğuda anlam ifade etmemesi…’ ifadeniz, sadece birkaç örneği baz alarak söylenen kısmi bir saptamadır. ‘Doğu’ toplumlarının çoğu, hâlâ, kendi terminolojilerini kullanarak yaşar (erozyon elbette var, ama henüz tamamıyla tükenmiş değiller). Batı’da ‘artı değer’ demek ile Doğu’da ‘kul hakkı’ demek, kelimeler/terminoloji farklı olsa bile, ulaştığı sonuç aynıdır.

    ‘Kapitalizm buralarda hala yerleşemedi.’, bu ifadenizi, daha çok, ‘yönetmek’ fiili ile sınırlı tutuyorsunuz, eksik kalıyor: ‘İslami Faşizm’ ifadeniz, ‘Kemalist Ulus-Devlet’ ve benzerleri.

    İslami faşizm DE, kapitalist sistemin zemini üzerinde yükselir,

    Kemalist Ulus-Devlet DE, kapitalist sistemin zemini üzerinde yükselir;

    Tekrar yazayım:
    Temelini ekonominin (iktisadın) oluşturduğu mekanizma ‘kapitalizm’i, sadece ‘yönetmek’ fiili ile sınırlı tutarsanız, eksik teşhisler koyarsınız.

    ‘Merkez-çevre çatışması teorisi AKP’nin temsil ettiği kesimin merkeze oturmasıyla bir kere daha doğrulanmış olmadı mı?’ Evet, teori doğrulandı. Peki, kapitalizm yerli-yerinde duruyor mu? Evet, duruyor. ‘Merkez-çevre çatışması’ dediğiniz şey DE, kapitalist sistemin zemini üzerinde yükselir. AKP’nin temsil ettiği iddia edilen ‘Siyah Türklerin’, yavaş yavaş kapitalist sistemin merkezine yaklaşmak çabaları, ‘mainstream’ olmak sevdası.

    ‘Cihangir Solcusu’ diye yaftalanan cenahın, vaktini ‘Starbucks’da geçirdiği iddia edilebilir, peki asıl kâr eden: Kapitalizm. (http://www.starbucks.com.tr/)

    ‘Siyah Türk’ diye yaftalanan cenahın, vaktini ‘Çayla’da geçirdiği iddia edilebilir, peki asıl kâr eden: Kapitalizm. (http://www.cayla.com.tr/)

    85 no’da yazan yorumcunun açıklamalarını dikkatle değerlendirmenizi öneririm:

    Doğru teşhis: ‘bizimki acaba kapitalizmmi diye sordugu sey de basbayagi kapitalizm, heryerde her zamanda ayni olacak degil ya’

    Doğru teşhis: ‘esitsiz gelisimin getirdigi faarkalari hic bir Zaman anlayamayan, esitsiz, ozdes olmayanlarin , bütünlüklü iliskisini hic anlayamamak. anlatmak istedigimiz kapitalizmin olmadigi degil evrensel capta ki kapitalizmin ortaya cikardigi insani mahveden tehdit’

  124. Tayyip’in ve AKP’nin ipini ilk önce Dolar/TL kurundaki yükseliş çekecek!

    Galiba bu ülkedeki “en etkili muhalefet”i Dolar (USD) tek başına yapıyor!

    “Kanun Hükmünde Kararname” ile Dolar’ları da hapse atabilmek mümkün değil!

    [Latifeyi bir kenara koyarsak:
    Aralık’ta, ABD Merkez Bankası’nın (FED), faiz arttırma olasılığı %71’i geçti. Bu gerçekleşirse, Dolar/TL kuru daha da yükselecek!]

    4 Kasım 2016:
    1 Dolar = 3,1720 TL (ufak gerilemeler olsa da, yükselme olasılığı var)

  125. Kadri Gürsel nasıl biridir?

    Merhaba iyi günler.

    Bugün Kadri Gürsel’den bahsetmek istiyorum. Kadri Gürsel’i anlatmak istiyorum. Bunun birçok nedeni var.

    Öncelikle şunu söyleyeyim. 1 Kasım Pazartesi yapılan operasyonda Cumhuriyet Gazetesi’nden gözaltına alınanlardan birisi Kadri Gürsel. Kadri’yle ilgili bir şeyler söylüyor olmam, anlatıyor olmam diğerlerine haksızlık anlamına kesinlikle gelmemeli. Sadece Kadri’yi çok yakından tanıyan birisi olduğum için ve onun sadece ve sadece gazeteci olduğu için gözaltında olduğuna emin olduğum için anlatmak istiyorum.

    Şu çok önemli:

    Bu tür olayları kanıksamamız ve gözaltına alınan, tutuklanan insanları unutmamız isteniyor.

    Bunlar doğalmış gibi davranmamız isteniyor.

    Bunu yapmamamız lazım.

    Sürekli gündemde tutmaya çalışmamız, gündemde tutmamız lazım.

    Onların haksız yere tamamen anti-demokratik bir şekilde, basın özgürlüğüne aykırı bir şekilde gözaltına alındıklarını ya da tutuklandıklarını söylememiz gerekiyor.

    Daha önce, 15 Temmuz sonrasında, Gülen Cemaati’ne yönelik medya operasyonuyla ilgili burada birkaç yayın yaptım. İzleyenler biliyorlardır. Orada da gözaltına alınan, sonra büyük çoğunluğu tutuklanan gazeteciler konusuna değindim. Bunların tamamen basın özgürlüğüne aykırı olduğunu vurguladım. Tanıdığım insanlar hakkında da, özel olarak tanıdığım insanlar hakkında da benzer şeyler söyledim.

    Kadri’ye gelecek olursak:

    Kadri’yle biz 1972 yılında tanıştık. Yani 44 yıl.

    Geçen bir tweet’te 42 yazdım. Ben bile artık o kadar olduğunu kaçırmışım.

    44 yıl önce Galatasaray Lisesi’ne beraber girdik, aynı yıl girdik. Ortaköy’deki hazırlık binasında ikimizin de aileleri İstanbul’da olmasına rağmen yatılı okuduk. Hiçbir zaman aynı sınıfta okumadık Kadri’yle. Hep aynı dönemdeydik ama ayrı sınıflarda okuduk. Sınıf farklılıkları yani ayrı sınıflarda olmak yakınlığı biraz engelliyor normal şartlarda. Ama yatılı olduğumuz için o engeller de büyük ölçüde ortadan kalkmıştı.

    Ama asıl önemli olan yanılmıyorsam 1977 yılında Kadri’yle tanış olmanın, dönem arkadaşı olmanın dışında kelimenin gerçek anlamıyla yoldaş olduk. Yani aynı sol hareket içerisinde birlikte yer aldık. Devrimci gençlik hareketi içerisinde birlikte yer aldık.

    O tarihte Galatasaray Lisesi’nde sol içerisinde yer alan çok sayıda ortaokul lise öğrencisi vardı. Değişik gruplardan ama esas olarak biz “Dev-Genç”liler ve “Türkiye İşçi Partili”ler vardı.

    Kadri, bizim içimize duygularıyla, arkadaşlarına özenerek ve genel atmosferin etkisiyle gelmeyen tek kişiydi. Hiç unutmam; araştırdığını, incelediğini ve “okuyarak solcu olmaya karar verdiğini” söylemişti. Benim bildiğim tek örnektir. Çok kişi o tarihte sola bizlerle beraber hareket etmeye gelmişti. Kadri okuyarak, araştırarak geldiğini söyleyen tek kişiydi.

    Zaten Kadri’nin hayatı böyledir, onu tanıyanlar bilir. Kadri, yaptığı her işi çok ciddiye alan, önemseyen, çok çalışan biridir. Örneğin onun yazılarını yazması başlı başına bir serüvendir. Ve bu anlamda da Kadri aslında evrensel anlamda da, geleneksel, bildiğimiz konvansiyonel gazeteciliğe çok yatkın, çok uygun birisiydi.

    Sonra şöyle bir şey oldu:

    Kadri, 12 Eylül 1980 darbesinden kısa bir süre önce tutuklandı, bayağı bir hapis yattı. Ben 12 Eylül’den sonra hapis yattım. Kadri benden önce girmesine rağmen benden sonra hapisten çıktı. Yaklaşık 3 yıl hapis yattı. Ve çıktıktan sonra sürgüne yollandı. Kayseri’ye sürgüne gitti. Daha sonra avukatları aracılığıyla Kayseri’den sürgününü Ankara’ya nakletti.

    Ve Ankara’da 1986 yılında “Yeni Gündem” dergisi (ki o dönemde sol hareket içerisinden “Birikim” çevresinin çıkardığı bir haber dergisiydi) çok parlak bir dergiydi. Maalesef bir süre sonra kapanmak zorunda kaldı. Kadri orada gazeteciliğe başladı. Yeni Gündem’den sonra Ankara’da Fransız haber ajansında çalışmaya başladı Kadri. Orada çok önemli deneyimleri oldu. Yabancı basının disiplininden de geçti.

    Çok açık söyleyeyim: Hemen hemen bütün gazetecilik camiasını tanıyan birisiyim, şu an Türkiye’de evrensel anlamda kriterlere uygun gazetecilik nosyonuna, birikimine sahip, ya da diğer bir deyişle, dünyanın hangi köşesine koyarsanız koyun orada gazetecilik yapabilecek az sayıdaki insandan biridir Kadri. Agence France-Presse’de çalışmasının bir etkisi de muhakkak olmuştur.

    1995’te Irak’taki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK’ya karşı Irak’ın kuzeyindeki operasyonu izlemek için gittiğinde, PKK, Reuters ajansının foto-muhabiri Fatih Sarıbaş’la beraber Kadri’yi de kaçırdı. İkisini birden kaçırdılar. 26 gün Türkiye’nin içerisinde dağda dolaştırdılar ve daha sonra serbest bıraktılar.

    Bazı insanlar (hâlâ görüyorum) sosyal medyada da yeni, bunun bir düzmece olay olduğunu iddia ediyorlar. 1995’te de çok iddia ettiler, hattâ savcılar bile iddia etmişti.

    Bu insanların Kadri’yi hiç tanımadıkları anlaşılıyor.

    Kadri hayatta böyle bir şey yapmayacak birisidir. Haber için düzmece şeylere itibar etmeyecek birisidir. Hele PKK gibi bir yapıyla böyle bir işbirliğine o tarihte girişebilecek belki de en son gazetecilerden birisidir.

    Ondan sonra çok iyi bir kitap yazdı “Dağdakiler” diye, o geçirdiği günlerle ilgili. O dönemde çok satmıştı, çok ilgi görmüştü.

    Kadri’nin belki de gazetecilik hayatında en önemli isimlerden birisi Ergun Balcı’dır. Cumhuriyet Gazetesi’nin dış haberler şefi, efsanevi biriydi rahmetli Ergun Balcı. Gerçekten artık örneğini pek görmediğimiz türden.

    En son Nail (Güreli) abi vardı, hayatını kaybetti. O tür gazetecilerden, habercilerden birisiydi. Kadri, hep hatırlıyorum, çok şikayet ederdi ama ondan çok şey öğrenmiş birisidir. Cumhuriyet dış haberlerden sonra Güneş Gazetesi, Sabah Gazetesi ve nihayet Milliyet Gazetesi’yle yoluna devam etti. Köşe yazmaya başladı Milliyet Gazetesi dış haberler şefliğinin belli bir aşamasından sonra. Ve onun köşeleri her zaman için gerçekten Türkiye ortalamasının üstünde olmuştur. Bunu, gerek içerideki etkili kesimlerde yaptığımız sohbetlerden anlamak mümkündü, bir de özellikle Türkiye’yi takip eden yabancılar için Kadri çok önemli bir referanstı. Onun yazılarının çok ciddi bir şekilde okunduğunu biliyoruz.

    1 Kasım 2016 operasyonuyla Kadri’nin başına bu işin gelmesinin tek nedeni, “gazeteci” olması ve “iyi gazeteci” olması.

    Tabii ki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla mesafeli, hattâ ona karşı. Dolayısıyla AKP de demeyelim, “Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarına karşı bir gazeteci olmasıdır.”

    Bir dönem, (yakın bir döneme kadar) Kadri, televizyonlara çıkabiliyordu. Ve ana akım medyada tartışmalarda aranan bir isimdi. Karşısına hükümet, siyasi iktidar yanlısı çıkan her türden gazeteci, araştırmacı, şu-bu insanların gerçekten durumları hazin oluyordu. Bu çok net bir şekilde gözüküyordu. Hattâ Kadri bazı durumlarda, bazı yayınlarda onları bayağı (gerçek anlamıyla, fiil bu): Ezerdi. Bunun da hesabının şimdi sorulmak istendiği çok açık.

    Şöyle söyleyebiliriz:
    Aslında bu Kadri gözaltına alındığından itibaren hep aklımda olan bir cümle. Çok sert bir cümle belki ama doğru olduğuna inanıyorum: “Bükemedikleri bileği kırmaya çalışıyorlar.”

    Kadri, kırılacak bir bilek değil.

    Yaklaşık 3 yılını cezaevinde geçirmiş, 12 Eylül döneminde geçirmiş, işini çok ciddiye alan, yaptığı işi çok ciddiye alan ve ülkesini de çok ciddiye alan, çok önem veren birinden bahsediyoruz. Tamamen meşru sınırlar içerisinde hareket eden birisinden bahsediyoruz. O anlamda Kadri Gürsel gibi bir gazetecinin herhangi bir gayrı meşru ilişkisini, haber kaynaklarıyla ya da başkalarıyla bulmak imkansızdır.

    Çok uğraştılar, çok yaftalar yapıştırmaya çalıştılar.

    Ama bunların hiçbirisinin tutma imkanı yok.

    Burada şimdi arkadalar gösteriyor, burada stüdyoda normal şartlarda, en son Cuma günü “Güne Bakış”a konuk olmuştu Kadri. Bizim özellikle “Açık Oturum”larda düzenli, bize katkı veren bir arkadaşımızdı. Ve normal şartlarda kendisiyle sözleşmiştik, yarınki (2 Kasım) “Açık Oturum”un konuklarından birisi Kadri olacaktı. Buna izin vermediler, ama eminim bir sonraki haftanın ve bundan sonra Medyascope’un faaliyetlerine dahil olacak. Zaten kendisi bizim yayın kurulu üyemiz. Medyascope’a danışmanlık yapıyor. Cumhuriyet Gazetesi danışmanlığından önce meydascope’ta fahri de olsa böyle bir şey üstlenmişti.

    Çok uzatmaya gerek yok aslında.

    Şunu biliyoruz, herkes biliyor:
    Kadri Gürsel gibi isimlerle sahte iddialarla, “aslında şunu ima etmişti, şu yazısında şöyle mesajlar vermek istemişti” gibi şeylerle uğraşmak akıl kârı değil.

    Sözünü bu kadar açıktan söyleyen birine bunu yapmak mümkün değil.

    Medyascope’ta yaptığımız yayınlarda söyledikleri ki, (onlardan bazılarını biliyorsunuz) kısa klipler olarak da yayınlıyoruz. Kadri’nin oradaki söylediği her şey çok açık, net. İmalı söz söylemeye ihtiyacı olmayan, söylediklerinden emin olan bir gazeteciden bahsediyoruz. Ve durduğu yere sağlam basan, tamamen meşru zemin içerisinde, basın özgürlüğü sınırları içerisinde kalan bir gazeteciden bahsediyoruz. Dolayısıyla böyle bir gazeteciye yönelik suçlamaların aslı-astarı olması kesinlikle mümkün değil.

    Bunu bir kefalet gibi görmemek lazım. Yani “Ruşen Çakır çıkıyor, Kadri Gürsel’e kefil oluyor”, böyle bir şey yok. Zaten bunun anlamı da yok.

    Çünkü, dün Kadri, bugün belki ben, yarın başka birisi…

    Türkiye bu anlamda maalesef zincirlerinden kopmuş durumda. Kimsenin kimseye kefil olacak hali yok.

    Ama herkesin, insanların Türkiye’de demokrasiyi, özgürlükleri, temel hak ve özgürlükleri, insan haklarını savunan herkesin birbirine sahip çıkma zorunluluğu var.

    Bu bir kefalet değil, bir sahip çıkma, bir dayanışmadır.

    Ve 44 yıllık bir tanışın ve bu 44 yılın uzun bir süresi beraber geçmiş bir dostun yanında durmaktır.

    Kadri hakkında konuşuyor olmak, diğerlerinin suçlu olabileceği, vesaire, böyle bir şey kesinlikle yok.

    Cumhuriyet Gazetesi operasyonunda (Pazartesi yayınında da söyledim), tanıdığım Murat Sabuncu, Aydın Engin, Turhan Günay, birçok ismi biliyorum. Bazılarını çok yakından biliyorum, bazılarını uzaktan biliyorum.

    Burada yapılmak istenen, tamamen çok net bir şekilde siyasi iktidara aykırı bir sesin susturulmak istenmesi ve kendilerince bir açık yol bulmuş sanıyorlar anladığım kadarıyla. O da, Cumhuriyet’te vakıfta yaşananlar ve vakıf yönetiminden şikayetçi olan 2 ismin davada tanık olarak görüşlerine başvurulacağı söyleniyor.

    İşin o kısımlarına çok fazla girmek istemiyorum. Çünkü o Cumhuriyet’in kendi içindeki bir mesele, çok fazla speküle etmek istemiyorum.

    Bir dönem, (çok kısa da olsa bir dönem) Cumhuriyet Gazetesi’nde ben de çalıştım. Ama bunun dışında Cumhuriyet Gazetesi’nin çok eskilerde, yakın zamanda çok okuduğumu söyleyemem, daha çok internetten izliyorum.

    Ama bir zamanlar kendi kültürümüzü, kimliğimizi inşa etmemizde, Türkiye’de bizler gibi sol çevrelerden yetişen insanlar için Cumhuriyet Gazetesi’nin yeri apayrıdır.

    Bütün eleştirilerle birlikte, bütün tartışmalarla birlikte Cumhuriyet Gazetesi markadır. Çok önemlidir, katkıları herkese, tüm ülkeye ama bizlere katkısı çoktur. Bu anlamda da hayatının bir dönemini daha önce Cumhuriyet’te geçirmiş olan ve şimdi Cumhuriyet’te yoluna devam eden Kadri Gürsel’in de Türkiye’ye katkısı çok.

    Bu insanlar aldıklarından fazla veren insanlar. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum.

    Bu insanlara kimsenin kötülük etmeye hakkı yok. Gerçekten dünyanın her yerinde, buradaki standartların çok üzerinde yaşayabilecek insanlardan bahsediyoruz. Büyük bir çoğunluğu böyle. Kadri özellikle böyle. İstese çok rahat bir şekilde Fransa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde, İngiltere’de çok daha, en azından güvenlikli bir şekilde kendi hayatını, ailesinin, eşi Nazire ve oğlu Erdem’in hayatını sürdürebilirdi. Ama burada, Türkiye’de kalmış birisinden bahsediyoruz. Çıkmaları çok kolay olan ama kalan birilerinden bahsediyoruz.

    Hepimiz aslında bir şekilde o eski faşist sloganın yeni bir versiyonuyla karşı karşıyayız: “Ya sev ya terk et” sloganıyla. Ama ortada şöyle bir sorun var: Biz seviyoruz. Sevdiğimiz için terk etmiyoruz. Birileri bizi sevmiyor diye bu ülkeyi terk etme gibi bir duygu içerisinde değiliz. Kadri, Aydın Engin, Turhan Günay, Murat Sabuncu bunun son örnekleri.

    Daha önce içeriye alınmış olan Mehmet Altan, Ahmet Altan, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan ve başkaları, hepsi bunun örnekleriydi. Bu insanlara yapılan kötülükler Türkiye’ye yapılan kötülüklerdir. Bu insanlar kalemleriyle (artık kalem pek olmuyor ama kalem diyelim), kalemleriyle, fikirleriyle, haberleriyle, yorumlarıyla var olan insanlardır. Onların cezalandırılmak istenmesi fikrin, haberin, düşüncenin cezalandırılmak istenmesidir. Bu da Türkiye’nin çok büyük bir ayıbıdır.

    En kısa zamanda Kadri’yi bu stüdyoda tekrar konuk etmek dileğiyle. Kendisine çok geçmiş olsun diyorum.

    İnşallah bir an önce aramıza kavuşacaklar, hepsi, birlikte.

    Sizlere de bizi izlediğiniz için, benim bu konudaki, Kadri’yle ilgili tanıklığımı izlediğiniz için sizlere de çok teşekkür ediyorum.

    İyi günler.

    3 Kasım 2016
    Ruşen Çakır, gazeteci

  126. özgürlükçü

    anonim 87 ye verdiğim cevap sansürlenmiş zileli
    mümkünse ………. sorunlu kelimeler olmadan yayımlayın.

  127. “‘Kapitalizm’ gibi, temelini ekonominin (iktisadın) oluşturduğu mekanizma ise evrenseldir. Susuz kalmanın, aç kalmanın, kaynakların nasıl tasnif edilip nasıl dağıtılacağının, ekmek parası kazanmak için rekabete mahkum edilmenin … ‘Doğu’su veya ‘Batı’sı yoktur.
    ‘Kapitalizm-Antikapitalizm zıtlığının doğuda anlam ifade etmemesi…’ ifadeniz, sadece birkaç örneği baz alarak söylenen kısmi bir saptamadır. ‘Doğu’ toplumlarının çoğu, hâlâ, kendi terminolojilerini kullanarak yaşar (erozyon elbette var, ama henüz tamamıyla tükenmiş değiller). Batı’da ‘artı değer’ demek ile Doğu’da ‘kul hakkı’ demek, kelimeler/terminoloji farklı olsa bile, ulaştığı sonuç aynıdır.”

    Sorun “kapitalizm” gibi bazı kavramların muğlak olması, çoğu kişi için somut ve net bir anlam ifade etmemesidir. Taraf gazetesi yazarı Serdar Kaya’nın “Türk’ün kapitalizm ile deşarjı” başlıklı yazısında değindiği gibi:
    “Antikapitalist söylem, her eleştirisinin merkezine oturttuğu kapitalizmi çoğu zaman tanımlama zahmetine dahi girmiyor. Karşı çıkılan tam olarak nedir? Serbest piyasa mı? Mülkiyet hakkı mı? “Tüketim çılgınlığı” mı? Emek sömürüsü mü? Güçlü devletlerin uygulamaları mı?
    Bu soruyu “Hepsi” ya da “Hiçbiri” şeklinde cevaplandırmak mümkün. Çünkü, yaygın söylem, bilgiden ziyade tepkiyle şekilleniyor ve spesifik ya da tutarlı olmak gibi kaygılara sahip değil. Bu durumun doğurduğu üç belirgin sonuç var: (1) Kapitalizm karşıtlığı, içeriği konuya ve duruma göre değişen bir muhalefet söyleminde ifade buluyor. (2) Bu tepki bazlı söylem sadece eleştiriye ve muhalefete odaklandığından neredeyse hiçbir alternatif sunmuyor, ve (3) insanları özeleştiriden uzaklaştırarak yanı başlarındaki asıl problemleri göremez hale getiriyor.”
    Serbest piyasayla, mülkiyet hakkıyla, tüketim çılgınlığıyla, emek sömürüsüyle ve güçlü devletlerin uygulamalarıyla (ayrı ayrı) mücadele edilebilir.
    Ancak bunların hepsinin üstünde ve dışında ve bunları içeren bir “sistem”le (üstelik böyle bir “sistem”i herkesin üzerinde birleştiği somut bir tanımla tarif etmeden) mücadele etmek ne kadar gerçekçi ve uygulanabilir bir öneridir? Tartışılmaya muhtaç.

  128. Cumhuriyet gazetesi, dogu perincek, Mustafa balbay cevresinde dönen kayyim entrika söylentileri hakkinda ne düsünürsünüz Zileli.

  129. marxist argüman

    94 nolu yorumdan alinti:
    “‘Siyah Türk’ diye yaftalanan cenahın, vaktini ‘Çayla’da geçirdiği iddia edilebilir, peki asıl kâr eden: Kapitalizm. (http://www.cayla.com.tr/)”

    arkada$ yine yanli$ kapitalizm ele$tirileriyle kafamizi $i$irme; o yanli$ ele$tirilerine bir ara ver; bir okuma-ara$tirma sürecine gir; hani “$ekerpare” filminde $ener $en bekci “cumali”ye diyor ya: git dola$, hava al; ben de sana diyorum ki git “cayla” da bir cay ic; yogunla$, almanca “gegenstand” dergisinin ingilizceye cevrilmi$ “kapitalizm” konulu yazilarini oku.
    senin gibi insanlara “kapitalizm” kavramini yasaklamak lazim aslinda.

    $imdi sen saniyorsun ki yukarda yazdigin tarz bir kapitalizm ele$tirisiyle insanlari ikne edeceksin degil mi?

    senin o yazdigina kar$ilik, ortalama bir türk insani sana $unu der: “cayla” bir türk sirketidir, sen cayla’nin sirket olarak kazanmasindan neden rahatsiz oluyorsun? üstelik bu sirkette calisan, ekmek parasini kazanan bir sürü insan var; sonra ben de gidip orda cay iciyorum; servisinden ve fiyatlarindan memnunum ve hatta ben “cay-kur” firmasinin hisse senedine de yatirim yapmi$ bir insanim; cay-kur ve cayla’nin sirket olarak büyümesinden sen neden rahatsiz oluyorsun; yoksa sen “vatan haini” misin?” vs.

  130. marxist argüman

    zileli’den alinti:
    “Bence rahatsızlığınız, AKP’nin veya liderinin sinsi ve inanılmaz planlarının açığa çıkmış olmasından kaynaklanıyor.”

    zileli kendi kendine zan ediyor ki bu yazdigi komplo senaryosuyla sözümona kap’nin/erdogan’in gizli planlarini if$a etti.

    ben tayyip erdogan kadar “dobra/acik sözlü” baska politikaci tanimiyorum. erdogan, hedef ve amaclarini hic bir ku$kuya, hicbir yanli$ anlamaya yer vermeyecek kadar acik dile getiren bir devlet adami.

    fakat zileli gibi “komplo mantigi”, erdogan’in ne dedigine bakmaz; neye bakar? erdogan’in ne demedigine.
    yani erdogan hedeflerini o kadar net ve acik ifade ediyor ki, zileli gibi öküzün altinda buzagi arayanlar “nayir, nolamaz, bu entrikaci erdogan’in bizden gizledigi bir$eyler var” diye olmadik komplo senaryolari icin fantazinin sonsuz sularina yelken acarlar.

    sayin zileli, bu siyasi fantazi ve entrika düsünceleriyle roman yazabilirsiniz ama siyasi/toplumsal olaylari aciklayamazsiniz.

    dogan avcioglu’nundan devraldiginiz “orducu” kemalist fikirlerinizi “anar$izm sosu”na batirip “solculuk” olarak burda satmaya cali$iyorsunuz.
    sürekli ve biktirici bir $ekilde kullandiginiz “anti-stalinizm” retoriginiz de sizin “darbeci/orducu/millici” kemalist fikirlerinizi “me$rula$tirmaya” yetmez.

    “özgürlükcü” adli yorumcunun “hissettigi” ama yaziya dökemedigi tamda sizin bu kemalist “kadro” ve “yön” dergilerinin cizgisinde ki fikirlerinizdir.

  131. marxist argüman

    103 nolu yorumcudan alinti:
    “Kemal Kılıçdaroğlu, eğer, “HDP’yle dayanışma içinde olmalıyız” derse, belki bir kıvılcım çakılır…
    Ama dedirtmezler…
    CHP harekete geçmeli, geçirtmezler…
    CHP’liler kafalarını dağlara taşlara vuracaklar ama iş işten geçmiş olacak!”

    bu yorumu yazan ogürsel, tarzindan belli.

    ogürsel, bu sacma mantigini/tarzini ne zaman düzelteceksin, merakla bekliyorum.
    chp’yi harekete gecirtmeyen; kilicdaroglu’na istedigini dedirtmeyen “gizli gücler” kimlerdir; arkadas sen kimlerden bahsediyorsun, hangi alemde ya$iyorsun?

    chp ve kilicdaroglu senin beklentilerin yönünde hareket etmiyorlarsa, bu, senin sandigin gibi birtakim “gizli güclerin” varligiyla alakali degil; tamamiyla senin kendi idealinde chp adli partiye ve o’nun liderine bictigin fantastik “misyon” ile alakali

    yani bu ele$tirmekten artik biktigim idealist mantik, chp’nin bir parti olarak programina, hedeflerine, varlik sebebine bakmaz, neye bakar: kendi idealist dünyasinda bu partiye bictigi bir “rol/misyon” var; chp, o “rol”e uygun hareket etmeyince bu idealist mantik bu sefer komplo mantigiyla olmadik “gizli gücler”den dem vurmaya ba$lar.

    bu idealist komplo mantigi gercegin cevresinde dolanir durur, ama gercegi görmekten ve algilamaktan özenle sakinir, neden? cünkü o “aci “gercekler”, zileli, ogürsel gibi idealistlerin fantastik dünya tasavvurlarina uymaz.

    bu idealistlerin dünyaya olan “isyan”i, bir cocugun “ama ben baska bir dünya istiyorum; ama ben baska bir dünya hayal ediyorum” seklinde isyaniyla aynidir.

    i$te bundan dolayi da devlet/düzen, bu “zararsiz” “cocuksu” “isyan”dan hicbir zaman rahatsiz olmaz.

  132. “Yani sizin gibi düşünenler mevcut düzenin doğal, zorunlu -dolayısıyla meşru veya mazur- olduğu görüşünde iken başkaları onun kapitalizm gibi başka bir kötü sistem olduğu fikrini savunabilir.”

    Bu ‘kapitalizm’ konusununda ne dusundugumu aciklamakla gececek galiba omrumun geri kalani.. 😉

    Yok, her ne kadar, ‘kapitalizm’in ‘doğal’ (dolayisi ile, de ampirik anlamda ‘zorunlu’, yani ‘doğal’ surecin ‘doğal’ sonucu) oldugunu dusunsem de, her ‘doğal’ her surecin her sonucunun herkes icin muhakkak ‘meşru veya mazur’ olmasi gerektigini iddia etmiyorum.

    Bir adim daha oteye gideyim: Ben, ‘kapitalizm’in zararli sonuclar vermeyecegini de iddia etmiyorum. Edebilir; etmistir; edecektir.

    Bu baglamda, insanin hirsindan bahsediyoruz. Dizginlenmez ise, hem kendisi icin hem de baskalari icin felaketlere yol acabilir.

    Bu boyledir de; ne yapmak gerektigi –hangi safhalarda ya da raddelerde– nasil mudahale/mucadele etmek gerektigi konusu cok da belli/belirgin degil malesef.

    Insanin ‘fitrat’indan ‘hirs’ dedigimiz (‘rekabetcilik’ de diyebiliriz) unsuru cikarmak mumkun mu –bilmiyorum–; ama, mumkun olsa bile, boyle bir sey ister miydik –hic emin degilim.

    Donelim ‘kapitalizm’ konusuna tekrar: ‘Kapitalizm’e topyekun karsi cikmak, yoktemege calismak demek –benim baktigim yerden–, hirsli insanlari yoketmege calismak ile ayni anlama geliyor. Hem sacma, hem de yararsiz –hatta, zararli.

    Onun yerine, zararli olacak noktaya gelmis olanlari dizginlemek cok daha akillica.

    Bunu yapmak icin uygun bir enstruman da var zaten: Devlet.

    Refah ucurumunun onune gecmek, dagilimi yeniden duzenlemek, asiri kapitalist egilimleri torpulemek icin bicilmis kaftan.

    Ama, solcularimiz, kimin aklina uydularsa artik, ‘Devlet’ kelimesini duyunca tilt oluyor ve uzak duruyorlar.

    Boylece, bence, tuzaga dusmus oluyorlar; fakat farkinda bile degiller.

    [ATUT uzerine zaman ayirmak bana anlamli gelmiyor. Marx benim peygamberim degil. Onun bilmedigi alemler icin uydurdugu seyleri tevil edip hikmetlere burundurmek benim ilgimi cekmiyor.]

  133. Marxist argümandan bir başka RTE güzellemesi daha… Önceki tahminim giderek pekişiyor. Kendileri, Marksist kılığına girmiş bir akp trolü bence.

  134. 118 marxist argüman, maksadınız laf atmak gibi görünüyor, başka şey değil.

    94’te yazdıklarımdan, işinize geleni seçip, işinize gelmeyeni yok sayıyorsunuz.

    94’te yazdığım, kapitalizmin ‘Doğu’su ‘Batı’sı ‘Kuzey’i ‘Güney’i olmadığını, soruyu soran kişiye (yani 81’e) izah etmek içindi.

    Sizin (marxist argüman’ın) yaptığınız ise, sadece kendi beyninizdekini ön plâna çıkarmak, laf atmak.

    Sizden alıntı ile açıklamamı detaylandırayım:

    senin o yazdigina kar$ilik, ortalama bir insan sana $unu der: “Starbucks” bir sirkettir, sen Starbucks‘in sirket olarak kazanmasindan neden rahatsiz oluyorsun? üstelik bu sirkette calisan, ekmek parasini kazanan bir sürü insan var; sonra ben de gidip orda cay iciyorum; servisinden ve fiyatlarindan memnunum ve hatta ben “Starbucks Corporation” firmasinin hisse senedine de yatirim yapmi$ bir insanim; Starbucks Corporation ve Starbucks‘in sirket olarak büyümesinden sen neden rahatsiz oluyorsun; yoksa sen “dünya haini” misin?” vs.

    ‘Starbucks’, dünya genelinde yaygınsa, eleştiriye açıktır.

    Ama ‘Çayla’, Anadolu’nun bağrından doğmuş bir şirketse, eleştiriye kapalıdır.

    Yok böyle mantık…

    Mesele: Kapitalizmin ‘Doğu’su ‘Batı’sı ‘Kuzey’i ‘Güney’i olmaması. 94’te yazdıklarımı, iğdiş etmek amacıyla okursanız, kendinize daha pek çok malzeme çıkarırsınız.

  135. özgürlükçü

    Siz solucanların cinsiyetini tartışırken bereketli toprakların yiğit evlatları(Demirtaş,Kışanak,Yüksekdağ) ekmeğine yağ sürdüğünüz egemen hegemonyanın ırkçı mezhepçi faşizme karşı halkımızın onur mücadelesini veriyor.
    Bu iklimde HDP ile alay edecek dili bu sitede kulanan anonim 87 giller devlet-iktidar egemen mezhepçi-ırkçı-faşist hegemonyanın hizmetine girdiğini biliyoruz offff uflu alay ederken aynada dötüne bakarsa ne yaptığını görecek!!
    Yaşanan bu zülümle uğraşırken bir de sizinlemi uğraşalım ülen utanmazlar önünüzden yiyin kendi işinize bakın HDP yle ilgili cümle kurmayın!!!!!
    Bilmediğiniz işe karışmayın bildiğini sandığınız bu konudaki bütün bilginiz egemen hegemonyanın anlattığı yalanlardır
    bu yalanları tekrar edip yeniden üretmekte ısrarcı isenin sizde efendinin yanında karşı devrimcisiniz?????

  136. 97 nolu yorum olarak alintilanmis ‘Erdoğan Nasıl Gider? Ne Yapmalı?’ baslikli yazisinda, sunlari (da) soylemis Demir Kucukaydin.

    “Böyle bir hareket başlayabilir. Kimin başlatacağı da önemlidir. Ve asgari bir kritik kütleyle ve bilinen insanlarla yeterince duyularak başlarsa, kısa sürede nüfusun yarısı buna katılabilir. Çünkü Laikler, Aleviler, Kürtler ve sağduyu sahibi muhalif Müslümanlar daha baştan katılır. Biraz istikrarlı gider ve başarı umudu görülürse, birden Erdoğan’ın etrafı boşalır.”

    Yalcin Kucuk’un soyadindan yola cikarak ‘Kucuktur ama mide bulandirir’ diyenlerden olsaydim, icinde benzer sekilde ‘kucuk aydin’ gecen bir cumle de ben kurabilirdim. Ama, degilim; dolayisi ile, kurmayacagim.

    Onun yerine, Demir Kucukaydin’in hem onyargilarina hem de ham-hayal ve cocuksu analizlerine bir ornek olarak yukaridaki kismi siyahlandirdim…

    Kucukaydin, ‘Laikler’i, ‘Aleviler’i, ‘Kürtler’i ve ‘sağduyu sahibi muhalif Müslümanlar’i, nasil oluyorsa, otomatik bir blok sayabiliyor..

    Yani, hala daha sayabiliyor.

    Gezi’de neden olmadigini –artik– sormuyorum; ama, ’15 Temmuz’da (hazir baska hersey hazirken ve kervan yola cikmisken) bunun neden olamadigini sormak herhalde gerekir.

    Bu (sanal) bloklar, o iki ‘firsat’ta bir araya gelemislerse, anlamli bir sonuc elde edememislerse; simdi nicin ve nasil ‘kağıttan bir pervane’lerle ortaliga cikmak isteyeceklerini de anlatmasini beklerdim.

    “Beklerdim” dedigime bakmayin; bekliyor filan degilim. Kidemli ‘teorisyenimiz’ ham-hayal temennilerini yaziyor cunku.

    Gole maya calmanin cagdas orneklerin biri yani…

    Bir de, dikkat ettiniz mi, bilemem; hadi, diyelim, ‘Laikler’i, ‘Aleviler’i anladik da, ‘sağduyu sahibi muhalif Müslümanlar’ diye ozellikle ayirdigina gore, ‘Kürtler’ diye saydigi blok icinde musluman mi yok, yoksa (yani, varsa) ‘sağduyu sahibi’ degil midirler?

    Ben mi yanlis anliyorum?

    Musluman Kurtler, yoksa, ‘Kürtler’den sayilmiyor mu?

    Ne zamandan beri?

  137. “bereketli toprakların yiğit evlatları (Demirtaş, Kışanak, Yüksekdağ) ekmeğine yağ sürdüğünüz egemen hegemonyanın ırkçı mezhepçi faşizme karşı halkımızın onur mücadelesini veriyor.”

    Burada, gercekten PKK’nin felsefesine inanan ve gercekten (yani, irksal anlamda) Kurt olan birisi ile bunlari konusmagi tercih ederdim.

    Ama, kadere bakin ki, tombaladan kismetime –kendi ifadesiyle– ‘Kurtcu bir Laz’ cikti..

    Afrika’nin sorunlarini bir ‘Eskimo albinosu’ ile konusmak gibi; ilginc fakat kelalaka..

    Azizim, sizin yazdiklarinizi okudukca bir bakima uzuluyorum; baska bakimlardan ise, aciyla tebessum ediyorum.

    Her ikisinin sebebi de, esasen, ayni: Yazdiklarinizdan damlayan heyecanli cehalet..

    Neresinden baslayayim:

    Yukariya yazdiginiz 3 ismin 2’si, tipki sizin Kurtculugunde oldugu uzere, ne Kurt ne de dogru durust (hic?) Kurtce bilir. Yalcin Kucuk’e gore, ikisi de onun talebesi, rahle-i tedrisinden gecmis.

    Digeri, Demirtas, ise, Zazadir. Kurtculere gore Zazalar Kurttur de, Zazalarin onemli bir kismi ayni fikirde degildir. Ayrica, Demirtas da, diger ikisi gibi, Kurtce bilmez.

    Barzani’ye (tercuman arraciligyla) “Bizim ic islerimize karisma” rest ve dahi firca ceken kimdi sahi?

    Simdi, diyeceksiniz ki, Kurt olmak neden onemli olsun? Bence onemli olmasi abes sayilmaz da; hadi, diyelim, onemsiz olsun. Ama, Kurtce bilmesi bence onemlidir –elzemdir. Kurtculuk yapacaksaniz, mutlaka ve sarttir.

    ‘Dostunun dilini, hasminin dinini bileceksin’ derler. Bos laf degildir.

    Neyse.

    Ayni durum, Kandil kadrosu icin de gecerli. Kurmay kadronun 5’inin 3’u Kurtce bilmez; kacinin Kurt olmadigini simdi ezberden soyleyemeyecegim; ama, Kurt olanlar azinliktadir.

    ‘Mahsum Korkmaz Askeri Akademisi’nde hala daha tedrisat Turkce midir? “Evladimi daga gonderdigimde tek kelime Turkce bilmiyordu; dondugunden Kurtceyi unutmustu” diyen analar var mi hala daha –bilmiyorum.

    Neyse.

    Butun bunlari altalta yazinca, “bereketli toprakların yiğit evlatları” dediklerinizin onemli bir kisminin oralara montaj sanayi urunleri olarak yerlestirildiklerini dusunmeden edemiyor insan.

    Bu boyle de –kimsenin gunahini almak isteMEmekle beraber– Demirtas’in ‘Altin Nesil’den oldugunu ilerde bir gun birisi cikip soylerse, hic ama hic sasirmayacagimi eklemem lazim.

    Bunu da eklersek, “halkımızın onur mücadelesi” konusu ilginc acilimlar kazanir.

    Ama, tabii ki, bu tur seyler sizi ilgilendirmez; siz gene slogan tadinda seyler yazin.

    Heyecan da lazim.

  138. 103 ogürsel değil.
    Evet, bu idealist mantık..
    ama.. sen de o arkaik marksizminle bence idealist mantığı taşıyorsun..
    ben önderlerden bağımsız bir Türk-Kürt “demokrasi” isyanı istiyorum…
    Takozlarını bir kenara atan…
    Bu olasılığı da zayıf görüyorum; bel bağlamıyorum…
    Son tahlilde, tarihsel ve kuşbakışı bakıldığında sağcısı-solcusu .. seçtiğimiz, boyun eğdiğimiz, bir şekilde değiştiremediğimiz önderliklerle, kanaat abileriyle..
    hak edilmiş bir rezalete sürüklendiğimizi düşünüyorum…
    Layığımızı yaşadığımıza inanıyorum…
    Bu sebeple.. bence, yıkım sonrası dönemin siyasetini düşünmeye başlamalı.. 1917 de olduğu gibi… (Yazık ki, henüz bir Sosyalist Devrim olarak değil; en ileri bir sosyal devletçi benzeri.. ve yerel-komünal birliklere izin veren vs…)
    Bir program yoksa yine bu faşistler başka kılıkta .. CHP kılığında da iktidara geçerler…

  139. Necip, özgürlükçüyü dişine göre bulmuş 🙂

  140. Necip, Erdoğan’ın/AKP’nin gitmesinden korkuyor mu?

    Bu iktidara karşı bir uyanışı mı hissetti yoksa? [“There has been an awakening. Have you felt it?”]

  141. “Bir de, dikkat ettiniz mi, bilemem; hadi, diyelim, ‘Laikler’i, ‘Aleviler’i anladik da, ‘sağduyu sahibi muhalif Müslümanlar’ diye ozellikle ayirdigina gore, ‘Kürtler’ diye saydigi blok icinde musluman mi yok, yoksa (yani, varsa) ‘sağduyu sahibi’ degil midirler?
    Ben mi yanlis anliyorum?
    Musluman Kurtler, yoksa, ‘Kürtler’den sayilmiyor mu?”

    Böyle ifade etmesinin nedeni, Türklerin içindeki “Laikler, Aleviler ve sağduyu sahibi muhalif Müslümanlar”ın batıdaki/Türkiye’deki, Kürtlerin ise doğudaki/Kürdistan’daki muhalif kesimler olması değil mi?
    Öte yandan, Alevilerin içinde de Kürtler (ve tersi), ya da Kürtlerin içinde de “Laik”ler yok mu zaten? Bunları ayrıca ifade etmesine gerek yok.

  142. Tekraren iddia ediyorum , Cumhuriyet gazetesi davasindaki sorulan sorulari dikkate aldiktan sonra, Dogu Perincek ve Vatan Partisi , bir kisim ullusalcilar,sürecin suflörlerindendir.

  143. Bozulan Esme Ruhu ile gelisen sürecte, memleketin yigit Lazkiye Fatihini sürec ortagi iceri atmis . himmmm…

  144. özgürlükçü

    Necip cahil olmayan çok bilmiş çok bildiklerini küçükken komşuya braktıklarında öğrendiğinmidir yoksa verdiğin bilgilerden anlaşıldığı gibi MİT mesaisindenmidir anlamadık!
    Neden bereketli toprakların yiğit evladı cümlesinden gocundun o yorumda önünden ye bilmediğin işlere karışma HDP senin neyine dendiğini okumadınmı!!!!
    Bu gün bu yapılanlardan sonra başka sataşacak konu yokta HDP midir!!! Anlaşılan sen de efendin gibi anlamışsın bu zülümler yetmez ilaveten senin gibi onu bunun evlatlarınında itibarsızlaştırma işine soyunması lazım olduğunumu hatırladın o ismini andığın demirküçük aydın gibilerin yanından geçemez ……oturamazsın!!!!
    Ne güzel biz cahil sen çok bilmiş olduğuna göre daha ne istiyorsun!!!
    Senin istediğini biliyoruz da maalesef o taraklarda bezimiz yok!!!! iyisi sen otobana çık!!!!!
    Bu yiğit evlatların kurtçü olduğunu nerden çıkardın mecburen kürtçe bileymiş bilmese ne olur bilse ne olur işlevi mühim olduğunu en iyi sen bilirsin(komşuda öğretmişlerdir yoksa demirtaşın işlevimi seni rahatsız etti sence altın çocuk derken dış düşmanların ajanı ihbarımı yapmak istedin!!!!
    Gün zileli beni senin dişine göre bulduğunu söylemiş dikkat et diştende olma!!!!
    İşine bak necip sen git mitli itli sitelerde kendin gibilerle yat kalk!!!!!!!özgürlükçü toplumsal devrimcilerle uğraşma!!!!)

  145. Kürt, Türk, zengin, fakir, kadın, erkek… Evet, bunların hepsi toplumdaki ayrımcılık noktaları, ama şu andaki temel ayrım direnenler ve teslim olanlardır. Biz HDP olarak direnenlerin tarafındayız ve herkesi de bu tarafa davet ediyoruz. Elinizde ne imkân varsa direnin. Kimi dua ederek direnebilir, kimi sokağa çıkarak, kimi akademide, kimi cezaevinde direnebilir. Kimi içinden geçirerek “ben sana teslim olmadım Erdoğan” desin en azından. Dirensin insanlar, biz kazanacağız.
    Selahattin Demirtas.

    Kim bunun altina imza atmazki.

    Sordugumuz soru su . E peki oyleyse Demirtas, nereden cikmisti o Esme Ruhu, Nereden cikmisti o bizim politikalarimiza uymayan ötekidir anlayisi, Bir Gun muhabirleriyle dalga gecmek, Odp ye tehditler, Levent Tuzel in tavrina bile tahammulsuz merkezi Politik anlayis(hani cogulculuk, hani tekci olmama) ??Siz iktidarla uzlasirken buna evet diyecek bir sol. Siz kavga ederken kavga edecek bir sol. Bunu yani? (ozgürlükcu nun bana yönelik kufur ve hakaret iceren yorumlari, kaliteli ve turkce gramere uygun ise yayinlayiniz Zileli:))

    Budur sorun .

    Read more: http://www.gunzileli.com/2016/10/31/cumhuriyete-saldiri-ya-da-acik-fasist-diktatorlugun-ilani/#ixzz4PAjOFd3U

  146. Neden HDP yi elestri konusu yapiyoruz, Hic dusunulmuyor bunun uzerine. Ne yani CHP yimi AKP,MHP yimi elestri konusu yapacaktik. Onlar elestrimizin konusu ise zaten Politik olarak yanlis yerdeyiz demektir.(belki sundan dolayi anlasilmaz kilindi, bir dönem HDP nin konumu duzen disilik degil radikal bir elestriden ibaretti, bu yuzden elestri den tam bir karsitlik anliyor, elestriye karsi taraflasiyorlar, terminolojinin en radikal oldugu kavram elestri olunca, olur o oyle) HDP jargonu yenilikler yapacagim derken , bazi Tabulari yikayim derken, daha vahim ici bos , sakat yanlis bir retorik, daha baska tabular yaratti. ozgurlukcu ve argumentum maximumda görebileceginiz uzere.

  147. Necip , velev ki hic bir kürt kürtce bilmesin, azinlik sayilamayacak Kadar büyük bir kitlesellik türkce konusmasina ragmen kendini Türk degil Kürt olarak görüyorsa , ortada tartisilacak bir sey yok demektir, Senin terminolojin demagojik bir bir asimilasyon terminolojisidir..

    sana fiktiv bir ornek vereyim. Varsayalim TC Azerbaycani isgal ve ilhak etsin, mutlaka ve mutlaka Azerbaycanda ulusal temelde itirazlar yukselecektir. Ana dilleri Türkce olmasina ragmen.

  148. Necip in, dogur buldugum tespitlerinden yola cikarak cikarsadigim öneriler:

    1. kürt halki dilini unutmak üzeredir. Bunun önüne gecilmelidir. Kürt halki ana dilini ogrenmelidir.
    2. Kürt Politikacilari Kürtce kendilerini ifade edememektedirler. Kürtce `lingua franca`nin kurumlari olusturulmalidir.

    3.Kürtceden baska Zaza ca vb dillerde vardir. Bu dillerinde unutulmasinin önüne gecilmelidir.

    Katkilarindan dolayi tesekkür ederim Necip 🙂

  149. [15 Temmuz’a karşı çıkanlar aşağıdaki yazar ve benzerleriyle aynı cepheye düşmüş olmuyor mu?]

    Darbeyle İlgili

    * 15 Temmuz darbesi Türkiye’deki büyük, küçük, orta bütün çivileri yerinden oynatmıştır.
    * Bu darbenin, Fırka-i Nâciye Ehl-i Sünnet ve Cemaat kriterlerine göre islamî hiçbir meşruiyeti yoktur.
    * Bu, meşru bir hurucale’s-sultan hareketi değildir.
    * Sivil ve askerî bir darbedir.
    * Siyaset ve darbe satrancı olarak, darbeciler tarafından ilk hamlede kaybedilmiştir.
    * Derin düşünülürse darbe satrancının kazananı yoktur, iki taraf da kaybetmiştir.
    * Asıl kaybeden devlet, ülke ve halk olarak Türkiye’dir.
    * Sorumlular, vazifeliler darbenin ayak seslerini duymamışlardır.
    * Diyanet, Ehl-i Sünnet akaidi açısından, darbeyi önlemek, gerek Müslüman halkı, gerek idarecileri uyarmak için gerekenleri yapmamıştır.
    * Darbe konusunda korkunç ve affedilmez bir istihbarat zafiyeti olmuştur.
    * Darbe ile ilgili uyarılara kulak ve önem verilmemiştir.
    * Batı dünyasındaki İslam ve Türkiye düşmanları, darbenin başarılı olmamasına çok üzülmüşler ve hayıflanmışlardır.
    * Darbe, Batı’nın bazı derin güçleri tarafından desteklenmiştir.
    * Darbenin yüzde yüz yerli ve millî olduğunu iddia etmek büyük akılsızlık ve beyinsizlik olur.
    * Mısır’daki gibi bir darbe yapılmak istenmiştir.
    * Bu darbe, GEZİ darbe teşebbüsünün devamı mahiyetindedir.
    * Darbe, Bediüzzaman Said Nursî’nin İslam ahlak ve siyaset anlayışına tamamen aykırıdır.
    * Darbe yüzde yüz bastırılamamıştır. Seçimle gelen siyasî iktidara, kendisini derleyip toparlamak için mühlet verilmiştir.
    * Darbenin kötü olması, Türkiye’nin düzeninin iyi, hak, âdil, doğru olduğuna delalet etmez.
    * Şer güçleri, darbeyi bahane ederek dinin bütününü ve meşru dinî cereyanları da işin içine sokmak isteyeceklerdir.
    * Onların bu şeytanî siyasetine karşı tedbir alınmalıdır.
    * Türkiye’deki Ehl-i Sünnet Müslümanlarının tek bir Ümmet teşkilatı olsaydı ve bunun başında kendisine biat ve itaat edilen râşid, âdil bir İmam bulunsaydı bu darbe yapılamazdı.
    * Dinî cemaatler, tarikatlar, cereyanlar; din ve inanç hürriyetine zerrece kısıtlama getirmemek şartıyla kontrol edilmelidir.
    * Osmanlılar zamanındaki Meclis-i Meşâyihe benzer bir denetim ve kontrol mekanizması kurulmalıdır.
    Bazı şahıslar ve kuruluşlar tarafından, din adına rastgele, kontrolsüz, kayıtsız para toplanmamalıdır.
    * Makbuzsuz, muhasebesiz (camilerde bile) para toplanmamalıdır.
    * Diyanet İşleri Başkanlığı ve (muhayyel) Ümmet teşkilatı, Din iman Kur’an hizmetleri konusunda, Ehl-i Sünnet kriter, hüküm ve ilkeleri açısından denetleme yapmalı, gerektiğinde halkı uyarmalıdır.
    * Bugünkü laik kopukluklar sistemi ve düzeni devam ettiği ve meşru görüldüğü müddetçe yeni darbeler beklenmelidir.
    * Türkiye’de İngiltere ve Japonya’dakine benzer bir devamlılık sistemi kurulmalıdır.
    * Bütün kopukluklar giderilmeli, yerlerine devamlılık getirilmelidir.
    * Din devlet ayırımı ve kavgası yerine, İngiltere’deki gibi din-devlet birliği getirilmelidir.
    * Din ve devlet bütün hayırlı ve meşru konularda işbirliği yapmalıdır.
    * İngiltere’de laikliğin esamisi okunmaz, orada hükümdar aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin başıdır.
    * Birleşik Krallığın Büyük Britanya bölgesinde, bütün liselerde sabahleyin, dersler başlamadan önce, okulun kilisesinde âyin yapılması ve bu âyine iştirak mecburîdir.
    * Türkiye’de huzur, rahat, dirlik ve düzenlik, âsâyiş olmasını istiyorsak, hep birlikte din sömürüsünün önüne geçmek zorundayız.
    * Din sömürüsü yapan alçak, rezil, hain münafıklar; İslam’a ve Ümmete harbî kâfirlerden daha fazla zarar vermektedir.
    * Bugünkü gayr-i millî ideolojik eğitim sistemi ve okullarla, bugünkü düşük kültür seviyesiyle, bugünkü şifahî kültür ve zihniyetle başka darbeler olacaktır.
    * Türkiye’nin bugünkü (2015) uluslararası şeffaflık, temizlik, ahlak notuyla (Yüz üzerinden 42’dir) yeni darbeler olabilir. Bu notun en az 70 olması gerekir.
    * Bugünkü büyük medya ile Türkiye düze çıkamaz, huzur bulamaz.
    * Bugünkü hukuk sistemimiz aile ve toplum yapımıza uygun değildir.
    * Türkiye’nin idaresi hikmet=bilgelik ile yürütülmedikçe şu veya bu şekilde darbe teşebbüsleri beklenmelidir.
    * Norveç’te, İsveç’te, İsviçre’de, İngiltere’de, Almanya’da, Japonya’da, diğer şeffaf ve temiz ülkelerde niçin darbe olmuyor
    * Türkiye’de devletin, halkın, adaletin, hukukun üzerinde, hakim bir resmî ideoloji bulundukça daha başka darbeler görebiliriz.
    * Egemen azınlık, vesayet sistemi kesin şekilde sonlandırılmalıdır.
    Mehmed Şevket Eygi / Milli Gazete / 29.10.2016

  150. marxist argüman

    necip,
    kürt ve kürdistan konusunu samimiyetle merak ediyorsan, seni bu konuda aydinlatacak yeterli bilgi ve tecrübeye sahibim fakat, her zaman yaptigin gibi devleti/düzeni nasil temize cikaririm kaygisiyla demagoji yapmaya kalkarsan; cumhuriyet kuruldugundan beri devletin her türlü terör, katliam ve i$kencesine maruz kalmi$ ve hala da kalmakta olan kürtlerin durumunu “alay/dalga” konusu yapmaya kalkarsan, beni artik taniyorsun; sana ba$ka bir dille, yani bir türk irkcisinin/milliyetcisinin/muhafazakarinin anlayacagi bir dille cevap yazarim, haberin olsun.

    1. laz u$agi “özgürlükcü” “halkimiz” derken yalnizca kürtleri kastetmiyor; kürtcülük falan da yapmiyor; laz u$agi, “halkimiz” derken özelde hdp’ye oy veren insanlarin hepsini, geneldeyse türkiyede yasayan tüm insanlari kastediyor.

    bu, “halk/volk” denilen “fiktif” kitleyi idealize eden tipik sol/sosyalist jargondur; o “halk” denilen kitle sosyalistleri desteklesin desteklemesin, onlar yine de “halkimiz” diye o insanlari idealize etmekten geri durmazlar.

    soru: laz u$agi laz oldugu halde neden hdp de cali$iyor?
    cevap: “kader ortakligi”, yani laz u$agi türkiyede dogup türk “irkina” mensup olmama kadersizligi/talihsizligi sonucu T.C. devletinin asimilasyon/türkle$tirme politikasina maruz kalmi$ ve bu asimilasyonu/türkle$tirmeyi “sorun” yapmi$ bir insan, tipki kürt ulusalcilari gibi.

    soru: laz u$agini, hdp’de calismaya motive eden nedir?
    cevap: hdp’nin öngördügü devleti/T.C.’yi bati standartlarina göre “demokratikle$tirme” hedefi gercekle$irse, birincisi, “demokratikle$mi$” bir devlet demek, asimilasyon/türkle$tirme politikasini terk etmi$ bir devlet demektir; ikincisi arti, laz, kürt, cerkes vs. “türk” olmayan diger azinliklar ana dilde egitim, ana dilinde okuma yazma, ana dilini ve “kültürünü” baskiya, asagilanmaya maruz kalmadan yasatma, gelistirme serbestligi demektir.

    2. “ulusal kurtulu$” mücadelerinde terk irk, tek dil ariyorsun.
    “türk ulusal kurtulus” mücadelesine, gerek kadro gerek tabani göz önüne alirsak, anadoluda ya$ayan envai cesit etnik ve dini azinlik katilim saglami$tir. kim hangi niyetle, hangi motivasyonla, gönüllü mü gönülsüz mü katilmistir, bunlar ayri tartismanin konusu.

    kemalistlerin icnden geldigi jöntürk hareketinde ki insanlarin etnik ve dini kimligine bir bak bakalim, karsina nasil bir “mozaik” cikacak.

    amerikayi kuran ulusal hareketin kadro ve tabanini göz önüne al, karsina yine “mozaik” cikar.

    sen, devleti idealize eden bir insan olarak, devletin resmi propagandasini hic sorgulamadan özümsemi$sin, sonra bu “resmi” argümanlarla kalkip burda kürt sorununu tarti$iyorsun.
    agzin laf yapiyor diye sana burda bazilarinca “adrurrahman celebi” muamelesi yapiliyor/du. gercekte, devletin resmi propagandasini hic sorgulamadan benimsemis ve dünyaya kapali, kendi kücük dünyasinda yasayan tipik bir müslüman-türk muhafazakarisin.

    soru: devlet neden sürekli olarak kürt ulusalcilarinin kürtceyi bilip bilmediklerini gündeme getiriyor?
    cevap: devlet, “isyankar” kürt ulusalcilarini her türlü fiziki $iddet/terörün yanisira, kar$i propaganda ile gayri me$ru olarak damgalamak; izole etmek; halk icinde destek bulmalarina mani olmak istiyor.
    devletin, “bunlar kürt degil, kürtce de bilmezler, sünnetsizler, ermeniler, dis devletlerin ma$asilar” seklinde ki irkci karsi propagandasini bu cercevede düsünmek lazim.

    soru: kürt ulusal hareketi kadrosu icinde gercektende ana dilini bilmeyen insanlar var mi?
    cevap: evet

    $imdi burda dikkat: necip gibi burda devletin borazanligini yapan “devlet kullari”, kim olursa olsun, bir insanin neden ana dilini bilmedigini merak etmezler; onlar devlet babalarinin devlet terbiyesini almi$ devlet kullari olarak sonuca/skora bakiyorlar.

    dünyada “ben ana dilimi ögrenmek istemiyorum” diye red etmi$ tek bir insan var midir?
    bir bebegin, ben $u dili, bu dili ögrenmek istiyorum, deme $ansi var midir, yoksa anne-baba bebekle hangi dili konu$ursa, bebek o dili mi ögrenir?

    soru: peki kürtlerde $u anda ana dilini hic ögrenmemi$ ya da ögrenmi$ ama sonradan unutmu$/unutmak zorunda kalmi$ insanlarin varligini nasil aciklayacagiz?
    cevap: necip’in devleti T.C.nin türkle$tirme/asimilasyon politikasi.

    soru: bu asimilasyon/türklestirme politikasi nasil hayata geciriliyor?

    cevap: birincisi psikolojik: yani bir yandan halka, vatanda$a “türk” irkinin ne kadar yüce, üstün bir irk oldugu vaaz edilirken, diger yandan “türk” olmayan diger etnik kimlikleri, “irklari” asagilayarak, hor görerek, “türk” olmayan diger insanlari kendi ana dilinden, kültüründen utanir hale getirmek.

    kürdistanda istisnasiz her cocuk hayatinin en azindan belli bir evresinde, devletin bu irkci asimilasyon politikasinin sonucunda kendi ana dilinden ve hatta türkce bilmeyen anne-babasindan ve etnik kimliginden utanc duymustur. kürt cocuklarinin yasadiklari bu “utanca” son veren gercektende pkk’nin ulusal mücadelesi olmustur.

    ikincisi okul egitimiyle. kürdistanda $u anda durum nedir bilmiyorum, ama yakin zamana kadar, 90li yillara kadar okula giden kürt cocuklarinin okulda ana dillerini konusmalari yasakti, yasaktan öte dayakla cezalandirilirlardi. dahasi, ögretmen kürt cocuklarinin evde de kürtce konusmasini yasaklardi; cocuklari, birbirlerini ihbar etmeye zorlardi ve cocuklarda birbirlerini gercekten ihbar ederlerdi: “ögretmenim falan arkadasimiz annesiyle kürtce konustu, ben duydum.”

    devletin kürdistanda ki resmi görevli ajani ögretmenler sayesinde anne-baba cocukla, cocukta anne-babasiyla kürtce konusmaya korkar hale gelirdi. isin komik yani, ne anne-baba ne cocuk dogru düzgün türkce bilmiyor fakat ögretmenin korkusundan birbirleriyle türkce konusmaya calisiyorlar.

    türkiyenin batisinda yasayan kürt cocuklari icin bu traji-komik cocukluk safhasi biraz daha cabuk gecer, cünkü “türklerin icinde” asimilasyon/türklesme ister istemez daha hizli gerceklesiyor.

    devletin/ögretmenin korkusuyla ve tabii ki birde ekmek parasi kazanmak icin olmazsa olmaz sart olan türkce dilini konusup kendi dilini ise “lanetli/belali” bir dil olarak unutmaya ve giderek inkar etmeye baslayan kürt cocuklari, bu sürecin sonucunda ana diline “yabancilasma” denilen bir durumu yasamaya baslarlar.

    sonuc: devletin irkci milli egitim programinin sonucu türklesmis, asimile olmus kürt cocuklarinin icinden bazilari büyüdükten sonra devletin bu “türklestirme” politikasini “sorun” edip kürt ulusal hareketine katilinca, devlet ve devletin borazani necip gibi devlet kullari, yine kendi eserleri olan o asimilasyonu/türklesmeyi kürt ulusalcilarina kar$i bir argüman olarak kullanirlar: “kürt ulusalcisina bak, kürtce bile bilmiyor!”
    “alay”, “eglenme” denilen $ey i$te buna denir.

  151. AB ve ABD den özgürlük ve demokrasi bekleyenlere; AB nin aciklamalarinda( HDP tutuklamalari sonrasi) , bilinen sert aciklamalarinnda vurgu hep, Türkiye nin Suriye sorununda kilit konumuna yapilmakta, sadece multeci meselesi degildir bu. Suriye rejiminin yikilmasi Planidir daha cok. AKP bu önemliligini kullanacaktir..Soz kendinizi AB ABD bati AKP den rahatsiz diye avutmaya devam edebilir, konsoloslar ve bir kac partilinin aciklamalariyla avunabilirsiniz. AB ABD Bati devletlerini, hatta onlarin sol partilerini bile , son tahlilde , Super Nato ust akillar denetler ve yönlendirir.AKP de Super Nato nun programlarinin (rahatsiz etsede) uyguluyacisidir.Biraz fazlaca kendi <ideolojisine kertmektedir, oyunu Kaba oynaktadir. Hepsi bu. Hal böyle olunca Perincek ve Vatan partisi, AKP ile ilgili baglaminda fena sayilmiyacak olcude, Super Nato ya Uygun politikalar izlemektedirler. Bu Kadar avanak oldukca, solun bir kesimi ve kürtleri de yedeklemekte beis görmez Super Nato. Bu da bonustur.

  152. Eger Perincek ve surekasi, Vatan partisi, Ruslar tarafindan ciddiye alinip. AKP nin Nato politikalarindan saptigina Ruslari ikna etmede rol oynamislarsa, eger Ruslar bu kadar Naiv olabilmislerse, Suriye deki AKP Nato plani ilerledikten sonra, Perincek ve Vatan partililerin Rusyaya bir daha seyahat edemiyeceklerini, ve Perincegin Emperyalist Rusya yi yeniden kesfedecegini bekleyebiliriz.:)

  153. Yukarıda yazısını alıntıladığım “darbe karşıtı” yazarın şort giydi diye otobüste saldırıya uğrayan hemşire hakkındaki yorumu;
    “Dönme ve pagan gazete ve tv’ler, bu haberin üzerinde fazla durmadılar. Onlar için çok ama çok önemli olan, otobüsteki tahrik edici kıyafetli şortlu kadına tepki gösteren vatandaştı. Onlar bu vatandaşı linç ettiler, yargıya baskı yaparak tutuklanmasını sağladılar, en ağır cezanın verilmesini istiyorlar.”
    http://www.milligazete.com.tr/bir_tek_nal_eksik_olsa/mehmed_sevket_eygi/kose_yazisi/31780
    Olayın haberi şurada;
    http://www.hurriyet.com.tr/genc-hemsire-sort-giydi-diye-otobuste-saldiriya-ugradi-40224486
    Eğer Türkiye’deki “darbe karşıtı” kitlenin bir kesimi bu zihniyetteyse bu kesimle mücadele etmeden darbelerle mücadele etmek ne kadar doğru?

  154. asagidaki önermelerin dogruluguna inanmiyorum:
    1) a- Ergenekon Balyoz da bir orgut bir Darbe hazirligi yada plani yoktur.
    b- Bu davalarda tutuklananlarin hepsi Darbeci darbeye tesne , fasistlerdir.

    2) a-haziran darbe girisimi fetö cü ABD ,CIA Bati mamulu bir darbe girisimidir
    b) Bu davadan iceriye atilanlar fetöcüdür

    3) a-Bati , ABD vs , AKP yi istememektedir onu devirmek istemektedirler.
    b- Bati ABD vs nin Turkiyede AKP ye karsi bir olgunlasmis Politik alternatifi vardir
    c- Akp Bati dan kopmustur.

    4) Dogu perincek, Vatan Partisi , ulusalcilar, Anti Nato ,Anti ABD dirler.

    5) a-Ulusalci olmayan bir Anti Emperyalizm yoktur.
    b-Anti emperyalist , yerli bir burjuva sinif ve katman ve bunun Politik yansimasi vardir var olabilir.Bir ittifak yapilabilinir.
    c- Anti emperyalist bir mucadele gereksizdir. (hele boylesi bir donemde ulkelerin ulkelere demokrasi ihrac ettigi)
    d- Anti Emperyalist olmadanda anti Kapitalist özgürlükcü falan olunabilinir. anti emperyalizm kavrami gereksizdir.
    6) a- BOP diye bir sey yoktur. Buna karsi mucadele etmek gereksizdir. Yada buna karsi mucadele etmemk bundan faydalanmak gerekir

    b-BOP a, Emperyalizme karsi cikmanin yolu, birlik beraberligimizi ulusal birligimizi devletimizi vs vs korumaktan gecer.Dolayisiyla Bir Kürt siyasal varligi mutlak ve mutlak emperyalizme hizmet eder

    yukarida yazdiklarimda hic bir celiski görmüyorum. Hali hazir klise ve ezberlere uygunsuzluk görüyorum…

  155. hepsinin olmasada bazi yeni türetilen kavramsallastirmalar adlandirmalara itiraz imin nedenleri,

    ornegin özgürlükcü demokrasi. ilk elden daha Ileri bir hedefi formule eder gibi görünsede , aslinda varolan `demokrasi`den , yani hali hazirda varolandan farklilasmaktakta , aslinda basarisiz kalinmasinin bir sonucu olarak görüyorum..

    Pek cok bu yeni kavramsallastirma, yeni retorik, bizi eskiyi asma , daha kapsamli daha derinlemesine kavrayislara götürmekten cok, belirli bir anda belirli bir cografyada belirli bir siyasal hareketin ihtiyaclarina göre bilinci, anlayisi kavrayisi, daraltma islevi gördügüne inaniyorum. pek cogu ise gulunc denecek kadar yapay kaliyor.Bir eksikligi gidermek, kavrayisi genisletmek ve derinlestirmekten (buna hizmet etse hic itirazim olmaz, etmeyenenide itiraz etmiyorum zaten) cok daraltiyor. pek cok Mantik hatasini örtmek icin yapay üretimler gibi duruyor, bazi mantiksizliklara soru sorulmasini bile önleyen genellemeler, kullananlarin bire iceriginde tam uyusamadigi

  156. Demokrasi istemekle sinirli ufuklari olanlarin, Diktatörlükten yakinmaya haklari olmadigini düsünen eski moda düsünenlerdenim. Demokrasinin basina özgürlük ekleyince bu kadim sorunu ( ve bircok baglantili sorunu, devlet iktidar vs) cözdügünü söyleyenler ya saftirlar ya yalanci…:)

  157. 9 ‘CUMHURİYETÇİ’
    Gazete miz Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, Cumhuriyet Vakfı yöneticileri Önder Çelik, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Güray Öz, Hakan Kara, Musa Kart ve Cumhuriyet Kitap Yayın Yönetmeni Turhan Günay tutuklandı.
    BALBAY VE COŞKUN
    Yazarlarımız Hikmet Çetinkaya ve Aydın Engin’i serbest bırakan İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği, eski yazarımız CHP milletvekili Mustafa Balbay ve Alev Coşkun’un gazetemize yönelik iddialarını 9 yöneticimizin tutuklanması kararına gerekçe olarak gösterdi

    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/626758/EGiLMEYiZ.html

  158. Sözcü. Balbay Alev Coskun..

    Bu isin biryerlerinde Perincek yoksa ben ne olayim.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/626758/EGiLMEYiZ.html

  159. Cumhuriyet i eski cumhuriyetciler Ihbar etmis.. tevekkeli degil Mustafa balbay zirt pirt ulusal kanalda:)) genler uyusuyor, ihbarcilik milliyetcilik

    Alev Coşkun’un savcılığa verdiği ifade şöyle: “Gazetenin 23 Mayıs ve 24 Mayıs 2015 tarihli baskıları çok önemli. Gazetenin temel bir ilkesi var. Cumhuriyet logosunun üzerinde asla haber konmaz. Dinci ve tarikatçıların haberleri de kural olarak asla ilk sayfada verilmez. 23 Mayıs’ta ilk sayfada FETÖ lideri Fethullah Gülen’in resmi ile birlikte, ‘fakirhaneme bunlar malikâne diyor’ sözleri servis edildi. Gazete tarihinde gerçekleşmemiş bir olay.” Gazetenin FETÖ ile ilgili yazı dizisinin ilk sayfadaki yazılarının incelendiği ifade edilen kararda, “Terör örgütü denilmediği, bu şekilde tüm şüphelilerin, Cumhuriyet gazetesinin süreklilik arz eden bu terör örgütlerinin reklam ve propagandasını yapma faaliyetlerinden sorumlu oldukları” iddia edildi.

  160. marxist argüman

    kemal kilicdaroglu:
    “Türkiye’nin itibarı büyük ölçüde zedelenmiştir. Şu anda dünya ayaktadır, ‘Ne oluyor Türkiye’de?’ diye… Milletvekilini, gazeteciyi, öğretmeni, üniversite hocasını hapse atarsın. Ne olacak peki bu Türkiye’nin hali? Herkesin hapiste olduğu bir Türkiye mi daha saygındır, herkesin özgür olduğu bir Türkiye mi daha saygındır?” basin

    dikkat edilirse kilicdaroglu’nun hükümeti ele$tirirken göz önüne aldigi kriter/ölcü: devletin/T.C.’nin dünyada ki sayginligi. i$te devlet adami olmanin tipik örnegi!
    yani, basin ve muhalefetin kriminalize/terörize edilmesi devletin/T.C.’nin itibarini zedelemese sorun yok ama gel gör ki zedeliyor.
    yine kilicdaroglu’nun “hic birseyi düsünmüyorsaniz bari devletimizin/türkiyemizin itibarini düsünün; bunun hatrina bu i$lerden vazgecin!” anlaminda hükümeti ikna etmeye calismasina dikkat buyurunuz.

  161. marxist argüman

    “devletin borazani” necip’ten alinti:
    “Ama, solcularimiz, kimin aklina uydularsa artik, ‘Devlet’ kelimesini duyunca tilt oluyor ve uzak duruyorlar.”

    devlet babasinin devlet terbiyesini özümsemi$ “devlet kulu” necip misyonerlige devam ediyor.
    ha gayret necip, bu dünyadan göcmeden önce yoldan sapmi$ birkac “cahil” solcuya devlete/millete kazanabilirsen cennette yerin garantidir; insanlari sömürerek biriktirdigin servetin günahini böyle sevaplarla “amortize” edebilirsin.

    evet sayin okuyucular, devletine/milletine hayirli birer vatanda$ olmak isteyenlerin misyoner
    necip’e sözlü ya da yazili ba$vurmalari rica olunur.

  162. marxist argüman

    FETÖ’yü $eytanile$tirmek ve FETÖ ile yikanip yunmak

    fetullah gülen hareketi devlet tarafindan kriminalize edildiginden beri türkiyede istisnasiz her mümin güne $u besmele ile ba$liyor:
    “eûzü billahi mineşşeytâni’r-racim”

    meali: kovulmu$ Fetö’nün $errinden tayyip’e/devlete siginirim.

    yani $imdiki moda fetö’ye lanet/nalet okuma seanslari; T.C. devlet erkani ve devlet kullari, devlete ve millete sadik/loyal olduklarini ispat etmek icin günlük olarak iman tazeliyorlar; fetö’ye nalet okuyorlar; solcusu sagcisi, dincisi ateisti hepsi fetö ile ezelden beri nasil mücadele ettiklerini, fetö’ye ne gibi darbeler vurduklarini gururla anlatiyorlar; “fetö’nün bir $eytan oldugunu ilk ben farkettim” diyerek taktir toplamaya cali$iyorlar.

    sen neymi$sin be fetö!

  163. marxist argüman

    yorumuma ba$lamadan önce bir besmele cekeyim:

    kovulmu$ paralel $eytan fetö’nün $errinden liderim tayyip’e, devletim T.C.’ye ve milletim türk milletine siginirim; varligim liderime, devletime ve de milletime armagan olsun!

    laz u$agi özgürlükcü, sende kadir inanir’in karizmasi var; bu siteye toplanmi$ devlet/düzen taraftarlariyla sen olmasan ba$ etmek mümkün degil; senin gibi “dagilin ülen milliyetciler!” diye bunlarin arasina ara sira dalmak $art.

    $imdi, dogan avcioglu’nun talebesi/gizli hayrani, anar$ist postuna bürünmü$ zileli’den alinti:
    “Marxist argümandan bir başka RTE güzellemesi daha… Önceki tahminim giderek pekişiyor. Kendileri, Marksist kılığına girmiş bir akp trolü bence.”

    dikkat edilirse 119 nolu yorumumda t. erdogan’nin, hedef ve amaclarini hic bir ku$kuya yer birakmadan net ve acik ifade ettigimi yazmi$tim.

    örnek, erdogan, muhtarlara vaaz verirken amac ve hedeflerini acik belirtmese, karnindan konu$sa; imali laflar etse saraya toplanmi$/toplatilmi$ muhtar toplulugu erdogan’in onlara ne anlatmaya cali$tigini anlayabilir mi? hayir.
    demek ki, e$yanin tabiati geregi, kar$idakinin seni anlamasini istiyorsan, -ki erdogan’in amacinin muhtarlarla geyik muhabbeti yapmak olmadigi acik- karsindakine mesajini mümkün mertebe net iletmen $art, ki erdogan’in yaptigi da bundan ba$ka bir$ey degil.

    erdogan’in sözkonusu amac ve hedefleri nelerdir; benim, erdogan’in bu amac ve hedefleri konusundaki fikrim, kanaatim nedir, bu konuya o yorumumda hic girmemi$tim. peki zileli benim “akp trölü” oldugum kanaatine nasil vardi?

    cevap: zileli’ye göre siyasetcilerin kamuoyu önünde ne dediklerinin hicbir kiymeti yoktur; esas i$ler kapali kapilar ardinda, kuliste cevriliyor.
    zileli’nin, $eytan fetö gibi erdogan’in odasina ortam dinleme cihazi yerle$tirme imkani yok ama buna kar$ilik edebiyatci olmanin avantajini kullanarak, yani edebi fantazilerini cali$tirarak, erdogan’in sarayinda, gizli kapilar ardinda neler konu$uldugunu, film karelerini birle$tirir gibi birle$tirip kamuoyuna if$a etti.

    senaryo ve yönetmenligi zileli’ye ait olan bu filmde “kalle$” rolü cogu zaman oldugu gibi abdullah öcalan’a dü$tü. bu da bir tesadüf degil; öcalan’in tipi saddam’a, liderlik tarzi da stalin’e benzedigi icin “kötü” rolü icin bicilmi$ kaftan. öcalan’a birde devletin verdigi ünvanlar var: “bebek katili” “terörist ba$i”; adin cikacagina canin ciksin!

  164. gün bey size göre akp içinde bile ister milletvekili olsun ister oy deposu olsun, tek adam baskısına karşı çıkan insanlar da var mıdır? bunların sayısını kestirebilmek mümkün müdür?

    akp de bile kırılmalar başlar mı?

    sizin, 12 eylül zamanında gördüğüm sinmişliği/donukluğu/pısmışlığı, şu 15 temmuz sonrasında görmüyorum, bu toplum en azından üzerindeki ölü toprağını biraz eşelemiş gibi görünüyor, sözünüzü açar mısınız?

  165. 12 Mart ve 12 Eylül döneminde muhalif

  166. 12 Mart döneminde ve 12 eylül döneminde muhalifler korkutulmuş ve sindirilmişti. Bugün ise böyle bir durum yok, zaten olamaz da. Dolayısıyla faşizme karşı muhalefet bir blok haline gelecek ve esaslı bir direniş gösterecektir.

  167. Biri CHP ye Nazi rejimi ve Papaz in hikayesini animsatsa…..

    Söz konusu olan Türkiye’nin bir zararı ise CHP’nin adeta oralara koşuyor oluğunu yine büyük bir ibretle seyrediyoruz. Oluşan ittifak, şu an Türkiye’ye karşı bir ittifaktır. 15 Temmuz’a karşı hiçbir tepki göstermemiş olan, 15 Temmuz’dan ancak 1 ay sonra bir bakan düzeyinde Türkiye’ye geçmiş olsun ziyaretinde bulunan Avrupa Birliği, daha gözaltına alınma süresi 1 günü bulmamışken birkaç saat içerisinde HDP grubunu ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerinde ve dayanışma mesajlarını verirken gördük. Ortada oluşan ittifakın içerisinde CHP de var. Herkes takdir ediyor, bunların hesabını da elbette halkımız sandıklarda, halkımız ortaya koymuş olduğu desteğine veya tepkilerinde ortaya koymaktadır” 

    Yasin Aktay
    AKP Genel Baskan Yardimcisi….

  168. özgürlükçü

    Maalesef sitedeki yorumların genel durumumuzu açıklayan seviyede sorunlu ve mevcut politik durumu açıklayamayan yanlışlar içeriyor
    Düşünelim! bu seviyedeki toplumsal muhalefetin en ücra en küçük kesimine bile tahammülsüz saldırı nedendir.
    1* Bu iktidarın bilinenin dışında henüz bilmediğimiz çok büyük insanlığa karşı işlenmiş suçlarıdır
    2 Diğer neden ise 90 yıldır bütün geleneklerin İslamcısından laikçisine ülkücüsü liberalı sağı solu memleketi yönetti hatta yetmedi bir kaçı birleşip beraber de yönettiler ama sonuç ortada!!! ilk defa sıra özgürlükçü toplumsal muhalefete geldi hatta 90 yıldır yönetenlerin hepsi bizi dövdü ilk defa toplumsal muhalefet kendi içinde devrim niteliğinde bir atakla sistem partilerine alternatif politik bir seçenek HDP yarattı bütün eksiklerine rağmen sıranın geldiği toplumsal muhalefeti saldırmakla tüketemeyeceğini bilen devlet-iktidar sistemi bile değiştirip parlamenter seçimlerini bile kaldırma yoluna başvuracak eğilimler gösterdi nedenlerinden biri olası HDP iktidarı yada HDP nin içinde olabileceği bir politik iktidarda eski yeni efendilerinin halka insanlığa karşı işledikleri suçların açık edilip mahküm olacakları siyaset yoluyla elde ettikleri zenginleşmelerin ellerinden alınıp halka verileceğini çok iyi bildiklerinden son dönemde yaşadıklarımızın nedeni budur
    Sitede en temel yanlışın Erdoğan üstünden yapılan okumalar Erdoğan yarın olmasa bunların olamayacağı anlamına gelen yorumlar tamamen yanlış yerinde kılıçtaroğlu da olsa kim olursa olsun devlet-iktidar hegemonya siyaseti aynıdır sistemin aktörleri başındaki isimden baüımsız aynı siyaseti uygular kaldiki sistem bu uygulamalarını en iyi anlatıp meşrulaştıran erdoüana sarılır diüer sistemin aktörlerininde onun arkasına dizilmesini sağlar bakınız yeni kapı ruhu dokunulmazlıkların kaldırılması ve OHAL ın sadece akp ile değil akp-chp-mhp birlikte yapmışlardır
    HDP genel kurul delegesi laz birey olarak sitedeki HDP yorumlarının çoğunun HDP yi hepimize anlatan devlet-iktidar-egemen hegomonyanın medyasının anlattıklarıyla oluşan yanlış algılar içeriyor tabiki HDP de mükemmel değil hepimiz gibi yetmezlikleri yanlışları var bunlarıda öğrendikçe düzeltmeye çalıştığını biliyoruz
    Burada yazdımmı bilmem kendi çevremde 1 yıldır ironi yapardım şöyle Demirtaşla konuştum dediki eğer beni içeri alırlarsa eşbaşkan olurmusun dedi bana bende olurum dedim bu ironiyi çok yaptım burdaki asıl ironi ana dili lazca olup lazca konuşabilen birinin HDP de eş başkan olmasından sonra ne maana bulacaksınız merak ediyorum
    İhtimal dahilindedir genel kurul delegesiyim eş başkan aday adayı zaten olmayı düşünüyordum bu sefer sırf aday olup kendi oyumuda dış mihrak projesi diyen necipgillere inat Demirtaşa kendi oyumuda vermek için aday olabilirim

  169. toplumsal muhalefeti oluşturan iki blok var: gezinin ana gövdesi olan kemalist sol. öbürü de hdp bileşenleriyle birlikte kürt hareketi. siz bu iki blokun birleşeceğini öngörüyorsunuz ama gelen işaretler tam aksi yönde değil mi? bakınız, cumhuriyet yazarları tutuklandığında oluşan ikinci gezi havası ertesi gün kürt liderler tutuklanınca ve diyarbakır’da sekiz sivil terör saldırısında öldürülünce bıçak gibi kesiliverdi.

  170. A.Coşkun ve M.Balbay şimdi mutlu musunuz?

    Cumhuriyet gazetesinin sahibi Cumhuriyet Vakfı. Gazetenin yönetimini vakıf belirliyor. Vakıf yoluyla Cumhuriyet bağımsızlığını koruyor. Yaklaşık yirmi beş yıldır Cumhuriyet bu yapıyla yayın hayatını sürdürüyor. Bu açıdan sadece Türkiye’de değil, dünyada da örneği çok az görülen bir uygulama. Çalışanlar, yani yazarlar özgür, muhabirler özgür.

    Hangi eğilimde olursa olsun, siyasal iktidarlar karşısında dik duran bir gazete. Çünkü, vakıf. Bütün mesele vakıf.

    İlhan Selçuk’un önderliğinde gelişen bir model.

    Madem en sarsılmaz olan yer vakıf, gazeteyi susturmak için o zaman vakfı ele geçirmek gerek.

    2 Nisan 2013’teki seçim

    Cumhuriyet Vakfı 2 Nisan 2013’de olağan seçime gidiyor ve yeni bir yönetim seçiliyor. Seçime iki kişi itiraz ediyor. İki kişi seçimi “usulsüz” buluyor.

    İkisi de, Cumhuriyet’te uzun yıllar yöneticilik ve yazarlık yapmış olan Alev Coşkun ve Mustafa Balbay.

    Coşkun ve Balbay bu seçimle ilgili Vakıflar Genel Müdürlüğüne şikâyette bulunuyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü, şikâyet üzerine müfettiş gönderiyor.

    Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişleri 15 Mayıs 2015 tarihinde raporlarını yazıyor ve bu rapor Cumhuriyet’e tebliğ ediliyor:

    “2 Nisan 203 tarihli Vakıf seçimleri yasaya uygundur ve usulsüz değildir.”

    Balbay ve Coşkun hızlarını alamıyor, dava açıyor.

    Çok çarpıcı, Vakıflar Genel Müdürlüğü mahkemeye sunduğu dilekçede, “davanın reddine karar verilmesini” istiyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü bile.

    4 Ekim 2016 başyazı

    Bu sürece rağmen, Alev Coşkun ile Mustafa Balbay hâlâ arayış içinde olmalı ki, 4 Ekim 2016, yani bir ay kadar önce Cumhuriyet bir başyazı ile yukarıda özetlediğim süreci aktardıktan sonra:

    “(…) Ölünceye kadar yönetimde bulunmayı kendilerine hak gören Cumhuriyet’in iki eski yöneticisi ve yazarı yeniden seçilmiş olmamanın etkisiyle iktidarın gazeteye müdahale etmesine zemin ve fırsat yaratmak için onunla işbirliği yapmaktadır”.

    Bu başyazı dün Cumhuriyet’e yönelik operasyonun habercisi gibi.

    Zaten başyazıda açıkça “müdahaleye zemin yaratmak için” ifadesi yer alıyor.

    Operasyonla ilgili olarak başsavcılık da, 2 Nisan 2013 tarihli vakıf yönetiminin “usulsüz seçildiği” iddiasıyla, soruşturma başlatıldığını belirtiyor.

    Buna bir de, “FETÖ ve PKK adına suç işlemek, 15 Temmuz darbe girişiminin öncesinde darbeyi meşru kılacak yayınlar yapmak” iddialarını ekliyor.

    Her ne kadar bu siyasi iddialar yer alsa bile, asıl hareket noktası 2 Nisan 2013 tarihli vakıf yönetim kurulu seçimlerindeki usulsüzlük iddiası.

    Ancak, bu iddia müfettiş raporuyla bir buçuk yıl önce çürütülmüş, üstüne üstlük, daha sonra açılan davanın reddini bizzat Vakıflar Genel Müdürlüğü istemiş.

    Hakkında gözaltı kararı çıkartan on altı Cumhuriyet mensubu Cumhuriyet Vakfı yöneticileri. Vakfın yöneticileri arasında gözaltı kararı verilen yazarlar da var.

    Sol liberal

    “FETÖ ve PKK adına suç işlemek” ve Cumhuriyet?.. Dünya alem biliyor ki, Cumhuriyet gazetesi kurulduğu 1924 yılından bu yana “demokrasiyi ve sadece demokrasiyi savunan, sol liberal çizgide” yayın yapıyor.

    Bu nedenle askeri darbe dönemlerinde en çok kapatılan gazete.

    Bu nedenle yazarları en çok şehit edilen gazete.

    Bu nedenle son altmış, yetmiş yılda defalarca mali kıskaç içine alınmak istenen ve bundan alnının akıyla çıkan bir gazete.

    Siyasi iktidarlarla hiçbir iş ilişkisi olmamış bir gazete.

    Türk yayın hayatının en köklü, en eski çınarı. Çünkü, bağımsız.

    Gözaltına alınan Hikmet Çetinkaya’yı, Aydın Engin’i, Güray Öz’ü, Murat Sabuncu’yu, Kadri Gürsel’i, Musa Kart’ı, Turhan Günay’ı ve diğer vakıf yöneticilerini ayrıca PKK ve FETÖ adına suç işlemekle bağlantılı kılmak, aklın alacağı şey değil.

    Sonuçta, muhalif bir ses daha susturulmak isteniyor.

    Alev Coşkun’un itirafı

    Başsavcılığın soruşturmayı Cumhuriyet Vakıf yönetim kurulu seçimini “usulsüz” bulmasına dayandırması üzerine, seçime itiraz eden iki kahramanından biri olan Alev Coşkun açıklama yapıyor:

    “(…) Cumhuriyet Vakfında yapılan seçimle ilgili olarak hukuksal yollara başvurmuştuk.

    (…) Bu hukuksal yolu Cumhuriyet Gazetesi ile aynı çizgide olan arkadaşla iki yıldır yürütüyoruz”.

    4 Ekim 2016 tarihli Cumhuriyet’in başyazısını onaylayan bir itiraf.

    Başsavcılığın buradan haraket etmesi Alev Coşkun’u anlaşılan telaşlandırıyor, yazılı açıklama ihtiyacı duyuyor ama, itiraf ediyor.

    Balbay da, “Cumhuriyet diktir” filan gibi bir tweetle kendini kurtarmaya çalışıyor.

    Balbay ve Coşkun

    O Alev Coşkun ki, zamanında CHP’de, Ecevit hükümetinde bakanlık yapan biri. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili kitapları ve makaleleri var. Cumhuriyet’te yöneticilik ve yazarlık yapmış. Cumhuriyet Vakfı’nda yönetimde bulunmuş.

    Senin neyine Alev Coşkun, Cumhuriyet’le bu kadar uğraşmak ve şimdi başyazıda vurgulandığı gibi, “iktidara fırsat yaratmak”, senin neyine? Şimdi mutlu musun? Şimdi istediğin gerekçeyi ileri sür, bu kadar insan gözaltına alındıktan sonra. Ve belki de, dönen laflara göre, Cumhuriyet’e kayyım atanması söz konusu ise, mutlu musun şimdi?

    Ya sen Mustafa Balbay? Bütün varlığını Cumhuriyet’e borçlu olan sen, mutlu musun şimdi? Sen hapiste iken, aylığını Cumhuriyet ödemedi mi? Seni Cumhuriyet savunmadı mı? Hapiste olduğun halde, Cumhuriyet yine de yazılarını yayınlamadı mı? Şu anda milletvekili isen, bunu Cumhuriyet’e borçlu değil misin? Meclis’te CHP milletvekillerinin yanında otururken şimdi yüzün kızarır mı? Yok, Cumhuriyet Vakfı Başkanlığı, yok CHP Genel Başkanlığı adaylığı, hiç haddini bilmez misin?

    Alev Coşkun ve Mustafa Balbay, nedir bu hırs? Ayıklayın şimdi pirincin taşını.

    [Yalçın Doğan, 1 Kasım, T24]

  171. Balbay ve Coşkun RTE'nin yanındadır

    İslamcımilliyetçi blok işbaşında

    Daha beş gün önce gidişatın hızlandığını söylemiştik.

    Hızlanma ne kelime, frenleri patlamış bir kamyonun içinde hepimizi yokuş aşağı götürüyor iktidar.

    CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, HDP milletvekillerinin gözaltına alınmasından sonra, bu gidişatın ne olduğunu özetledi. “Bu gece yapılan sadece bir darbe değil, aynı zamanda ülkeyi bölme harekâtıdır! TBMM bir kez daha bombalanmıştır. Bu çok tehlikeli bir provokasyondur. Bu gece itibarıyla AKP altı milyon insana ‘verdiğin oyların hükmü yok’ demiş ve ülke bütünlüğüne ağır bir darbe indirmiştir.”

    Evet, ülke bütünlüğüne indirilen bu ağır darbe, bugün Kürt sorununda iktidar partisi etrafında oluşan İslamcı-milliyetçi blokun desteğini elde ederek, başkanlık rejimi görünümlü diktatörlüğün altyapısını hazırlamak için yapılıyor.

    Başbakan’ın tutuklamalar ve iletişimin (internetin, sosyal medya sitelerinin, VPN programlarının) ülke çapında kâh kesilmesi kâh yavaşlatılmasıyla ilgili ileri sürdüğü gerekçe, “tehlike(nin) bertaraf edilmesi”. Sonra her şey normale döner, diyor.

    Kastettiği normal, koca bir ülkenin bir kişinin iki dudağının arasından çıkanların, kafasından geçen tahakküm arzularının, etrafında topladığı aklı gidip gelen bir güruhun hezeyanlarının hepimizi bir felakete sürüklemesi.

    Bugün iktidar, bertaraf etme bahanesini ileri sürdüğü tehlikenin esas yaratıcısıdır. HDP eş genel başkanları ve diğer milletvekillerinin tutuklanması, bu gidişatta iktidarın gaza daha fazla basması anlamına geliyor.

    Bir çılgınlık nöbetine tutulmuş, Kürt nefreti ve korkusuyla gözü dönmüş, iktidara yapışma telaşı içinde aklını ve iradesini başkasına teslim etmiş bir koalisyon, bizi felakete sürüklüyor. İktidarın orkestra şefinin karşısında toplanan bu blokta elbette ümmetçi İslamcılar var. Yerli faşizmin tescilli temsilcileri ve ulusalcı etiketli ırkçıları var.

    Cumhuriyet gazetesine kayyım atanması için başlatılan operasyonun arkasında Cumhuriyet’in bazı eski yöneticilerinin yer alması şaşırtıcı değil.

    Dün, Yalçın Doğan’ın bu konudaki değerlendirmesini Deniz Kavukçuoğlu köşesine taşıdı.

    Evet, bu faşizanümmetçi iktidar bloku içinde bu kişiler de (Mustafa Balbay ve Alev Coşkun) var.

    Onları destekleyen Türk nasyonal-sosyalist partisinin yayın organı ve Erdoğan devletinin baş borazanları, Cumhuriyet gazetesinin “FETÖ ve PKK yandaşlarının” elinden kurtarılıp, esas sahiplerine geri verileceğini bas bas bağırıyorlar.

    Yerli faşizmin resmi temsilcisi bunu destekliyor.

    Cumhuriyet’e hem FETÖ/PDY hem PKK/KCK örgütlerinin propagandasını yapma suçlamasını yönelten savcının “Fethullah Terör Örgütü” üyeliğinden sanık olması da ne bir rastlantı, ne de “talihsizlik”. İktidara hâkim olan hırsın yarattığı telaşın, nefretin körelttiği aklın mükemmel bir özeti. Böyle bir suçlamaya ancak böyle bir savcı yaraşırdı.

    Mayıs ayında dokunulmazlıkların kaldırılmasına yeşil ışık yakan aymazlık, bugün Adalet Bakanı’nın “Türkiye hukuk devletidir, herkes hukuk önünde eşittir, herkese uygulanan hukuk HDP milletvekillerine uygulanıyor” demesine fırsat veriyor. Diyeceksiniz ki, uysa da “yaptım” uymasa da iktidarı bu. O fırsat olmasa başka fırsat bulur, yaratırdı. 1994’te milletvekilleri derdest edilirken anayasa değişikliği mi yapılmıştı? Milletvekilleri lojmanları ve Meclis ablukaya alınmıştı. O zaman bunu yapan şahin DGM savcısının temsil ettiği zihniyet ve irade, İslamcı ihya tutkusuyla güçlendirilmiş olarak misliyle iktidarda.

    Sadece iktidarın değil, hepimizin altında kalacağı büyük bir felakete doğru hızla sürükleniyoruz.

    Cumhuriyet gazetesine FETÖ propagandası yapma suçlaması yönelten savcının aynı anda FETÖ üyesi olmaktan sanık olarak yargılanıyor olması gibi, ülkeyi bölecekler gerekçesiyle HDP milletvekillerini tutuklatan irade telafisi mümkün olmayacak bir bölme harekâtı yürütüyor.

    Durum, antik Yunan mitolojisinde tanrıların insanlarla oynadığı, onlarla hem alay ettiği, hem de bazılarına güç ve iktidar bahşeder gibi yapıp başlarını döndürürken, nihai felaketlerine doğru yönlendirdiği trajikomik anlatılara ne kadar benziyor, değil mi?

    [Ahmet İnsel, 5 Kasım, Cumhuriyet]

  172. AKP’li yobazların sık sık referans aldıkları ve verdikleri “derindusunce.org” adlı bir site var.

    AKP’nin kaymak tabakası kapitalizmin İslam’la uyumlu olduğunu iddia ederken, AKP’nin yerel yönetimlerden sorumlu kadroları, seçmenine (daha çok, aydınlanma merkezleri olarak lanse edilen üniversiteli AKGENÇLİK teşkilatlarına), harcama yapmanın kötü bir şey olduğu, kapitalizmin şeytanın bir icadı olduğu gibi iddiaları anlatır.

    “Mehmet Yılmaz” adlı muhterem, “Sen insansın, homo-economicus değilsin!” başlıklı bir PDF dosyası hazırlamış, kapitalizmi kötülemek isteyenlere kaynak olması için:

    http://www.derindusunce.org/wp-content/uploads/2014/06/sen-insansin.pdf

    — İnsansız Medeniyet

    — Teknoloji ve Para

    — Emek ve kazanç

    — Sen inansın, homo-economicus değilsin!

    — İnsan bilimsel bir kavram değildir çünkü Hürriyet bilimsel bir gerçeklik değildir

    — Şu an çok eğleniyorum… Neden yapayalnızım?

    — Yaşamak Ben’in hikâyesini yazmaktır

    — Tüfek icad olunca mı bozuldu mertlik? Yoksa namertler mi icad etti tüfeği?

    — Çünkü o her şeyin fiyatını bilir, değerini değil

    — Bilim’in her şeyi bilemeyeceğini bilmek aklın emaresidir

    — İnsan’ı sevmek ve eşyayı kullanmak gerekiyordu, yine tam tersini yaptılar

    — Initium ut esset creatus est homo

    İçinde:

    Robert Musil, James Joyce, Marcel Proust, Thomas Mann gibi isimlere göndermeler,

    Yusuf Atılgan’a göndermeler,

    Max Weber, Michel Foucault gibi isimlere göndermeler,

    Heidegger, Kafka, Dostoyevsky, Schopenhauer, Kierkegaard, Wittgenstein gibi isimlere göndermeler,

    Şerhu Esmâillâhi’l-Hüsnâ (Sadreddin Konevî) ismine gönderme,

    Gazâlî ismine gönderme,

    Hannah Arendt’ten, Jean-Paul Sartre’dan, Aziz Agustin’den özlüsözler var.

    Karl Marx ise sıklıkla “Derin Marx” başlığında işlenmiş:

    http://www.derindusunce.org/img/marx.pdf

    — Yeni başlayanlar için “Müslüman” Marx

    — İnsan’ın kendine yabancılaşması (1): Kapital’i anlamak

    — Marx ve İnsan’ın kendine yabancılaşması (2): Makineleşmek

    — Hiç kimsenin tiranlığı: Marx, Adendt ve Bürokrasi

    — Kötülük’ün zıddı İyilik değildir

    — “Din Toplumun Afyonudur” (Karl Marx)

    — Komünizm ile Yamyamlık İlişkisi

    — Bir et parçası olarak komünist İnsan’ın kıymeti

    — Marx’ın Sınıfsız Toplumu: Teori ve Pratik

    — Sosyalizmden kaçan işçi olur mu?

    — Solcular, sosyalistler, komünistler

    — İdeolojiye boyun eğen İnsan ve Makineleşme’nin rolü

    — İnsan’ı devirmek için kökünden sökmek gerekir

    — Aldatılmak güzeldir: Marxist propaganda

    — Yanılmaz kehanetler: Marxist propaganda

    — Karl Marx’ın en büyük suçu

  173. “Erdoğan’ın/AKP’nin gitmesinden korkuyor mu?”

    Benim korkuyor olmam ya da olmamam onemli degil; ama, gordugum kadariyla, siyasetteki diger oyuncularin boyle bir korkusu var: “Erdogan’dan baskasi FETO ile mucadele edemez, dolayisi ile Erdogan’a mecburuz’ mealinde laflari her cenahtan duymak mumkun.

  174. “sence altın çocuk derken dış düşmanların ajanı ihbarımı yapmak istedin!!!!”

    ‘Altin Nesil’in ne anlama geldigini burada bir siz bilmiyorsunuz anlasilan…

    O bir yana, HDP’deki ‘esbaskanlik’ (ya da, ayni icrai/idari makama 2 kisi oturtmak) uygulamasi bana –basindan beri– enteresan/garip gelmistir.

    Bu tur uygulamalar, siyasi hareketlerde, birbirlerine cok da guvenemeyen koalisyon turlerinde olur.

    Taraflarin kuvvetleri birbirine denktir; ama, birbirlerine itimat etmedikleri icin, hem ‘donusumlu baskanlik’lara itibar etmezler (guvenmezler), hem de ‘baskan sizden olsun, yardimcisi bizden’ turunden paylasimlari kabul etmezler.

    Boyle bir durumda, eger koalisyona mecbur iseler, ayni koltuga iki kisinin oturmasi alternatifi tek cozum yoludur.

    Oyledir de, siyasetin dogasinda bir hilkat garibesi olan bu durum, HDP ozelinde tam olarak neye tekabul ediyor?

    Bu sorunun cevabini bilmiyorum?

    Bazi ipuclari var, gerci. Mesela, bence onemli bir isarettir, Demirtas’in Imrali ziyaretinde Ocalan’in ona ‘gozum uzerinde, adimlarina dikkat et’ turunden ihtar anlamina gelen sozleri..

    Benim buradan cikarsadigim, Demirtas’in pek de Ocalan kadrosundan olmadigi… Bu dogruysa, Demirtas kimin kadrosundandir?

    Baska bir sey daha dikkatimi cekmisti.. Demirtas, kisa donem askerlik yapti. O vakitler esbaskan miydi hatirlamiyorum; ama, siyasetteydi. Hic itiraz etmeden, ‘tipis tipis’ askerligini yapti. Kimseden de ses cikmadi –kimse garipsemedi. Nerede, kimlerle ve hangi sartlarda askerlik yaptigini merak ediyorum.

    Bu tur sorulara cevap olarak ‘sana ne, neden merak ediyorsun?’ demek de dogru degil bence. Sonucta, kamuya acik bir siyasi hareketten bahsediyorsak, bu sorularin sorulmasi son derece normal olmali.

    Dahasi, odadaki fil misali, asil soru sudur: Bir koalisyona mecbur olmusluk goruntusu varsa, bu koalisyonun –birbirlerine itimat etmeyen– bilesenleri kimlerdir?

    PKK’nin bu ‘bilesenler’den birisi, basat olani, oldugunu soylemek mumkun; ama, PKK’nin solid bir blok olduguna emin miyiz?

    Yani, Ocalan disinda baska hangi bilesenlerden olusuyor PKK?

    Ayrica, kendisini Meclis’e tasiyacak ilave katki icin Batidan oy almasi icin, ‘sol’a da ihtiyaci oldugu asikardi da; hangi ‘sol’dan bahsediyoruz?

    O kadarla da kalmiyor: PKK’yi Meclis’te temsil edilebilir kilmak neden bu kadar onemliydi? Yani, (hangi) ‘sol’ bunu neden bu kadar onemsiyordu?

    Bu koalisyonun nihai amaci bir ‘cozum’ muydu; yoksa ‘cozumsuzluk’un devami mi?

    Ben, geriye donup baktigimda [secim oncesi propoganda doneminin (biraz da ani bir tavir degisikligi ile) ‘seni baskan yaptirmayacagiz’a odakli olmasina, ve baska da pek bir sey soylenmemis olmasina bakarak], HDP’nin amacinin ‘cozum’ degil, Erdogan’in Baskan olmasini engellemek uzerine kuruldugunu dusunuyorum.

    Burasi enteresan, cunku Oslo gorusmeleri ifsa edilinceye kadar, PKK, bu gorusmelere katildi. Bu da, PKK’nin bununla pek de bir sorunu olmadigi anlamina geliyor. HDP’nin de bu gorusmelerden bihaber oldugunu varsayamayiz.

    Ama, nasil olduysa ve olduysa, Oslo gorusmeleri ifsa oldu ve comlek patladi…

    Toz duman arasinda, ‘cozum’ konusu gundemden kalkti. HDP de siyaset sahnesinden cekildi –ne dedigi pek de anlasilmayan, populer birkac seyden baska bir sey demeyen bir topluluk haline geldi. Ardindan da, PKK’nin fiilen sahneye cikisi; hendekler, sehirlerin viran olmasi filan.

    [Tabii, hepsi bu kadar degil. Su anda benim aklima gelen, yazmaga sabrim olan bunlar.]

    Simdi.. Meclis’e girmek icin bir kolaisyon olusturuldu. Amenna.

    Bilesenlerinin kimler/neler oldugunu ben pek cozebilmis degilim. Buna da eyvallah.

    Fakat, bir Turkiye partisi olmak iddiasiyla yola cikip, ‘cozum’ konusunu tamamen gozardi edip, ‘seni Baskan yaptirmayacagiz’la sahneyi terketmek ne anlama geliyor?

    ‘Baskan’in kim olacagi bu kadar onemli mi? Neden?

    Kisacasi, ben, Demirtas ve esbaskanliklar filan dahil, HDP’yi anlayamiyorum.

    Anlayan birisi varsa, ve lutfedip anlatirsa mutesekkir olurum.

  175. “‘kürt ulusalcisina bak, kürtce bile bilmiyor!’
    ‘alay’, ‘eglenme’ denilen $ey i$te buna denir.”

    Yok.

    O ne ‘alay’ ne de ‘eglenme’dir; sadece bir celiskinin tespitidir.

    Yalcin Kucuk’un kitaplarindan birinde [*] anlattiklariyla dikkat etmistim.

    [*: Adamin, usutuste koyarsak, boyumdan yuksek kitap kulliyesi var. Hangi kitapta ne yazdigini takip etmegi coktan biraktim.]

    Yalcin Kucuk’un (kendisine uyguladigi) surgun yillarinda, Fransa’daki bir universitede (ismini simdi hatirlamiyorum) Iranoloji ve Kurdoloji uzerine calisir. Kirmanci, Sorani, Farisi ogrenir.

    Okulda Kurtler de vardir –haliyle– ama neredeyse hicbirisi Kurdoloji ile ilgili bile degildir; ilgili olanlar da derslere filan katilmazlar, kaytarirlar.

    Ama, bu sadece Kurtlere ozgu bir sey degil. Turkler de oyledir.

    Ermeni ve Museviler hem ana dillerini ogrenir hem de diger dilleri; kimse de cikip sikayet etmez. O kadar ki, benim bildigim kadariyla, Kasgarli Mahmut haric –ki, Turk olmayabilir–, Turkce’nin en yetkin uzmanlari ya Ermeniledir (cogunlukla) ya da Museviler (daha az sayida ama yine de onemli ve degerli eserler vermislerdir).

    Bu boyle olmakla beraber, Turklerin siyasal/kitlesel davranislari azicik daha farklidir. Kendi dilini konusmayanlari siyasal/toplumsal anlamda benimsemezler.

    Mesela, Alamanci cocuklarindan (Turkceyi hic ogrenmemis ya da konusamayan) birisinin Turkiye’de siyaset yapmak sansi hic yoktur. Dinleyecek muhatap bulamaz.

  176. Necip’in 124 no’lu cevabina. Demir Kucukaydin’in daha onceki yazilarini okursan, sordugun soruya verdigi cevabi bulacaksin. Verdigi cevabi kisa yoldan soyleyim; biraraya gelmek yetmez, demokratik bir program ve strateji tartismasi yapilmali. Boyle bir programin yoksa, kuru kuruya biraraya gelmeler olumlu bir sonuc cikarmiyor diyor. Saydigi gruplar, kendisinin ortaya koydugu demokrasi yaklasiminin etrafinda ilk elden birlesme potansiyeli olan gruplar.

    Itirazini temellendirirken, sadece Kurtler icinde Musluman yok mu diyorsun. Peki niye Kurtler icinde Alevi yok mu Laik yok mu demiyorsun? Cunku Kurtleri en genis sekilde bolecegin paydanin Muslumanlik oldugunu biliyorsun. AKP’de hemen hemen boyle yapmistir.

  177. “O bir yana, HDP’deki ‘esbaskanlik’ (ya da, ayni icrai/idari makama 2 kisi oturtmak) uygulamasi bana –basindan beri– enteresan/garip gelmistir.

    Bu tur uygulamalar, siyasi hareketlerde, birbirlerine cok da guvenemeyen koalisyon turlerinde olur.

    Taraflarin kuvvetleri birbirine denktir; ama, birbirlerine itimat etmedikleri icin, hem ‘donusumlu baskanlik’lara itibar etmezler (guvenmezler), hem de ‘baskan sizden olsun, yardimcisi bizden’ turunden paylasimlari kabul etmezler.”

    İnsan, oturma organıyla birşeyler yazmaya uğraşınca böyle saçmalayabiliyor bazen.

    HDP’de ‘eşbaşkanlık’ denen mekanizmanın nedeni, parti içinden veya dışından partinin yönetimine doğru mancınıkla ateştopu fırlatmak niyetinde olanlar olursa, rekabeti dengeli kılmak falan filan değil,

    ‘Eşbaşkanlık’ın nedeni, ‘erkek hegemonya’nın hayatın her alanında olması, en azından bir siyasi partinin başkanlık kurumuna ‘tek erkek’ oturmaması, hem kadın hem erkek şeklinde ‘paydaş & denk başkanlık’tır.

    Başkanlık kurumuna münasip görülen Selahattin Demirtaş’ın meziyetlerini veya Figen Yüksekdağ’ın meziyetlerini haftalarca yazışabiliriz.

    HDP’nin kurumsal kimliğinde ‘eşbaşkanlık’ mekanizması ile vermek istediği mesaj, ‘kadınların toplumda hiçbir alandan soyutlanmaması’dır. Yüksekdağ’ı tartışabilirsiniz, ama HDP’nin mesajını saptıramazsınız.

  178. E peki Necip kürt ulusalcilari kürt dilini bilmiyorsa, bundan nasil bir sonuc cikarmak gerek, asimilasyonu kabulmu edecek kurtler, nasil bir Mantik bu, eger kurtler kurtce bilmiyorsa bu neyi kanitlar, (ayrica sanki turkler turkceyi dogru konusuyoda)

  179. Figen Yüksekdağ - Akrabalarım MHP'li

    HDP’nin iki eş genel başkanı var ama sanki Selahattin Demirtaş popülaritesiyle Figen Yüksekdağ’ı biraz gölgede bırakıyor. Demirtaş’ın hayat hikâyesini biliyor, esprilerine gülüyoruz ama Figen Yüksekdağ’ı pek tanımıyoruz. Hem nasıl biri olduğunu öğrenmek hem de HDP’yi konuşmak için kapısını çaldım. Hayat hikâyesini dinleyince çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Doğrusu onu Kürt hareketinin içinden gelen bir Kürt politikacı zannediyordum. Meğer milliyetçi muhafazakâr bir ailenin 17 yaşında evden kaçıp sol örgütlere katılan aykırı kızıymış! Yıllarca annebabasından saklanmış, inandığı değerler adına zorlu bir mücadele vermiş. “Kocaya kaçtı” dedirtmemek için evleninceye kadar hayatına erkek sokmamış. Çok acı çekmesine rağmen, “Hiç pişman değilim” diyor. MHP’li akrabalarının ona sahip çıkmasını ve artık HDP’li olmalarını ise gülerek anlatıyor…

    KÜBRA PAR: Adanalı bir ailenin 10 çocuğundan 9’uncusu olarak dünyaya gelmişsiniz…

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Evet, Adana Yumurtalıklıyız ama ben Ceyhan’da doğdum. Çukurova’nın geneline yayılmış tanınmış bir aile bizimkisi. Çok odalı, tek katlı geniş bir evde, kalabalık bir ortamda büyüdüm. Çiftçilikle uğraşırdık. Babam ilginç bir adamdı. Çukurova’nın geleneksel muhafazakâr damarını taşıyordu ama aynı zamanda aydın biriydi. Çocuklarını, özellikle kızlarını okutmak için özel çaba harcadı. Ablalarımın hepsi üniversite okudu, öğretmen, avukat, mali müşavir oldular. Evimizde bir oda kitapla doluydu. Hitler’in Kavgam kitabından tutun da Atatürk’ün Nutuk’una kadar…

    KÜBRA PAR: Ailenizde Kürtlük var mı?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Hayır, yok. Dini geleneklerine ve inançlarına bağlı, milliyetçi muhafazakâr bir ailem var. Annem, beş vakit namazını kılan, namaz kılmadığı zamanlarını da tespih çekerek geçiren çok dindar bir kadındı. Babam da inançlı biriydi.

    KÜBRA PAR: Sizi de dindar mı yetiştirdiler?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Evet, her yaz tatilinde Kuran kursuna giderdim.

    KÜBRA PAR: Hangi partiye oy verirlerdi?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Babamın kemikleşmiş bir siyasi kimliği yoktu. MHP, CHP, AKP… Bugüne kadar üç partiye de oy verdikleri oldu. Ama geniş ailem ağırlık olarak MHP’lidir. Akrabalarım arasında MHP’den siyaset yapanların sayısı çok fazla.

    ‘SOL GRUPLARA KATILDIĞIMI ÖĞRENİNCE AİLEM ALTÜST OLDU’

    KÜBRA PAR: Ne zaman siyasallaşmaya başladınız?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: 80’lerin sonunda, lise döneminde. Sosyalist hareketten etkilendim. Daha 17 yaşındaydım.

    KÜBRA PAR: Hangi grubun içindeydiniz?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: “İşçinin Yolu” adlı bir dergi çevresine girdim. İnsanların ağır baskılarla karşı karşıya kaldığı günlerdi. Soldan yana olmak ve birbirine sahip çıkmak çok özel bir kenetlenme duygusu yaratıyordu.

    KÜBRA PAR: Sol çevrelerle yakınlaşmanız evde nasıl karşılandı?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: 1 seneye yakın gizledim. 18 yaşındayken bir sokak gösterisinde tutuklanınca her şey açığa çıktı. O zamanlar 1 Mayıs mitingleri yasaktı. Yürüyüşü yapacağımız caddeye çıkar çıkmaz polis bizi derdest etti. 8-9 gün gözaltında kaldım ve işkence gördüm. Evde çok büyük bir panik ve altüst oluş yaşandı. Bir anarşist olarak gözaltına alınmam milliyetçi-muhafazakâr ailemiz içinde büyük deprem yarattı. Cezaevindeyken beni sahiplendiler ama çıktıktan sonra ev hapsine aldılar. Babamla çok ciddi sürtüşmelerimiz oldu.

    KÜBRA PAR: Milliyetçi muhafazakâr bir ailem var. Akrabalarım arasında MHP’den siyaset yapanların sayısı çok fazla.
    Bu durumu nasıl aştınız?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Dışarı çıkmamam için evin etrafında sıkı güvenlik tedbirleri uygulanıyordu. Bir arkadaşım komşulardan birini ayartarak kaçış planı gönderdi. Bir not bıraktım ve evden çıktım.

    KÜBRA PAR: O notta ne yazıyordu?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Annemi geride bırakmak oldukça üzücüydü. Niye gitmek zorunda hissettiğimi, ne yapmak istediğimi anlattım ve “Sizi hiçbir zaman utandırmayacağım” diye yazdım. O söz benim için bir milat oldu. Geleneksel kız çocuklarına biçilen rolün dışına çıkmıştım. Onları ciddi sıkıntılarla, hücumlarla karşı karşıya bıraktığımı biliyordum. Sözümü tuttum, annemi ve babamı hiçbir zaman utandırmadım. Sırf “Evden kocaya kaçtı” dedirtmemek için 33 yaşında evlenene kadar hayatıma erkek sokmadım!

    ‘ÜNİVERSİTE GÜME GİTTİ LİSEYİ DE BİTİREMEDİM’

    KÜBRA PAR: Kaçıp nereye gittiniz peki?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: 8 ay kadar Adana’da, öğrenci evlerinde kaldım. Bir taraftan polis arıyordu, bir taraftan akrabalarımız… Adana’nın altını üstüne getirdiler, bulamadılar. Sonra İstanbul’a geldim ve öğrenci evlerinde kalmaya başladım. Bu arada üniversite güme gitti. Liseyi de bitiremedim.

    KÜBRA PAR: İstanbul’da nasıl bir ortama girdiniz? Nerede kalıyordunuz?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Özgür Gençlik çevresi içinde yer aldım. Öğrenci evlerinde kalırdık. Kadın-erkek bir arada kaldığımız günler de olurdu ama erkeklerle ilişkilerimiz her zaman mesafeliydi. “Yoldaşlar birbiriyle evlenemez, âşık olamaz” yasağı kırılmıştı ama yine de bizim dönemimizde de muhafazakârlık vardı.

    ‘KÜRT MÜCADELESİNE UZAKTIM’

    “Kürt özgürlük mücadelesinden etkilenerek siyasallaşmadım. O bize biraz uzaktı. Aramızda Batı’da olmanın ve Adana’da yetişmiş olmanın getirdiği bir mesafe vardı.”

    “BABAMLA 7 YIL KONUŞMADIK”

    KÜBRA PAR: Ailenizle ne zaman barıştınız?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Ara sıra annemi telefonla arıyordum ama hiç görüşmedik. 5 yıl sonunda ablamın evinde buluştuk.

    KÜBRA PAR: Ne yaşandı o gün?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Annemi kucaklayıp kokusunu duyduğum an hissettiklerimi anlatamam. Gözyaşları sel oldu. (Gözleri doluyor…)

    KÜBRA PAR: Evi terk ettiğiniz için size küstü mü?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Çok ağladığını ve üzüldüğünü biliyorum. Fakat bana hiçbir zaman kızmadı, küsmedi, bağırmadı. Ama babam 7 yıl boyunca benimle hiç konuşmadı.

    KÜBRA PAR: Sonra nasıl yumuşadı?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Annem birleştirici bir rol üstlendi. Görüşeceğimiz gün ben eve gitmeden annem epeyce yumuşatmış. Ona rağmen soğuk ve mesafeliydi. Sadece elini öpmeme izin verdi.

    KÜBRA PAR: Aranız düzeldi mi şimdi?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Tabii… O görüşmeden kısa süre sonra buzlar eridi.

    KÜBRA PAR: Baba-kız geçen yıllar için bir hesaplaşma konuşması yaptınız mı?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Ben özür dilemedim ama babam aradan yıllar geçtikten sonra aslında benim yaptığım tercihin doğru olduğunu söyledi. Açıkça özeleştiri olarak değil ama bir kabul olarak söyledi.

    ‘AKRABALARIM MHP’Lİ’

    KÜBRA PAR: Ailedeki MHP’lilerle aranız nasıl?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Fırsat buldukça bir araya geliyoruz. Farklı ideolojik çizgilerde olsak bile ailemin sağ kesiminde olanları da akrabalarım olarak sahipleniyorum. Onlar da ‘anarşist Figen’i hep sahiplendiler! (Gülüyor). Partime oy vermeseler de hiçbir zaman saldırıya, hakarete uğramama izin vermediler.

    KÜBRA PAR: Ailede MHP ağırlığı devam ediyor mu?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Bu seçimde dengeler değişti, artık HDP rüzgârı esiyor.

    ‘CEZAEVİNDE EVLENDİK, 6 YIL SONRA BİR ARAYA GELEBİLDİK’

    KÜBRA PAR: Erkeklerden uzak duran Figen, nasıl oldu da evlendi?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Evlilik maceram da sıra dışı! Eşim Sedat ile Atılım Gazetesi’nde birlikte çalışıyorduk. Tam evlenmek üzereyken tutuklandı ve cezaevine girdi. Ertelemek istemediğimiz için cezaevinde evlendik. 6 yıl sonra gerçek anlamda bir araya gelebildik. Yaklaşık 9 yıldır evliyiz.

    KÜBRA PAR: Çocuğunuz var mı?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Hayır, çocuğumuz yok. Çok yoğun bir tempoyla çalışıyorum. Bazen ayda bir kez görüşebiliyoruz.

    ‘TABANIMIZIN ÇOĞU DİNDAR’

    KÜBRA PAR: Diyanet ve Kudüs çıkışıyla dindar Kürtleri küstürmediniz mi?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Dindar tabanımızla kurduğumuz ilişki, Diyanet karşısında söylediklerimizle sınanmayacak kadar güçlü. Tabanımızın çok önemli bir kısmı dindar, mütedeyyin insanlar.

    KÜBRA PAR: Diyanet çıkışınız Alevi oylarını artırmak için bir strateji mi?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Aleviler üzerinde kurulan devlet baskısını ortadan kaldırmak için Diyanet’in kaldırılmasını istediğimiz doğru. Bunun ortadan kalkmasını ve başka dinlerin, mezheplerin özgürce kendisini ifade etmesini istiyoruz. “Alevilerin bu talebini sahiplenirsek dindar oylarımızı kaybederiz” kaygısına düşmedik. Hiçbir zaman ikiyüzlü siyaset yapmadık. Sünni dindar kesim üzerindeki baskıyı da kaldıracağız. Diyanet İşleri Başkanlığı, inanç üzerinden katı ve reel siyasetin aracısı haline getirildi. İnsanların gönülleri ve vicdanlarıyla ilgili olan bir alan, siyasetin gölgesi altında olamaz.

    “BİZE GÜVENMEYENLERİN 7 HAZİRAN’DAN SONRA ÖZÜR BORCU OLABİLİR”

    KÜBRA PAR: “Selahattin Demirtaş iyi, hoş da HDP bir terör örgütünün kontrolü altında” diyenlere cevabınız nedir?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: PKK bölgesel bir güç. Aldığı kararlarla durduğumuz noktayı etkileyen bir siyasi merkez. Ama PKK ile partimiz arasında organik bir ilişki yok.

    KÜBRA PAR: HDP, PKK’nın direktifleri altında hareket eden bir parti değil mi yani?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Hayır, aramızda yönetme ve yönetilme ilişkisi asla yok. HDP’nin içinde, PKK siyasetinden etkilenmiş, Kürt hareketinden gelenler olduğu gibi sosyalist hareketten, Alevi hareketinden ve dindar kesimden gelenler de var.

    KÜBRA PAR: Ya “Türkiye’yi bölecekler” endişesi?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Paranoyaya gerek yok. Bunu kaç milyon kez söylemek zorunda kalacağız bimiyorum ama bölmek değil, birleştirmek istiyoruz.

    KÜBRA PAR: “Seçim sonrası başkanlık sistemine ‘Evet’ diyecekler” kaygısı duyanlar da var.

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Bu konudaki kararımız çok net. Türkiye’de başkanlık sistemine ihtiyaç yok. Parlamenter demokrasinin geliştirilmesi taraftarıyız. Bize güvenmeyen yurttaşlarımızın 7 Haziran’dan sonra özür borcu olabilir.

    KÜBRA PAR: “Öcalan’ın serbest bırakılması karşılığında HDP baraj altında kalmayı göze aldı” iddiası doğru mu?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Partimizin geleceğini böyle bir pazarlığa asla bağlamayız. Unutmasınlar ki HDP bağımsız adaylarla seçime girseydi, en fazla 30-35 milletvekili çıkaracaktık. AKP tek başına iktidar olacak ve Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğu elde etmiş olacaktı. AKP hükümeti ve Erdoğan Türkiye’yi bilinmez bir yere götürüyor. Bu çılgın gidişatı durdurmak istiyoruz.

    KÜBRA PAR: Ya seçimden sonra çözüm sürecinin devamı için AK Parti’yle koalisyon yapmak durumunda kalırsanız?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Çözüm süreci Meclis’te vekilimizin olmadığı zamanlarda başladı. AKP karşısında en tutarlı muhalefeti yaparak bu süreci götürdük. MHP ve CHP, AKP ile bizim kadar papaz olmadı. 30 milletvekiliyle anamuhalefet boşluğunu doldurduk. Türkiye toplumunun artık bu yükü bizimle paylaşması gerekiyor. HDP’nin bu seçimlerde desteklenmesinin anlamı budur.

    “DEMİRTAŞ GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ EĞLENCELİ BİRİ”

    KÜBRA PAR: Selahattin Demirtaş’la ilişkiniz gırgır şamata mı yoksa aranızda rekabet mi var?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Selahattin Bey göründüğü gibi eğlenceli ve iyi kalpli. İkimiz de rahat insanlarız, çalışırken şakalaşıyoruz.

    KÜBRA PAR: O daha popüler. Sizi gölgede mi bırakıyor?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Gölge de fena sayılmaz, daha serin olur! Selahattin Bey’in beni gölgede bırakmak gibi bir tavrı olmadı, olmaz da. Ayrıca ben de geri planda kalmayı kabul eden biri değilim ama toplumdaki ayrımcılık bizi ayrı yerlere koyuyor.

    “DOĞU’DAKİ SEÇMENİMİZ YOKSUL BATI’DAKİ AYDIN VE ENTELEKTÜEL”

    KÜBRA PAR: Bölgedeki seçmeninizin sosyolojik yapısıyla, Batı’daki farklı mı?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Farklı. Bölgeye gittiğinizde daha mücadeleci, kararlı, daha yoksul ve emekçi bir taban görürsünüz. Batı’da daha aydın ve entelektüel bir tabanımız var.

    KÜBRA PAR: Konuşma metinlerinizi Yıldırım Türker yazıyormuş. “Türkiyelileşiyoruz” derken biraz Cihangirlileşiyor musunuz yoksa?

    FİGEN YÜKSEKDAĞ: Hayır ama Gezi’yle birlikte içinde orta sınıfların da yer aldığı özgürlük hareketinin, hayal ettiği Türkiye’yi HDP’de görmeye başladığını söyleyebilirim.

    Habertürk gazetesi, 11 Mayıs 2015

  180. Kürkçü, “Hiçbir hareket IŞİD’le aynı hata düşmeyi bir kuru özürle geçiştiremez”

    Isid bir hataya dusmus siz dusmeyin bumudur???

  181. Ahlaken Kabul edilemeyecek bir suc, Politik pratik olarak vahim bir yanlis.

    PKK söyle düsünüyor, Bati ABD AKP den hoslanmiyor, Turkiyeyi , en azindan Kuzey Kurdistani Suriyelestirirsek, bir dis mudahale olur, Jugoslavya , Irak, Libya Suriye gibi. Uygulanan Taktik bu. Zilelinin anliyamadigi, hic bir silahli mucadle veren orgut böyle askeri hata yapmaz `in altinda bu Mantik yatiyor.Askeri bir hata yapmiyor PKK Politik bir hata yapiyor ve ahlaken savunulamayacak bir bir tutm. Dis mudahale arayisi. Olen vazandaslarmi? ne onemi var…

  182. “Peki niye Kurtler icinde Alevi yok mu Laik yok mu demiyorsun?”

    Kurtler icinde hem laikler hem de Aleviler var tabii ki.

    Ozellikle ‘Kurt Alevileri’ –sosyolojik acidan– bambaska bir fenomendir –meraklisi icin cok ilginc bir enigma da diyebiliriz.

    {“Ayin [ibadet] dillleri neredeyse sırf Türkçe olan ve hatta çoğu da Türkçe aşiret adları taşıyan, Kürtçe ve Zazaca konuşan Alevi aşiretleri […]” — Martin van Bruinessen, Kürt Alevilerinin Etnik Kimliği, Kürtçe Çalışma Grubu, Ağustos 1996}

    Neyse.

    Kucukaydin’in “Laikler, Aleviler, Kürtler” diye bu 3 kumeyi (‘set’i) saymasindan, bu 3 kumenin ortusen kisimlarinin da ayni davranis bicimini sergileyecegini (yani, muhalif olacagini) farzettigini anliyorum.

    Yani, siyasi durus ve tercih bicimi bakimindan, laik Alevilerin laik olmayan Alevilerle, laik Kurtlerin laik olmayan Kurtlerle, Alevi Kurtlerin Alevi olmayan Kurtlerle farkinin olmadigini farzediyor Kucukaydin. En azindan yazdiklarindan bunu anliyorum –bu 3 kume ve degisik permutasyonlari (ne olursa olsun), ‘cantada keklik’.

    Fakat, is Musluman olmaka gelince, nedense (ki, burasi enteresan bence), Kucukaydin, bir ‘qualifier’ (‘ayirdedici’) kullanmak ihtiyaci duyuyor: Muslumanlarin sadece ‘sağduyu sahibi’ olanlarini bir alt-kume (‘subset’) olarak denkleme dahil ediyor.

    Bu da, neresinden bakarsaniz bakin, ilginc.

    Ilk ilginclik, anladigim kadariyla, Kucukaydin, inanc baglaminda apayri birer grup olarak saydigina gore, ‘Laik’ ve ‘Alevi’ kumelerini ‘Musluman’ kumesinden ayri –farkli ve ortusmez/kesismez– inanc grulari olarak goruyor.

    Bu dogru ve gercek midir; emin degilim.

    ‘Musluman’ demek yerine ‘Sunni/Safi’ deseydi cok garipsemeyecektim; ama, bu haliyle, realiteyi ne kadar temsil ettigi tartisilir gibi geliyor bana.

    Ikinci ilginclik de, Kucukaydin, ‘Muslumanlar’ dedigi kumeden sadece ‘sağduyu sahibi’ olanlarin muhalif olabilecegine; ya da muhalif ise ‘sağduyu sahibi’ sayilabilecegine isaret ediyor.

    Sonuc?

    Ya Kucukaydin’in kafasinda realiteyle pek de ortusmeyen bir siyasi harita var; ya da Kucukaydin kafasindaki modeli yaziya dokmek konusunda sorunlar yasiyor.

    Kucukaydin’in fikirlerini adam yerine koymak acisindan bu iki ihtimalin hangisini secmemiz daha dogru olur sizce?

  183. “genel kurul delegesiyim”

    Yaw, bunu neden daha once soylemediniz?

    Simdi anliyorum, neden ben HDP’yi anlayamadigimi.

    HDP’nin ‘kahveden bir adam getirin, Genel Kurul uyesi yapalim’ yaklasimi oldugunu ben nereden bilecektim.

    “eş başkan aday adayı zaten olmayı düşünüyordum bu sefer sırf aday olup kendi oyumuda dış mihrak projesi diyen necipgillere inat Demirtaşa kendi oyumuda vermek için aday olabilirim”

    Bana (ya da benim gibilere) inat boyle bir sey yaparsaniz beni cidden uzersiniz.

    Sizin kendinizi feda etmeniz takdire sayandir, da; HDP adina uzulurum demek istiyorum. Liyakat onemli cunku.

  184. özgürlükçü

    Kaç kez yazdım Necip denen milli zilli ümmetçi faşist sen HDP yi anlama!!!!! anlamadığını söylediğin halde alaya alma önünden ye yoksa bu yaşta komşuya bırakılmakmı istiyorsun????
    Sen işine bak!!!!!
    Mitte itten efendinden yaladıklarından yaz HDP lafı etme!!!!

  185. özgürlükçü

    Devlet-iktidar-egemen hegemonyanın bütün televizyonlarında sağ-sol bütün çanak yalayıcıları birlikte HDP oyları azaldı halk desteğini çekti yalanıyla saatlerce HDP düşmanları HDP yi konuşuyor ama HDP liye sansür cevap hakkı yok halkıda kendileri gibi aptal zannediyorlar bu seviyedeki yalana kanacağını sanıyorlar.Madem HDP bitiyor bu seviyede sansür olmadı tutuklama olmadı saatlerce HDP yi itibarsızlaştırmak için hepiniz neden seferbersiniz????
    Çünki tam tersi oluyor HDP mevcut iktidarın tek alternatifi zalim düzenin bütün mağdurlarının biricik seçeneği haline gelip iktidarınızı sallamaya başladı da ondan bunları yapıyor olmayasınız??Hepiniz yönettiniz ülkeyi islamcısı laikçisi ülkücüsü liberalı sağı solu olmadı 2-3 ünüz birlikte yönettiniz halkımız ne gördü fiyasko ne zamanki sıra özgürlükçü toplumsal devrimcilere HDP ye sıra gelince hepiniz birlik olup çamura yatıyorsunuz HDP korkusundan sistemi bile değiştirip parlamenter seçimlerini kaldırmak bile istiyorsunuz.Zülüm ve diktatörlük ebedi değildir bu günler geçecek geriye bu günlerde zalime teslim olmayıp başını dik tutan bereketli toprakların yiğit evlatları kalacak zalimlerin adı sanı kalmayacaktır çok yakındır bu günler bu iklim egemen efendilerin yönetemez hale düştükleri ve eski yeni bütün efendilerin asıl korktuğu özgürlükçü toplumsal devrimci gerçek halk iktidarının yakın olduğunun habercisi gelişmelerdir.HDP yi baraj altında göstermeye çalışanlar üzülmesin eğer efendiniz seçim yapma cesareti gösterebilirse ilk genel seçimde 10 milyondan fazla oy alır ve bu mazlum halk size gereken dersi verir

  186. “Cunku Kurtleri en genis sekilde bolecegin paydanin Muslumanlik oldugunu biliyorsun.”

    Buradan sunu mu anlamaliyim?

    Kurtlerin realitesinde var olan bu “en genis sekilde bolece”k paydayi gozardi mi etmeliyiz?

    Boyle bir iltimasi/imtiyazi neden bazi Kurtlere taniyoruz da digerlerini gozardi edebiliyoruz ya da etmeliyiz?

  187. marxist argüman

    necip’ten alinti:
    “O ne ‘alay’ ne de ‘eglenme’dir; sadece bir celiskinin tespitidir.”

    necip sen dünyayi o kadar yanli$ anlami$sin ki, sana her$eyi sifirdan anlatmak lazim.
    senin, dünya gerceklerini isklayan yorumlarinin sebebi de $udur: olay ve olgularin nedenlerini, hangi ko$ullarda ortaya ciktiklarini asla merak etmiyorsun; her$eye cok yüzeysel bir baki$ acin var.

    ortada bir tutarsizlik, arsizlik, celi$ki varsa, o da senin devletin T.C.’nin ve o devletin asimilasyon/türkle$tirme politikasini “dogal/normal” gören senin gibi devlet savunucularinin celi$kisidir.

    kürtleri önce kendi dilinden edeceksin, sonra bu kürtler “T.C. beni asimile etti ama, en azindan cocuklarimiz ana dilde egitim hakki ile asimilasyondan kurtulsunlar” diye ulusal mücadeleye baslayinca da “aa kürde bak, kürtce bile bilmiyor, birde kürt olacak” diye resmen alay edeceksin.

    devletin bu resmi “irkci” kar$i propagandasini burda dillendirmekle bo$-bele$ bir i$le me$gul oldugunu farkinda degilsin. kürt ulusal mücadelesini yürütenler icinde asimile olan zaten olmu$, onlardan gecmi$ artik; o mücadele geriden gelen kusaklar icin veriliyor.

    devletin T.C. her zaman yaptigi gibi kürtce yayin yapan televizyonlari, gazeteleri yine kapatti; avrupada yayin yapan kürtce kanallari bile lisans veren avrupali $irketlere baski yaparak kapattiriyor.

    buna senin bir ele$tirin var mi, yok. utanmadan birde kalkiyorsun kürt ulusalcilarinin kürt dili bilgisini sorguluyorsun.
    tutarsizlik, celi$ki sende mi yoksa dilini ögrenme imkani olmayan, kriminalize/terörize edilen kürtlerde mi?

    dagda ya da $ehirde gerillacilik yapmak demek, her an ölümle ic ice yasamak demek; o kosullarda dil ögrenmenin imkani da olmaz, anlami da olmaz.

    bu ara hep yalcin kücük’ü kaynak gösteriyorsun.
    fransada ki kürdoloji bölümüne kürt genclerinin ilgisi yokmu$. ilgisi olan idealist kürtler var ama biz bir an olmadigini var sayalim.

    kürt gencleri kürtceyi akademik düzeyde ögenip ne yapacak? kürtce dedigin dil kürdistanin dört parcasinda yakin zamana kadar yasakti; bir dilin üniversitesi yoksa, üniversite orda kalsin, o dili bilmek, konu$mak bile cogu zaman “teröristlikle” e$degerde tutuluyorsa, akademik düzeyde o dile ilgi olmamasi normal degil mi?

    bir parti olarak akp de dönen entrikanin, ayak oyununun, iktidar kavgalarinin haddi hesabi yokken, sen akp’yi hic merak etmiyorsunda, hdp’ye gelince neden öküz altinda buzagi ariyorsun; magazin, dedikodu pesindesin; ciddiye alinmayacak bir insan oldugun burdan belli oluyor.

    sen ay’da yasamiyorsun, madem merak ediyorsun, her türlü imkanin var, internette kürt sitelerini takip etsen bile bircok bilgi edinirsin. senin yasadigin sehirde hdp bürosu yokmu, neden bir hdp bürosuna gidip, o insanlarla yüzyüze bir konu$mayi denemiyorsun?

  188. Zileli nin jurnalcilik konulu yazisini tekrar okudum. Cumhuriyete operasyon olayinda bu ihbarcilik , sembollesebilecek bir hale gelmis. Ihbarcilari teshir etmemelimiyiz? Entrikaciligi her tv programindaki ses tonundan fiskiran Balbaylari Oray Egin leri Alev bilmemleri, kendi mahallelerinde sokaga cikamayacak hale getirmemlimiyiz?

  189. “kürtce dedigin dil kürdistanin dört parcasinda yakin zamana kadar yasakti; bir dilin üniversitesi yoksa, üniversite orda kalsin, o dili bilmek, konu$mak bile cogu zaman ‘teröristlikle’ e$degerde tutuluyorsa”

    Sallamanin yukarida mukemmel orneklerinden birisini vermissiniz.

    Yepyeni bir dil ogrenmekten bile bahsetmiyoruz; kendi anadilini ogrenmek, gunluk dili (muhtemel secmenleri ile konusacak kadar) akici konusur hale gelmekten bahsediyoruz.

    Galiba, sizin baktiginiz yerden bu bir omur surer..

    Tabii ki, hayir.

    Gunluk hayatta, her dil en cok 300 kelime gerektirir. Gramer ve kaliplar da son derece basittir.

    Bunlari ogrenmek de hic de zor degildir –hele de kulagi asinaysa, anadili ise.

    Anadili olmayanlar bile, o dilin konusuldugu ortamlarda, azicik ilgi ile, en cok bir iki sene icinde meramini kolayca anlatacak kadar herhangi bir dili ogrenir.

    Bunu ben sadece kendimden bilmiyorum; benim turlu cesitli ulkelerden Turkiye’ye gelmis tanidiklarim oldu. Bir seneye varmadan meramini anlatabiliyorlardi.

    3 sene Turkiye’de yasamis olanlar da bizim, anadili Turkce olanlarin, imla hatalarini duzeltiyorlardi.

    Kisacasi, masal anlatiyorsunuz. Ogrenmek isteyen ogrenir; Kurtce, Turkce veya Cince.. hic de zor degil.

    Ogrenmek isteMEyen de gerekce bulur, mazaret uydurur.

    Yasak filan da hikaye. Gercekten ogrenmek isteyen, gider ana-baba koyune, en cok bir-iki mevsimde sakir sakir konusur hale gelir.

    Bir Kurt, (hic Turkce ders filan almadigi halde) Wilma Elles’in Turkce konusabildigi kadar olsun, Kurtce ogrenenmisse, bundan utanmasi, hicap duymasi, gereken sadece kendisidir.

  190. “neden bir hdp bürosuna gidip, o insanlarla yüzyüze bir konu$mayi denemiyorsun?”

    Parti burosundakilerin neyi ne kadar bildiklerini saniyorsunuz?

    Burada, Genel Kurul uyesi oldugunu soyleyen [peh, peh, peh..], mumtaz bir HDP uyesi var; ve kufretmekten oteye pek bir sey dedigini duymadim.

    HDP burosundakilerin daha olgun olacaklarina dair pek de umit verici degil; malesef.

  191. “‘Eşbaşkanlık’ın nedeni, ‘erkek hegemonya’nın hayatın her alanında olması, en azından bir siyasi partinin başkanlık kurumuna ‘tek erkek’ oturmaması, hem kadın hem erkek şeklinde ‘paydaş & denk başkanlık’tır.”

    Bir aracin iki surucusu olmasi gibi bir seyi anlamli kilmaga calisiyorsunuz.

    Daha iyi olani, liyakati daha yuksek olani o koltuga oturtursunuz. Bunun kadin-erkek esitligi ile alakasi yoktur.

    “Başkanlık kurumuna münasip görülen Selahattin Demirtaş’ın meziyetlerini veya Figen Yüksekdağ’ın meziyetlerini haftalarca yazışabiliriz.”

    Haklisiniz. O konuya girmeyelim; bitmez.

    “HDP’nin kurumsal kimliğinde ‘eşbaşkanlık’ mekanizması ile vermek istediği mesaj, ‘kadınların toplumda hiçbir alandan soyutlanmaması’dır. Yüksekdağ’ı tartışabilirsiniz, ama HDP’nin mesajını saptıramazsınız.”

    Bu dedikleriniz bana eski bir Polonya fikrasini hatirlatti:

    Herhalde 90’lar idi. Ruslar, bir jest olsun diye, uzaya gonderdikleri ekibin arasina bir de Polonyali bir kozmonot katmislardi.

    Bunu, Polonyalilar sevincle karsilamak yerine, “Istersen uzaya git, Ruslardan kurtulamazsin” diye yorumlamislardi.

    Simdi..

    Merak ediyorum; acaba, Figen Yuksekdag da benzer sekilde mi dusunuyor: “Ne yaparsan yap, kim olursan ol, HDP’de erkek egemenligi hep ensendedir.” 😉

  192. olurmu böyle olurmu, insan sürec yoldasini zindana doldururmu,
    beraber suriyeyi kurtaracaktik esme ruhuyla. lazkiyeden acilacaktik dunyaya.

    olurmu böyle olurmu , insan surec yoldasini zindana doldururmu.
    esme ruhuyla acikladigimiz gunleri acikla ortak dusmanimiz ermeniler ve yahudi rum lobilerinin ortak dusmanimiz oldugunu
    hatirla mecliste Tatli sakali kavgalarimizi

    olurmu Boyle olurmu esme ruhu zindana doldurulurmu
    daha lazkiyeyi alacaktik, denize acilacaktik.

    olurmu Boyle olurmu insan surec yoldasini zindana doldururumu
    ne cabik unuttun seni gezi de kurtardigimiz gunleri, baskan oyle dmememismiydi

    olurmu Boyle olurmu, insan ortagini zindana doldururmu?

  193. Laf ebeliği ustası Necip, yine durmak yok yola devam: “Merak ediyorum; acaba, Figen Yuksekdag da benzer sekilde mi dusunuyor: ‘Ne yaparsan yap, kim olursan ol, HDP’de erkek egemenligi hep ensendedir.'”

    Ne cevap vermiştim: “Yüksekdağ’ı tartışabilirsiniz, ama HDP’nin mesajını saptıramazsınız.”

    ‘Konu mankeni olsun da nasıl olursa olsun’ kıvamında mesaj vermek başka şey, kadınların DA var olduğu mesajını vermek başka şey. DAHA, KADINLARIN “VAR OLDUĞU”NU KABUL EDEMEDİK Kİ, FİGEN YÜKSEKDAĞ’IN MEZİYETLERİNİ (VEYA MEZİYETSİZLİKLERİNİ) TARTIŞALIM. İLK ÖNCE PAYDAŞLIĞI ÖĞRENELİM, CİNSİYETÇİLİK DENEN ZIRVADAN KURTULALIM, ONDAN SONRA, ‘HERHANGİ BİR SİYASİ PARTİNİN BAŞINA BİR KİŞİ Mİ GEÇSİN, BİRDEN FAZLA KİŞİ Mİ GEÇSİN?’ SORUSUNA GELİRİZ, AMA GELEMİYORUZ, ÇÜNKÜ KADINLARI EN BAŞTA YOK SAYIYORUZ.

    Uzayın tapusu, Ruslara da, erkeklere de ait değil. Bunu sen de biliyorsun ama kıvırıyorsun.

    Bu sitedeği varlığın laf ebeliği üzerine kurulu Necip.

  194. Kemalistligi, ataturkculugu, sovenligi movenligi Asan bir ideolojidir salak olmak. ne dedigi belli olmamak ne dusundugu belli olmamak. Biz buna kisaca CHP yönetimi diyebiliriz.

    CHP toplantisinda:

    Toplantıda, CHP’lilerin sokağa inmesi ve kitlesel mitingler yapması gerektiği kaydedilirken, aynı zamanda yaşananların yurt dışında anlatılması gerektiği belirtildi. Toplantıda, Meclis Genel Kurulu ve komisyon çalışmalarında daha sert muhalefet edilmesi gerektiği ifade edildi. Toplantıda, Demokrasi Cephesi oluşturulması yönünde de bir tartışma yapıldı. AKP’nin ülkeyi cepheleştirmek istediği ve iç savaşın bir cepheleşme siyasetinin sonucu olduğu belirtilerek CHP’nin Türkiye’yi iç savaştan koruyacak en geniş tabanlı cepheyi oluşturması gerektiği ve bu konuda çalışma yürütmesi gerektiği ifade edildi.

    ………
    HDP ile yanyana görüntü verilmeyecek iken en genis demokrasi gucleriynen Cephe kurarkene , ulkeyide fazla cephelestirmezken, offf yoruldum ben yaaaa

  195. Bu bildirinin neresi sert Allah askina:)

    http://www.abcgazetesi.com/chp-akp-hdpli-vekilleri-tutuklayarak-terore-hizmet-etmektedir-33363h.htm

    CHP sertlik neymis AKP onlarin partisine girince ögrenecektir. Insanin bas sunlarin partisini Tayyip görsünler hanyayi konyayi diyesi geliyor.Cok sert tepkiymis.

  196. Bu soruya, İnventram ile Japon şirket Mitsui’nin ortaklığına gölge düşürmemek için uzun cevap verebilirdim ama bir tarafta hala büyüme oranları, Türkiye’de ki yatırım araçlarının Batıya göre getirisinin yüksek olması gibi olumlu şeyleri de söyleyebilirim. Ama bununla beraber yabancı yatırımcıyı çekebilmek için ihtiyaç duyulan güvenli liman olma olayında da son zamanlarda erozyona uğrama durumunu da uzun uzun anlatabilirdim… Ama basın toplantısına gölge düşürmemek için şimdilik sadece Cumhuriyet gazetesine geçmiş olsun diyorum. Bu sorunun cevabını daha uzun uzun ve sağlık bir ortamda cevaplayabilirim.”

    Koc

    böyle demis tekelci burjuvazi. yani ekonomi tikirinda,aslolan bu, ama soyle böylede olmayaydi eyiydi, ama esasen bizde sorun yok ..

  197. marxist argüman

    179 nolu yorumcuya dikkat, bu $ahis “nasname” okuyucusu kürt. hdp’lilerin tutklanmasina öyle bir seviniyor ki, zil takip oynuyormu$ gibi bir havada yorum yazmi$.

    “nasname”ci kürt milliyetcisi, T.C. yakinda ölüm cezasini geri getirecek, sen $imdiden tayyip erdogan’a, apo’nun ipini cekmeye aday cellat olarak dilekceni yaz bence.
    apo’nun olmasa bile belki s. demirta$’in ipini sana cektirirler.

    T.C. ve erdogan -ve hatta necip- seninle gurur duyuyor!

  198. marxist argüman

    necip,
    her zaman oldugu gibi dalga dümen pesindesin. e$ ba$kanlik konusunu daha önce sormu$tun ve sana cevap yazmi$tim; belli ki unutmu$sun.

    ben, demokrasiyi her derde deva ilac olarak idealize edenlerden degilim; sandiga gidip oy kullanmayi da devletin/düzenin degirmenine su ta$imak olarak gördügüm icin, oy kullanmiyorum.

    e$ baskanlik uygulamasini bildigim kadariyla ilk olarak alman yesiller partisi kullandi. yine bildigim kadariyla avrupa’nin diger ye$ilci partileri de bu uygulamayi benimsemi$ler. hdp de bu uygulamayi alman yesiller partisinden örnek aldi. (necip $imdi hayal kirikligina ugradi, neden? cünkü necip, devlet babasinin devlet terbiyesini özümsemi$ ideal bir “devlet kulu” olarak, e$ ba$kanlik uygulamasinin altinda ba$ka bir $eyler arayip duruyor, yani “kötü” karakter apo’nun dümenlerinden birisi midir, nedir vs.)

    e$ ba$kanlik uygulamsinin dayandigi prensip kadin-erkek “e$itligi”, bundan dolayida ba$kanlardan biri erkek digeri kadin. yani “ileri demokrasi”nin bir uygulamasi olarak degerlendiriliyor, idealize idiliyor.

    cevreci yesilci partilerin secmen destegini arttirmak icin bir argüman olarak kullandiklari ve kendilerine gercekten de epey oy getieren “cevre/doga” gibi, “kadin/cinsiyet/feminizm” de bir argüman olarak yesilci partilere epey bir oy getirmi$tir. bundan dolayidir ki, alman yesiller partisinin uyguladigi “kadin kotasi” gibi uygulamalari alman sosyal demokratlar ve hristiyan demokratlar da sonradan benimsemi$lerdir.

  199. Necip gibi devletçilere en güzel yanıt aşağıdaki yazıdır:

    http://www.gunzileli.com/2016/11/07/fikret-baskaya-asil-teror-devlet-terorudur/

  200. Necip gibi bu iktidarı destekleyenlerin okuması gereken diğer bir yazı:

    http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2016/11/07/bu-kez-rakkanin-gazabi/

  201. marxist argüman

    özgürlükcü,
    172 nolu yorumunda yazdiklarin türkiyenin gerceklerini iskaliyor. madem siyaset yapiyorsun, kendine bir dünya kurup o dünyada ya$ama; herseyin merkezine hdp’yi koymaya egilimlisin.

    1. erdogan’in öngördügü ba$kanlik sisteminin hdp ile uzaktan yakindan alakasi yok.
    erdogan, devleti T.C.’nin kaydettigi geli$melerden memnun degil. hangi geli$melerden bahsediyoruz?
    T.C.’nin kapitalist-emperyalist rekabette/hiyerar$ide ki konumunu erdogan cok yetersiz buluyor; hizli bir sekilde üst siralara tirmanmak istiyor; sovyetler birliginin kendini fesh etmesiyle alakali olarak özal hükümetinden beri hedeflenen, T.C.’yi en azindan bölgesel bir güc yapma hedefine baskanlik sistemiyle daha hizli bir sekilde ulasilacagini düsünüyor erdogan.

    yani sözkonusu olan T.C.’nin devlet olarak siyasi-ekonomik hedefleridir.
    sen ne yapiyorsun, kalkmi$sin her $eyi hdp ile, hdp’nin oylariyla aciklamaya cali$iyorsun; tek bir agaca odaklanmaktan ormanin tümünü gözden kaciriyorsun.

    2. legal olsun illegal olsun, bir parti, örgüt devletin baskisina, terörüne maruz kaldikca büyümez; böyle gercek di$i sloganlari, söylemleri, ezberleri birak.

    fetullah gülen hareketi “fetö” terör örgütü olarak kriminalize edildiginden beri büyüdü mü, kücüldü mü? devlet, “fetö”nün kitle destegini ve ekonomik kaynaklarini cökertirken; gülen hareketini hallac pamugu gibi atarken senin dile getirdigin, “bu baskilar bizi kücültmez, büyütür” mantigi sacmaliktir; devletin terörünün nelere kadir oldugunu inkar etmek; yok saymak anlamina gelir.
    hdp’ye yapilan devlet baskisi ve terörü de tabii ki o partiyi cökertmeye, geriletmeye yöneliktir; senin uzun emekler sonucu in$a ettigini devlet yerle bir ediyor, sen hala kalkmi$sin “baskilar bizi kücültmez büyütür” ajitesi cekiyorsun.

    secim, sandik bir devletin i$ine geldigi müddetce ve devletin/düzenin i$ine yarayacak sekilde ayarlanmi$tir; secim sonuclari bir devletin varligini/bekasini tehlikeye soktugu andan itibaren devlet devreye girer, aynen hdp’nin secimlerde ki basarilarindan sonra. sen hala kalkmissin “yok hdp $u kadar milyon oy alacak, yok böyle büyüyecek.”

    devleti, kürt sorununda tavize zorlayacak tek yöntem $iddettir, silahli mücadeledir. bu demektir, devletin kürt sorununda bundan sonra ki stratejisi biraz da pkk’nin silahli mücadelede ki performansina bagli.

    devleti kürt acilimina, cözüm sürecine ikna eden $ey de 2008 yilinda ordunun “kürt sorunu sadece siddet ile cözülemez” noktasina gelmesiydi. bu demektir, devlet, hem hdp’yi hem pkk’yi geriletebildigi kadar geriletecek, sonra tekrar birtakim ufak tefek tavizlelerle i$i bir sonuca/cözüme baglamaya cali$acak.

    bu kisir döngü böyle devam edecek; senin sandigin gibi kürt sorununu sandik, hdp cözemez.
    kürt sorunu devlet icin “hayati” bir sorundur, böyle sorunlari da bir devlet, secim sandigina falan havale etmez.

    sen “özgürlükcü”, bir demokrasi idealisti olarak bu gercekleri idrak etmemekte israr ediyorsun.

  202. Yukarıda linkini verdiğim yazıdaki şu tespit önemlidir; çünkü bu iç politikada da geçerli olan bir gerçektir:

    “Dış politikada işler pazarda daha fazla bağırarak daha çok karpuz satacağını sanan işportacının tarzıyla yürümüyor.”

  203. siz bakmayın tayyip erdoğan’ın batıya karşı atarlanmasına. batı dünyası, çıkarlarını zedelemediği çerçevede tayyip erdoğan’a hareket serbestisi vermiştir. bu çerçevenin dışına çıkmak istediğinde ne olduğu 15 temmuz’da görüldü.

    abd’ye “ya bizi tercih edeceksin ya ypg’yi tercih edeceksin” resti çeker; abd umursamaz; “ypg ve kürtler bizim sahadaki ortağımız” diyerek tayyip erdoğan’ı rezil rüsva eder,

    gece gündüz “ypg törörörö” der, medyası ve trolleri nakarat olarak tekrar eder durur, “abd’ye ypg ile operasyon yapamazsın” der ancak abd türkiye’deki hava üslerinden uçak kaldırarak ypg güçlerine hava desteği gönderir.

    yani ortadoğu’da tayyip erdoğan tipi atarlanmak, külhanbeyi hareketleri, kasımpaşalı bıçkın delikanlı ayakları sökmez. abd ve batı politikayı belirler, herkesin rolü bellidir. iç kamuoyunuzda batıya meydan okurken, iş icraata gelince batının çıkarlarının gereğini eksiksiz yaparsınız.

    zira batı ile çelişenin sonu fenadır, beterdir, vahşettir.

    ortadoğu’da diktatörcülük oynamak isteyenler %90’dan fazla oy ile iktidar olup yine kendi halkı tarafından vahşice linç edilen kaddafi’yi, lağımda yakalanıp idam edilen saddam hüseyin’i unutmamalıdır.

    https://eksisozluk.com/entry/63942703

  204. Lüksemburg’dan ‘Türkiye’ tehdidi

    Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, Türkiye’deki son gelişmeler nedeniyle Ankara’yı ekonomik yaptırımlarla tehdit etti. Alman hükümeti ise Türkiye’ye yönelik yaptırım tartışmalarına girmeyeceğini belirterek, Avrupa’nın gelişmelere birlik olarak cevap vermesi gerektiğini açıkladı.

    Lüksemburg Dışişleri Bakanı Asselborn, Türkiye’nin ihracatının yüzde 50’sinin Avrupa’ya olduğunu, Türkiye’deki yatırımların yüzde 60’ının da Avrupa Birliği’nden geldiğini belirterek, “Bu büyük bir baskı aracı ve belli bir noktadan sonra bu baskı aracını kullanmaktan kurtulamayacağız” dedi.

    Türkiye’deki son gelişmeleri sert bir dille eleştiren Asselborn, hukuk devletinin devre dışı bırakıldığını savundu. Alman Deutschlandfunk Radyosu’na konuşan Asselborn şöyle dedi:

    “Bugün Türkiye’de insan haklarını savunan biri, ya Gülenci ya da terörist olmakla damgalanıyor. Türkiye’de avukat yüzü görmeden beş gün cezaevinde tutulduklarını biliyorlar. 15 Temmuz’dan bu yana sadece 11 bin sendikacı görevden atıldı. Basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye 180 ülkeden 151’inci sırada. 10 bin gazeteci işsiz. Ama işin en kötüsü ise Türkiye’de toplumsal ve sosyal açıdan bir sivil ölüm başladı. İşten atılanların resmi gazetede isimleri yayımlanıyor. Onların bir daha iş bulma şansları yok. Diplomaları, pasaportları yok ediliyor. İnsanların ailelerini geçindirecek geliri yok. Evlerini kaybediyorlar. Açlık çekiyorlar. Bunlar, açık söylemek gerekirse, Nazi döneminde kullanılan yöntemler. Ve bu Türkiye’de 15 Temmuz’dan beri çok, çok kötü bir dönüşüm. AB olarak bunu öyle kolay kabul edemeyiz.”

    Asselborn, Eylül ayı başında Strasbourg’daki dışişleri bakanları toplantısında, Türk Dışişleri Bakanı’nın kendilerine kelimesi kelimesine “Ben de sizler gibi hukuk devletinde yaşamak istiyorum” dediğini iddia etti. İdam cezasının vazgeçildiğinden hareket ettiklerini belirten Asselborn, Türkiye’den 15 Temmuz ve sonrası kararnamelerinin insan hakları sözleşmelerine uygunluğu açısından Avrupa Konseyi uzmanlarınca inceleneceği yönünde sözlü taahhüt aldıklarını ileri sürdü ve “Bunların hepsi son günlerde yok edildi” dedi.

    AB’nin bu konuda nasıl bir tavır alacağı sorusuna Asselborn şu yanıtı verdi: “Türkiye ihracatının yüzde 50’sini AB ülkelerine yapıyor. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, Rusya’ya ihracatı sadece yüzde 2. Türkiye’deki yatırımların yüzde 60’ı AB’den. Bu tam bir baskı aracı. Türkiye’de bu insan haklarında yaşanan bu inanılmaz duruma karşı durmak için bu baskı aracını kullanmaktan şu sıralar kurtulamayacağız.”

  205. Filmin sonunda Necip, Gün Zileli’nin kendisi çıkarsa hiç şaşırmam.

  206. Bir benzerlik:

    Bazen bir genel ayaklanma başarısız olmakla birlikte o iktidarın, hatta devletin çöküşünün temelini hazırlayabilir.
    Türkiye’de bugünkü durumun bir benzeri geçmişte Selçuklu döneminde yaşanmıştır.
    Devlet, Babaîler isyanını bastırabilmiş, fakat bu ayaklanma onun zayıflığının ve Moğol istilasıyla başlayan çöküşünün habercisi olmuştur:

    [Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti adlı kitabında, “Kösedağ mağlubiyeti siyasî inhitatın başlangıcıdır” diyor. Bizce Anadolu Selçuklularının siyasî çöküşünü belirli bir tarihsel noktayla göstermek gerekiyorsa, bu tarih Kösedağ yenilgisinin olduğu 1243 değil, Babaîler Ayaklanması’nın olduğu 1240 yılıdır… Ayaklanma bastırıldıysa da sonucu Selçuklular için öldürücü olmuştur. Çünkü kırsal halkla ve özellikle göçebeler ve sayıları hiç de azımsanmayacak dervişlerle Selçuklu yöneticileri arasındaki bütün bağlar bu ayaklanmayla kopmuştur. Köylüler, Türkmenler, ahiler ve heterodoks dervişler Selçuklu Devleti’ne düşmanlıklarını, bir bütün olarak netleştirmişlerdir. (Reha Çamuroğlu – Tarih, Heterodoksi ve Babaîler – s. 191, 192)]

    Selçuklu Devleti yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni, Babaîler isyanı yerine 15 Temmuz darbe girişimini, ve tam uymasa da bazı açılardan Moğollar yerine Batı’nın TC’yle çelişkisini koyabiliriz.

  207. özgürlükçü

    Necip yalaması faşist demagog laf ebesi anlaşıldı sen burda lafı uzatmakla hizmet ettiğin mit e bilgi topluyorsun eminim mit ajanısın verdiğin bilgilerden kıvırtmandan çok açık
    Zileli siteyi mit ajanlarından temizle!!!!!
    HDP kahveden meyhaneye fabrikadan tarlaya gecekondudan rezisdansa hayatın yaşandığı bütün yerellerde siyaset üretir ve bu alanların kendi özgünlüğü ile kendini gerçekleştirmesine fırsat verir evet kahveden geliyorum sabah açtım şimdi evde bilgisayarda seninle uğraşıyorum yettin artık HDP lafı etme ………….. (admin)

  208. “Bazen bir genel ayaklanma başarısız olmakla birlikte o iktidarın, hatta devletin çöküşünün temelini hazırlayabilir.”

    Dogrudur. Kazanilan zaferler bile, bazan, yenilgiden beter olabilir (bkz Pirus Zaferi).

    “Türkiye’de bugünkü durumun bir benzeri geçmişte Selçuklu döneminde yaşanmıştır.”

    Ben, pek de ‘benzeri’ oldugunu dusunmuyorum.

    Tarihi zaferler/maglubiyetler/isyanlar/bastirmalar uzerinden anlatmak, bence, cok eksik oluyor.

    “Bizce Anadolu Selçuklularının siyasî çöküşünü belirli bir tarihsel noktayla göstermek gerekiyorsa, bu tarih Kösedağ yenilgisinin olduğu 1243 değil, Babaîler Ayaklanması’nın olduğu 1240 yılıdır…”

    Iyi de, bu ayaklanma niye cikti ve neden bu kadar yayildi?

    “Ayaklanma bastırıldıysa da sonucu Selçuklular için öldürücü olmuştur. Çünkü kırsal halkla ve özellikle göçebeler ve sayıları hiç de azımsanmayacak dervişlerle Selçuklu yöneticileri arasındaki bütün bağlar bu ayaklanmayla kopmuştur. Köylüler, Türkmenler, ahiler ve heterodoks dervişler Selçuklu Devleti’ne düşmanlıklarını, bir bütün olarak netleştirmişlerdir.”

    Neden?

    Kitleler durduk yerde isyan etmezler; isyanlar da durduk yerde yayilmaz.

    Materyalist sebepleri olmali.

    Halkin karninin, artik, doymuyor olmasi gibi, mesela.

    “Selçuklu Devleti yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni, Babaîler isyanı yerine 15 Temmuz darbe girişimini, ve tam uymasa da bazı açılardan Moğollar yerine Batı’nın TC’yle çelişkisini koyabiliriz.”

    Su andaki durumu ben hic de benzer bulmuyorum.

    Tersine, 15 Temmuz’daki kalkismaya karsi koyusun sebepleri iyi incelenmelidir.

    Bu tur bir seyi (darbeyi halkin bastirmasini), bu olcekte, ben bu topraklarin tarihinde bilmiyorum.

    [Istanbul’da bazi Yeniceri isyanlarinin halk tarafindan bastirildigi bilinmekle beraber, olcek cok daha kucuktur.]

    Anadolu’da Babai Isyanlarina benzer bir de Celali Isyanlari vardir. Ilginctir, aralarinda 400 sene kadar bir zaman vardir.

    Anadolu’da 350-400 senede bir cok buyuk (ve uzun suren) kurakliklarin oldugunu dikkate alirsak, belki bu daha aciklayici olur.

    Ote yandan, Celali Isyanlarindan bu yana da 400 sene kadar gecti. Anadolu’da kuraklik bekleyebiliriz anlamina mi geliyor; bilmiyorum.

    Ama, bu kuraklik gerceklesirse; ve, bir de Istanbul’da 10-15 sene icinde beklenen buyuk deprem de bununla cakisirsa, ekonominin yer ile yekzan olacagini tahmin etmek zor degil.

    Iste o zaman, tarihte gorulmemis bir nufusa erismis olan Anadolu’da, tarihinde gorulmemis buyuklukte isyanlarin cikacagini soylemek kehanet olmaz.

    Iktidarda kim olursa olsun farketmeyecek; ama, eger AKP’nin zerre kadar akli varsa, 2023’e kadar hadi neyse de, daha uzun donemli iktidar planlari yapmamasi gerekir.

  209. “Filmin sonunda Necip, Gün Zileli’nin kendisi çıkarsa hiç şaşırmam.”

    Ben cok sasiririm.

  210. özgürlükçü

    Argüman sen ne ayaksın!!!!!
    Bizim idrakımızı anlayacak kafa sende nerde taş kafalı hala bıraktığımız yerde otluyorsun senin sattığın Ortodoks marsizmi 40 yıl evvel satıyorduk tükettik biti ondan sonra bu köprüden geçenleri sen 30 yıl kaçırmışsın
    HDP kadar kafana taş düşer sen oy vermeyip ne yaptın sisteme hizmet etmedinmi!!!!!!
    HDP ve özgürlükçü devrimci toplumsal muhalefet olması seni köpek bile yemez ülen sokağa çıkamasın ödün dötüne kaçar yok kürt sorununu şiddet çözermiş aklı evvel HDP 80 vekil çıkarıp 6 milyondan fazla oy almasa politik alternatiflik yaratamasa esamemiz bile okunmaz ne sandın yok devlet baskı ile bitirirmiş o seni bitirir evinde oturanları bizi nasıl bitirecxek biz hayatın içindeyiz sürekli halklarımızla birlikte direniyoruz bütün devlet şiddetine rağmen demokratik siyasette ısrar edip sistemin bütün mağduriyetlerinin politik programını temsil etmeye çalışmasak senin dediğin yok olmayı yaşarız bu gün HDP nin geldiği yer pkk nin politik arenadaki işlevinin çok ilerisinde belirleyen olduğunu senin Ortodoks şablon ezberinle zehirlenmiş zihnin anlaması mümkün değil pkk ve kürt silahlı hareketlerinin asıl işlevi türkiyeden çok dışardaki ve içerdeki ulusal kazanımlarının ve biriktirilen evrensel özgürlükçü demokratik birikimlerin işid*tc gibi unsurlarca imha edilmesini önleyecek direnişle sınırlıdır asıl politik dinamik HDP dir ve sadece kürt sorunu programı yoktur bütün sistemin sorunlarının alternatifi TOPLUMSAL EKOLOJİK KÖMÜNALİZMİ programlaştırma gibi evrensel ölçekte önemli bir işlevi vardır

  211. Son tahlilde , dis dinamik, buyuk abi, herseyi belirler, türkler kürtler catisabilirler, keyifleri bilir. ama büyük abinin planlariyla celismemelidirler. buyuk abinin plani, önce isid i kovmak, sonra Esad Rejimine karsi karada bir köpürübasi.

    CNN, ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’ın dünkü ziyaretinden sonra Türkiye ile ABD’nin Rakka için ‘uzun vadede’ anlaşmaya vardığını duyurdu.
    CNN’nin son dakika olarak geçtiği ABD savunma bakanlığına dayandırılan haberde şöyle dendi: “ABD ve Türkiyeli askeri yöneticiler, uzun vadede IŞİD’in başkent ilan ettiği Rakka’nın IŞİD’den temizlenmesi, elde tutulması ve yönetilmesi konusunda Ankara’da yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya vardı.”

  212. Gün Zileli'ye yine hüsran

    Gün Zileli’nin Akp karşıtı sol blok önerisine (“bütün sol, çoğulcu bir toplumsal mücadele örgütünde birleşebilir”) Kılıçdaroğlu hiç sıcak bakmıyor maalesef. Nitekim Emep başkanı Selma Gürkan bugün Chp’yi ziyaret etmiş. Kılıçdaroğlu’ndan toplumsal muhalefete öncülük etmesini, toplumda Chp’ye dönük böyle bir beklenti olduğunu ifade etmiş. Kılıçdaroğlu ise Akp-Mhp blokuna karşı Chp-Hdp bloku gibi bir algı yaratılmasını doğru bulmadığını ve içinde olmayacaklarını söylemiş.

    http://www.turnusol.biz/public/haber.aspx?id=28227&pid=75&haber=EMEP%20K%FDl%FD%E7daro%F0lunu%20ziyaret%20etti:%20Muhalefete%20%F6nc%FCl%FCk%20edin

  213. elbette öyle söyleyecektir, çünkü parti içindeki ulusalcılardan çekiniyor, bunun CHP’yi milliyetçi demagoji karşısında zor duruma düşüreceğini düşünüyor. Böyle bir ısrara gerek yoktur, bu anti-faşist muhtemel bir ittifaka zarar verir. Zaten CHP’den “ağabeylik” beklemek solun eski alışkanlığıdır. Yapılması gerekin şudur: AKP faşizmine karşı ortak hedefler ortaya konmalı ve bunlar ısrarla savunulmalıdır (Basın özgürlüğü, gazetecilerin ve siyasetçilerin serbest bırakılması, eleştiri özgürlüğü, 15 Temmuz mağdurlarının savunulması, yabancı topraklardan askerlerin geri çekilmesi, Kürdistan’da ve yurt sathında iktidarın baskılarına son verilmesi vb vb). Bu talepleri besinseyenler zaten bir araya gelecektir. Öte yandan, HDP içindeki, Ayhan Bilgen gibi AKP yanlılarının top atışlarını akp yerine chp’ye yöneltmesi de çok yanlıştır. Bugünkü somut durumda chp’nin solundan ve Kürt hareketinden alacağı eleştiriler hiç de chp yönetimini teşvik edici olmayacaktır.

  214. uzun vadede anlaşmak tam bir züğürt tesellisidir. ABD YPG’yi tercih etmiş, Akp yönetimi bir kez daha dışlanmış ve şapa oturmuştur. ABD, girişilen askeri harekâtlarda Türkiye’ye açıktan açığa yer vermemektedir, daha ne olsun.

  215. marxist argüman

    özgürlükcü,
    seni hdp disiplin kuruluna $ikayet ettim; senin yazdigin küfürlü yorumlari hdp diliplin kuruluna gösterdim; böyle devam edersen partiden atilacaksin; haberin olsun.

  216. marxist argüman

    193 nolu yorumcu,
    hayat sürprizlerle doludur diyecem ama degil, zileli dublör kullanmiyor, “necip”, zileli’den cok farkli bir karakter, zileli o derece rol yapamaz; zileli’nin ustalik alani senaristlik, özellikle komplo senaryolarinda kendisi yedi düvele nam salmi$ bir ustadir.

    zileli’nin senaryolarinda “iyi/kurtarici” karekterler ordu/generaller ve amerika/avrupa iken, “kötü” karakterler $eriatcilar, stalin, silahli sol örgütler ve pkk.

    öcalan hem tipten kaybediyor hemde tarzdan; saddam ve stalin’i animsattigi icin öcalan, zileli’nin senaryolarinda rahmetli erol ta$ gibi ba$rolde ki “kötü” karakter oluyor.

  217. özgürlükçü

    HDP içinde akp yanlısı arayacağına sitedeki devlet-iktidar-hegemonya yalaması mitçileri temizle zileli!!!
    Sen ne ayaksın ülen dokunulmazlık OHAL meclisten akp-mhp-chp ile geçmedimi hala chp savunuculuğu yapmak niye ülen!!!!
    Sen değil anarşist sıradan demokrat bile olamasın sen kim Ayhan bilgene laf edecek adammısınız ülen!!!!!!
    Bu gün HDP ye laf edip hedef gösterip ayhanında tutuklanmasını isteyen diliniz insan dili değildir siz solun işidisiniz haliniz ortada!!!

  218. Necip, MİT ajanı falan değil, göğsünü kabartmayın şu haşarının.

    Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın kalibresi ile yine Erdoğan’ın ‘gölgede kalmayı tercih eden’, de jure değil ama de facto başdanışmanlarından Alev Alatlı kalibresi arasındaki ölçekte gidip-gelen, karnı tok sırtı pek biri, Necip.

    Necip gibi birinin yürüyebileceği yegâne yer Cemil Meriç’tir, ayaklarını biraz daha zorlasa Nurettin Topçu’ya varabilir, o kadar. (Biraralar TRT’de, ‘Yedi Güzel Adam’ isminde RTE’nin planlarına hizmet edecek şekilde kurgulanmış bir dizi yayınlanırdı, Necip, işte o 7 adamın arasına girmeyi çok isteyip de uymayınca, 7,5’uncu kişi olmaya belki naildir. Bu dizideki 7 adam da, RTE’nin ‘gönül hocaları’, ‘mentor’leridir.)

    ‘Madem üst-akıl hayatı tanzim ediyor, biz de (Türkiye de) bu üst-akla karşı RTE etrafında birleşelim. Bakın, Kemalistler de tehlikenin boyutlarını farketti, gönülleri razı olmasa da burunlarını sürte sürte RTE’nin yanında saf tutuyorlar şimdi. Peki, siz daha neyi bekliyorsunuz eyyy Zileli’nin sitesindeki ahali? Bu sefer, bir darbe girişimi değil, hakiki bir iç savaş mı?’ sorusuyla bulanıklık yaratmaya didinen ‘yerli ve milli’ bir zat, Necip.

    RTE, Aralık ya da Ocak’ta Cumhurbaşkanlığı bilmemne ödülü dağıtıyor. Necip de bunlardan bir tanesini hakediyor aslında ama şöhreti yeterli değil…

  219. marxist argüman

    zileli neden “gizli” bir chp’lidir ve kemalist devletin yilmaz bir savucusudur?

    “elbette öyle söyleyecektir, çünkü parti içindeki ulusalcılardan çekiniyor, bunun CHP’yi milliyetçi demagoji karşısında zor duruma düşüreceğini düşünüyor.”

    yani zileli’ye göre, T.C ulus devletini kuran irkci kemalistlerin partisi chp ve lideri kilicdaroglu ulusalci falan degiller, o partide “ulusalcilar” diye bir derece daha irkci olan bir kesim var; kilicdaroglu, sadece ulusalcilardan cekindigi icin “ulusalci” rolü yapiyor; ulusalcilarin agziyla konu$uyor ki, kamuoyu önünde chp’ye “siz bölücü terörle” ortak hareket ediyorsunuz suclamalari yapilmasin.

    böylece zileli, chp’yi ve liderini tursil ile yikayip, aklayip paklami$ oluyor. yani diger bir ifadeyle, kilicdaroglu aslinda parti icindeki ulusalci kanattan farkli düsünüyor ama, ulusalcilar puan toplamasinlar diye öyle davraniyor.

    dikkat edilirse kilicdaroglu “bana kalsa sol cephenin ba$ina gecerim ama…” demiyor, ne diyor: “biz chp olarak hdp ile ayni karede görüntü vermek istemiyoruz.” neden: cünkü devletin/düzenin demirba$ partisi olmak demek, parti cikarindan evvel devletin/düzenin cikarlari, yani milli cikarlar dogrultusunda politika yapmak demektir. kilicdaroglu’nun yaptigi da tami tamina budur; yani “bülücü terör” ile kesinlikle ayni karede görüntü vermemek.

    gercek böyleyken, dogan avcioglu’nun talebesi zileli neden kilicdaroglu’nun mazur göstermeye cali$iyor?

    cevap: cünkü zileli kendisi anar$ist postuna bürünmü$ “gizli” bir chp’li; zileli’ye göre chp nasil politika yaparsa yapsin, akp’ye kar$i kollanmasi/korunmasi gereken bir parti.

    “Böyle bir ısrara gerek yoktur”

    belli ki zileli, chp’nin üstüne gidilirse ulusalci/devletci yüzü cok daha net ortaya cikar, diye kaygilaniyor; zileli $u mesaji veriyor: akp’ye kar$i chp’yi gücsüz dü$ürecek; chp’nin kitleler nezdinde itibarini zedeleyecek her türlü giri$imden sakinmak lazim:

    zileli’nin fikirlerini/mesajlarini kazidikca altindan kemalist devletin/düzenin yilmaz bir savunucusu bir insan fotografi netle$iyor.

    “CHP’den “ağabeylik” beklemek solun eski alışkanlığıdır.”

    zileli’nin darbe öncesi yazilarina bakin, chp’ye en cok “agabey” rolü bicen kendisi iken burda $öyle bir “hile”ye ba$vuruyor: zileli, chp’ye “madem sol bir partisin $öyle önden buyur” denilirse, chp zorda kalir, onun icin dememek lazim, demiyor da, bir an “radikal” pozlarina bürünüp “solcularin chp’den agabeylik beklemesi yanlistir; kendi göbegimizi kendimiz kesmeliyiz” diyor.

    fakat dedigim gibi, zileli’nin ana fikri aslinda chp’yi korumak, akp karsisinda chp’yi zor duruma dü$ürecek her türlü hareketten kacinmak.

    “Öte yandan, HDP içindeki, Ayhan Bilgen gibi AKP yanlılarının top atışlarını akp yerine chp’ye yöneltmesi de çok yanlıştır.”

    zileli yukarda hangi mesajlari veriyor?

    ayhan bilgen, hdp’li bir yönetici olarak chp’yi akp politikalarina ortak oldugu icin ele$tirince, bundan rahatsiz olan ve rahatsizligini cok acik ifade eden zileli, önce ayhan bilgene “akp’li” diye camur firlatiyor; itibarsizla$tirmaya cali$iyor, aynen yukarda öcalan’a yaptigi gibi, sonra da asil mesajini veriyor: chp’yi ele$tirmekten sakinin, asil hedef akp.

    amerika’nin “isid’e odaklanin” demesi gibi zileli de “akp’ye odaklanin” diyor.

    ayhan bilgen akp yanlisi ise neden gidip akp de politika yapmiyor da, hdp de kendini heder ediyor acaba? ayhan bilgen’i ille de hdp de politika yapacaksin diye zorlayan, tehdit eden mi var?

    “Bugünkü somut durumda chp’nin solundan ve Kürt hareketinden alacağı eleştiriler hiç de chp yönetimini teşvik edici olmayacaktır.”

    zileli burda ne demek istiyor? “te$vik” derken neyi kastediyor, neye te$vik, nereye te$vik, demek istiyor?

    zileli belli ki hem chp’nin daha da “sag’a” kaymasindan korkuyor; hem de “chp’nin üstüne varmayin, kilicdaroglu sinirlenirse agzindan “sagci” söylemler, laflar cikabilir”, demek istiyor; kilicdaroglu rengini net belirttikce, zileli gibi “gizli” chp’lilerin chp’yi ve kilicdaroglu’nu aciktan savunmalari zorla$ir, yani zileli biraz da kendisini dü$ünerek “kilicdaroglu’nu rahat birakin” demek istiyor.

    evet, emep gibi sol/sosyalist örgütler ve kürt hareketi chp’yi ele$tirmekten ve kilicdaroglu’nu ziyaret edip ittifak teklif etmekten sakinmalilar, cünkü o zaman chp’nin devletin demirba$ partisi oldugu iyice netle$ir, bu da zileli gibi “gizli” chp’liler icin iyi olmaz; zileli, o durumda chp’yi aklayip paklayip nasil pazarlayacak?

    zileli de haksiz sayilmaz aslinda, o’nu da anlamak lazim.

  220. fazla sol bir söyleme sahip olusturmamak gerek marjinal örgütlerle yan yana görüntü veririz.
    Fazla isci emek dememel lazim is cevreleri urker.
    Liberal ekonomi elestri yapmamak lazim avrupa bizi dislar.
    HDP nin yaninda olmayalim yanlis görüntü veririz.
    Direnis , sokak eylemi vs seylere cagirmayalim halki , Devlet karsiti görün veririz.
    Ve hatta ve hatta fazla laiklik kemalizm falanda demeyelim muteddeyin halktan oy alamayiz. Bu kafada bir CHP hala HDP den fazla oy aliyorsa Ozgürlükcü gibilerdendir.

  221. 199 a devam. Zileli Bati AKP konusunda vahim bir yanlislik icindesiniz. Akintiyla beraber yuzmemeyi bilen biri olarak bu kez genele takilmissiniz. Ama ben size sunu sormak isterdim, Isid e karsi olmanin ötesinde , Esad rejimine karsida PYD yi desteklermisiniz, ABD PYD iliskilerinde , PYD ve Sol hakkinda , Emperyalizm baglaminda bir tespit bir elestri tespiti yapmis, varsa bir Paradigma degisikligi bunu ifade etmeye cagirmissiniz. Dogru bir cagri bu. Bende size öncelikle bu cagiriyi yapiyorum . Sizin paradigmaniz ne bu konuda, isid e karsi anladik ama, abd asil pyd yi Suriye operasyonu icin Esad a karsi hazirliyor. bu durumda ne yapacaksiniz?

  222. HDP dir ve sadece kürt sorunu programı yoktur bütün sistemin sorunlarının alternatifi TOPLUMSAL EKOLOJİK KÖMÜNALİZMİ programlaştırma gibi evrensel ölçekte önemli bir işlevi vardır

    oyyy oyyy oyyyyyy. Tarihsel evrensel sorunlari laflarla cözmek buna denir:) türette türet laflari sonra git esme ruh una tav ol. bunu söyleyeni karala alsana komunaliiziiiiiim. Birde baktikki Erzurum Ruslardan kurtulmuuuuuus . Diye bir fikra var bilirmisin özgürlükcu bilmiyorsan erzurumlulara sor onlar sana anlatir.

  223. 199 a devam

    http://www.abcgazetesi.com/abd-ile-anlastilar-rakkada-ypg-yok-33448h.htm

    sanirim Zileli dis dinamik emeperyalizmin belirleyicilig gibi seyleri klise ezber olarak kavriyor, bu yuzden bu tür tespitlere otomatik tepki veriyor. haksizda degil en cok klise ezber bu konuda yaratilmis durumda, ama yinede önemli bir konu bir gerceklik, esberci klisecilige tepkisel yaklasmakta yanlislardan biri diye dusunuyorum.

  224. 199 a devam. Ayrica Pyd ve kürtlerin rakka ya gönderilmesinden bambaska bir nedenden ötürü karsiyim. Rakka Isid in zorlamadan elegecirdigi, kendiliginden kitle tabanin oldugu bir yer, buranin operasyonuna kürtlerin sürülmesini supheyle karsilamistim. rakka ne musul a benzer ne Halep e , neden oraya kürtler Pyd sürülüyorduki?

  225. Her zihin deyisik demekki, 200 nolu yoruma yazdigi yanit ne kadar dogru . Bazen ise Zileli nin duygulari karisiyor, kendi istencine göre ozgürlük vari analizler ve tepkiler verebiliyor.

  226. Filmin sonunda ozgurlukcu Marxist arguman cikarsa sasmam:)

  227. Sorun burada özgürlükcü, fosfor agirlikli beslenme, misir ekmegi , balik, hepsi fosfor icerir, tedavisi yok bunun:)

  228. Kaddafi yi kendi halkimi linc etmis? himmm. Diktator oldugu icin himmm. peki AKP ceteleri nin linc lerinede halk tepkisi diyebilecekmiyiz?

  229. “mit e bilgi topluyorsun eminim mit ajanısın”

    Eger benim verecegim bilgilere muhtac ise, MIT’i kapatalim gitsin, bence.

    Dahasi, imalarinizdan anladigim dogru ise, sizin HDP’nin politikalari ile ilgili aciklama yapamayisinizin sebebi, diyeceklerinizin MIT’in ilgi alanina girebilecegi ihtimali ise, daha fazla bir sey demenize gerek yok.

  230. CHP zaten devletin partisi, secmenleride bugüne kadar akillanip HDP ye yönelmediklerine göre onlarda devletin militanlari. oyleyse ne yapmak lazim, Zileli nin sitesinde HDP li olmayanlara atip tutup egomuzu rahatlatmak lazim, ergen devrimciler gibi. Aferim devam edin.

  231. http://www.abcgazetesi.com/bahceli-partilere-de-feto-operasyonu-yapilsin-33493h.htm

    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/627613/CHP_ye_bir_saldiri_daha__Sizi_burada_yasatmayiz.html

    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/627690/Bahceli_CHP_ye__Kara_leke__dedi__HDP_sorusuna_tek_cumlelik_yanit_verdi.html

    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/627716/Ertugrul_Kurkcu_ve_Mahmut_Tanal_a_7_ser_yil_hapis_istemi.html

    Ortaya yaptigim slata icin özür fekat, CHP konusunda Zileli ye atip tutan arkadaslarin meselenin vehametini kavrayabildiklerini sanmiyorum. Sanki biz CHP nin ne oldugunu bilmiyoruz.??

    Olasi bir erken secimde yada öncesinde yada su anda oldugu kadariyla bile MHP AKP ortak fasizmi nereye kadar varabilir bi düsünün? Bu gidisi frenleyebilmek hatta yavaslatabilmek icin bile esnek davranilabilinir diye düsünüyorum.

  232. Insanlarin Siyasi kimliklerini gizlemeden sokaga cikamayacaklari gunlerin arefesinde, ya sunlarda ammada re ro raa diyen insan en hafif deyimle bohemdir bohem.

  233. Kapsamli organize bir saldiri bu, ne HDP ile Sol ile ne basinla yetinecekler, CHP yede Ulusalcilarin sol kesimi diyebilecegimiz (Merdan yanardag ABC) kesimede saldiracaklar, bu kesimle ugrasma isini Oda Tv ve Aydinliga devretmis gibiler. Ne idugu belirsiz Onkibar Tayfun Talipogluna saldirmaya baslamis bile.

  234. marxist argüman

    bu “nasname”ci kürdün hdp ve pkk’ye olan kin ve nefretine bakilirsa, bu kesin korucu.

    gün zileli sitesinde korucu kürt bile var; ne renkli bir mozaik!

    bu “nasname”ci korucu kürt “e$me ruhu” diye bir sakiz almi$ agzina cigneyip duruyor. neymi$ bu me$hur “e$me ruhu”?

    suriye ic sava$i, kürt ulusal hareketi icin yeni imkanlar dogurmu$, bununla ilintili olarak “cözüm sürecin”de pkk’nin elini masada güclendirmi$; pazarlik/talep $ansini attirmi$ti.
    pkk ile cözüm sürecini baslatan akp, kürtlerin suriyede ki kazanimlarinin pkk’nin elini masada güclendirdigini gördügü icin, akp hükümeti bir yandan öcalan ile pazarlik yaparken diger yandan rojava kürt ulusal hareketini zayiflatma stratejisi izlemi$, bu strateji cercevesinde suriyeli kürtlere kar$i, islamci sunni cihadcilara destek vermi$tir.

    erdogan’in “kobani dü$tü dü$ecek” söylemiyle pkk’ye vermek istedigi mesaj $uydu: suriyedeki geli$melere güvenerek bize kafa tutmayin; cözüm masasinda talep citanizi yükseltmeyin; devletin size bah$ettigi hak kirintilariyla yetinmek zorundasiniz, kobani’ye falan da güvenmeyin, kobani düstü düsecek.”

    $imdi gelelim “e$me ruhu”na: öcalan zaten pragmatizmiyle, oportünizmiyle me$hur bir siyasetci.
    “cözüm süreci”nin iyiden iyiye sallantiya girdigini gören öcalan, son bir hamleyle cözüm sürecini kurtarmak icin me$hur pragmatizmini devreye koydu; pkk’nin söylemini “zamanin ruhuna”/ konjönktüre uydurdu; kandil’dekiler de koro halinde öcalan’a e$lik ettiler:
    “islam ortak paydamizdir; kürtler ve türkler olarak islam bayragi altinda birle$elim; ermeni ve yahudi lobisi ortak düsmanimizdir; türklerin ve kürtlerin cikarlari aslinda birdir; bizi birbirimize dü$üren ermeni ve yahudi lobisidir; türk-kürt karde$, ermeni-yahudi kalle$; türkler ve kürtler olarak ortadoguda ortak cikarlar etrafinda ortak bir ruh ile -e$me ruhu- hareket edelim vs.”

    “nasname”ci korucu kürt, senin kürt/kürdistan sorununda fikrin nedir, onu yaz ki bilelim; senin “türk versiyonun” olan necip gibi laf soku$turup durma; laf atmak ba$kadir, fikrini belirtmek ba$kadir.

  235. marxist argüman

    “e$me ruhu”na aciklama getirecektim, unuttum.

    “e$me” T.C.’nin suriyede ki enklavi süleyman $ah türbesini pyd’nin destegi ile isid’in tehdidi altinda ki bölgeden ta$iyip götürdügü kobani yakinlarinda ki bölgenin ismi.

    “e$me ruhu” kavraminin isim babasi öcalan; bununla kastettigi türk-kürt cikar ortakligi.

  236. marxist argüman

    özgürlükcü’den alinti:

    “asıl politik dinamik HDP dir ve sadece kürt sorunu programı yoktur bütün sistemin sorunlarının alternatifi TOPLUMSAL EKOLOJİK KÖMÜNALİZMİ programlaştırma gibi evrensel ölçekte önemli bir işlevi vardır”

    özgürlükcü, u$agim, bana inanmiyorsan hdp’lilere sor, hdp’nin programinda kendisine örnek aldigi alman yesiller partisi ve alman sol partidir.

    kadin, feminizm, doga-cevre vs. gibi argümanlari alman yesiller partisi taa 70lerde kullanmaya ba$ladi; türkiyeye etkisi yeni yeni ula$iyor.

    komünalizm’e gelince: bu öcalan’in anar$ist yazarlardan okuyup dile getirdigi idealist düsüncelerdir; ho$ ama bo$ düsüncelerdir; kulaga ho$ gelir ama gercek hayatta kar$iligi yoktur.

    ben hdp’nin programini okumu$ degilim fakat, hdp’nin legal bir parti olarak “komünalizm” gibi bir$eyi programina koydugunu sanmam; devlet öyle bir partiye faaliyet izni verir mi, ondanda emin degilim. hdp’nin programinda “komünalizm” maddesi varsa, buraya alinti yap, somut $eyler üzerinden tarti$alim; hazir recetelerle siyasi fikir tarti$masini ben yanli$ buluyorum.

  237. (Buradaki Barzani/Nasname karşıtları İran’a da karşılar mı? Aşağıdaki iki habere ne derler?)

    İran’dan Barzani’ye gözdağı
    Suudi Arabistanın Kuzey Irakta İran karşıtı gruplara silah desteği sağladığını öne süren İran, Mesut Barzani liderliğindeki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni uyardı.
    İran merkezli Tasnimin haberine göre, İran Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Yüksek Askeri Danışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi, Tahran’da düzenlediği basın toplantısında, Kuzey Iraktaki Suudi Arabistan Konsolosluğunun İran karşı bazı gruplara silah desteği yaptığını ileri sürdü.
    Safevi, Buna izin veren Barzani yönetimini uyarıyoruz. Barzani, İrana minnettar olduğunu unutmamalı. Kökenleri İrana dayanan Irak Kürtleri, İrana özel bir sevgi beslemekteler, ancak bu tip siyasi oyunlara alet olurlarsa İran onlara yardımını kesebilir dedi.
    TÜRKİYE AÇIKLAMASI
    Basın toplantısında Türkiyedeki tutuklamalara da değinen Safevi, Türkiyenin iç meseleleri kendisini ilgilendirir, ancak tutuklamaların bir bedeli olacak ve Türkiye’ye gelecekte ciddi sorunlar yaşatabilir diye konuştu.

    (Bir tek son paragrafta tutuklamalara karşı olması doğru herhalde.)

    ————————

    KDP’ye yakından siteden Bayık iddiası
    İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun yurtdışındaki askeri-istihbari faaliyetlerini yürüten Kudüs Kuvvetleri’nin Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani’nin, terör örgütü PKK’nın üst düzey liderlerinden Cemil Bayık’la Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Süleymaniye kentinde bir araya geldiği iddia edildi.
    Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) yakınlığıyla bilinen “Basnews”in ismini açıklamadığı bir “kaynağa” dayandırdığı haberinde, Süleymani’nin, Bayık’tan PKK’nın Musul’u kurtarma operasyonuna katılmasını talep ettiği ileri sürüldü.
    Haberde, Süleymani’nin bölgedeki ziyaretlerini yakından takip eden söz konusu kaynak, İranlı generalin Süleymaniye kentine yaptığı son ziyaret sırasında Bayık ile bir araya gelerek, Sincar’daki PKK’lı teröristlerin Musul’u kurturma operasyonuna katılmasını istediğini öne sürerek, şunları söyledi: “Süleymani, militanların operasyona katılması halinde İran’ın PKK’ya hem maddi hem de askeri desteklerinin artırılacağı sözünü verdi. Aynı zamanda Süleymani, Bayık’tan İran’ın nüfuz gösterdiği bölgelerde PKK’nın çok daha aktif olmasını talep etti.”
    Haberde, Süleymani ve Bayık arasındaki görüşmenin, Irak merkezi hükümeti içerisindeki bazı tarafların örgütün başkent Bağdat’ta hem askeri hem de siyasi karargah kurması için kolaylık sağlamasının hemen ardından gelmesinin dikkati çektiği vurgulandı.
    KDP’Lİ MİLLETVEKİLİNDEN PKK İDDİASI
    Irak Parlamentosu Güvenlik ve Savunma Komisyonu Üyesi ve KDP Milletvekili Şahevan Abdullah ise uluslararası koalisyon güçlerinin anlaşmasına göre, PKK’nın “Şengal” Dağı’ndan inerek Musul’a yönelmesi halinde vurulacağını belirterek, “Bu sadece PKK’yı değil, Haşdi Şabi içerisindeki grupları da kapsıyor.” dedi.
    Abdullah, Haşdi Şabi, İran ve PKK’nın Irak’ta ortak bir ajandalarının bulunduğunu savunarak, şunları kaydetti: “Birkaç gün önce İran’ın askeri uzmanları 20 araçla Musul’u kurtarma operasyonundaki cepheleri ziyaret edip, Haşdi Şabi’nin üst düzey komutanlarıyla bir araya geldi. İran’ın kendi çıkarları ve Türkiye düşmanlığı için PKK’yı kullandığı çok açıktır. PKK’nın Haşdi Şabi’den maddi destek aldığını ispatlayan belgeler var.”

  238. Irak’la Türkiye arasında Başika ile başlayan gerilim gün geçtikçe tırmanırken, Irak Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Abdullatif Cemal Reşid’den ortalığı karıştıracak bir açıklama daha geldi. Reşid, “Irak’tan çıkın, Öcalan’ı bırakın” dedi.

    Irak Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Abdullatif Cemal Reşid tarafından yapılan yazılı açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

    “Türkiye yönetiminin, Kürt partilerinin bazı parlamenter ve yöneticilerine yönelik baskıcı tutumunu en sert şekilde kınıyoruz. Bu antidemokratik tutumlar, mücadele yürüten Kürtlere karşı yeni bir şey değil. Bu baskıcı tutumu kınıyor, PKK lideri Abdullah Öcalan ile Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ ve diğer parlamenterlerin tutukluluk hallerinin son bulmasını istiyoruz.

    Demokratik ve parlamenter yaşamın sürmesi, bütün ihlallerin son bulması ve Kürt demokratların serbest bırakılmasını talep ediyor, Ayrıca Türkiye’den, Kürdistan Bölgesi ve Musul Vilayeti’ndeki güçlerini çekmesini, Irak’ın içişlerine karışmaya son vermesini istiyoruz.” Rudaw

  239. TC’nin Batı’yla giderek daha çok koptuğunu gösteren bir haber:

    Alman Bakan’ın ‘iltica’ açıklamasına Çavuşoğlu’ndan jet yanıt

    Die Welt gazetesine konuşan Almanya’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Michael Roth, “Türkiye’deki tüm muhalif zihniyetler Alman hükümetinin onlarla dayanışma içinde olduğunu bilmelidir.” ifadesini kullandı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Tüm teröristlerin Almanya’yı tercih etmesi tesadüf değil.” diyerek Almanya’nın tutumuna tepki gösterdi.

    Almanya’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Michael Roth, Türkiye’deki gelişmelerle “Bu böyle gitmez”, Türkiye’de hükümet tarafından siyasi takibe uğrayan herkesin Almanya’ya sığınma hakkı ve imkânı bulunduğunu söyledi.

    Devlet Bakanı Roth, bu hakkın sadece gazeteciler için değil, siyasi takibe uğrayan herkes için geçerli olduğunu söyledi. Alman “Die Welt” Gazetesine konuşan Michael Roth şöyle dedi: “Türkiye’deki tüm muhalif zihniyetler Alman hükümetinin onlarla dayanışma içinde olduğunu bilmelidir. Almanya prensipte siyasi takibe uğrayan herkese açıktır. Almanya’da iltica başvurusunda bulunabilirler. Bu sadece gazeteciler için geçerli değil.”

    Devlet Bakanı Roth, Dışişleri Bakanlığının iltica konusunda neler yapabileceği üzerine bir çalışma yürüttüğüne, araştırmacılar ve gazeteciler için Almanya’da çeşitli programlar bulunduğuna işaret etti. Sığınma hakkını Türkiye’deki son gelişmelere dayandırdı ve “Türkiye’de şu an olup bitenlerin, bizim Avrupa değerleri, hukuk devleti, demokrasi ve basın özgürlüğü anlayışımızla uzaktan yakından bir ilişkisi yok. Bu nedenle Türk hükümetine bizim cevabımız çok net: Böyle gitmez” diye konuştu. Roth, Türkiye’yle üyelik müzakerelerinin bitirilmesi taleplerini ise reddetti ve böyle bir adımın Batı’ya yönelmiş Türkiye’yi yalnız bırakmak anlamına geleceğini söyledi.

    ÇAVUŞOĞLU: TESADÜF DEĞİL

    Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan Almanya’ya jet yanıt geldi. Çavuşoğlu yaptığı açıklamada, “Tüm teröristlerin Almanya’yı tercih etmesi tesadüf değil. Biz de Almanya’ya tepkimizi göstereceğiz.” ifadelerini kullandı.

    Çavuşoğlu, Almanya’nın Türkiye düşmanlarını tolere ettiğini söyledi; “FETÖ’cüler neden Almanya’ya gitti, tesadüf değil. Teröre kucak açan Almanya’ya tepki gösteriyoruz” diye konuştu.

  240. Modern man collects keys without knowing how to open a door.

    Frithjof Schuon, 1907-1998

  241. özgürlükçü

    anonim 208 -213 arkanı dön aynaya bak gülünüp alay edilecek çokkkk ofofofofofoofofo göreceksin!!!!
    Hayatta politik arenada işleviniz cümrünüz nedir???????
    Ne fuzili insanlarsınız ne devlete ne millete siz ne işe yararsınız işleviniz nedir???????

  242. Latin alfabesi kullanıyoruz, sayı sistemimiz ise Arapça.

    Felsefemiz Yunan, izlediğimiz filmler ve dinlediğimiz müzikler, oynadığımız bilgisayar oyunları Batı toplumlarından geliyor. Fakat tüm bunları çalıştıran aletler Doğu toplumlarının teknolojileri ile üretiliyor.

    Yaşadığımız dünyayı oluşturan karalar ve okyanuslar bölünmeden önce bir zamanlar tek parçaydılar. Gelecekte karalar yeniden birleşecek ve geriye tek parçadan oluşan bir kıta ve tek bir okyanus kalacak.

    Dünyayı keşfedenler Portekiz ve İspanyol denizcilerdi. Evrenin gizemlerini açıklayanlar ise İtalyan astronomlar ve Amerikalı ve Rus astronotlar-kozmonotlar oldu.

    Üç büyük dinin kökenine indiğimizde aynı adamın ismi karşımıza çıkıyor: İbrahim.

    Dünya üzerinde yaşamakta olan farklı toplumlardan 12 milyon insanın atası aynı kişi: Cengiz Han.

    Bu dünyada sınırlar oldukça önemlidir. Halbuki, İngiliz kraliyet ailesi Almandır. İspanyol kraliyet ailesi Avusturya-Macaristan kökenlidir. İsveç kraliyet ailesi Fransızdır, Yunanistan’da artık kraliyet ailesi bulunmaz, bir zamanlar kraliçeleri bir İspanyol ile evlenmiş, hayata gelen oğulları ise büyüdüğünde İngiliz kraliçesi ile evlenmişti.

    Şaşırabilirsiniz fakat bir Yunan göçmen ile evli kim var biliyor musunuz? Monşer Jean-Marie Le Pen!

    İsveç’in ulusal kahramanı olan futbolcu, Hırvat ve katolik bir anne ile Bosnalı müslüman bir babaya sahip. Fransa’nın geçmişteki ve muhtemelen gelecekteki Cumhurbaşkanı aristokrat bir Macar babanın oğludur, dedesi Yunan asıllı bir Yahudiydi, kendisi İtalyan göçmeni bir kadınla evli.

    Aynı, Amerika’da yaşayan göçmenlerin k*çlarına tekmeyi basmak isteyen bir adam gibi, kendisi İskoç bir anne ile İskoçya’ya göç etmiş Alman bir babanın oğludur. Kendisi şu aralar Slovak bir kadınla evli Melania (Knauss) Trump, boşandığı eski eşi ise Çek asıllıydı Ivana Marie (Zelníčková) Trump.

    Yaşadığımız dünyanın insanları ABD hakkında iki şeyi iyi bilirler, ülkeyi 8 yıldır yöneten başkan Kenyalı bir baba ve Amerikalı bir annenin oğludur, bu ikisi Havai’de bir Rusça sınıfında tanışmışlardı.

    Donald Trump asla gerçek Amerikalılar ile, yani kızılderililerle tanışmadı, ya da kafa derisini korumak zorunda kalmadı.

    Polonya’nın dışında yaşayan Polonyalıların sayısı Suriye’de yaşayan Suriyelilerden daha fazladır.

    İnsanlık tarihinin %90’ında Türkiye’de hiç Türk yaşamadı.

    Macaristan Macarların ülkesi değildir, soğuk Ural dağlarından gelenler Macaristan’ı istila etmişlerdi.

    Dikkat edecek olursanız tüm Kuzey Avrupa ülkelerinin bayrakları neredeyse aynıdır ve hepsinde haç bulunur. Haç, 2000 küsür yıl önce ölüm cezasına çarptırılan bir adam tarafından öldürüleceği tepeye taşınmıştı.

    Birbiriyle harmanlanmış bir dünyada yaşıyoruz.

    http://odatv.com/vid_video.php?id=8E90G

  243. gün zileli sitesinde korucu kürt bile var; ne renkli bir mozaik!

    bence zilelilinin mekaninda cok fazla ergen var benden paydos

  244. Marxist arguman sizin uslubunuzda bi yapaylik var nasil desem kesip yapistirmalar vb hani solcu olmayipta solcu gibi yapip solculari kandirdigini sanan tipler varya, yok eger gercekten solcu iseniz ve buysa hepsi, o zaman durum daha vahim demektir.

    (ajan provakatörün ilk yaptigi is , aramizda ajan var dedikodusu yaymaktir)

  245. “Necip” müstear ismini kullanan kişi, “Haşmet Babaoğlu” da olabilir:

    AVRUPA’YA KENDİMİZİ ANLATMAK ZORUNDA MIYIZ?

    “Protesto haktır ama bir şehri mahvetmek alçaklıktır. Benim şehrimde ve demokratik bir ülkede şiddet kabul edilemez.” Anayasa reformunu protesto eden göstericilere karşı Floransa Belediye Başkanı Dario Nardella bu sözlerle karşı çıktı.

    Nardella, kızmakta haklıydı. Çünkü Floransa, alabildiğine narin ve antika bir porselen vazoyu andırır. Basit bir protesto bile bu şehrin canını fena halde yakabilir.

    Ancak belediye başkanının söylediklerine şöyle bir bakıp geçmemeli. Çünkü o sözlerde Avrupa’yı anlamaya başlamak için ipuçları, hattâ deyim yerindeyse “itiraflar” var.

    Demek ki, neymiş? Meşale yakarak protesto etmek bazı yerlerde “alçakça şiddet” sayılabiliyormuş!

    Peki, orada şiddet sayılan şey neden başka bir yer, şehir ve ülkede şiddet yerine konmuyor?

    Nasıl oluyor da, kültürel mirasa hassasiyet, kanlı-canlı insanların talep ve haklarının üzerine çıkabiliyor?

    Malûm, Avrupa’yı çifte standartla suçlayıp dururuz. En tepedeki siyasetçilerimiz bile, hani “Avrupa şu çifte standardı bıraksa, her şey hâllolacak” havasındadırlar.

    Oysa bu durum, Avrupa için “tek standart”tır!

    “Evrensel kültür”; “evrensel değerler” ve “evrensel insan” tezleri mi? Bunlar modern çağlara ait ideolojik örtülerdir. Bu örtüleri kaldırmayı başarırsanız, altından neo-kolonyal bir dünya tasarımı çıkar.

    O “evren” herkesi ve her yeri değil; “Avrupalı”yı ve “Avrupalıya benzeyenleri” kapsar.

    Gerisi “dışarısı”dır. Akıllı telefonları kullanıyor olmak “Dışarı”da kalan tehlikedir. Akıllı telefon kullanması, global kapitalizme ürün verip kasaya dolarları yığması onu kurtarmaz.

    Uzun sözün kısası:
    Son zamanlarda “oryantalizm” üzerine çok tartıştık ama “oksidentalizm” (Doğu’daki Batı tasavvuru) konusunun yanına bile yaklaşmıyoruz.

    Daha düz söylersek:
    Avrupa’yı tanımanın, “turistik görgü” veya “iş ilişkisi”yle ilgisi olmadığını anlayamıyoruz.

    Birkaç klişe kanaat içine hapsolup kaldık.

    Baktım, dünkü yazıma gelen tepkiler de “biz de parayı bastırıp lobi kursak” tezi ile “N’olacak; hepsi Hıristiyan işte!” bakışı arasında gidip geliyordu.

    Oysa, güncel bir detay bile dikkat edilecek ne çok şey olduğunu gösteriyor.

    Ne mi o?

    Şimdilerde Avrupa kurumlarının büyük bölümünün yönetimlerinde, 1970’lerde ciddi sol hareketlerde yer almış kişiler var. Türkiye’nin kendini Avrupa’ya ifade edebilmesinin önündeki yeni engellerden biri de bu.

    Bilen, bilir:
    Burunlarından kıl aldırmayan sekülerlere ve züppe liberallere laf anlatmak, dindar/muhafazakâr Avrupalılarla anlaşmaktan çok daha zordur.

    Haşmet Babaoğlu, 8 Kasım, Sabah gazetesi

    *****

    MECBUR MUYUZ?

    Soru özellikle bugünlerde çok yaygın: “Neden Batılılara kendimizi anlatamıyoruz?”

    Soru mu, yoksa “olta” mı, tartışılır. Daha baştan, ezik ve tek taraflı bir bakış.

    Tamam! Benim de oltaya gelip cevap aradığım oldu.

    Hattâ, daha yakınlarda, “diplomasi geleneğimiz”i ve “Türkiye’nin imaj kampanyalarını yönlendiren turistik yaklaşım”ı eleştirdiğimi hatırlarsınız.

    Haksız mıydım? Hayır, değildim!

    Fakat esas konu, esas soru o değil ki!

    Oysa şöyle sormalıyız:

    “Batı neden bizi anlamıyor?”

    Ya da…

    “Batı neden anlamaya yanaşmıyor?”

    İşin özü, bu soruların cevaplarında saklı.

    Deyim yerindeyse, “Batı’nın Batı olduğu”nu unutuyoruz. Onu, “küresel tahakküm ve medyanın merkezi” yapan şeyin bizzat bu “dışarıya kayıtsızlık” ve “benmerkezcilik” olduğunu görmezden geliyoruz.

    Biliyorum, bazen içimizi bir isyan hissi kaplamıyor değil…

    “Gidelim, 15 Temmuz’u anlatalım, Türkiye’nin terörden çektiklerini dile getirelim” diyoruz. Sonrası, çoğu zaman hayal kırıklığı oluyor.

    Bizim şehitlerimizi, gazilerimizi, bombalanmış meclisimizi değil; “zalimlerin geleceği”ni merak ediyorlar.

    Elbette, bizi dinledikleri de oluyor. Çünkü Batı, tohum toplar, DNA kaydı toplar, bilgi toplar gibi başka toplumların sosyal/siyasal tecrübelerini de kayda geçip sınıflandırmayı sever.

    Fakat unutmamalı! Analiz etmek ve anlam yüklemek, iktidardır. Bu anlamda Batı, “iktidar”ın elinden alınmasını asla istemez.

    Şimdi aklınıza şu soru da geliyordur:
    “Batı medyasında Fetö’nün etkisini görmezden gelebilir miyiz?” Hayır! Gelemeyiz.

    Fakat bu etkiyi yaratan dinamik, “Fetöcülerin zihniyle küreselci oligarşinin zihni” arasındaki uyum ve işbirliğidir.

    Hattâ daha net söyleyeyim;
    Fetö zaten iliklerine kadar Batı’dır; Batı’nın İslam için kurguladığı modeldir. Yani, “New York Times” veya “Spiegel” bir Fetöcüye sayfalarını açtığında bunu “yabancı yazar katkısı” olarak görüyorsanız, yanılıyorsunuz.

    Peki, ne yapmalı?

    Terörden çektiklerimizi ve demokrasimize kastedenleri anlamak istemeyenlere anlatmak için bu kadar çırpınmaya mecbur muyuz?

    Emin değilim.

    Bana kalırsa:
    En çıplak ve etkili dil eylemdir.

    Anlatmak yerine yapmak yani…

    Doğru bildiğimizi okumak…

    O zaman anlayamadıkları noktaları mecburen gelip soracaklar!

    Haşmet Babaoğlu, 7 Kasım, Sabah gazetesi

  246. fasist cephe karsi birlesik demokratik halk birligi!
    chp galiba nihayet nereye gidiltini anladi ve beklenen arzulanan muhalefet veriyor bundan sonra bütün ilerici cogulcu ve demokratik gücler birarada olmanin ihtiyacini gürüyorlar.
    acik bir fasist cephe olusmus durumda sokaklarda ve artik devlet bazindada acik ve netdir yani kendi degimler ille “milli”bu artik bir ilericillik mücadelesidir!
    halklarimiz aydinlanmayi bekliyor bu korku düzendinden derhal kurtulmazi gerek onlara cesur ve direnisin bir vicdan ve heyecan dolu bir hareket oldunu göstermeliyiz.
    isciler,üniversteli,bütün aydin ve yurtsever dekanlar akademisyenler bütun demokat gücler öyle bir direnis ve cesurluk göstermeli ki bu insan disi anlayisi ezip gecsin!!!
    korkmayin yilmayin!!! tarih bizleri hakli ve zafer cikacamisi gösteriyor 🙂 🙂 🙂

  247. margüman maaaslar nasil sizde:)?

  248. özgürlükcü,
    seni hdp disiplin kuruluna $ikayet ettim; senin yazdigin küfürlü yorumlari hdp diliplin kuruluna gösterdim; böyle devam edersen partiden atilacaksin; haberin olsun.
      

    ézgürlükcü, Marxist argüman HDP yi karistirmis kendi örgütüyle, ocak disisin cik disari demis sana

  249. “zileli’nin fikirlerini/mesajlarini kazidikca altindan kemalist devletin/düzenin yilmaz bir savunucusu bir insan fotografi netle$iyor.”

    Tabii tabii…

    Zileli, ‘devlet kime taş atıyorsa, taşı yiyenin tarafındayım’ dediğinde de otomatikman ‘Fetö’cü oluyor, değil mi!

    ‘AKP’ye karşı ortak muhalefet’ dedikçe, insanları otomatikan Kemalist diye yaftalamak, huy olmuş!

    CHP’yi korumak nerede… Zileli’nin ‘CHP’ci olması nerede… Anarşizmden anlamayan bir marxistten satırlar okumaya mecbur kalıyoruz bu sayfada, yazık hepimize…

  250. Zileli bu ajan polis meselesine bi el koymali, yoksa kaatil usak cikacak filmin sonunda, tedirginim:) ip ler dunyasinda ayan beyandir hersey matematik sasmaz:)

    bu ne be, Necip , Marxist arguman, Ozgurlukcu, ahci usaga, usak hizmetciye sonra herkes bahcivana, bumudur?

  251. bir nasnameci korucu olarak kurt ulusal sorunu meselesinde tavrimi acikliyorum, klise dir tavrim, (zileli affetsin) kürt ulusunun kaderini kurt ulusu tayin etmelidir, bunun icin kurt ulusu ozgur olmalidir(tekrar ozur zileli Marxist terimlerle konusuyorum , simdi bir anarsist cikacak hoooyt sen nasil , ulus dersin Devlet dersin diyecek ) kurt ulusunun ozgür karar verebilmesi, Ankara muhkem olan devletin yikilmasi yada en azindan , kuzey kurdistana el atamiyacak hale mumkundur, kurt ulusu(halk demiyorum dikkat) nun ozgurlesmesinden bunu anliyorum… varolan kurt siyasetinden nefret ediyorum. bunu anlamayacak ne var, bende bunu anlayamiyorum…

  252. hala o olgunlukta degiliz, yarin bir yeni gezi patlasa, aman oylemi olur aman boylemi olur (hdp nin akp den kopmasi bir olumluluk, ulusalcilarin icinde ki zayif yarilma bir olumlulu) o kendiliginden bilinc hala neyi tolere Edip neyi tolere etmiyecegi noktasinda olgunlasmadi… olumluluk aydinlik oda tv tipi ulusalcilar ote tarafta, abc vs tipi ulusalcilar bu tarafa meyilli, baykal ve resmi Devlet agzi chp liler iyi teshir olmadilar daha,(cumhuriyet balbay ekseninde teshir edilebilirlerdi oysa) tabanda, hala HDP nin, CHP mi?… en fasist onlardir tavri hala etkin,… ben Tayyip erdogana guveniyorum, o muhaliflerini birlestirecektir, yeterki Sirri Surreyya gibi tipleri ortalikta dolandirmayalim…

  253. “Necip, MİT ajanı falan değil, göğsünü kabartmayın şu haşarının.”

    Gurumumla oynamaga ne hakkiniz var? Askolsun.

    Hayir, bana ‘hasari’ dediginiz icin degil; beni MIT mensupluguna layik gormediginiz icin.

    Buradaki cok sayida mumtaz arkadasimizin aksine sizin boyle dusunuyor olmaniz ziyadesiyle incitici.

    Bu konuda onyargisiz oldugunuzu goruyor ve yadirgiyorum.

    Bilesiniz istedim.

    “Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın kalibresi ile yine Erdoğan’ın ‘gölgede kalmayı tercih eden’, de jure değil ama de facto başdanışmanlarından Alev Alatlı kalibresi arasındaki ölçekte gidip-gelen, karnı tok sırtı pek biri, Necip.”

    Hay tengri. Guru mu duyayim, kahrimdan oleyim mi; bilemedim simdi.

    “Necip gibi birinin yürüyebileceği yegâne yer Cemil Meriç’tir, ayaklarını biraz daha zorlasa Nurettin Topçu’ya varabilir, o kadar.”

    Nurettin Topcu’nun hikayesini bilmiyorum; ama, Cemil Meric ile benim bir benzerligimizin olacagini –kendi adima uzulerek de olsa– tahmin edebiliyorum: Benim de yogun/yuksek diyabetim var ve bu illetin sonlara yakin gozleri kor etmek gibi bir huyu da var.

    Dolayisi ile, bugun degilse bile gelecege matuf olarak, hakli olabilirsiniz.

    “(Biraralar TRT’de, ‘Yedi Güzel Adam’ isminde RTE’nin planlarına hizmet edecek şekilde kurgulanmış bir dizi yayınlanırdı, Necip, işte o 7 adamın arasına girmeyi çok isteyip de uymayınca, 7,5’uncu kişi olmaya belki naildir. Bu dizideki 7 adam da, RTE’nin ‘gönül hocaları’, ‘mentor’leridir.)”

    Bu ‘Yedi Guzel Adam’in kim(ler) oldugunu aradim. IMDB’de epeyi yuksek puan almis: 8.0 [ http://www.imdb.com/title/tt4132514/ ], fakat orada dogru durust bir aciklama yok. YouTube’da fragmanlar var ama hepsini tek tek seyredecek vaktim yok. Kimlerden mutesekkil oldugunu gosteren bir liste biliyor musunuz; merak ettim.

    “‘Madem üst-akıl hayatı tanzim ediyor, biz de (Türkiye de) bu üst-akla karşı RTE etrafında birleşelim. Bakın, Kemalistler de tehlikenin boyutlarını farketti, gönülleri razı olmasa da burunlarını sürte sürte RTE’nin yanında saf tutuyorlar şimdi. Peki, siz daha neyi bekliyorsunuz eyyy Zileli’nin sitesindeki ahali? Bu sefer, bir darbe girişimi değil, hakiki bir iç savaş mı?’ sorusuyla bulanıklık yaratmaya didinen ‘yerli ve milli’ bir zat, Necip.”

    Bir analiz denemesi olarak cok da fena degil. Ama, fazlasiyla ‘yerli’ ve monopolar.

    Onun yerine, mesela, su tur sorulara da kafa yormus bir tahlil bence cok daha anlamli olurdu:

    1) Yayinlamak icin disbasinin karargah kurdugu Gezi’de ‘insan hayret ediyor’ Cumhurbaskanimiz bile havlu atmak yanlisi iken, tersine hareket etmesi;

    2) 15 Temmuz’da da ‘ne yapsaydim, sapkayi birakip mi gideydim’ modeline aykiri davranmasi;

    gibi iki en enteresan davaranisi (baska en az bir duzine daha sayilabilir) dikkate alip; ‘ust akil’ denen seyin bir metafor oldugunu da kabul edersek, bir baska ‘ust akil’in RTE’yi destekliyor olabilecegini ve bunun da (en azindan tamaminin) bu topraklardan neset etmiyor olabilecegini irdeleyerek yapilacak mufassal bir analizden bahsediyorum.

    Yapan birisi cikar mi?

    Sanmiyorum.

    Mevcut ezberleri daha rahiv cunku.

    And, also, because ignorance is bliss.

    “RTE, Aralık ya da Ocak’ta Cumhurbaşkanlığı bilmemne ödülü dağıtıyor. Necip de bunlardan bir tanesini hakediyor aslında ama şöhreti yeterli değil…”

    Siz sayin dinleyicilerim (okuyucularim, takipcilerim, seyircilerim) ne gune duruyorsunuz. Utandirmayin beni.

    😉

  254. “ben hdp’nin programini okumu$ degilim”

    Hasmima bile herhangi bir partinin programini okumagi dayatamam; o derece insanlik disi bir iskence sayarim boyle bir seyi yapmagi.

    Ama, merak ediyorsaniz, illa da boyle bir iskenceye gonullu oluyorsaniz, suradan [ http://www.hdp.org.tr/parti/parti-programi/8 ] HDP’nin programini okuyabilirsiniz.

    Ben, okumadan, sadece metin icinde kelim arattim.

    5 ayri yerde ‘ekoloji’ geciyor.

    ‘Kommunal’ hic gecmiyor.

    Metinde gecmeyen baska kelimeler de var: ‘Kurt’, ‘Zaza’, ‘PKK’, ‘Kandil’, ‘TAK’ filan gibi.

  255. Gun beyi burada elestirenlerin kulagina kupe olsun:

    Padişah ile veziri tebdîl-i kıyâfet dolaşıyorlarmış. Dağ bayır giderken, bir çobanın kulübesine rastlamışlar. Varıp kapısını çalmışlar. Çoban da misafirlerini ‘Kimsiniz?’ demeden içeri almış.

    İçerisi bir hayli soğukmuş. Sobada da yanan bir şey yokmuş. Çoban bakmış ki misafirleri üşüyecekler, “Bismillah” demiş, köşedeki iskemleyi kaptığı gibi parçalamaya başlamış. Vaziyeti anlayan padişah hemen müdahale etmiş:

    — Aman efendi, biz üşümüyoruz. Isınmak için iskemle yakılır mı?

    Çoban padişahın sözünü duyunca, bir kızmış. Gelip padişahın ensesine bir tokat patlatmış.

    — Bre densiz, bilmez misin ki ev sâhibinin işine karışılmaz?!

    Vezir kıpkırmızı olmuş. Ama tebdil-i kıyafet olduklarından hem padişah, hem de vezir vaziyeti idare etmişler.

    Neyse biraz oturup hoş beş etmişler. Padişah çobanın ağzını aramış, ahalinin vaziyeti hakkında epeyce konuşturmuş. Derken iskemle yanıp bitmiş. Bunu gören çoban da, bu sefer kendi oturduğu iskemleyi kaptığı gibi parçalamaya başlamış. Padişah yine dayanamamış:

    — Dur ne yapıyorsun, bâri onu yakma, diye atılmış.

    Tabiî yine tokadı yemiş:

    — Demedim mi size ev sâhibinin işine karışılmaz, demiş çoban.

    Padişah bu işe içerlermiş. “Ben de sana göstermezsem…” diye içinden bir plân kurmuş.

    Artık ayrılık vakti gelip vedalaşırlarken padişah çobana ismini, yurdunu söylemiş, eline kâğıt tutuşturmuş ve “Biz de seni bekleriz efendi” demiş.

    Padişah sarayına dönmüş, aradan zaman geçmiş.

    Derken bir gün bizim çoban, yolları dolana dolana saraya gelmiş. Padişahın misafiri olduğunu söyleyip, elindeki kâğıdı göstermiş. Hemen padişaha haber vermişler. O da sarayın boğaza bakan bir balkonuna mükemmel bir sofra kurdurup, misafirini buyur etmiş.

    Çoban, vezir ve padişah birlikte sofraya oturmuşlar. Çoban iştahla yemeklerden yiyormuş. Padişah da biten yemeklerin çok kıymetli gümüş, porselen tabaklarını tutup denize fırlatıyormuş.

    Yemek devam ediyor, padişah boşalan tabakları atıyormuş ama çobandan hiç ses çıkmıyormuş. Sanki böyle bir âdet varmışçasına denize giden güzelim tabaklara sesini çıkartmıyormuş.

    Sonunda vezir dayanamamış ve bir aralık padişah yine bir tabağı atarken “Aman padişahım, bütün tabakları denize attınız. Onlar hazinenizin çok kıymetli parçalarıydı.” demiş.

    Çoban dönmüş ve vezirin ensesine bir tokat patlatmış:

    — Hâlâ öğrenemedin mi vezir efendi, ev sâhibinin işine karışılmaz!

  256. marxist argüman

    onlara irkci kemalist olduklarini söylemeyin, onlar kendilerini anar$ist biliyorlar!

    bu sitede “anar$ist takilan” kemalistlerde homurdanma ba$ladi. benim icin sürpriz olmadi.

    ben fikir tarti$masini adabina, usulüne göre yapiyorum: senaryo yazmiyorum, spekülasyonda yapmiyorum; neyi ele$tiriyorsam, önce alinti yapiyorum, sonra o yazilani analiz ediyorum; niyet okumuyorum, fikir/düsünce okuyorum.

    burda bana laf atan utangac kemalistler; benim yazdiklarimdan neyi, neden yanlis buldugunuzu somut olarak, alinti yaparak gösterirseniz size cevap yazarim; yok amaci sadece sivrisinek gibi rahatsiz etmek olanada sivrisinek kadar kiymet vermem, haberiniz olsun.

  257. Tehlikenin farkında mısınız?

    CHP’yi bilmem ama VP (en azından çoğu veya bir bölümü), bazı emekli generaller ve bazı site, dergi ve gazetelerde yazan bağnaz ulusalcı Kemalistler, ki bunlara “Kemalî Faşist” demek daha doğru, RTE/AKP’den bile daha tehlikeli sayılabilir.

    Çünkü bunlar en tektipçi-inkarcı-şoven milliyetçilik ve ulus-devletçiliği, Kemalizmin en cahil-çağdışı-1920/30’larcı yorumunu ve fanatik orduculuğu temsil ediyorlar ve RTE/AKP’yi bu açıdan yetersiz, hatta devleti bölücü, milliyetçiliğe-orduya-Kemalizme düşman saydıkları için ona bu nedenle muhalefet ediyorlar.

    Yanılıyor da olabilirim tabii. Çünkü eğer bunlar nesli tükenmek üzere olan dinozorlar ise endişelenmeye gerek yoktur.

  258. Vahşet, zulüm ve zorbalık İslam’a mı özgüdür?
    Garbis Altınoğlu

    5 Kasım 2016
    Diken.com.tr’den aktardığım “ ‘Laikliğin yorumunu yeniden yaptık’ diyen Erdoğan: Yol haritam Hz. Muhammed” başlıklı yazı üzerine yapılan ve büyük bir bölümü hem yanlış ve hem de yüzeysel olan yorumlar, bu konuyu biraz daha geniş bir biçimde ele almamı gerektirdi. Bu konuya ilişkin ilk yorumumda şöyle demiştim:
    “Bir ateist olarak tüm dinlere ve peygamberlere olduğu gibi Muhammed’e da karşıyım. Ancak gene de Muhammed’in yetkin bir politikacı ve devlet adamı olduğunu kabul ederim. Toplumun en cahil, en lumpen ve en çürümüş katmanlarının ve onların bağrından türeyen bir haydut-burjuva çevresinin temsilcisi olan Erdoğan’ın kendisini Muhammed’le kıyaslaması ya da ona benzetmesini saçma ve akla ziyan bulurum.”
    Hasan Yıldız adlı izleyicim benim bu yorumumu şöyle yanıtlamıştı:
    “pekiy muhamedin .cocuk tecevüzcüsü oldugunuda kabul ediyormusun?? bence etmelisin.ickici bol bol sarap tüketen bir ayas oldugunuda kabul et.” Ben ise Yıldız’ın bu yorumuna karşı şunları yazdım:
    “Çok bilmiş bir öğretmen üslubuyla yazan Yıldız’ın bu yorumu, Türkiyeli devrimci ve ilerici insanlarda oldukça yaygın olan ve belki de son yıllarda daha yaygınlaşan bazı önyargı ve yanılsamaları, özellikle Müslüman düşmanlığını ima ediyor. Şimdilik konunun bu yanına girmeyeceğim; ama bu arkadaşın Muhammed’i ‘çocuk tecavüzcüsü’ olarak ilan ederken bu bilgiyi hangi objektif ve güvenilir kaynaklardan aldığını belirtmesi gerekirdi. Onu öncelikle bu bilgiyi nereden aldığını açıklamaya davet ediyorum. Muhammed’in -bir bölümü siyasal amaçlı- çok sayıda evlilik yaptığı biliniyor; ancak bunun o dönemin Arabistanı’nda yaygın olan ve maddi temelleri de bulunan bir uygulama olduğu unutulmamalı.
    “Öte yandan bu arkadaş Muhammed’i, ‘içkici’ ve ‘bol bol şarap tüketen bir ayyaş’ biçiminde de tanımlamış. Muhammed gibi önemli bir siyasal figürü değerlendirmeye ya da eleştirmeye kalkan bir insan onu, ‘içkici’ ya da ‘ayyaş’ olarak tanımladığında ne söylemiş olur? Hiçbir şey. Yıldız çok içki içmeyi ahlak normlarına aykırı bulabilir; ama herkes bunu kusur ya da günah saymak zorunda değil. Dikkat edilirse Mustafa Kemal Atatürk’ü ve İsmet İnönü’yü böyle eleştirenler de başta R. T. Erdoğan gelmek üzere bizim siyasal İslamcılarımızdır.
    “Muhammed için yapılan ‘çocuk tecavüzcüsü’ suçlaması elbette ‘ayyaş’lıkla aynı düzeyde ele alınamayacak bir suçlama. (Abdurrahman Dilipak gibi Türk siyasal İslamcılarının ve Rıza Nur gibi muhaliflerinin Mustafa Kemal Atatürk için de böylesi suçlamalar yaptıklarını biliyoruz.) Peki, bir an için Muhammed’in ve Atatürk’ün ‘çocuk tecavüzcüsü’ oldukları suçlamasının doğru olduğunu varsayalım. Tutarlı demokrat ve devrimciler böylesi tarihsel kişilikleri cinsel yaşamları/ tercihleri ve hatta -varsa eğer- sapıklıkları üzerinden mi eleştirecek ve değerlendirecekler? Bunun böyle olamayacağı herhalde yeterince açık. Böylesi kişilikleri eleştirirken öncelikle onların, izledikleri siyasal çizgiyi ve tarihte oynadıkları rolü esas almak zorundayız. Bunun tersini yapmak ve belaltı yorumlarla uğraşmak, tartışmanın ve bu tartışmada yer alanların düzeyini düşürür ve tartışmayı en bayağı türünden bir kahvehane sohbetine dönüştürür.”
    * * * * *
    Bu yorumuma çeşitli eleştirel yanıtlar geldi. (“ ‘Laikliğin yorumunu yeniden yaptık’ diyen Erdoğan: Yol haritam Hz. Muhammed” başlıklı yazının arkasında yar alan bu yorumları herkes görüp okuyabilir.) Ancak çoğunluğu tarih bilgisinden yoksun ya da tarih bilgisi yetersiz bu izleyicilerime bakılırsa, şiddet, zorbalık ve zulüm SADECE İslam’a ve Müslümanlara özgü bir fenomen. Oysa bunun tamamen yanlış olduğunu anlamaları için aslında herhangi bir tarih bilgisine de gereksinimleri yok; bir an durup düşünmeleri yeter. (Anadolu’nun Hristiyan kökenli insanlarının önemli bir bölümünün de konuya böyle yaklaşma ve vahşet ve zulmü İslam diniyle özdeşleştirme ya da bağdaştırma eğiliminde olduklarını belirteyim. Sünni İslam bayrağı altında savaşan ve zulmeden Osmanlı-Türk gericilerinin hedefi olan Hristiyan halklar, bu haksızlık ve suçların trajik deneyimini genelleştirme ve TÜM Müslümanları kötüleme eğilimindeler. Kendi toplumlarının yaşadıklarına karşı geliştirdikleri haklı duygusal tepkiyi gözönüne aldığımızda bunu doğru bulmasak ve onamasak da bir yere kadar anlayışla karşılayabiliriz. Ancak bu özdeşleştirme ya da bağdaştırma eğiliminin YANLIŞ olduğunu da kabul etmek zorundayız.) Şimdilik bu eğilimin neden yanlış olduğunu gösteren birkaç önemli tarihsel örnek vermekle yetineceğim.
    1095 ile 1291 yılları arasında, başını Fransız küçük soylularının çektiği ve Batı Avrupalıların Kutsal Toprakları, “kafirler”in, yani Müslümanların elinden kurtarmak için giriştikleri Haçlı Seferleri yaşandı. Bu seferler sırasında, geçtikleri Hristiyan ya da Müslüman ülkeleri yağmalayan Haçlılar milyonlarca insanın ölümüne yol açtılar. 1. Haçlı Seferinde Ekim 1097’den Haziran 1098’e kadar kuşatma altında tuttukları Antakya’ya girdiklerinde kent halkını katleden Haçlılar, bir aydan biraz fazla süren bir kuşatmadan sonra Temmuz 1099’da ele geçirdikleri Kudüs’te bu vahşeti yinelediler. Onlar, camilerini ve evlerini yağmaladıkları bu kentte yaşayan 30,000 dolayında Müslüman ile Yahudiyi, yani Kudüs halkının hemen hemen tümünü vahşi bir biçimde katlettiler. Tanıklar çürüyen cesetlerin kokusunun bu katliamdan beş ay sonra bile farkedildiğini söylüyorlardı. Ancak, Kürt kökenli ünlü komutan Selahattin-i Eyyubi’nin yönettiği Müslüman kuvvetleri yaklaşık 90 yıl Haçlılar’ın elinde kalan bu kutsal kenti Ekim 1187’de geri aldıklarında benzer bir vahşet tablosu yaşanmadı. Tarihçi Friedrich Heer şu bilgiyi verecekti: “Hunharca davranışlar sürdü. Selahattin Eyyubi ile yapılan müzakerelerin çok uzaması üzerine -bu seferi yönetenlerden Britanya Kralı- Arslan Yürekli Richard, iki ya da üçbin kadar Müslüman mahpusun katledilmesini buyurdu. Mahpusların yuttuğu gizli altınların bulunması için cesetlerin bağırsakları arandı ve yakılan cesetlerin külleri aynı amaçla gözden geçirildi. Bu hunharlıktan dehşete düşen İslâm dünyası Batı’dan köklü bir biçimde kuşku duyar hâle geldi.” (The Medieval World, s. 136)
    Bu seferlerden dördüncüsü 1204’de, Konstantinopolis’in işgali ve yağmalanması ve Bizans topraklarında bir dizi Latin krallığının kurulmasıyla sonuçlandı. Dördüncü Haçlı Seferi böylesi barbar akınlarında görülen bir dizi trajik olaya da sahne olacak, Konstantinopolis ve onun halkı dünya tarihinde ender görülen ve kapsamlı bir saldırıya uğrayacaktı. Bu; talan, hırsızlık, ırza geçme, evlerin saldırıya uğraması, sıradan insanların öldürülmesi, müzelerin, kiliselerin ve manastırların kirletilmesi ve yakılıp yıkılması, görkemli Konstantinopolis Kitaplığı’nın ve içindeki paha biçilmez kitap ve el yazmalarının yok edilmesi, altın ve gümüş gibi değerli madenlerden yapılan dinsel vb. sanat yapıtlarının eritilerek yağmalanması gibi barbarca eylemleri kapsıyordu. Evet, kenti ele geçirdikten sonra Latin askerleri, Avrupa’nın bu en büyük kentini tanımlanması zor bir yağmaya tâbi tutacaklardı. Onlar üç gün boyunca, antik dönemin Vandalları ve Gotlarının bile inanılmaz olarak niteleyecekleri ölçüde öldürdüler, ırza geçme eylemleri gerçekleştirdiler, yağmaladılar ve yok ettiler.
    13. yüzyılda, ünlü Cengiz Han’ın (Timuçin) önderliğinde dünyanın şimdiye kadar görülmüş en büyük imparatorluğunu kurmuş olan Moğollar en büyük vahşet ve zulüm örneklerini sergiledikleri dönemde Müslüman değildiler. Aralarında Cengiz Han’ın da bulunduğu Moğol yöneticileri Şamanizm, Budizm, Taoizm, Maniheizm, Musevilik, Hristiyanlık, İslâm gibi çeşitli din ve inançlara mensup ulema, din adamı ve misyonerlerle dinsel sohbet ve tartışmalar yapıyorlardı. Bu tablo, dinsel bağnazlığın egemen olduğu Avrupa ve İslâm dünyasının durumuyla olumlu bir karşıtlık oluşturuyordu. Ama Cengiz Han, oğulları ve torunlarının orduları milyonlarca insanı katletmekle kalmamış, sağ kalan ve evlerini, köylerini ve kentlerini yakıp yıktıkları onmilyonlarca insanı evsizliğe, açlığa, soğuğa ve yoksunluğa ve bunlardan kaynaklanan bir ölüme mahkûm etmişlerdi. Alman tarihçi Ernst Werner, Orta Asya ve Çin’de Moğol istilâsının, oralardaki nüfusun onda sekizini ortadan kaldırdığını söylemektedir. Araştırmacılar, Moğol ordusunun Çin’i fethetmek için giriştiği ve onyıllar süren savaş sonucunda, savaş öncesi nüfusunun 100 milyon dolayında olduğu tahmin edilen bu ülkede yaşayanların sayısının 1290’da 70 milyona ve 1390’da 60 milyona indiğini tahmin ediyorlar. Nüfusbilimcilerin tahminlerine göre 13. yüzyılda toplam dünya nüfusunun 400 milyon dolayında olduğu gözönüne alındığında Moğol istilâsının yol açtığı insan yitiminin boyutları daha iyi anlaşılır.
    Moğolların Transkafkasya’da gerçekleştirdiği vahşeti gözlemleyen ve onların kadınları, erkekleri, küçük yaştaki çocukları toptan katlettiklerini, hattâ hamile kadınların karınlarını yararak ceninleri bile öldürdüklerini anlatan Arap tarihçisi İbnü’l Esir şöyle diyordu: “İslâmın ve Müslümanların bu yenilgisini, kim kolayca yansıtabilir? Ne çare, annem beni doğurmasaydı daha iyiydi. Keşke bundan önce ölseydim de, sonsuza değin unutup kalsaydım. Ben önce duraksadım, ama sonra, gecelerin ve gündüzlerin bir benzerini daha önce doğurmadığı ve tüm yaratılmışları saran ve özellikle Müslümanlara dokunan en büyük olayın, büyük mutsuzluğun tarihini anlatmaya başladım… “Kimseyi bırakmıyorlardı; karıları, kocaları ve çocukları öldürüyorlardı, hamile kadınların karnını deşiyor ve dölüt hâlindeki yavruları öldürüyorlardı.” ( Aktaran V. Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti , s. 63)
    1258’de Moğollar, başında son Halife Müstasım’ın bulunduğu Abbasi devleti’nin başkenti Bağdat’ı kuşattı. Kentin, bir ay süren kuşatmadan sonra teslim olması, tarihin tanık olduğu en büyük yıkımlardan birine tanıklık edecekti. Kırk gün kadar süren talan, ırza geçme, yakma ve kıyımlar sonucunda sokakları kanla kaplanan dönemin en göz kamaştırıcı kentlerinden biri olan Bağdat tanınmaz hâle getirildi. Yüzbinlerce kadın, çocuk ve erkeğin öldürüldüğü Bağdat’ın yüzlerce yıllık kültür birikimi, yani dev kitaplıkları ve sanat yapıtları acımasızca yok edildi. Neredeyse bin yıl boyunca Arap dünyasının kültürel başkenti olan Bağdat, Ortadoğu’nun en kültürlü nüfusunu barındırıyordu. Cengiz Han’ın torunu Hülagü Han’ın orduları 13. yüzyılda işte bu Bağdat’ı yaktığı ve onun dev kitaplığını yokettiğinde Dicle ırmağı kitapların mürekkebinden uzun süre kapkara akmıştı.
    Eğer bu örnekler de bazı insanların gerçekleri anlamasına yetmezse, ben artık onlar için pek fazla bir şey yapamam; onların Allah yardımcıları olsun! Şunu da belirteyim: Bu örnekler, daha önceki ve daha sonraki yüzyıllardan ve sömürgecilik ve emperyalizm tarihinden bir dizi işgal, kıyım, savaş ve jenosit örneğiyle de rahatlıkla desteklenebilir ve çoğaltılabilir. Herkesin şunu kafasına iyice sokması gerek: Bir insan ya da bir asker ya da bir ordu/ devlet şu ya da bu din adına vahşet ve zulüm yapıyorsa, bu vahşet ve zulmün esas sorumlusu şu ya da bu din değildir. Dinlerin şu ya da bu savaşı, vahşeti ve zulmü meşrulaştırmak için kullanıldığı doğrudur. Dahası insanın eleştirel düşünme kapasitesini kısıtlayan dine, dinsel kurumlara ve dinadamlarına kölece ve bağnazca bağlılığın insanların, aynı dinden olmayan hemcinslerine korkunç şeyler yapmalarına yardımcı olmasına da tarihte pek sık rastlanmıştır. Kuran’ın dilinin İncil’inkine kıyasla çok daha sert ve savaşçı bir nitelik taşıdığı, Muhammet bir tacir, komutan ve devlet adamıyken İsa’nın barışçı bir figür olduğu ve İslam’ın adeta bir devlet dini olarak doğmasına karşılık Hristiyanlığın birkaç yüzyıl boyunca ezilen yığınların dini olduğu doğrudur. Ancak bu gibi faktörler son çözümlemede son derece ikincil bir nitelik taşırlar. Çünkü din, sonuçta bir üstyapı kurumudur; sınıfların, siyasal partilerin, devletlerin davranışlarını belirleyen esas faktör değildir. Tam tersine dinin şu ya da bu yorumunun öne çıkmasını/ egemen olmasını belirleyen sınıf ilişkileri ve üretici güçlerin gelişme düzeyi gibi maddi faktörlerdir.
    Bunu anlamak için bir de şu örneklere bakmak yeter: Hemen hemen her zaman siyasal gericiliğin uygulayıcısı, bağlaşığı ve avukatı gibi hareket etmiş olan Vatikan da Katolikti; 1950’lerin sonlarında Latin Amerika’da ortaya çıkan ve yoksul halkların çıkarlarının savunusunu Hristiyanlık öğretisiyle bağdaştırmaya çalışan Kurtuluş Teolojisi hareketi de. Orta ve Güney Amerika’nın yerli halklarını jenoside uğratan İspanyol Konkistadorları da Katolikti; 700 yıl Britanya’nın boyunduruğu altında yaşayan, ama Britanya devletine boyun eğmeyen İrlanda halkı da. Anadolu Selçuklu devleti ve Osmanlı devletinin yöneticileri de Müslümandı; birincisine isyan eden Babai isyancıları ile ikincisine isyan eden Şeyh Bedrettin ve müritlerinin önemli bir bölümü de. Suudiler ve diğer Arap gerici egemen sınıfları da Müslümandı; Siyonizme ve Vahhabi gericiliğine karşı kahramanca savaşın Lübnan Hizbullahı da.
    Gelawej
    http://gelawej.net/index.php/yazarlar/garbis-altinoglu/2607-vahset-zulum-ve-zorbalik-islam-a-mi-ozgudur

  259. trumptroll - aktroll

    donald trump, abd başkanı oldu.

    trump’a oy verenler de makarnacı mı? amerikan çomarı mı?

    trump’ı iktidara taşıyan, 15 eylül 2008’de patlayan küresel ekonomik krizin yarattığı tsunamidir.

    bu kriz ve tsunami hâlen devam etmekte…

  260. marxist argüman

    bundan birkac hafta önce akp hükümetinin bu kadar kisa süre icinde bu kadar devlet memurunu i$ten atmasinin sadece “fetö” ile alakali olmasinin mümkün olmadigini, “bir tas ile iki ku$ vurma” taktiginin söz konusu olabilecegini; yani “devletin kesesinden” beslenen memur sayisini azaltarak, IMF’nin de 2001 ekonomi krizinde de $art ko$tugu gibi “devletin masraflarini/giderlerini azaltma” amaci güdüldügü tahminime bizzat erdogan’in agzindan kanit buldum: a$agiya alinti yapiyorum. erdogan, memur sayisini azaltmayi taa ba$tan itibaren planladigini, ama yeterince hayata geciremedigini söylüyor; itiraz eden olmasin diye de arkasindan ekliyor: “yedirdik, icirdik, bombalari onlar yagdirdi.”

    dikkat edilirse erdogan, darbeyi sanki ögretmen, memur gibi siradan insanlar yapmi$ gibi yansitiyor.

    erdogan gibi yüzbinlerce memuru i$inden a$indan etmi$ bir insanin birincisi vicdanini rahatlatma, ikincisi icraatini kamuoyu önünde az cok gerekcelendirme ihtiyaci var tabii ki.

    “Devlete kapağı bir atayım, ondan sonra zaten ilanihaye benim daha para pul derdim olmaz” mantığına işaret eden Erdoğan, “Onun için biz ne diyoruz bu memuriyet kanununun ne olması lazım, değişmesi lazım. Niye? Hakkını ver, çalışan devam etsin ama çalışmıyorsa bu millet, bu devlet onları sırtında taşımaya mecbur kalmasın. 15 Temmuz’da bunu yaşamadık mı? 15 Temmuzdakiler bunlar değil mi? Bunlar işte yedirdik, içirdik, bombaları onlar yağdırdı. Nitekim, Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselam rızkın onda dokuzunun ticarette olduğunu vurguluyor.”

    – “Devlet memuriyeti anlayışını değiştirmek için çok çalıştım”

    Erdoğan, başbakanlık görevine geldiği günden beri kamuda çalışma sistemini, devlet memuriyeti anlayışını değiştirmek için çok çalıştığını vurgulayarak, şunları kaydetti:

    “Ama pek az mesafe aldım diyebilirim. Niye? Anayasa değişikliği gerektiriyor ancak vazgeçmiş değiliz. Bu konuda yaptırdığım çalışmalar sayesinde başbakanlıkta ve ilgili bakanlıkların elinde çok ciddi birikim bir birikim oluştu. Hükümetimize her fırsatta bu birikimi kullanarak bürokratik oligarşiyi yıkıp yerine insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışını hakim kılacak bir kamu personel rejimi kurması tavsiyesinde bulundum. Türkiye’nin son 14 yıldır yaşadığı tarihi dönüşümün bu reformu da hayata geçirerek bir adım daha ileriye taşıyacağına inanıyorum. Mevzuatıyla doğru uygulamasıyla esnafın ve sanatkarın önünü tıkayan değil, önünü açan bir bürokratik altyapı kurulana kadar sizlerin meselelerinin de takipçisi olacağımı bilmenizi istiyorum. Esnaflıktan gelme bir siyasetçi olarak bunu bizzat kendi meselem olarak görüyorum.”

  261. marxist argüman

    necip,

    zahmet olmu$, sagol. legal bir partinin programinda “komünalizm” gibi bir hedefin olamayacagini, cünkü öyle bir durumda devletin o partiye faaliyet izni vermeyecegini tahmin etmi$tim. “cevre-doga” argümaninin diger bir adi olan “ekoloji”yi her parti programina koyabilir; devlet bundan rahatsiz olmadigi gibi memnun bile olur; neticede bir ülkenin yer alti yer üstü kaynaklari o devletin zenginlik/sömürü kaynaklaridir. insan ve dogal kaynaklari en verimli bir sekilde sömürmek; uzun vadeli düsünmek, planlamak, devleti/düzeni ya$atmanin olmazsa olmaz $artidir.

    ister komünist bir parti olsun isterse de hdp gibi “etnik” bir parti olsun, bir parti devletten kurulu$ izni almak icin mevcut devletin milli cikarlarini az cok gözetmek zorundadir; devletin cizdigi cercevenin di$ina cikamaz; cikarsa da devlet hemen tepesine biner.

    legal partilerle, secim ve sandikla devleti/düzeni degi$tirme hayali kuran demokrasi idealistleri bu gercegi idrak etmemekte israr ediyorlar.

    necip, bakiyorum osmanli literatürünü hatim etmeye devam ediyorsun; senin anlattigin o osmanli kissasindan hangi hisse cikar, anlayamadim. burda zileli’yi benden ba$ka ele$tiren yok; benim zileli’ye yaptigim ele$tirilerin neyini yanli$ buldun, somut yaz ki savunma/cavap hakkimi kullanabileyim.

    gezi protestolari ve $apkasini alip gitmeyle ilgili yazdiklarina atfen:

    erdogan’in demirel gibi $apkasini alip gitme $ansi da yoktu, sonradan $apkasiyla tekrar geri dönme imkani da yok/tu. neden?

    cünkü erdogan, kemalist devletin programinda köklü bir degi$iklik yapti, yapiyor: bati tarzi bir laiklik yerine islami bir devlet/toplum modeli. bundan dolayi, 15 temmuz darbesi ba$arili olsaydi, erdogan ve tayfasini ya menderes gibi ipte sallandirilardi, ya da müebbet hapis verip imrali’ya apo’nun yanina gönderirlerdi.

    bu i$in aciklamasi budur: üst akil müst akil gibi komplo teorileriyle toplumsal/siyasal meseleler aciklanamaz.

    gezi protestolarinin bati basininda geni$ yer buldugu dogrudur. sebebi de $udur:

    gezi protestolarinda “devrimci” bir icerik yoktu; devleti/düzeni hedeflemiyordu; kapitalist ekonomiye ve burjuvada devlete bir ele$tiri yoktu; halkin bir kesimi, tipki misir da oldugu gibi kendilerini güden/yöneten coban’dan memnun degildiler; devletin/düzenin kendisini degil, devleti/toplumu güden cobani degi$tirmek istediler.
    hal böyle olunca, bu tür “devrimci/yikici” olmayan protestolar bati kamuoyunda sempatiyle kar$ilanir ve basinda geni$ yer verilir.

    gezi protestolarini, menderes hükümetine kar$i yapilan protestolarin devami olarak görmek yanli$ olmaz; yani osmanlinin son döneminde ba$layan ve T.C.’nin kurulu$uyla gecici olarak kesintiye ugrayan, “batici” kalkinma modelinin savunuculari devletci kemalistlerle, “liberal kapitalist ekonomi” ama “islami toplum” savuculari islamcilar arasinda ki iktidar kavgasi.

  262. özgürlükçü

    abd seçimi akşamı saat 01 cıvarı yaptığım yorum sitede yok??????
    ABD seçi,mlerinde büyük sürpriz sandıktan Tayip Erdoğan çıktı akp medyasında Erdoğan ismi yazılı pusulalar gösterilip türkiyede başkan yapmadığınız Erdoğan ABD ye başkan olabilir haberleri sevinçle verildi!!!
    Yakışır çok istemişti hakkıdır!!!
    Necip ve akp yalakaları çok sevinmiştir!!!!!!
    Akşam yaptığım bu tarz yorumu sitede göremedim?????

  263. 1980 lere mi döndük?

    Ronald Reagan & Margaret Thatcher & Turgut Özal

    Donald Trump & Theresa May & Recep Tayyip Erdoğan

    Tarih tekerrür mü ediyor?

  264. I. Dünya Savaşı’nda Almanya yenilince Osmanlı da yenilmiş sayılıyordu galiba…

    Hillary Clinton yenilince Bernie Sanders da mı yenilmiş sayılıyor şimdi…

    Clinton yerine, şimdi, karaoğlan Bülent Ecevit benzetmesi yapılan Bernie Sanders’ı aday göstermemiş olan ‘Demokrat Parti’ pek üzgün değil herhalde…

    Ne de olsa, Goldman Sachs, JP Morgan Stanley, CITI, Apple, Google, Microsot, Tesla, SpaceX, WalMart, Koch Industries, Monsanto, Cargill gibi şirketler, Sanders yerine Trump gibi birini ABD başkanı olarak görmekten memnundurlar herhalde…

    Kukla başkanlar…

    Biri gelir biri gider…

    Daima sermaye kazanır…

    Daima kapitalizm kazanır…

  265. Gün Zileili, bu yazına cevaben böyle bir yazı var. Ne düşünüyorsun?

    http://www.yeryuzupostasi.org/2016/11/07/yaklasan-fasizmin-ilani-mi-kaosun-ayak-sesleri-mi-cem-gok/

  266. “Cemil Meric ile benim bir benzerligimizin olacagini –kendi adima uzulerek de olsa– tahmin edebiliyorum: Benim de yogun/yuksek diyabetim var ve bu illetin sonlara yakin gozleri kor etmek gibi bir huyu da var. Dolayisi ile, bugun degilse bile gelecege matuf olarak, hakli olabilirsiniz.”

    İsteğin doğru, tahminin yanlış.

    Fiziksel (bedensel) benzerlikleriniz (benzemezlikleriniz), hastalıklarınızın derecelerinin birbirine yakınlığı, kimseyi ilgilendirmiyor.

    Mesele şu, Cemil Meriç’in kalibresine yaklaşamasan bile, dünyaya bakışlarınız aynı.

    “Kimlerden mutesekkil oldugunu gosteren bir liste biliyor musunuz; merak ettim.”

    Ara, bul.

    TRT’nin sitesine bakmak da mı aklına gelmiyor.

    “bir baska ‘ust akil’in RTE’yi destekliyor olabilecegini ve bunun da bu topraklardan neset etmiyor olabilecegini irdeleyerek yapilacak mufassal bir analiz” çıkar. Ve hâttâ bu topraklardan neşet de edebilir, iki olasılık var:

    1. ‘Üst-akıl’ın localize olup, lokallerden daha harbi gözükebilenlerinin meydana çıkması.

    2. Dış mihraklarla irtibat kurmaya ihtiyaç duymayan, ‘üst-akıl’ların meydana çıkması.

    Bu iki olasılığın hangisi iyidir-kötüdür-kolaydır-zordur, polemiğine girmeden, durum tahlili yaptım.

    “Yapan birisi cikar mi? Sanmiyorum.”

    Senin “sanmıyor” olman, yine seni bağlar. Hayatın merkezine kendini koyduğundan, hayatın sana göre şekillendiğine inanmışsın.

    “And, also, because ignorance is bliss.”

    Senin gibi düşünmeyenler doğrudan “ignorant”, he mi.

    “Siz sayin dinleyicilerim (okuyucularim, takipcilerim, seyircilerim) ne gune duruyorsunuz. Utandirmayin beni.”

    Vıcık vıcık birisin. Utanmaya bile değmezsin.

    Bizim senin hakkında ne düşündüğümüzü bir kenara koyalım, Cumhurbaşkanlığında oluşturulmuş bir kurul, kimlere ödül verileceğini belirliyor, yani, “referandumla halka soralım mı?” olayı yok.

  267. “senin anlattigin o osmanli kissasindan hangi hisse cikar, anlayamadim” Mekanikliğiniz nedeniyle anlayamıyor olabilir misiniz?

    Anlamı: Yorumcular, ziyaretçiler, bu sitenin sahibi (evin sahibi) Gün Zileli. Ne yazarsanız yazın, Zileli’ye sataşmayın. Sataşsanız da Zileli’nin pek umrunda değil.

  268. BREXIT’ten sonra ikinci sürpriz, ABD başkanlık seçimlerinde gerçekleşti ve seçimi Donald Trump kazandı. Anketler bir kez daha yanıldı.

    Trump’ın Başkanlık yemini ederek koltuğa oturacağı tarih: 20 Ocak 2017.

    O tarihe kadar Barack Obama koltukta oturmaya devam edecek. Yeni başkan seçildikten sonra, mevcut başkan görevi devredene kadar topal ördek (lame duck) olarak adlandırılır. Yani yetkisi var gibi görünse de etkisi yok.

    Bütün dünyada piyasaların, seçim sonuçlarına tepkisi çok sert oldu. Dolar endeksi (6 önemli para birimine göre kurulmuş olan endeks) değer kaybetti. Buna karşılık, dış finansmana bağımlı ülkelerde ters bir etkiyle, Dolar, yerel paralara karşı değer kazandı. Türk Lirası da bunlar arasında. TL’de sabaha karşı değer kaybı rekor kırdı ve USD/TL kuru 3,30’a kadar yükseldi. Sonrasında yavaş yavaş bir sakinleşme eğilimi ortaya çıktı. Bu tür belirsizlik hâllerinde hep görüldüğü gibi, altın hızla değer kazandı ve 1.300 USD/Ons değerini aştı.

    Bundan sonra neler olur? En zor soru bu.

    Bu tür belirsizlik ortamlarında tahmin yapmak ve yön belirlemek oldukça zordur. Her ne kadar “kaos teoremi”, “puslu matematik” gibi yaklaşımlar bu alanda yardımcı araçlar geliştirmiş olsa da, bunların tam olarak sonuç verebildiğini söylemek pek mümkün değil. Yine de, mevcut bilgi birikimimize dayalı akıl yürütme yöntemini kullanarak geleceğe ilişkin öngörülerde bulunmaya çalışalım.

    Piyasalar açısından ilk değişecek şey, ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Janet Yellen’ın de topal ördek konumuna düşecek olması. Yellen, muhtemelen görev süresinin sona ereceği 3 Şubat 2018’e kadar olan görevde kalacak. Ama ne olursa olsun bundan böyle artık dünya, Yellen’ın değil, Trump’ın ne söylediğine bakacak.

    Trump’ın seçim kampanyası boyunca dile getirdiği yaklaşımlardan biri “korumacılık”tı. Trump, özellikle Çin’e karşı verilen dış ticaret açığına vurgu yaparak bu açığı önleyeceğini söylüyor. Düşüncesini yaşama geçirirse, bu, Çin için iyi bir gelişme olmaz. Çünkü Çin, ihracatının önemli bir bölümünü ABD’ye yapıyor. Çin, bu hamleye karşılık vererek, elindeki ABD Hazine tahvillerini ve dolarları piyasaya vermeye başlarsa, bu kez, “ticaret, kur ve faiz savaşı” çıkar ortaya. Çin de ekonomik krize girerse, bu olayın, bir “küresel kriz kısır döngüsü”nü tetiklemesi söz konusu olabilir. 2008’de başlayan ekonomik kriz, 2017 ve sonrasında bambaşka evrelere geçebilir.

    Bu konudaki yazım için:
    “Kapitalizmin sonu mu geliyor?”
    http://www.mahfiegilmez.com/2015/06/kapitalizmin-sonu-mu-geliyor.html

    “Korumacılık” eğilimi küresel sistemi sararsa, bambaşka sonuçlar karşımıza çıkabilir. Çünkü kapitalizmin temel kabullerinden biri, David Ricardo‘dan beri, “uluslararası ticaretin herkesin refahını artıracağı” yaklaşımıdır. Geçmişe bakıldığında, bu kabulün beklendiği gibi sonuç verdiği görülüyor.

    Trump, seçim kampanyası süresince “vergi indirimleri”nden ve “deregülasyondan (kuralları gevşetmek)” söz etti.

    Bu, bizi, Reagan ve Thatcher’ın bir zamanlar şampiyonluğunu yaptığı “arz yönlü ekonomi” yaklaşımına götürür. Bu görüş, vergi oranlarının düşürülmesi, kuralların gevşetilmesiyle, ekonominin, daha fazla üretim yapacağını öne sürüyor. 1980’lerden başlayıp 2000’lerin ilk yıllarına kadar devam eden bu uygulama, ahlâk kurallarının da gevşemesine yol açtı. Sonuçta, 2000’lerin ilk yıllarına kadar ekonomiler hızla büyüdü, üretim arttı. Ne var ki, bu gidişat, sonunda gelip “küresel krizle noktalandı.”

    Şimdi, yeniden, 1980’lerde uygulanan politikalara dönmek nasıl bir maliyet yaratır, öngörmek mümkün değil.

    Türkiye’nin böyle bir ortamda ABD ile önemli sıkıntılar yaşayacağını sanmıyorum. Buna karşılık, Dolardaki hızlı yükselişin devam etmesi, zaten sıkıntıda olan şirketlerimizi daha da sıkıntıya sokacak. Çünkü biliyoruz ki, Türkiye gibi ülkelerde, “maliyetler ve finansman büyük ölçüde Dolara dayalı.” Euro’nun da değerlenmesi, döviz gelirlerimizin ağırlığının Euro ile olması açısından olumlu görünüyor, ama, eğer maliyetler ve borçlar, gelirlerden daha yakında realize oluyorsa, bu ağırlığı taşımak zorlaşıyor. O nedenle, dış finansmana ihtiyacımızın artacağı bu ortamda, Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerimizi hafife almamakta yarar var. Çünkü ihracatımızın yarıya yakınını AB’ye yapıyoruz.

    Türkiye’de yıllardan beri söylediğimiz “yapısal reformlar”ı yapmayarak, ya da aslında reform olmayan adımları reform gibi göstererek bugünlere geldik.

    Çinli bilgelerin öğüdünü tutup “yazın temizleseydik yağmur oluklarını” bugün daha rahat bir konumda olacaktık. Şimdi işimiz daha zor görünüyor.

    Mahfi Eğilmez
    Hazine eski müsteşarı, Kadir Has Ünv. öğretim görevlisi
    9 Kasım

  269. Şu cümlede bir yanlışlık var: “AKP savaşı seçimler nedeniyle bitirdi ve Kürtler bu oyuna gelip silaha sarılarak AKP’nin ekmeğine sağ sürdü.”

    “bitirdi” değil “başlattı” olacaktı herhalde.

    Öte yandan, Cem Gök arkadaşımız AKP-Kürt ilişkilerinde 7 Haüziran’la birlikte niteliksel bir değişim olduğunu görmek istemiyor. Evet, gerilim Kobane’den sonra başlamıştı ama buna rağmen Dolmabahçe bildirisi de ilan edilmişti. Esas savaş Suruç patlamasıyla başlatılmış ve ilan edilmiştir. PKK’nin bu noktada AKP’nin savaş çağrısını kabul etmesini ne Suriye’deki durum ne de bir başka şey izah edebilir. Tek mantıki izah benim izahımdır ve ilerleyen zaman içinde bunun böyle olduğu ortaya çıkacaktır. Aynı, Paris’tea PKK’li kadınların MİT-PKK işbirliğiyle öldürüldüklerinin ortaya çıkması gibi. Cem Gök arkadaş, seçimlerden sonra da savaş devam ettiğine göre seçimler için başlatılmamış diyor. Hayır, bu savaş esasen seçimler için başlatıldı ama seçimler sonuçlandı diye otomatikman bitecek diye bir şey yok. Bugün savaş halen AKP iktidarınının yeni manevraları için işlevsel olma durumunu sürdürüyor. Bu yüzden de akp savaşı durdurmak için hiçbir girişimde bulunmuyor. Eğer isteseydi, çıkartır Öcalan’ı konuşturur ve savaşı anında bitirirdi.

  270. özgürlükçü

    Argüman HDP ye etnik parti derken türk kürt laz gürcü arap Boşnak ermeni rum vs hangi etnikten olduğunu yazmamışsın laz olarak fesatlandım ben HDP nin lazların partisi de olduğunu düşünerek hdp li olmuştum çok yanlışmı yaptım derin kadim bilgilerinle bilgilendirirsen sevinirim
    HDP yazıp bilmeyenlere hatırlatma eğer HDP ne partisidir konusunda gerçekten samimi olmak isteseniz kendi genel kurullarına bakın salonda HDP nin isimleri büyük pankartlarla yazar KADIN PARTİ HDP**** GENÇ PARTİ HDP*****EKOLOJİST PARTİ HDP hdp kendini bu isimlerle tanımlarken sizin üç gram aklınız olsa samimi olsanız neden bunun yerine kendi zehirlenmiş zihninizdekileri kullanırsınız!!!!!!!!!!!! efendilere hizmet için olmasın!!!!!!

  271. Enternasyonalizmle UKKTH çelişir mi?

    Tam tersine, bir başka ulusun kölece bir boyunduruk altında tutulmasına sessiz kalan bir işçi hareketi enternasyonalist değil, şovenist bir temelde şekillenmiştir. Ezen ulus milliyetçiliğine karşı savaşım vermeyen bir enternasyonalist yaklaşımdan söz edilemez. Ezilen bir ulusun bağımsız devlet kurma istemini gerçekleştirmesi, işçi sınıfının ezen ve ezilen ulusa mensup kesimlerini birbirinden uzaklaştırmaz. Tersine, işçi sınıfının bu farklı kesimleri ancak bu sayede siyasal bakımdan benzer bir konuma ulaşabilir ve asıl sorunun kapitalizm olduğunu, emperyalist-kapitalist dünya sistemi yıkılmadıkça, her türlü ekonomik eşitsizliğin yeniden ve yeniden üretileceğini kavramaya daha açık hale gelirler.

    Ezilen ulus milliyetçiliği ile ezen ulus milliyetçiliği bir tutulabilir mi?

    Milliyetçilik burjuva ideolojisidir. Ne var ki bu gerçekten kalkarak, ezilen ve ezen ulus milliyetçiliğini aynı kefeye koymak büyük bir yanlıştır. Çünkü ezen ulus milliyetçiliği, egemen ve ezen bir devletin tüm toplum üzerindeki baskısının bir kılıfı durumundadır. Gerçekte var olmayan bir ulusal çıkarlar söyleminin üzerinde şekillenir ve bütünüyle sahtekârlıktır. Bu tür bir milliyetçilik hâlihazırdaki kapitalist bir devleti savunduğundan tümüyle gericidir. Oysa ezilen ulusun milliyetçiliği, bir ulusun ezilmesi ve tahakküm altında tutulması gerçekliğini dışa vurur. Ezenlere ve egemenlere dönük bir başkaldırının ifadesidir. Tıpkı 1789 Fransız devriminde olduğu gibi, ezilen ulusun milliyetçiliği gecikmiş bir burjuva demokratik devrimin ideolojisi olarak hizmet eder. Gecikmiş, geçmişten miras kalmış ve tarihsel ilerleyiş içinde henüz ulaşılmamış bir hedefi önüne koyması bakımından gerici değil, göreli bir ilerici rol oynar.

    Ezilen ulusun mücadelesi sosyalist bir mücadele olmak zorunda mıdır?

    Ezilen ulusların kurtuluş mücadelesi, kendi doğası gereği, bir ulus devletin kurulması hedefiyle sınırlıdır. Bu hedefin kendisi sosyalist bir hedef değildir. Buna rağmen tarihsel açıdan ileri bir adım olduğundan ilerici bir hedeftir. Ulusal hareketler, özünde burjuva demokratik hareketlerdir ve işçi sınıfının desteğini hak ederler. İşçi sınıfı, ulusal hareketleri sosyalist olduğu için ya da sosyalist hedefleri gözetmesi koşuluyla desteklemez. Türlü bahanelerle, sosyalist olmadıkları vb. gerekçesiyle ulusal kurtuluş hareketlerini kötüleyenler, gerçekte kendilerinin birer sosyalist değil şovenist olduklarını dışa vurmuş olurlar. Sosyalizmle bir ilişkisi olmamasına rağmen, ulusal kurtuluş hareketleri yine de işçi sınıfının çıkarına olabilir. Çünkü, ulusal sorunun varlığı, hem ezen ulusun hem de ezilen ulusun işçilerinin gözünde, asıl olanın işçi sınıfının kapitalist düzeni yıkmayı hedefleyen mücadele birliği olduğu gerçeğinin gölgelenmesine yol açmaktadır. Dahası, ezilen ulus emekçilerinin bu talepler etrafında ayağa kalkması, işçi sınıfının önderliği altında gerçek kurtuluş ve özgürlük savaşımına, yani toplumsal devrime yönelme olanağı da yaratmaktadır.

    Marksist Tutum
    http://marksist.net/sikca_sorulan_sorular

  272. “Milliyetçiliğin uzun bir süredir yükselişte olduğu tespiti genel kabul görüyor. Gerçekten de bu yükseliş ne yazık ki bir yanılsamayı değil hakikati yansıtıyor. Ne var ki milliyetçiliğin yükseldiğini sevinçle dile getirenlerin tüm iddialarının aksine, bu, kendiliğinden bir yükseliş değil, son derece planlı ve örgütlü bir şekilde yürütülen bir sürecin ürünü olan bir yükseliştir. Milliyetçilik söz konusu olduğunda işin doğası gereği kendiliğinden bir yükselişten zaten bahsedilemez. Çünkü milliyetçi ideolojinin temel direklerinden olan “ulusal çıkarlar” söylemi bir aldatmacadan, bir kurgudan öte bir anlam taşımaz. Sınıflara bölünmüş bir toplumu oluşturan tüm bireylerin gerçek ve nesnel çıkarlarının aynı olduğu ya da olabileceği düşüncesi büyük bir yalandan ibarettir. Hayali bir çıkar ortaklığını ve hayali bir kader birliğini vazeden milliyetçi ideoloji, o toplumun mülk sahibi sınıflarının çıkarlarını tüm toplumun çıkarları olarak sunan bir kurgudur. Bu nedenle milliyetçi ideolojinin en geniş anlamıyla halk kitleleri arasında kendiliğinden doğması ve yükselişe geçmesi tarihin hiçbir döneminde mümkün olmamıştır ve olamaz da. Bugün Türkiye’de yaşanan milliyetçi yükseliş de bu genel tarihsel kuralın bir istisnası değildir. Demek ki, milliyetçi ideolojinin belli bir yaygınlığa kavuşması için, bu ideolojiyi her türlü araçla pompalayacak güçlü ve etkin siyasal odaklara ihtiyaç vardır.”
    *
    “Siyasal-ideolojik bir kavram olan milliyetçiliği, insanın içinde yaşadığı topluluğa sahip çıkması, kendisini o topluluğun bir parçası olarak hissetmesi ve ona yararlı olmaya çalışması gibi insani-etik bir duyguyla tanımlamak, milliyetçiliği popüler ve kolay kabul edilebilir bir politik kimlik haline getirme amacını güden kaba bir çarpıtmadır. Söz konusu duygular, insanı milliyetçi yapan değil, insanı insan yapan duygulardır. İnsanın sosyal bir varlık olması o denli baskın bir ağırlığa sahiptir ki, kapitalist toplumun tüm bencil ve atomize edici basıncı ve baskısına rağmen, etik düzeyde övülen ve bir erdem olarak görülen şeylerin tümünün kökeninde, dayanışma, yardımlaşma, işbirliği, fedâkarlık gibi bencilliği dışlayan davranışlar yatar.
    Burjuvaların tüm çarpıtmalarının kaynağında, geçmişte yarattığı ve emekçi halklara yaşattığı tüm acıların kötü anılarını yok ederek milliyetçiliği sempatikleştirme, onu, militarizmden, şovenizmden ve ırkçılıktan muaf tutma, böylelikle de herkes tarafından kabul edilebilir bir zehir haline getirme çabası yatar. Oysaki baştan aşağıya burjuva ideolojisinin temel argümanları üzerine oturan milliyetçiliği, bu unsurlardan arındırmak mümkün değildir. Ezen ulusun en ılımlı görünen milliyetçiliği ile faşist milliyetçilik arasında sanıldığından çok daha kısa bir mesafe vardır.”
    *
    “Altı yaşındaki çocuklardan on sekiz yaşındaki gençlere kadar milyonlarca insanı, “damarlarındaki asil kanı” idrak ederek bireysel varlığını “Türk varlığına” armağan etmesi üzerine yemin ettirdikten sonra sınıflara sokan, ardından da on iki yıl boyunca bu gencecik insanların beyinlerine şoven önyargıları empoze eden bir eğitim sistemini yıllardır sürdürürsünüz. Türlü kırımlardan ve yağmalardan geçirildikten sonra yerinden yurdundan sürülen ve bugün bir avuç kalmış gayrimüslim azınlıkları hukuki düzeyde “yabancı vatandaşlar” fiilen ise “gizli iç düşmanlar” olarak kategorize eder, Kürtleri ise generallerin ağzından “sözde vatandaşlar” olarak damgalarsınız. Çocuklarımıza “Türk dilinden alınmış” isimler dışında isim koymamızı, “yabancı ırk ve millet isimleri soyadı olarak kullanılamaz” diyen kanuna dayanarak yasaklarsınız. Hukukunuzda “anadil” kavramına bile yer yoktur, resmi dil vardır ve bir de birkaç yıl öncesine kadar “kanunen yasaklanmış diller”. “Türkçe olmayan” köy adlarının hepsini değiştirirsiniz. Vatandaşlık Kanununuzda “Türk soyu” terimini kullanırsınız. Anayasanızda ve ceza yasalarında “Türklük” kavramını kullanırsınız. Tüm insanlığın Orta Asya’daki Türk boylarından türediği ve tüm dillerin kökeninde Türkçenin yattığı gibi bir saçmalığı profesörlere sipariş verip Güneş-Dil Teorisi haline getirirsiniz ve yıllar boyunca bu safsatayı üniversitelerde bile okutursunuz. Komşularınızın bir tekiyle bile dostane ilişkiler kuramazsınız, hepsini düşman olarak addedersiniz ve seksen yıl boyunca tarih dersi diye ordu-millet safsatasını genç kuşakların beynine kazımaya çabalarsınız. Ruslar, Yunanlılar tarihi düşmanlarınızdır, Ermeniler ve Araplar sizi arkadan bıçaklamışlardır, Irak’taki Türkmenler “soy”daşınızdır ama “aynı milletin fertleri” olarak “etle tırnak” olduğunuz Türkiyeli Kürtlerin Irak’taki akrabaları soydaş olmak şöyle dursun düşmanınızdır. Ve tüm bunların ırkçılıkla, şovenizmle, etnik milliyetçilikle hiçbir ilişkisi yoktur, çünkü sizin milliyetçiliğiniz pozitiftir!
    Milliyetçilik (ulusalcılık) bir duygu, bir aidiyet hissi vs. değil, bir burjuva ideolojisidir. Marksizm, milliyetçiliğin hiçbir türüyle bağdaşmaz. Hele ki Türkiye’deki gibi egemen ve ezen bir ulusun milliyetçiliğine, yurtseverlik, vatanseverlik, ulusalcılık vb. kisvelerle verilebilecek en küçük bir tavizin bile, gerici burjuvazinin ekmeğine yağ sürmek olacağı asla unutulmamalıdır. Türk milliyetçiliğini emperyalizm karşısında ezilen ulus milliyetçiliğiymiş gibi göstermeye çalışan faşistinden sosyal-şovenistine kadar tüm sahtekârlara karşı amansız mücadele! Devrimci işçi sınıfı şu ya da bu biçimiyle milliyetçi değil, enternasyonalisttir ve enternasyonalizmin bayrağını zafere taşımak onun tarihsel görevidir.”

    (Statükocuların Saçtığı Milliyetçilik Zehri – Oktay Baran – Mart 2007 – Marksist Tutum)
    http://marksist.net/oktay_baran/statukocularin_sactigi_milliyetcilik_zehri.htm

  273. marxist argüman

    255 nolu yorumcudan alinti:
    “Anlamı: Yorumcular, ziyaretçiler, bu sitenin sahibi (evin sahibi) Gün Zileli. Ne yazarsanız yazın, Zileli’ye sataşmayın. Sataşsanız da Zileli’nin pek umrunda değil.”

    bu sitede anar$ist postuna bürünmü$ utangac kemalistlerin benim gibi komünistlerle fikir tarti$masi yapmak kapasitelerini zorladigi icin, “marxist argüman” bir acik versede bindirsek diye, pusuda bekliyorlar.

    necip, tipik bir türk muhafazalari olarak karnindan konu$mayi tarz haline getirmi$, derdini net/acik belirtmiyor; sanki ba$ka i$imiz gücümüz yok, oturup necip’in bulmaca gibi yorumlarini cözecegiz.

    sonradan anladim, necip o yorumda esasen “özgürlükcü”nün yazdiklarina gönderme yapiyor; özgürlükcü zileli’ye “bu siteyi derhal mit ajanlarindan temizle” komutu verdi ya, necip de, “sitenin sahibinin hangi yorumlari yayinlayacagina kari$mayin” demek istiyor; fakat böyle bir cümle ile söylenecek bir $eyi necip “osmanli’dan kissadan hisseler” ile ima etmeye cali$iyor.

    gelelim benim sayin zileli’ye ele$tirilerime. zileli’nin benimle fikir tarti$masi yapacak birikimi yok; bunu kendiside farkinda; zileli de ekonomi bilgisi sifir, dünya siyasetinde sadece hitler ve stalini biliyor, bu konularda ki bilgileri de emperyalist bati’nin cnn, bbc gibi kanallarinin “anti-komünist” propagandasindan ibaret; zileli’nin siyasi ufku chp ve akp ile SINIRLI, dünya siyaseti orda kalsin, zileli yanibasinda ki suriye de bile ne olup bittigiyle ilgilenmiyor; akp politikalarinin, özellikle de kürt sorununun suriye ic savasi ile, rojava ile alakasini kuramiyor.

    zileli bir demokrasi idealisti olarak zanediyor ki kapitalist dünya secim sandiginin etrafinda dönüyor; dolar, euro kurunun T.C. ekonomisi icin neden bu kadar önemli oldugunu, “kredi derecelendirme kurumlari” olan rating ajentalarinin bir devlete aynen bir ögretmen gibi neden “not” verdiklerini ve bu “notlarin” hem devlet hem de “piyasalar” icin neden hayati önemde olduklari gibi konular zileli gibi i$i gücü oy saymak olan demokrasi idealistlerinin ilgi alanina girmez bile.

  274. “Mesele şu, Cemil Meriç’in kalibresine yaklaşamasan bile, dünyaya bakışlarınız aynı.”

    Dunyaya bakislarimizin ayni oldugunu pek sanmiyorum –mumkun de degil zaten. Cunku, hem ilk hareket noktalarimiz ayni degil; hem de vardigimiz noktalara giderken bizleri olusturan cevresel (fikirsel, fiziksel) sartlar cok farkli.

    Herkes kabi kadar doldurur. Ben, Cemil Meric’in kalibresine yaklasamamisligimi mesele etmiyorum; siz de mesele etmeyin.

    “TRT’nin sitesine bakmak da mı aklına gelmiyor.”

    Baktim. Isim listesi yok –bulamadim.

    Anlasilan siz de bilmiyorsunuz.

    “1. ‘Üst-akıl’ın localize olup, lokallerden daha harbi gözükebilenlerinin meydana çıkması.

    2. Dış mihraklarla irtibat kurmaya ihtiyaç duymayan, ‘üst-akıl’ların meydana çıkması.

    Bu iki olasılığın hangisi iyidir-kötüdür-kolaydır-zordur, polemiğine girmeden, durum tahlili yaptım.”

    Bunlar pek ‘tahlil’ sayilmaz. Ilerde bir gun yapacaginiz bir ‘powerpoint sunumu’nun ‘bulletpoint’leri gibi, iki satir..

    Detaylandirmaniz gerekiyor.

    “Senin gibi düşünmeyenler doğrudan “ignorant”, he mi.”

    Tercume etmeliydim: “ignorance is bliss” demek ‘gaflet saadettir’ anlamina gelir.

    Yani, ‘ignorance’ (yani, ‘gaflet’) bir ‘hal’e isaret eder: Herhangi bir konuda da olabilir; genel anlamda da olabilir.

    ‘Ignorant’ ise, ilgili kisiye de atif olabilecegi gibi, kalici bir hale de isaret edebilir.

    Sizin kendinizi gordugunuz hangisidir bilmiyorum. Ama, tabii, ikincisiyse cok da matah bir sey degil.

    “Utanmaya bile değmezsin.”

    Benden utanmaniz gerekiyor mu? E, olsa iyi olur ama olmazsa da hayatin sonu degil.

    “Bizim senin hakkında ne düşündüğümüzü bir kenara koyalım,”

    Olur mu hic.

    Ben, sizlerin benim hakkimda ne dusundugunuzu ziyadesiyle onemsiyorum. Onlara bakarak kendimi hizaya aliyorum falan filan.

  275. marxist argüman

    “muhayyel kürdistan burda meftundur”
    cumhuriyet, 1930

    özgürlükcü,
    birincisi ben türk solunu da kürt hareketini de hdp’yi de iyi taniyorum; bana tanitmana gerek yok.
    “etnik” kelimesiyle ben hdp’nin esasen bir “kürt” partisi olmasini kastettim.

    ikincisi ben insanlarin etnik kökeniyle, cinsiyetiyle, cinsel tercihleriyle vs. ilgilenmiyorum; ben insanlarin fikirlerine, dünya görü$lerine, dünyayi nasil yorumladiklarina bakiyorum.

    ayni $ekilde siyasi partilerin de programina, politikalarina bakarim; bir partiye gönül verip calisan insanlarin etnik kökeni belirleyici degildir.

    ben hdp’yi senin gördügün gibi türkiyede ki azinliklarin partisi olarak görmüyorum; hpd de, dikkat edersen etnik kimliklere dayali politika yapmiyor zaten; hdp, sadece devletin irkci “türk” kimligi icinde eritmeye cali$tigi kimlikleri önemsedigini, bu konuda devletin resmi politikasini dogru bulmadigini ön plana cikarmaya cali$iyor.
    bu da bir tesadüf degil cünkü, hdp, kürt hareketinin daha önce kurdugu ve devletin terör ve baskilarindan dolayi siyasi hayati bitmi$ dep, hadep legal partilerinin devamidir.

    hdp’de senin gibi laz’lar var da chp de, akp de, mhp de laz yok mu? var. demek ki hdp’yi diger partilerden ayiran $ey, icinde senin gibi laz’larin vs. olmasi degildir. nedir peki?

    chp, akp, mhp gibi devletin/düzenin demirba$ partileri, T.C. ulus devletinin resmi ideolojisi/devlet doktrini olan irkci “türk” kimligini bir “tabu” gibi görüp savunurken; hdp, devletin temelinde ki harc olan “türkcülük” ideolojisini biraz esnetmeye cali$iyor; “türk” üst kimliginin türkiyede ki diger azinlik kimlikleride kapsayacak $ekilde esnetiLmesi gerektigini savunuyor.

    irkci “türk” kimliginin diger etnik kimlikleride kapsayacak $ekilde esnetilmesi konusunda akp ile öcalan hemfikir oldular ve cözüm süreci de aslinda bu “fikir birligi” esas alinarak ba$latildi.

    devlet, türkiyede ki laz, gürcü, arap gibi etnik kimlikleri “türk” üst kimligi icinde eritme konusunda sorun ya$amiyor; esas sorun “kürt” kimliginde yasaniyor. neden?

    birincisi kürtler nüfus olarak diger azinliklardan epey kalabaliklar, fakat mesele sadece kelle sayisi da degil, diger azinliklarda olmayan ama kürtlerin icinde tohum tutmu$ “ayrilikci/bölücü” bir “ulusal akim” var; diger bir ifadeyle “kürt ulusal hareketi” diye bir muhalefet var.

    bundan dolayidir ki, cumhuriyetin kurulu$undan beri devlet, kürt bölgelerini hep olaganüstü hal’lerle, sikiyönetim’lerle idare etmi$; kürdistan bölgesine adeta bir sömürge muamelesi yapmi$; anadili kürtce/zazaca vs. olan insanlari bir yandan $iddet ve terör ile imha ederken, diger yandan hayatta kalanlari yogun bir asimilasyon/türkle$tirme politikasina tabi tutmu$tur.

    ikincisi kürtler sadece T.C. SINIRLARI icinde yasamiyorlar; devlet, kendi SINIRLARI icinde ki kürt/kürdistan sorununu terör ve asimilasyonla az cok hal etse bile, iran, irak ve suriyede ki kürt ulusal hareketlerinde ki canlanma, kipirdama ister istemez türkiye kürdistanini da etkiliyor ve devlet tam da, 1930 yilinda cumhuriyet gazetesinde man$et oldugu gibi “muhayyel kürdistan burda meftundur”; “kürdistan fikrini tarihe gömdük” diye dü$ünürken, kürt ulusal hareketi tekrar varligini hissettiriyor.

  276. marxist argüman

    zileli’den alinti:
    “Aynı, Paris’tea PKK’li kadınların MİT-PKK işbirliğiyle öldürüldüklerinin ortaya çıkması gibi.”

    zileli’yi allah degil sanki $eytan konu$turuyor; konu$tukca da “pkk-akp isbirligi” üzerine komplo senaryolari üretmeye devam ediyor. (paralel $eytan/cin “fetö” mi zileli’nin icine mi girdi nedir, zileli’yi, nefesi kuvvetli bir hocaya göstermek lazim. özgürlükcü, senin tanidigin nefesi kuvvetli bir laz hoca var mi?)

    sayin zileli, paris’te üc pkk militaninin bir MIT elemani tarafindan öldürüldügü ortaya cikmi$ti fakat siz o MIT’in yanina pkk’yi neden eklediniz?

    pkk’nin kendi militanlarini MIT ile i$birligi yaparak, MIT’e öldürttügüne dair bizlerin ve kamuoyunun bilmeyip, sizde mevcut olan belge nedir acaba?

    yine “kaynak benim, ben canli belge’nin taa kendisiyim” derseniz artik $a$mam ama “pes” derim.

  277. “bu i$in aciklamasi budur: üst akil müst akil gibi komplo teorileriyle toplumsal/siyasal meseleler aciklanamaz.”

    Bu yaklasim da (yani, herseyin fazlasiyla seffaf ve bir o kadar da deterministik oldugunu iddia etmek) dogru degil bence.

    Yani, adina ‘komplo teorisi’ deyip bir kenara supurmek, en azindan her zaman, cok da rasyonel olmayabilir.

    Benim aklima, bu konuda, ilk gelen de –hepimizin cok iyi bildigi– ‘Sykes-Picot Anlasmasi’dir. Aradan kac yil gectikten sonra Rusya tarafindan fas edilmemis olsaydi, sonuclara/duruma/gelismelere bakarak, boyle bir anlasmanin varligina dair soylenen herseyi ‘komplo teorisi’ olarak nitelemek ve gozardi etmek mumkundu.

    O yuzden, sizin sergilediginiz bu tur pesinatciliklari cok da rasyonel bulmuyor oldugumu tekrarlamak isterim.

    Gelelim asil konuya simdi:

    Bir metafor olarak ‘ust akil’in varligini kabul edebiliriz. Bazi cikar cevrelerinin belli bir gidisatin gerceklestirilmesi amaciyla bir ittifak olusturmasina bu ismi verebiliriz demek istiyorum.

    Mesela, Gezi icin, olaylar olurken, benim bir turlu anlamadigim sey, nasil/neden “Turkiye’deki buyuk sermaye (Koc grubu, mesela) bu harekete payandalik yapar?” sorusunun karsiligi idi. [Baska benzer cok soru daha var; onlar ayri.]

    Bu tur bir sey, nasil soyleyeyim, ‘esyanin tabiatin aykiri’ duruyor.

    Ta ki, olmayana ergi yontemiyle, bu hareketin arka planinda birileri Turkiye’deki buyuk sermayeye, hareketin nihai sonuclarinin kendilerine zarar vermeyecegini, tersine, cikarlarina hizmet edeceginin garantisini vermesiyle olabilecegini dusunurseniz.

    [Bir baska aciklamasi da, Turkiye’deki buyuk sermaye, Gezi Hareketinin karsisinda got korkusu ile zoraki muttefik pozisyonu aldigini soylemek olabilir. Ama, bu tur zoraki ittifaklar baslangicta degil, hareketin belli bir buyukluge ulasmasi sonrasinda olur. Dolayisi ile, bu aciklamayi muteber bulmuyorum.]

    Daha fazla detaylandirmak mumkun; ama, gerek yok –herkesin zamanini daha fazla almamak acisindan.

    Bir tur ‘ust akil’dan burada da bahsedebiliriz, bu durumda.

    Burada ilginc olan, yani yine varligini kabul etmemiz gereken sey, bu ‘ust akil’in tek olmadigi, onun da rakibi sayilacak en az bir baska ‘ust akil’in varligini da ongormek.

    [Not: ‘Ust akil’ derken, uhrevi varliklardan bahsetmiyoruz. Arka planda faaliyet gosteren cikar gruplarindan bahsediyoruz.]

    Burada aradabir yorumlarda ‘buyuk bir ekonomik bunalim cikarsa, RTE’den ve AKP’den kurtuluruz’ turunden sozleri sizler de okuyorsunuz.

    Bu sozler hem bir tespittir (yani, buyuk bir ekonomik bunalim cikarsa hem RTE hem de AKP de gider), hem de temennidir (yani, keske boyle bir sey olsa).

    Ilginc olan, ‘buyuk bir ekonomik bunalim’in bir turlu cikmayisi –Turkiye’de.

    Turkiye’de, yani –tarihsel olarak– hafif bir yel ile bile ekonomisi sallantiya girebilen bir ulkede..

    Cikmiyor, kac senedir, bu ‘buyuk bir ekonomik bunalim’.

    Neden?

    Ya da nasil?

    Gezi’de olmadi; 17-25’de olmadi; 15 Temmuz’da olmadi..

    Tamam, ic dinamiklerin de etkisi var; ama, tek basina aciklayici olabilir mi bu? [Eskiden neden olmuyordu?]

    ‘Tek basina aciklayici’ degilse, baska (en az) bir aciklamasi daha olmali.

    Bu ‘baska (en az) bir aciklamasi’, bu noktada, ilgili detaylari yeterince bilmedigimiz icin, zorunlu olarak ‘komplo teorisi’ olacaktir.

  278. Bütün devletlerin kurgulara ihtiyaçları vardır. Bu bağlamda milliyetçilik modern çağın ulus-devletlerinin kurgusudur. Diğer kurguları hatırlamak da yararlı olabilir.

    16. yy’da İran’ın siyasal birliğini yeniden sağlayan ve Şiiliği ülkenin resmi ideolojisi haline getiren, yani bugünkü İran devletinin temellerini atan Safevi hanedanı, gerçekte böyle olmadığı halde seyyid -peygamber soyundan- olma iddiasıyla kendine kutsallık izafe etmiştir. [Aynı iddia soylarını peygamberin kızı Fatıma’ya dayandırdıkları için bu adı kullanan, soyları ve “seyyid”likleri kuşkulu Fatımi halifeleri için geçerlidir.]

    Bunun bir benzeri de “Osmanlı hilafeti” efsanesidir. Yavuz Selim’in halifeliği Mısır’daki Abbasi halifesinden devraldığı hikayesi ilkin 18. yy sonunda -Rusya’ya karşı Kırım sorunu vesilesiyle- ortaya atılmış, II. Abdülhamid döneminden itibaren bu “saltanat-hilafet” bileşimi devletin dayanağı yapılmıştır.

    Bir örneği de Britanya bayrağından verebiliriz. Nişanyan’ın aktardığına göre “Haçlı orduları 1098’de Antakya’yı muhasara ettiğinde, inanç bu ya, Aziz George Hızır gibi yetişip Haçlıların kenti almasına yardımcı olmuş. İngiliz kraliyet ailesinin Aziz George’u bayrak edinmesi bu olaya dayanıyor. Britanya bayrağındaki iki haçtan beyaz üstüne kırmızı ve düz olanı, belki bilirsiniz, Saint George haçıdır.”

  279. http://www.diken.com.tr/dunyaca-unlu-sloven-dusunur-zizek-trumpa-destegini-acikladi-esas-tehlike-clinton/

    Hieeeyt dunyaya mudahale edecegim orayi degistirecegim burayi degistirecegim diyen bir cilgin güya solcudan eyidir vasat bir fasist.

  280. Deniyorki , Trumpf un kazanmasi PYD kürtler icin kötü oldu, Mrs Killing-Ton Pyd ye silah sözü vermisti. Kaygilanmayin ABD dis politikasi kolay degismez, , renkleri degismez , hatta tonlari biile degismez. Belki Ruslarla daha yumusak bir kavga beklenebilir. Ama ABD nin Irak ve Suriye de Kürtlerden baska güvenilir secenegi yoktur. Sorun Pyd nin bu avantaji sadece kendi cikarlari icinmi kullanmakla yetinecegi, yoksa Suriye ye Demokrasi getirmek gibi Lanetli bir Rol u Kabul Edip etmiyecegidir.

  281. “bu sitede anar$ist postuna bürünmü$ utangac kemalistlerin benim gibi komünistlerle fikir tarti$masi yapmak kapasitelerini zorladigi icin, ‘marxist argüman’ bir acik versede bindirsek diye, pusuda bekliyorlar.”

    Kendinizi onemsemeniz normal da, bu kadari biraz fazla. Paranoya derecesine varmasi ise uzucu.

    “necip, tipik bir türk muhafazalari olarak karnindan konu$mayi tarz haline getirmi$, derdini net/acik belirtmiyor; sanki ba$ka i$imiz gücümüz yok, oturup necip’in bulmaca gibi yorumlarini cözecegiz.”

    Benim buyuk ninem “herseyi deliye derler” derdi.

    Buradan sunu anlayabilirsiniz: Ben, herseyi soyleyecek kadar, deli bulmuyorum sizi.

    “sonradan anladim, necip o yorumda esasen ‘özgürlükcü’nün yazdiklarina gönderme yapiyor; özgürlükcü zileli’ye ‘bu siteyi derhal mit ajanlarindan temizle’ komutu verdi ya, necip de, ‘sitenin sahibinin hangi yorumlari yayinlayacagina kari$mayin’ demek istiyor; fakat böyle bir cümle ile söylenecek bir $eyi necip ‘osmanli’dan kissadan hisseler’ ile ima etmeye cali$iyor.”

    Yok. Yanlis anlamissiniz.

    Ayrica, kimin MIT ajani oldugunu Gun beyin bilebilcegini sanmak dahi hic de nazik (hatta gercekci) degil.

    “gelelim benim sayin zileli’ye ele$tirilerime. zileli’nin benimle fikir tarti$masi yapacak birikimi yok;”

    Dedim ya, kendinizi biraz fazla onemsiyorsunuz.

    “zileli bir demokrasi idealisti olarak”

    Hayret. Ben bunu destekleyecek bir emmare gordum diyemem.

    ‘Magdur olani desteklerim’ diye ozetlenebilecek bir yaklasimi benimsedigini soylese de bunun da bir hayli secici oldugunu, oyle her magduru desteklemek gibi bir genelciligi olmadigini soyleseniz kabul ederim.

    Ama, bunu ‘demokrasi idealizmi’ sayamayiz; degil mi?

  282. Bu konuda Nişanyan’ın aktardığı başka bir ilginç örnek de şu:
    “Bugünkü İsrail’in kuzey yarısında Ahab ve babası Omri zamanında (MÖ 900 ve devamı) merkezî bir krallığın ortaya çıktığı, arkeolojik bulgularla desteklenen bir bilgi. Buna karşılık, bunlardan yüz yıl kadar önce Kudüs’te (güneyde) hüküm sürdüğü rivayet edilen Davut ve Süleyman’a ilişkin arkeolojik iz yok. Bu dönemde Kudüs’ün birkaç haneden oluşan bir yarı-göçebe yerleşimi olduğu biliniyor. Güneyde kentleşme ve krallık kurumları ancak MÖ 650’ler dolayında belirmiş. Zengin ve müreffeh Kuzey devletinden daha eski ve daha güçlü bir Güney krallığı efsanesi, hiç şüphesiz 7. yy’ın siyasi gerekleriyle açıklanması gereken bir”
    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2013/12/peygamberlik-meslegine-dair.html

    Aynı yazısında peygamberlik kavramının tarihsel oluşum sürecine ilişkin verdiği şu örnek de dikkat çekici:
    “Tevrat’ta bu yönde hiçbir ifade olmadığı halde, sonraki devirde, yani Hıristiyanlığın doğumu ile Talmud’un oluşumu arasındaki dönemde, nebi kavramının kontrolsüz olarak genişleme eğilimine girdiği anlaşılıyor.
    Misal: Tevrat’ta Yônah (Yunus) Amittai adlı bir nebînin oğludur, ama kendisine nebî adı verilmez (II Krallar 14.25). Buna karşılık, hikâyenin ilk anlatımından yaklaşık 700 yıl sonra yazılan Matta İncilinde (12:39, 16:4) Yunus “prophêta” olarak anılır. Tevrat’taki Daniel Babil’de yaşamış bir efsane kahramanıdır; oysa yine Matta 24:15 ve Markos 13:14’e göre Daniel peygamberdir. ”

    Bunlardan çıkan sonuç: “Efsanelerde bir gerçek payı vardır. Düşmanınızı yenebilmek için bunu anlamalısınız.”
    (Bir dizide böyle bir replik var: “To defeat your enemy, you have to understand them. There’s always a bit of truth in legends.”. Linkini verdiğim fragmanın başında geçiyor.)
    https://www.youtube.com/watch?v=LJyxPDEvo9U

  283. marxist argüman

    necip,
    hayati, kuran’i hatim etmekle gecmi$ bir mümün dünyayi ne kadar anlami$sa, senin gibi hayati osmanli efsaneleri, masallari hatim etmekle gecmi$ bir türk muhafazakari da dünyayi o kadar anlami$tir.

    sen de ve zileli de cok belirgin olan komplo mantiginin kaynagi nedir?

    birincisi bilgisizlik, yani okuma, ara$tirma, somut bilgi ve veriye dayali analiz yerine, olan biten her$eye bir “kulp takma”, bir komplo teorisi uydurma kolayciligi.

    ikincisi analitik dü$ünce yerine dogmatik dü$ünme yöntemi;
    yani nasil bir dünyada ya$adigimiza dair dogmalardan, efsanelerden olu$turulmu$ bir “dünya resmi” zaten kafada mevcut, geriye olan biteni bu dogmatik dünya resmine uyacak $ekilde “yorumlamak” kaliyor, tipki kuran’in hadislerini yorumlar gibi.

    bundan dolayida kusura bakmayin ama, senin ve zileli’nin yazdiklarinin cogunu ciddiye almak mümkün olmuyor.
    tüsiad’in gezi parki protestolari hakkinda ki tutumu konusunda burda spekülasyon yapip komplo teorileri üretecegine, o okudugun osmanli masal ve efsanelerine bir ara ver ve tüsiad’in internet sayfasinda ki aciklamalarina göz at.

    tüsiad’li kapitalistler günlük geli$melerle ilgili fikirlerini cok net ifade ediyorlar; senin gibi karnindan konu$muyorlar.

    $imdi bakalim tüsiad’li para babalari gezi protestolari icin ne demi$ler, tüsiad basin aciklamasi:

    “Yeni ve Sivil bir anayasa ve şiddet ve terör bağlantılı çözüm süreçlerinin umutla sürdürüldüğü bir ortamda beklenen, toplantı ve gösteri yürüyüşü dahil, temel hak ve özgürlüklerin en geniş anlamda kullanımını sağlayacak güven artırıcı politikalar ve tutumların önünü açmaktır. Sürecin başarısının ön şartı budur, sorumluluk hepimizindir. Böyle bir beklenti içindeyken, Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve gelişen gösterilere olağanüstü orantısız güç kullanımı ve hoşgörüsüz müdahale kamu vicdanını yaralamakla kalmamış, toplumsal uzlaşma arayışında moral bozucu olmuştur.

    Toplumsal uzlaşmaya en çok ihtiyacımız olan içinde bulunduğumuz dönemde ilgili tüm kamu idarecilerini, tüm tarafları güçe ve şiddete başvurmadan, istismarı engelleyen, yatıştırıcı bir söylem, sorumluluk ve şeffaflık içinde istişareye davet ediyoruz.”

    gördügün gibi senin t. erdogan’dan duyup ve burda yazdigin gibi tüsiad, gezi protestolarinda taraf tutmami$tir.

    tüsiad, akp hükümetinin, iktidarinin ilk yillarinda ki avrupa birligine bir an önce girme hedefiyle uyguladigi siyasi/ekonomik politikalari dogru bulmu$, desteklemi$tir; 2001 krizinde IMF’nin T.C.’ye verdigi “ev ödevlerini/yapisal reformlari” akp hükümeti “ba$ariyla” gercekle$tirmi$ ve tüsiad da bundan memnuniyetini dile getirmi$tir.

    gezi protestolari ile beraber T.C.’de ki laik-islamci iktidar kavgasinin “kizi$acagini” ve bunun da ekonomik ve siyasi “istikrari” ister istemez olumsuz etkileyecegini anlayan tüsiad, dikkat edilirse iki tarafi da “sakin” olmaya davet ediyor; hükümeti “orantisiz” güc kullanma konusunda, protestoculari da “siddet” ve “terör”den sakinmalari konusunda uyariyor.

    tüsiad’li kodamanlar dünya görü$ü olarak laik-kemalist kesime dahildirler fakat türkiyede ki islamci iktidar fraksiyonu ekonomi de kemalistler gibi “devletci” degil “liberal”dir, bundan dolayida tüsiad olsun, müsiad olsun, özel sektör, menderes hükümetinin ve akp hükümetinin “liberal” ekonomik politikalarini kendi cikarlari acisindan daha faydali buluyor ve destekliyor.

  284. “tüsiad’li kapitalistler günlük geli$melerle ilgili fikirlerini cok net ifade ediyorlar; senin gibi karnindan konu$muyorlar.”

    TUSIAD mi karnindan konusmuyor? En onemli raporlarini hep Ingilizce yayinlayan TUSIAD’dan mi bahsediyorsunuz?

    “tüsiad, akp hükümetinin, iktidarinin ilk yillarinda ki avrupa birligine bir an önce girme hedefiyle uyguladigi siyasi/ekonomik politikalari dogru bulmu$, desteklemi$tir; 2001 krizinde IMF’nin T.C.’ye verdigi “ev ödevlerini/yapisal reformlari” akp hükümeti “ba$ariyla” gercekle$tirmi$ ve tüsiad da bundan memnuniyetini dile getirmi$tir.”

    HIH.. Siz, Turkiye’deki buyuk sermayeyi hic tanimiyorsunuz, bu belli. Ne TUSIAD ne de baska buyuk sermaye AB’ye girmek filan istiyor degil; hic de istemediler.

    En buyuk korkulari, oradaki patronlarinin kendilerinin buraya gelip, bizim ‘buyuk sermaye’nin elindeki distributorluk islerini dogrudan devralmasiydi.

    Kamuoyuna destekler gorunurken, kosteklemek icin ellerinden geleni yaptilar ve yapiyorlar.

    Siz, FIAT, Ford, Toshiba vd’nin Turkiye’ye donrudan dogruya gelmeleri halinde, mesela, Koc’un yapacak ne isi kalacagini saniyorsunuz? Ayni sey, Sabanci vb icin de gecerlidir.

    “gezi protestolari ile beraber T.C.’de ki laik-islamci iktidar kavgasinin “kizi$acagini” ve bunun da ekonomik ve siyasi “istikrari” ister istemez olumsuz etkileyecegini anlayan tüsiad, dikkat edilirse iki tarafi da “sakin” olmaya davet ediyor; hükümeti “orantisiz” güc kullanma konusunda, protestoculari da “siddet” ve “terör”den sakinmalari konusunda uyariyor.”

    Tarfasiz filan durmadilar; tersine el altindan destek oldular. Bu bir.

    Ikincisi, tarafsiz goruntu vermek gayretlerinin sebebi, olur a, basarili olmaz; baslarina patlar korkusu idi.

    Ucuncusu, neye karsi tarafsiz olduklari sorusu var tabii ki. Ezici cogunlugun tasvip etmedigi bir seye karsi tarafsiz olmak demek, aslinda bal gibi taraf olmaktir. Oldular.

    “tüsiad’li kodamanlar dünya görü$ü olarak laik-kemalist kesime dahildirler fakat türkiyede ki islamci iktidar fraksiyonu ekonomi de kemalistler gibi “devletci” degil “liberal”dir, bundan dolayida tüsiad olsun, müsiad olsun, özel sektör, menderes hükümetinin ve akp hükümetinin “liberal” ekonomik politikalarini kendi cikarlari acisindan daha faydali buluyor ve destekliyor.”

    Laik-Kemalist kesime dahil degiller; o kesimi besliyorlar, istepne olarak lazim cunku. Cumhuriyet Gazetesinin ortaklik ve bagis yapisina bakarsaniz, bunu rahatca teyid edebilirsiniz.

    Ayrica, liberal filan da degiller. Anadolu Sermayesine karsi aldiklari tavir (28 Subat ve oncesinde) bunu fazlasiyla belirginlestiriyor.

    Her neyse. Bir ‘komunist’ olarak, TUSIAD icin yazdiginiz methiyeleri ilginc bulup not ediyorum.

    Turkiye’ye donmeniz gerekmiyor tabii; Koc’un disarida da sirketleri var. CV’nize bunlari eklemek isteyebilirsiniz.

  285. özgürlükçü

    Paris te 3 kadın devrimcinin katilinin mit ilişkisi kamuoyunda açıklandı bunuda pkk ile ilişkilendirmek özel harekatçı ayhan çarkın itirafında öcalana bebek katili yakıştırmasına neden olan bebeğin ölümünü kendilerinin yapıp kanınında eline bulaştığını bas bas açıklamasına rağmen öcalana bebek katili deyip karakolların hemen yanındaki tarlalarda bizzat karakol gözetiminde üretilen uyuşturuculara rağmen uyuşturucuyu pkk kadrosunda suç delili sayıp yargıladığı bilinmesine rağmen pkk nin uyuşturucu ile ilişkilendirilip itibarsızlaştırılması bütün bunlar egemen efendinin hegemonyasındaki medya aaraçları ile insanların z,ihnini zehirlemesi ile mümkündür hele bu zihinler 90 yıllık vatan millet sakarya milli-zilli duyguları ile öğretilmiş ezberle zehirlenmeye teşne hale gelirse zileli istemeden bile olsa bu ezberini komplo teorilerinde kullanır bilmeden efendiye hizmet eder bu hatayı hatırlatırsın ama yinede anlamak istemez.
    Argüman dediğin gibi zilelininde iyi bir üflemeye ihtiyacı var ben üfleyicilerden pek anlamam da aslında sitedeki işlevimin bir miktar habu milli zilli kendini solcu sananların kulağına kar suyu kaçırmak olduğunu hatırlarsak bir nevi üfleme işlevi görür sanırım pek etkili olamıyorsa benim nefesim zayıf kalmış olabilir?????

  286. Diyarbakır’da IŞİDleşen PKK İflas Etti!

    Taşeron örgütler, adına ihale aldıkları devletlerin çıkarları için çatışabildikleri gibi birlikte de hareket edebilirler. Aynı zamanda çatışırken bile efendilerinin ortak çıkarlarına hizmet edebilirler. Taşeronların çatışmaları veya taşeronların efendileriyle çatışmaları, ortalama insanlarda “karşıtlık” olarak algılanıyor ve kötü olana karşı diğer çatışan “iyi” olarak kabul görüyor. Yıllardır çatışarak TC’nin ortak amaçlarına hizmet eden PKK, ‘Devlet kötü olduğuna göre onunla savaşan PKK iyidir’ algısından-nemalandı; bu nemalanmada PKK’nin taşeron rolünü görmeyen, görüp teşhir etmeyen politik çevrelerin sorumluluğu çok fazladır.

    Çatışarak birlik kuranların en fazla etkilediği/kandırdığı kitleler, sorgulayamayan ve diyalektik düşünme becerisine sahip olmayan kitlelerdir! Bu kitle, ‘çatışan taraflardan biri kötü ise, diğeri zorunlu olarak iyidir’ mantık sınırlarını aşamamışlar. Bu nedenle, bu anlayışın en fazla Ortadoğu’da ve “Mürit yetiştiren örgütlenmelerde” etkili olması şaşırtıcı değildir!

    Devletin kurup piyasaya sürdüğü PKK, “40 yıldır devlet ile savaşıyor” görüntüsü altında Kürdlerden destek alarak Kürdlerle savaştı/savaşmaya devam ediyor. Bu gerçeklik, büyük tahribatlardan sonra daha yeni yeni görülmeye/sorgulanmaya başlandı. PKK’nin egemen işgalci devletlerle temel ve stratejik ortaklığı, ‘Kürdlerin devletleşme hakkına karşı olma’ noktasıdır. Bu kirli ortaklık, PKK’nin açıkça bu misyonunu (Kürdlerin devletleşmesine karşı olma) dillendirmesiyle alenileşti…

    PKK’nin IŞİD ile savaşması da PKK’nin temel konularda IŞİD ile ortak olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor; aynı egemen güçlere hizmet ettikleri gerçeğini de…

    IŞİD, her parçada Kürdlerin ulusal haklarına karşıdır; tıpkı PKK gibi…

    IŞİD, Güney’in bağımsızlığını engellemek için tüm gücünü ve tüm kirli yolları denedi; tıpkı PKK gibi…

    IŞİD, “Ümmetçilik” adı altında Kürdlerin devletleşmesine karşıdır; tıpkı PKK’nin “devletsiz demokrasi” adı altında Kürdlerin devletleşmesine karşı olması gibi…

    IŞİD, Kürdlerin inançlarından faydalanmak için Güney Kürdistan Yönetimini “siyonizmin/Amerika’nın ortağı” olarak görüyor; tıpkı PKK gibi…

    IŞİD-PKK ortaklığı sadece amaç, hedef ve stratejilerle sınırlı değil, son zamanlarda eylem biçimleriyle de ortaklaştılar. PKK’nin bombalı araç/intihar eylemleri, IŞİD kültürüdür. Her ikisi de sivilleri hedef almada ve toplu katliam yapmada tereddüt yaşamıyorlar. Her ikisi de görünürde resmî kurumları hedef alsa da, eylemlerinde en çok sivil insanlar yaşamlarını kaybediyor…

    4 Kasım’da Diyarbakır’da (Görünürde Emniyetin hedef olduğu) yapılan katliam, hem IŞİD hem de PKK’nin yapabileceği bir eylemdi. Ama IŞİD bu tür eylemleri daha profesyonelce yaptığı için kuşkular daha çok PKK üzerinde yoğunlaştı.

    Eylemde her zamanki gibi yaşamını kaybedenlerin çoğunluğu sivil Kürdlerdi. İki-üç polisin ölmesi, eylemin hedefinde sivil Kürdler olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Çünkü son bir yılda PKK’nin gerçekleştirdiği bu tür eylemlerde genel olarak siviller zarar gördü…

    Eylemden çok, eylemden sonra yaşananlar konuşuldu/konuşulmaya devam ediliyor…

    Çünkü katliamdan hemen sonra Diyarbakır Valisi “PKK üstlendi” açıklamasını yaptı. Eylemin biçimi ve HDP’lilere yönelik tutuklama furyasından dolayı Qandil’in “hesabı sorulacak” açıklamaları da dikkate alındığında “PKK’nin fail” olması şaşırtıcı değildir. Ancak sorun, PKK bir açıklama yapmadan Valinin “PKK üstlendi” demesiydi. Valinin acele ve kesin açıklaması, eylemden sonra elde edilen verilerden çok, öncesinde bu eylemden haberdar olduğunu gösteriyordu.

    Esas karışıklık ve tuhaflık ise, daha sonra bu eylemi IŞİD’in üstlendiğine dair çıkan haberlerdi. IŞİD’in devreye girmesinden önce eyleme sessiz kalarak onay veren politik çevreler, birden eylemi kınamaya başladılar. PKK’yi aklamak için fırsat kollayan politik çevreler bu eylemin “TC-IŞİD” ortaklığıyla yapıldığına dair “derin” analizler yapmaya başladılar. En ilginç tepki ise PKK cenahından geldi! PKK’nin legal oluşumlarının ‘Eylemi IŞİD-AKP birlikte yaptı, hedef tutuklu HDP Milletvekilleri idi’ açıklaması, PKK’ye yakışan ve kitleleri harekete geçirebilecek derin bir komplonun ürünüydü. Ortaya çıkan tablo, ‘Eylemi, devlet ile bağlantılı olarak IŞİD yaptı, Vali de bunu bildiği için hemen PKK’ye yükledi’ algısına neden oldu. Hem HDP’liler hem de PKK/HDP’yi aklamak için pusuda bekleyen orta yolcu Kürdler ve Türk solu bu algıyı işlemeye başladılar. Bu kesim için bulunmaz bir fırsat doğmuştu; onlar da kontrolsüzce fırsatı kullanmaya başladılar. PKK/HDP ve aklayıcıları tarafından her şey tam istendiği gibi giderken, “eylemi TAK(PKK) üstlendi” haberleriyle resmen bir şok yaşandı. Özellikle sosyal medyada anlık tepkiler dikkat çekiciydi…

    PKK ve aklayıcılarının ilk tepkisi, ‘Eylemi TAK üstlendi’ haberini yayınlayan ANF’nin Hacklendiği yönündeydi. Ancak ANF’yi yönetenler hemen “Hacklenme” umutlarını yıktı ve haberin doğru olduğunda ısrar etti. PKK tarafından ters köşeye yatırılan PKK’liler ve aklayıcıları, son umut olarak “daha TAK resmi sayfasında üstlenmedi” söylemine sarıldılar. Bu umut ta fazla sürmedi ve TAK(PKK) resmi sitesinde eylemi üstlendiğini duyurdu. Aslında bu bir iflastı, hem de hiçbir açıklaması olmayan bir iflas…

    İlginç olan bu açık iflasa rağmen gerekli tepkinin gösterilmemesiydi; özellikle de HDP’nin Kürdleri ve yedekleri tarafından. Bu konuda en ciddi tepki, egemenlerin HDP içindeki sesi olan Ertuğrul Kürkçü’den geldi. Kürkçü Twitter hesabından eylemi ve IŞİD ile aynı konuma düşen PKK’yi eleştirdi ve bunun bir açıklamasının olmadığını söyledi. Daha sonra devletin HDP içindeki diğer bir adamı S.S. Önder de verdiği bir röportajda Ertuğrul Kürkçü’nün tepkisini paylaştığını açıkladı…

    Anlaşılan devlet-IŞİD-PKK arasında dönen kirli bir oyun vardı. Amaç, eylemi (duruma göre) birilerine üstlendirmek ve uzun vadede “kim yaptı” sorusunu cevapsız bırakmaktı; tıpkı 1990’lı yıllarda PKK-JİTEM ortak eylemlerinde ve en son Tahir Elçi’nin katledilmesinde olduğu gibi…

    PKK ile IŞİD’in aynı eylemi yapacak/üstlenecek kadar benzer olmaları başlı başına bir sorundur; hem de çok hayati bir sorun.

    Hayati olan başka bir sorun ise, IŞİD’in PKK’yi ve devleti, PKK’nin de IŞİD ve devleti aklama çabasıydı. Bu durum, her iki örgüte de devlet kontrolünde eylem siparişi verildiğini ve üstlenmeleri gerektiğinde de devletin bu isteğini geri çeviremeyeceklerini gösteriyor. PKK/HDP ve aklayıcılarının eylemi IŞİD’in yaptığını sandıkları zamanda “hedef HDP Milletvekilleriydi” demeleri, eylemin TAK(PKK) tarafından üstlenmesiyle ‘PKK HDP Milletvekillerini öldürmek istedi’ sorusuna/iddiasına cevap ve dayanak oldu.

    PKK’nin kısmen İran kontrolünde ve kısmen de MİT kontrolünde olduğu, İRAN-TC hesaplaşmasının PKK içine de yansıdığı, bazı eylemlerin İran’a, bazılarının da TC’ye yarayacak şekilde yapıldığı gerçeği dikkate alındığında ve PKK’nin bir Kürd hareketi olmayıp (aksine Kürdlerin ulusal hakları önünde en büyük engel olduğu) egemen devletlerin taşeron bir kurumu olduğu gerçeğini bilenler açısından şaşırtıcı bir durum ve karmaşa yok ortada. Aksine tam da PKK’nin misyonuyla örtüşen bir durum söz konusu…

    Diyarbakır katliamı ve sonrasında yaşananlar, PKK’yi aklamaya çalışan herkesi şaibeli kılmıştır. Artık hiçbir gerekçeleri inandırıcı olamaz. Yaşananlar, aptalların bile anlayabileceği gibi PKK’nin siyasi iflasıdır. Bu iflas, PKK içindeki birçok insanı bile derin etkilemiş ve PKK’yi sorgulamalarına neden olmuşken; kendilerine “Kürd partisi/basını” diyenlerin iflası haykırmamalarının ve ifşa edip tavır almamalarının hiçbir açıklaması yoktur; ihaneti aklama ve ihanete ortak olma amaçlarından başka…

    Özgür Bireyler Topluluğu olarak, Kürdlerin ulusal hakları, eylem biçimleri ve egemen devletlerle kirli ilişkilerinden dolayı “IŞİD=PKK” tespitimizde ısrarlıyız; PKK’nin “Rojava-Kerkük-Şinga” pratiği bu iddiamızı doğrulamıştı, Diyarbakır eylemi bir kez daha doğrulamış oldu. Bu kirli ve tahripkar yapıyla hesaplaşmadan hiç kimse hiçbir Ulusal kazanım elde etme mücadelesinde başarılı olamaz…

    Haber/Yorum

    10.11.2016

    Nasname
    http://www.nasname.com/a/diyarbakirda-isidlesen-pkk-iflas-etti

  287. İster İslamcı olun, ister sosyalist
    Kemalist devlet ile barışıksanız, Kemalizm’in hizmetindesiniz;
    Sadece renkleriniz farklı;
    Kızıl ve yeşil
    https://www.facebook.com/Nasname.Sayfasi/photos/a.674987272541172.1073741828.674782659228300/1271548386218388/

  288. ABD başkanlık seçimleriyle ilgili en güzel yorumu Nasname yapmış:

    ABD’yi Kimin Yöneteceği
    Amerikalılardan çok Türkleri,
    TC’yi kimin yöneteceği de
    Türklerden çok Kürdleri ilgilendiriyor;
    Efendilerinin kim olacağını merak ediyorlar!!!!

  289. “Dunyaya bakislarimizin ayni oldugunu pek sanmiyorum –mumkun de degil zaten. Cunku, hem ilk hareket noktalarimiz ayni degil; hem de vardigimiz noktalara giderken bizleri olusturan cevresel (fikirsel, fiziksel) sartlar cok farkli. Herkes kabi kadar doldurur. Ben, Cemil Meric’in kalibresine yaklasamamisligimi mesele etmiyorum; siz de mesele etmeyin.”

    Referanslarından biri de o, elbette mesele ederim.

    Onun yaşadığı dönemin içine ve geçmişe dönük yaptığı analizler neticesinde, hem yaşadığı günlere, hem geleceğe yönelik tuttuğu projeksiyonlar, zamanın akması & değişim & dönüşüm nedenleriyle elbette senin yazdıklarınla %100 örtüşmeyebilir, yani, senin beyninden bugünlerde ortalığa saçtıklarınla ‘%100 aynı’ olması şart değil.

    İtiraf etmek işine gelmiyor: Dünyaya baktığınız pencere Meriç’le aynı. Zamanın akması neticesinde değişim & dönüşüm, bu pencereyi henüz etkilemedi.

    “Baktim. Isim listesi yok –bulamadim. Anlasilan siz de bilmiyorsunuz.”

    TRT’nin sitesinde kimbilir nasıl arama yapamadın da bulamadın. Belki baktın da, görmek işine gelmedi.

    Adresler:

    https://www.trt1.com.tr/arsiv/yedi-guzel-adam

    http://www.trt.tv/yedi-guzel-adam/bolumler/20181

    Senin ‘akıl arkadaşların’ ve RTE’nin ‘gönül mentor’ları olan bu 7 adamın arasına girmeyi çok isteyip de kalibre düşüklüğün sebebiyle 7,5’a razı olan bir şahıssın. (Hakkını teslim ediyorum, bunu şaka olsun diye yazmıyorum, ciddiyim, sen, RTE’den daha akıllısın. 7,5uncu olabilmek bile 2016 şartlarında az bulunan inci gibidir. 7 adam arasında ölmüş olanlar var, epey ihtiyarlayıp RTE’ye mentorluk yapmak vazifesini askıya asanlar var. Bugün, RTE’nin en yakın çemberinde, çok fazla değil, senden 3 tane olsun, hem ülkeyi hem dünyayı yıkıma götürürken oylarınızı daha da arttırmak hususunda, gelecek nesillere ‘case study’ teşkil edersiniz.)

    “Bunlar pek ‘tahlil’ sayilmaz. Ilerde bir gun yapacaginiz bir ‘powerpoint sunumu’nun ‘bulletpoint’leri gibi, iki satir.. Detaylandirmaniz gerekiyor.”

    Kendim herhangi bir ‘tahlil’ yapmaya yeltenmedim. Senin ‘dıştalayıcı’ mizacının hatalı olduğunu senin suratına göstermek için, iki mühim olasılığı yazdım.

    Eğer ‘tahlil’ yapmaya yeltenenler olursa, bunları ‘PowerPoint’ ve diğer zımbırtılar ile hazırlamak ‘Devlet’ tarafından yasaklandı. ‘Devlet’, ‘ne kadarı yerli ve ne kadar milli’ olduğu müphem ‘Pardus’ ve ‘Pisi’ adlı işletim sistemleri içine eklenmiş sunum hazırlama programının kullanılmasını dikte ediyor.

    “Tercume etmeliydim: ‘ignorance is bliss’ demek ‘gaflet saadettir’ anlamina gelir. Yani, ‘ignorance’ (yani, ‘gaflet’) bir ‘hal’e isaret eder: Herhangi bir konuda da olabilir; genel anlamda da olabilir. ‘Ignorant’ ise, ilgili kisiye de atif olabilecegi gibi, kalici bir hale de isaret edebilir. Sizin kendinizi gordugunuz hangisidir bilmiyorum. Ama, tabii, ikincisiyse cok da matah bir sey degil.”

    Kelimelerin anlam mülkiyetlerinin bile sana ait olduğunu sanıyorsun, ahkâm kesmeye uğraşmışsın, sırıtmış: Neye-nelere göre gaflet, neye-nelere göre gaflet değil. RTE ve ekürisinin başdanışmanlar teşkilatına yanaşmaya didinen haşarı laf hokkabazlarının kriterlerine göre mi.

    “Benden utanmaniz gerekiyor mu? E, olsa iyi olur ama olmazsa da hayatin sonu degil.”

    ‘Utanmak’ eylemimizi uygulayacağımız daha değerli kişiler ve olaylar var. ‘Benden utansaniz, e, olsa iyi olur’ Sen, anca rüya gör. Cıvıklık bile senden kıymetli, müşkülpesent zibidi.

    “Olur mu hic. Ben, sizlerin benim hakkimda ne dusundugunuzu ziyadesiyle onemsiyorum. Onlara bakarak kendimi hizaya aliyorum falan filan.”

    Bari yalan atma.

    ‘Benmerkezci’sin, hayatın merkezine kendini koymuşsun, senin dışındakiler (sana göre) neredeyse yok. Sonra, gelmişsin bu siteye, cazırdıyorsun.

  290. “CHP ile HDP bugün itibariyle bir ittifak kurabilir, asgari müştereklerde dahi olsa birlikte hareket edebilirler mi?”
    Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fatih Yaşlı, BirGün gazetesindeki köşesinde HDP’nin CHP’ye yönelik ‘blok oluşturma’ çağrısını yazdı.
    Yaşlı’nın ” CHP-HDP ittifakı mümkün mü?” başlıklı yazısı şöyle:

    Cumhuriyet ve HDP tutuklamalarıyla birlikte rejim inşasında bir eşiğin daha aşılması şu soruyu bir kez daha gündeme getirdi: “CHP ve HDP’nin yapacağı bir ittifak bu gidişatı durdurabilir mi?” Soruya farklı yanıtlar verilecektir şüphesiz ama öncelikle yanıtlanması gereken bir soru var ve o soru şu: “CHP ile HDP bugün itibariyle bir ittifak kurabilir, asgari müştereklerde dahi olsa birlikte hareket edebilirler mi?”

    Bu sorunun yanıtı açık bir şekilde,”hayır”dır; çünkü hem Türkiye’nin içinden geçtiği süreç hem de her iki partinin siyaset yapma biçimini belirleyen tarihsel, yapısal ve konjonktürel dinamikler, şu an itibariyle böyle bir ittifakın kurulmasını sıfıra yakın bir ihtimal haline getiriyor.

    Süreçle kastettiğim şey elbette ki Kürt sorununda şiddetin yeniden devreye girmiş olması, toplumun Kürt sorunu üzerinden kutuplaştırılması ve milliyetçilik üzerinden kolayca manipüle edilebilmesi, dahası Suriye ve Irak’taki gelişmelerle birlikte meselenin bütünüyle sınırların dışına taşması ve iktidarın olan biteni bir bekâ meselesi olarak kamuoyuna sunabilmesi, bu algıyı yaratabilmesi.

    Tarihsel, yapısal, konjonktürel dinamiklere gelince… Her şeyden önce CHP tarihsel olarak Türkiye adlı ulus-devleti kuran partidir ve doğal olarak hem ulus-devlet hem de ulus paradigması üzerinden siyaset yapmaya devam etmekte, üniter devlet anlayışını savunmakta, Kürt sorununun bir “statü sorunu” olduğunu ve böyle çözülebileceğini kabul etmemektedir. Yapısal olarak bakıldığında ise CHP bir yandan kendini hâlâ devletin sahibi olarak görmekte, öte yandan yerli ve küresel sermaye çevreleri ile yakın ilişkisini muhafaza etmekte, sermayeyi rahatsız edebilecek herhangi bir tutum içerisine girmekten özenle kaçınmaktadır. 

    HDP ise bir “Türkiyelileşme projesi” olarak ortaya çıkmasına karşın, bu niteliğini yitirmiş durumdadır. Çünkü HDP bir “çözüm süreci projesi”dir, söyleyeceklerinin ve yapacaklarının sınırını belirleyen çatışmasızlık durumudur. Silahlar yeniden konuşmaya başladığında HDP ve Demirtaş’ın temsil ettiği şey, yani “Türkiyeli siyaset” hızla gücünü yitirmiştir. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar yaşanan süreçteki oy değişimi bunun açık bir göstergesidir, şiddet yeniden devreye girdiğinde şiddetsizlik ortamında verilen oylar da geri alınmıştır. Dolayısıyla HDP de doğal olarak “Kürt sorunu” merkezli siyasete dönmüş ve ulusal karakteri yeniden baskın bir hal almıştır. Ortadoğu’da Kürtlerin statü elde etmeye hiç olmadığı kadar yakın olduğu, Suriye’de kantonları birleştirme aşamasına geldiği, ABD ile birlikte Rakka’ya yürüdüğü bir konjonktürde HDP’nin Türkiyelilik iddiasını taşıma ihtimali pek gerçekçi görünmemektedir, halen bu iddiayı dillendirmek ise bir tür pragmatizm olarak değerlendirilecektir.
    Velhasıl, iktidar partisinin MHP’yle kol kola içeride ve dışarıda milliyetçiliği tırmandırdığı, CHP tabanının bir bölümünün bu tırmanmadan etkilenmeye açık olduğu, Kürt sorununa hâlâ bir “asayiş sorunu” olarak baktığı, dahası “devlet aklı”nın Irak ve Suriye’de Kürt karşıtı hamleler yaptığı, PKK’nin ise buna sivil ölümlerini de içeren bir şiddet siyasetiyle karşılık verdiği bu konjonktürde CHP’nin HDP’yle yan yana gelme ihtimali pek bulunmamaktadır.

    HDP böyle bir ittifaka daha açık olmakla birlikte, şiddet onun da elini kolunu bağlayıcı niteliktedir ve baskın hale gelen ulusal karakteri, böyle bir ittifak içerisindeki pozisyonunu belirsizleştirecek, teorik ve pratik tutum almasını güçleştirecektir. Hem CHP’yle ittifak yapıp hem de statü talepli siyaseti merkeze koymak birbirini çelecek, Türkiyelileşmeye dair iddiaları ve ittifakı boşa düşürecektir. Statü talebini geriye çekmek ya da tamamen terk etmek ise HDP’nin varoluş nedenine aykırı olacağından mümkün görünmemektedir.

    Peki bu kadar şeyi niye anlatıyorum? Bir araya gelmemeyi, yüzünü birbirine dönmemeyi teorize etmek için ya da umutsuzluk ortamına katkı olsun diye mi? Elbette ki hayır. Gerçekliklerden kopuk ve ayağı yere basmayan ittifak projelerinin bizi bir yere götürmeyeceğini ve “çözüm” diye sunulan şeyin şu an için bir gerçekliğinin olmadığını, dolayısıyla buraya bel bağlamamak gerektiğini göstermeye çalışıyorum sadece.

    Türkiye’de bu iki partinin dışında, bu iki partiyi de etkileyecek sol bir siyasi özne var olmadıkça, Gezi’de sokağa çıkan kitleler bir toplumsal dinamik haline gelmedikçe, büyük kentlerin merkezlerinde yaşayan ve Türkiye’nin ilerici birikimini temsil eden kesimler içinde bulundukları yılgınlıktan çıkarılmadıkça ve kendi kaderlerini ellerine alma iradesini göstermedikçe, yani aşağıdan örgütlü, kolektif bir güç yaratılmadıkça ittifak tartışmaları bir anlam taşımayacak. Dolayısıyla üzerine asıl kafa yorulması gereken şey, bu öznenin, bu kolektif gücün nasıl yaratılacağı olmalı, gerisinin bir gerçekliği bulunmuyor çünkü.

    F Yasli

  291. marxist argüman

    “nasname” neden irkci/fa$ist bir sitedir?

    275-276-277 no’lu anonim, sana “korucu kürt” demi$tim ama seni ve senin gibi düsünenleri yeterince tanimlamiyor, anla$ildi, sen de kürt irkcisi/fa$isti oluyorsun. benim gibi komünistlerin oldugu bir sitede öyle rahat rahat irkci/fa$ist propaganda yapamazsin; bundan sonra sen de, senin ideolojik olarak beslendigin “nasname” sitesi de ele$tirilerimden payini alacak, haberin olsun.

    bu irkcilik/fa$istlik illetiyle ideolojik mücadele komünistler/marxistler icin bir zorunluluktur, neden?

    birincisi istisnasiz bütün irkci/fa$istler azgin bir sol/sosyalist/komünist dü$manidirlar; yani ideolojik hasimlik sözkonusu.
    bundan dolayidir ki, fa$ist iktidarlarda komünistleri “imha” etmek, toplumu komünistlerden “temizlemek”, fa$istler icin vatana/millete yapilan “hayirli” bir hizmettir.

    “nasname”ci irkci fa$ist kürtlerin iktidar oldugu bir kürdistan devletinde de sol/sosyalist kesimin ya$ama $ansi yoktur.

    ikincisi irkcilik/milliyetcilik düsüncesinin hakim oldugu bir toplumda sol/sosyalist/komünist fikirlerin tohum tutup filizlenmesi mümkün degildir; bundan dolayi da irkci milliyetci düsünce ile ideolojik mücadele $art.

    dikat edilirse türk irkcilari ve türk devlet adamlari ile “nasname” gibi kürt irkcilarinin pkk hakkinda ki kanaatleri ayni: pkk=isid

    türk irkcilari ve devlet adamlari, pkk, isid, fetö gibi gruplari türk devletinin cikarlarini, varligini tehdit eden örgütler olarak gördükleri icin pkk=isid=fetö diyorlar, yani kriter/ölcü: türk devletinin yüksek cikarlari/milli cikarlar ve sözkonusu bu örgütlerin türk devletinin yüksek cikarlarinin hizmetkari mi dü$mani mi olduklari.

    irkci/fa$ist mantik evrenseldir: “nasname”ci kürt irkcilarinin ölcüsü/kriteri de dikkat edilirse “kürt milletinin” ve bir kürt devleti olarak güney kürdistan’in (irak kürdistan’i) yüksek cikarlari; pkk ile barzani’nin kdp’si siyasi rakip olduklari icin “nasname”ci kürt fa$istleri pkk’yi irak kürdistan’nina bir “tehdit” olarak algiliyorlar ve pkk=isid sonucuna variyorlar.

    yukarda ki “nasname” imzali yazida da görülecgi gibi fa$ist mantik evrenseldir; fa$istler, sözkonusu “milli cikarlar” oldu mu, “milli egemenlikten” verilmi$ en kücük bir tavizi bile vatana/millete “ihanet/hiyanet” olarak görürler.

    bunun canli örnegini türk fa$isti devlet bahceli/mhp politikalari ile “nasname”ci kürt fa$istlerinin yazdiklarinda görüyoruz: dikkat edilirse “nasname”ci fa$istler pkk’nin ve öcalan’in türk devleti ile her türlü görü$me, uzla$ma giri$imlerini kürt milli cikarlarina “mutlak ihanet” olarak görüyorlar; fa$ist mantik aynen nazilerin pratiginde gördügümüz gibi “ya hep ya hic” sloganiyla hareket eder; bu fa$ist mantigin kürt versiyonu $öyle oluyor: türk devletini kürdistan’dan tamamen söküp atmak lazim; bunun di$inda türk devletiyle uzla$ma gibi bir alternatif/arayi$ kürt milli cikarlarina ihanettir, kabul edilemez; ya türk devletini kürdistan’dan kovacagiz ya da bu cati$ma ebediyen devam edecek.

  292. marxist argüman

    irkci/fa$ist düsünce ile sosyalist/komünist düsünce neden ideolojik hasimdirlar; neden uzla$amazlar?

    milliyetci/irkci/fa$ist düsünce “fiktif/kurmaca/tasarlanmi$” bir “ulus/millet” olgusundan hareket eder; irkci/milliyetci düsünce, tamamiyla tesadüf eseri bir devletin SINIRLARI icinde dünyaya gelmi$ bütün insanlari, zengin-fakir, patron-amele, aga-moraba, yöneten-yönetilen, kumanda eden-kumanda edilen gibi farklari yok sayarak, bu insanlarin hepsini “sinifsiz imtiyatsiz kayna$mis bir kitle” olarak görür; yani cikarlari ve ya$am ko$ullari zit ve farkli olan bu insanlarin hepsini ayni cuvala koyar; hepsini, “milli cikarlar” etrafinda toplanmi$ bir bütün, yani bir “millet/ulus” olarak tanimlar.

    komünist/marxist düsünce ise “millet/ulus” denilen toplumun farkli ve hatta kar$it cikarlardan ve siniflardan olu$tuguna vurgu yaptigi icin, milliyetciler/fa$istler, komünistleri, toplumun birlik ve bütünlügünü bozan bozguncular; milli cikarlari zedeleyen “vatan hainleri” olarak görürler ve o’na göre de muamele yaparlar.

  293. “İtiraf etmek işine gelmiyor: Dünyaya baktığınız pencere Meriç’le aynı. Zamanın akması neticesinde değişim & dönüşüm, bu pencereyi henüz etkilemedi.”

    Ne itirafi, neyin itirafi ve neden /itiraf/?

    Cemil Meric ile ortusen dusuncelere sahip olmak suc mu?

    Olmamak bir eksiklik mi?

    Bazi konulardaki tespitlerinin isabetli oldugunu dusunmek emek onunla baska her konuda ortusmek zorunlulugunu da beraberinde mi getirir?

    Tabii ki, hayir.

    Ama, sablonculugunuzda size kolaylik saglamasi acisindan verimli oldugu asikar.

    Kolay gelsin.

    “Belki baktın da, görmek işine gelmedi.”

    Verdiginiz listelerde dise dokunur bir sey yok. Ben video kirpiklari aramiyorum –onlari seyredecek, bir dirhem bal icin bir ceki odun yiyecek, vaktim yok.

    Yedi kisinin isminden bahsettiniz. Bu isimlerin neler oldugunu biliyorsaniz, suraya yedi satir halinde yaziniz lutfen.

    Bilmiyorsaniz, onemli degil; bilmeksizin hakkinda konustugunuz ilk bu olmayacak zaten.

    “Hakkını teslim ediyorum, bunu şaka olsun diye yazmıyorum, ciddiyim, sen, RTE’den daha akıllısın.”

    Akilli olmak tek basina cok da onemli degil. Dogru zamanda dogru yerde olmak da, saglik/sihhat de, yeterince ihtiras sahibi olmak da, baska seyler de onemli.

    “Bugün, RTE’nin en yakın çemberinde, çok fazla değil, senden 3 tane olsun, hem ülkeyi hem dünyayı yıkıma götürürken oylarınızı daha da arttırmak hususunda, gelecek nesillere ‘case study’ teşkil edersiniz.”

    Muneccimlik yeteneginizi buralarda ziyan ediyorsunuz bence.

    “Kendim herhangi bir ‘tahlil’ yapmaya yeltenmedim.”

    Oyle mi?

    Hayret.

    Halbuki, tam olarak, “Bu iki olasılığın hangisi iyidir-kötüdür-kolaydır-zordur, polemiğine girmeden, durum tahlili yaptım.” yazmistiniz.

    ‘Tahlil’i siz degil de baskasi mi yapmisti –intihalden mi bahsediyoruz?–, yoksa ne yaptiginizi bilmeden adina ‘tahlil’ dediniz de simdi kendinizi tekzip mi ediyorsunuz?

    Her hangisi ise artik; figurleriniz kivrak ama biraz daha calismalisiniz.

    “Eğer ‘tahlil’ yapmaya yeltenenler olursa, bunları ‘PowerPoint’ ve diğer zımbırtılar ile hazırlamak ‘Devlet’ tarafından yasaklandı.”

    Bunu da nereden cikardiniz?

    “‘Devlet’, ‘ne kadarı yerli ve ne kadar milli’ olduğu müphem ‘Pardus’ ve ‘Pisi’ adlı işletim sistemleri içine eklenmiş sunum hazırlama programının kullanılmasını dikte ediyor.”

    Acik kaynak isletim sistemleri icinde yine acik kaynak uygulamalardan bahsediyorsunuz. Bunlar dunayin her tarafindan turlu cesitli insan katida bulundugu icin, o bakimdan yerli veya millilik aramak cok da akilci degil.

    Dagitim’in (distro’nun) yerli/milli olmasinin belli bir mantigi varsa bile, bizimkilerin henuz tercume paketlerini guncellemekten oteye pek de bir mesafe katetmis olduklarini dusunmuyorum. Yani, cok olsa, kullanici arayuzu baglaminda bir yerlilik/millilik sozkonusu olabilir.

    Ote yandan, derleyiciyi (‘compiler’i) de kendiniz yazmamissaniz, ya da yazilmis derleyiciyi satir satir incelememisseniz, elinizdeki kodun acik kaynak olmasi –‘sahte huzur’dan oteye– pek bir anlam ifade etmez. [ http://www.ece.cmu.edu/~ganger/712.fall02/papers/p761-thompson.pdf ]

    ‘Dikte etmek’e gelince:

    Kisisel kullanici iseniz, bambaska uygulamalari pekala kurup bedava kullanabilirsiniz. Ya da, parasini verip (veya korsan), MS’e gecebilirsiniz. Bunu zaten biliyorsunuzdur.

    Kurumsal bir ortamdan bahsediyorsaniz; uzgunum, parasini veren dudugu calar. Begenmiyorsaniz, baska bir yerde is bulmak icin sizi tutan mi var?

    “Kelimelerin anlam mülkiyetlerinin bile sana ait olduğunu sanıyorsun”

    Ya da, oyle sandigimi siz saniyorsunuz.

    Beni bu kadar iyi tanidiginiza bu kadar eminseniz; ben birakayim, bu diyalogun gerisini de siz getirin.

    “‘Utanmak’ eylemimizi uygulayacağımız daha değerli kişiler ve olaylar var.”

    Degerli kisiler ve olaylardan utanabilmek de –her ne kadar belli bir onyargili seciciligi icerse de– bir haslettir tabii ki; ama, soyledilerinizden utanabilmegi atlaMAmalisiniz.

    “‘Benmerkezci’sin, hayatın merkezine kendini koymuşsun, senin dışındakiler (sana göre) neredeyse yok.”

    Yok olur mu hic. Siz ve sizin gibi kiymetli nice insanla paylasiyorum bu kurre-i arzi. Hepsinin/hepinizin her soyledigi son derece kiymetli benim icin. Sizlerin elestirileri benim basimin tacidir. Olmasaniz olmazdi bunca eglence.

  294. marxist argüman

    aklin yolu birdir!

    279 no’lu yorumda “dr. fatih ya$li” benim birkac yorumda dile getirdiklerimi derli toplu olarak dile getirmi$; benim yazdiklarim ile dr. fatih ya$li’nin yazdiklari arasinda ki paralellige dikkat buyurunuz!

    ben zileli’yi i$ olsun diye ele$tirmiyorum; aklin yolu bir oldugu gibi, idealist ve komplocu mantigin yolu da birdir.

  295. marxist argüman

    necip,
    böyle mahalle dedikodusu yapar gibi yorum yazarsan seni ciddiye alamam, kusura bakma.

    dedikodu’yu zileli ile yapabilirsin; ayni mantiga sahipsiniz; benim yorumlarima cevap yaziyorsan, yüz defa yazdim, bir daha yaziyorum somut veri/bilgi göstermen lazim.

    “siz tüsiad’i tanimazsiniz, onlar ne hinzirdir” gibi söylemler benim icin mahalle dedikodusu/kahvehane muhabbetinden farksizdir.

    ben $imdi sana internetten tüsiad’in bizzat kendi kaynaklarindan, tüsiad’in, türkiye’nin avrupa birligine girmesi icin ne gibi lobi cali$malari yaptigini; tüsiad’in bizzat kendi beyanlarindan AB hedefini nasil “stratejik” bir hedef olarak gördügünü alinti yaparak ispatlayabilirim ama senden “siz onlari tanimazsiniz, onlar rol yapiyorlar” gibi bir cevap gelecegini tahmin ettigim icin yapmayacam.

    sana $u kadarini belirteyim: gümrük birligi, serbest ticaret anla$malari, avrupa birligine üyelik gibi durumlarda sektöre bagli olarak karli cikan i$verenler oldugu gibi yine sektöre bagli olarak kaybeden giri$imciler de var.

    son “brexit” oylamasinda somut olarak gördük: londra finans merkezi/bankacilik sektörü, AB ile karli ticaret yaptigi icin “brexit”e kar$i oy kullandilar; ingiliz balikcilik sektörü ise AB’den cikmayi cikarina daha uygun buldugu icin “brexit” lehine oy kullandi.

    bunlarin hepsini sana tek tek anlatacak ne zamanim ne de sabrim var; osmanli masallari okuyacagina, ingilizcen var, amerikan ve ingiliz basinini takip et; dünyada ne oluyor ne birtiyor biraz haberin olsun.

  296. Cumhuriyet Aydinliga devredilecek gibi, arkadas ne igrenc bir grupmus bu …

    http://www.abcgazetesi.com/cumhuriyet-sorusturmasinda-tanik-olan-aydinlik-yazari-2010dan-sonra-33794h.htm

  297. 277 emin ol ABD yi kimin ve nasil yönetecegi en cok nasname yi ilgilendiriyor. Nasname Kürtlerin Aydinligi.

  298. Argüman, senin dogmatik, ortodoks, tek mutlak doğruyu temsil iddiasındaki totaliter solculuğunun karşı olduğun ideolojilerden ne farkı var?

  299. Dogmatik, ortodoks hafif kaliyor bazen Arguman ve Ozgurlukcu icin, düpedüz skolastik, bazen fanatik klup taraftari

  300. Marxist Argüman. Fatih Yasli usturuplu ama saglam bir Pkk -elestriside getiriyor gözden kacti herhal:)?

  301. Yazdiklarimdan Nasnameci oldugum u nasil cikarabilmis Marxist Argüman , hala düsünüyorum. Nasname ile bir ilgi kurulacaksa eger, benim yazdiklarimdan , PKK de nasnamenin Isbirlikci Amerikanci cizgisine yaklasmasini elestirdigim düsünülebilinir. ama Nasname nereden ccikti hayret. yahu benim yazdiklarimdan bir arap alevisi suriyeli oldugum cikarsanabilinir, bir Baas ci Esad ci oldugum cikarsanabilinir, ama Nasname ??? hayret nasil bir kavrayis, ? nasil bir zar atistir.

  302. Marxist Argüman ve Ozgürlukcu, ve bilhassa Marxist Arguman. necipten sikayet ediyorsun , ciddiye almam yanitlamam diye, lakin senin ve Ozgurlukcunun, savundugunuz cizgiye karsi, `ad hominem argument`olmayan tek yanitiniz yok. Bir kulp takma, saibe yaratma yok itci yok mitci. ama Ocalan görüsüp pazarlik yapinca , baska demi

  303. Trumpolitical Economy

    İngilizce olduğuna bakmayın, başlıktaki tamlama bana ait. Türkçe karşılığı henüz yerine oturmadığı için İngilizcesini yazdım. Neyi kastettiğimi anlatmam için önce biraz sahne arkası bilgisi vereyim.

    İnsanoğlu ne kadar çabalarsa çabalasın, geçmişte ortaya atılan düşüncelerin etkisinden kolay kolay kurtulamaz. John Maynard Keynes bunu iki ayrı özlü sözüyle ortaya koyar:

    “Entelektüel etkilerden yeterince uzak olduğunu düşünen uygulamacılar, genellikle geçersiz görüş sahibi iktisatçıların görüşlerinin esiridir. Gökten sesler duyduğunu sanan çılgın yöneticiler ise, birkaç yıl öncesine ait ikinci sınıf akademik karalamaların çılgınlıklarını savunurlar.”

    “Zorluk, yeni düşünceler geliştirmekte değil, eski düşüncelerden kurtulabilmekte yatar.

    Merkantilizm, 16. ve 18. yüzyıllar arasında dünyada egemen olmuş bir görüştür. “Değerli maden biriktirmek”ten (bulyonizm) “sömürgeler edinme”ye ve “ticarette korumacılığa” kadar bir dizi düşünceye dayanırdı. Merkantilizmi bir anlamda “ticaret kapitalizmi” olarak tanımlayabiliriz.

    Merkantilizm 18. yüzyıldan sonra yavaş yavaş yerini önce “tarım kapitalizmi”ne ve onu savunan “fizyokrasi” düşüncesine, sonra da “sanayi kapitalizmi”ne ve onu savunan “klasik ekonomi görüşü”ne terk etti.

    Klasik iktisatçıların en önde gelenlerinden olan “David Ricardo”nun ortaya attığı “uluslararası ticaretin yaygınlaşmasının, dünya refahını da yukarıya çekeceği” düşüncesi, kapitalizmin temel kabullerinden biri haline geldi. Bretton Woods’da, IMF’nin temel işlevlerinden birisi, bu tür korumacılık politikalarına sapılmasını engellemek olarak tanımlandı. Ne var ki, bu geçişlere karşın, merkantilizmin etkisi tümüyle kaybolmadı. Başı sıkışan ekonomiler zaman zaman dünya refahını bir yana bırakıp ticarete engel koymaya, ya da kur savaşına girerek korumacılık politikası izlemeye yönelmekten kendilerini alamadılar.

    ABD’nin 45. Başkanı seçilen ve 20 Ocak 2017’de görevi devralacak olan Donald Trump, seçim kampanyası boyunca, “ticarette korumacı” bir politika izleyeceğini, “halihazırda başlamış olan serbest ticaret anlaşması görüşmelerini terk edeceği”ni anlattı. Bu düşüncesini yaşama ne derece geçireceğini bilmiyoruz. Çünkü, dünyanın her yerinde siyasetçilerin seçim kampanyasında verdiği sözlerin çoğunu iktidara gelince tutmadığını biliyoruz. Buna karşılık, Trump’ın yine de bu sözlerinin bir bölümüne sadık kalarak ticarette korumacılığa ağırlık veren bir politika izleyeceğini tahmin ediyorum.

    Klasik ekonomi okulunun temel kabullerinden birisi de Fransız iktisatçı “Jean Baptiste Say”in “her arz kendi talebini yaratır” biçiminde formüle ettiği yaklaşımdır. Bu düşünceye göre, üretilen her şey mutlaka bir tüketim alanı bulur, o nedenle asıl olan üretimdir. Zaman içinde bu düşünce değişti. Özellikle “1929 Büyük Depresyonu”ndan sonra Keynes’in görüşlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, ekonomik faaliyetin asıl belirleyicisinin arz değil talep olduğu, bir başka ifadeyle, “arzın talebi değil talebin arzı yarattığı” düşüncesi kabul görmeye başladı. Ekonomiler parasallaşmadan önce “Say yasası” büyük ölçüde geçerliydi, ekonomilerin parasallaşmasıyla birlikte “Say yasası” geçerliliğini kaybetti. Ne var ki, tıpkı merkantilist düşüncelerin halâ geçerliliğini koruduğu gibi, “Say yasası” ya da daha geniş bir ifadeyle “arzın talebi belirlediği görüşü” halâ belirli ölçüde geçerliliğe sahip görünüyor. 1980’lerde Reagan ve Thatcher’ın önderliğinde yürürlüğe konulan “vergi indirimleri” ve “(deregülasyon) kuralları hafifletmeye yönelik arz yönlü ekonomi” yaklaşımı, aslında, “Say yasası”nın modern versiyonuydu.

    Trump’ın seçim kampanyasındaki sözlerinden birisi de, vergi indirimleri ve kuralları gevşetme aracılığıyla ekonomide üretimi artırmaya yöneleceği görüşüydü. Trump, aslında yeni bir şey söylemiyor, arz yönlü ekonomi üzerinden giderek “Say yasası”na dönüş yapmayı planlıyor.

    Ekonomi, bir bilim olarak ilk kez “Adam Smith” tarafından formüle edildiğinde, “ahlâk felsefesi” ve “siyaset” ile iç içeydi. O nedenle adı da “siyasal ekonomi”ydi (İngilizcesi “political economy”). Klasik iktisatçılar eserlerinde hep bu şekilde kullandılar. Siyasal sözcüğünün kalkışı ve sadece “Ekonomi” (İngilizcesi “economics”) olarak kullanılışı, neoklasik ekonominin kurucularından (Keynes’in Cambridge’den hocası) “Alfred Marshall” ile başladı.

    Buraya kadar yazdıklarımın hepsini bir araya getireyim:

    Trump, büyük ölçüde Keynes’in dediği gibi “geçmiş ekonomik görüşlerin etkisi altında kalmış bir iş adamı.”

    Bu çerçevede, merkantilizmden klasik ekonomi yaklaşımına kadar geçmiş dünyaya ait görüşleri bir araya getirerek bir çıkış yolu arıyor. Böyle bakınca da, ekonomiden (economics) siyasal ekonomiye (political economy) dönüş yapmayı planlıyor.

    ABD’de (hepsine olmasa da) başkanların uyguladığı ekonomi politikalarına isim vermek geleneği vardır. Mesela Reagan’ın uygulamalarına “Reaganomics” adı verilmişti. Ben de, Trump’ın açıkladıklarını uygulaması hâlinde, geçmişe, yani “political economy” uygulamalarına döneceğini düşünerek, önümüzdeki 4 (veya 8) yıllık dönemde yapacağı ekonomi politikası uygulamasına “Trumpolitical Economy” adının verilmesini öneriyorum.

    Mahfi Eğilmez
    Hazine eski müsteşarı, Kadir Has Ünv. öğretim görevlisi
    11 Kasım

  304. gün zileli kendisini eleştiren ve işine gelmeyen yorumları onaylamıyor. şikayet edince de “görmemişimdir, arada kaynamıştır, tekrar yolla” diye geçiştiriyor.

    bizim yorumlarımız sansürlensin, özgürlükçü’nün saçma sapan yorumları onay görsün. olacak iş değil.

  305. “Mahfi Eğilmez
    Hazine eski müsteşarı”

    Cok da onemliymis gibi, ta 1997 senesinde, ustelik sadece 6 ay kadar bir sure (hafizam beni yaniltmiyorsa) icin Hazine Mustesari olmus diye, bir omurdur o titri kullanmasini oldum olasi yadirgadim.

    Hazine Mustesari olmak, burokratlar icin, onemli olabilir; ama, sonucta siyasetin verip geri aldigi bir makamdir.

    Hazine Mustesarligina da baktim, Internet’te de arattim; bir Hazine Mustesarlari listesini bulamadim. Analasilan, o kadar onemsenmemis ki, kimse boyle bir liste yapmamis.

    1997’de alti ay kadar bu gorevde bulunmus ve sonra da istifa etmis birisinin, aradan 20 sene gecmis olmasina ragmen, hala daha bu titri kullanmak ihtiyacini, tadi damaginda kalmis bir ozlem mi, yoksa yetersizlik hiyerarsisinin son basamagi oldugu icin onemli oldugunu sanmasi mi olarak yorumlamak gerekir; emin degilim.

    Eski bir Maliye Mufettisi olmasi, ki mesleki anlamda gercek (ve geri alinamayacak) bir unvandir, onemlidir. Her babayigit oyle her istediginde Maliye Mufettisi olamiyor cunku. Daha sonra da, bunun sayesinde, Yeminli Maliye Musaviri de olmus –bu da onemsiz degildir.

    Bu unvanlari kullansa hic yadirgamayacagim.

    Ama, aradan 20 sene gecmis, o zaman boyunca da, ozel sirketlerin vergi problemlerinde danismanlik yapmis birisinin, devlette bir kac ayligina isgal ettigi makami hala daha kullanmasini ben samimi bulmuyorum.

  306. marxist argüman

    291 nolu yorumcu,
    birincisi ele$tireceksen beni ve “özgürlükcü’yü ayri ayri ele$tir; özgürlükcü beni baglamaz, ben de özgürlükcüyü baglamam.

    ikincisi necip’i ele$tirmemden pek rahatsiz olmu$a benziyorsun; cehaletinizi burda “bilgelik” diye satmaya kalkiyorsunuz; iktidari/devlet’i idealize eden “kul/mümin” zihniyetinizi “gercekcilik”; bilgi, veri ve kaynaktan yoksun, spekülasyon ve komplo senaryolarina dayali “mahalle dedikodusunu” fikir/düsünce diye burda pazarlamaya cali$iyorsunuz.

    ben nerede “ad hominem argument” kullanmi$im, yorumlarimdan somut alintilar yap, göster, o’na göre sana cevap yazabilirim.

  307. “böyle mahalle dedikodusu yapar gibi yorum yazarsan seni ciddiye alamam, kusura bakma.”

    Yok canim; neden kusura bakayim. Size dedikodu gibi gelebilir; normaldir. Hem ne demisti Ahmet Arif? “Kirvem hallarımı aynı böyle yaz. | Rivayet sanılır belki.

    O bir yana, fikrin mihenk tasligini temsil een zat-i aliniz gozunde ciddiye alinmamak ihtimali beni urpertti. Ama, sakin ha, lutfen yapmayin. Sizin gozunuzden dusersem, ben ne yaparim omrumum geri kalaninda.

    “somut veri/bilgi göstermen lazim.”

    Olur tabii. Size, kiminle ne zaman ne konustugumu, isim, tarih ve yer de vererek rapor ederim.. yani, etmem lazim; emir buyuk yerden cunku.

    Neyse.

    Bu tur konularda, zat-i aliniz gibi, Almanya’da yasayan yeniyetmelerin bihaber olmasini anormal gormuyorum. Cunku, bunlar hicbir zaman kamuoyunun onunde acikca yazilan soylenen seyler degil. Arka planda olanlar da detaylandirilmazlar.

    Bir isaret olarak, suna bakabilirsiniz:

    Koç grubu da Gümrük Birliği’ne örtülü itiraz eden iş çevrelerindendi. […] İşin ilginç yanı o zamanki Abdullah Gül gibi o zamanki MÜSİAD da karşıydı Gümrük Birliği’ne.

    http://oktayguney.blogspot.com.tr/2010/01/prof-dr-erol-manisali-turkiyenin.html

    Niye karsiydilar, sonra ne oldu da karsi olmaktan vazgectiler? (ya da gercekten vazgectiler mi?) gibi sorularin cevabini sizin (yeterince var oldugunu varsaydigim) akliniza havale ediyorum.

    “ben $imdi sana internetten tüsiad’in bizzat kendi kaynaklarindan, tüsiad’in, türkiye’nin avrupa birligine girmesi icin ne gibi lobi cali$malari yaptigini; tüsiad’in bizzat kendi beyanlarindan AB hedefini nasil ‘stratejik’ bir hedef olarak gördügünü alinti yaparak ispatlayabilirim ama senden ‘siz onlari tanimazsiniz, onlar rol yapiyorlar’ gibi bir cevap gelecegini tahmin ettigim icin yapmayacam.”

    Butun bu laf salatasinda atladiginiz onemli bir sey var: O ‘lobi faaliyetleri’nin arka planinda ve hazirlanan onca raporun satir aralarinda ne gibi korumalar ve garantiler istediklerini gorememissiniz. Goremezsiniz de. Onlar ustalikla yazilir ve sadece muhataplari anlar.

    “sana $u kadarini belirteyim: gümrük birligi, serbest ticaret anla$malari, avrupa birligine üyelik gibi durumlarda sektöre bagli olarak karli cikan i$verenler oldugu gibi yine sektöre bagli olarak kaybeden giri$imciler de var.”

    Aferin. Ekonomide cesitliligin varligini daha veciz bir sekilde anlatamazdiniz.

    Eger TUSIAD’in aciliminin ‘TUrkiye’yi Seven Ilerici Aydinlar Dernegi’ oldugunu sananlardansaniz, size soyleyecek cok seyim olmaz.

    “bunlarin hepsini sana tek tek anlatacak ne zamanim ne de sabrim var;”

    Bence asil meseleniz, yetersizliginiz, konu hakkinda Internet’ten okudugunuz birkac PR yazisindan oteye bilginizin olmayisidir. Onu da, malesef, klavye basinda ahkam keserek kapatamazsiniz.

  308. marxist argüman

    hacivat ile karagöz dialogu

    278 nolu anonim ile necip’in dialogu hacivat-karagöz dialogunu andiriyor; necip hacivat, “anonim” de karagöz.

    278 nolu anonim,
    arkada$ seni daha öncede ele$tirmi$tim: araniza girmi$ gibi olmayayim ama senin bu necip’ten alip veremedigin nedir, anlami$ degilim.

    birincisi necip’in yazdigi bazi $eyleri yanli$ anliyorsun.

    ikincisi sizin tarti$manizda hic bir fikir, tez, argüman yok; kuru kuru polemik yapiyorsunuz; tartI$maniz kari-koca tarti$masindan farksiz: “sen benmerkezcisin, bencilsin, hep kendini düsünüyorsun, bana bir kere bile ‘seni seviyorum’ demiyorsun; dogum günümü de unuttun, bana cicek bile almadin…”

  309. marxist argüman

    289 anonim,
    benim 220 nolu yorumumda kürt harketine yaptigim ele$tiriyi okudun mu? öcalan’in ve kandil’dekilerin pragmatizmi ve oportünizmi üzerine yazdiklarim seni tatmin etmediyse, tekrar yazabilirim. benim ulusalcilik/milliyetcilik ideolojisine yaptigim ele$tirilerin hepsi tabii ki kürt hareketi icinde gecerli.

    yalniz pkk’nin ulusalci cizgisinin kemalist irkcilar ya da “nasname”ci kürt fa$istleri gibi “irkcilik” derecesine en azindan $u ana kadar varmami$ olmasini ben iki nedene bagliyorum:

    birincisi pkk kurucularinin 68 sosyalist ku$agindan az cok etkilenmi$ olmalari

    ikincisi pkk’nin özellikle öcalan’in yakalanmasindan sonra öcalan’in deyimiyle avrupa/amerika tarzi bir “demokratik ulus-multi kulti” anlayi$ini benimsemi$ olmasi

  310. Marxist argumantum ad hominem

    ikincisi necip’i ele$tirmemden pek rahatsiz olmu$a benziyorsun; cehaletinizi burda “bilgelik” diye satmaya kalkiyorsunuz; iktidari/devlet’i idealize eden “kul/mümin” zihniyetinizi “gercekcilik”; bilgi, veri ve kaynaktan yoksun, spekülasyon ve komplo senaryolarina dayali “mahalle dedikodusunu” fikir/düsünce diye burda pazarlamaya cali$iyorsunuz.

    Bir daha argumantum ad hominem. Nasil anölatsam bilemiyorumki? Ben ne diyorum siz ne yaziyorsunuz.

  311. Asagidaki iki önerme arasindaki fark nedir Marxist Arguman.

    1 – Türkiyede Türklerden baska yasayan bir millet yoktur, dolayisiyla Kürt sorunuda yoktur.

    2 – Türkiyeyi yöneden Devlet kurmus kurucu unsur turk milletidir. Kürtlerin millet sayilip egmen unsur yapilmasi tarihsel gercege aykiridir.

  312. 68 Kusagi `IRKCI KEMALIST ULUSALCILIK`tan oldukca etkilenmis bir kusaktir.

  313. AKP bir saldiri yürütüyor her alanda. Bir seyi yapmiyor ama, Ocalan i kisisel olarak itibarsizlastirici bir Propaganda yürütmüyor.

  314. “Ne itirafi, neyin itirafi ve neden /itiraf/? Cemil Meric ile ortusen dusuncelere sahip olmak suc mu? Olmamak bir eksiklik mi? Bazi konulardaki tespitlerinin isabetli oldugunu dusunmek emek onunla baska her konuda ortusmek zorunlulugunu da beraberinde mi getirir?”

    Başka her konuda örtüşmek zorunluluğunu da beraberinde getirip/getirmediğini düşünmenden evvel, William Shakespeare’in uyarısını hatırla: ‘Bir damla kötülük en soylu varlığı lekeler, ve yerle bir eder bile bazen.’

    Kendine referans bellediklerine dikkat et. ‘Suç mu? Eksiklik mi? (…)beraberinde mi getirir?’ diye gevelemeye devam ederken, neye uğradığını şaşırırsın.

    “Yedi kisinin isminden bahsettiniz.”

    Gözlerinde problem olMAdığına inanmak istiyorum:

    https://www.trt1.com.tr/arsiv/yedi-guzel-adam

    Bu adrese browser’ından gir, açılan sayfanın sağ kısmında tek sütunda, dizinin RTE’nin planlarına hizmet edecek şekilde nasıl kurgulandığı, 7 adamın isimleri ve neler yaptığı yazılmış. Gözlerinde sorun yoksa, papağan gibi ‘nerede, nerede, nerede’ diye ciyaklamaz, okursun. Böylece, 7,5uncu olmanın gururunu da yaşarsın.

    “Akilli olmak tek basina cok da onemli degil. Dogru zamanda dogru yerde olmak da, saglik/sihhat de, yeterince ihtiras sahibi olmak da, baska seyler de onemli.”

    RTE’nin başdanışmanlar teşkilatına yaklaşmanın dakikliğini ayarlamak da, bu dakikliği ayarlarken sağlığını/sıhhatini koruman da, başka şeyler de önemli. Şu ‘ihtiras’ denen şey ise, sende en fazla olanı. Zaten vıcık vıcık zırtapoz olmanın kaynağı da ‘ihtiras’ın.

    “Muneccimlik yeteneginizi buralarda ziyan ediyorsunuz bence.”

    Falcılıkla, Alaaddin’in lambasıyla, müneccimlikle, mentalistlikte, sihirbazlıkla, vb., işim olmaz. ‘Gaflet’ gibi kelimelerin ne demek olduğunu sadece kendi dünya görüşüne göre tanımlayan ve bu tanımını dikte eden kişiler hakkında yazmak, bir uyarıdır, müneccimlik değil.

    “tam olarak, ‘Bu iki olasılığın hangisi iyidir-kötüdür-kolaydır-zordur, polemiğine girmeden, durum tahlili yaptım.’ yazmistiniz.”

    Evet, yazdım. 254’ü bir kez daha oku:

    Sen ne yazmışsın:

    “bir baska ‘ust akil’in RTE’yi destekliyor olabilecegini ve bunun da bu topraklardan neset etmiyor olabilecegini irdeleyerek yapilacak mufassal bir analiz”

    Ben ne cevap vermişim:

    (…)analiz” çıkar. Ve hâttâ bu topraklardan neşet de edebilir, iki olasılık var:

    1. ‘Üst-akıl’ın localize olup, lokallerden daha harbi gözükebilenlerinin meydana çıkması.

    2. Dış mihraklarla irtibat kurmaya ihtiyaç duymayan, ‘üst-akıl’ların meydana çıkması.

    Bu iki olasılığın hangisi iyidir-kötüdür-kolaydır-zordur, polemiğine girmeden, durum tahlili yaptım.

    278’i bir kez daha oku:

    Sen ne yazmışsın:

    “Bunlar pek ‘tahlil’ sayilmaz. Ilerde bir gun yapacaginiz bir ‘powerpoint sunumu’nun ‘bulletpoint’leri gibi, iki satir.. Detaylandirmaniz gerekiyor.”

    Ben ne cevap vermişim:

    Kendim herhangi bir ‘tahlil’ yapmaya yeltenmedim. Senin ‘dıştalayıcı’ mizacının hatalı olduğunu senin suratına göstermek için, iki mühim olasılığı yazdım.

    Senin derdin buzağı aramak, Necip.

    Benim derdim, ‘cıvıklık’ kelimesinin bile senle boy ölçüşemediğini ilk önce sana göstermek.

    “Bunu da nereden cikardiniz?”

    Senden.

    “Acik kaynak isletim sistemleri icinde yine acik kaynak uygulamalardan bahsediyorsunuz. Bunlar dunayin her tarafindan turlu cesitli insan katida bulundugu icin, o bakimdan yerli veya millilik aramak cok da akilci degil.

    Dagitim’in (distro’nun) yerli/milli olmasinin belli bir mantigi varsa bile, bizimkilerin henuz tercume paketlerini guncellemekten oteye pek de bir mesafe katetmis olduklarini dusunmuyorum. Yani, cok olsa, kullanici arayuzu baglaminda bir yerlilik/millilik sozkonusu olabilir.

    Ote yandan, derleyiciyi (‘compiler’i) de kendiniz yazmamissaniz, ya da yazilmis derleyiciyi satir satir incelememisseniz, elinizdeki kodun acik kaynak olmasi –’sahte huzur’dan oteye– pek bir anlam ifade etmez. [ http://www.ece.cmu.edu/~ganger/712.fall02/papers/p761-thompson.pdf ]

    ‘Dikte etmek’e gelince:

    Kisisel kullanici iseniz, bambaska uygulamalari pekala kurup bedava kullanabilirsiniz. Ya da, parasini verip (veya korsan), MS’e gecebilirsiniz. Bunu zaten biliyorsunuzdur.

    Kurumsal bir ortamdan bahsediyorsaniz; uzgunum, parasini veren dudugu calar. Begenmiyorsaniz, baska bir yerde is bulmak icin sizi tutan mi var?”

    Bu paragraflarını bana değil, başdanışmanlar teşkilatına girmek istediğin RTE’ye anlat. Yeteneğini buralarda ziyan ediyorsun.

    “Ya da, oyle sandigimi siz saniyorsunuz.”

    Sen zibidilik yap, ‘Neye-nelere göre gaflet, neye-nelere göre gaflet değil. RTE ve ekürisinin başdanışmanlar teşkilatına yanaşmaya didinen haşarı laf hokkabazlarının kriterlerine göre mi.’ cevap verme, ondan sonra, diyaloğun devam etmesini bekle. S*çtı Cafer bez getir.

    “Degerli kisiler ve olaylardan utanabilmek de –her ne kadar belli bir onyargili seciciligi icerse de– bir haslettir tabii ki; ama, soyledilerinizden utanabilmegi atlaMAmalisiniz.”

    Söylediklerimden utanabilmeyi atlaMAm. Ve hâttâ önyargılı seçicilik yaparsam, utanır, özür de dilerim. Mesele şu, demek ki anlamamışsın: ‘Utanmak’ kelimesi seni görse, kendinden utanır, ‘benden beterleri DE varmış’ diye.

    Kendi kendini yanıtlamışsın: ‘Olmasaniz olmazdi bunca eglence.’

    ‘Benmerkezci’ haşarı.

  315. ikincisi pkk’nin özellikle öcalan’in yakalanmasindan sonra öcalan’in deyimiyle avrupa/amerika tarzi bir “demokratik ulus- multi kulti” anlayi$ini benimsemi$ olmasi

    Söyle yazar Almanlar, dem Deutschen Volk……

  316. Darbe girisiminden sonra baslayan cadi avinin, sola yönelik genel bir saldiri kampanyasina hemen dönüsemeyecegini söylemisti Zileli. Sanirim kismen yanildi.

  317. marxist argüman

    necip,
    tekrar etmek zorundayim: benim insanlara bir$eyler anlatma gibi bir kaygim var; bundan dolayida senin tarz haline getirdigin “mahalle dedikodusu/televole/magazin” tarzi tarti$mayi ben bilincli olarak red ediyorum.

    benimle fikir tarti$masi yapmak istiyorsan $u ilkede anla$alim: burda yazdigin her iddiana kaynak gösterme mecburiyeti.

    zileli gibi “kaynak benim” diyorsan, ki tüsiad konusunda diyorsun, yazdiklarini ciddiye alamam, üzgünüm.

    tüsiad türkiyede ki kapitalistlerin cikarlarini temsil eden örgütlerden birisidir; beni, tüsiad’in kurum olarak politikalari ilgilendiyor; sen ise, tüsiad icinde ki tek tek cikar gruplariyla, tek tek holdinglerle alakalisin. böyle bir yöntemi ben bilincli olarak red ediyorum, neden?

    birincisi ben kapitalist devletin/düzenin bir bütün olarak nasil i$ledigini anlamaya ve anladigim kadariyla da insanlara anlatmaya cali$iyorum. senin öyle bir derdin de iddian da yok.

    ikicisi senin gibi devletin/düzenin yilmaz savunuculari ak koyunlar icinde tek tek kara koyun/günah kecisi arayip, devleti/düzeni temize cikarirlar.

    ben, senin ve zileli gibilerinin ba$üstü cevirdigi kapitalist dünya gerceklerini gercek haliyle insanlara göstermeye cali$iyorum: kapitalist düzende bo$una tek tek günah kecileri aramayin; bu düzenin kendisi “günahkar” bir düzen; binanin temeli bozuk, sorunu catida, yagmurda, hava durumunda, iklimde aramayin; insanlari “devrimcilik” adina erdogan’in ba$kanlik sistemine kar$i seferber etmeye cali$anlarin yaptigi $arlatanliktan farksizdir: calisanlar/üretenler, kit kanaat ya$ayanlar acisindan düsünürsek, T.C. denilen devleti/düzeni erdogan yönetse ne degi$ir, kilicdaroglu yönetse ne degi$ir; kemalist generallerin MGK yönetse ne degi$ir, erdogan’in ba$kanlik sistemi yönetse ne degi$ir?

    “ben raki’mi eskisi gibi rahat icemiyorum” diyenlere cevabim: ben raki/alkol özgürlügü icin siyasi mücedeleye giri$mem. “siyasi mücedele” ya da “devrimci mücadele” icin daha ciddi gerekceleri, her$eyden evvelde “ekonomik gerekceleri” olmayanlar bu sitede oldugu gibi “fa$izme kar$i cephe” kuruyorlar. sizin o “fa$izme kar$i cephe”nizin kemalist devleti/düzeni korumaya/ya$atmaya yönelik oldugunu ben biliyorum.

    laf lafi acti; konuyu toparlayalim.

    $u anda AB ile ABD arasinda serbest ticaret anla$masi -TTIP- görü$meleri devam ediyor. kapitalist ticarette taraflarin cikarlari kar$it/zit oldugu icin, avrupali ve amerikali politikacilar serbest ticaret anla$masinin ticari partnerin alehinde kendilerine fayda/avantaj getirecek $ekilde i$lemesi icin iki yildir zorlu bir pazarlik yapiyorlar.

    bu arada kapitalist ekonominin aktörleri, tek tek cikar gruplari, ticari sektörler vs. de TTIP’in kendilerine mümkün mertebe fazla fayda/avantaj getirmesi icin tabii ki lobi cali$malari yapiyorlar.

    avrupa ve amerikada TTIP kar$iti protestolar yapiliyor, kim yapiyor?
    sol ve sag ulusalcilar; globalizm kar$itlari, neden?
    TTIP gibi serbest ticaret anla$malarinin kurulu düzeni, ulusal devleti ve ulusal birligi “bozacagindan” endi$e duyuyorlar. detaylari merak edenler internette ara$tirabilirler.

    peki devleti yöneten politikacilar, örnek merkel ve obama TTIP gibi serbest ticaret anla$malarini nasil gerekcelendiriyorlar?

    1. TTIP yeni i$ imkanlari acacak: yani kendilerine i$ verecek bir i$veren bulamami$ “$anssizlar”, belki kendisine bir i$ verecek bir kapitalist bulma “$ansina” kavu$abilirler.

    2. kapitalist-emperyalist rekabette/hiyerar$ide avrupa ve amerika’nin liderligini “tehdit” eden cin, hindistan, brezilya, rusya, japonya gibi rakiplere kar$i, avrupa ve amerika’dan olu$mu$ dev bir ortak pazar olu$turmak; dolar ve euro’nun finans gücünü birle$tirip, dünyayi “dolar-euro emperyalizmiyle” yönetmeye devam etmek.

    lafi $uraya getirmek istiyorum: kapitalist dünyada tek tek holdinglerin, cikar gruplarinin, örnegin türkiyede koc grubunun, ne istedigi belirleyici degildir; devleti yöneten politikaci meseleye “ulusal ekonomi” penceresinden bakar ve “ulusal ekonomi”de de bilindigi gibi binlerce aktör/giri$imci ve sektör var; bundan dolayi hicbir kapitalist devlet, tek bir cikar grubuna veya sektöre bakarak politika yapmaz; devleti yöneten politikacilar yil sonu gayri safi milli hasilayi, yillik ekonomik “büyümeyi” düsünerek ekonomi politikalari belirlerler. parantez aciyorum, bu gercekten dolayidir ki, “falan devlet, örnek amerika, sirf/sadece silah tekelleri silah satsinlar diye savasa giri$ti” gibi iddialar kapitalist dünya gerceklerini iskaliyor. parantezi kapatiyorum.

  318. marxist argüman

    300 nolu yorumcu,
    ben, kürt/kürdistan sorunu da dahil, ulusal sorunlari marxist perspektifle degerlendiriyorum.

    birincisi senin tarti$tigin o zemini yanli$ buldugum icin,

    ikincisi sanki beni sinav eder gibi soru sormu$sun.

    derdin neyse, acik yaz.

  319. marxist argüman

    299 anonim,
    ingilizce kavramlarla konu$arak ne kadar “entellektüel” oldugunu mu göstermeye cali$iyorsun?

    birincisi burda herkes ingilizce bilmiyor; o ingilizce yazdiginin türkcesi var; türkcesini yaz ki herkes anlasin.

    ikincisi derdini acik ve ayrintili yaz. amacin sivrisinek gibi rahatsizlik vermek/taciz etmekse, seni muhatab kabul edemem. ingilizce terimlerle hava atmayi birak, derdin nedir, onu yaz; ben bircok konuda fikrimi yazdim; benim yazdiklarima itirazin nedir, onu yaz; ben burda fikir tart$masi yapmak istiyorum; duruma bakilirsa senin fikrin de yok, fikir tarti$masi yapmak gibi bir derdin de yok.

    tekrar ediyorum: hani derler ya, “mal beyaninda bulunmak”, bende sana diyorum: “fikir beyaninda bulunuyorsan bulun yoksa sivrisinek gibi cevremde vizildayip dikkatimi dagitma, rica ediyorum bak!”

  320. İşçi cesedeni molozların arasına attılar!

    Veysel Karani Keleşoğlu’nun cesedine bir hayvana yapıldığında bile vicdanları sızlatacak, belki de kamuoyu nezdinde tartışmalar yaratacak şey yapıldı.

    Genç işçinin cesedinin şirketin imajı gölgelenmesin diye inşaatın dışındaki moloz sahasına atıldığının anlaşılması, OHAL şartlarında insan hayatının ve naaşının ne kadar değersizleştiğini en acımasız gerçeklikte ortaya çıkardı.

    Veysel Karani Keleşoğlu 21 yıl önce dünyaya geldi. Şüphesiz annesi, babası her çocuk gibi onu ayakları üstünde durana kadar, el üstünde tuttu, tehlikelere karşı gözetti. Keleşoğlu, fakir bir ailenin ferdiydi. Adını bir filozoftan alan Vesyel Karani Keleşoğlu’nun da karnını doyurmak, barınmak yaşamak için çalışmak dışında bir şansı yoktu. O da Türkiye’nin doğusunda yaşayan birçok genç gibi çalışmak için İstanbul’a göç etti. Kağıthane’de tanıdıklarının vasıtasıyla bir inşaatta işe yerleşti.

    Şansızlığı belki de işsizliğin kol gezdiği Türkiye’de en acımasız patronlardan birinin inşaatında işe girmesiydi. Eroğlu inşaata ait “Skyland İstanbul” projesinde çalışmaya başladı. Her gün ortalama 3 işçinin öldüğü sektörde arkadaşlarıyla birlikte, içinde hiç oturamayacağı lüks konutlar yapıyordu. Ta ki OHAL kararnamelerinin ülkeyi kavurduğu günlerde bir iş cinayetine kurban gidene kadar.

    Veysel Karani, daha henüz 21’inde, 2016 Ağustos’unda, çalıştığı inşaatta yüksekten düşerek yaşamını yitirdi. Bu yılın ilk on ayında ölen en az 1596 işçi içinde yer aldı. Elbet sayıların soğukluğunun arka planında biriktirdiği binlerce hikaye ve hayaller de Veysel Karani’yle birlikte yok oldu.

    Veysel Karani Keleşoğlu’nun cesedi, inşaatın uzağında, 27 Eylül 2016 tarihinde, Sarıyer’deki bir inşaattan aldığı molozları saat 15.30 sıralarında Hamidiye Mahallesi Selçuklu Caddesi üzerinde bulunan moloz döküm alanına döken kamyon şoförü tarafından bulundu. Kimse, başta, bulunan cesede anlam veremedi. Gazetelerde bu ilginç olay 3’üncü sayfa bir cinayet haberi gibi geçiştirildi.

    Gerçekler sonradan ortaya çıktı. “Şirketin imajı sarsılmasın” gerekçesiyle Veysel Karani’nin cesedi düştüğü yerden alınarak inşaat molozlarının arasına bırakılmıştı. Tıpkı kurtulmak istenen, iş görmeyen bir alet gibi…

    Fakat, “Biz öldük, siz de ölmeyin diye buradayız, iş yasaları düzenlensin, işyerleri denetlensin” çığlığıyla yapılan vicdan nöbetinde emeği geçenler bu işin peşini bırakmadı.

    Her ayın ilk hafta sonu yapılan geçtiğimiz pazar günü 56’ncısı düzenlenen nöbette Veysel Karani Keleşoğlu’nun ölümü sonrası edinilen bilgiler basın aracılığıyla kamuoyuna aktarıldı. Veysel Karani Keleşoğlu’nun cesedinin iş cinayeti sonucu öldüğü, bölgeden alınarak molozların arasına “sırf şirket imajı sarsılmasın, işler aksamasın” diye bırakıldığı bilgisi Adalet Nöbeti Gönüllüleri tarafından verildi.

    Üstelik bu olayı öğrendiğinde, yıllarını iş cinayetleri davalarına adayan avukat Berrin Demir bile şoka uğradığı ifade etti. Berrin Demir, “Yıllardır bu iş cinayetleri davalarıyla ilgileniyorum fakat bu olay beni derinden sarstı, uzun süre olayın travmasını atlatamadım” yaşadığı duyguları aktardı.

    Şimdi vicdanları yaralayan bu olay için yargılama sürecinin başlaması bekleniyor.

    “ohaberbu.com”

    “http://www.hurriyet.com.tr/kagithanede-molozlarin-arasindan-ceset-cikti-40233289”

    “http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ahmet-cinar/moloz-170588”

  321. “William Shakespeare’in uyarısını hatırla: ‘Bir damla kötülük en soylu varlığı lekeler, ve yerle bir eder bile bazen.'”

    Hmmm.. Cok onemli bir laf etmis tabii ki.

    Bir de Mevlana var: ‘Ayipsiz dost arayan dostsuz kalir’ diyen.

    Bu derin celiskiyi gidermek icin na’apmak lazim simdi?

    “7 adamın isimleri ve neler yaptığı yazılmış.”

    Yok. O dediginiz yerde 1,090 kelime var. Icinde suruyle isim geciyor ama bir liste yok. Ben liste ariyorum.

    “Falcılıkla, Alaaddin’in lambasıyla, müneccimlikle, mentalistlikte, sihirbazlıkla, vb., işim olmaz.”

    Anliyorum. Issiz kalmis olmaniz uzucu tabii ki; ama, anlayisla karsilamak lazim. Dedikleriniz tutmayinca, bir gelen bir daha gelmiyordur haliyle.

    “Senin derdin buzağı aramak, Necip.”

    Kem talihim.. hep okuzlerle ugrastiriyor beni.

  322. “benimle fikir tarti$masi yapmak istiyorsan $u ilkede anla$alim: burda yazdigin her iddiana kaynak gösterme mecburiyeti.”

    Oluir tabii.. Biraz daha zahmet edip, azt-i alinize dermeyen edecegim fikirlerimi once baska bir yerde, bir blogda mesela, yazip sonra sizin emir ve goruslerinize arz ederim.

    Tabi, tabi.

    Neyse.

    Bu tur sacma talepler yazmak yerine, soylenen sozun bizzatihi kendisinin anlamli bir tutarliliginin olup olmadigina baksaniz bence daha akillica olur; yoksa –once– ‘marksist arguman’in gercek olup olmadigindan baslamak lazim olabilir.

    “tüsiad türkiyede ki kapitalistlerin cikarlarini temsil eden örgütlerden birisidir; beni, tüsiad’in kurum olarak politikalari ilgilendiyor; sen ise, tüsiad icinde ki tek tek cikar gruplariyla, tek tek holdinglerle alakalisin. böyle bir yöntemi ben bilincli olarak red ediyorum, neden?”

    “Neden?” sorusunun cevabi kolay: Dunyadan bihaber oldugunuzdan dolayi.

    TUSIAD’in ‘kurumsal’ dediginiz politikalarinin ‘vitrin’ amacli oldugunun farkinda degilsiniz. Yazili metinlere, fiili icraatlerden daha cok itibar ediyorsunuz.

    Biz, burada, bildigimiz anlamda (Roma hukugu ile calisan) bir mahkeme kurmus degiliz; yazili belgeler aramak hem yetersizdir, hem de yanlis. Ki, Roma hukugunda da, ‘sahit’ unsuru vardir; onu da dikkate almak lazim.

    ‘Sahit’ konusunda sunu diyebilirsiniz: “Ben, sizin sahitliginizi muteber saymiyorum”. Ona bir sey diyemem. Ama, soylenenleri (‘sahit’ligi) ‘hukum’ degil de akil suzgecinizden gecirmek icin kullanmanizi oneririm. Dikkate alip almamak size kalmis, tabii ki.

    Neyse.

    TUSIAD dediginiz yapi, esasen Koc Grubu demektir. Vehbi Koc tarafindan kurulmustur. Sabanci ve Eczacibasi (ve Boynerler filan) kalabalik gorunmek icin araya katilmistir. Cumhuriyetin peydahladigi sermayeyi temsil ederler. Anadolu sermayesini dislamak icin ellerinden geleni yapmislardir; tam basarili olamayinca, yakin bulduklarini aralarina almislardir da hala daha –nihai analizde– Koc Grubunun borusu oter.

    Bu boyledir de, TUSIAD, bir zamandir hem gucten hem de revactan dusmustur. Bunu da, en iyi, kimlerin baskan secildigine bakarak gorebiliriz.

    Soyle aciklayayim:

    Lord, aklinma takilan bir soru icin, hizmetcisi James’i cagirir ve sorar: “James, sence seks bir angarya midir, yoksa zevk alinarak yapilan bir sey mi?”.

    James, hic duraksamadan, “zevk alinarak yapilan bir seydir, Lordum”.

    Lord, beklemedigi bu cevap uzerine tekrar sorar: “Neden oyle diyorsun, nasil bu kadar emin olabiliyorsun?”

    James’in cevabi coktan hazirdir: “Angarya olsaydi onu da bize yaptirirdiniz, Lordum.”

    Simdi..

    TUSIAD’in anlamsizlastigina, ve baskani olmanin artik bir angarya haline geldigini kolayca gorebiliriz: Baskani, eskisi gibi ‘patron’lardan birisi degil, Cansen Basaran Symes isimli bir muhasabecidir. Bu da, deruhte ettigi gorevin artik angaryalastigina isarettir.

    Butun bu sebeplerle, TUSIAD’in bugunune bakmak anlamsizdir. Eskilere bakmak lazim. Onlari da Internet’te bulamazsiniz.

    “kapitalist düzende bo$una tek tek günah kecileri aramayin;”

    Ben, gunah kecisi aramiyorum. Sadece, eskiden daha yogun olan oligarsik yapida, oyuncularin kimlerden ibaret oldugunu anlamaniza yardimci olmaga calisiyorum.

    Bugun durum farkli. Artik kimse ne (mesela) DISK’in, ne de (mesela) TUSIAD’in ne dedigine pek bakiyor. Tipki, kimsenin komunistlerin ne dedigini umursamadigi gibi.


  323. kapitalist dünyada tek tek holdinglerin, cikar gruplarinin, örnegin türkiyede koc grubunun, ne istedigi belirleyici degildir; devleti yöneten politikaci meseleye “ulusal ekonomi” penceresinden bakar ve “ulusal ekonomi”de de bilindigi gibi binlerce aktör/giri$imci ve sektör var; bundan dolayi hicbir kapitalist devlet, tek bir cikar grubuna veya sektöre bakarak politika yapmaz; devleti yöneten politikacilar yil sonu gayri safi milli hasilayi, yillik ekonomik “büyümeyi” düsünerek ekonomi politikalari belirlerler.

    böyle bir burjuva Devlet, rekabetci dönem kapitalizminde bile varolmadi. Ama sanirim Marxist Argüman Tekelci Kapitalizm diye bir sey duymustur. Iki büyük tekel in cikarlari icin binlerce Kücük , orta isletmenin cikarini bir anda hice sayabilir Modern Kapitalist Devlet , yada hükümet. Ulusculluk, Kapitalist doneme denk geliyor diye, Kapitalist Ekonomi Politigi ULUSAL ekonomiye baglamak cok Kaba. (sanirim buradan Ulusculuk esittir kapitalizm, demekki ulusculugu astimmi kapitalizmi elestirmis olurum gibi bilerek dusulen bir yanlis var) ulusal gelirin artmasi ile belli basli Kapitalist tekellerin karlarinin artmasi arasinda Dogru bir oranti yoktur. Hic bir Kapitalist modern Devlet, binlerce yatirimci (hangi cagda yasiyoruz, 1880 demi) nin genel cikarlarini gözeterek Politika belirlemez.

  324. Marxixt Argumanin Kapitalizminde Mali Oligarsi henuz olusmamis, binlerce yatirimci girisimci burjuvazi ve onlarin genel cikarinin burjuva hukumeti .. cok hos:))

  325. Marxist Argüman, size Kapitalizm, tekellesme, Devlet Politik iktidar konularinda Hilferding, Bukharin, Lenin tavsiye ederim.Gerci siz zaten biliyorsunuzdur ama….

  326. Zileli bir gün çok bunalirsaniz diye:

    Burada vergi de, devlet de, araba da yok!

    http://www.haberturk.com/dunya/haber/1305817-burada-vergi-de-devlet-de-araba-da-yok

  327. Bir sinifsal iktisadi temeli olan Kapitalist/Burjuva Siyaset- Devlet- alani digerleri uzerinde bir egemenlik oldugu Kadar, burjuva /sömürücü siniflarin, o siniflarin cesitli katman , klikleri arasindada bir mücadele alanidir. Ideal bir burjuva genel cikari yada Ulusal ekonomi nin cikarlarinin genel, tarafsiz, Politik ifadesi olan Devlet, Siyaset vs hic olmadi olamazda.

  328. Anarşizme Kenar Notları adlı ekitabımda chiristiana’dan söz etmiştim.

  329. “Kapitalizm tarafından, 21 yaşındayken öldürülen […]”

    ‘Trafik Canavari’na da inaniyor musunuz?

  330. “Hmmm.. Cok onemli bir laf etmis tabii ki.
    Bir de Mevlana var: ‘Ayipsiz dost arayan dostsuz kalir’ diyen.
    Bu derin celiskiyi gidermek icin na’apmak lazim simdi?”

    Yanaştıkların da, hep ‘ayıplı dost’ çıkıyor: Ya özellikle seçiyorsun, ya da mıknatıs gibi üzerine çekiyorsun ‘ayıplıları’.

    Mevlana, senin mevcut hâlini görseydi, ‘lafımı tersten anlamak zorunda değilsin’ der ve Shakespeare’in uyarısını dikkate almanı önerirdi.

    “Yok. O dediginiz yerde 1,090 kelime var. Icinde suruyle isim geciyor ama bir liste yok. Ben liste ariyorum.”

    Var. Belli ki, ‘görmek istemiyorsun.’

    ( https://www.trt1.com.tr/arsiv/yedi-guzel-adam ) adresine girip kelime sayımı yaptın, ve o 7 adamın isimlerini görmek işine gelmedi. Senin gibi bir haşarının gözünden kaçmaz böyle şeyler, ne de olsa ‘gözden kaçırıyormuş gibi yapmak’ eyleminde maharetlisin.

    “Anliyorum. Issiz kalmis olmaniz uzucu tabii ki; ama, anlayisla karsilamak lazim. Dedikleriniz tutmayinca, bir gelen bir daha gelmiyordur haliyle.”

    Paldır küldür geliyor, sana DA endişelenmeni öneririm. RTE ve en yakın çemberindeki başdanışmanlar teşkilatı, hem dünyayı hem bu ülkeyi yıkıma götürmek için planlar yapmaya devam ediyorlar. Senin DE bedenin üzerinde tepinmeye başlanınca, mecalin kalırsa, bu siteye gelir ve ‘gerçeği yaşadığını’ itiraf edersin, tabii vıcık vıcıklığını azaltabilirsen.

    “Kem talihim.. hep okuzlerle ugrastiriyor beni.”

    Senin gibi bir haşarı zibidi olmaktansa, ‘öküz’ olmaktan memnuniyet duyarım.

    Zalimin yanında olmaktansa, ‘öküz’ olup haysiyetimi korumaktan mutluluk duyarım.

  331. özgürlükçü

    AKP yalaması kanallar Domalt tramp güzellemesi yapmaya başladılar efendim pyd ye değil akp mezhepçi ırkçı faşizmini desteklese suriyede ve pyd *sdg gibi özgürlükçü örgütlere desteğini çekse abd de cıhatçı çetelerle onlara saldırıp imha etseler sanki abd çok sevdiğinden SDG*PYD gibi örgütlerle iş tutuyor adam mecbur ülen diğerleri sizin gibi kafa kesen cihatçı mezhepçi faşistler isminde tek demokrasi geçen örgütler onlar efndiniz ne kadar kıçını yırtsada suriyenin geleceğini rojowa sistemi belirleyecektir ki şekillenmeye başlayınca efendinizin mezhepçi ırkçı faşizmi ile arasında uçurum olması diğer ülkelerede örnek olmasın diye boğmaya çalışsalarda güneş balçıkla sıvanmaz!!!!

  332. “Yanaştıkların da, hep ‘ayıplı dost’ çıkıyor: Ya özellikle seçiyorsun, ya da mıknatıs gibi üzerine çekiyorsun ‘ayıplıları’.”

    Zit kutuplar birbirini cekermis.

    Dogruysa, kendim gibi bir mukemmel daha bulamayisimi bu aciklar mi sizce?

    Dahasi, bulamadim mi hic acaba?

    Size soruyorum, cunku siz beni benden iyi taniyor gibisiniz.

    “o 7 adamın isimlerini görmek işine gelmedi.”

    Niye isime gelmesin.

    Hem gelmese bile, lutfen zahmet edip siz yazin suraya su 7 ismi.

    Cok mu zor?

    “RTE ve en yakın çemberindeki başdanışmanlar teşkilatı, hem dünyayı hem bu ülkeyi yıkıma götürmek için planlar yapmaya devam ediyorlar.”

    Anliyorum.

    Aradabir sizi takip eden kara paltolular veya arkanizdan fiskos fiskos konusan insanlar filan da gordugunuz oluyor mu?

    “[..], ‘öküz’ olmaktan memnuniyet duyarım.”

    Siz memnunsaniz benim diyecek neyim olabilir?

    Mutlulugunuz daim ola.

  333. özgürlükçü

    Necip seni kürdistan genel Kayyumu yapsak diyeceğim ama bu sıra kayyumlarada kaymaya başladılar çok kötü günler bekliyor bizi Domalt Tramp TA SENİN EFENDİNİN CİNSİNDEN AYNI KALEM yalama tv lerde şimdiden başlamışlar domalt tramp ile efndinin arasını yapıp hem dünyada hem bölgedeki halkları domaltma hesapları yapıyorlar da şu dolar işi biraz bozuyor
    Her gün tv de talimatla tiz dokunulmazlık kalka tiz HDP liler gazeteciler barış akademisyenleri belediye başkanları tutuklana emri verdiği gibi mahkemeler dahil hemen emir yerine getirildiğine göre bir sabah doları 50 kuruş yaptım demesini bekledik efendin yapmadı
    Düşündüm ülen bu efendi 17*25 aralıkta Bilale evdeki paraları boşalt dediğinde bir hafta sonra bilal şu kadar milyon dolar kaldı dememişmiydi demek adam doların yükselmesine neden kızmıyor kendi parasıda dolar olduğundan olmalı yoksa efendiye sormadan kimin haddine doları 3300 yapmak çıkar tiz elden 50 kuruş yaptım derdi!!
    Necip efendi bu durumda bile efendisini koruyacak bir cin fikir icat eder artık bizde necip efendinin bu bin dereden su getirip kanıtladığı asrın teziyle ikna oluruz!!!
    Bu mihvaldeki yazılarımı sansürleyenlerede fanfirifon!!!!!habu açık faşizmde devlet-iktidara laf edemeyip özgürlükçü devrimcilere HDP laf edenlerede taaaa oralarakadar fanfirifon!!!!!!

  334. ozgürlükcu , yani diyorsunki, Suriye Kürtlerine kendi cografyalari yetmez, Daes i ortadan kaldirmakta yetmez, Suriye ye, isteselerde istemeselerde demokratik federalizmi yayacagiz, ya sevecekler yada Rejim in destekcisi rejim gücleri olarak nitlelenecekler, arkamiz kuvvetli hieeeeyt diyorsun. Iste ben bu tarz ozgürlükcülerden korkarim.
    (korkma ayrica Trumpf Kürtlerin hayrani oldugunu acikladi, kufretme adama:)) Bu üslup yakisiyormu diyecektim vazgectim. Yakisiyor.

  335. özgürlükçü

    Ne incelemesi ülen hemen yayımla sansürcü yalaka!!!!!

  336. Ozgürlükcu Rojava daki Demokratik federalizmi, Turkiyede yaymaktansa Suriyede yayabilmeyi saglayan nedenleri sorguladinmi hic? Peki bir Arap Alevisi , pek cok Arap Alevisi senin Rojava sistemini istemiyorsa ne olacak, ya iste ya terketmi diyeceksin. Orhan Pamuk gibi tehditmi edeceksin. Amerikan Bombalari yoldami diyeceksin?Ve bu Devrim olacak oylemi. ?

  337. marxist argüman

    necip,
    sende bazen akil tutulmasi ya$iyorsun; internete verince isimler cikiyor, yalniz bu sairlerin necip ile alakasi nedir, anlami$ degilim.

    Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve sezai karakoc (Ali Kutlay)

  338. marxist argüman

    anonim 309-310’un yine kapitalizm krizi tuttu; yine “cinayet haberleri” gecmeye ba$ladi, allah hepimize sabir versin!

    anonim arkada$, daha öncede yazdim; i$ kazalari haberleri; “cinayet” haberleri kendi ba$ina bir argüman falan degildir. sürekli “cinayet” haberleri okumaktan psikolojin bozulacak; depresyona girersin; rica ediyorum cik o dünyadan.

    günlük geli$meler hakkinda fikirlerini yaz; 15 temmuz darbesi, brexit, ba$kan trump, kürt sorunu, suriye ic sava$i, isid vs. hakkinda ne dü$ünüyorsun, bu konularda fikrini yaz.

  339. marxist argüman

    laz u$agi özgürlükcüden alinti:
    “AKP yalaması kanallar Domalt tramp güzellemesi yapmaya başladılar”

    özgürlükcü, adamin ismi “donald trump”, sen bilerek mi “domalt” yazdin, merak ettim; yoksa “bu trump dünyayi domaltacak” seklinde siyasi bir mesaj mi vermek istedin?

  340. mihvaldeki değil, minvaldeki olacak. öte yandan kamufle edilmiş küfürleri yayınlamıyoruz.

  341. marxist argüman

    320 nolu yorumdan alinti:
    “RTE ve en yakın çemberindeki başdanışmanlar teşkilatı, hem dünyayı hem bu ülkeyi yıkıma götürmek için planlar yapmaya devam ediyorlar.”

    bu arkada$ yakla$an bir felaket/kasirga haberi verir gibi yazmi$. üstelik sadece türkiye, ortadogu ve balkanlari degil tüm dünyayi kasip kavuracak “tayyip erdogan” kasirgasi konusunda özellikle necip’i uyarmi$; necip’in siginacagi liman olarak da bu siteyi adres göstermi$.

    arkada$ sen ne kadar pesimist/kötümser bir insansin; icimi kararttin yahu; “tayyip kasirgasi” almanya’ya ula$madan bari son duami edeyim; dinsiz imansiz bir komünist olarak bu dünyada cenabet ya$adim; en azindan ahirete “temiz” olarak intikal edeyim; tanri babanin kar$isina cenabet olarak cikmayalim; ne olur ne olmaz, ya cehennem gercekten varsa?

  342. marxist argüman

    anonim 315,
    benim kapitalizm, emperyalizm, devlet, ulus vs. hakkinda yazdiklarim ile, yine ayni konularda real sosyalistlerin yazdiklari arasinda ki farklar bilincli olarak yazdigim $eylerdir.

    benim ideolojik olarak beslendigim “marxist kaynak” almanca “http://www.gegenstandpunkt.com” yayinevi.

    bu konularda real sosyalistlerden bazi noktalarda ayri dü$üyorum; mevzu acildikca tarti$abiliriz.

  343. Necip’e

    Kapitalist sistem doğal ise o zaman diğer şeyler gibi bu sistemin ürünü olan [ya da anti-tezi de diyebiliriz ama bu tartışılabilir] anti-kapitalistler ve onların ideolojisi de sonuçta doğal değil midir? Bir açıdan son tahlilde her şey doğaldır fakat bunu kastetmiyorum çünkü tartışma sapar. Sadece sistem açısından bu noktaya dikkat edilmeli.

    Daha önemli bir nokta da şu:

    Nasıl ki köleliğe yakın, hatta adı böyle olmasa da kölelik sayılabilecek uygulamalar bugün bile varlığını sürdürmesine rağmen kölelik karşıtı bilinç düzeyi insanlar için bir ilerlemeyse, aynı şey [ideallerini gerçekleştirmeleri çok zor, hatta imkansız bile olsa] anti-kapitalizm için de geçerli değil midir?

  344. özgürlükçü

    argüman bende seni zeki sanırdım Domalt ironisinde anlamayacak ne var??
    Efendiler bir birine çok benzerler hay domalt tramp hay necibin efendisi hepside mezhepçi ırkçı şöven faşist değilmi????
    Bunlar kayyumcu sömürge valici değilmi????
    Argüman her şeyi bilen uzman necip barış derneğinden çağdaş hukukçulara gerçek demokratik dernekler ve vakıflar kapatılıp insanlar darp edilip tutuklanırken tecavüz taciz uzmanı Ensar vakfını iktidarın kapatmak yerine ödüllendirmesine necibin itirazı olmaması ne anlama gelir???
    a-Necip tecavüz ve tacizcileri sever
    b-Son dönemdeki 12 eylüle rahmet okutan baskılar ileri demokrasinin habercisi olabilir
    c-Butün bunlara sesiz kalıp zımmen destek olması … (admin) nedeniyle suskun kalmasını açıklar!!!
    d-hiç biri!!!

  345. Emlak işlerinden geldin de sen nasıl büyüdün
    Çocuktun daha Newyork’ta yalın ayak yürürdün
    Bir gün top oynarken sağ ayağına girmişti kramp
    Ahh büyüdün de başkan mı oldun sen Donald Trump

    Saçların sarı mı senin uzaktan pek seçemiyorum
    Soğuktur Pensilvanya suları korkudan içemiyorum
    Bilmezsin beyaz saray yollarını hem taşlıdır hem sarp
    Ahh büyüdün de başkan mı oldun sen Donald Trump

    Yoksulları sevmediğini her fırsatta söylüyorsun
    Demokratik ayaklarına yatıp faşist tarafını gizliyorsun
    Sen hiç beklemediğin anda devrimciden yedin mi tokat
    Ahh büyüdün de başkan mı oldun sen Donald Trump

  346. özgürlükçü

    Arap alevi anaonim sen haklısın kafanı kesip tecavüz eden işid i temizleyince rahatladın ondan SDG-PYD ye laf etmeye başladın değilmi haklısın ismini 100 km den duyunca kaçtığınız işid i hatırla kim durdurdu????
    sonra kime zorla sistem dayatmış sana işidin dayattığı iyi gelir seversin
    SDG nin içinde araplar var istersen onlara sor ille senin gibi merkezi otoriter devletçi olmak zorunda değiller rojowa sistemi becerebilirse mevcut kapitalist sistemin alternatifi TOPLUMSAL EKOLOJİK KÖMÜNALİZMİ pratikleştirmeye çalışan birlikte yaşamak birlikte çalışmak birlikte paylaşmak kendimizi özgürce gerçekleştirmeyi amaçlayan kaotik bir savaşın içinde bile imkansız demokratik insani birikimleri önemseyen pratiktir bütün eski yeni efendilerin hedefinde olup yaşama şansı zayıf olmasına rağmen şu ana kadar başarılı olmuştur.
    Utanmaz arap alevisi anonim SDG-PYD ye ettiğin laf kadar ırkçı mezhepçi alevi köylerinde kafa kesenleri destekleyen devlet-iktidar ve desteklediği çetelere lafını duymadık anla ne olduğunu!!!!!! demekki az yapmışlar daha fazla yapsalardı belki aklı başına gelirdi??????

  347. “Zit kutuplar birbirini cekermis.
    Dogruysa, kendim gibi bir mukemmel daha bulamayisimi bu aciklar mi sizce?
    Dahasi, bulamadim mi hic acaba?
    Size soruyorum, cunku siz beni benden iyi taniyor gibisiniz.”

    İstisna olduğunu en başından beri yazıyorum. Ne demiştim:

    1. Benim derdim, ‘cıvıklık’ kelimesinin bile senle boy ölçüşemediğini ilk önce sana göstermek.

    2. ‘Utanmak’ kelimesi seni görse, kendinden utanır, ‘benden beterleri DE varmış’ diye.

    Fizik kurallarını bile altüst edecek kadar istisnasın. Zıt kutupları değil sadece, senle aynı kutupta olanları bile üzerine çekebiliyorsun. CERN’de, senin hikmetini analiz edecek bir cihaz henüz icat edilmedi. Arzu edersen, kobay olmaya gidebilirsin. Ama gitmeyeceğini tahmin ediyorum, çünkü orası, şu Kemalist zirzopların kâbesi ‘muasır medeniyetin ulaştığı son nokta’ydı değil mi, pardon.

    ‘kendim gibi bir mukemmel daha bulamayisimi’, bir insan ancak bu derece ‘benmerkezci’ olabilir. Kendi kendini ifşa ediyorsun.

    “Niye isime gelmesin.
    Hem gelmese bile, lutfen zahmet edip siz yazin suraya su 7 ismi.
    Cok mu zor?”

    Laf hokkabazlığında ustasın, gözlerinde problem yok, sitelerde nasıl araştırma yapılır biliyor gözüküyorsun, öyleyse, zahmet olmazsa (https://www.trt1.com.tr/arsiv/yedi-guzel-adam) adresine gir, ekranın sağ kısmında tek sütunda yazılmış olan metnin içinde o 7 adamı bul, ve kimlerle ‘akıl arkadaşı’ olduğunu öğren, ki çoğu Meriç’ten daha da tehlikeli, ve ‘ayıplı’.

    “Anliyorum.
    Aradabir sizi takip eden kara paltolular veya arkanizdan fiskos fiskos konusan insanlar filan da gordugunuz oluyor mu?”

    Anladığına emin değilim.

    Anlamayacağını tahmin ederek yazayım: John Forbes Nash Jr. adlı bir matematikçi var(dı), geçen yıl trafik kazasında öldü. Bu zat gençliğinde, henüz matematik dehalığının ilk basamaklarında iken, halüsinasyonlar görmeye başlar, devlette istihdam edilen ‘kara paltolu’, gölgeli şahıslar tarafından takip edildiğini, ve kendi amaçları için kaçırılacağını söyler. En sonunda, şizofrenliğin bir derecesine mensup olduğu teşhisi konur, ve ömrünün sonuna kadar bu ‘kara paltolu’ şahısları bütünüyle def edemeden, onlarla birlikte yaşayıp, gündelik hayatını da sorunsuzca devam ettirerek, yaşamasını öğrenir. Bu adama, ‘oyun teorisi’ne yaptığı katkılar nedeniyle Nobel ödülünün ekonomi alanında olanını da vermişlerdi herhâlde.

    Neyse…

    Matematiğin M’sinden anlamam, dehalıkla uzak/yakın ilişkim yok, herhangi bir psikolojik (ve nörolojik) buhranım yok. Sonuç olarak, hakkımda endişelenmene gerek yok.

    RTE ve başdanışmanları teşkilatının neler tasarladığını gözlemlemek için, ‘kara paltolular’ı görmeye, veya, ‘fiskos fiskos konusan insanlar’ görmeye gerek yok. Sadece bu sayfanın tepesinde yazılan ‘Cumhuriyet’e Saldırı ya da Açık Faşist Diktatörlüğün İlanı!’ başlıklı yazıyı ve altındaki 350/60 küsür yorumu okursan, burada ki ziyaretçilerin DE herhangi bir psikolojik (ve nörolojik) buhranı olmadığını anlamanı ümit ederim.

    “Siz memnunsaniz benim diyecek neyim olabilir?”

    Bari yalan atma.

    Hem bunu ‘Kem talihim.. hep okuzlerle ugrastiriyor beni.’ yaz, hem vıcık vıcık olmakta yeni rekorlar kır. Ohhh ne rahat…

  348. —‘Trafik Canavari’na da inaniyor musunuz?—

    Özellikle ABD’de, bir okula, bir alış-veriş merkezine, bir sinema salonuna, vb. mekânlara silahlı saldırı düzenlendikten hemen sonra, NRA [National Rifle Association] kurumu ilk sırada olmak üzere birçok kurum ve şahıs, ‘silah öldürmez, insan öldürür’ diye sırıta sırıta ortalıkta dolaşır, medyaya röportaj verir, facebook’ta caps paylaşır, twitter’da trollük yapar. Bu güruh, ‘strict legislation’ isteyen öfkeli protestoculara laf sokuşturmaya, ve hâttâ protestocuların haklı öfkeleriyle dalga geçmeye uğraşır.

    ‘Trafik canavarı’ kavramında, bizzat aracın kendisinin ve/veya bizzat trafiğin kendisinin yüksek sorumlu olduğu, yaralanmalar ve ölümler muhakkak vardır, fakat, sorumlu çok çok büyük oranlarda sürücü olan insanlardır [yaya olan insanların da sorumlu olduğu olaylar vardır].

    Kapitalizm denen ‘canavar’ ise, insanın içinde doğuştan var olan ‘hayatta kalmak güdüsü’nü istismar ederek, bu [ve benzeri pek çok] güdüyü körükleyerek, hem kendi canavarlığını perçinlemek, hem, nesilleri kapitalist sisteme boyun eğecek [ve hâttâ Necip gibi ‘iştahla savunacak’] kalıba sokmak ister.

    Kapitalizm, kapitalizmi savunMAyanlara bile ‘kapitalist sistem içinde kapitalizmi savunMAma taktikleri’ni dikte edecek kadar kuvvetli zehirlere sahiptir, ve bu zehirler, bir bebek doğduktan hemen sonra saniyeler içinde enjekte edilir: ‘Kapitalizmi savunMAyacaksanız, yine, savunMAmanızı, kapitalist sınırlar içinde kalarak yapmaya mahkûmsunuz.’

    ‘Trafik canavarı’ kavramına dönecek olursak:

    Trafik canavarlığını azaltmanın bir yöntemi de, yüksek ve çabuk kâr etmek amacıyla, inşaat alanlarına dökülmeye hazır çimentoyu tazeliğini kaybetmeden yetiştirmek için gaz pedalına basması işveren tarafından emredilen çimento&beton mixer’i şoförünü:

    Bu hızı yapmasını engelleyecek şekilde rahatlatmak için,

    Bu şoförün ‘ekmek parası kazanmak uğruna gaz pedalından ayağını çekMEmesi gerektiği korkusu’nu ortadan kaldırmak için,

    Yolda hızla giden çimento&beton mixer’inin kaza yapıp tam o esnada bir belediye işçisine çarpıp öldürmesine son vermek için;

    Kapitalizmi ortadan kaldırmaktır.

    Kaldıracağız! [Sen DE kurtulacaksın. Kurtulmandan sonra, ‘teşekkür etmemi beklemeyin benden’ demen mühim değil.]

    Kapitalizmi perçinlemek uğruna kâr etmek isteyen işverenin emriyle yüksek hız yapan çimento&beton mixer’i, Maslak’ta 1 kişiyi öldürdü, 7 kişiyi yaraladı:

    Not: Şoförün suçlu olup/olmamasını sormaktan önce, hakiki katil kapitalizmdir! Çünkü şoförü hız yapmaya mahkûm eden kapitalizmdir!

    http://www.haberturk.com/gundem/haber/1305994-maslakta-kamyon-kazasi

    Kapitalizmi perçinlemek uğruna kâr etmek isteyen işverenin emriyle yüksek hız yapan çimento&beton mixer’i, Davutpaşa’da 2 bisiklet sürücüsünü öldürdü:

    Not: Şoförün suçlu olup/olmamasını sormaktan önce, hakiki katil kapitalizmdir! Çünkü şoförü hız yapmaya mahkûm eden kapitalizmdir!

    http://www.haberler.com/beton-mikserinin-ezdigi-bisikletli-iki-kisi-oldu-1-8678670-haberi/

    Kapitalizmi perçinlemek uğruna kâr etmek isteyen işverenin emriyle yüksek hız yapan çimento&beton mixer’i, Adana’da 1 kişiyi öldürdü:

    Not: Şoförün suçlu olup/olmamasını sormaktan önce, hakiki katil kapitalizmdir! Çünkü şoförü hız yapmaya mahkûm eden kapitalizmdir!

    http://www.haberturk.com/gundem/haber/1288342-adanada-beton-mikseri-faciasi

    Kapitalizmi perçinlemek uğruna kâr etmek isteyen işverenin emriyle yüksek hız yapan çimento&beton mixer’i, İzmir’de 1 kişiyi öldürdü:

    Not: Şoförün suçlu olup/olmamasını sormaktan önce, hakiki katil kapitalizmdir! Çünkü şoförü hız yapmaya mahkûm eden kapitalizmdir!

    http://www.milliyet.com.tr/beton-mikseri-kaza-yapti-1-olu-izmir-yerelhaber-342170/

    Konya’da inşaat işçisinin kafası çimento&beton mixer’ine sıkıştı! Kapitalizm, insan öldürmek için her yolu dener!

    http://www.haberturk.com/gundem/haber/1317729-konyada-insaat-iscisinin-kafasi-beton-mikserine-sikisti

    [Not: Yaralanan ve/veya ölen çimento&beton mixer’i şoförleri de var. Suçlu ve/veya katili DE kapitalizmdir.]

    ‘Trafik canavarı’ ve ‘kapitalizm canavarı’ arasındaki fark, yukarıdaki paragraflarda izah edildiği şekildedir.

  349. 328 –marxist argüman–

    Sorduğunuz sorulara şu adreste:

    http://www.gunzileli.com/2016/09/25/islami-fasizmin-bugunku-iki-temeli-gestapo-tipi-polis-teskilati-sokaklardaki-islamci-kitle/

    cevaplar vermiştim, belli ki unutmuşsunuz.

    Hatırlatıyorum:

    ===== 1 =====

    http://www.gunzileli.com/2016/09/25/islami-fasizmin-bugunku-iki-temeli-gestapo-tipi-polis-teskilati-sokaklardaki-islamci-kitle/

    23 Ekim 2016 ‘375’ no’lu metnimden:

    Günlük geli$melerden soyutlamak:

    Soma maden cinayetini yok saymakla olur.

    Antalya’da bankadan çektiği 30 bin liralık kredinin taksitlerini ödemekte zorlandığı için bunalıma girip balkon demirlerine kendini asarak hayatına son veren işçi emeklisi 68 yaşındaki Ali Saygı’yı yok saymakla olur.

    Foxconn fabrikalarında öldürülen emekçilerin mücadelesini yok saymakla olur.

    Veya Konya/Ereğli’de kapitalizmin öldürdüğü 40 günlük –Ayaz– isimli bebeği yok saymakla olur.

    Örnekleri çoğaltabilirsiniz…

    Maksadınız ‘sürtüşme yaratmak’ ise, hay hay, devam edebiliriz. Peki şu an, yeri ve zamanı mı? Değil. Kapitalistler, nifak sokmakta epey ustadır, aklınızın bir köşesinde bulunsun.

    Dikkat buyurunuz: Adeta, sıralama var. İlk önce, kapitalizme karşı mücadeleyi genişletmemiz gerekiyor. Bu genişleme, akşamdan-sabaha, bugünden-yarına gerçekleşebilecek bir durum değil. 342 no’lu metnimdeki (daha da çoğaltabileceğiniz) ‘konu başlıkları’ üzerine kendi aramızda yaptığımız görüşmeleri şimdilik ertelemek zorundayız. Eğer, beynimizde biriktirdiklerimizi yarıştırmakta ısrar ederseniz, kendi fanusumuzda dolanırız, kapitalizm ise katliamlar yapmaya hızla devam eder, ediyor da.

    Bana veya bir başkasına cevap yetiştirmek mecburiyetinde değilsiniz, kimse sizi zorlamıyor. –Niyet okuma denemeleri– yapa yapa vakit harcamanız yerine, hedefe odaklanmak daha makûl.

    Kapitalizme karşı mücadelenizi yükselterek sürdürün yeter.

    ===== 2 =====

    http://www.gunzileli.com/2016/09/25/islami-fasizmin-bugunku-iki-temeli-gestapo-tipi-polis-teskilati-sokaklardaki-islamci-kitle/

    19 Ekim 2016 ‘328’ no’lu metnimden:

    Onu eleştiriyorsun da bunu niye eleştirmiyorsun?— zemininde sorgucu kisvesine bürünüyormuşsunuz gibi bir görüntü yaymanız pek hoş değil. Beni yakînen tanımıyorsunuz, bu sebeple niyet okuma denemelerinizde hatalar yapıyorsunuz, hızınızı kontrol etmeyip, yargısız infaz noktasına da ulaşıyorsunuz. Size bir arkadaş tavsiyesi: Yakînen tanımadığınız kişiler hakkında niyet okumaya kendinizi mecbur hissetmeyin. Hele hele, devletlerin ceberutluğunun dünya genelindeki uygulamalarının üstüne, bu ceberutluklardan bizzat neler çektiğimi buraya teker teker sıralayıp, one-man show yapma niyetinde değilim. —‘Neyi / neleri daha çok eleştirmeliyiz? Neyi / neleri daha az eleştirmeliyiz?’— gibi didaktik mizacınız biraz kusurlu gözüküyor. Pandoranın kutusunu hiç açmayayım, canınız sıkılır.

    ===== 3 =====

    http://www.gunzileli.com/2016/09/25/islami-fasizmin-bugunku-iki-temeli-gestapo-tipi-polis-teskilati-sokaklardaki-islamci-kitle/

    18 Ekim 2016 ‘314’ no’lu metminden:

    Çok olmadığımız kesin
    Çok olan tarafta değiliz
    Çok olan tarafta olmayacağız
    Türkiye’de Kürt olacağız
    Kürtlerde Ermeni
    Ermenilerde Süryani
    Gidip Almanya’da Türk olacağız
    Hollanda’da Surinamlı
    Fransa’da Cezayirli
    İran’da Azeri
    Amerika’da zifiri zenci olacağız
    Çoğalan zencide mutlaka kızılderili
    İsrail’de Filistinli
    Köpeğin karşısında kedi
    Kedinin karşısında kuş olacağız
    Kuşun karşısında börtü böcek
    Hakemler hep karşı takımı tutacak
    Ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
    Çiçeklerden kamelya olacağız
    Az kolumuzun tarafında
    Solda olacağız
    Bu itirazın ilk şartı

    Solda da az olacağız
    Devrimi çoğaltırken çünkü
    Bir başka devrime hızla azalacağız
    Bu da itirazın ikinci şartı.

    Nevzat Çelik
    ‘Sevgili Yoldaş Kurbağalar’
    Ekim 1998

    ===== 4 =====

    Yukarıda, 3 Kasım 2016 tarihli ’72’ no’lu metnimim tamamı.

  350. “sende bazen akil tutulmasi ya$iyorsun; internete verince isimler cikiyor,”

    Aramada kullandigim anahtar kelimeler nedense hep uzun edebi metinler cikardi.

    “yalniz bu sairlerin necip ile alakasi nedir, anlami$ degilim.”

    Simdi, listeye baktim ve size hak veriyorum.

    Dahasi, bu listeden sadece Sezai Karakoc hakkinda bir nebze fikrim var. Bir ovunc meselesi degil tabii ki; ama geri kalaninini tanimiyorum bile.

    — Cahit Zarifoğlu,
    — Erdem Bayazıt,
    — Rasim Özdenören,
    — Nuri Pakdil,
    — Mehmet Akif İnan,
    — Alaeddin Özdenören
    — Sezai Karakoc (Ali Kutlay)

    Sezai Karakoc’u da suradan bilirim: Uzuuun yillar once, arkadasimin birisi, onume el yazisyla yazilmis bir fotokopi sayfasi uzatmis ve sesli okumami soylemisti.

    Herbiri 11 heceli, 5’er misrali bir cok kitadan olusmus bir tur siirdi bu. Turkcede –ozellikle hece vezninde– cok SIK rastalanan bir form degildi; dolayisi ile, ahengi tutturup okumak da zormus. ‘Mona Roza’dan bahsediyorum.

    Nasil olmussa, –biraz inceledikten sonra– sesli okudugumda, arkadasim, “sen bu siiri daha once bir yerlerden biliyordun; yoksa kimse ilk seferde boyle okuyamaz” filan demisti. Yok, oyle olmadigina inandiramamis; ama, uzerinde de durmamistim.

    Sonralari, bu siirin bir tur kult (‘cult’) oldugunu, hic beklenmedik cevrelerden hayranlarinin oldugunu gordum. Daha sonra, akrostisli oldugu da ortaya cikti (sasirdigimi soylemeliyim). Bir nebze de acikli bir hikayesi varmis.

    Ben ise, sanatini takdir etmekle beraber, nedense, siire bir turlu isinamadim hic.

    Ben, ayni minvalde yazilmis su siiri daha cok severim.

    Yıllar sonra beklediğim trenden indin
    Valizini ben taşıdım, Safiya.
    Bugün Adana Garında o hamal bendim,
    Beni tanımadın; insan eserini tanımaz mı ya?..

    Karsiliksiz kalmis ask, hasret, husran ve sinifsal celiskiler.. hersey bir dortlukte.

    Neyse.

    Liste icin tesekkur ederim.

  351. “seni kürdistan genel Kayyumu yapsak”

    HDP’nin kadrolarini ‘kahveden bir adam bulun getirin’ mantigiyla doldurunca, kayyum mukadder oluyor…

    Sogukkanli bir sekilde, kendinize, HDP’nin ne amacla, kimler icin siyaset yaptigini hic sordunuz mu?

    Ozellikle, siyasetin halk ile en dogrudan temasi olan muhtarliklar ve belediyeler baglaminda bu soruyu sormaniz gerekiyor.

    Baska bir deyisle, halkin gunluk sorunlarini cozmek, halka hizmet goturmek..

    Eger HDP bu konularda bir varlik gosterebilseydi, siradan halk kendilerinden memnun olsaydi, belediyelerine kayyum atandiginda siradan halk ayaklanir, meydanlara dokulurdu.

    Bunun olmadigini gorebiliyoruz. En babayigit cagri sonrasi bile 100-200 kisi zor toplaniyor.

    Buradan benim anladigim, HDP, ozerklik/bagimsizlik yolunda arkasinda kimseyi bulamayacak; bulamiyor. Cunku, herseyi kendi elleriyle sabote ettiler.

    Durum bu.

    Benim cevabini merak ettigim soru ise sudur: HDP kadrolari, bunu, bilerek mi (suurlu ve taammuden mi) yaptilar?

    Herhangisi ise, eminim, AKP (ve MHP, ve digerleri) HDP’ye mutesekkir olmali.

  352. ozgurlukcu sizin bilincaltinizda sexuel pornografik sorunlar var .Belki bir oedipus komlexi, terapiste gözükünüz.
    Gercekleri carpitmalariniza deginmiyecegim bile. Ayrica ben ne Arabim ne Alevi. Illa bir kimlik bir yafta bir kulp takmak. Siz HDP limisiniz gercekten ?Oyleyse yazik…(diger yandan ,Suriye Arap Alevilerine toptan hakaret etmissiniz, nasil bir anlayistir bu?)

  353. Marxist Arguman http://www.gegenstandpunkt.com tan beslendiginizi yazmissiniz. Ama dem Deuschen Volk ibaresini Ingilizce sanmisMIS gibi yapmistiniz. Ilginclesmeye devam ediyorsunuz.

  354. Pyd Hakim oldugu yerlerde neden Etnik Nüfus sayimi yapti? (kendileride red etmediler bunu) .Ayrica bu siteye görsel koyamiyoruz o yüzden, PYD nin müttefikleri ile cektirdikleri koyamiyorum buraya. Cihatcilar .

  355. ozgurluk.Sadece ve sadece özyönetim lerin kurulmasi Ortadogu ya yeni bir Toplumsal devrim dinamigi getirmis olsaydi, Israil in kurulusundaki Kibutz lari milad saymak gerekmezmiydi. Suriye kürtleri, kendi habitat larini korudular, korumalidirlarda, ama Suriye deki kürt varligi nicel olarak ne kadardir? Tüm Suriyeye , Suriyeye ait olmayan büyük güclerle birsey getirmekte ne oluyor. Bunu sola Devrim diye yutturmaya kalkmakta ne oluyor. Neden Avrupadan Rojava ya giden Anarsijan bireyler, Rojava daki özyönetimin altinin bos oldugunu söyluyor. neden Pyd hakkinda iskence iddialari bagimsiz kuruluslarcada dillendiriliyor. Neden etnik nufus sayimi yapiliyor? neden neden vs.

    Suriye Arap alevileri yada rejim gucleri Daesi görünce kactilar , Pyd Suriyeyi Daesten kurtardi , bu coskunluk hali insani cok olmadik yerlere götürür.

  356. Pyd nin Suriyeyi Demokratiklestirmesi , Araplarin Türkleri Islamlastirmasina benzemesinde…..

  357. Oldur isgal et , hegemonyani kur suistimal et, soy. Yuksek Roma kulturune dayanarak. Git Isa yi carmiha ger. Sonra Isa icin kutsal topraklara git Hristiyanlik icin, oldur egmen ol soy. Sonra Demokrasi icin . Cagin gerekcesi demokrasi ve demokrasiden türetilmis ibareler olmusa benzer. Ve buna uyarlanmis, solcular, devrimciler, ve devrimlerimiz var. Aferin.

  358. Necip.
    Ozellikle, siyasetin halk ile en dogrudan temasi olan muhtarliklar ve belediyeler baglaminda bu soruyu sormaniz gerekiyor

    Bu benzetmeyi ben ironi yapmak icin daha once kullanmistim. Nasil bir cagda yasiyoruz arkadas espriler gercek oluveriyor. tabii canim RTE rejimi sovyetik bile sayilabilir. Hatta özyönetimdir. devlette bir sekilde RTE sahsinde icerilecek ve onun sahsinda yok edilecektir, Al sana anarsiszm. bir de baktikki Erzurum kurtullmuuuuuus.:)

    (Erzurumun Ruslardan kurtulusu uzerine dadas fikrasi: Dadasa sormuslar, Erzurum Rus isgalinden nasil kurtuldu? Anlatmis Dadas: Ruslar geldi, öldürecegini , öldürdü, yakacagini yakti, yikacagini yikti, alacagini aldi, sonra cekti gitti, birde baktikki Erzurum kurtulmuuuuuuus.)

  359. — “çimento&beton mixer’i, Maslak’ta 1 kişiyi öldürdü, 7 kişiyi yaraladı”

    — “çimento&beton mixer’i, Davutpaşa’da 2 bisiklet sürücüsünü öldürdü”

    — “çimento&beton mixer’i, Adana’da 1 kişiyi öldürdü”

    — “çimento&beton mixer’i, İzmir’de 1 kişiyi öldürdü”

    — “Konya’da inşaat işçisinin kafası çimento&beton mixer’ine sıkıştı!”

    Kapitalizme haybeye kafayi takmissiniz.

    ‘Cimento&beton mixer’leri yasaklasak problem kokunden cozulecek; belli.

    Boylece, birer android gibi, acimasiz ve vicdansiz patronun emriyle her turlu melaneti istemdisi yapan o masum sofor kardeslerimiz de kurtulmus olacak.

    Degil mi?

  360. Necip HDP nin kürtlere hizmet götürmemesi üzerinden elestri getirmissin. Yani bir halk, bir Ulusun sorununu iktisadi maddi pragmatizme indirgeyivermissin. HDP ve kürt siyasetininde kolaya kacarak (böylece dunyada daha rahat Kabul görecegini sanirlar) ulusal baski illaki maddi nedenlere dayandirilmak zorunda degildir. Maddi iktisadi temeli olmasa dahi Ulusal baski ve inkara karsi mucadele ve özgürlük istemi Dogru ve haklidir. Ispanyada Bask in hakim oldugu yerler, oldukca gelismis bölgelerdir. Buna ragmen ortada bir ulusal sorun vardir.

  361. “Kapitalist sistem doğal ise o zaman diğer şeyler gibi bu sistemin ürünü olan [ya da anti-tezi de diyebiliriz ama bu tartışılabilir] anti-kapitalistler ve onların ideolojisi de sonuçta doğal değil midir? Bir açıdan son tahlilde her şey doğaldır fakat bunu kastetmiyorum çünkü tartışma sapar. Sadece sistem açısından bu noktaya dikkat edilmeli.”

    Ben, ozellikle ‘kapitalist sistem’ teriminden –nasil diyeyim– gicik kapiyorum. Cunku, ‘kapitalizm’ bir sistem degil; ekonomik acidan cozum bulmak icin bir yaklasim turu sadece.

    Kendine ‘anti-kapitalist’ diyenlerin dediklerine bakarsaniz, ‘kapitalist’ kelimesi ‘muhteris’ anlaminda kullaniliyor.

    Yani, ‘asiri ihtiraslari yuzunden baskalarini mahrum ve magdur edenler’…

    Bu bir tur ‘ahlakcilik’tir ve ozunde de madabazliktir.

    Cunku, insan dedigimiz her mahluk her zaman ve hep ‘muhteris’ degil; kimi zaman filantop, kimi zaman musfik, kimi zaman da cani (baska seyler) olabiliyor.

    Bunlardan sadece birisini alip kalkarak ideolojik bir karsitlik soylemi gelistirmek, en hafifinden, ahmakliktir ayrica.

    Bu ahmakligi ‘anti-kapitalist’ filan gibi tumturakli kelimelerle ortmege calismak hafifletici bir durum bile sayilmaz.

    “Nasıl ki köleliğe yakın, hatta adı böyle olmasa da kölelik sayılabilecek uygulamalar bugün bile varlığını sürdürmesine rağmen kölelik karşıtı bilinç düzeyi insanlar için bir ilerlemeyse, aynı şey [ideallerini gerçekleştirmeleri çok zor, hatta imkansız bile olsa] anti-kapitalizm için de geçerli değil midir?”

    Koleligin ortadan kalkmasi ya da azalmasi insanlarin bilinclerinin artmasiyla olmadi ki. Ihtiyac kalmadi; ya da maliyeti korutmaz oldu.

    Yani, kolelik, ihtiyac kalmadigi yerlerde; ya da maliyeti korutmaz oldugu yerlerde kalkti veya azaldi.

    Benzer sekilde, insan ihtirasinin tehlikeli boyutlara varmasinin engellenmesinin en kestirme/isabetli yolu da, ihtiras objelerinin degerini azaltmak –yani, her acidan bolluk yaratmak– ile olabilir.

    Bunu da, anti-kapitalistlerin ‘gelme dusman su serperiz’ misali lakirdilari saglayamaz.

  362. “1. Benim derdim, ‘cıvıklık’ kelimesinin bile senle boy ölçüşemediğini ilk önce sana göstermek.

    2. ‘Utanmak’ kelimesi seni görse, kendinden utanır, ‘benden beterleri DE varmış’ diye.”

    Uzgunum. Her iki bakimdan da basarisiz oldunuz.

    Derdinizi ummana dokup asumana inlersiniz artik.

    “Fizik kurallarını bile altüst edecek kadar istisnasın.”

    Bu denli vicik vicik yagciliga midem dayanmiyor benim.

    Hic de gerek yok aslinda.

    Size oyle gelmese bile, ben de siradan bir insanim.

    “ki çoğu Meriç’ten daha da tehlikeli, ve ‘ayıplı’.”

    Cemil Emric’in ne acidan tehlikeli ve ayipli oldugunu yazar misiniz?

    “Anladığına emin değilim.”

    Buna sasirmadim.

    “Anlamayacağını tahmin ederek yazayım: John Forbes Nash Jr. adlı bir matematikçi var(dı), geçen yıl trafik kazasında öldü.”

    Nash’in hikayesini bilmeyen yok. 15 sene once filmi de yapilmisti. [bkz ‘A Beatiful Mind’ (2001) http://www.imdb.com/title/tt0268978/ ]

    Nash ile sizin aranizda tabii ki cok fark vardir –matematikten anlamak ilki olsa da.

    Nash, en azindan, belli bir zaman sonra, ducar oldugu illetin idrakine vardi.

    Siz, henuz o noktada degilsiniz anlasilan.

    “Sonuç olarak, hakkımda endişelenmene gerek yok.”

    Olur mu.. Geceleri uykularimi kaciriyor.

    “burada ki ziyaretçilerin DE herhangi bir psikolojik (ve nörolojik) buhranı olmadığını anlamanı ümit ederim.”

    ‘Mass hysteria’ denen bir illetten haberiniz var, degil mi?

  363. marxist argüman

    necip’ten alinti:
    “Baska bir deyisle, halkin gunluk sorunlarini cozmek, halka hizmet goturmek..
    Eger HDP bu konularda bir varlik gosterebilseydi, siradan halk kendilerinden memnun olsaydi, belediyelerine kayyum atandiginda siradan halk ayaklanir, meydanlara dokulurdu.
    Bunun olmadigini gorebiliyoruz. En babayigit cagri sonrasi bile 100-200 kisi zor toplaniyor.
    Buradan benim anladigim, HDP, ozerklik/bagimsizlik yolunda arkasinda kimseyi bulamayacak; bulamiyor. Cunku, herseyi kendi elleriyle sabote ettiler.”

    necip, yazdiklarin gercegi yansitmiyor. bunu nerden anliyoruz: devletin kayyum atama uygulamasina ve kayyum atadigi kurumlara bakarak.

    T.C. devleti hangi kurumlara kayyum atadi; devlet neden böyle bir uygulamaya ihtiyac duydu?

    cevap: devletin kayyum atadigi kurumlar birincisi kürt ulusal hareketine kurumlar, ikincisi fetullah gülen hareketine yakin kurum ve kurulu$lar. bu bir tesadüf mü? degil.

    “kürtcülük/bölücülük” zaten T.C. ulus devletinin kurulu$undan beri devletin milli güvenligini “tehdit” eden listenin ya bir ya da ikinci sirasinda ki tehlike olarak kategorize edilmi$.

    “fetö terör örgütü” de bilindigi gibi birincisi fetullah gülen hareketinin fazlaca büyüyüp serpilmesi; ikincisi gülen hareketinin tayyip erdogan’a sadiklik/loyallik gösterme de gönülsüz davranmasi sonucu devlet tarafindan “terör örgütü” olarak kriminalize edilmeye ba$landi.

    burdan $u sonuca varabiliriz: devlet, kendi varligina tehdit olarak gördügü kurum ve kurulu$lari kayyum atama uygulamasiyla “etkisiz” hale getiriyor. dolayisiyla devletin kayyum atamada kriteri/ölcüsü, bir kurum ya da kurulu$un iyi mi kötü mü yönetildigi degil, sözkonusu o kurum ve kurulu$un devlet alehinde; devlet’in varligini tehdit edecek bir faaliyet icinde olup olmadigidir.

    devlet, “kayyum atanan kurum ve kurulu$lar kötü yönetiliyor” derken, ölcü/kriter, yine devlete/hükümete sadiklik/bagliliktir. ne diyarbakir halki diyarbakir belediyesini devlete $ikayet etti, ne de zaman gazetesi okurlari zaman gazetesini devlete $ikayet ettiler.

    sonuc: türkcü/irkci/islamci bir ideolojiye sahip olan fetullah gülen hareketinin yine en az gülenciler kadar türkcü/irkci olan kemalist generaller tarafindan ve yine gülencilerle tamamiyla ayni ideolojiye sahip akp hükümeti tarafindan “terör örgütü” olarak “yasa di$i” edilmesinin sebebi, gülen hareketinin eri$tigi siyasi ve ekonomik güc ile alakali olarak “ba$ina buyruk” davranmasi, dolayisiyla devleti güclendiren fonksiyonunu kaybedip, devleti/hükümeti zayiflatan; asil devlet icin “tehdit” olu$turan bir güc haline gelmi$ olmasiydi.

    devletin kürt belediyelerine kayyum atamasi ise, devletin/hükümetin, “cözüm süreci” ile kürt ulusal hareketini devlete/topluma entegre etme giri$iminin ce$itli sebeplerden dolayi ba$arisizlikla sonuclanmasindan sonra ba$ladi.

    kürt hareketinin, birincisi rojavada ki kürtlerin lehinde geli$melerle alakali olarak lojistik ve moralmen güclenmesi, ikincisi kürt hareketinin kürt illerinde $imdiye kadar görülmemi$ yüksek oranlarda oy alarak belediyeleri kazanmasi T.C.’yi “kürdistan elden gidiyor” kaygisina gark etmi$; kürdistanda, devletin sarsilan otoritesini tekrar tesis etmek icin hükümet, kayyum atama uygulamasina ba$vurmu$tur.

    necip, tamamiyla devletin resmi propagandasini burda dillendiriyorsun: belediyeler kötü yönetiliyor; halka hizmet verilmiyor.

    kürt illerine kayyum atanmasi bir nevi kürdistana “sömürge valisi” tayin etme uygulamasidir; kürt ulusal hareketinin hem legal hem de illegal kanadinin halk destegi, lojistik ve moral yönünden güclenmesi ve devletin, kürdistanda kontrolü/otoriteyi kaybetmeye ba$ladigini anlamaya ba$lamasiyla alakalidir.

  364. marxist argüman

    anonim 343,
    “dem deutschen volk”tan neyi kastettigini tahmin edebiliyorum fakat, beni burda tahmin yapmaya zorlamayin ve derdinizi diger okuyucular da anlayacak $ekilde ayrintili ifade edin ki, tarti$manin bir anlami olsun.

    sana yazacak cevabim hazir fakat tekrar ediyorum: soru’nu diger okuyucular da anlayacak $ekilde formüle et, ondan sonra cevap yazayim.

  365. “HDP nin kürtlere hizmet götürmemesi üzerinden elestri getirmissin. Yani bir halk, bir Ulusun sorununu iktisadi maddi pragmatizme indirgeyivermissin.”

    Ayni anda iki isi birden yapaMAmak –yani, mesela, sakiz cignerken yuruyeMEmek– gibi bir sorunu yok ise, HDP’nin, ona oy vermis secmenine ne zaman hizmet goturecektir?

    Isteyip istemedikleri belli olmayan ‘bagimsizlik’tan ya da (isteyip istemedikleri belli olmayan) ‘ozerklik’ten sonra mi?

    “HDP ve kürt siyasetininde kolaya kacarak (böylece dunyada daha rahat Kabul görecegini sanirlar) ulusal baski illaki maddi nedenlere dayandirilmak zorunda degildir.”

    Bu cumleyi anlamadim.

    “Maddi iktisadi temeli olmasa dahi Ulusal baski ve inkara karsi mucadele ve özgürlük istemi Dogru ve haklidir.”

    Neyin hakli olduguna kim karar veriyor? Bu konuda bir referandum mu oldu da benim haberim yok?

    Dahasi, sehir catismalarinda oradaki ahali hangi tarafi tuttugunu kendi ayaklariyla gostermediler mi? [‘Saldiran’ (yani, ‘Devlet’) tarafina siginmadilar mi?]

    “Ispanyada Bask in hakim oldugu yerler, oldukca gelismis bölgelerdir. Buna ragmen ortada bir ulusal sorun vardir.”

    Bu cumle de, bu baglamda, pek anlamli degil, malesef.

    Ben, Kurtlerin bir kisminin taleplerinin ‘ekonomik anlamda gelismemislik’ten kaynaklandigini soylemedim.

    Her ne kadar, biraz da espri olsun diye, PKK’nin acilimin ‘Parasiz Kalan Kurtler’ oldugunu soyledigim vaki ise de, ve kismen isabetli olsa bile, bunun olan bitenin hepsini aciklamaga yetmeyeceginin farkindayim.

    PKK-oncesi Kurt ayrilikciliginin (bagimsizlikciliginin) bayraktarligini agirlikli olarak Kurt beylerinin (esrafin) yaptigini, PKK’nin ise, ilk is bunlari tasfiyeye yoneldigini de hatirda tutmak gerekir. Bu bakimdan, evet, PKK bir tur sinif hareketidir –Kurtler arasinda ve icinde.

    Bu detaylara baska bir suru detay daha eklemek mumkun; ama, zaman almasin diye kisa tutuyorum.

    Asil konumuza donersek:

    HDP, eger secildigi gorevleri bilhakkin yerine getirmis olsaydi, ilerde kuracagi (kurmak isteyip istemedigi ayri mesele) yonetim icin halka guvence verebilridi.

    Bunu yapmadi; ya da yapamadi. Ikisi de ayni kapiya cikar.

    Benim baktigim yerden, yapmasini engelleyen Devlet olamaz. Cunku, Devlet olsaydi, PKK-HDP bunu ayyuka cikarirdi.

    Geriye kim kaliyor?

    PKK.

    Yani, PKK –nedense– HDP’nin basarili olmasini istemedi.

    Sebeplerini kestirmek kolay degil. Sanki, tasfiye etmek icin onca zaman ugrasmis oldugu ‘esraf’in tekrar guc kazanmasini istemedi gibi.

  366. “Bu benzetmeyi ben ironi yapmak icin daha once kullanmistim.”

    Hangi fikre mensup oldugunuzu bilmiyorum; ama, idari yapida muhtarlarin ve belediye baskanlarinin secimle gelmis ilk kademeler oldugunun umarim farkindasinizdir.

    Tayinle gelmis Devlet memurlarinin aksine, muhtar (ihtiyar heyeti) ve belediye baskanlari (meclis uyeleri vs) yerel secmenlerin yerel taleplerine cevap vermek icin secilirler.

    Bunun neresinin ironik oldugu mucib-i meraktir.

    “Nasil bir cagda yasiyoruz arkadas espriler gercek oluveriyor.”

    Espri sandiginiz seyler deseniz daha dogru olmaz miydi?

    “tabii canim RTE rejimi sovyetik bile sayilabilir.”

    Konuyla alakasi?

  367. Hepimizi toplasak, Sezai Karakoç’un tek bir dizesi, Cemil Meriç’in tek bir cümlesi etmeyiz..

  368. “cevap: devletin kayyum atadigi kurumlar birincisi kürt ulusal hareketine kurumlar, ikincisi fetullah gülen hareketine yakin kurum ve kurulu$lar. bu bir tesadüf mü? degil.”

    Tesaduf degil tabii ki. Her ikisi de beka/asayis/guvenlik problemi olarak goruldu, o yuzden kayyumlar atandi.

    Cemaat ayagini bir yana birakalim; HDP/PKK konusunda devam edelim.

    HDPli belediyelerin imkanlarini carcur ettigi bilinmeyen bir sey degildi tabii ki. Devletin bu problem yuzunden kayyum atamasi anlamli da olmazdi cunku o bir tur ‘yerindelik’ arayisi olurdu. Halbuki, o, secmenin gorevidir.

    “burdan $u sonuca varabiliriz: devlet, kendi varligina tehdit olarak gördügü kurum ve kurulu$lari kayyum atama uygulamasiyla ‘etkisiz’ hale getiriyor.”

    Evet. Fakat, bunun neresi sasirtici?

    “dolayisiyla devletin kayyum atamada kriteri/ölcüsü, bir kurum ya da kurulu$un iyi mi kötü mü yönetildigi degil, sözkonusu o kurum ve kurulu$un devlet alehinde; devlet’in varligini tehdit edecek bir faaliyet icinde olup olmadigidir.”

    Benim yazdiklarimi cok hizli okumussunuz.

    Ben, ‘yerindelik’ gerekcesiyle Devlet kayyum atadi demedim –onu ima dahi etmedim.

    Fakat, surasini atlamissiniz, HDP, secmeninin (halkin) gozunde eger ‘yerindelik’ acisindan sorunlu bulunmasaydi, yani yeterince hizmet goturmus olsaydi, halkin destegini arkasinda bulurdu.

    Halkin destegi arkasinda olsaydi, Devlet –gerekcesi ne olursa olsun– kolay kolay kayyum atayamazdi.

    “ne diyarbakir halki diyarbakir belediyesini devlete $ikayet etti”

    Sonuclarina bakin, daha kolay anlasilir olur.

    Diyarbakir halki, ‘belediyeme dokunma’ diye sokaklara dokulmedi; degil mi?

    “tamamiyla devletin resmi propagandasini burda dillendiriyorsun: belediyeler kötü yönetiliyor; halka hizmet verilmiyor.”

    Yok. Siz, kendi onyargilariniz uzerinden bana projeksiyonlar yapiyorsunuz.

    Konunun birincil derecedeki onemli kismini, sirf bu onyargilariniz yuzunden gozardi ediyorsunuz.

    HDP, bir siyasi aktor idiyse, belediyeler olceginde iki seyi oncelikle yapmasi gerekirdi.

    1) Mevcut secmenini memnun etmeli, beklentilerine cevap vermeliydi.

    2) Baska partilere oy vermis bile olsa, onlara da hizmet goturerek onlari da kazanmaliydi.

    Her ikisini de yapmadi.

    Siyaset oyununu beceriksizce oynarsaniz, sonunda hos olmayan sonuclar ortaya cikabilir.

    “kürt illerine kayyum atanmasi bir nevi kürdistana ‘sömürge valisi’ tayin etme uygulamasidir; kürt ulusal hareketinin hem legal hem de illegal kanadinin halk destegi, lojistik ve moral yönünden güclenmesi ve devletin, kürdistanda kontrolü/otoriteyi kaybetmeye ba$ladigini anlamaya ba$lamasiyla alakalidir.”

    Bu dediklerinizin isabetli olMAdigini dusunuyorum.

    Tersine, Devlet, PKK-HDP’nin halk nazarinda itibar/guc kaybettigi bir ani yakaladigini dusunuyor gibi duruyor. Aksi olsaydi, hele de ortalik bu kadar karisikken, buna tesebbus etmezdi.

  369. marxist argüman

    necip’ten alinti:
    “Her ikisi de beka/asayis/guvenlik problemi olarak goruldu, o yuzden kayyumlar atandi.”

    bingo, tam isabet! gerek pkk/hdp/kürt sorunu gerekse de “fetö” sorununu tarti$manin dogru zemini budur; bir meseleyi dogru anlamak, meselenin özünü anlamak icin dogru zeminde tarti$mak, olmazsa olmaz $art.

    “HDPli belediyelerin imkanlarini carcur ettigi bilinmeyen bir sey degildi tabii ki. Devletin bu problem yuzunden kayyum atamasi anlamli da olmazdi cunku o bir tur ‘yerindelik’ arayisi olurdu. Halbuki, o, secmenin gorevidir.”

    yine tam isabet! demokrasi denilen siyasi rejimlerde bir belediyenin icraatlari ba$arisiz diye kayyum atanmaz; o ba$arisizligin diyeti gelecek secimleri kaybetmekle ödenir.

    demek ki devletin resmi tez’lerinden biri olan “hdp’li belediyer iyi yönetilmiyor; halka hizmet verilmiyor, bu belediyelere kayyum atamamizin sebeplerinden biri budur” tezi dogru degil. en azindan klasik belediyecilik acisindan dü$ünürsek dogru degil.

    böylesi bir iddianin dogru olmadigini $urdan da anlayabiliriz: diyarbakir gibi belediyeleri hdp birkac dönemden beridir üst üste kazaniyor ve yönetiyor; hdp’nin son yerel secimlerde oyu azalmak orda kalsin, hem daha önce hic yönetmedigi yeni belediyeler kazandi, hem de eskiden yönettigi belediyelerde oyunu arttirdi.

    peki bu i$in aciklamasi nedir?

    cevap: hdp’ye oy veren secmen ayni zamanda kürt ulusal hareketinin tabanidir ve bu insanlar hdp’ye, sadece belediyecilik icraatlarina bakarak oy vermiyorlar, bunun yanisira, belki de bundan daha cok hdp kendi partileri oldugu icin; “kürt” partisi oldugu icin oy veriyorlar.

    devlet de bunun farkinda ve devleti asil rahatsiz eden de tam budur: yani hdp’li belediyelerin kürt ulusal “bilincinin”/”kürtcülügün” geli$mesi icin yaptigi cali$malar.

    normalde bir T.C. belediyesinin hizmet kapsamina girmeyen bu cali$malar nelerdir: kürtce dil ve müzik kurslari, kürtcenin bir dil olarak türkcenin yanisira belediyelerde yani kamu alaninda kullanilmasi, yayginla$masi; hdp’li belediyelerin bu “kürtcü” hizmetlerle direkt yada dolayli olarak kürt ulusal hareketinI insan kaynagi, lojistik, ideolojik ve maddi olarak beslemesi.
    devlet de bunu zaten cok acik dile getiriyor.

    Basına yansıyan bilgilerde, Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nca hazırlanarak Genelkurmay Başkanlığı’na sunulan ve “Genelkurmay Strateji Plan Dairesi, Strateji Şube Müdürlüğünün “Çöktürme” planı adını verdiği “gizli” ibareli bir eylem planınından söz edilmi$ti.

    hdp’li belediyelere kayyum atanmasinin da devletin/hükümetin bu “cöktürme” planinin bir parcasi oldugunu tahmin etmek zor degil; yani kürt hareketinin legal ayagini/kaynalarini “cöktürme.”

    “Evet. Fakat, bunun neresi sasirtici.”

    ben “devlet” denilen üst otoritenin ne b…k oldugunu bildigim icin $a$irmiyorum; o yazdigim, meseleyi anlamak icin sadece bir tespittir. ben $a$irmiyorum ama “cözüm süreci neden bitti, hala anlami$ degilim” deyip $a$iranlar ve bu $a$kinlikla “komplo senaryolari” üreten zileli gibi insanlar var.

    “HDP, secmeninin (halkin) gozunde eger ‘yerindelik’ acisindan sorunlu bulunmasaydi, yani yeterince hizmet goturmus olsaydi, halkin destegini arkasinda bulurdu.”

    necip, kendinle celi$iyorsun; yukarda meselenin devlet icin beka/güvenlik meselesi oldugunu dogru olarak tespit etmi$tin fakat burda o dogru zeminden ayrilip, meseleyi yine “belediyecilik hizmetleri” perspektifinden degerlendirmeye cali$iyorsun.

    $u anda yerel secimler olsa emin ol hdp diyarbakirda yine kazanir; belli ki devletin resmi propagandasinin etkisinde kaliyorsun.

    senin mantiginla düsünürsek: zaman gazetesinin yüzbinlerce okuru vardi, zaman’a kayyum atandiginda o yüzbinlerce okuyucu sokaga döküldü mü?

    “bank asya”da hesabi olan binlerce insan vardi, “bank asya”ya kayyum atandiginda, o binler sokaga cikip protesto yaptilar mi? hayir. neden?

    sen cogu zaman yaptigin gibi skora/sonuca bakip hükme variyorsun.

    fetullah gülen hareketinin “yasa di$i” ilan edilip “terör örgütü” olarak siniflandirilmasindan sonra, insanlarin “fetö” üyesi ya da sempatizani olarak cezalandirilmaktan, hapisten, i$kenceden, i$ini/a$ini kaybetmekten tir tir titredigi bir ortamda; devlet terörünün bir karabasan gibi toplumun üzerine cöktügü; kürdistanda $ehir ve kasabalarin helikopter ve sava$ ucaklariyla yerle bir edildigi bir ortamda sen necip, “insanlar neden sokaga dökülmediler; demek ki devletin yaptigini onayliyorlar” gibi bir sonuca/kanaate variyorsun.

    bu son derece alayci/cynical bir “sonuc/kanaat” bence.

  370. Bir benzerlik daha:

    Kayyum atamalara ikinci bir Varlık Vergisi olayı diyebilir miyiz?

  371. “cevap: hdp’ye oy veren secmen ayni zamanda kürt ulusal hareketinin tabanidir ve bu insanlar hdp’ye, sadece belediyecilik icraatlarina bakarak oy vermiyorlar, bunun yanisira, belki de bundan daha cok hdp kendi partileri oldugu icin; ‘kürt’ partisi oldugu icin oy veriyorlar.”

    Bu –agirlikli olarak– isabetli ve –bu anlamda– sasirtici da degil.

    “devlet de bunun farkinda ve devleti asil rahatsiz eden de tam budur: yani hdp’li belediyelerin kürt ulusal ‘bilincinin’/’kürtcülügün’ geli$mesi icin yaptigi cali$malar.”

    Evet. Fakat, ‘Devlet’in –bidayette– siyasi bir organ oldugunu, ahalisini/tebasini/vatandasini (topyekun veya belli olceklerde, en azindan) karsisina almak istemeyecegini de not etmeliyiz.

    Ayni nefeste, devlet namzedi hevesi olanlar da, ahalisinin/tebasinin/vatandasinin umitlerini ancak belli bir sure canli tutabilir.

    Bu canliligi saglamak icin de, sirf anadilinin okullarda okutulabilmesi gibi (bagimsizlik) vaadler yetmez.

    En azindan, yerine ikame olmak istedigi ‘devlet’ kadar, bazi fonksiyonlari de saglayabilmesi (saglayabilcegini gostermesi) gerekir.

    Bu da, temel olarak, adliye, asayis, savunma ve maliye (vergi salmak) fonksiyonlaridir.

    Tabii, bunlar temel seyler; bir de yanal/lojistik fonksiyonlar var.. sagligindan, egitimine, belediye hizmetlerinden, kulturel hizmetlere kadar cok genis bir yelpazeden bahsediyoruz.

    Eger Mars’ta yasiyor olsaydik, bu fonksiyonlari peyderpey olusturup, sifirdan bir devlet kurabilirdik.

    Ama, Turkiye Mars degil. Mevcut bir devlet var ve o devlet icinden –caktirmadan– bir baska devlet cikarmak icin ya siddet (devleti yenecek siddet) ile ya da cazip bir teklifle gelmek gerekir.

    Ilk alternatif birkac defa denendi; basarili olmadi.

    Ikincisi ise, gordugum kadariyla, ‘uniter devlet’ cercevesinde ciddiye bile alinmayacak. En azindan uzun bir sure icin.

    Yani, bu baglamda, ahalisinin/tebasinin/vatandasinin umitlerini canli tutmak icin PKK’nin elinde gercekci pek bir sey yok.

    Bu umitleri canli tutmak icin geriye ne kaliyor(du)?

    Belediyecilik gibi yanal/lozistik hizmetler.

    Iste, ben, bu hizmetlerdeki beceriksizliklerinin yuzunden, PKK’nin, ahalisinin/tebasinin/vatandasinin umitlerini canli tutmak baglaminda duvara tosladigini dusunuyorum.

    Buna bir de, ‘hendekism’ benzeri yontemlerle, ‘tanriyi kiyamete zorlamak’ gibi de duran, bolge halkini cok temel, cok radikal, cok fundamental bir tercihe zorlamak, ayaklanma cikarip devlete sah dedikten sonra yasanan husrani da eklersek, PKK’nin –kendi eliyle– ‘swan song’ terennum ettigini de gorebiliriz, bence.

    Bu acikli hikaye sonrasinda, olmadi, devleti katliama zorlayamadilar. Bu bir.

    Bu hamleyi ‘cozum sureci’nden sonra yaptiklari icin, halkin artik eskisi kadar gonullu olamayabilecegini hesaplayamadilar. Bu iki.

    Ucuncusu de, –ki, bence bu devenin beklini kiran son saman copudur– yerel yonetimlerde bile bu kadar beceriksiz cikmalari, halkin desteginin ziyadesiyle azalmasina yol acti.

    Bu saydigim uc unsurdan, bence, en kritik olani da –yukarida vurguladigim uzere– belediyecilikteki beceriksizlikleridir.

    Yani, yerel seviyede dahi, yonetsel becerilerinin olmayisi, PKK-HDP’nin nemli/basat oyuncu sayilmayisina yol acti.

    Su anda da, Devlet, butun bunlarin karsiliklari kendi hanesine yazilmis oldugundan dolayi, belki de yillar once atmasi gereken diger adimlari atmaga basladi.

    Benim tahminim, Devlet, onumuzdeki surecte, PKK-HDP’yi beka sorunu olmaktan cikarilip, siradan asayis sorunu haline getirilmege calisacak.

    “Basına yansıyan bilgilerde, Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nca hazırlanarak Genelkurmay Başkanlığı’na sunulan ve ‘Genelkurmay Strateji Plan Dairesi, Strateji Şube Müdürlüğünün ‘Çöktürme’ planı adını verdiği ‘gizli’ ibareli bir eylem planınından söz edilmi$ti.”

    Ben bu soylentileri iskalamisim. Bir link verebilir misiniz?

    “hdp’li belediyelere kayyum atanmasinin da devletin/hükümetin bu ‘cöktürme’ planinin bir parcasi oldugunu tahmin etmek zor degil; yani kürt hareketinin legal ayagini/kaynalarini ‘cöktürme.'”

    Ben, nacizane, ‘legal’ ayaginin –agirlikli olarak– kendi kendisini tasfiye ettigini, geriye ‘illegal’ ayaginin kaldigini dusunuyorum.

    “kendinle celi$iyorsun; yukarda meselenin devlet icin beka/güvenlik meselesi oldugunu dogru olarak tespit etmi$tin fakat burda o dogru zeminden ayrilip, meseleyi yine ‘belediyecilik hizmetleri’ perspektifinden degerlendirmeye cali$iyorsun.”

    Yok. Celistigimi dusunmuyorum. Yukarida da izah etmege calistim: ‘Belediyecilik hizmetleri’ PKK-HDP acisindan cok kritik idi. Bu hizmetleri bilhakkin yerine getirebilseydiler, baska hatalari onemsiz olabilirdi.

    “$u anda yerel secimler olsa emin ol hdp diyarbakirda yine kazanir; belli ki devletin resmi propagandasinin etkisinde kaliyorsun.”

    Iyi de, kimsenin ‘su anda’ bir secim yapagi yok ki.

    Aradan birkac sene gectikten, ortalik biraz daha durulduktan ve yerel siyaset yeniden duzenlendikten sonra durumun ne olacagini tahmin etmek cok da kolay degil.

    Bugune kadar pek de yuz verilmeyen, Kurtler arasi diger siyasi aktorlerin onlerinin acilmayacagini; dolayisi ile, Kurtlerin kendi aralarinda daha cok oyuncunun peydahlanmayacagini; sonuc olarak da, bolgedeki siyasi atmosferin cok daha renkli hale gelmeyecegini de garanti edemeyiz.

    “senin mantiginla düsünürsek: zaman gazetesinin yüzbinlerce okuru vardi, zaman’a kayyum atandiginda o yüzbinlerce okuyucu sokaga döküldü mü?”

    Oradan baslamayin; daha aciklayici olmasi icin, dershanelerden baslayin isterseniz.

    Dershaneler kapatilmaga basladiginda kimsenin canhiras bir sekilde sokaga cikmamis olusu, ondan sonra gelen (gelecek olan) adimlari da kendiliginden belirledi/kolaylastirdi.

    “sen cogu zaman yaptigin gibi skora/sonuca bakip hükme variyorsun.”

    Sonuclari gozardi ederek mi hukme varmami bekliyordunuz? 😉

    “fetullah gülen hareketinin ‘yasa di$i’ ilan edilip ‘terör örgütü’ olarak siniflandirilmasindan sonra, insanlarin ‘fetö’ üyesi ya da sempatizani olarak cezalandirilmaktan, hapisten, i$kenceden, i$ini/a$ini kaybetmekten tir tir titredigi bir ortamda;”

    Futbol musabakalarinda bile ‘olmege, olmege geldik’ diyen kalabaliklara asina bir toplumda, devlete sah cekmenin, sokaklara kadinlari salip mir-mir mir-mir Cevsen okutmaktan biraz daha anlamli bir hamleye tekabul edecegini beklemez miydiniz?

    Butun fiili gucunun bu kadar oldugu ortaya ciktiktan sonra, muhatap olacaklari butun muteakip adimlar kolaylasir tabii ki.

    “devlet terörünün bir karabasan gibi toplumun üzerine cöktügü; kürdistanda $ehir ve kasabalarin helikopter ve sava$ ucaklariyla yerle bir edildigi bir ortamda sen necip, ‘insanlar neden sokaga dökülmediler; demek ki devletin yaptigini onayliyorlar’ gibi bir sonuca/kanaate variyorsun.”

    ‘Onayliyorlar’ demiyorum.

    Yeni ve farkli bir devlet olmak yolunda PKK’yi yeterince desteklemiyorlar diyorum.

    Ikisi cok farkli. Nuans, dikkat etmenizi gerektirecek kadar, onemli.

    “bu son derece alayci/cynical bir ‘sonuc/kanaat’ bence.”

    Yok. Ben realist baktigimi dusunuyorum.

    Soguk bulabilirsiniz –itiraz etmem– ama ‘alayci/cynical’ demek dogru degil.

  372. özgürlükçü

    Bu site sansürcüdür
    Bana yapılan hakaretleri yayımlayıp benim cevaplarımı yayımlamadı SANSÜRLEDİ
    5-6 yorumum sansürlendi
    Zileli bu sana yakıştımı??????
    Necipi savunmak için işin SANSÜREMİ kaldı?????

  373. —349 ve 351—

    Yine, tipik, ‘libertarian capitalist’ lakırtılar: — ihtiras objelerinin degerini azaltmak -yani, her acidan bolluk yaratmak- ile olabilir.—

    ‘Economic growth’ konseptini, hâlâ ama hâlâ; Friedrich Hayek, Ayn Rand, Murray Rothbard, Ludwig von Mises, Milton Friedman ve türevlerinin beyninden çıkanlar doğrultusunda savunmak, Necip ve muadillerinde.

    Sadece ‘insan’ın kökünü kazımak değil, dünyadaki [ve hâttâ, uzaydaki] kaynakların DA kökünü kazıya kazıya ‘her acidan bolluk’ yaratmaya didinen bir ölümcül zihniyet ‘economic growth’, Necip ve muadillerinde.

    Hâlbuki, bunlara, 110-20-30 küsür yıl önce etraflıca kafa yoruldu, ve, ‘sömürü mekanizması ile bolluk’un saçmalığı ispatlandı. Pierre-Joseph Proudhon, Karl Marx, Henry David Thoreau, Thorstein Veblen gibileri, ‘sömürü mekanizması ile bolluk’un rasyonel olmadığını ispat ettiler. Buna mukabil, Joseph Alois Schumpeter [Creative destruction & Schöpferische Zerstörung] ve bunun peşine takılanlar, hâlâ ‘sömürü mekanizması ile bolluk’ yaratmak derdinde, Necip ve muadilleri.

    İşte problem, bu bakış açısı: —‘Cimento&beton mixer’leri yasaklasak problem kokunden cozulecek; belli.—

    337 no’da yazdığımdan işine gelenleri cımbızla al, işine gelmeyenleri çöp kutusuna gönder.

    Çözüm, çimento&beton mixer’lerini yasaklamakla gelmez.

    Problem, o çimento&beton mixer’lerinin şoförlerine, inşaatı çabuk bitirmek ve yüksek kâr etmek için gaz pedalına basması emrini veren ‘haşmetli kapitalist patronların’ sorgulanMAmasıdır. Aslında bu problemi sen DE gayet iyi biliyorsun, fakat itiraf etmek işine gelmiyor.

    —Boylece, birer android gibi, acimasiz ve vicdansiz patronun emriyle her turlu melaneti istemdisi yapan o masum sofor kardeslerimiz de kurtulmus olacak. Degil mi?—

    O şoförlere, gaz pedalına basmasını emreden ‘kapitalist sistemi’ sorgulamak işine gelmiyor. Katilin ‘kapitalist sistem’ olduğu APAÇIK ortadayken, şoförlerin masum olup-olmadığını ilk sıraya koymaya, böylelikle hedefi saptırıp, bütün sorumluluğu şoförlerin üzerine yıkmaya uğraşıyorsun, beceremiyorsun, sırıtıyor. Kapitalizm tarafından, 21 yaşında öldürülen Veysel Karani Keleşoğlu’nun cansız bedenini, ‘şirketin imajı zedelenmesin’ diye molozların arasına atan canavarlık, senin gibi zihniyetlilerin bu hayatta borusunun ötmesi neticesidir. Veysel Karani Keleşoğlu’nu bizzat sen öldürmedin, fakat ‘senin DE savunduğun kapitalist canavarlık’ sebebiyle, bu emekçinin ölümünde senin DE payın var. Utanmasan, —merhum Veysel kardeşimiz de, inşaatta sömürüleceğine, gideydi, pazarda limon-maydanoz-çorap-tırnak makası sataydı, ölmezdi. ‘Skyland İstanbul’un sahibi ‘Eroğlu İnşaat’ iyi akıl etmiş aslında, öldürdüğü işçinin cesedini molozların arasına atıp kaçmayı. Yeter ki, şirketin marka değerine zeval gelmesin, işçiler geberse de olur. Gebermek, işçinin fıtratında var, kapitalist sistemin asla kabahati yok.— diyeceksin, Necip.

    Soma’da, kapitalizm tarafından öldürülen insanları umursamayan, —onlar da tarlada ırgatlık yapsalardı. Ben mi onları madene, kapitalizm tarafından öldürülmeye gönderdim?— diye yazan kişi [en hafif tabirle] ‘kibirli ukala’dır [yani, bu sayfada, Necip’tir].

    Necip’in [ve muadillerinin] savunduğu:
    Doğada planktonlar da, diğer çeşit çeşit türler de – hayvanlar da birbirleriyle rekabet ediyor, güçlü olan zayıf olanı eziyor, birbirlerini öldürüyor, doğanın kanunu bu. Doğada süregiden bu kanunu-sistemi insan hayatına ikame edip, buna ‘kapitalizm’ ismi verilmiş evvel zaman içinde. Bu sistemde de, doğada olduğu gibi aynen, insanlar birbirleriyle rekabet ettiğine göre, ‘kapitalizmde insanların birbirini ve diğer türleri öldürmesi gayet normaldir.’ Soma’da ölen işçiler, madene inmek yerine tarlada ırgatlık yapsalardı, ölmezlerdi. Belki, tarlaya, tıkabasa dolu bir minibüs ile giderken, trafik kazası geçirip ölürlerdi. Görüldüğü üzere, kapitalizmin asla kabahati yok.

    Necip’in [ve muadillerinin] savunduğu bu canavarlığı ortadan kaldıracağız.

    ‘her turlu melaneti istemdisi yapan o masum sofor kardeslerimiz’: Bu emekçiler, sıkıysa, kapitalist patronun emrine karşı gelsin, sıkıysa ‘bilinçli olarak’ gaz pedalına basMAyacağını kapitalist patronun suratına bağırsın, ondan sonra bakın bakalım, o şoförü [şoförleri] kapıdan dışarı nasıl atıyorlar, o şoförün [şoförlerin] ekmek parası kazanmalarının önünü nasıl kesiyorlar. Kapitalist sistem için, şahısların istemdışı ve/veya bilinçli davranmaları pek mühim değildir; kârı en çabuk şekilde ve en yüksek meblağda getirecek davranış kalıpları ne ise, onu yaymak kapitalist sistemin amacıdır. Eğer ‘istemdışı davranışlar’ yüksek kâr getiriyorsa, kapitalizm, insanları [ve diğer birçok türü] zombileştirmek için uğraşır; eğer ‘bilinçli davranışlar’ yüksek kâr getiriyorsa, kapitalizm, —her ilde bir üniversite kurduk eyyy halkım!— pazarlaması ile ‘eğitimli köle’ yetiştirmeye uğraşır. Hangisi işine geliyorsa, kapitalizm onu yaymaya uğraşır.

    ========== İkaz [1] ==========

    Kitap: ‘Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri’
    Yazan: Richard Sennett (Sosyolog)
    Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
    Sayfa: 38, 39
    Adres: ( http://bit.ly/1CkYv08 )

    […]
    ‘Ulusların Zenginliği’ çok uzun bir kitaptır; Adam Smith’in zamanında, yeni ekonomi taraftarları, kitabın sadece dramatik ve umut dolu başlangıç kısmına atıfta bulundu. Oysa, kitap ilerledikçe daha karanlık hâle gelir: İğne fabrikası giderek uğursuz bir yere dönüşür.

    Smith, iğne imâlatında, işlemleri parçalara bölmenin:
    İğne işçilerine saatler boyunca bir tek küçük işlem yaptırarak; onları uyuşturan, adeta robotlaştıran bir işgününe mahkûm etmek olduğunu farketmişti.

    ‘Rutin’; belirli bir noktada zararlı hâle gelmeye başlar. Çünkü insanoğlu, kendi çabası üzerindeki kontrolünü yitirir; çalışma zamanı üzerindeki kontrolün yitmesi ise insanın ‘zihnen öldüğü’ anlamına gelir.

    Adam Smith; kendi çağındaki kapitalizmin bu yol ayrımına geldiğini düşünüyordu. Yeni düzende ‘en çok emek sarf edenler en azla yetiniyor’ dediğinde; aklında ücretlerden ziyade işin bu ‘insani boyutu’ vardı.

    ‘Ulusların Zenginliği’nin en karamsar pasajlarından birinde Smith şöyle yazar:

    ‘İşbölümünün ilerlemesiyle birlikte; emeğiyle geçinen insanların çoğunun işi bir dizi çok basit işlemle, hâttâ bir-veya-iki işlemle sınırlı hâle gelir. Bütün hayatı, birkaç basit işlemi gerçekleştirmekle geçen insan, son derece aptal ve cahil hâle gelir.’

    Bu alıntının gösterdikleri doğrultusunda hareket edersek:

    Sanayi işçisi, 1000 (bin) dize ezberlemiş bir tiyatro oyuncusundaki özdenetime ve dinamik ifade gücüne asla sahip değildir. ‘Diderot’nun ‘aktör’ ve ‘işçi’ arasında kurduğu benzeşim yanlıştır; çünkü işçi, yaptığı işi kontrol edemez. İğne işçisi, işbölümü sürecinde ‘aptal ve cahil’ bir yaratığa dönüşür; yaptığı işin tekrara dayalı mekaniği, onu (işçiyi) pasifleştirir. Bu nedenlerden ötürü; ‘endüstriyel rutin’, insan karakterinin bütün derinliğini yok etmek tehlikesini barındırır.
    […]

    ========== İkaz [2] ==========

    1950’lerde ABD-Cleveland’da, ‘Ford’un tesislerini; şirketin kurucusu Henry Ford’un torunu ‘Henry Ford II’nin ev sahipliğinde gezmekte olan ‘Otomotiv Sanayi Çalışanları Sendikası (United Automobile Workers, UAW)’ başkanı ‘Walter Philip Reuther’ arasında bir konuşma geçer.

    Tesisin ortalarına yaklaştıklarında; Henry Ford II, W. P. Reuther’ı, yeni teknoloji ile donattıkları üretim bandının başına getirir, ve sinsi bir ses tonuyla ona sorar:

    Sayın Reuther, siz de kendi gözlerinizle gördünüz; çağ artık makinelerin çağı!
    Şu robotik kollara bakar mısınız! Bir insan koluyla kıyaslayacak olursak; ne kadar da maharetli çalışıyorlar, değil mi!
    Aslında ben bir şeyi merak ediyorum:
    Lütfen bana söyler misiniz;
    (Eliyle alaylı bir şekilde makineleri işaret ederek)
    Artık, bu üretim bandımızın başında tutmamız gereken işçi sayısı azaldı, yakında bu bölümümüzde hiçbir işçiye ihtiyacımız kalmayacak, artık, hamarat makinelerimiz göğsümüzü kabarta kabarta yüksek hızla çalışıyor. Peki, siz, sendikanıza topladığınız aylık aidatları bu vakitten sonra nasıl toplamayı düşünüyorsunuz!

    W. P. Reuther, istifini hiç bozmadan, aynı alaycı ses tonuyla cevap verir:

    Bay Henry, peki siz, bu üretim bandından çıkardığınız otomobilleri nasıl satmayı planlıyorsunuz!
    Arabalarınızı ‘bu makineler’, ‘şu robotik kollar’ satın almayacak herhâlde; değil mi bay Henry!
    Bir şeyi asla aklınızdan çıkarmayın bay Henry;
    Siz, yepyeni teknolojileri tesislerinize kurarak, üretim maliyetlerinizi her geçen gün azaltarak, işçileri çıkartarak arabalarınızı üretiyor olabilirsiniz.
    Ama unutmayın;
    ‘Tüketici’ dediğimiz ‘insanlar’ hâlâ o eski yöntemle, yani, bir erkekle bir dişinin biraraya gelmesiyle üretiliyor! Henüz, sizin bütün arabalarınızı satın alabilecek ‘insan (tüketici) fabrikaları’ inşa edilmedi! ‘Kadınların’, birer ‘seri insan (tüketici) imâlathaneleri’ olMAdığından, kadınların birer kuluçka merkezi olMAdığından haberdarsınızdır, diye umuyorum!

    Her ay bir önceki aya göre,
    Her yıl bir önceki yıla göre,
    Veya her ‘beş-yıl’ bir önceki ‘beş-yıl’a göre gibi zaman dilimlerini dikkatle incelerseniz;
    Eline daha az maaş (ücret & para) geçen bir tüketici, eğer gelirini arttıramazsa,
    Sizin ‘yepyeni teknoloji’ ile donatılmış, ‘robotik kollarla üretilen’ son model arabalarınızı da almayacaktır!
    Sizin ‘maliyet unsuru’ olarak yaftaladığınız işçiniz, aynı zamanda, sizin ürünlerinizi satın alan müşterinizdir de!
    Tesislerinizde teknolojiyi nasıl en verimli şekillerde kullanacağınızı öğrenmişsiniz, ama, ekonomideki oyuncuların hangi rolleri üstlendiğini henüz öğrenememişsiniz!
    İşçileri çöp kutusuna gönderirseniz, sizi, teknolojiniz bile kurtaramaz!
    Ürünlerinizi ‘bu makineler’, ‘şu robotik kollar’ değil; hâlâ insanlar satın alacak!

    der, ve her ikisi de kahkaha atarak tesisin diğer bölümlerini gezmeye devam ederler!

    Kasım 2011
    ‘The Economist’
    ‘Artificial intelligence – Difference Engine; Luddite legacy’
    ( http://www.economist.com/blogs/babbage/2011/11/artificial-intelligence )

    Şimdi tekrar tekrar düşünmek zorundayız:

    ‘Robotik Kollar’ araba satın alabilir mi!
    Yoksa;
    Arabayı ‘insan’ mı satın alır!

    Kapitalizme karşı ‘eylem’lere başlamadığımız sürece; bu soruları sormaya daha çok devam ederiz!

    Necip [ve muadilleri] de, —kapitalizm, doğada var olan sömürü mekanizmasının bizlerin hayatına ikame edilmesinden, uyarlanmasından başka bir şey değildir. Kapitalizmi kaldıramazsınız, ama azgınlaşMAması için yöntemler geliştirebilirsiniz. Solcuların ekseriyeti, bazı yöntemler denedi, ama tutmadı, beceremediler. Öyleyse, çenenizi kapatın ve kapitalizme boyun eğmeye devam edin. Ben bir nebze ‘Charles Darwin’ciyim, ve bir nebze ‘Herbert Spencer’cıyım. ‘Survival of the fittest’ hayatımın motto’sudur. Bu motto’mu gerçekleştirmek için, kan akıtmaktan da asla çekinmem, örnek mi: Soma’da işçilerin ölümü tamamıyla kendi fıtratlarının neticesidir, kapitalizm onları öldürmemiştir. Benim dinim ‘Kapitalizm’dir. Ben bir mahlûkum, sadece bana kızın, sadece beni eleştirin, ama dinim ‘Kapitalizm’e asla çemkirmeyin.— zırıltıları ile kapitalizmi yüceltmeye devam ederler.

    İslamcı diktatörlüğe karşı mücadele etmemiz yetmiyor, bir de, Necip [ve muadilleri] gibi kapitalizm savunucularına karşı mücadele etmemiz gerekiyor.

  374. “Uzgunum. Her iki bakimdan da basarisiz oldunuz. Derdinizi ummana dokup asumana inlersiniz artik.”

    Başarılı olup/olmamanın kriterlerini de mi sen belirliyorsun, ‘gaflet’ gibi kelimelerin anlamlarını sahiplendiğin gibi mi. Yine, ‘benmerkezci’ zihniyet, yine hüsran.

    Okyanuslara dert anlatmak-dökmek, daha çok edebiyatla ilgilenenlerin yaptığı bir şey olsa gerek (diğer pek çok dal da var elbette. ‘Edebiyat-dışı’ndan bu siteyi ziyaret edenler üzülmesin). Benzer şekilde, avuçlarımı göğe açıp (ve hâttâ diz de çöküp), boşluğa doğru inleyen-yalvaran bir kişi değilim.

    Olmadı, beceremedin.

    “Bu denli vicik vicik yagciliga midem dayanmiyor benim. Hic de gerek yok aslinda. Size oyle gelmese bile, ben de siradan bir insanim.”

    RTE’nin başdanışmanlar teşkilatına yanaşmaya uğraşanların (burada, Necip’in), mideleri de, bedenlerinin diğer birçok bölümü de, dayanıklıdır. Sıradan biri değilsin, ‘yeterince ihtiras sahibi olmaya’ çabalayan, fırsatçı, hardcore-hedonist bir zatsın.

    “Cemil Emric’in ne acidan tehlikeli ve ayipli oldugunu yazar misiniz?”

    Nihayet, senin ‘akıl arkadaşların’ ve RTE’nin ‘gönül mentorları’ olan o 7 adamın kimler olduğunu (340’ta) öğrenebildin. Cemil Meriç, bahsi geçen dizi kurgulanırken, 8. kişi sırası ile kadroya dahil olacakken, Meriç’in kızının (Prof. Dr. Ümit Meriç) RTE’nin yakın çevresindeki kişilerle bazı ticari münasebetleri ayyuka çıkmasın diye, dahil edilmedi. Başka bir formül icat edildi, RTE’nin dağıttığı Cumhurbaşkanlığı bilmemne ödüllerinden bir tanesi, Cemil Meriç’in anısına Ümit Meriç’e ve yanında getirdiği akrabalarına verildi, sonra da sırıta sırıta toplu hâlde fotoğraf çektirildi. İstersen, internette arama yaparak, RTE’nin, hem Cemil Meriç, hem Ümit Meriç hakkında neler söylediğini bulabilirsin.

    Soru şu, ‘peki bu yaşananlardan Cemil Meriç’le ilgili nasıl bir sonuca ulaşıyoruz?’

    Cevap [1]: Nuri Pakdil, RTE ile ilgili neler söylüyorsa (zahmet olmazsa, internette ara ve öğren), aynısını, Meriç, yaşadığı dönemdeki ‘hükümetler’ için DE söyledi. Eğer bugün yaşasaydı Cemil Meriç, dostu Nuri Pakdil’in (ve oldukça ihtiyarlamış diğer ‘mentor dostları’ının) koluna girerek, cızırtılı bir edayla, ‘eyyy RTE, ümmetin kaderi artık senin ellerinde. Durmak yok, yola devam.’ haykırışıyla son vazifelerini yerine getirmek için yanıp tutuşurlardı. Umarım, şimdi, Shakespeare’in uyarısını —Bir damla kötülük en soylu varlığı lekeler, ve yerle bir eder bile bazen.— net idrak edersin.

    Cevap [2]: Diğer pek çok ‘yerli ve milli’ görüntü vermeye çırpınan münevverimsi şahıslarda gözlemlendiği üzere, Cemil Meriç’te de, ‘snop(b)’ ve ‘ötekileştirici’ tohumlar mevcut. Bu tohumların ekilip sulanması ile yetiştirilen, ve piyasaya sürülen en meşhur mallardan biri: RTE. ‘Millî Türk Talebe Birliği (MTTB)’nin, 1970’li yıllardaki organizasyonlarında, RTE (ve İsmail Kahraman gibi pek çok diğerleri de), Cemil Meriç’in onlara ‘gönül mentorluğu’ yapmasından pek memnun kaldıklarını, ‘o yıllarda, üstatlarının icazet paylaşımı sohbetlerinin tadını’ artık hiçbir yerde ve zamanda bulamadığını sürekli dile getirir.

    Bu cevaplara kanıt mı istiyorsun, Necip?

    Lafı yok yere uzatmamak için, sana şimdilik bir tane göndereyim:

    Su Koyuveren Yazar…

    Cemil Meriç’i ne zamandan beri okumak istiyordum. Bir arkadaşımda onun Bu Ülke (İletişim, 2008, 29. Baskı) adlı kitabı varmış, aldım ve dün okumaya çalıştım. Okumaya çalıştım diyorum, çünkü Cemil Meriç kendini okutmamak için elinden geleni yaptı. Özellikle değer yargılarıyla.

    Kitap kısa makalelerden ve aforizmalardan oluşuyor. Bu kısa makale ve aforizmalar 1980’lerde derlenip, sağlığında basılmış. Dolayısıyla, kitap bir başkası tarafından yayına hazırlanmış bile olsa, kitapta geçen deyim ve ibarelerden doğrudan doğruya sorumlu yazar.

    Zaten ben bu yazıda kitabın içeriği üzerinde duracak değilim. Sadece söyleyeceğim şu: Cemil Meriç’in kitaptaki bütün makaleleri, sağcı-muhafazakâr bir muhayyilenin ürünleridir.

    Benim burada esas üzerinde durmak istediğim bu sağcı-muhafazakâr bakış açısının gelişmiş kültür ürünleri ve bu ürünlerin yazarları hakkındaki yargılarının uygunsuzluğudur.

    Sadece birkaç örnek vereceğim burada. Uygunsuz kelimelerin altlarını ben çizdim:

    Baha Tevfik hakkında:

    “Baha Tevfik, dalâlet ordusunun üçüncü gönüllüsü… İdrakinin kapılarını her milli değere taassupla kapayan bu maddeci yazar, Batı’nın en hâyide yalanlarını ilmin son sözü olarak sergiler, ‘Evlenmeyin’, der etrafındakilere… ‘Evlenmeyin, çünkü bizde aile hayatı yoktur.’ Bu sahte nihilistin daveti alayla karşılanır. Ama, irfanı tâbiiyet değiştiren aydınlarımız yeni Tanrılarına evlatlarını kurban ederler. Cevdet Paşa’nın torunu Katolik rahibesi, Fikret’in oğlu Protestan papazı olur. Halûk bir ‘cins isim’dir artık; tarihten kaçanların ismi.” (s. 136)

    Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik ve Prens Sabahattin hakkında:

    “Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik ve Sabahattin Bey vs. Sözde bir isyandı bu… taassuba, istibdada karşı zekânın direnişiydi. İzmihlâlin mes’uliyetini imana yükleyen bu zavallılar bir asır önceki Fransız intelijansiyasının kiliseye karşı savaşını tekrarlayan şuursuz birer aktördüler.” (s. 176-177)

    Kadın romancı George Sand hakkında:

    “Sand gibi dişlemediği meyve kalmayan bir alutfe-i cihan…” (Yani “dünya orospusu” G.Z.) (s. 201)

    Anarşistler hakkında:

    “Hiçbir anarşist cinayeti överken onun kadar coşkun değildir” (s. 201) (Yani anarşistlerin “cinayeti övdüğü” tartışılmaz bir gerçek Cemil Meriç’e göre. G.Z.)

    Sosyalizm ve komünizm hakkında:

    “Sosyalizm de komünizm de bir nevi ‘içtimai liberalizm’. İnsanlara karşı hürmüşüz de, özel mülkiyet canımıza okuyormuş. Özel mülkiyet kalktı mı hürriyetimiz tamamlanırmış. İstedikleri bütün insanların yoksul, bütün insanların dilenci olması. İçtimai liberalizmin insanlara vaadi: Cihanşümûl dilencilik.” (s. 203-204)

    Max Stirner hakkında:

    “O zavallı mektep hocası da benliğinin zindanına mahpus… Gerçek olan tek değer: ferdin zevki, ferdin saadeti, ferdin iktidarı. Devlet, kanun, ahlâk… Kendi kendimize vurduğumuz birer zincir… Keyfim benim değil mi? Haklarımın sınırı yok. Bütün dünya benim. Görüyoruz ki ihtiyar Hobbes’in ‘tabiat hali’ ile karşı karşıyayız. İnsanın insan için kurt olduğu bir dünya bu. Öldürdüğünüz kadar yaşar, çaldığınız kadar kâm alırsınız. Her şey sizin. Avrupalı’nın coşkun bir hayranlıkla tekrarladığı bu abesler, Şark’ın meçhulü değildir.” (s. 202-204) (Evet ama ya burada söylenenlerin bireyci anarşizmin kurucusu Max Stirner’le ilgisi çok azsa… G.Z.)

    Marquis de Sade hakkında tanıtma notu (hakaret içeren deyimlerin yanı sıra kadınları aşağılayan, ayrıca bayağı polis diline lütfen dikkat, G.Z.):

    “Sadizmin isim babası. Şımarık, küstah, edepsiz. Evlenir. Baldızına balta olur. Sokak sürtükleriyle hayâsız maceraların kahramanı. Hapse tıkılır, kaçar, yeni rezaletler icat eder. 1775’te baldızıyla İtalya’ya gider. Dönüşte hapsedilir. Bir yolunu bulup hapishaneden tüyer; yeniden kaçar, yeniden enselenir. Nihayet Charenton tımarhanesine tıkılır… Nihayet tekrar tımarhaneyi boylar… Apollinaire de o bulanık kaynaktan feyz almış zaman zaman. Sürrealistler hazreti üstat tanımışlar.” (s. 327-328)

    Cemil Meriç’in kitaptaki bir makalesi “Su Alan Gemi” başlığını taşıyor.

    Bazı gemiler su alır. Bazı yazarlar ise su koyuverir!

    30 Ekim 2012
    Gün Zileli
    ( http://www.gunzileli.com/2012/12/01/su-koyuveren-yazar%E2%80%A6/ )

    “Nash, en azindan, belli bir zaman sonra, ducar oldugu illetin idrakine vardi. Siz, henuz o noktada degilsiniz anlasilan.”

    Cevabımı 336’da açık açık yazmıştım, fakat cımbız kullanmakta maharetli olduğundan, yine görmezden gelmişsin: Herhangi bir psikolojik (ve nörolojik) buhranım olsaydı, kendi kendime teşhis koymaya güvenemeyip, tıp uzmanlarına danışsaydım, ve onların teşhisini doğru kabul etseydim, bunu çekinmeden duyururdum. Nash, bu illeti idrak etmiş ve çeşitli şekillerde yaşamasını becermiş. Ben şu an böyle zorluklar-sancılar içinde kıvranmıyorum, gelecekte başıma gelir mi, bilemem, müneccim değilim.

    “‘Mass hysteria’ denen bir illetten haberiniz var, degil mi?”

    Elbette, haberim var.

    Fakat, bu sayfada ‘mass hysteria’nın başlayıp/başlamadığını saptamak için kriterlerin neler olduğu mevcut değil, kriter aramanın-koymanın-icat etmenin de pek rasyonel olduğunu sanmıyorum. Ya insanlık tarihi boyunca ‘mass hysteria’ hep varsa, fakat bu tabir-terim son birkaç on/yüzyıldır konulmuş ise… Bu da bir olasılık.

    Böyle kriterler varsa bile, kriterleri onaylamaya meyilli emareler henüz kendini göstermeye başlaMAmış da olabilir.

    Günümüze en yakın tarihlere odaklanırsak, ‘mass hysteria’ konusunda ele-avuca gelir tahlilleri yapar gibi gözükenler:

    José Ortega y Gasset’in ‘The Revolt of the Masses (La rebelión de las masas)’ saptaması,

    Erich Fromm’un ‘Escape from Freedom (Die Furcht vor der Freiheit)’ saptaması,

    Howard Zinn’in saptaması: We were not born critical of existing society. There was a moment in our lives (or a month, or a year) when certain facts appeared before us, startled us, and then caused us to question beliefs that were strongly fixed in our consciousness-embedded there by years of family prejudices, orthodox schooling, imbibing of newspapers, radio, and television. This would seem to lead to a simple conclusion: that we all have an enormous responsibility to bring to the attention of others information they do not have, which has the potential of causing them to rethink long-held ideas.

    Günther Anders’in ‘The Obsolescence of Humankind (Die Antiquiertheit des Menschen)’ saptamaları,

    1. https://libcom.org/library/obsolescence-man-volume-i-part-two-%E2%80%9C-world-phantom-matrix-philosophical-considerations-r
    2. https://libcom.org/library/obsolescence-man-volume-2-g%C3%BCnther-anders

    Ve Edward Said’in bütün saptamaları, örnek teşkil edebilir.

  375. Derik’e kayyum atanan kaymakamın öldürülmesi, Eruh kayyumu kaymakama saldırı hazırlığının ortaya çıkması gibi olaylar halkın -en azından bir kesiminin- tepkisi sayılmaz mı?

    Bunu yapanlar bölge halkından sayılmazsa o bölgeye Türkiye’nin en batısından -mesela Derik’e Sakarya’dan- giden, daha önemlisi o halkın dili, kültürü, kimliğiyle ilgisiz olmakla kalmayıp bunları -örneğin belediyelerdeki Kürtçe kullanımı- yasaklayanlar mı bölge halkıdır?

    —————–

    Kayyumla gelen başkan Kürtçe tabelayı indirdi
    İçişleri Bakanlığı’nca Diyadin Belediyesi’ne kayyum olarak atanan Kaymakam Mekan Çeviren, belediyeyi Türk bayrakları ile donattı, Kürtçe tabelayı söktürdü.
    11 Eylül sabahı 2 il, 24 ilçe ve 2 beldede toplam 28 belediyeye, ‘PKK/KCK ve FETÖ/PDY’ gerekçesiyle haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında belediye başkanlarının yerine yeni görevlendirmeler yapıldı. Kayyum olarak atananlar dün sabah saatlerinde görevlerine başladı.
    Diyadin’in DBP’li Belediye Başkanı Hazal Aras, bir süre önce gözaltına alınıp tutuklanmıştı.
    Polislerin belediye binası çevresinde aldığı önlem en üst seviyede tutulurken Kaymakam Mekan Çeviren belediyenin giriş kapısında Kürtçe yazılı olan ‘Şaredarîya Giyadînê’ (Diyadin Belediyesi) yazılı tabelayı kaldırarak Türkçe tabelayı bıraktı.
    BAKAN SOYLU: DİYADİN BELEDİYESİ’NİN TABELASI HEMEN ASILACAKTIR
    Kürtçe tabelanın sökülmesine ilişkin Twitter’dan açıklama yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Meselemiz terördür. Kürtçe bizim dilimizdir. Diyadin Belediyesi’nin tabelası hemen asılacaktır” dedi.
    http://www.birgun.net/haber-detay/kayyumla-gelen-baskan-kurtce-tabelayi-indirdi-127967.html

    —————–

    Son paragraftan yola çıkarak yapacağınız -tabelaların iade edilmesi konusunda ve başka muhtemel- bazı itirazlarınız olacak muhtemelen. Ancak PKK şiddetinin hala devam etmesinde geçmişte uzun süre uygulanan bu yasakların [ve devlet terörünün. Bakanın “Meselemiz terördür.” gerekçesini karşı taraf da kullanabilir.] etkisi unutulmamalı.

  376. Kayyumlara kayyum atansın

  377. “‘Economic growth’ konseptini”

    ‘Economic growth’u konusmuyoruz.

    Herseyin fazlasiyla var oldugu, bolluk (abundance) olan, bir yeni devirden bahsediyoruz.

    Sizin ortulu utopyaniz bu cunku: Bolluk olacak, ihtiraslara gerek kalmayacak; ‘kotu adamlar’ (‘kapitalist’ler) somurecek –ihtiyac sahibi– kimseyi bulamayacaklar. Falan filan.

    “Hâlbuki, bunlara, 110-20-30 küsür yıl önce etraflıca kafa yoruldu, ve, ‘sömürü mekanizması ile bolluk’un saçmalığı ispatlandı.”

    Nasil ispatlandi?

    Benim farketmedigim bir zaman araliginda dunya uzerinde ‘bolluk’ yaratildi da bunun ‘somuru’yu ortadan kaldirmadigi –supheye mahal birakmayacak sekilde– tespit mi edildi?

    Ne zaman oldu bu?

    “Çözüm, çimento&beton mixer’lerini yasaklamakla gelmez.”

    E. Napcaz peki?

    Soforleri mi yasaklayalim?

    “O şoförlere, gaz pedalına basmasını emreden ‘kapitalist sistemi’ sorgulamak işine gelmiyor.”

    Olmayan bir sistemin verdigi emirlerden bahsediyorusnuz..

    Bir de, ben size katilmiyorum diye, cemkirirsiniz..

    Yahu, hadi siz ipe sapa gelmeyen seylere iman edebiliyorsunuz; ama, benim de katilmami nasil beklersiniz?

    “Kapitalizm tarafından, 21 yaşında öldürülen Veysel Karani Keleşoğlu’nun cansız bedenini, ‘şirketin imajı zedelenmesin’ diye molozların arasına atan canavarlık, senin gibi zihniyetlilerin bu hayatta borusunun ötmesi neticesidir.”

    Sallamanin gercekten siniri yok, bu acikca goruluyor.

    Azicik daha ilissem, korkarim, asil katilin ben oldugumu dahi iddia edeceksiniz..

    Dilin kemiyi, tahayyulun limiti yok.. O yuzden, iddia etseniz de, sasirmayacagim.

    “Veysel Karani Keleşoğlu’nu bizzat sen öldürmedin,”

    Ha, pardon.. ben yirttim galiba.

    “fakat ‘senin DE savunduğun kapitalist canavarlık’ sebebiyle, bu emekçinin ölümünde senin DE payın var.”

    Yok.. tam da yirtamamisim.. ‘Accessory to a murder’ (cinayete katkida bulunmak) sucum devam ediyor anlasilan.

    “Yeter ki, şirketin marka değerine zeval gelmesin, işçiler geberse de olur.”

    Patronlar da geberiyor.. Birkac ay once, isverenin birisi asansor bosluguna dustu ve oldu. Bu durumda kimi sucalayacagiz?

    ‘Kapitalizm uzeri kapitaliz’mi yani ‘super kapitalizm’i mi?

    “savunduğu bu canavarlığı ortadan kaldıracağız.”

    Gazaniz mubarek ola,

    “Bu emekçiler, sıkıysa, kapitalist patronun emrine karşı gelsin, sıkıysa ‘bilinçli olarak’ gaz pedalına basMAyacağını kapitalist patronun suratına bağırsın, ondan sonra bakın bakalım, o şoförü [şoförleri] kapıdan dışarı nasıl atıyorlar, o şoförün [şoförlerin] ekmek parası kazanmalarının önünü nasıl kesiyorlar.”

    Demeyin yahu. Mafyatik duzen bu kadar yayginlasti mi?

    Bir yerden atilinca bir calisan, baska hicbir yerde is bulamiyor mu artik?

    Patronlarin ortak bir veritabani mi var?

    Ne zaman oldu butun bunlar?

    Niye benim hic haberim olmuyor boyle olaganustu gelismelerden?

  378. “Derik’e kayyum atanan kaymakamın öldürülmesi, Eruh kayyumu kaymakama saldırı hazırlığının ortaya çıkması gibi olaylar halkın -en azından bir kesiminin- tepkisi sayılmaz mı?”

    Bunu, atanan kayyumlara yerine, halkin HDPli yoneticilere sahip cikmasi olarak mi goruyorsunuz?

    ‘Secmen oyuna sahip cikacaktir’ deyince aklimiza suikastler mi gelmeli?

    Bence hayir; gelmemeli. Bilakis, oyuna sahip cikmak adina, sivil insanlarin (sivil giyinmis orgut elemanlarindan bahsetmiyoruz tabii ki) sokaga cikip protestolarda bulunmasi gelmeli.

    Bunun da, tabii ki, anlamli sayilarda olmasi gerekir –aksi halde sembolik kalir ve ciddiye alinmaz; veya destegin cok azaldigi seklinde yorumlair.

    “Bunu yapanlar bölge halkından sayılmazsa o bölgeye Türkiye’nin en batısından -mesela Derik’e Sakarya’dan- giden”

    Ayni mantikla, ISID’e katilmak icin dunyanin turlu cesitli yerlerinden Suriye’ye gidenleri de mesrulastirmak mumkun degil midir?

  379. haydi canlan gün abi

    yeni yazı gelsin.

    öneri: Svetlana Aleksiyeviç’in kitabı hakkında bir şeyler yazabilirsin.

  380. özgürlükçü

    Yetti artık Mezhepçi cihatçı ırkçı faşist kapitalizm savunucusu Necip le mi uğraşacağız mezhepçi ırkçı faşizmle uğraşmamız yetmezmi???
    Bu sitede Necip leri istemiyoruz Necip yokken eskide verimli tartışmalar yapabilen siteye efendiler sistemin tolu olarak necibi salmışlar bütün iddiaları sakat ve çürük laf ebeliğinden başka bir şey yok tv lerde saatlerce sistemin aktörlerinin yalanını sitede yeniden üretmek istemiyoruz!!!!
    Necip efendisinin yanına gidebilir yetti artık devrimcilere ve HDP ye hakaretlerinden bıktık sahibi kimse başka yere bağlasın aksi halde sorumluluk zilelinindir!!!!!

  381. ooo ne güzel ozgurlukcu siteyi Politik Survival oyununa cevirmis. O zamann bende , sunlari sitede istemedigimi belirtmeliyim. ozgürlukcu, ozgurlukcu sonra yine ozgurlukcu bidaa ozgurlukcu, araya maydanoz defne yapragi sonra yine ozgurlukcu ve ozgurlukcu. ayrica sorumluluk Zileli dir de yazilmis . aman dikkat Zileli :))

  382. ozgurlukcu senin iki tarz yorumun var, digerlerine kufur hakaret, HDP yi sloganla ovmek. Neciple didismeyi kavga etmeyi yeglerim.

  383. Hepimiz Necipiz kahrolsun ozgurlukcu:)

  384. Necip su andan itibaren ocak disisin dedi ozgurlukcu:)

  385. Ozgurlukcunun arzuladigi site: herkes yasasin Hdp kahrolsun otekiler diye yaziyor ve bitiyor. ohhhh

  386. Birileri siyasi ORGAZM a ulasabilecekleri bir ortam olarak sitenin kendisine göre uyarlanmasini istiyor. ilgineliverin Zileli yoksa sorumluluk sizindir.:)

  387. özgürlükcü bence sen söyle düsünüyorsun: HDP disinda bir sol olamaz, hatta HDP disinda bir Demokrat dahi olamaz, hatta HDP disinda ise kisinin Fasist , irkci, soven, Kemalist , tekci , efendici, devletci de olmamasi mumkun degildir. aslinda HDP disinda bir dunyada yoktur. Tekrar Terapist tavsiye ediyorum.

  388. Necip in yazdiklarini begenmiyorsan okumazsin, kimsenin mikrofon sirasini caldigi yok Necip in , bir kotayi isgal etmiyor. Verimli tartisma isteyen bunu gerceklestirir. Necip mi engel. bence sen engelsin Ozgürlükcu.

  389. hangisi daha kötüdür? Bir yada daha fazla efendiye olmakmi? Yoksa efendileri olan bir tanriya tapmakmi? (efendileri olan bir tanri)

  390. özgürlükçü

    Haklısınız hepiniz HDP düşmanlığında ittifak halindesiniz Necip iniz ve efendiniz mübarek olsun HDP yi konuşanın!!!!!!!
    siteyi takip bile etmeyeceğim size lazım olan devrimci düşmanı necip ise mübarek olsun!!!
    Devlet*iktidar efendi yalanıyla burada HDP itibarsızlaştırması yapıp devrimcilere hakaret edenler yakında hesabını vermeye hazırlıklı olsun!!!!!
    Memleketin anasını belledi akp konuşulmayıp hala bu iklimde HDP itibarsızlaştırmayı konuşanlatın taaaaaaçççççç
    çççiiiiiii fanfirifon!!!!!

  391. açaydim gollarimi getme diyeydiiiim.:)

  392. marxist argüman

    necip,
    internette “cöktürme plani” yazarsan bazi bilgiler cikiyor. bununla ilgili hdp’li milletvekilleri mecliste soru önergesi de vermi$lerdi; hükümet yetkilileri: “öyle bir eylem plani hazirlanmami$tir” seklinde cevaplami$lardi.

  393. marxist argüman

    necip,
    361 nolu yorumunda kürt/kürdistan sorununu yanli$ zeminde tarti$iyorsun bence.

    1. T.C. devleti 1930 yilinda agri dagi civarinda ki kürt isyancilarini imha ettikten sonra, cumhuriyet gazetesi, ba$ sayfada bir dag resmi cizip, üstüne de bir mezar ta$i dikmi$, mezar ta$ina da $unu yazmi$ti: “muhayyel kürdistan burda meftundur (hayali kürdistan burda gömülüdür).

    sene 2016 ve biz bu sitede gördügün gibi kürt ulusal isyanini tarti$iyoruz; hdp’yi, pkk’yi tarti$iyoruz; sence bu ne anlama geliyor?

    sen necip, anladigim kadariyla $u anda aynen 1930lu yillarin cumhuriyet gazetesi kadar “iyimser” düsünüyorsun: akp hükümeti kürt ulusal hareketini bitirdi, bitiriyor.

    kürdistan fikrini ordadoguda tarihe gömmek neden artik imkansizdir?

    birincisi irak’in kürt bölgesinde, kuzey irakta $u anda dünya devletleri tarafindan taninan bir kürt federe bölgesi var. ABD ve AB ye$il i$ik yakmadiklari icin “bagimsiz” devlet ilan edemiyorlar fakat, irak kürt federasyonu, tüm kürtler icinde ulusal/milliyetci düsünceyi canli tutmaya; ya$atmaya yetiyor.

    ikincisi T.C.’ye kar$i verilecek silahli mücadelede pkk’yi uzun yillar ayakta tutacak, kadro ve lojistik destek saglayacak kuzey suriye/rojava kürt bölgesi ortaya cikti; $u anda rojavada sava$ icinde pi$en kürt militanlari, gerektiginde kuzeye gecip T.C.ye kar$i sava$acak hazir güctür.

    yani “kürt cin’i” $i$eden cikmi$tir; bunu $i$eye geri koymaya T.C.’nin de erdogan’in da gücü yetmez; akp hükümetinin kürt ulusalcilariyla sava$i eninde sonunda T.C.’yi ekonomik krize sürükleyecek; sözkonusu bu ekonomik kriz pkk’nin degil ama akp hükümetinin sonunu getirecek; ya$ayip görecegiz.

    2. sen kürt meselesini sürekli “devlet” zemininde tarti$iyorsun: kürt partileri, ister barzani ister pkk isterse de diger kürt partileri olsunlar, bir kürt devleti kurmanin $u anda imkansiz oldugunu, bunun ba$ta amerika olmak üzere, hicbir büyük devletten destek görmedigini farkindalar; yani kürt ulusal hareketinin aktörleri hedeflerinde son derece “gercekciler”; gercekci olmayanlar “nasname” gibi halk icinde hic bir taraftari olmayan; sedece internet ortaminda var olan fa$ist/irkci kürtcü gruplar.

    ne pkk’nin parti programinda ne de hdp’nin programinda “kürt devleti” talebi var; akp hükümetiyle yapilan pazarliklarda ne öcalan ne de pkk “devlet/toprak” falan talep ediyor; talep, “özerklik” denilen, cercevesi tam belirlenmemi$, pazarliga acik bir tür otonomi.

    pkk, “sehir sava$lari/hendek sava$lari” konusunda taktik yanli$ yaptigini itiraf ediyor zaten fakat, bu kürt ulusal hareketinin stratejik yenilgisi anlamina gelmiyor. kürt hareketi, kendi küllerinden yeniden dogacak saglam bir zemini coktan yaratmi$; kürdistanda ulusal/milliyetci tohum topraga coktan kök salmi$ durumda; kürtler, erdogan gibi “köklerini kaziyacagiz” diyen nice T.C. devlet adamlari gördüler.

    sonuc: günümüz kapitalist dünyasinin siyasi aktörleri ulus-devletlerdir; günümüz dünyasinda “ulusal sorunlarin” kaynagi bizzat bu ulus-devlet anlayi$idir; ulus-devlet, “homojen” bir “ulusu/millet”i $art ko$ar; homojen bir ulus yaratmak icin uygulanan irkci asimilasyon politikalari ise etki-tepki prensibi dogrultusunda ister istemez yeni ulusal “rakiplerin/dü$manlarin” ortaya cikmasina sebep olur.

  394. bence Necip
    vicdansız bir demogog. Ruhunda kirli; burada temizlemeye çalışıyor.
    Demokratik siyasetin bulunmadığı, apaçık faşizm koşullarında demokratik isyan önerilerinde bulunuyor. Kör taklidi yapıyor.
    Katliam da yapılmamış. Utanmaz yalancı. Kentler bombalandı; bodrumlarda öldürülenleri katliamdan saymıyor..
    Bu adam, bu tuhaf ucube, burada kim bilir hangi kurumuş, körelmiş duygularını temize çekme çabasında…
    Bencil, vicdansız; faşistlerden taraf… Tamam; taraf seçmekte özgür.. ama yalan söyleme…
    1 –yalnızca yazanların bile; sıradan gösterilerin de şiddetle bastırıldığı yerde demokratik itirazdan bahsetmek utanmazlıktır
    2.. Yapılan katliamları görmezden gelmek de vicdansızlık..
    3.. Bu ısrarlı utanmazlık, yüzsüzlük de bu adamın bir “görevli” olduğunu düşündürüyor bana..
    ..

  395. Konu önerisi, birlikler , cepheler , genel ve güncel olarak.

  396. “yani kürt ulusal hareketinin aktörleri hedeflerinde son derece “gercekciler”; gercekci olmayanlar “nasname” gibi halk icinde hic bir taraftari olmayan; sedece internet ortaminda var olan fa$ist/irkci kürtcü gruplar.”

    Yani anti-kapitalist olmayanlar hedeflerinde son derece “gerçekçiler”; gerçekçi olmayanlar bu site gibi yerlerde yazıp halk içinde hiç bir taraftarı olmayan; sadece internet ortamında var olan marksist/anarşist anti-kapitalist gruplar.

  397. Yani 610’ların başında zengin Kureyş ve Yahudi aristokrasisi hedeflerinde son derece “gerçekçiler”di; gerçekçi olmayanlar Muhammed gibi halk içinde hiç bir taraftarı olmayan gruplardı.

  398. “sene 2016 ve biz bu sitede gördügün gibi kürt ulusal isyanini tarti$iyoruz; hdp’yi, pkk’yi tarti$iyoruz; sence bu ne anlama geliyor?”

    Bu, tabii ki, ortada bir isyanin varliginin gercek oldugu anlamina geliyor. Bunu inkar eden var mi; varsa da ben onlardan birisi degilim.

    “sen necip, anladigim kadariyla $u anda aynen 1930lu yillarin cumhuriyet gazetesi kadar ‘iyimser’ düsünüyorsun: akp hükümeti kürt ulusal hareketini bitirdi, bitiriyor.”

    Yok. Gene isabetli degil.

    Ben, son birkac yildaki yanlislariyla, PKK, kendini, bu noktaya surukledi diyorum. Bu, bittigini soyledigim anlamina gelmez.

    “kürdistan fikrini ordadoguda tarihe gömmek neden artik imkansizdir?”

    [yazdiklarinizi okudum. alinti uzun olmasin diye, sadece burasini biraktim.]

    Hicbir fikri –zor kullanarak, dogal seyrin disina cikarak– tarihe gommek mumkun degil.

    Abes bir ornek olarak, Nazizmi verebilirim (gayem, Godwin cekmek degil). Galiplerin her turlu cabasi (‘bilim adamlari’, Holywood’u, basini, edebiyatcilari vs vb), Neo-Nazizmin ortaya cikmasini engelleyebilmis degil. Ayni sekilde, ‘Reichsbürgerbewegung’i de. [Siz, hala daha bana sifatlar bulun; aralarinda Osmanlici da olsun.]

    Bunlar hem onemlidir hem de degildir.

    Degildir, cunku her hareket basarili olacak diye bir kural yok.

    Ve, cogu zaman zannedildiginin aksine, siradan insanlar ideolojik saiklerle degil, cok daha siradan saiklerle hareket ederler.

    Her siradan insanin maddi/ticari cikarlari vardir; evlad-u ayali, akraba-i taallukati vardir; gelecege yonelik beklentileri ve arzulari ve korkulari vs vardir.

    Insanlar, nihai kararlarini bunlar uzerinden verirler.

    Bu acidan baktim zaman, PKK’nin gayesinin hicbir zaman siradan insanlarin kalbini kazanmak olmadigini, onlari cok olsa bir tur muhaimmat gibi gordugunu dusunmeden edemiyorum.

    Bu da, PKK’nin ortaya cikis (cikarilis) sebeplerinin basinda da, bolgenin kohnemis feudal (aga-sih-mele, asiret) yapisini cokertmek oldugu iddialarini desteklemiyor degil.

    Bu dogruysa, PKK, gorevini basarmis ve (biraz da NATO benzeri bir duruma gelmis) amacsiz kalmis da denebilir.

    Isyan konusuna donecek olursak: Sadece 1930’lar degil; daha genelleyerek, 20nci yuzyilin ozellikle ilk yarisinda benzer seyler yapildi ve hepsi (bugun baktigimiz yerden) yanlisti.

    ‘Bugun baktigimiz yerden’ diyorum, cunku sizin de isaret ettiginiz uzere, Cumhuriyet Gazetesi o yillarda oyle mansetlerle cikabiliyordu; bugun pek oyle bir seyi bekleyemeyiz sanirim.

    Yani, cok sey degisti. Hem kamuoyu hem Devlet hem de Kurtler..

    Rojova’dan bahsetmissiniz; bundan mulhem, ‘bolge de degisti, daha da degisecek’ demek isabetli olur.

    Herseyin daha da degisecegini dusunmek/beklemek de cok ucuk bir sey olmasa gerek.

    Bunlarin yansimalari henuz kristalize olmadi; dolayisi ile, su veya bu sekilde sonuclanacak demek cok premature olur.

    “irak kürt federasyonu, tüm kürtler icinde ulusal/milliyetci düsünceyi canli tutmaya; ya$atmaya yetiyor.”

    ‘Ulusal/milliyetci dusunceler’ degil mesele –bu her toplumda olur. Ulusal da olur, bolgeci de olur.. taaa cekirdek aileye kadar da iner.

    Bu ‘dusunceler’ ile ne yaptiginiz, ne yapmak istediginiz onemlidir –hem sizin (yani, Kurtlerin) acisindan, hem de baskalarinin acisindan.

    Mesela, IKF (Irak Kurt Federasyonu) bu baglamda oldukca iyi bir denge tutturmus gibi gorunuyor. Kendini Turkiye’nin hasim gormesine yol acacak adimlardan kacindi. Boylece, karsilikli (eslenik) bir hayat mumkun oldu.

    PKK ise, bu baglamda, benim baktigim yerden –en azindan–, ciddi tutarsizliklar sergiliyor. Tam olarak ne istedigi belli degil. Kendisi de (illegal olsa bile) bir ‘parti’ olan PKK, HDP ve baska kisaltmalarla baska partiler kurduruyor. Amenna.

    Ama, ‘Butun Turkiye’nin Partisi’ gibi bir gayeyi de on plana cikarirsaniz, arasina da her turlu muhalif sosu temsil edenleri da alirsaniz, bu zaten uzun omurlu olamaz da; asil meseleyi iskalanmis olur: Onceliklerinizin basinda hangisi var; neyi ilk evvela cozmek istiyorsunuz?

    Bu sorunun cevabi yok. Var da yok. Cunku, LGBT, kadin haklari, diger azinliklar, farkli bolgelerin de ozgurlestirilmesi, Turkiye’nin topyekun demokratiklasmesi filan gibi ‘hepsini cozmek istiyoruz’ turunden verilecek cevaplar bence cevapsizliktir.

    Kendisine faydasi olamayanin baskasina da fayda etmesi beklenemez cunku.

    Bu ve baska bir suru seyi altalta yazdigimda, garip bir komplo teorisi olacak eminim; ama, HDP’nin (dolayisi ile PKK’nin) aslinda Kurtlerin siyasi herhangi bir problemini cozmek gibi bir niyetinin olmadigina; her turlu cozum umidini bilerek porsuttuklerine kanaat getirmek zorunda kaliyorum.

    “$u anda rojavada sava$ icinde pi$en kürt militanlari, gerektiginde kuzeye gecip T.C.ye kar$i sava$acak hazir güctür.”

    Bunun boyle oldugunu farzetsek bile, boyle bir seyin PKK’ya ne kazandiracagini da dusunmemiz gerekmez mi?

    Boyle bir savastan PKK’nin galip cikmak ihtimali var mi?

    Ciksa, ne olacak –ne elde etmis olacak?

    “eninde sonunda T.C.’yi ekonomik krize sürükleyecek; sözkonusu bu ekonomik kriz pkk’nin degil ama akp hükümetinin sonunu getirecek; ya$ayip görecegiz.”

    Yine soruyorum: Boyle bir senaryonun PKK’ya, ya da genel anlamda, Kurtlere faydasi ne olacaktir?

    TC ekonomik krize (ardindan da siyasi krize) girerse, sartlar PKK icin daha uygun hale mi gelecektir? Ve, ne yapmak icin?

    “sen kürt meselesini sürekli ‘devlet’ zemininde tarti$iyorsun”

    Bence, benim dediklerimi yanlis/eksik yanlis degerlendiriyorsunuz.

    Nihai amacin ne oldugu sorusunun cevabi belli olmamakla beraber, HDP’nin yereldeki siyasetinin (icrasinin) acemiliklerle/yanlislarla malul oldugunun altini ciziyorum ben.

    Boyle yaparak, HDP, kendisini tasfiye ediyor –ya da tasfiye edilmesinin onunu aciyor– diyorum ben.

    “pkk, ‘sehir sava$lari/hendek sava$lari’ konusunda taktik yanli$ yaptigini itiraf ediyor zaten”

    Dilinin ucuyla (‘lip service’) boyle soylemesinin ne kadar anlami var; emin degilim.

    Ama, diyelim ki bir anlami olsun; o takdirde, suikastlarin, intihar bomba(ci)larinin gerekcesini nasil acikliyorlar?

    “sonuc: günümüz kapitalist dünyasinin siyasi aktörleri ulus-devletlerdir; günümüz dünyasinda ‘ulusal sorunlarin’ kaynagi bizzat bu ulus-devlet anlayi$idir; ulus-devlet, ‘homojen’ bir ‘ulusu/millet’i $art ko$ar; homojen bir ulus yaratmak icin uygulanan irkci asimilasyon politikalari ise etki-tepki prensibi dogrultusunda ister istemez yeni ulusal ‘rakiplerin/dü$manlarin’ ortaya cikmasina sebep olur.”

    Bu dediklerinizin de aslinda bir ezber, ya da cok karabalta bir genelleme oldugunun farkidasinizdir; degil mi?

    Belcika, mesela, cok ‘kapitalist’tir de, homojen ulus devlet olduguna ben hic de emin degilim. Ayni sekilde, mesela, Kanada var; baskalari da var..

    Turkiye’nin de benzer bir sekle girmesi imkansiz degil bence; ama, taraflarin uzerinde anlasacagi bir projeye, bir kavillesmeye varmasi gerekiyor.

    Bunun nasil olacagi sorusunun cevabini ben de cok merak ediyorum.

  399. “Başarılı olup/olmamanın kriterlerini de mi sen belirliyorsun,”

    Kriterleri siz belirleyin. Boylece, kendi basarisizliginizin sorumlulugu ustunuze kalinca sikayet edemeyesiniz.

    “Yine, ‘benmerkezci’ zihniyet, yine hüsran.”

    Bende gormek icin israr ettiginiz ‘benmerkezci’lik, ‘cok aradim bulamadim, soyle garip bencileyin’de oldugu gibi; veya ‘gah cikarim yeryuzune, seyrederim alemi | gah inerim yeryuzune, seyreder alem beni’de oldugu gibidir.

    Baktiginiz zaviyede sorunlar oldugundan olsa gerek, benim bu dervisligimi goremiyorsunuz.

    “Benzer şekilde, avuçlarımı göğe açıp (ve hâttâ diz de çöküp), boşluğa doğru inleyen-yalvaran bir kişi değilim.”

    Saz calip dem cekmegi deneyin; o da bir yontemdir.

    “Sıradan biri değilsin, ‘yeterince ihtiras sahibi olmaya’ çabalayan, fırsatçı, hardcore-hedonist bir zatsın.”

    Af buyurun.. Hedon da kim ola? Tanidik gelmedi de.

    “Nihayet, senin ‘akıl arkadaşların’ ve RTE’nin ‘gönül mentorları’ olan o 7 adamın kimler olduğunu (340’ta) öğrenebildin.”

    1) No thanks to you.
    2) Ogrendim de basim goge erdi.

    “Meriç’in kızının (Prof. Dr. Ümit Meriç) RTE’nin yakın çevresindeki kişilerle bazı ticari münasebetleri ayyuka çıkmasın diye, dahil edilmedi.”

    Konunun Cemil Meric ile butun iliskisi kizi Umit Meric ise, hic sasirmadim.

    Benim gozumde, Umit Meric bir atmosferde hacim ziyanidir.

    Babasinin hatirasina hurmeten Prof yapilmasi yeterince yanlis degilmis gibi, Cemaat payandasiyla bir haltmiscasina muamele gordu yillarca.

    Fakat, benim gozumde hamfendiyi asil sifirlayan, sirf mirascisi oldugundan dolayi, telif hakki sahibi oldugundan hareketle, Cemil Meric’in eserlerini –sadelestirmek ayagina– katletmesi olmustur.

    [Ben, ‘Nutuk’un da ‘sadelestirilmesi’ne karsiyim. Anlamayan okumasin.]

    Neyse.

    Evlatlarin gunahi –kemikleri bile torak olmus– ebeveynden mi sorulur oldu?

    “Soru şu, ‘peki bu yaşananlardan Cemil Meriç’le ilgili nasıl bir sonuca ulaşıyoruz?'”

    Hic bir sonuca ulasamiyorsunuz, malesef.

    Kiyl-u kaal ile hukum verilmez.

    “Bu cevaplara kanıt mı istiyorsun”

    Gun Zileli’nin kisisel kanaatleri ne zamandan beri ‘kanit’ sayilir oldu?

  400. 13. yy sonunda Bizans, Balkan ve Anadolu devletleri hedeflerinde son derece “gerçekçiler”di; gerçekçi olmayanlar Ertuğrul ve Osman Gazilerin aşireti gibi halk içinde hiç bir taraftarı olmayan gruplardı.

    11. yy başında Karahanlı ve Gazneli devletleri hedeflerinde son derece “gerçekçiler”di; gerçekçi olmayanlar Selçuk Bey’in aşireti gibi halk içinde hiç bir taraftarı olmayan gruplardı.

  401. “internette ‘cöktürme plani’ yazarsan bazi bilgiler cikiyor. bununla ilgili hdp’li milletvekilleri mecliste soru önergesi de vermi$lerdi; hükümet yetkilileri: ‘öyle bir eylem plani hazirlanmami$tir’ seklinde cevaplami$lardi.”

    Buldum. Kurkcu’nun soru onergesi.

    Yalanlanmis bile olsa, bu tur bir planin muhtemel oldugunu dusunuyorum.

    Bu sekilde dusunusumun temel sebebi de su: Devlet dedigimiz devasa yapida, bu tur ihtimalleri de goz onune alip bazi hazirliklari onermesi gereken birileri muhakkak vardir.

    11 Eylul’den once ABD’de cikabilecek karisikliklarin boyutlarindan endise ederek, ulkenin degisik yerlerine, cok buyuk olcekli hapisaneler (ya da toplama kamplari) insa edildigine dair epeyi haber okumustum –degisik ‘marjinal’ kaynaklardan.

    Bir diger sebebi de, bilmem ‘Akbabanin 3 Gunu’ isimli filmi seyretmisliginiz var midir? Filmin tamami (en azindan benim gozumde) ABD Devletinin –kendi vatandaslarindan gizli– baska devletlerin aleyhinde, oradaki insanlarin kitlesel olumune yol acacak planlari oldugu islenir. Tenkit edilir.

    Ama, filmin en sonunda, kahramanimiza, CIA yoneticisi soyle bir soru sorar: “Bir gun petrolsuz kaldiginda, ABD kamuoyu, ‘aferin, baskalarinin haklarina saygi gosterdiginiz icin’ mi diyecektir sence, yoksa ‘neden bir sey yapmadiniz’ mi diyecektir?”

    Yanlis bir soru degildi. Insanlar, zorluklar basladiginda, bazi ‘teferruat’lari onemli gormeyebiliyorlar. Bkz Avrupa’nin bugun gocmenlere yonelik insanlik disi tutumlari.

    Dolayisi ile, ‘Cokturme Plani’ ‘bir gun lazim olur’ diye, yapilmistir bence. Aksi halde, –mazallah, oyle bir gun geldiginde– boyle bir plani yapmamis olanlar sorumlu tutulur; ipe bile gonderilebilirler.

  402. Kılıçdaroğlu: Başkanlık bir rejim tartışmasıdır

    CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Binali Yıldırım’ın “Defalarca Sayın Kılıçdaroğlu’na çağrıda bulundum. Gelin Türkiye’nin ihtiyacı olan adımları beraber atalım. Şimdi rejimi değiştirecekler diyor. Rejim tartışması 1923’te bitti. Cumhuriyeti tartışan kimse yok. Olsa da önüne ilk çıkan AK Parti olur, bunu da bil” sözlerine yanıt verdi: “Başkanlık bir rejim tartışmasıdır. Sen Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini değiştiriyorsun. Cumhuriyeti diktaya dönüştürürsen rejimi değiştirmiş olursun.”
    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında özetle şöyle konuştu: “Bunlar 12 Eylül’e döndüler. Kenan Evren de öyle yapıyordu, kendisi doğrudan atıyordu. Darbe kültürünü tahkim eden bir anlayışa döndüler. DYP-SHP döneminde üniversitelerde rektör seçimi düzenlemesi yapıldı. Şimdi 12 Eylül dönemine dönülerek seçim kaldırıldı. Boğaziçi Üniversitesi’nde Gülay Barbarosoğlu yüzde 86 oy almış. Aylarca atamasını yapmadılar. Ardından hiç adaylığa girmemiş birbirini rektör atadılar. Bunların demokrasiden anladığı bu. Biz ise demokrasiden halkın sağduyusunu anlıyoruz. Arkadaşlara Avrupa’ya bir bakın, rektörler nasıl atanıyor dedim. Hemen hepsinde seçimle geliyor. Harvard’da rektörü üniversiteden mezun olanlar seçiyor. Böylece üniversiteler kendi geleneğini oluşturuyor. Şimdi siz bu kültürü reddediyorsunuz.
    BAŞKANLIK BİR REJİM TARTIŞMASIDIR
    Başkanlık bir rejim tartışmasıdır. Sen Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini değiştiriyorsun. Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırırsan rejimi güçlendirirsin. Cumhuriyeti diktaya dönüştürürsen rejimi değiştirmiş olursun.
    SAF DEĞİLSİNİZ
    Diyor ki Yasin Aktay. Kendisi profesör. AKP genel başkan yardımcısı. Demiş ki “hadi biz saftık kandırıldık. Kılıçdaroğlu bunların terör örgütü olduğunu biliyordu. Kılıçdaroğlu yargılanmalı. Hayır yargılanmaktan korkmayız da bu nasıl öğrenci yetiştirdi. Sevgili Yasin Aktay senin partinin önüne 2004 yılında bir belge koydular orada brifing verdiler hem MİT hemen Genelkurmay başkanlığı verdi. Bu örgüt tehlikeli bir örgüt dendi. Biz kandırıldık diyor saftık diyor. Yasin Aktay’a soruyorum: Herkesin kandırdığı bir adam Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetebilir mi? Safız diyorlar siz saf değilsiniz. Bir şey söyleyeceğim de burada söylenmesi ayıp. 2013’te önerge vermişiz, Gülen ile ilgili araştırma komisyonu kuralım. Bu ülkede her yere sızdı demişiz. Bize kızıyorlar, kabul etmiyorlar. ‘Safız’ diyorlar. Siz saf değilsiniz. Bunun faturasını er, erbaş, iş adamlarına çıkarıyorlar. Onların ne günahı var? Talimatı veren belli. Türkiye’yi bu hale getiren yargılanmalı. Devlet mağdur yaratmaz. Mağdurlara ‘gitsin ağacın kökünü yesinler’ denmez. Eğer sen öyle dersen, Anadolu’da bir laf vardır. Sen de zıkkımın kökünü ye derler.

  403. Oda Tv Cumhuriyet gazetesinin `çalisanlarinin` , eski ve yeni Cumhuriyet Vakfi çalisanlarinin uzlasmasi önerisinin üstüne atlamis. Iyi ama bu eski Vakif üyelerinin AKP nin Cumhuriyet e yaptigi operasyonun bir parçasi oldugunu, Oda Tv aydinlik inda bu isin içinde oldugunun itirafi degilmi?????Bakin bizim ekiple uzlasin AKP baskisindan kurtulun . Bu bir itiraftir.

  404. darbe girisimi sonrasi , AKP nin baskilarina ortak olan bir kisim ulusalcilarin rezil edilmesi güncel degilmi sizce. Bu kesimin hem AKP elestricisi hem onun `milli`ciligini destekleyiciligi oynamasina müsaade etmemk gerek ail olduklari yere göndermek, tek kelime AKP elestrisi yapamayacak hale getirilmeleri gerekir.

  405. 384 yoruma katılıyorum
    Bu sitede yıllardır zileli kürt hareketi bdp-hdp için bölündü bölünüyor bitti bitiyor ve benzeri yazılar yazdı Özgürlükçü de bu yazıları sert bir uslupla eleştirdi bizde ilgiyle izledik tarih bize özgürlükçünün haklılığını kanıtladı her seferinde kürt hareketi bitti bitiyordan güçlenerek çıktı Necip gibi akp savunucusu birinin arkasına dizilip her seferinde haklı çıkan özgürlükçüyü siteden küstürmekle yanlış yaptınız özgürlükçüyü ararsınız ama bulamazsınız
    Siteyi devletin sistemin gündemini tartışır hale getirip Necip in kuyruğuna takıp düzene eklemlemekten başka bir yere gidileceğini sanmıyorum

  406. Site sansürü akp nin HDP sansürüne benzemiş Yakışır Zileliye

  407. Necip ve zileli hayranıyım sansürü engelleyebilirmiyim?

  408. özgürlükcü maske takmis , yada mahaalleden arkadaslarini göndermis:)

  409. Yaptigi tek sey kendi takimina tezahurat digerlerine kufur hakaret tehdit, Kaba bir ideolojik hegemonya kurma hevesi. Patalojik vakka küstüm gidiyom diyo, gitmiyo geri geliyo. Bi git.
    Hollywood korku filmi gibi yaaa.Camlara tas atip kacan mahalle Lumpeni gibi.

  410. Vay Zileli nin sitesinde HDP itibarsizlastiriliyor( elestrilmeyecek o HDP) hiiii . Bu ne be? Burasi HDP nin parti meclisimi. O yazmasin söyle yazilmasin Boyle olmasin hani tekci degil ozgurlukcuydunuz siz. umarim elinize iktidar gecmez. daha ufacikken bu hegemonya kurma ve herseyi kendine göre TEKlestirme hevesi ne hale gelirdi.

  411. Adam HDP elestrilmesin, neden HDP yi elestirenlerin yazmasina izin veriyorsun diyor, ve de Zileli yi sansurculukle sucluyor. aferim iktidarsal demagoji nasil yapilir cozmus:)

  412. “Mesela, adında “özgürlük” kelimesi geçen partinin üyeleri, bu kelimeyi “başka partilerin üyelerini sokakta dövmek özgürlüğü” şeklinde anlayınca, bu partiye de isim değişikliği önermek gerekmez mi?
    Mesela, CHP’nin isminde “halk” kelimesinin ne işi var?”
    http://www.ilkehaber.com/yazi/evren-bugun-ne-demektir-3805.htm
    Roni Margulies / Evren bugün ne demektir

    Peki Özgürlükçü’nün isminde “özgürlük” kelimesinin ne işi var?

  413. siz gerçekten kafayı yemişsiniz hdp yi eleştirmeyen kaldımı hdp lilerden siz dahil şu anda ülkenin bütün tv leri canlı yayında erdoğanın hdp hakaretlerini dinliyor bütün ülke seferber olmuş 2 yıldır hdp ye denmeyenmi kaldı hdp linç edilirken böyle bir sitenin gündemide buna katılmak olmuyormu
    Bunları yapan akla hayale gelmeyecekleri yapanlara sesi çıkmayan Necip in peşinden ne yaptığınıza bakın
    Çok yakın gelecekte geriye dönüp bu yaptıklarınıza bakınca utanabilirsiniz
    HDP iktidar hegemonya kurmuş diyebilecek seviyede olup biteni çarpıtıp yaşanan iklimi meşrulaştırdı size necip uyuyorsunuz
    Şu anda 930 larda nazilerin Yahudilere 1915 ve sonrası türkiyede Ermenilere yapılan politik iklimin uygulandığı kürtler ve hdp bunları yaşarken anarşistim diyen sitede bunun tekrarlanması manidar

  414. Özgürlük Yok Özgürlükçülük Yalan

  415. Sansür
    (Taraf, 21 Eylül 2009)
    Bu yazıdan sonra kıyamet koptu…
    Censeo (değer biçmek, takdir etmek) fiilinden censor (/kensor/) eski Roma’da hem nüfus idaresi hem ahlak zabıtası görevi yapan bir yüksek görevlinin adı. Yaptığı işin adı censura (/kensura/).
    Latincenin Kuzey Frengistan vilayetindekonuşulan taşra lehçesinde bu kelimenin telaffuzu ikibin yılda tanınmayacak derecede değişmiş. İnce sesliye bitişen /k/ sesi önce /ts/ sonra /s/ diye söylenir olmuş. Geniz /n/sine bitişen /e/ sesi ağzın gerilerine doğru kaçıp /a/ olmuş. /U/ sesi incelip /ü/ halini almış. Kelime sonundaki –a dişil eki de önce /e/ olmuş, sonra eriyip gitmiş. Modern Fransızca sözcük halâ aslına yakın bir şekilde censure yazıldığı halde /sansür/ diye okunuyor.
    Türkçeye gazetenin icadından hemen sonra sansür de gelmiştir. Kelimenin 1900 civarından daha eski örneğini bulamadım henüz, ama tahmin ederim 1865’lerde Tasvir-i Efkâr’ın hükümetle başı derde girdiğinde Babıali’de birileri “fekat bu censure’dür azizim” diye mırıldanmıştır.
    *
    Şimdi diyorlar ki memlekete özgürlük geldi. Doksan seneden beri tabu olan şeylerden bile artık serbestçe bahsedebilirsin.
    Ama bir de ne görelim? Bu sefer başka şeyler sansüre tabi olmuş. Orduya, devlete, Yüce Manitu’ya istediğini söyle serbest, ama iş İlkçağ Arap mitolojisini sorgulamaya geldi mi orada dur diyorlar.
    Neymiş? Allah diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikâyelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış!
    Doğanın boşluk kabul etmemesi gibi, bu toprakların havası mıdır, suyu mudur, özgürlük kabul etmiyor herhalde.
    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2009/10/sansur.html

  416. HDP iktidar hegemonya kurmuş diyebilecek seviyede olup biteni çarpıtıp yaşanan iklimi meşrulaştırdı size necip uyuyorsunuz

    öyle mi yazilmis, yoksa bu kafayla iktidar olunsa sizden korkulurmu yazilmis. bastan Sona ayni yöntemle carpitma demagoji. baska hic birsey yok. Yüzeysel bir retorik, kendi savundugunu sandigi degerler hakkinda bilgisizlik. tek care digerleri konusmasin konusturulmasin, hakaret küfür.

  417. HDP nin Linc ettiklerini ne yapacagiz ?

  418. marxist argüman

    bakiyorum günzileli sitesinde gündemin bir numarali maddesi “özgürlükcü” olmu$.
    özgürlükcü, yine yaptin yapacagini!

  419. Eger HDP nin itibarsizlastirilmasi rahatsiz ediyorsa, bu rahatsizligi ilk ileteceginiz yer HDP yi eletirenler degil, Imrali daki Zeus ile Kandildekiler olmali diye düsünüyorum.

  420. Bir Lideri (örnegimizde bir tanrisi) bulunan hareket, özgürlük üzerine külliyat yazsa, tüm örgüt kademelerini kadinli erkekli esbaskanlarla, hatta LGBT esbaskanlari ile doldurmus olsa dahi, diger politik partilerden cok az farki olan bir partidir. O yuzden Elestrilere karsi yanitlarin surasina burasina, ozgurluk, hele hele efendisizlik falan serpistirirken ölcülü olunmali.

  421. marxist argüman

    necip’ten alinti:
    “Ben, son birkac yildaki yanlislariyla, PKK, kendini, bu noktaya surukledi diyorum. Bu, bittigini soyledigim anlamina gelmez.”

    necip, $ayet bir pkk taraftari “pkk cok taktik hatalar yapti” derse, bu anla$ilir cünkü bu, $u anlama gelir: “bu hatalar mücadelemize/davamiza cok zarar verdi.”

    fakat bunu senin gibi kürt ulusal hareketinin taraftari da sempatizani da olmayan biri söylüyorsa, neden diye sorup, bir analiz yapmam farz oluyor. öyle ya, pkk’nin kendi mücadelesine zarar verecek hatalar yapmasina senin hayiflanmadigin kesin; tersi daha makbul görünüyor: pkk’nin hatalari devletin “bölücü terörle” mücadelesinde i$ini kolayla$tirdi.

    burda senin olaya baki$ acin devletin resmi tezleriyle/iddialariyla örtü$üyor: dikkat edersen senin iddialarin cogu zaman $u kapiya cikiyor: pkk ya da hdp devleti $unu yapmaya zorladi; bunu yapmaya zorladi. yani senin kurgu dünyanda devlet hep savunmada; kar$idakiler devleti tahrik ediyorlar, provake ediyorlar; $u tahrik/provakasyonlar olmasa devlet ba$ka türlü davranacak.

    90li yillarda devlet kürdistanda, o zamanki kürt gazetecilerini gözaltina aldiktan belli bir süre sonra, bu gazetecilerin dagda, bayirda iskence ile öldürülmü$ cesetleri bulunurdu. devlet bunu tabii ki resmi olarak üstlenmiyordu. devlet ve medyasi bu cinayetlere bir isim de takmi$ti: “faili machul”.

    o zamanin ba$bakani demirel: “bunlar kar$ilikli birbirlerini öldürüyorlar; ic hesapla$ma” gibi son derece alayli/cynical bir$eyler söylemi$ti.

    necip’te ve devleti yöneten politikacilarda rastladigimiz, devleti/düzeni temize cikaran bu söylemin/retorigin biraz daha az alayli/cynical olan versiyonu da $öyle oluyor: kendi ettiler kendi buldular; hdp’li milletvekilleri devlet tarafindan iceri mi atildi: kendi suclari; iceri atana degil, atilana bakmak lazim; bu milletvekilleri iceri atilmak icin kim bilir ne haltlar kari$tirdilar; adamlar/hdp’liler iceri atilmak icin resmen ellerinden geleni ardina koymadilar; bu kadar olur yani; devlete “gel beni iceri tika” diye bir yalvarmadiklari kaldi, yuh olsun, devletimizi zorda birakmak icin cezaevini bile göze aliyorlar…”

    necip, kisacasi senin burda ki tez’in burhan kuzu’nun söyledigi “hdp’liler kendilerini bilerek tutuklatti” söyleminin ba$ka bir versiyonu oluyor.

    “hdp’liler kendilerini bilerek tutuklatti” iddiasinda ki a$agilamayi, alayi/dalgayi bir kenara birakalim, böylesi bir iddanin icerini, amacini iyi analiz etmek lazim; burhan kuzu gibileri sirf eylence olsun diye bu laflari etmiyorlar. devletin resmi tezlerini yansitan böyle bir iddia:

    “tutuklama” eylemini yapan devletin, bu i$i mecburen yaptigi; devletin, hdp’lileri tutuklama eyleminin belli bir hedefe yönelik planli-programli bir eylem olmadigi; dolayisiyla sorulmasi gereken soru “devlet bunlari neden tutukladi; devletin amaci nedir” degildir; tam tersine tarti$ilmasi gereken “bunlar kendilerini neden tutuklattilar, hdp’liler, kendilerini “bilincli tutuklatma” eylemiyle neyi hedefliyorlar?”

    evet, $ekil A da görüldügü üzere, böylesi bilincli bir demagoji ile fail-maktul ili$kisi ba$üstü cevriliyor; tutuklama eylemini yapan fail devlet oldugu halde, devlet, “magdur” edilen olarak gösterilirken; devletin $iddetine maruz kalan milletvekilleri “fail/saldirgan” olarak takdim ediliyorlar.

    necip, bilincli bilincsiz mi yapiyorsun bilmiyorum ama, olaylari degerlendirirken cogu zaman sen de bu “fail-magdur” ili$kisini ba$üstü ceviriyorsun; böyle bir cabanin altinda yatan niyet devleti/düzeni temize cikarmak degilse, nedir acaba?

  422. marxist argüman

    necip’ten alinti:
    “Bu acidan baktim zaman, PKK’nin gayesinin hicbir zaman siradan insanlarin kalbini kazanmak olmadigini, onlari cok olsa bir tur muhaimmat gibi gordugunu dusunmeden edemiyorum.”

    devletlerin ve siyasi partilerin/örgütlerin kitleleri, iktidara giden yolda mühimmat/malzeme olarak kullandiklari dogru; almancada bu durum icin “manövriermasse” kavrami kullaniliyor; yani bir hedefe varmak icin kitleleri/kitlelerin destegini koz olarak kullanmak.

    pkk’in kürt halkina, kendi tabanina yönelik cagrilarinda bunu somut olarak görmek mümkün: halkimiz bu duruma sessiz kalmamali, alanlara cikip tepkisini göstermeli, önderimiz apo’yu sahiplenmeli vs.

    yine öcalan’in, “personenkult” dedigimiz ki$iye tapinma kültürünün bir ürünü olan kendini kendi taraftarlarina, ugrunda ölünecek bir “önder” olarak benimsetip, sonra da bazi pkk taraftarlarinin kendilerini öcalan icin yakmalari eylemleri; öcalan’in da “gerek yok, yapmayin” derken ki “istemem ama yan cebime koy” tavri ve öcalan’in bu durumu devlete kar$i bir koz olarak kullanma giri$imleri: bana ölümüne bagli cok insan var; bana muamele yaparken ona göre bunu göz önünde bulundurun”, bu duruma örnektir.

    yine devletlerarasi rekabbete “vatan, millet, sakarya” ideolojiyle sava$ cephelerine sürülen milyonlarca asker de bu duruma örnektir.

    kitleleri iktidar mücadelesinde manevra malzemesi/koz olarak ustaca kullanan politikacilardan biri de tayyip erdogan’dir.
    erdogan’in “milyonlarca taraftarlarimi evde zor tutuyorum” tehditleri ve 15 temmuz darbe giri$iminde kendi taraftarlarini sürekli olarak sokaklara gövde gösterisi yapmaya cagirmasi, sonra da bu kitlesel gövde gösterilerini kendi iktidarini/rejimini hem icerde saglama almak hem de di$ariya kar$i “ben diktatör falan degilim, gördügünüz gibi arkamda milyonlar var” seklinde nakite cevirmesi; yine bu “kitle/taraftar kozunu” sonuna kadar en verimli bir bicimde kullanmaya devam edecegini gösteren muhtarlara vaazlar, meydanlarda sürekli olarak geni$ kitlelere hitab; halk ile düzenli olarak sicak/canli temas vs.

  423. —‘Economic growth’u konusmuyoruz.— Konuşuyoruz. Bunun ne demek olduğunu sen de biliyor gözüküyorsun, kendi kendine ‘lecture’ verebilecek kadar maharetlisin.

    —Herseyin fazlasiyla var oldugu, bolluk (abundance) olan, bir yeni devirden bahsediyoruz. Sizin ortulu utopyaniz bu cunku: Bolluk olacak, ihtiraslara gerek kalmayacak; ‘kotu adamlar’ (‘kapitalist’ler) somurecek -ihtiyac sahibi- kimseyi bulamayacaklar. Nasil ispatlandi? Benim farketmedigim bir zaman araliginda dunya uzerinde ‘bolluk’ yaratildi da bunun ‘somuru’yu ortadan kaldirmadigi -supheye mahal birakmayacak sekilde- tespit mi edildi? Ne zaman oldu bu?— Tabii tabii, şimdi de müneccimliğe başla. Ki sen, ‘olgu’lara önem atfediyor gözüken şahıs, Necip, lafları eğip-bükmekte de epey hamaratsın. Fillerin uçacağına hiçbir zaman inanmadığımız gibi, bizim değil, senin & sizin ortulu utopyaniz ‘economic growth’ dediğiniz şeyi, kapitalistlerin, sadece kendi hülyalarını yaşayabilmesi için icat ettiği bir mefhum olduğunun yüzyıllardır farkındayız, kendi çamurunu etrafa sıçratma. ‘Scarcity’ konseptinin apocalyptic hikayelerini de şakımıyoruz, ‘abundance’ konseptinin paradise olduğunu da vaat etmiyoruz. Haykırdığımız şey, sömürü mekanizmalarının feriştahı olan kapitalizme karşı mücadele etmek. Hayatı sadece ama sadece kendi kapitalistliğinizle idrak edip, etrafınızdaki insanların da uysal koyun olmalarını mecbur kılıyorsunuz. ‘Tarih’, dönemsellik zemininde anlaşılır. Heyulanızdaki ‘economic growth’lar, geçmişte, limitli-çerçeveli-süreli yaşanmış ve bitmiştir, dönem dönem kendini yeniden göstermiş, ve yine bitmiştir. Hülyanızdaki ‘economic growth’ların, miadı dolduğunda bitmesinin nedeni de, kendinizin [yani, bizzat kapitalistlerin] hırslanıp kâr güdünüzü en tepe noktada tatmin etmek [uyuşturucu madde bağımlılarının ‘The Golden Shot’ı ile aynı] hamlelerini yaparken, hem kendi kapitalist müttefiklerinizi, hem yaşadığınız toplumu [toplumları] ‘kriz’e sokmanızdır. Bir ekonomik krizin başlangıcı, ilk önce bizzat kapitalistlerin kendi hırslarının sonucu, sonra diğer faktörlerin etkisiyledir. Krizi kapitalistler bizzat başlatır, ama cefasını herkes çeker. Bu canavarlığı kaldıracağız. Tarihte yapılan hataların aynısını, bugün de, yarın da tekrar etmeye mahkûm değiliz. Kendi heyulanızda icat ettiğiniz zımbırtıları buraya getirip, sanki biz ‘örtülü’ savunuyormuşuz gibi yamamak çabaların beyhude, beceremiyorsun, sırıtıyor. ‘Economic growth’u, siz, kapitalistler savunuyorsunuz. Yakın tarihten örnek: ‘Wirtschaftswunder’
    https://en.wikipedia.org/wiki/Wirtschaftswunder

    —E. Napcaz peki? Soforleri mi yasaklayalim? Olmayan bir sistemin verdigi emirlerden bahsediyorusnuz.. Bir de, ben size katilmiyorum diye, cemkirirsiniz.. Yahu, hadi siz ipe sapa gelmeyen seylere iman edebiliyorsunuz; ama, benim de katilmami nasil beklersiniz?— Kapitalist sistemin olmadığına, kendini inandırmışsın, sonra, gelmişsin buraya bizleri de inandıracağını zannediyorsun. Üstelik, mühendisler, ‘nedensellik’ kavramını, ‘rasyonalite’yi az-çok bilirler, kıyısından-köşesinden haberdardırlar. Sen de bir mühendissin, bu kavramlar, ya sen de hiç yok, ya da zaman içinde erozyona uğramış, yani, köhnemiş olabilirsin. 363 no’lu metnimde kapitalizmin ölümcüllüğünü apaçık yazmışken, sadece işine geleni cımbızla seçerek kendini tatmin etmekten öteye geçemiyorsun. Umarız, bizzat sen de, veya evlatların varsa onlar da, kapitalizmin sömürdüğü [ekseriyeti masum] şoförlere ‘çimento&beton tazeliğini kaybetmeden inşaat alanına ulaşacaksınız, gaz pedalına sürekli basacaksınız, yolda giderken Necip’e de, ailesine de rastlarsanız ezeceksiniz!’ emri neticesinde ölmezsiniz.

    [1] Çözüm, çimento&beton mixer’lerini yasaklamakla gelmez.

    Problem, o çimento&beton mixer’lerinin şoförlerine, inşaatı çabuk bitirmek ve yüksek kâr etmek için gaz pedalına basması emrini veren ‘haşmetli kapitalist patronların’ sorgulanMAmasıdır. Aslında bu problemi sen DE gayet iyi biliyorsun, fakat itiraf etmek işine gelmiyor Necip.

    [2] —Necip: ‘Soforleri mi yasaklayalim?’—

    ‘her turlu melaneti istemdisi yapan o masum sofor kardeslerimiz’: Bu emekçiler, sıkıysa, kapitalist patronun emrine karşı gelsin, sıkıysa ‘bilinçli olarak’ gaz pedalına basMAyacağını kapitalist patronun suratına bağırsın, ondan sonra bakın bakalım, o şoförü [şoförleri] kapıdan dışarı nasıl atıyorlar, o şoförün [şoförlerin] ekmek parası kazanmalarının önünü nasıl kesiyorlar. Kapitalist sistem için, şahısların istemdışı ve/veya bilinçli davranmaları pek mühim değildir; kârı en çabuk şekilde ve en yüksek meblağda getirecek davranış kalıpları ne ise, onu yaymak kapitalist sistemin amacıdır. Eğer ‘istemdışı davranışlar’ yüksek kâr getiriyorsa, kapitalizm, insanları [ve diğer birçok türü] zombileştirmek için uğraşır; eğer ‘bilinçli davranışlar’ yüksek kâr getiriyorsa, kapitalizm, —her ilde bir üniversite kurduk eyyy halkım!— pazarlaması ile ‘eğitimli köle’ yetiştirmeye uğraşır. Hangisi işine geliyorsa, kapitalizm onu yaymaya uğraşır.

    —Sallamanin gercekten siniri yok, bu acikca goruluyor. Azicik daha ilissem, korkarim, asil katilin ben oldugumu dahi iddia edeceksiniz.. Dilin kemiyi, tahayyulun limiti yok.. O yuzden, iddia etseniz de, sasirmayacagim. Ha, pardon.. ben yirttim galiba. Yok.. tam da yirtamamisim.. ‘Accessory to a murder’ (cinayete katkida bulunmak) sucum devam ediyor anlasilan. Patronlar da geberiyor.. Birkac ay once, isverenin birisi asansor bosluguna dustu ve oldu. Bu durumda kimi sucalayacagiz? ‘Kapitalizm uzeri kapitaliz’mi yani ‘super kapitalizm’i mi?— ‘Accessory to a murder’ (cinayete katkida bulunmak) suçun ARTARAK DEVAM EDİYOR. Ölen işveren & patron yok mu, elbette var: Kapitalist patronların ekseriyeti para okyanusunda boğularak ölürken, sömürdükleri işçiler maden ocaklarında kapitalizm tarafından öldürülüyor, veya işçi, inşaat alanında kapitalizm tarafından öldürüldükten sonra cansız bedeni molozların arasına atılıyor. Endişelenmene gerek yok Necip, kapitalizmi ortadan kaldırdığımızda, kapitalist patronlar DA kurtulacak. Ne cevap vermiştim sana 337 no’lu metnimde: Sen DE kurtulacaksın. Kurtulmandan sonra, ‘teşekkür etmemi beklemeyin benden’ demen mühim değil.

    Ek olarak, hatırlarsan, Ali Ağaoğlu adlı bir celebrity emlak kapitalistimiz var. Oldukça nüktedan bir meşrebe sahip:

    [1] Müteahhit Ali Ağaoğlu, 19 Mart 2016’da İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırıda hayatını kaybeden dört kişiyi anmak için gittiği Taksim’de ‘kendine özgü biçimde’ konuştu: ‘Millet fakir, karanfil bırakıyor, ben gül bıraktım.’

    http://www.diken.com.tr/ali-agaoglunun-piskinligi-yuz-kizartti-millet-fakir-istiklale-karanfil-birakti-ben-gul/

    https://www.youtube.com/watch?v=S1EgXDfxOoo

    [2] ‘CNNTürk’ adlı kanalda, Ekin Olcayto’nun sunduğu programda, ‘yerli ve milli’ kapitalist celebrity’miz Ali Ağaoğlu nüktedanlığına coşkuyla devam ediyor:

    Olcayto: Peki, cebinizde kaç para var şu an?

    Ağaoğlu: Bilmiyorum.

    Olcayto: Vallahi bir şey istemeyeceğim.

    Ağaoğlu: Çıkarayım mı?

    Olcayto: Çıkarın… Eyvahlar olsun. Şu an hakikaten bütün Türkiye bunu merak ediyor herhâlde. Türkiye’nin en zengin adamlarından birinin cebinden kaç para çıkacak acaba?

    Ağaoğlu: Say istiyorsan, bayâ var.

    Olcayto: Ben mi sayayım? Tamam, yönetmenim kızmazsa, hemen iki saniye içinde sayıyoruz. (Haşır huşur, haşır huşur, haşır huşur… Kağıt paranın sürtünme sesi coşuyor…) Şu an 5000’deyiz sevgili seyirciler. Bu herhâlde Türkiye’de ilk defa oluyo, Ali Ağaoğlu’nun bi anda cebinden çıkan para ne kadar olabilir? Türkiye’nin en zengin adamlarından bir tanesi. Kredi kartının limitinin 50.000 lira olduğunu söyledi, ben de, ‘cebinizde ne kadar olabilir?’ diye sordum ama bu kadar tahmin (5000) etmemiştim açıkçası. Saymaya devam ediyoruz. Ben şu 5000 lirayı size vereyim. Devamını getirelim. 8400 lira. Evet cebinde bu kadar para var.

    Ağaoğlu: Zaten genelde nakit çalışıyorum ben.

    https://www.youtube.com/watch?v=U-kRxTMVU7Q

    Bir ek daha. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Vehbi Koç’un ‘Millî Güvenlik Konseyi’ne [elbette konseyin başı Kenan Evren’e] gönderdiği, 3 Ekim 1980 tarihli bir mektup, ara sıra çeşit çeşit mecralara sürülür, dolaşıma sokulur. Vehbi Koç’un gerçekten böyle bir mektup yazıp/yazmadığı, yazmış olsa bile Kenan Evren’e gönderip/göndermediği, net olarak bilinmiyor galiba. Mektubun içeriğine baktığımızda, tam da kapitalist sınıfın üslubuyla yazılan, tam da kapitalist sınıfın çıkarlarına hizmet edecek şekilde tasarlanan bir mektup olduğu belli. Yani, her ne kadar böyle bir mektubun varlığının/yokluğunun Vehbi Koç’a teyit ettirilip/ettirilmediği meçhûl gözükse de, Koç’a doğrudan sorulsaydı, Koç sinsi bir tebessümle ‘Olur mu öyle şey! Biz, daima demokrasinin yanında, daima halkın yanında olduk! Birkaç kendini bilmez solcu kırıntısı, hem şahsıma, hem grubumuza çamur atmak için, bizleri töhmet altında bırakmak için, sanki darbecilerle omuz omuzaymışız gibi bir hava yaratmaya uğraşıyor. Ajan provokatörlerin işidir bu mektup meselesi!’ diye hınzır hınzır cevap verir, ama içinden ‘İyi ki böyle bir mektup çıkmış piyasaya. Bu mektubun benim kalemimden çıktığı iddia edilse de mühim değil. Kim yazmışsa bu mektubu iyi ki yazmış ve göndermiş, çıkarlarımızın daima garanti altında olduğunun, yani MGK tarafından korunacağımızın ispatıdır.’ derdi.

    Kaynaklardan üç tanesini aşağıya aktarıyorum. ‘acikradyo.com.tr’ adresinde, 9 Mart 2009 tarihli, Ömer Madra ile Ali Bilge’nin hazırladığı radyo programında, Ali Bilge şunları söylemiş:
    http://acikradyo.com.tr/arsiv-icerigi/turkiyede-dunyasi-ve-devlet-iliskisinin-tarihi

    Ali Bilge: Vehbi Koç’un 3 Ekim 1980’de, yani 12 Eylül’den 1 ay bile geçmeden yazdığı bir mektup var Kenan Evren’e. Orada, bu darbeyi desteklediğini ve ordunun muzafferiyetini övdükten sonra, belli noktalarda da akıl veriyor; “Türk ordusunun bu hareketi son derece geçerlidir” dedikten sonra, “Yıpranabilirsiniz, aman yıpranacak hareketlerden kaçının. Eğer ordu yanlış kararlarla yıpranırsa, memlekete diktatörlük, onun arkasından da komünizm gelebilir” diyor. “Vaktinde demokrasiye dönülmesi konusunda da aman dikkatli olun, bu konuda kantarın topuzunu kaçırmayın. Bu arada da anarşistlerin mahkemeleri hiç uzatılmamalı, cezaları süratle verilecek kanunlar çıkarılmalı ve polis teşkilatının imkânları arttırılmalı. Buna ilişkin ne yapılması gerekiyorsa yapılmalı en kısa sürede. Yoksa —faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek Türk işçisini istismar ediyor— propagandası yapılır. Böyle bir iftira karşısında bir an evvel işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek kanunlar bir an önce çözülmelidir. DİSK’in kapatılmış olmasından medet umanların bu anlamda heveslerinin kursaklarında kalması lâzım” diyor.

    Ömer Madra: Bu da gayet sınıfsal bir açıklama.

    Ali Bilge: Çok sınıfsal, net bir mektup. Diyor ki mesela; “Kıdem tazminatları, kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra, geriye kalan kısım, kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faizle kullandırılmalıdır.”

    Ömer Madra: Yani onlar da [‘geriye kalan kısım’ da] işverene iade edilmelidir.

    Ali Bilge: Evet.

    Ömer Madra: Uzun bir mektup.

    Ali Bilge: Evet. “Islahat hareketi” olarak görüyor 12 Eylül’ü, mesela diyor ki; “Bu hareketin muvaffak olması için komünist partilerin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, bir takım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettireceğini gözönünde bulundurun, uyanık olun, bu teşebbüsleri muhakkak engelleyin.” & “Solcu örgütlerin, Kürtlerin ve Ermenilerin!”

    Ömer Madra: Bu mektup, darbe lideri Orgeneral Kenan Evren’e yazılıyor. Türkiye’nin en büyük holdinginin başkanı, bir işadamı, çok kanlı sonuçlar verecek olan bir darbenin liderine mektup yazıyor; bunun bir ‘ıslahat hareketi’, yani ‘reform hareketi’ olduğunu söyledikten sonra da solcuları, Kürtleri ve Ermenileri de hizaya getirmesinin yerinde olacağını belirterek akıldânelik yapıyor. Çok ilgi çekici.

    Ali Bilge: “Kürtler, komunistler, solcular, Ermeniler ve bir takım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerine karşı uyanık olun ve teşebbüsleri muhakkak engelleyin” diyor. Biliyoruz ki, 12 Eylül’le Anayasa Mahkemesi yürüdü, devam etti.

    Bahsi geçen mektupla ilgili, ‘bianet.org’ adresinde, 20 Eylül 2011’de gazeteci Ayça Söylemez şunları aktarıyor:
    http://bianet.org/bianet/sanat/132840-darbe-destekcisinden-sanat-sponsoru-olur-mu

    Koç’un, Evren’e yazdığı mektup şöyle:

    “Emrinize amadeyim!”

    “Sayın Kenan Evren,

    Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve onu kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır.

    İşçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır.

    DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.

    Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir.

    Zatıâlilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim.”

    [Not: Mektubun tamamını, ‘Abdullah Köktürk’ adlı gazeteci yayınlamış. Bir sonraki post’a aktardım, okursun. Merhum kapitalist Vehbi Koç’un, mektubun varlığını inkâr etmesine yeltenemeyeceği kadar gerçek.]

    Yukarıda aktardıklarım, örneklerden sadece ikisiydi, ve en bilinenleri hatırlattım. Görev başındaki ABD başkan yardımcısı Joe Biden’ın [özellikle oğlu Robert Hunter Biden’ın], Ukrayna’daki ‘yatırımları!’yla ilgili, veya ‘Goldman Sachs’ın Alman piyasasının ‘kırılma noktalarına yerleştirdiği saatli bombalarla’ ilgili yüzlerce örneği de yazarak, konuyu daha da uzatmak istemedim.

    Okuduğun üzere, Necip, kapitalist patronlar DA ölür, ya Ali Ağaoğlu gibi para okyanusunda boğularak, ya Vehbi Koç gibi korkusundan ‘devlet’in ve ‘ordu’nun şefkatli kollarına sığınarak.

    Koç Holding, ve sürüsüne bereket diğer pek çok şirket, için, iktidarda ‘İslamcı diktatörlüğün’ olması, veya ‘Kemalist diktatörlüğün’ olması o kadar önemli değildir. Hangi ‘tür’ dünya görüşüne sahip yönetim iktidar koltuğuna oturursa otursun farketmez, kapitalistler bukalemun gibi uyum sağlamakta ustadır, çıkarlarını teminat altına aldırmak için, türlü çeşitli iktidarlarla el ele kol kola olmaktan asla çekinmezler. Türkiye özelinde, Koç Holding’in başı çektiği cenah daha çok ‘beyaz [veya ‘mavi’] sermaye’ olarak mimlenirken, diğer cenah daha çok ‘yeşil sermaye [‘Anadolu Kaplanları’ diye nickname’leri vardır, ekseriyeti İslamcıdır, aralarına İslamcı gözükenler de sızmıştır]’ olarak mimlenir. Hepsinin kaynağı ise, ‘kapitalist dikatörlük’tür. İlk sırada ‘kapitalist diktatörlük’ olmak üzere, bütün diktatörlükleri yıkacağız.

    —Demeyin yahu. Mafyatik duzen bu kadar yayginlasti mi? Bir yerden atilinca bir calisan, baska hicbir yerde is bulamiyor mu artik? Patronlarin ortak bir veritabani mi var? Ne zaman oldu butun bunlar? Niye benim hic haberim olmuyor boyle olaganustu gelismelerden?— ‘Mafyatik duzen’, ‘patronlarin ortak veri tabani’, ‘olaganustu gelismeler’ senin ve muadillerin sayesinde hırçınlaşmaya, vahşet saçmaya devam ediyor. Senin ‘hoca’ların [Niccolò Machiavelli, Thomas Hobbes, John Locke, Adam Smith, Friedrich Hayek, Ayn Rand, Murray Rothbard, Ludwig von Mises, Walter Edward Block, Robert Nozick, Milton Friedman ve türevleri] hâlâ kurnazlık, hâlâ vahşet taktikleri dağıtmaya devam ediyor.

    Necip: ‘Bir yerden atilinca bir calisan, baska hicbir yerde is bulamiyor mu artik?’ Ve yine Necip cevaplıyor: ‘Soma’da, kapitalizm tarafından öldürülen insanları umursamıyorum! Onlar da tarlada ırgatlık yapsalardı! Ben mi onları, madene, kapitalizm tarafından öldürülmeye gönderdim!’ Cevabına devam ediyor: ‘Merhum Veysel kardeşimiz de, inşaatta sömürüleceğine, gideydi, pazarda limon-maydanoz-çorap-tırnak makası sataydı, ölmezdi. ‘Skyland İstanbul’un sahibi ‘Eroğlu İnşaat’ iyi akıl etmiş aslında, öldürdüğü işçinin cesedini molozların arasına atıp kaçmayı. Yeter ki, şirketin marka değerine zeval gelmesin, işçiler geberse de olur. Gebermek, işçinin fıtratında var, kapitalist sistemin asla kabahati yok.’

    ‘Metal İşçileri Birliği’nden hatırlatma:

    Nasıl Sömürülüyoruz!

    Bu sorunun yanıtı, malların değişim sürecinde, yani ticarette değil; ‘üretim sürecinde’dir.

    Kapitalist sınıfa giden kârlar, ‘üretim alanı’nda ortaya çıkar.

    İşçiler, hammadde ve yarı-mamûl maddeyi mamûl hâline dönüştürerek yeni bir servet, yani bir ‘değer’ yaratırlar.

    İşçiye ücret olarak ödenen para ile, işçinin üretim sırasında hammaddeye kattığı değer arasındaki farkı, kapitalistler (sermaye oligarşisi & şirketler & işverenler & patronlar vb.) kendi hesabına katar. Kârın kaynağı da budur.

    İşçi kendisini bir kapitaliste kiraladığı zaman (yani ücret anlaşmasıyla sömürülmeye başladığı anda), kapitaliste, üreteceği şeyi değil, üretme gücünü, yani ‘kendisini bedenen ayakta tutacak paraya (maaşa & ücrete)’ işgücünü satar. Formül: Kapitalist patronun ödediği para = Sömürülen işçinin işgücü

    Kapitalist patron, işçiyi, piyasadaki ortalama sömürme süresi olan 8 saat için işe almış olsun. İşçi, bütün gün çalışır. Diyelim ki, 8 değil 4 saat içerisinde, işçi, kendi işgücünün satış fiyatı olan meblağı tamamlar. Ama işçi bu 4 saatin sonunda işi bırakıp evine gitmez, gidemez. Bunu yapamaz, çünkü kapitalist, onu (işçiyi) 8 saat için kiralamıştır.

    Böylece 4 saat daha çalışmaya devam eder, bu kez kendisi için değil; kapitalist için çalışır. Emeğinin sadece bir kısmının karşılığı kendisine ödenmiştir. Diğer kısmı ‘ödenmemiş emek’tir, bu meblağ, kapitalistin cebine girer.

    Bu aradaki farka ‘artı-değer’ denir. (Birçok kaynak, ‘artık-değer’ tabirini de kullanır. Fakat yaygın tabir ‘artı-değer’dir. ‘Surplus value & Mehrwert’)

    ‘Artı-değer’, kapitaliste giden kârdır. İşgücü dışındaki diğer girdi fiyatları ise, üretim sürecinde ekstra bir kâr getirmez, onlar, üretilen ürünün değerine olduğu gibi girerler.

    Sonuç: Kapitalist patron, sadece 4 saatine para ödediği işçiyi, 4 saat daha ama ücretsiz sömürerek; 8 saatlik bir zamanda üretilmiş bir değerden 4 saatlik değer kazanmıştır.

    Şimdi, yukarıdaki hesabı, bir ay üzerinden yaptığımızda, ve ‘makine faktörü’nü de eklediğimizde yaklaşık olarak şu sonuca ulaşırız: İşçi, belki birkaç gün, belki daha az bir zaman için kendisine çalışırken; geriye kalan tüm zamanda kapitalist patronu zengin etmek için çalışır. Her işçi arkadaşımız, kendisine ödenen ücretten, ve ürettiği ürünün değerinden hareket ederek; ne kadar sömürüldüğünü hesaplayabilir.

    Bir fabrika ortamında, kapitalistler, ‘daha az işçiyle daha yüksek üretim yaparak’, işçinin kendi hesabına çalıştığı süreyi azaltarak, yani, ücretleri düşürerek kâr oranlarını arttırmaya uğraşırlar. Bu, kapitalizmin yasasıdır.

    Bu yasaya karşı tek çare: Mücadeledir.

    Kapitalistler paylarını genişletmek için mücadele eder, etmek zorundalar çünkü yukarıda behsedilen yasayı uyguluyorlar, bu nedenle, ‘kapitalistler neden bizi ucuza çalıştırmak istiyorlar hep!’ diye yakınmayalım.

    İşçiler de paylarını genişletmek için mücadele etmeli, etmek zorunda.

    Sendikal mücadelenin kaynağı da budur.

    Ama son bir soru:
    Hırsız evin içindeyse, işçi ne yapacak?

  424. Vehbi Koç ve Kenan Evren

    Vehbi Koç’un, Kenan Evren’e gönderdiği mektubun tamamı:

    Sayın Orgeneral Kenan Evren,
    Devlet Başkanı
    Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı
    ANKARA, 3 Ekim 1980

    Sayın Başkan,

    Atatürk, 1919’da Ankara’ya geldiği zaman, 18 yaşında idim. Balya çemberlerinden süngü yapılarak, Kurtuluş Savaşı’nı veren ordunun donatıldığını hatırlıyorum.

    Aradan 60 yıl ve pek çok olay geçti. Yaşadığımız iyi ve kötü günlerin sonunda vardığım hüküm şudur:

    Türk milleti, kendisine birlik ruhu verildiği takdirde, her işi başarır, her hedefe varır.

    İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü, radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere katılmamak mümkün değildi.

    Ülkemin hizmetinde geçen 60 yılı düşünürken, tecrübelerime dayanarak birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim. Sizin başarınızın, bütün olduğu milletin tek ümidi olduğuna inanıyorum. Bilgi ve tecrübe arasındaki muvazeneye verdiğiniz önem ise bütün kamuoyunun malumu. Bu bakımdan, faydalı olacağını sandığım hatırlatmalarımı size iletmeyi, bir memleket görevi olarak görüyorum.

    Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek İstiklal Savaşı’na başlama kararı vermesinden sonra, memleket kurtarıldı ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyetimizin 57 yıllık hayatında, memleketimiz şu tarihi olaylarla karşı karşıya kaldı:

    – 1946’da, Demokrat Parti’nin kurulması ile çok partili sisteme geçildi.

    – 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir grup ihtilal yaparak, iktidarı ele aldı.

    – 25 Haziran 1962’de, idare sivillere bırakıldı ve İnönü Hükümeti kuruldu.

    – 12 Mart 1971’de Silahlı Kuvvetler muhtıra vererek Demirel Hükümeti’ni düşürdü, 20 Mart 1971’de Nihat Erim, partiler üstü bir hükümet kurdu.

    – 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetler emir ve komuta zinciri içinde ve emirle Parlamento’yu feshetti. 21 Eylül 1980’de Bülend Ulusu Hükümeti kuruldu.

    Türk Silahlı Kuvvetleri, daima şerefli hizmetler yapmış ve millet hayatımızın her döneminde, milli bütünlüğümüzün devamını sağlamıştır. Memlekette işler çıkmaza girdiği zaman, Türk Ordusu müdahale etmekte ve sonradan kışlasına çekilerek, devlet idaresini sivil hükümetlere terk etmektedir.

    1973 seçimlerinden sonra yedi sene boyunca, iktidara gelen hükümetlerin aldıkları kararlarda parti menfaati ve rey politikası ağır bastığı için memleket bir çıkmaza girmiştir.

    O hale gelinmiştir ki, öğretmen öğrencisinden, amir memurundan, anne ve baba çocuğundan, fabrika müdürü işçisinden korkar olmuştur. O zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri Korutürk ile Milli Güvenlik Kurulu’nun uyarıları nazarı dikkate alınmadığı için, Silahlı Kuvvetler, mecburen devlet idaresini ele almıştır.

    12 Eylül 1980 Cuma günü, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren’in radyo ve televizyon konuşmasında, devlet idaresinin niçin ele alındığı, bundan sonra ne yapılacağı, gayet açık bir lisanla millete duyurulmuştur. Orgeneral Evren’in anarşi, bölücülük, din istismarı, ekonomik ve politik durumla ilgili sözleri millet üzerinde müspet tesir yapmış ve tam bir tasvip görmüştür.

    Nelere Dikkat Edilmeli?

    1. İki seneden beri devam eden sıkıyönetim yüzünden, Silahlı Kuvvetler asli görevi olmayan konularla karşı karşıya gelmiş ve yorulmuştur. Devlet idaresi bütünüyle ele alındıktan sonra, uygulamaya konacak önemli yeni kararlar yüzünden, Silahlı Kuvvetlerimiz’in yıpranması mukadderdir. Bundan dolayı “temel” kanuni düzenlemeler yapıldıktan sonra ordunun kışlasına dönmesi, demokrasimizin devamı için elzemdir. Ordu, yanlış kararlar alır ve yıpranırsa, memlekete diktatörlük, onun arkasından komünizm gelebilir. Bu tehlike karşısında, Silahlı Kuvvetlerimiz’in bu devrede alacağı kararlardan kendisine yardımcı olmak, vatanını seven her Türk için milli bir vazifedir.

    2. Türkiye, birçok anlaşmalarla Batı Dünyası’na bağlıdır. Bu anlaşmalar “Hür Demokratik Parlamenter” sisteme göre düzenlenmiştir. Demokrasiye dönüş uzadığı takdirde, Batılı ülkeler ve onların kuruluşları, endişe duyarlar, bir takım taahhütlerini yerine getirmezler. Bundan dolayı, konuşmalara ve beyanlara çok dikkat etmek, “vaktinde demokrasiye dönüleceği” inancını sarsmamak lazımdır.

    3. İki yıl boyunca 5200 vatandaşın anarşi yüzünden canını kaybetmiş olması ve memlekete büyük miktarda silah ve cephane sokulmuş bulunması, vaziyetin ciddiyetini, vahametini göstermektedir. Bu durumda; anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar, bir an önce çıkarılmalıdır.

    4. Şimdi; “Faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek, Türk işçisini istismar ediyor” propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında, işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar dikkatle incelenerek, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.

    5. Kıdem tazminatı karşılıkları, kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra geriye kalan kısım, kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faiz ile kullandırılmalı, bu fonun, yeni işgücü yaratması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bu kaynak da devletin açıklarını kapatmaya kullanılır ve ekonomik fayda sağlamaz.

    6. Vergi kanunları dikkatle hazırlanmalı, vergi yükü yayılmalıdır. Bu defa herkesin, kazancı nispetinde vergi ödeyeceği bir sistem getirilmelidir.

    7. 1973 seçimlerinden sonra iktidara gelen partiler; valiler, emniyet müdürleri, müsteşarlar ve devlet kadrolarından çalışanlar arasında kendi görüşlerine göre değişiklikler yaptıkları için, bir kısmı korkudan hiçbir karar alamamıştır. Bundan dolayı hizmetler aksamış, işler yürümez olmuştur. Gazetelerde okuduğumuza nazaran, bugünkü idare de, bazı değişikliklerle başlamıştı. Bu değişiklikler yapılırken son derece dikkatli olunmalı, 12 Eylül’den sonra şevkle işe başlayan memurların itibarı ihya edilmelidir.

    8. Hatalı bir tebliğ veya kanun çıkmaması için, Anayasa Mahkemesi üyelerinin veya tarafsız hukukçuların mütalaaları alınmalıdır.

    9. Türkiye’nin enerji meselesi de, öncelikle ele alınmalıdır. Petrol sarfiyatını azaltmak için elden gelen her çareye başvurulmalı, 1981’de petrol ihtiyacımızı temin etme çareleri süratle alınmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile aranmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile uyarılmalı, enerji tasarrufuna yönlendirilmelidir.

    10. Doğu Berlin’de kurulan Türk Komünist Partisi, memleketi dışarıdan ve içeriden yıkmak için son yıllarda çok şeyler yapmıştır ve hala da yapmaya devam etmektedir. 12 Eylül Harekâtı’nın ilk günlerinde sinmiş gözüken solcular, aldıkları emirlerle şimdi yeniden harekete geçmişler, bomba atmışlar, pankart asmışlar, polislerimizi şehit etmeye, vatandaşlarımızı öldürmeye devam etmişlerdir.

    Bu defa girişilen ıslahat hareketinin, muvaffak olmaması için;

    – Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin arasını açmak,

    – Konsey üyeleri ile hükümetin arasını açmak,

    – Silahlı Kuvvetler kademeleri ile hükümetin arasını açarak, cunta kurmaya yöneltmek,

    Amacıyla; Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir.

    11. 1960 yılında zararı görülmüş olan ihbarlar, bu devrede de başlamıştır. Kötü niyetli insanlar, şahsi düşmanlıkları yüzünden, bu gibi ihbarları yaparlar. İhbarlar yüzünden çok vakit kaybedilir ve bir takım yanlış işler yapılır. Bu kötü niyetli teşebbüslere fırsat verilmemelidir. Nitekim Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal hakkında, birtakım dedikodular başlatılmıştır. Turgut Özal, bir dahi değildir. Onun da hataları olabilir. Fakat bu nazik dönemde, mevcudun içinde, meselelerimizi en iyi bilen insandır. Dedikodulara bakmadan, kendisini tutmakta fayda vardır.

    12. Yunanlılarla olan ihtilaflı meselelerimizi, başta Kıbrıs, Ege Kıta Sahanlığı ve FIR hattı olmak üzere, bu dönemde, milletimizin Silahlı Kuvvetlerimiz’e olan güveni içinde, muhakkak çözüme bağlanmalıdır.

    13. Sık beyanatlarda bulunarak veya kamuoyuna tepkisini dikkate almadan basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir. Mesela 31 Ekim 1980 tarihinde CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılan Bülent Ecevit’in yazdığı istifa mektubunun kamuoyuna açıklanmasının mahzurlu görüldüğü hakkındaki beyanat, yanlış olmuştur. Bu mektubun açıklanmasında, hiçbir mahzur yoktu.

    14. Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu defa, siyasi partilerin istismar edemeyecekleri şekilde düzene sokulmalıdır.

    15. Bugünkü yönetim kadrosunun “iktidar hastalığı”na yakalanmasına ve “Biz, en iyi düşünürüz” görüşüne saplanmasına imkân verilmemelidir.

    Sayın Başkan,

    Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumdan kurtulması için birbirimize yardımcı olarak, Kuvayı Milliye devrinde olduğu gibi elbirliği, iş birliği yaparak geceli gündüzlü çalışmamız, güçlüklere katlanmamız, maddi manevi fedakârlıklar yapmamız şarttır. Bu memleket ayakta durursa, hepimiz mesut oluruz. Aksi takdirde, bugünleri çok ararız. Varlığımızın, memleketin varlığına bağlı olduğuna inanan ben ve arkadaşlarım, memleketimizin kalkınmasında bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da elimizden gelen bütün imkânları kullanacağız.

    Bize, ancak bizden hayır geleceğini bilmekteyiz.

    Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede, zatıâlilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum.

    Yukarıda yazdıklarım hakkında herhangi bir bilgi arzu edilirse, emrinize amadeyim.

    Vehbi Koç

    Kaynak:
    Abdullah Köktürk
    “Vehbi Koç’un Mektubu”
    25 Ocak 2016
    ( http://www.aynahaber.org/yazarlar/abdullah-kokturk/vehbi-koc-un-mektubu/183/ )

  425. “Kriterleri siz belirleyin. Boylece, kendi basarisizliginizin sorumlulugu ustunuze kalinca sikayet edemeyesiniz.”

    Ortada, kriter belirlemeye didineceğim, veya senin/başkalarının didinmesi gereken bir durum yok.

    Açık olanı, besbelli olanı söyledim, yazdım sadece. Tıpkı 384 no’da ogürsel’in senin hakkındaki teşhisi gibi.

    Daima aklında kalması için hatırlatıyorum:

    1. Benim derdim, ‘cıvıklık’ kelimesinin bile senle boy ölçüşemediğini ilk önce sana göstermek.

    2. ‘Utanmak’ kelimesi seni görse, kendinden utanır, ‘benden beterleri DE varmış’ diye.

    “Bende gormek icin israr ettiginiz ‘benmerkezci’lik, ‘cok aradim bulamadim, soyle garip bencileyin’de oldugu gibi; veya ‘gah cikarim yeryuzune, seyrederim alemi | gah inerim yeryuzune, seyreder alem beni’de oldugu gibidir. Baktiginiz zaviyede sorunlar oldugundan olsa gerek, benim bu dervisligimi goremiyorsunuz.”

    Bir ‘dervişliğin’ eksikti, şimdi tam oldu. (Aman ha dikkat et kendine, Yalçın Hoca’nın kulağına giderse, ‘Kemal Dervish’ falan diyordu biraralar, senin ‘derviş’ kelimen ile ‘dervish’i birbirine bağlayıp, senin şecereni de ortaya dökebilir. İkamet ettiğin adresi falan ister, dedelerinin mezar taşlarını görmesine müsaade etmen için evine uğrayıp senle sohbet etmek ister. Biliyorsun, şecere çıkarmak, huyudur.)

    Kemal Derviş, Derviş’in adını almıştı, İzmirli bir Yahudi idi, Seferad sayabiliriz. Sabetay Sevi, Allah’tır; Derviş peygamberlerinden birisi oldu, “free love” savunucusudur. Bu ad, “Derviş”, Yahudi isim sözlüklerinde yer alıyor; Kemal Derviş bu soydan geliyor. Washington’da, uluslarası bir aparatçiktir, biliyoruz. Hiç değer biçmedim ve bir balondur.

    Bu büyük devalüasyonda, 2001, Ankara’ya ekonomi çarı (tsar) olarak geldi, Ecevit’in davetlisi dediler, Başbakan Ecevit doğru olmadığını açıkladı, artık Stanley Fisher’ın gönderdiğini biliyoruz. Fisher, o tarihte, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) ikinci adamıydı, oradan Israel Merkez Bankası başkanlığına gitti ve şimdi, Amerika Merkez Bankası demek olan Federal Reserve’ün (FED) ikinci adamlığına geldi, Kemal Derviş’in arkasındaki adam bir siyonisttir. Kemal Derviş her zaman cehepe’den daha çok akepe’ye yakındır ve ikisinin arasında gittikçe kısalan bir mesafe var. Kılıçdaroğlu ise Derviş’e tapar, Medine’ye bağlanabilirler; Derviş’in arkasında şimdi bir münafikun durmaktadır.

    Bir devalüasyon yapılmış, 2001, seçim 2003 yılındadır; birden erken seçim çağrısı duyuldu, Derviş hiç kimseye sormadan, Başbakan Ecevit’e danışmadan, “erken seçim” çağırıyordu ve arkasından Devlet Bahçeli, partisine duyurmadan, deyim uygunsa, “patlattılar”. Her ikisi de, biliyoruz, Washington’ın adamı olduklarını kanıtladılar.

    Daha önce, Yüksek Komutanlar, Ecevit’i indirip, Hüsamettin Özkan’ı bindirmek üzere harekete geçmişlerdi ve baskı yaptılar. Biliniyor, zamanın gazetecilerinin kitapları teyid ediyorlar ve ben de yazdım; sonuçta Ecevit hükümetten inmedi. Rahşan Hanım, “içimizde hain” diyordu ve yardımcısı Özkan ile Ecevit’lerin ilişkisi, işte bu noktada sona ermektedir. Ve buradan devam ediyoruz.

    Yalçın Küçük, 23 Mart 2014

    ( http://odatv.com/washingtonun-tahliye-elemanlari-2303141200.html )

    (Hadi, Yalçın Hoca’nın kulağına gitmeyeceğini varsayalım) Kuzum, sen kendini ‘melamî’ falan mı sanıyorsun acep.

    Yahu, sana, şu ‘gaflet’ kelimesiyle ilgili soru sordum,

    1. ‘Kelimelerin anlam mülkiyetlerinin bile sana ait olduğunu sanıyorsun, ahkâm kesmeye uğraşmışsın, sırıtmış: Neye-nelere göre gaflet, neye-nelere göre gaflet değil. RTE ve ekürisinin başdanışmanlar teşkilatına yanaşmaya didinen haşarı laf hokkabazlarının kriterlerine göre mi.’

    2. ‘Falcılıkla, Alaaddin’in lambasıyla, müneccimlikle, mentalistlikte, sihirbazlıkla, vb., işim olmaz. ‘Gaflet’ gibi kelimelerin ne demek olduğunu sadece kendi dünya görüşüne göre tanımlayan ve bu tanımını dikte eden kişiler hakkında yazmak, bir uyarıdır, müneccimlik değil.’

    3. ‘Sen zibidilik yap, ‘Neye-nelere göre gaflet, neye-nelere göre gaflet değil. RTE ve ekürisinin başdanışmanlar teşkilatına yanaşmaya didinen haşarı laf hokkabazlarının kriterlerine göre mi.’ cevap verme, ondan sonra, diyaloğun devam etmesini bekle. S*çtı Cafer bez getir.’

    4. ‘Başarılı olup/olmamanın kriterlerini de mi sen belirliyorsun, ‘gaflet’ gibi kelimelerin anlamlarını sahiplendiğin gibi mi. Yine, ‘benmerkezci’ zihniyet, yine hüsran.’

    Sen, bin deren su çekmeye gittin, döndün dolaştın, konuyu getirdin ‘dervişliğe’ bağladın.

    “Saz calip dem cekmegi deneyin; o da bir yontemdir.”

    Cık cık, denemem. Bütün bu saydıklarını, ve ileride saymayı planladıklarını, ‘folklorik çeşitlilikler’ olarak merak etmek istersem, öğrenirim. Varanasi’deki ashram’larda, Japonya’daki shinto temple’larda, Adıyaman’daki cezbe rol kesmeleri seanslarında, İtalya’da son model cep telefonu kullanan monk’larda, Kudüs’teki timsah gözyaşları duvarında pek çok folklorik zımbırtı gözlemledim, hoş gözüken var idi, mayhoş gözüken var idi. Belki, Central Asia’ya gidip, oradaki modernleşmiş pagan ritüellerini de görürüm bir gün, emin değilim. Mekke & Medine’yi de sorar isen, belki 360 derece çekim yapan kameralar yerleştirirler mühim saydıkları mekânlara, mesela Kâbe’nın ortasına, mesela Hira mağarasının içine filan. İşte o kameraların yayın yaptığı internet sitesine girip, olan biteni izlemeyi düşünebilirim, tabii oradaki makamların, böyle teknolojilerin kurulmasına icazet verip vermeyeceğini bilemem, Cemil Meriç yaşasaydı, birkaç kelam ederdi muhtemelen bu konuda da.

    “Af buyurun.. Hedon da kim ola? Tanidik gelmedi de.”

    Hadi ordan… Tanıdık gelmemişmiş…

    ‘Hedonism’, ama hardcore olanı. Sadece ama sadece ‘şahsi pleasure’un için yaşaman, eğer buna ucundan-kıyısından dokunacaklar çıkarsa, kan akıtmaktan gurur duyman gibi ‘aşırı seviye’ bir hedonism, Necip’te.

    “1) No thanks to you.
    2) Ogrendim de basim goge erdi.”

    1) Kimse, senin teşekkürüne meraklı değil.
    2) Öğrenmiş olman, amacımdı. Devamını da getireceksin, çünkü, RTE’nin başdanışmanlar teşkilatına girmek için, o 7 adamı epey yakından tanıman gerek. RTE, sadece kendi başının göğe ermesini ister, çevresindekilerin değil. RTE, senden daha fazla ‘hardcore-hedonist’.

    “Konunun Cemil Meric ile butun iliskisi kizi Umit Meric ise, hic sasirmadim. Benim gozumde, Umit Meric bir atmosferde hacim ziyanidir. Babasinin hatirasina hurmeten Prof yapilmasi yeterince yanlis degilmis gibi, Cemaat payandasiyla bir haltmiscasina muamele gordu yillarca. Fakat, benim gozumde hamfendiyi asil sifirlayan, sirf mirascisi oldugundan dolayi, telif hakki sahibi oldugundan hareketle, Cemil Meric’in eserlerini -sadelestirmek ayagina- katletmesi olmustur.”

    Şaşırmak zorunda değilsin, Ümit Meriç’in ‘kayırılıyor’ oluşuyla ilgili teşhisin doğru. Şu ‘Cemaat’ meselesinde ise, unutma ki, RTE’de bir zamanlar ‘ne istediler de vermedik’ diye hönkürüyordu. RTE, bir kurnaz diktatör, geçmişte ‘Cemaat’i kullandı, şimdi de ‘Kemalistler’i kullanıyor.

    Son olarak: Şu ‘telif hakkı’ meselesine tekrar hiç girmeyeyim, yine, ‘bırakın, her eserin dolaşımı özgür olsun!’ diye yazacağım ama peşinden kırk satır ispat göstermem gerekecek. Burada bitireyim.

    “[Ben, ‘Nutuk’un da ‘sadelestirilmesi’ne karsiyim. Anlamayan okumasin.]”

    Hoppalaaa…

    Şimdi de, ‘Bilmesinlercilik’çi mi (Obskürantizm & Obscurantism & Obskurität) oldun. Çok hızlı dönüyorsun, miden bulanır sonra.

    Unutma, sana kimse ‘Bilmesinlercilik’çi yaklaşMAmış ki, Necip olmuşsun, ve bu sitelere gelip laf hokkabazlığındaki meziyetlerini sergiliyorsun. Necip Fazıl Kısakürek senin buradaki satırlarını okuyaydı, senle iftihar ederdi.

    “Evlatlarin gunahi -kemikleri bile torak olmus- ebeveynden mi sorulur oldu? Hic bir sonuca ulasamiyorsunuz, malesef. Kiyl-u kaal ile hukum verilmez.”

    Hem de öyle sonuçlara ulaşıyoruz ki…

    Hem de öyle öyle sonuçlara ulaşıyoruz ki…

    Hemi de, hiçbiri ‘kuru dedikodu’ değil…

    Biz beş taş oynamıyoruz burada (attributed to Yalcin Kucuk)…

    364 no’lu metnimde ne cevap verdim sana. Ortada ‘kanıt’ var, ‘kanıt’:

    Soru şu, ‘peki bu yaşananlardan Cemil Meriç’le ilgili nasıl bir sonuca ulaşıyoruz?’

    Cevap [1]: Nuri Pakdil, RTE ile ilgili neler söylüyorsa (zahmet olmazsa, internette ara ve öğren), aynısını, Meriç, yaşadığı dönemdeki ‘hükümetler’ için DE söyledi. Eğer bugün yaşasaydı Cemil Meriç, dostu Nuri Pakdil’in (ve oldukça ihtiyarlamış diğer ‘mentor dostları’ının) koluna girerek, cızırtılı bir edayla, ‘eyyy RTE, ümmetin kaderi artık senin ellerinde. Durmak yok, yola devam.’ haykırışıyla son vazifelerini yerine getirmek için yanıp tutuşurlardı. Umarım, şimdi, Shakespeare’in uyarısını —Bir damla kötülük en soylu varlığı lekeler, ve yerle bir eder bile bazen.— net idrak edersin.

    Cevap [2]: Diğer pek çok ‘yerli ve milli’ görüntü vermeye çırpınan münevverimsi şahıslarda gözlemlendiği üzere, Cemil Meriç’te de, ‘snop(b)’ ve ‘ötekileştirici’ tohumlar mevcut. Bu tohumların ekilip sulanması ile yetiştirilen, ve piyasaya sürülen en meşhur mallardan biri: RTE. ‘Millî Türk Talebe Birliği (MTTB)’nin, 1970’li yıllardaki organizasyonlarında, RTE (ve İsmail Kahraman gibi pek çok diğerleri de), Cemil Meriç’in onlara ‘gönül mentorluğu’ yapmasından pek memnun kaldıklarını, ‘o yıllarda, üstatlarının icazet paylaşımı sohbetlerinin tadını’ artık hiçbir yerde ve zamanda bulamadığını sürekli dile getirir.

    Cemil Meriç’in dikkate değer teşhisleri var, bunları inkâr etmem. Fakat Meriç ‘kaypak münevver(imsi)’dir, bu gerçeğin de farkındayım. Shakespeare’in ‘Bir damla kötülük en soylu varlığı lekeler, ve yerle bir eder bile bazen.’ sözüyle ikaz ettiği tuzağa seve seve, bilinçli olarak düşmüştür, veya (senin hatırlatman) Mevlana’nın sözüyle de ‘Ayipsiz dost arayan dostsuz kalir’; bilinçli olarak ve epey ayıplıdır. Meriç’e benzer bir örnek daha vereyim: John Steinbeck. Her ne kadar ‘büyük romancı’ olarak tanısak da kendisini, bir rivayete göre oğlunun Vietnam Savaşı’na katılması neticesinde, bir başka rivayete göre (dönemin ABD başkanı) Lyndon Baines Johnson’ın telkinlerinden etkilenerek, Steinbeck de ‘savaş sempatizanı’ olmuş. Ve hâttâ bizzat cepheye gidip ‘yandaş muhababirlik’ de yapmıştır. ‘Gazap Üzümleri’ gibi muazzam bir eser yazan şahsiyet, ‘Vietnam Savaşı sempatizanlığı’ ile haysiyetini yerle bir etmiştir.

    16 Mayıs 1966’da çekilen fotoğrafta hep beraber:
    19 yaşındaki ‘oğul’ John Steinbeck IV askeri takım elbisesiyle,
    64 yaşındaki ‘baba’ John Steinbeck,
    58 yaşındaki ‘ABD başkanı’ Lyndon Baines Johnson:
    https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/c/c9/JohnSteinbeck.JPG

    13 Haziran 2008, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cemil Meriç’i yağlaması:
    https://www.youtube.com/watch?v=hOX5ASrHhOc

    Aralık 2015, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cemil Meriç’i yağlarken daha da coşması, her taraf vıcık vıcık:
    46. dakika 13. saniyeden itibaren başlıyor:
    https://www.youtube.com/watch?v=UxVMFRjxhVk

    “Gun Zileli’nin kisisel kanaatleri ne zamandan beri ‘kanit’ sayilir oldu?”

    Senin, Recep Tayyip Erdoğan’ın ve muadillerinizin Cemil Meriç’i yağlaması ne kadar anormalse, Gün Zileli ve diğer pek çoklarının Cemil Meriç’i eleştirmesi o kadar normaldir.

  426. marxist argüman

    necip’ten alinti:
    “Bu da, PKK’nin ortaya cikis (cikarilis) sebeplerinin basinda da, bolgenin kohnemis feudal (aga-sih-mele, asiret) yapisini cokertmek oldugu iddialarini desteklemiyor degil.”

    necip’in dünyada olan biteni komplo teorileriyle aciklama giri$imlerine tipik bir örnek; orman’i görmeyip tek tek agaclara bakarak sonuclara/kanaatlere varmaya cali$manin tipik bir örnegi.

    ulusalcilik/milliyetcilik(ulus/millet) düsüncesinin/ideolojisinin tarih sahnesine resmen ciki$i amerikan “bagimsizlik” sava$i ve fransiz devrimiyle olmu$tur; en azindan öyle kabul ediliyor; bu konuda dünya hemfikir.

    ulusalcilik fikri imparatorluklarin sonunu getirmi$; ulusal devletleri, ulusal SINIRLARI, ulusal para birimini, merkez bankasini, gümrük vergisini, vadanda$lik, kimlik, pasaport vs. gibi durumlari ortaya cikarmi$tir.

    eldeki kitle/halk malzemesinden mümkün mertebe “homojen” bir ulus/millet yaratmak icin binbir türlü efsane uydurulur; tarih/kader/ruh/dil birliginden dem vurulur; ayni atalardan, ayni kandan, ayni irktan türeme/üreme tezleri uydurulur falan fistik.

    ulusal bir devlet neden mümkün mertebe “homojen” bir halka ihtiyac duyar?

    cevap: devletin bekasi icin; devlet denilen üst otoritenin ayakta kalmasi icin vatanda$larin mirin kirin etmeden cali$masi ve devletin kasalarini vergiyle doldurmasi lazim, yoksa devlet polisi, orduyu, memuru, politikaciyi hangi parayla besleyecek?

    ic savas ya da bir baska devletle savas gibi cok “kritik” anlarda devlet, vatanina/milletine yüzde yüz bagli, gözünü kirpmadan vatan/millet icin gönüllü/seve seve ölmeye ve öldürmye hazir vatanda$lara ihtiyac duyar.
    peki böyle vatanda$lar kavun karpuz gibi bostanda yeti$tirilemeyecegine göre, nasil yeti$tirilir?

    cevap: aile egitimi ile; milli egitim ve terbiye ile; okul ve dini egitimle; medya ile, askeri/askerlik egitimi ile.

    tayyip erdogan gibi bu egitimi yetersiz bulan ve halkin/vatanda$in egitim, ahlak ve terbiyesi ile devletin ba$i olarak bizzat kendisi ilgilenen; yani mutfaga girip “halk” denilen hamuru bizzat kendi elleriyle yoguran politikacilar da mevcuttur.

    konu dagildi, toparlayalim: günümüz kapitalist dünyasinin siyasi düzeni ulusal devletlere ve ekonomisi ulusal ekonomilere dayanir. ulusalcilik/milliyetcilik nasil ki jöntürklerin/kemalistlerin icat ettikleri bir$ey degilse, nasil ki tayyip erdogan’in icat ettigi bir$ey degilse, ayni $ekilde pkk’nin de icat ettigi bir$ey degildir. dolayisiyla “pkk hareketini kim kurdu, kim kurdurdu” diye soru sorup, cevap olarak da “komplo senaryolari” uyduran necip gibi insanlar bu dünyaya ne kadar yabanci/fransiz kaldiklarini gözler önüne sermekten ba$ka bir$ey yapmiyorlar.

    pkk hareketini kuran ve destekleyen insanlar her “siradan” ulusalci/milliyetci gibi dünyaya bakiyorlar ve $u kanaate variyorlar: türkün, almanin, fransizin, arabin, acemin devleti var da, bizim niye yok? el ele verelim bir ulusal devlet de biz kuralim, yoksa milli dilimiz, kültürümüz, benligimiz kaybolacak; asimile olup kimimiz “türk”, kimimiz “arap” kimimiz de “acem” olacagiz.

    parantez aciyorum: burda ki “asimile olacagiz, milli benligimizi kaybedecegiz” “kaygi”sinin beslendigi kaynak nedir?
    cevap: “milli” benligin/kimligin, ana dil’in, örf, adet ve törelerin idealize edilmesi; bunlarin “korunmasi” gereken “degerler” olarak görülmesi. parantezi kapatiyorum.

    sonuc: pkk gibi bir ulusal hareketin varligini bir muammaya, bulmacaya dönü$türen, “bu örgütü acep kim kurdurtu” gibi bir soruyu soran insan, bu dünyanin siyasi düzenini anlamadigini; ulusalcilik/milliyetcilk denilen modern akimlarin ve ulusal devletlerin varligini ve kaynagini idrak edemedigini, algilayamadigini gösteriyor.

    pkk hareketi yoktan var olmami$tir; evveli vardir: pkk, jöntürk/türkcülük hareketi ile paralel geli$en kürtcülük hareketinin devamidir; pkk’yi kuranlar, kürtcülük tarihini bilen ve o tarihe sahip cikan; o bilincle hareket eden insanlardir; cesitli sebeplerden dolayi yarim kalmi$, ba$ariya ula$amami$ “kürdistan” adli bir ulusal devlet kurma projesini tamamlamaya cali$an insanlardir.

    necip, senin bunu anlamami$ olmani ben hayretle kar$iliyorum. senin gibi siradan vatanda$lar bunu anlamami$ olabilir fakat, T.C. ulus devletini kuran jöntürkler/kemalistler, yani devleti yönetenler, kendileri de birer milliyetci olarak bunu gayet iyi farkindalar ve i$ olsun diye kürtlere ve diger azinliklara “asimilasyon” politikalari uygulamami$lardir.

    T.C.’yi kuran kemalistlerin terör, imha, göcertme gibi pratik uygulamalarin yanisira “kürt ve kürtce diye bir$ey yok, bunlar dag türküdürler ve dilleri de türkcenin bir lehcesidir” gibi teorilere ba$vurmalari bir tesadüf degildir; yukarda sözünü ettigim “kürdistan” fikrini/hayalini bitirmeye yöneliktir. ve devletin bu asimilasyon politikasi senin düsündügünün tam tersine gercektende milyonlarca kürdü türkle$tirmi$, milyonlarca kürtten türk milliyetcileri yaratmi$tir. özellikle de alevi kürtleri asimile ve türkle$tirmede devlet büyük ba$arilar kaydetmi$tir.

    necip, belli ki sen hayatin boyunca kapali bir cevrede ya$amissin; türkiyeyi ve gerceklerini pek az taniyorsun; kürdistani da hic bilmiyorsun; galiba seni bu siteye sürükleyen de senin bu “eksikligi” hisetmi$ olman.

  427. “gerçekçi olmayanlar Selçuk Bey’in aşireti gibi halk içinde hiç bir taraftarı olmayan gruplardı.”

    Bunun mumkun olamayacagi kanaatindeyim.

    Sundan dolayi:

    Bahsettigimiz donemlerde, merkezi devlet yapilarinin elinde, bugunku teknolojik imkanlarin hicbirisi yoktu.

    Fuzeler, roketler, savas ucaklari, silahli/silahsiz IHAlar..

    Bu da, ‘guc projeksiyonu’ icin, merkezi devlet yapilarinin elinde cok fazla secenek olmadigina isaret eder.

    Ya, ilgili her yerde size sadik askerleriniz olacak, ya o tur bolgelere cok suratle asker sevkedebilmeniz mumkun olacak, ya da o yerlerde size sorun cikarmayacak halk/esraf olacak.

    Bunlari azicik daha inceleyelim:

    1) ‘Ilgili her yerde size sadik askerleriniz olacak’ demenin Turkcesi, buyuk bir ordunuz, cok sayida askerinizin olmasidir. Bu da, bu kadar kalabalik bir ordunun beslenebilmesini mumkun kilan bir ekonomi gerektirir.

    Bizans, bu bakimdan da, sozkonusu donemde, pek de sansli degildi. Boyle bir ekonomisi yoktu artik.

    2) ‘O tur bolgelere cok suratle asker sevkedebilmeniz mumkun olacak’ demek de, ulasim altyapisinin yanisira atik bir ordu gerektirir. Bunun da onemli ekonomik boyutlari vardir.

    Bizans, bu bakimdan, sozkonusu donemde, pek de sansli degildi.

    3) ‘o yerlerde size sorun cikarmayacak halk/esraf olacak’ demenin Bizans acisindan anlamli bir karsiligi kalmamisti zaten.

    Simdi.. Donelim konunun Selcuklu ayagina:

    1 ve 2 nolu onsartlar Selcuklu icin sozkonusu bile degildi. Kucuk bir beylik icin o buyuklukte bir ordudan bahsedemeyiz. ‘Fetih’ amacli bir ordu da pek sozkonusu degildir; cunku –halkin reddettigi– fetihler aslinda birer isgal operasyonudur ve isgal edilen her yerde belli bir askeri gucun konuslanmasini zorunlu kilacagi icin, buyuk bir ordu gerektirir.

    Geriye ne kaliyor?

    Bence sadece 3 nolu alternatif. Yani, ‘o yerlerde size sorun cikarmayacak halk/esraf’…

    Baska bir deyisle, yonetimine talip oldugunuz her yerdeki halka/esrafa daha iyi sartlar sunmak zorunlulugunuz vardir. Aksi takdirde, ciddi direnclerle karsilasirsiniz; buyumeniz durur.

    Yani, kucuk iseniz, halkin/esrafin gonlunu kazanmakla baslamak zorundasiniz.

    Benim baktigim yerden, gercekcilik bunu zorunlu kilar. Yani, akilli/rasyonel strateji bu olursa, buyumek ihtimali sozkonusu olabilir.

  428. “Bunları yapan akla hayale gelmeyecekleri yapanlara sesi çıkmayan Necip in peşinden ne yaptığınıza bakın”

    Ses cikarmaklar, sloganlar atmaklar, protestolarla bulunmaklar.. hepsi guzel seyler, de, butun bunlar edilgen seylerdir –siz hakli oldugunuzu soylemis olursunuz ve bunun da karsi tarafca otomatik olarak kabul edilecegini beklersiniz.

    Kabul edilmez ise, karsi tarafi turlu cesitli keskin kelimlerle iblislestirmekle bir omur harcarsiniz.

    Rahiv (comfortable) bir varolustur bu. Fiilen hic bir yere varmayan, varmasi cok da olasi olmayan, ‘devrimci’ ya da ‘protest’ duruslar..

    Gercek hayat ile bu ‘durus’larin baglantisinin olmadigini, olsa bile etkisiz oldugunu, cikip birisi soylerse, onu ‘pismis asa su katmak’la, ‘hasim’a hizmet etmekle suclarsiniz, onu da iblislestirmege calisirsiniz..

    Hayatiniz rahiv rahvan devam eder…

    Sonucta siz bir ‘devrimci’siniz. Kendinizi ‘devrim’e adamissiniz. Yepyeni ve bambaska bir dunyaya.. ezenin, ezilenin olmadigi bir dunyaya.

    Cahil halk ise bihaberdir butun bunlardan. Anlamaz. Anlatsaniz da anlamaz.

    Anlamasi onemli degildir zaten; cahildir; cag-disidir cunku. Sizin, ‘devrim’ sonrasi kuracaginiz yepyeni ve bambaska bir dunyanizda yeri olmayacak zaten.

    Simdi de olmasa olur –muhimmat olarak bir faydasi varsa, o da o kadardir zaten.

    O yuzden, cahil ve siradan halkin gonlunu kazanmak hem anlamsizdir hem de –‘devrim’ acisindan– bir tur kufurdur.

    Degil mi?

  429. marxist argüman

    necip’ten alinti:
    “…bundan mulhem, ‘bolge de degisti, daha da degisecek’ demek isabetli olur.
    Herseyin daha da degisecegini dusunmek/beklemek de cok ucuk bir sey olmasa gerek.
    …Yani, cok sey degisti. Hem kamuoyu hem Devlet hem de Kurtler..”

    necip, cogu zaman yaptigin gibi siyasal/toplumsal geli$meleri sanki subjesi, aktörü olmayan; kendiliginden meydana gelen deyi$imler imi$ gibi algiliyorsun ve öylede yansitmaya cali$iyorsun.

    ortadogu bölgesi kendilinden degi$miyor: örnek suriye: degi$imi tetikleyen bircok ic ve di$ faktör var; tek tek devletlerden tutalim, sunni cihadci örgütlere kadar.
    anla$ilan sen bütün bu degi$imleri “harmonik” bir ilahi etkile$im/interaksiyon olarak görüyorsun; devletlerarasi ve örgütlerarasi kiran kirana rekabeti, sava$i; birbirine kar$it/zit cikarlari ve bu cikar sava$larinda malzeme olmaktan öte bir fonksiyonu olmayan ve ayak altinda ezilen milyonlarca insanin durumunu belli ki “alinyazisi/kader” imi$ gibi görüyorsun: ölen ölür kalan saglar bizimdir.

    T.C.’nin türkcü/irkci devlet programinin esasta degi$tigi dogru degil; kürt sorunu hala bir “asayi$” sorunu olarak görülmüyor mu; “bölücü terör” olarak degerlendirilmiyor mu?

    degi$imden kastin $u mudur: devlet, yakin zamana kadar “kürt mürt diye bir$ey yoktur, bunlar dag türkü; dagda gezerken kart kurt sesinden esinlenerek kendilerini kürt olarak adlandirmi$lar; cahiller, türkoglu türk olduklarini farkinda degiller” derken, $imdi kürt sorunu tabu olmaktan cikti.

    devleti, kürt sorununda sözkonusu bu degi$ime zorlayan, birincisi di$ faktörler: örnek kuzey irakta T.C.’nin bütün itirazlarina ragmen A.B.D.’nin destegiyle bir kürt federe bölgesinin kurulmasi.

    ic faktör: pkk’nin, bedeli onbinlerce kayip ve milyonlarin göc etmesi olan silahli isyani. yani devletin/hükümetin ve ordunun dönem dönem: “bu bölücü kürtleri öldüre öldüre galiba bitiremiyecegiz; sadece sopa ile sonuc almak imkansiz, arada bir havuc da vermek lazim” seklinde hesap yapmalari.

    kamuoyu’nun degi$tigini söylüyorsun, degi$en nedir: aydinlik gazetesi ve akp medyasinin kürt düsmani irkci/türkcü yayinlarini görmüyor musun?

    son secimlerden önce parti olarak hdp’ye ve hdp bürolarina yapilan irkci saldirilardan haberin olmadi mi? hdp’liler kendi bürolarini acamadilar. devlet “saldir” dese, kürt ulusalcilarini linc etmeye hazir milyonlarca türk irkcisi/fa$isti varken, sen hangi degi$imden söz ediyorsun?

    “Mesela, IKF (Irak Kurt Federasyonu) bu baglamda oldukca iyi bir denge tutturmus gibi gorunuyor. Kendini Turkiye’nin hasim gormesine yol acacak adimlardan kacindi. Boylece, karsilikli (eslenik) bir hayat mumkun oldu.”

    necip, kusura bakma ama dünyadan habersiz ya$iyorsun. A.B.D.’nin saddam’a kar$i kürtlere ihtiyaci olmasaydi, bugün kuzey irak kürt federasyonu diye bir$ey de olmazdi; A.B.D. $u anda da irak kürtlerine hamilik yapma i$inden vazgecsin, “dörtlü cete” iran, irak, suriye ve T.C., kürt federasyonunu 24 saatde tar u mar ederler. (suriye’nin $u anda derdi ba$indan a$kin, ondan dolayi anti-kürt koalisyonuna katki sunamaz)

    erdogan 2007 yilinda amerika’ya her$eyden önce kuzey irak’a sinir ötesi operasyon icin bush’un yanina gitti.
    yine i$id, iki yil önce erbil kapilarina dayandiginda, barzani, “dostu” tayyip erdogan’dan bekledigi silah yardimini alamadi; bunu acikca dile getirdi. yani T.C.’nin $u anda ki kuzey irak/güney kürdistan politikasi: “madem ortadan kaldiramiyorum bari ili$kide kalarak kontrol altinda tutayim; maddi/ticari olarak faydalanmaya cali$ayim” politikasidir.

    “PKK ise, bu baglamda, benim baktigim yerden –en azindan–, ciddi tutarsizliklar sergiliyor. Tam olarak ne istedigi belli degil.”

    türk devleti ve türk vatanda$larinin kürt sorununda en cok ba$vurduklari demagojik söylem bu oluyor: bu kürtler, bu pkk ne istiyorlar, bir türlü anlayamiyoruz?

    neden acaba anlayamiyorsunuz? pkk’liler türkce dilinde kendilerini gayet iyi ifade ediyorlar. öcalan imrali da bir cok “yol haritasi” hazirlayip hükümete sundu.

    türk devleti ve türk vatanda$larinin bu demagojik söylemini duyan da zanedecek ki ortada dil’den kaynakli bir ileti$im sorunu var: “biz türk devleti ve türk milleti olarak kürtleri ve pkk’yi anlayamiyoruz; anlasak, hic sorun degil, ne istiyorlarsa verecegiz; topraksa toprak, siyasi statü ise statü, fedarasyonsa federasyon, ana dil hakki ise ana dil hakki; fakat i$te anlayamiyoruz, ondan dolayida cok istedigimiz halde hic bir$ey veremiyoruz.”

    necip, ulusal bir hareket ne ister? ulusal hak talebi nedir, biliyor musun? madem burda siyaset konu$uyoruz, bu konularda bilgi sahibi olman lazim.

    kürt hareketini yakindan taniyan biri olarak kürtlere tercümanlik yapayim: senin ve devletin T.C.’nin: “bu kürtler ne istiyorlar; yani anlamakta zorlaniyoruz” sorusunu kürtler cok sahtekarca ve samimiyetsiz buluyorlar ve artik yaka silkeliyorlar; elciye zeval olmaz, aha kürtlerin mesajini buraya yaziyorum: “arkada$, “ne istiyorsunuz” diye sorup durmayin, gönlünüzden ne kopuyorsa o’nu verin, aganin eli tutulmaz.”

    “Ama, diyelim ki bir anlami olsun; o takdirde, suikastlarin, intihar bomba(ci)larinin gerekcesini nasil acikliyorlar?”

    necip cok enteresan sorular soruyor; belli ki kürt basinin hic takip etmiyor. bu sorunun cevabi cok basit ama ben sana soruya soruyla dolayli cevap verecem:

    1. T.C. devleti neden ikide bir sava$ ucaklariyla kandil dagini ve kürdistanda diger ba$ka daglari bombaliyor? anlayamiyorum.

    2. T.C. devleti kürdistanda neden sürekli askeri operasyonlar düzenliyor; sehirleri kasabalari yerle bir ediyor; pkk militanlarini öldürüyor. anlayamiyorum.

    3. kürtlerin kurduklari legal partileri, hep, dep, hadep, hdp vs. neden düzenli bir $ekilde kapatiliyor ve milletvekilleri iceri atiliyor. anlayamiyorum.

    4. binlerce kürt neden pkk’li diye cevaevinde ömür tüketiyor; öcalan neden imralida icerde. anlayamiyorum.

    5. türkiyenin kürt bölgesi neden cumhuriyet kuruldugundan beri “olaganüstü hal” hal ile yönetiliyor; dogu anadolu ve güney dogu anadolu bölgesini “olaganüstü/olagandi$i” yapan nedir? dogu’nun karadeniz’den, ic anadolu’dan, ege’den farki nedir? anlayamiyorum.

    6. türkiyede türkce dilinde konu$mak, okumak-yazmak yasak degilken, kürtce dili neden cumhuriyet kuruldugundan beri “lanetli” bir dil gibi yasaklaniyor; “yasa di$i” muamelesi görüyor; türk cocuklari okulda kendi dillerinde egitim görürken, kürt cocuklarina neden bu yasaklaniyor; kürtce egitim yapan okullar mühürleniyor. anlayamiyorum.

    evet necip, bu sorularima cevap verebilirsen, “kürt/kürdistan sorunu” denilen meseleyi anlamada epey bir mesafe katetmi$ olacagiz.

  430. Türkiye’de devleti yıkmanın yolu neden kapitalizmi yıkmaktan değil de, (en azından ilk aşamada) onun içinde (Kürt devleti gibi) bir devlet kurmaktan geçer?

    Çünkü Türkiye’de halk devrim yapabilecek bir “işçi sınıfı” kimliğine ve bilincine sahip olmadığı gibi bunun aksine halen kapitalizm öncesinin sosyal, kültürel, etnik, dini, mezhebi toplulukları şeklinde ve bunları yansıtan siyasi partiler, bürokrasinin bu kesimlere dayanan fraksiyonları temelinde bölünmüştür. Son yıllardaki bazı toplumsal eylemler, seçim sonuçları ve bunların bölgelere göre dağılımı bunun göstergesidir.

    Oysa kendi coğrafyasında (ülkenin diğer bölgelerine nispeten) homojen bir halk tabanına (ve ülke sınırlarının diğer tarafındaki Kürt bölgelerine) dayanan bir Kürt bağımsızlıkçılığının başarısı nesnel bir olanaktır.

  431. Yukarıdaki şu cümleyi şöyle genişletebiliriz:

    “Türkiye’de halk …. halen kapitalizm öncesinin sosyal, kültürel, etnik, dini, mezhebi toplulukları şeklinde ve bunları yansıtan siyasi partiler, bürokrasinin (ve sermayenin, eğitimin, medyanın, aydınların vb.) bu kesimlere dayanan fraksiyonları temelinde bölünmüştür.”

  432. 16 Kasım 2016 Çarşamba

    1 Dolar = 3,3165 TL

    Meryem Gayberi:

    https://twitter.com/meryemgayberi/status/798191970472620033

    “Dolar 3.30 olmuş. Olsun. Bize ne elâlemin parasından. Amerika düşünsün”

    https://twitter.com/meryemgayberi/status/798199469821063168

    “Ekonomiyi ekonomistlere bırakmak lazım. Alanım da değil zaten. Ama doların yükselmesi bizi çok etkilemez diyor bazı ekonomistler”

    *

    Acaba “Dolar”ı, TCMB mi basıyor, yoksa FED mi basıyor, ne günlere kaldık…

    Türkiye’nin ithal ettiği ürünlerin ödemesinin “Dolar” cinsiyle yapıldığını göremeden, kurun yükselmesinin ihracata katkı yaptığını ve bu yolla ekonomiyi ihya edeceğini sanan bir zihniyet, gazetede köşe yazıyor…

    Teşekkürler Türkiye…

    Durmak yok, yola devam…

  433. özgürlük getirmek bir cografyaya büyük EFENDI nin kurdugu kurmak istedigi Politik dengeleri bozmadan ona riayet ederek..Sen ne kadar özgürsün kime neyi getireceksin?

    http://www.hurriyet.com.tr/mcgurkten-kritik-ypg-aciklamasi-40279127

  434. Komplexiz olmanin dayanilmaz pratikligi.

    Amerikan İşbirlikçiliğinde Yarış! YPG ve TSK: ‘EN İYİ KARA GÜCÜ BENİM’ *PYD/YPG yetkilisi Rakka Operasyonu’ndan sonra yaptığı açıklamada: ‘HİÇBİR KOMPLEKSİMİZ YOK’ diyor. Rakka’ya da, Musul’a da, ABD nereye isterse orada kara gücü olmaya hazırız ‘Bizi istediğiniz yerde istediğiniz gibi kullanabilirsiniz’ demek istiyor. Emperyalizmin kara gücü olmakmış, Amerikan silahları ile emperyalistlerin çıkarları için çatışmakmış… Hiçbir kompleksimiz yok, bizi kullanabilirsiniz’ diyor PYD/YPG… “*Kürt milliyetçileri ile TC arasındaki “en iyi kara gücü olma” yarışı süredursun; ABD, “kimi nerede nasıl kullanacağıma ben karar veriririm” diyor.

  435. Yasasiiin, yasasiiin ABD Suriyede Tc yi degil bizi (ypg )sectiiii yasasiiin. Diye sevinen Anarsist , komunist, ozgurlukcu solcu, vs var ken neyi tartisayimki?

  436. “gerçekçi olmayanlar Selçuk Bey’in aşireti gibi halk içinde hiç bir taraftarı olmayan gruplardı.”
    Bunun mumkun olamayacagi kanaatindeyim.

    Sonrası için evet. Ya başlangıçta?

    Halkın/eşrafın desteğine o ülkeye gökten zembille inerek “aniden” sahip olacak bir örnek olamayacak ise bu desteğin adım adım (ama bazen daha hızlı, bazen daha yavaş) gelişeceğini kabul etmek durumundayız.

    Dolayısıyla bugünün Türkiyesinde bu desteğe (Selçuk Bey’in aşireti gibi) sahip olmayanlar buna adım adım ulaşabilirler.

    Tıpkı bulundukları aşamaya “aniden” ulaşmamış olan Türkiyedeki bütün geçmiş iktidarlar gibi.

  437. marxist argüman

    “anti-emperyalizm” neden devrimciligin mihenk ta$i olamaz?

    425 nolu anonimden alinti:
    “Amerikan İşbirlikçiliğinde Yarış! YPG ve TSK: ‘EN İYİ KARA GÜCÜ BENİM’ *PYD/YPG yetkilisi Rakka Operasyonu’ndan sonra yaptığı açıklamada: ‘HİÇBİR KOMPLEKSİMİZ YOK’ diyor. Rakka’ya da, Musul’a da,
    “ABD nereye isterse orada kara gücü olmaya hazırız ‘Bizi istediğiniz yerde istediğiniz gibi kullanabilirsiniz’ demek istiyor. Emperyalizmin kara gücü olmakmış, Amerikan silahları ile emperyalistlerin çıkarları için çatışmakmış… Hiçbir kompleksimiz yok, bizi kullanabilirsiniz’ diyor PYD/YP.”

    anonim arkada$, meseleye “anti-emperyalist” bir perspektifle bakmaya cali$iyorsun; ok. fakat yazdiklarin gercekleri iskaliyor, olan biteni aciklayamiyor, neden?

    dikkat edersen sen, “T.C. ve pyd bu operasyonlarin kara gücü olmak icin neden bu kadar hevesliler acaba” diye sorma ihtiyaci duymuyorsun, neden? cünkü senin cevabin hazir zaten: “$u T.C. ve pyd’nin haline bak, “emperyalizme”/ABD’ye hizmet etmek icin yari$iyorlar, yuh olsun!”

    bu sitede “anti-kapitalist” söylem ve yazilariyla bizi artik canimizdan bezdiren “anonim” bir arkada$in yaptigi hataya dü$memek lazim: varsa yoksa anti-amperyalizm; “anti-emperyalizm”, devletlerin ve pyd gibi örgütlerin “devrimciliginin” degerini anlamak icin bir mihenk ta$i falan degildir, olamaz, neden?

    bir kere “emperyalizm” kavrami muglak bir kavram; herkes anladigi gibi kullaniyor; emperyalizm deyince kimi sen mesela ABD’yi anliyorsun; islam devletinin ba$i “halife” bagdadi, musul’un “fethi” sonrasi camide verdigi vaazda müslümanlari kölele$tiren hristiyan emperyalistlerden; “hacli” emperyalistlerinden bahsediyor; tayyip erdogan da emperyalizimden $ikayetci: “dünya be$ten büyüktür, bize de yer acin hele.”

    gördügün gibi, bir eylemin degerini ölcmede bir mihenk ta$i olarak “emperyalizm” uygun bir ölcü/kriter degil.

    peki nedir emperyalizm?

    (lenin’in “emperyalizm” tanimini dogru bulanlar hemen itiraz edecekler) emperyalizm, geli$ip serpilen kapitalist bir devletin ula$tigi ekonomik gücünün yanisira, buna paralel olarak/bagli olarak büyüyen askeri ve diplomatik gücünü, diger rakip devletleri kendi cikarlari dogrultusunda kullanmak ve sömürmek amaciyla devreye koymasidir; belli bir ekonomik, askeri ve diplomatik güce ula$mi$ bir devletin, etkisini/nüfus alanini, kom$ulardan ba$lamak üzere geni$letmesi.

    425 nolu anonim’in yaptigi degerlendirme hatasi nedir?

    gerek pyd gerekse de T.C. devletinin, A.B.D.’ye kar$liksiz “hizmet” etmek gibi bir amaclari yok; böyle bir$ey e$yanin tabiatina aykiridir; yani bir devletin ya da pyd gibi ulusal bir hareketin kendi cikarlarini bir kenara birakip, idealist bir A.B.D. hayranligiyla, amerikan’in emperyalist cikarlarinin “gönüllü” emir erleri olmalari e$yanin tabiatina aykiridir.

    T.C. gibi bölge devletlerinin ve pyd gibi gruplarin suriyede kendi hedefleri/ajandalari var. bu hedeflerin ne oldugu bir muamma/bulmaca falan degil; herkes hedeflerini acik bir $ekilde dile getiriyor.

    peki T.C. veya pyd’nin isid’e kar$i operasyonlarda yer almak icin rekabetini ne ile aciklayacagiz?

    cevap: birincisi cikar birligi; farkli devlet ve gruplarin ajandasinin “isid’e karsi mücadele” konusunda örtü$mesi.

    ikincisi isid “ortak” düsman olunca, isid’e kar$i mücadele de bir “me$ruluk/haklilik” kaynagi oluyor: “biz insanlik düsmani isid ile savasiyoruz, dolayisiyla insanliga da hizmet ediyoruz.”

    T.C. devleti zaten suriye ic sava$i ba$ladigindan beri suriye’ye yerle$mek; hem kürtlerin siyasi statü sahibi olmalarini engellemek hem de esad rejimini devirmek icin sunni cihadcilara “yerinde” yardim etmek icin firsat kolluyor. T.C., ba$ emperyalist ABD’den ve diger oyun kurucu devlet rusya’dan, suriye’ye giri$/dali$ vizesi almak icin zaten cabalayip duruyor. bu demektir, T.C., rakka operasyonundan sorumlu güc olsaydi, “yani rakka ihalesini” alsaydi bir ta$ ile iki ku$, hatta iki bucuk ku$ vurmu$ olacakti: suriye’ye tamamen yerle$mek; kürt kantonlarinin birle$mesini önlemek ve “rakip/düsman” güc olan pyd’yi devre di$i birakmak/ekarte etmek; yani pyd’nin, “rakka” gibi amerika tarafindan acik arttirmaya cikarilan ihaleleri üstlenmek suretiyle suriyede “me$ru” bir güc olarak taninmasinin önüne gecmek.

    pyd’ye gelince, isid pyd/pkk gibi “laik/modern/solcu” kürtleri ve hatta kuzey irak kürt federasyonunu zaten “düsman” olarak kategorize etmi$; yani pyd, amerika’nin varligindan bagimsiz olarak zaten isid ile sava$ halinde; isid konusunda amerika ile pyd’nin cikarlari en azindan $imdilik örtü$üyorsa ve amerika pyd’ye silah, hava ve istihbarat destegi sununca, pyd’nin bunu red etmesini beklemek abes degil midir?

    pyd, amerika ve rusya gibi oyun kurucu devletlerin hamiligi olmadan, bu devletlerce taninMAmi$ kantonlarin ya da suriye kürt federasyonunun tek ba$ina ayakta kalmasinin mümkün olmadigini; T.C. ve esad rejimi tarafindan ilk firsatta ortadan kaldirilacagini bilmiyor mu? biliyor.

  438. 1-Darbe Iktidara karsidir.
    2-Muhalefette iktidara karsidir.

    demekki tüm muhalefet Darbecidir. O günleride görecegiz.

  439. Her Anti Emperyalist oldugunu söyleyen Anti emperyalist degildir. Cogu kez Sosyal soven söylemlerine anti Emperyalizm bulastirirlar. Bunu genel Kabul haline getirebilmislerdir çünki kendini Kürt Hareketinin kuyrugunda varedebilen solun , Anti Emperyalizmden bahsedebilmesi esyanin tabiatina aykiridir.

    Her Anti Emperyalizm Devrimci degildir.
    Ama her türlü devrimcilik Anti Emperyalist olmak zorundadir. Bu konuda canim anti emperyalizmde neymis diye , kazi cevirmeye kalkmak,teoriye takla attirmak, dunya anti emperyalist mucadelesinde dusenlere hakaret etmektir, sol icin utanc vericidir.

  440. Kuyruguna takilinan Kürt Ulusal hareketi icin Anti Emperyalizmden sessizce yada ucubik demagojik teorik gerekcelerle vaz gecenler, Ezilen de olsa, özünde milliyetci ve Pragmatik bir hareketin pesine takilarak mutlak ve mutlak baska ilkelerdende vazgecmek zorunda kalacaklardir eninde sonunda.Iste Politik ideolojik hicret böyle baslar. Bir bakmissiniz karsi oldugunuz taraftasiniz.

  441. Idealler , ütopia amac, ve cikarlar. isci sinifinin cikarlari, halkin pratik cikarlari, ulusun cikarlari, orgutun cikarlari. Buradan bu `cikarlar` stratejisinden ozgurluk, insanligin kurtulusu asla cikmaz,reel Politik cikar, ilkesizlik cikar, utanilacak islere tesne olmak cikar.Daha baska daha farkli bir Dogu Perincek cikar.

  442. Marxist Argüman, yazdiginiz daha iyi anlasilsin diye Terimleri acarak yineliyorum.

    Tekelci Kapitalizmin Evrensel Hegemonyasina (Emperyalizm) Karsi olmak, Devrimci olmanin mihenk tasi olamaz.

    Imza: Marxist Argüman.

    Ben baska birsey yazmiyorum siz teorik gerekcelendirmelerinize devam ediniz.

  443. Mantigi tersinden kurayim: Tekelci Kapitalizmin Global hegemonyasina karsi olmadanda , Devrimci, Sosyalist, Komunist, Anarsist, olunabilinir.Sosyalist, komunist hatta Anarsist bir topluma , Tekelci Devlet Kapitalizminin Global egemenligine karsi cikmadanda ulasilabilinir.

    neden olmasinki?

  444. Tekelci Devlet Kapitalizminin Evrensel iktidari (emperyalizm) na karsi cikmadan Devrimci olunabilecegine inanmak en hafif deyimle naiflik , yanilgi sayilabilinir.

    Emperyalistler arasi celiskilerden faydalanmak tartislabilinir (ki tehlikeli bir alandir burasi)

    Ama Emperyalizm, Uluslarasi Tekelci Kapitalizmin Hegemonyasina, onun bir kligine angaje olup onun savascisi olunmasina, ve bu utanc verici durumu guya teorik olarak hakli cikarmaya kalkismak utanilacak bir seydir.Teorinin bittigi yerdir.

  445. Esas soruyu sorayim (Bu soruyu Zileli yede soruyorum) ABD PYD yi Esad a karsi savasa gönderse (PYD herkeyere gideriz hic komleximiz yok diyor) sizlerin tavri ne olur?

  446. Anti emperyalizm devrimci olmanin mihengi degildir dedikten sonra tahayyül edilecek bir devrim. Anti Emperyalist Olunmadanda devrimci olunur tezinin , Ideolojik teorik olarak bir`Devrim`sayilabilecegi anlaminda bir `Devrim`olur. Biz bu tarz `Devrim`nitelendirmelerini, egemenlerin Politik partileri tarafindan , yeni bir ürünün reklaminda duyuyoruz zaten. Bu baglamda bir hatta bir seri Devrim olabilir neden olmasin:)

  447. Saptirma ve çarpitmala meydan vermemek icin;

    2. Dunya savasinda, Nazi canavarligina karsi Emperyalist egemenlerden yardim almak, Nazilere karsi birlikte hareket etmek birseydir. Gidip bir Emperyalist gücün Nazi yenilgisi sonrasi programlarina da angaje olmak baska birseydir.

  448. TC nin Pyd güclerini bombalarken, ABD nin degilde, Rusya Suriye rejim güclerinin bu bombardimani durdurmasina ragmen, bu denli ABD asigi bir Pyd görmek insani düsündürüyor. Bu bir ideolojik tercih

  449. Amerika kitasinin kesfinden bugüne kadar, asyada, latin amerikada, kuzey amarikada , pasifik adalarinda, 600 yildir süregelen insanlik suclarini ,Rojava ya devrim diyebilmek icin gözardi edemem.

  450. “anla$ilan sen bütün bu degi$imleri ‘harmonik’ bir ilahi etkile$im/interaksiyon olarak görüyorsun;”

    Yok. ‘Sen ol dersin ve olur’ ve ‘herkese sah damarindan da yakindir’ dedikten sonra, gunahlari filan engellemek icin kitaplar, haberciler vs yoluyla basin yayin faaliyetlerinin zorunlu oldugunu goreli beri, ilahi bir mudahalenin soz konusu olmadigini idrak ettim. Cok zaman da oluyor.

    Neyse.

    Benim o yazdiklarimda, amacim, degisimlerin sebeplerini filan siralamak degildi; sadece degisimlerin oldugunu tespit icin yazdim.

    “ayak altinda ezilen milyonlarca insanin durumunu belli ki ‘alinyazisi/kader’ imi$ gibi görüyorsun: ölen ölür kalan saglar bizimdir.”

    Bu dediklerinizi bir elestiri olarak yazdiginizi biliyorum; ama, malesef, neticede, elestirdiklerinizdir aslolan. Yani, evet, olen olur, kalan saglar bizimdir. Yani, sag kalmak esasttir –her ne kadar artlarindan agitlar yaksak bile.

    “T.C.’nin türkcü/irkci devlet programinin esasta degi$tigi dogru degil;”

    Burada ‘irk’ dediginiz sey nedir? ‘Turk’ mu?

    Ben, bir Kipcak/Cepni asilli olarak, kendimi hic bir zaman TC’nin ‘Turk’ tanimi icinde goremedim. Hakkinda epey kafa yormuslugum da var; ve, hala daha ‘Turk’ ‘irk’inin nasil bir sey oldugunu (ya da olmasi gerektigini) anlamis degilim.

    Yahu, ‘Turk’ ‘irk’inin nasil bir sey oldugu filan gibi seyleri bir yana birakalim; Kipcak/Cepni olmanin dahi bir ‘standard’i yok. Akraba icinde, aile icinde, ayni dili konusmak disinda cok da ortak yanimiz da yok. Dil dediginiz de, bildiginiz, sentetize edilmis, dayatilmis, dublaj Turkcesi iste..

    O yuzden, ‘irk’ filan gibi ‘grand’ lakirdilari hic ciddiye almiyorum.

    Geriye ne kaliyor?

    Kultur?

    Walla, benim –kendi adima– (bolgeden olmamakla beraber) kultur baglaminda, Batidan coktur Dogumuzun kulturu ile yakinligim.

    Benzer durumun ‘Kurt’ dediklerimiz (ya da kendine ‘Kurt’ diyenler) icin de gecerli oldugunu dusunurum: ‘Turk’lerin arasindaki benzemezlikler kadar, ‘Kurt’lerin arasinda da benzemezlikler var. Ama, biz, hangi akla uyarak bilmem, durduk yerde bloklastirmagi sectik. Yillardir, Doguda dogmus, Dogulu sivesi olan herkese Kurt dedik. Sonunda da basardik (!).

    “kürt sorunu hala bir ‘asayi$’ sorunu olarak görülmüyor mu; ‘bölücü terör’ olarak degerlendirilmiyor mu?”

    Sirf bu cumle, Devletin ne kadar hatali davrandigina isaret ettigine yonelik numune durumu gostermek icin yeterli bence.

    Konustugumuz konu, ozunde, bir ‘asayis’ sorunu olmaliydi. Yani, vatandaslar arasi anlasmazlik. Uzerine de polis ve/ya jandarma gonderilmeli, bildimiz mahkemelerde yargilanmaliydilar.

    Oyle yapilmadi. Ta, ilk gunden beri ‘beka sorunu’ sayildi ve uzerine ordu gonderildi. BU yanlisti. Hala daha (kismen) yanlis.

    “türkoglu türk olduklarini farkinda degiller’ derken, $imdi kürt sorunu tabu olmaktan cikti.”

    Devletin ideolojisi olmasi dogru mudur, degil midir ayrica tartisilmasi gerekir; ama, devletin kendisine bir irk uydurup bunun etrafinda boluculuk yapmasi kabul edilir ir sey degil. Bundan bir miktar geri adim atildigini goruyorum; degisim dedigim seylerden biri budur.

    “devleti, kürt sorununda sözkonusu bu degi$ime zorlayan, birincisi di$ faktörler: örnek kuzey irakta T.C.’nin bütün itirazlarina ragmen A.B.D.’nin destegiyle bir kürt federe bölgesinin kurulmasi.”

    Evet. Bu dogru. ABD, anladigim kadariyla, TC’nin ‘Kurt’ konusundaki ideolojik takintisinin yanlis oldugunu; bir arada yasamak icin once varligini kabul etmek gerektigini dusundu. Bu acidan, orta ve uzun vadede, ABD’nin tavri yanlis degil bence.

    “ic faktör: pkk’nin, bedeli onbinlerce kayip ve milyonlarin göc etmesi olan silahli isyani. yani devletin/hükümetin ve ordunun dönem dönem: ‘bu bölücü kürtleri öldüre öldüre galiba bitiremiyecegiz; sadece sopa ile sonuc almak imkansiz, arada bir havuc da vermek lazim’ seklinde hesap yapmalari.”

    Benim baktigim yerden, Devletin en buyk yanlisi da burada. Tamam, elinde yeterince polis ya da jandarma olmadigi icin, ilk adimda orduyu devreye sokmasi anlasilir bir seydir; ama, bunca sene hep ayni eyi yapmak hem tembelliktir hem de osrunu buyuten bir sorumsuzluk.

    Akilli bir devlet, kendi vatandaslari arasindaki uyusmazliklari ordu ile cozmege calismaz. Hakem rolunu benimser; ve uyusmazliklardan kendisine yonelik blok karsitliklarin cikmasina imkan tanimaz.

    Bizde tersi yapildi. Birbiri ile cok da fazla baglantisi olmayan hosnutsuzluklara ayni imis gibi muamele etmek sonucunda, bloklasmayi kendi eliyle gerceklestirdi.

    “kamuoyu’nun degi$tigini söylüyorsun, degi$en nedir: aydinlik gazetesi ve akp medyasinin kürt düsmani irkci/türkcü yayinlarini görmüyor musun?”

    Bu tur seyleri onemsemiyorum. Onlari hizaya cekmek cok da zor olmasa gerek.

    “son secimlerden önce parti olarak hdp’ye ve hdp bürolarina yapilan irkci saldirilardan haberin olmadi mi? hdp’liler kendi bürolarini acamadilar.”

    Butun bunlar, bence, abartildigi kadar onemli degil. Dahasi, bunlar, birer asayis sorunudur.

    “devlet ‘saldir’ dese, kürt ulusalcilarini linc etmeye hazir milyonlarca türk irkcisi/fa$isti varken, sen hangi degi$imden söz ediyorsun?”

    Kendiniz soylediniz: ‘Devlet, saldir demedi’. Bu, degisim anlaminda, onemlidir.

    “kusura bakma ama dünyadan habersiz ya$iyorsun. A.B.D.’nin saddam’a kar$i kürtlere ihtiyaci olmasaydi, bugün kuzey irak kürt federasyonu diye bir$ey de olmazdi; A.B.D. $u anda da irak kürtlerine hamilik yapma i$inden vazgecsin, ‘dörtlü cete’ iran, irak, suriye ve T.C., kürt federasyonunu 24 saatde tar u mar ederler. (suriye’nin $u anda derdi ba$indan a$kin, ondan dolayi anti-kürt koalisyonuna katki sunamaz)”

    ABD’nin Kuzey Irak Kurtlerine neden ihtiyaci olsun ki? Saddam’i asacak bir Kurt yargic icin mi? Baska birisini bulamazlar miyi?

    Irak’i saatler icinde yer ile yekzan edecek askeri gucu varken, ABD, Kuzey Irak Kurtlerine gercekten muhtac miydi?

    “erdogan 2007 yilinda amerika’ya her$eyden önce kuzey irak’a sinir ötesi operasyon icin bush’un yanina gitti.”

    Ben bunun cok da yanlis oldugunu dusunmuyorum. Sorunu asayis boyutuna cekebilmek icin PKK’nin karargahinin sinir-otesi olmamasi gerekir.

    “yine i$id, iki yil önce erbil kapilarina dayandiginda, barzani, ‘dostu’ tayyip erdogan’dan bekledigi silah yardimini alamadi; bunu acikca dile getirdi.”

    Bunlar konuyu daha da cetrefilli hale getiren detaylar. Bu silah yardimini yapmasini istemeyen, engelleyen faktorlere iyi ve detayli bakmak lazim.

    “yani T.C.’nin $u anda ki kuzey irak/güney kürdistan politikasi: ‘madem ortadan kaldiramiyorum bari ili$kide kalarak kontrol altinda tutayim; maddi/ticari olarak faydalanmaya cali$ayim’ politikasidir.”

    Bu kadar sade olduguna emin degilim. Baska bir suru mulahaza daha var bence: Irak’in mevcut yonetiminin genel tutumu da dikkate alinarak, o yonetimi daha da guclendirecek hareketlerden sakinmak da var. Yani, konu, bu baglamda, Hariciye agirlikli.

    “türk devleti ve türk vatanda$larinin kürt sorununda en cok ba$vurduklari demagojik söylem bu oluyor: bu kürtler, bu pkk ne istiyorlar, bir türlü anlayamiyoruz?”

    Ben Devleti temsil ediyor degilim. Sordugum sorulari da Devlet adina soruyor degilim. O soru benim aklimi mesgul eden bir sorudur.

    “neden acaba anlayamiyorsunuz? pkk’liler türkce dilinde kendilerini gayet iyi ifade ediyorlar. öcalan imrali da bir cok ‘yol haritasi’ hazirlayip hükümete sundu.”

    Ocalan’in tek basina yeterince temsil gucunun de olmadigini anladik bu surecte. Baska bir suru oyuncu daha var. Hepsiyle ortak bir muzakere platformu da –anlasilan– pek mumkun degil.

    “ulusal bir hareket ne ister? ulusal hak talebi nedir, biliyor musun? madem burda siyaset konu$uyoruz, bu konularda bilgi sahibi olman lazim.”

    Tek muhatabin PKK oldugunu kabul etsek dahi, ki cok da isabetli degil, bu hareketin ‘ulusal’ olup olmadigi tartisilir.

    “‘bu kürtler ne istiyorlar; yani anlamakta zorlaniyoruz’ sorusunu kürtler cok sahtekarca ve samimiyetsiz buluyorlar ve artik yaka silkeliyorlar;”

    Eger dediginiz sekilde dusunuyor ve hissediyorlarsa, bunun ziyadesiyle cocuksu oldugunu soylemek isterim.

    Sundan dolayi: ‘Ne istediklerini anlayamiyorum’ dedigim zaman, ‘masaya muzakere adina ne getirdiklerini de goremiyorum’u da icerir.

    “elciye zeval olmaz, aha kürtlerin mesajini buraya yaziyorum: ‘arkada$, ‘ne istiyorsunuz’ diye sorup durmayin, gönlünüzden ne kopuyorsa o’nu verin, aganin eli tutulmaz.'”

    O kadar da kestirme degil, malesef. Agalik yapilacak yer var, hesap yapilacak yer var.

    Gonlumuzden kopani verelim, verebildigimizi e veriyoruz; amenna; ama, ardindan nelerin gelecegi hakkinda da fikir sahibi olmak isteriz. Yani, kavillesme gerekiyor.

    Bu noktada muhatap gerekiyor.

    “necip cok enteresan sorular soruyor; belli ki kürt basinin hic takip etmiyor.”

    Belki de sandiginizdan fazlasini –elimden geldigince– takip ediyorum. Kurt basini deyince PKK’yi (ve baglilarini) kasdetmiyorsaniz, talepler ve istikametler o kadar da acik ve asikar degil. Hatta, zaman zaman celisiyorlar da.

    “bu sorunun cevabi cok basit ama ben sana soruya soruyla dolayli cevap verecem:”

    Sorunun cevabi o kadar basit degil, malesef. Ilgii cografyayi, talebini ciddiye alip, PKK’ya devredecek olsak, orada (Kurtler arasinda) bir ic savasin cikmayacagina dahi emin degilim ben.

    “1. T.C. devleti neden ikide bir sava$ ucaklariyla kandil dagini ve kürdistanda diger ba$ka daglari bombaliyor? anlayamiyorum.”

    Benim baktigim yerden, ulke disinda yerlesik bir karargahin varligini bir beka sorunu gormek yanlis degil.

    “2. T.C. devleti kürdistanda neden sürekli askeri operasyonlar düzenliyor; sehirleri kasabalari yerle bir ediyor; pkk militanlarini öldürüyor. anlayamiyorum.”

    Bugune kadar, Devlet, pre-emptive anlamda bu tur harekatlari (sehir veya kasabalari bombalamadi) yapmadi.

    “3. kürtlerin kurduklari legal partileri, hep, dep, hadep, hdp vs. neden düzenli bir $ekilde kapatiliyor ve milletvekilleri iceri atiliyor. anlayamiyorum.”

    Burada isler karisiyor. Bu partiler cogu zaman bildigimiz sekilde kurulmus partiler olmuyor; tabela partileri. Su anda HDP’de oldugu uzere, kendi secmen kitlesine hizmet goturmek gibi bir dertleri de olmuyor. Bu eksikligi kapatmak icin, kendilerinin hapse girmesini dort gozle bekleyen –boylece de, kahraman kalmak icin ugrasan– bir tur izci teskilatindan bahsediyoruz.

    “4. binlerce kürt neden pkk’li diye cevaevinde ömür tüketiyor; öcalan neden imralida icerde. anlayamiyorum.”

    Ocalan’in neden orada oldugu hala daha muamma midir?

    “5. türkiyenin kürt bölgesi neden cumhuriyet kuruldugundan beri ‘olaganüstü hal’ hal ile yönetiliyor; dogu anadolu ve güney dogu anadolu bölgesini ‘olaganüstü/olagandi$i’ yapan nedir? dogu’nun karadeniz’den, ic anadolu’dan, ege’den farki nedir? anlayamiyorum.”

    Burada bir yanlislik oldugunu yukarida da soyledim. Bunun tarihsel (Cumhuriyet oncesi) sebepleri de var. Ama, Devlet bunu baska sekillerde cozebilmeliydi. Olmadi.

    “6. türkiyede türkce dilinde konu$mak, okumak-yazmak yasak degilken, kürtce dili neden cumhuriyet kuruldugundan beri ‘lanetli’ bir dil gibi yasaklaniyor; ‘yasa di$i’ muamelesi görüyor; türk cocuklari okulda kendi dillerinde egitim görürken, kürt cocuklarina neden bu yasaklaniyor; kürtce egitim yapan okullar mühürleniyor. anlayamiyorum.”

    Turk cocuklarinin kendi anadillerinde mi, yoksa sentetik bir dilde mi egitim gordugu konusu ayri. Ama, evet, Kurtcenin yasaklanmasi cok salakca idi. Bu da, benim baktigim yerden, Devletin akilsiz davranislarina iyi bir ornektir. Durduk yerde siradan haliyi memnunsuz etmek icin daha aptalca bir sey yapamazlardi. Hic bir faydasi olmayan, aksine zarari olan bu seyi neden yaptiklarini ben de anlayamiyorum.

    “bu sorularima cevap verebilirsen, ‘kürt/kürdistan sorunu’ denilen meseleyi anlamada epey bir mesafe katetmi$ olacagiz.”

    Denedim.

    Hepsi ile hemfikir olacaginizi hic sanmiyorum; ama, hayat da biraz boyle degil midir zaten.

  451. türkiyede bas soru su olmasi gerek kim rte destekliyor ve seciyor???
    kaynaksiz para hangi ülkerlerden aktariliyor ve önemlisi nicin???
    abd neden hala odp devam ediyor???
    bunlari halkin anlica bir dilde anlatmak gerekiyor yoksa bizler burada tartismalar icinde kaliriz,yüzde 20-25lik mir merkez sag secmeni var ister hosumuza gitsin gitmesin bu kesim türkiyenin kaderini belirliyor.
    bu insanlari nasil uyarabiliriz ki laik cumhuriyetin ciddi bir yok etme altinda kaldi veya simdilik ekonomi kurgu dis ülkelere kaynakli oldu ve cabu bir kabusa dönüsecege???
    acik ve net bir fasist islamci-türkcü bir cephe olustu bu cephe ülkeye daha cok kaos ve kutuplasma getirce o merkez secmenine anlatilmazi sorunluktur.
    chp hdp ittifak illerde otomatik olarak dogacaktir önemlisi olan nasil bir programm üzerine halkin önüne cikmalaridir.

  452. marxist argüman

    430…436 nolu anonime cevaben:

    1. marxist düsünce ve analiz yönteminin bir takim ilkeler, anti-emperyalizm, anti bilmem ne izm, belirleyip, sonrada bu ilkeler, prensipler üzerine ant icmek/yemin icmek ile alakasi yoktur; marxist düsüncede ille de bir ilke aranacaksa, bu “insanin insani sömürüsünün” red edilmesidir, bundan ba$ka da marxizmi, ahlaki/moralist bir takim ilkelerden/prensiplerden olu$mu$ düsünceler bütünü olarak anlayan, meseleyi yanli$ anlami$ demektir.

    marx, “vah$i kapitalizm” döneminde insanligin sefil hallerini gözetlemi$; bu sefaletin kaynagi nedir, diye merak etmi$, kapitalist ekonomiyi mercek altina almi$ ve $u sonuca/kanaate varmi$tir: melanetin kaynagi kapitalist “para ekonomisi”dir; insanlar temel ihtiyaclari icin degilde, para’nin/kapital’in sonsuz/limitsiz/hedefsiz birikimi icin üretim yaptiklari müddetce bu dünya böyle gider; benden söylemesi. nokta.

    2. real sosyalistlerin iddia ettigi gibi emperyalizm tekelci kapitalizmin dünya hegemonyasi falan degildir ve devletler de kapitalist tekellerin “hizmetcileri” degildirler.

    “emperyaliz”min dogru tanimini yukarda yaptim, burda tekrar etmeye gerek yok.

    ücüncü dünya ülkeleri denilen memleketde sosyalistler arasinda pek revacta olan “anti-emperyalizm”, yukarda “anonim” mahlasiyla yorum yazmi$ arkada$ta canli örnegini gördügümüz üzere neden “sol ulusalcilktir”?

    cevap: dogu perincek/aydinlik hareketine bak, ibret al.

    “anti-emperyalizm” neden “ulusalci/milliyetci” bir zihniyetin ürünüdür ve irkciliga kadar varma potansiyelini icinde barindirir?

    cevap: emperyalizm, zayif devletlerin harci degildir; emperyalist yani yayilmaci politika belli bir ekonomik, askeri ve diplomatik güc birikimini $art ko$ar.

    kapitalist bir devlette, ulusal sermaye/ekonomi, mevcut ulusal sinirlar icinde ki insan ve tabii kaynaklari sonuna kadar sömürüp semirdikten sonra, elde biriken sermaye fazlasini yatiracak ve bol miktarda ürettigi mallari satacak yeni pazarlara/ufuklara acilma hedefini önüne koyar.

    ulusal sermayenin/ekonominin di$ pazarlara acilmasi ancak ve ancak devletin ön ayak olmasiyla mümkündür. ne demek bu? örnek, türkiye devlet olarak cin devleti ile diplomatik ili$kiler kurmadan; birtakim ticari anla$malar yapmadan, diyelim ki koc grubu kafasina göre cin’e gidip ticaret yapamaz. bundan dolayidir ki, devlet adamlari di$ gezilere giderken sendika baskanlarini degilde, i$ adamlarini, sirket menejerlerini yaninda götürürler.

    emperyaliz’min, kapitalist rekabette/hiyerar$ide, güclü devletlerin görece daha gücsüz olanlari kendilerine bagimli kilip sömürmesi olarak tespit ettikten sonra, marxizm adina “anti-emperyalistlik” yapmanin, neden sosyalistleri tipki perincek gibi ulusal devletin ve ulusal sermayenin yilmaz bir savunucusu yaptigini anlamak zor olmasa gerek. cünkü, ister solculuk ister sagcilik adina yapilsin, “anti-emperyalist” söylem/cizginin varacagi son nokta, di$ emperyalist devletlere kar$i kendi milli/ulusal devletinin yaninda saf tutmak olacaktir. aydinlik/perincek hareketinin 70lerden bugüne kadar ki hikayesini inceleyenler bunu görebilirler.

    son bir$ey, ulusal hareketlerin tabiati geregi anti-emperyalist olduklari real sosyalistlerin uydurduklari bir efsanedir ve günümüzde hala ne yazik ki bu efsaneye inanan epey bir sosyalist var.

    soguk sava$ döneminde ki iki kutuplu dünyada, ulusal hareketler genelde sovyet blokundan yardim/destek gördükleri icin, sosyalist blok ile yakin iliskide kalmi$lardir. cikara dayali böylesi bir duru$un anti-emperyalizm ile uzaktan yakindan alakasi yoktur.

    dahasi, “anti-emperyalizm’in” kendisinin bir efsane oldugunu; bunun özünde devletlerarasi cikar cati$masi oldugunu söylemek yanli$ olmaz. “emperyalist denge” de zaten görecelidir; 100 yil önce emperyalistler tarafindan “parya” muamelesi gören cin devleti, günümüzde eri$tigi ekonomik, askeri ve diplomatik güc ile dünyanin amerikadan sonra iki numarali kapitalist/emperyalist gücü olmu$tur.

  453. i, “anti-emperyalizm’in” kendisinin bir efsane oldugunu; bunun özünde devletlerarasi cikar cati$masi oldugunu söylemek yanli$ olmaz. “emperyalist denge

    Bir Marxist böyle yorum yapmaz. Emperyalizm bir efsaneymis.
    Emperyalizm, ulusalcilarin unutturmak üzere oldugu halde kapitalizmin gelismis ve tekellesmis bir halidir, ve coktaaandir dissal yabanci Güclü bir devletin tahakkumunden cok icsellesmis, uluslarasilasmis tekelci kapitalizmin tahakkumudur. bu tanim 3. dönem tahlili yapanlara aittir. burada uzatmayacagim. ama bir Marxist emperyalizm de neymis hiii diyorsa orada (onda) bir sorun vardir. Emperyalizm konusunda cok farkli dusunen Marxistler vardir, ama Emperyalizm yoktur sehir efsanesi diyen bir Marxiste ilk defa rastliyorum. Yalniz Marxist Argumani kutlamak gerek. Bir Marxist olarak Anti Emperyalizm beni irgalamiyor arkadas diyebiliyor. Oysa Emperyalizm uzerine pek cok yazip cizen güya Radikal Marxist akimlarin hepsi bu konuyu konjonktürel ihtiyaclar, ideolojik acmazlar nedeniyle gecistiriyor. Böyle solculuk olmaz.(emperyalizm diye bir sey yok denince, anlatmak istedigim Anti Emperyalizm ile, Ulusalcilarin`anti emperyalist`liginin farkini anlatmaya gerek kalmiyor)

  454. 442 CHP HDP ittifaki otomatik kurulmasi imkansizdir ne yazikki, CHP icinde ulusalcilar, Baykal vs ler bunu engellemek icin Akbaba gibi beklemektedirler. bu kesimi Vatan partisi kesimini ODA tv kesimini AKP MHP Koalisyonuna yazabilirsiniz. Cumhuriyet gazetesi baskini cok ogreticidir. Musataf Balbay, Soner Yalcin resmen ihbarcilik yapiyorlar. Balbay geri adim atar gibi yapti ama, resmen AKP celladini göstererek Cumhuriyete santaj yapacak Kadar cokmuslerdir. CHP icindede bu kesimler var. Ileride CHP HDP ittifakindan degil , CHP de ayrilmalar yarilmalar beklenebilir. Onun disinda ne yazikki bir olumlu beklentiye sahip olmayi saglayacak hic bir isaret göremiyorum ben.

  455. 443 un Reel politike tercumesi:
    Emperyalizmin kuyruguna dusmek gibi bir derdimiz yok biz insanin insani sömürmesine karsiyiz. Bu suna benziyor, bize ne Veba salginindan, biz insanin vebadan ölmesine karsiyiz. Olur. olunuz:))

    (ayrica Emperyalizm, Güclü ulke vb gibi algilaniyor, burada Marxist Emperyalist tezi anlatmaya kalkmiyacak Kadar alcak gönüllüyüm)

  456. Yogunlasmis Kapitalin , Global egemen sistem haline gelmis Kapitalizm in adidir Emperyalizm. Hal böyle iken Anti Emperyalist olmayi umursmayan Anti Kapitalist Marxistler görmek. Iste bu devrimdir:))

  457. AKP -MHP den Vatan Partisi ODA TV ( daha dogrusu Merdan Yanardag ve cevresi disindaki tum ulusalcilar) Deniz Baykal ve CHP icindeki eski Devletlulere Kadar uzanan Bir Iktidar Cephesi kurulmus sanki. CHP yi monolitik olarak görmenin cok yanlis olacagini düsünüyorum. Kilicdaroglu nun silikligi ve AKP nin varligi sayesinde pamuk ipligine bagli bir denge ile birbirine girmeyen bir klikler yumagi. Ilk önemli dönemecte yarim yarim yarilacaktir.

  458. 99 yil sonra güncellesen bir slogan; `Kahrolsun otokrasi !`

  459. Aydin Engin

    AKP İLE ERGENEKON BALAYI YAŞIYOR

    Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik operasyonda gözaltına alınıp serbest bırakılan Aydın Engin “webiztv” yayınında çarpıcı açıklamalar yaptı.

    Engin’in açıklamaların satır başları şöyle:

    – Cumhuriyet’e ne olacak konusunda içinizi rahatlatacak bir şey söyleyemem. Bu kof bir iyimserlik olur.

    – Bu saldırı Cumhuriyet’e yönelmiş bir saldırı.

    – Cumhurbaşkanı’nın canını acıtan bir diken Cumhuriyet.

    – Mahkeme 12 yeni yönetici tayin edecektir, kimlerden oluşacağını tahmin etmek zor değil.

    – Bu Cumhuriyet’in sonu demek…

    CUMHURİYET YÖNETİMİ ERGENEKONCU İSİMLERE Mİ GEÇECEK?

    – Yeni oluşacak yönetim farklı bir Cumhuriyet yapacaktır.

    – AKP organı mı aşırı siteril bir organ penguen medyası mı yaparlar…

    – Mahkemeden istediklerini alamazlarsa kayyım formülünü devreye sokarlar.

    – Aydınlık gazetesi mi diyeyim, Vatan Partisi mi gerçek Ergenekon’un ele başıları mı diyeyim onlar ile hükümet arasında bir nikah var balayı yaşıyorlar…

    – Genelkurmay derinliklerinde istihbaratçı olarak çalışmış albaylardan…

    CUMHURİYET OPERASYONUN SEBEBİ BALBAY’IN ŞİKAYETİ

    – O arkadaşlar taşımayacakları kadar ağır kir altındalar. 

    – Bunlar siyasetçi olarak ( Alev Coşkun Mustafa Balbay) epey kaşarlı Balbay acemiydi ama öğrenmiştir. 

    – Mustafa Balbay şikayetçi olmasaydı dava ertelenmeyecek ve Cumhuriyet lehine sonuçlanacaktı.

    – Balbay’ın timsah gözyaşlarına inanmıyorum.

    SULH CEZA GERÇEĞİ

    – Hukukçular geliyor ama hukuk yok.

    – Sulh Ceza Hakimlikleri dediğimiz 4-5 yargıç var, tutuklama makinesi olarak çalışıyorlar. Fazla mesai yaparak çalışıyorlar. Şakır şakır tutukluyorlar. 

    – Geçmiş dönemde kötü işleyen bir hukuk vardı şimdi hukuk yok.

  460. 428 —marxist argüman—

    —(lenin’in “emperyalizm” tanimini dogru bulanlar hemen itiraz edecekler) emperyalizm, geli$ip serpilen kapitalist bir devletin ula$tigi ekonomik gücünün yanisira, buna paralel olarak/bagli olarak büyüyen askeri ve diplomatik gücünü, diger rakip devletleri kendi cikarlari dogrultusunda kullanmak ve sömürmek amaciyla devreye koymasidir; belli bir ekonomik, askeri ve diplomatik güce ula$mi$ bir devletin, etkisini/nüfus alanini, kom$ulardan ba$lamak üzere geni$letmesi.—

    ‘Lenin’in tanımını doğru bulanlar ve doğru bulMAyanlar; tarafınızı gösterin.’ dayatmasını yapıyorsunuz. ‘Hey, bu sayfadakiler, biraz bize benzeyin, bizim gibi kelimeler kullanın!’ temelli ‘üstünlük taslamaya meraklı’ davranışlarınız mevcut. Anlatmak istedikleriniz her ne ise, sırf şablonculuğunuz yüzünden daha en baştan, kendi kendinize set çekiyorsunuz, anlattığınız şeyleri otomatikman gölgeliyorsunuz.

    Lenin ve benzerleri dışında emperyalizm tanımlamaları yapanlar düşük profilli de, sadece Lenin’in yaptığı emperyalizm tanımı mı yüksek profilli; ‘fraksiyonlar arası yarışta benim-bizim argümanlarımız öne geçmeli!’ sevdanızdan vazgeçmenizi öneririm, böylelikle, bu sitede yazdıklarınızın kıymeti artmaya devam edebilir.

    Siz, sadece kendi terminolojinizde olan tanımlamalarla olayları anlatmakla beraber, sizin terminolojinize yakınlık göstermeyenleri çöp kutusuna göndermek heveslisisiniz, bu sebeple iticisiniz. ‘Boyunuz yeteri kadar uzun değil, basketbol sporuyla uğraşmanız boşuna. Nefes kontrolünüz yeteri kadar iyi değil, su [yüzme, dalgıçlık, vb.] sporlarıyla uğraşmanız boşuna.’ gibi ‘standartları biz koyarız!’ havasındasınız, yukarıdan→aşağıya, tavandan→tabana ‘dayatmacı tavırlar’ takınıyorsunuz. Kendi kendinize bazı misyonlar yüklemişsiniz, bunları ya kabul etmemizi ya da karşı çıkmamızı bekliyorsunuz.

    —canimizdan bezdiren “anonim” bir arkada$in yaptigi hata—

    Sizin [veya başkasının] canını bezdiren şey; benim hatırlattıklarımdan önce, sizin [veya başkasının] terminolojisiyle denk hareket etmeyi kabul etMEmemden kaynaklanıyor. Sizin kullandığınız üslubun aynısını kullansam, alkışlama ihtimaliniz var. Neyin-nelerin hatalı olduğunu / Neyin-nelerin hatalı olMAdığını; siz [veya başkaları] belirlemiyor/sunuz. Ne mutlu ki –marxist– değilim, ama Karl Marx’ın hakkını teslim de ederim.

    3 Kasım 2016 tarihli, ‘72’ no’lu metnimde size cevap verdim.

    13 Kasım 2016 tarihli, ‘339’ no’lu metnimde size cevap verdim.

  461. —Bu dediklerinizi bir elestiri olarak yazdiginizi biliyorum; ama, malesef, neticede, elestirdiklerinizdir aslolan. Yani, evet, olen olur, kalan saglar bizimdir. Yani, sag kalmak esasttir -her ne kadar artlarindan agitlar yaksak bile.—

    Bu, ‘hardcore-hedonist’ şahıs [yani Necip], hangi konuda kelime israfı yaparsa yapsın, ‘survival of the fittest’ konseptini kendine malzeme ederek inandığı yolda yürür. Necip’in hayattaki motto’su, bu konsepttir.

    Bir diğer mottosu da, Thomas Hobbes’ın meşhur ettiği ‘Homo homini lupus est & İnsan, insanın kurdudur’ dayatmasıdır. [Bu dayatmanın kökü daha eskilere dayanır, fakat Hobbes’un çabaları sonucu dünya çapında üne kavuşmuştur.]

    ‘Ben, ‘olan’ı yazıyorum sizlere, ‘olması gerekenler’i değil. Güçlü olan zayıf olanı eziyor, insanın DA fıtratı bu. Eğer ‘olması gerekenler’i yazmaya yeltenirsem, fıtrat’ın düzenine çomak sokmuş olurum.’ → Necip ve muadillerinde.

    ‘Bu tur seyleri onemsemiyorum. Onlari hizaya cekmek cok da zor olmasa gerek.’ → ‘Devlet’ hâlleder, sıkmayın canınızı = Necip.

    ‘Butun bunlar, bence, abartildigi kadar onemli degil. Dahasi, bunlar, birer asayis sorunudur.’ → ‘Devlet’ hâlleder, sıkmayın canınızı = Necip.

    ‘Ben bunun cok da yanlis oldugunu dusunmuyorum. Sorunu asayis boyutuna cekebilmek icin PKK’nin karargahinin sinir-otesi olmamasi gerekir.’ → ‘Devlet’ hâlleder, sıkmayın canınızı = Necip.

    ‘Ben Devleti temsil ediyor degilim. Sordugum sorulari da Devlet adina soruyor degilim.’ → İnandık mı, hayır inanmadık.

    ‘Ne istediklerini anlayamiyorum’ dedigim zaman, ‘masaya muzakere adina ne getirdiklerini de goremiyorum’u da icerir.’ → ‘Devlet’ gibi gören, ‘Devlet’ gibi düşünen biriyim = Necip.

    ‘ardindan nelerin gelecegi hakkinda da fikir sahibi olmak isteriz.’ → ‘Devlet’in kudretini test edecek şeyler de olabilir = Necip.

    ‘Benim baktigim yerden, ulke disinda yerlesik bir karargahin varligini bir beka sorunu gormek yanlis degil.’ → Ben, ‘devletim’ = ‘L’Etat, c’est moi.’ [Louis the Great, 1638-1715] = Necip.

    ‘Bugune kadar, Devlet, pre-emptive anlamda bu tur harekatlari (sehir veya kasabalari bombalamadi) yapmadi.’ → ‘Devlet’ işgalci değildir, fakat geriye kalan herkes işgalcidir = Necip.

    ‘Burada isler karisiyor. Bu partiler cogu zaman bildigimiz sekilde kurulmus partiler olmuyor; tabela partileri. Su anda HDP’de oldugu uzere, kendi secmen kitlesine hizmet goturmek gibi bir dertleri de olmuyor. Bu eksikligi kapatmak icin, kendilerinin hapse girmesini dort gozle bekleyen –boylece de, kahraman kalmak icin ugrasan– bir tur izci teskilatindan bahsediyoruz.’ → ‘Devlet’ hâllediyor, sıkmayın canınızı. Hazırda bekleyen fırsatçılar da cabası. = Necip.

    ‘Burada bir yanlislik oldugunu yukarida da soyledim. Bunun tarihsel (Cumhuriyet oncesi) sebepleri de var. Ama, Devlet bunu baska sekillerde cozebilmeliydi. Olmadi.’ → ‘Devlet’ çözebilmeliydi, ‘Devlet’!… = Necip.

    ‘Devletin akilsiz davranislarina iyi bir ornektir.’ → ‘Devlet’ keşke akıllı olabilseydi = Necip.

  462. Soner Yalcin in Cem Kücük lesmesi. Ulusalcilarin Ihbarcilasmasi .

  463. 454 Emperyalizm in rakim ve komsu devletere yönelen asgari guclu Kapitalist Devlet.?? emperyalizm daha cok rakip bile olamayacak cografyalara egemen olan olarak anlasilirsa daha Dogru bir aciklama olurdu. Yoksa Emperyalist Rakip devletler arasi ile, Emperyalist sömürüye denk gelen bir tanim karisiyor birbirine. Böyle olunca , ABD nin gücü ve etkisi göze alindiginda, Avrupa emperyalist devletlerinin ABD Emperyalizminin altinda bir baska sömürge kategorisi falan oldugunu saymak zorunda kalirdik. günümüz Emperyalizmini ve hegemonyasini aciklarken , bagimsiz siyasal devletler , yerli burjuvazi, vb gibi kavramlardan kurtulmak gerekiyor. emperyalizm diye bir kavramdan degil. Devlet ekonomi siyaset iliskisi, farklilasmis. Ornegin ortalama bir ulusalci (ve hatta Mao cu) bu devirde yerli burjuvazi emperyalizmden kurtulmus ulusal kapitalizm milli burjuva devrimlerinden bahseder. bu cagda bu terminoloji ile gerceklik aciklanamaz. Uzatmayacagim. 3. Bunalim dönemi tezlerini önemli bulurum. Ne yazikki asiri bir militan cizginin zayif ajitasyonu olarak ele alinir bu tezler.

  464. Marxist Argüman,
    En sadelestrilmis mantikla soruyorum.
    Büyük bir gücün daha kücük ve gücsüz olanin kaderini belirlemesi diyede tanimlayabilecegimiz bir OLGU yu önemsemezsek, Ezilen ulusun ezen ulusa karsi mücadelesini nasil savunabilirizki?

  465. “‘Devlet’ çözebilmeliydi, ‘Devlet’!…”

    Evet. Aynen oyle.

    ‘Devlet’ isimli oyuncuyu onemseyisimin son derece sade/pragmatik sebepleri var. Aslinda, ‘Devlet’in var edilis sebeplerinden biri tam da budur.

    Bir secim donemini asan surelere ihtiyaci olan uygulamalarin, projelerin.. muhatabi –tanimi geregi– ‘Devlet’tir.

    Sizin, benim, baskalarinin.. sistemik elestirilerimizin nihai muhatabi –tanimi geregi– ‘Devlet’tir.

    Bunun aksini dusunmek de mumkun ama ben peri masallarina inanan biri degilim malesef.

  466. Kapsamli, genel bir, Anti Emperyalizm mutlaka Devrimciligin olmazsa olmazi degildir, Teorisi yapilsa ,daha az itirazim olurdu. Ama su anda güncel olan, amaaan Anti Emperyalizm de neymis `teorisi`sadece ve sadece Kürt Hareketinin Politik pragmatizminin pesine takilmak isteyenlerin Ruh unu terapi etmek icin uydurulmus gibi duruyor.Ve eger bu sagliksiz carpik Mantik sorgulanmazsa, daha sonra Anti Emperyalizm den baska olmazsa olmaz larin , neden olmasina dönüsecegi acik.

  467. Yukarda 12 eylül günlerinde Vehbi Koçun Kenan evrene mektubu yayımlandı dikkatinizi çektimi önerilerden biride kıdem tazminatı fonu kurulsun da necibin savunduğu kapitalizmin kapitalistleri daha fazla kar etsini 12 eylül askeri faşizminden istemesine rağmen evren bunu yapamamışti
    şimdi Necipin savunduğu efendisi Erdoğan bunu yani kıdem tazminatını iç etmeyi gerçekleştiriyor
    Necip ten şimdi okkalı bir kıdem tazminatı fonu savunusu yazısı bekliyoruz derin bilgisiyle bizi aydınlatacağına eminim
    Bu olup biteni savunurken AKP ve iktidarın bu kabahatlarda masum olduğunu bütün melanetin HDP denen merkezi kandilde kökü ab ve abd de olan partinin yüzünden bunların olduğunu savunursa inanırız başka türlü yalana dolana karnımız tok aslında HDP olmasa belkide OHAL dahil bu yapılan rezaletlere bile gerek kalmadan ileri demokrasiyi Necip in efendisi gerçekleştirirdi belkide bütün melanet HDP de olmalı bu seviyede birinin siteyi meşgul etmesi enteresan

  468. Bakalim kidem tazminati her zaman iyi bir sey midir?

    Soyle bir ornekle verelim:

    10 senedir calistigiz bir isyerinde en son ayliginiz (brut) 3,000 TL.

    Memnun degilsiniz. Epeyi zamandir is ariyorsunuz.

    Sonunda yuzde 30 daha fazla veren bir is buldunuz.

    Yani, maasiniz 3,900 TL (brut) olacak.

    Ayrilmak istiyorsunuz.

    Iyi de, kendi rizanizla ayrilirsaniz, kidem tazminatiniz yanacak.

    Yakacaginiz kidem tazminatinizin ne olacagini ogrenmek istiyorsunuz.

    — 01 Ocak 2007’da isabasi yapmistiniz.
    — 31 Aralik 2016’da (tam 10 sene sonra) ayrilacak olsaniz kidem tazminat hakkiniz ne olur?

    http://ynb.datassist.com.tr/KidemIhbar

    El cevap: 29,780.46 TL (Net)

    Simdi.. 29,780.46 TL’den vazgecmege razi misiniz?

    Degilseniz, yuzde otuz daha az maas veren isyerine saplanip kalacaksiniz.

    Karariniz ne olurdu?

  469. Necip’in 462 no’lu cevabı aracılığıyla, 461 no’lu yorumcuya cevap:

    İşçiye-emekçiye, daha az ödeme [maaş, ücret, yevmiye, vb.] yapmanın yollarını bulmakta usta olan kapitalistler için:

    Eğer kıdem tazminatı, kâra katkı yapacaksa, kapitalistler bunu savunur.

    Eğer kıdem tazminatı, kârı azaltan bir unsur olacaksa, kapitalistler bunu savunmaz.

    Eğer kıdem tazminatının yükünü, ‘kapitalistler (özel sektör)’ daha az taşıyacaksa, ‘devlet’ daha çok taşıyacaksa; kapitalistler mırın-kırın ederek kabul ediverdiklerini söylemekle beraber, TBMM’den çıkarılacak yeni ‘torba yasalar’ da, omuzlarındaki yükü en aza indirgemek için her yolu denerler.

    Kapitalistler, kural koymakta, ve, mevcut kuralları eğip-bükmekte ustadır.

    ‘Şirketler [Kapitalistler]’ ve ‘Devletler’ birbirine mahkûm iki organizasyondur. Her ikisinin de amacı, insanlar [ve elbette ‘hayat’] üzerinde hegemonya kurmak, kurduktan sonra da iktidarlarını korumaktır.

    Her iki organizasyonu da ortadan kaldıracağız.

    Geçmişte yapıılan hataları, bugün de, yarın da tekrar etmeye mahkûm değiliz.

  470. “Her iki organizasyonu da ortadan kaldıracağız.”

    ‘Cogul’ konustugunuza gore siz de bir ‘organizasyon’ olmalisiniz. Ne guzel.

    Yukarida ornegini verdigim acmazi yasayan epeyi sayida insan icin, cozum adina hem sirketleri hem de devleti ortadan kaldiracaksaniz, bunu tam olarak ne zaman yapacaginizi ogrenmek isterler, haliyle.

    Pismis asa su katmamak icin, yerlerine ne getireceginizi sormuyorum bile..

    Ne zaman kaldiracaginizi soylemeniz yeterli.

    Bu yuzyilda mi, yoksa ilerde bir tarihte –uzay kolonilerimiz filan oldugunda– mi?

    “Geçmişte yapıılan hataları, bugün de, yarın da tekrar etmeye mahkûm değiliz.”

    Tabi, tabi…

    Hicbir sey yap(a)mayinca, hata da yapmis olmuyorsunuz.

    ‘Yag(a)masan da gurle’..

    [O utopik mkaddes gun gelinceye kadar da insanlara ham/bos hayaler pompalamaga devam.]

    Degil mi?

  471. Tabii iki “i” ile yazılacak Necip. Yani şöyle:

    “Tabii, tabii…”

  472. organizasyon[suzluk]

    “‘Cogul’ konustugunuza gore siz de bir ‘organizasyon’ olmalisiniz. Ne guzel.”

    Önemli tespit.

    Peki buna yanıt olarak -kitlelerin kendiliğinden harekete geçmesine vurgu yapılarak- “Her iki organizasyonu da -bir organizasyon (örgütlenme) olmadan- ortadan kaldıracağız.” denirse ne yanıt verilmelidir?

    Arap Baharı, Gezi, 2014 Kürt eylemleri gibi ülke çapındaki eylemler bunun -sürdürülememiş- örnekleri ise, sorun bunların mümkün olmamaları değil, sürdürülememeleridir.

  473. “Tabii iki “i” ile yazılacak”

    ‘Dogal’ anlaminda kullanmis olsaydim; tabii ki, oyle olacakti.

    Buradaki sekliyle, “tabi, tabi” (‘a’ uzun telaffuz edilir) “yaw he he” anlamindadir.

  474. Sorunu daha iyi kavramak için, isterseniz, tarih içinde bir yolculuk yapalım:

    İngiltere’de Magna Carta’ya (Büyük Ferman) kadar gitmemiz gerekiyor. Bilindiği gibi, Kral Yurtsuz John tarafından, başkaldıran İngiliz baronlarına haklar tanımak üzere, Haziran 1215’te çıkartılan bu ferman ilk anayasal belge sayılmış ve İngilere’nin temel özgürlüklerinin simgesi haline gelmiştir. Ama burjuva demokrasisine kavuşmak için İngiltere daha yüzyıllar bekleyecektir. Sami Selçuk’un mantığını kendimize yol gösterici yaparsak, kendi temel özgürlüklerini gündeme getirecek 1789 devrimini yapmakta 574 yıl geciken Fransız burjuvazisini suçlayabiliriz.

    Ne yapalım ki, Fransa’nın Ulusal Kurucu Meclisi (9 Temmuz 1789-30 Eylül 1791) İnsan Hakları Bildirgesi’ni yayımlamak ve bir tek yasama meclisi ile bedelli seçim sistemine dayalı liberal ve burjuva bir anayasa yapmak için, ülkelerinin kendine özgü koşulları gereği, 574 yıl gecikmiştir.

    Burada, Avrupa’nın öteki ülkelerinin durumunu inceleyecek değiliz. Ama buna karşın, örnek olarak İngiltere, Fransa ve Almanya gibi toplumların ve bunların devlet örgütlerinin yerel Kiliselerine ve Roma’da bulunan Papalık’a karşı verdikleri mücadeleye kısaca göz atmamız gerekmektedir. Çünkü bu mücadelenin tarihi tek tek bu ülkelerin demokrasiye geçiş tarihleridir.

    Fransa’da XIV. yüzyılın başında başlayan Kilise karşıtı mücadele, 2 Kasım 1789’da Kilise’nin mallarına ulus adına el koymayla yeni bir evreye ulaştı.

    Kral VIII. Henry, Papa VII. Clemens’le bozuştuktan sonra İngiltere Kilisesi bağımsızlık kazandı. Kral, karısı Aragonlu Catherine’den boşanmak istemiş ve papa buna karşı çıkmıştı. Bunun üzerine kral, kendini İngiltere Kilisesi’nin yüce yöneticisi ilan etti (1534 Egemenlik Yasası). Ama Anglikan Kilisesi’nin kuruluş mücadelesi devam etti.

    Almanya’da, Romalılar kralı olan Bavyeralı Ludwig’in (öl. 1347) papa tarafından aforoz edildiğini biliyoruz. İşte Papalık iktidarına karşı mücadele veren Alman prenslikleriyle ilgili küçük bir örnek:

    Mücadele, yerel devletlerin Papalık iktidarına karşı verdikleri mücadelelerle sınırlı değil. Almanya’da Otuz Yıl Savaşı (1618-1648) tipik bir din savaşıdır. Otuz Yıl Savaşı’yla salgın hastalıkların kırıp geçirdiği ülkede, kırsal nüfusun yüzde 40’ı, kentsel nüfusun yüzde 30’u yok oldu. Mezheplere ve tarikatlara bölünmüş Alman toplumu yüz yıl süren din savaşlarından sonra bir ölçüde hoşgörüyü tanıdı, ama Alman Protestanlığında tarikatların gücü eksilmedi. Öte yandan Alman demokrasisi ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu.

    XVI. yüzyılda şiddetli din savaşları Fransa’yı kırıp geçirdi. Tarafların birbirlerine dönem dönem üstünlük sağladıkları bu savaşlar, Saint Barthélemy Katliamı’yla (1572) doruk noktasına ulaştı.

    Avrupa tarihinin bin yılı köylü ayaklanmalarıyla, din savaşlarıyla, sınıf mücadeleleriyle doludur. Avrupa demokrasisi ve laikliği bu kanlı mücadelelerin ürünüdür ve her ülkenin özel niteliklerini taşımaktadır. Bu mücadelelerin sonunda Anglikan İngiltere sekülarizmi, Katolik Fransa ise laikliği keşfetmiştir. Bu nedenle, Anglosakson sekülarizmini Fransız laikliğine tercih etmeden önce, tarihin determinizmini de düşünmek gerekir. Fransız Katolik toplumu Anglosakson tarzı bir sekülarizm yaratamazdı. Aydınlanmayı yaratmış, zihninde bunca büyük filozof ve düşünürü barındıran Fransız kültürü aklını başına toplayıp biraz gecikmeyle de olsa, şimdi neden Anglosakson demokrasisini kendine örnek almıyor? Bu türden soruların yanıtı tarihin içindedir. Dinsel reform geçirdiği için Protestan olmuş toplumlara özgü özellikleri, Calvin’e karşın reform geçirdiği pek ileri sürülemeyecek bir toplumda (Fransa’da) aramak düşünsel ciddiyetle bağdaşmaz. Ancak, bunun böyle sürmeyeceği söylenebileceği gibi, gelecek konusunda bilicilik yapmak da olanaksızdır.

    —-

    Sami Selçuk şöyle diyor:

    “Benim için iki Fransa var. Biri giyotinli, anayasasını insan derisiyle kaplamış, Baudelaire’i cezalandırmış, yargı öncesi insanları giyotine gönderen Savcı Foulquié’yi çıkarmış Jakoben Fransa. Ben bu Fransa’nın karşısındayım. Öbürü Descartes’ın, Montesquieu’nün, Voltaire’in, Balzac’ın, Sartre’ın, Camus’nün, Foucault’nun, Lyotard’ın, Lacan’ın, Morin’in, Baudrillard’ın Fransa’sı. Benim sevdiğim bu ikinci Fransa’dır.”

    Aklı başında hangi aydın bu cümleye karşı çıkar? Kimse! Ama bu cümlede akıl almaz bir sığlık var: mukayese yapmak için geçmişi bugüne taşıyamazsınız. Sami Selçuk’un karşı olduğu birinci Fransa ikinci Fransa’yı yaratmıştır. Aynı yöntemi Anglosakson toplum ve siyasetine uygulayan biri, hiç yorulmadan şu soruları sıralayabilir Sami Selçuk’a: “Amerika’nın yerli halkını kim kırdı, bu halkı günümüzde özel bölgelerde yaşamaya mahkûm eden kim? Afrika kökenli vatandaşlarına ırk ayrımcılığını kim uyguladı ve uygulamakta? Haklarını arayan işçileri kim yaktı? Mafya adalet örgütü işbirliği hangi ülkede? Hangi ülkede ikili alternatif çoğulculuk sayılıyor? Hangi ülke şair Ezra Pound’u önce demir kafeste güneş altında tutup sonra tımarhaneye kapattı? Romancı Henry Miller’in yapıtlarını hangi ülke yasakladı? Oscar Wilde’ı eşcinsel diye kim zindana kapattı? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra komünist avcılığını hangi ülke yaptı?”

    Bu soruların ve benzeri yüzlerce sorunun yanıtını Sami Selçuk elbette biliyor. Yansız ve iyi niyetli bir yazar, nalıncı keseri gibi her şeyi kendine yontmaz. İki Fransa’yı karşılaştırarak inandırıcılığını yitiriyor Sami Selçuk.

    https://haberguncel.blogspot.com.tr/2016/05/bir-kez-daha-yasasin-cumhuriyet-ozdemir-ince.html

  475. Türkçede böyle bir kullanım yok.

  476. “Türkçede böyle bir kullanım yok.”

    Hadi bakalim, gelin birkac yuz yorum daha bunu tartisalim 😉

    Cevaba gelince:

    https://eksisozluk.com/entry/43489762
    https://eksisozluk.com/entry/634455
    https://eksisozluk.com/entry/1049909

    Bunlar sadece birer ornek. Baska da var ama, kolaya kactim.

    Asil soyleyecegim sey su:

    Benim anadilim Turkcedir.

    Yazim usulleri ve/ya kurallari konusunda TDK’yi –zaman zaman– kaale alsam da, kelimeler (Turkcede mevcut mudur, tam anlami o mudur bu mudur vs vb) konusunda bir otorite tanimaktan uzagim.

    Baska bir deysile, Turkcede neyin nasil kullanildiginin ya da kullanimin mevcut olup olmadiginin hakemligini –bunca mesgalenize ek olarak– ustlenmek gayretinizi takdirle karsilamadigimi dusunmeyin lutfen.

    Tabi tabi.

  477. “Tabîat” kelimesinden türeyen “tabîî” kısa a ve iki uzun i ile telaffuz edildiği için iki i ile yazılır:

    Tabii Kelime Kökeni

    ~ Ar ṭabīˁī طبيعى [nsb.] tabiata uygun, doğal < Ar ṭabīˁa ͭ طبيعة [#ṭbˁ] tabiat → tabiat

    Ek Açıklamalar
    Türkçede olumlama deyimi olarak kullanımı Fransızca naturellement (doğal olarak) çevirisi olan bi't-tabii deyiminden kısaltmadır.

    http://www.etimolojiturkce.com/kelime/tabii

    Uzun telaffuz edilen a (â) ve kısa i ile yazılan tâbi ise ayrı bir kelimedir ve tebaa (tâbi olanlar/uyruklar), tâbiiyet (uyrukluk), metbû (tâbi olunan/hükümdar) kelimeleriyle aynı köktendir:

    Tabi Kelime Kökeni

    ~ Ar tābiˁ تابع [#tbˁ fa.] birinin peşinden giden, bağımlı, uyruk < Ar tabaˁ/tabāˁa ͭ تبع/تباعة [msd.] izleme, ardından gitme

    http://www.etimolojiturkce.com/kelime/tabi

  478. “Naturellement/doğal olarak” karşılığı olan “tabii” kelimesinin Arapçası da (طبعا = tab’an) aynı kökten türediği için Türkçedeki karşılığına yakındır:

    https://translate.google.com.tr/#fr/ar/naturellement

  479. —464—

    [Not: Yazım kurallarına dikkat etmek, özellikle sanal ortamlarda pek kafaya takılan bir durum değil. Böyle mi olması gerekir, sanırım hayır, yani yazım kurallarına dikkat etmek gerekir. ‘Gramer müfettişliği’ yapmanın şu anda yeri ve zamanı olmadığı kanısındayım. Arzu eden, teftişe devam edebilir…]

    —‘Cogul’ konustugunuza gore siz de bir ‘organizasyon’ olmalisiniz. Ne guzel. Yukarida ornegini verdigim acmazi yasayan epeyi sayida insan icin, cozum adina hem sirketleri hem de devleti ortadan kaldiracaksaniz, bunu tam olarak ne zaman yapacaginizi ogrenmek isterler, haliyle. Pismis asa su katmamak icin, yerlerine ne getireceginizi sormuyorum bile.. Ne zaman kaldiracaginizi soylemeniz yeterli. Bu yuzyilda mi, yoksa ilerde bir tarihte -uzay kolonilerimiz filan oldugunda- mi?—

    Herhangi bir örgüte mensup değiliz, örgüt kurmak heveslisi değiliz, herhangi bir ‘iç’ ve/veya ‘dış’ mihrakın taşeronu değiliz, herhangi bir organizasyonun kurucusu-üyesi-gizi ajanı vb.’leri değiliz, herhangi bir ‘siyasi’ teşkilatla temasımız yok, herhangi bir ‘dini’ veya ‘din dışı’ teşkilatla temasımız yok… Örnekleri çoğalt çoğaltabildiğin kadar.

    ‘Uzay’da koloni kurup sömürmek meraklısı, yine, siz kapitalistlersiniz:

    Necip, ‘survival of the fittest’ konsepti içinde kendini yeteri kadar kuvvetli hissediyorsan, Elon Musk’ın, Mars’a insanlı araç/mekik/roket gönderme projesine kayıt olmayı deneyebilirsin. Eğer, yapılan testler neticesinde yeteri kadar ‘fit’ olduğun anlaşılırsa, hâlihazırda var olan birikimine Musk’tan alacağın parayı da ekleyerek küçük/orta çapta bir servet de elde edebilirsin. Üzüldüğüm nokta ise, eğer bütün testlerde ‘fit’ çıkabilip ekibe katılabilirsen, bu programla Mars’a ulaşabilirseniz, ve orada koloni kurabilmek için ilk hamleleri yapabilirseniz, orayı da köküne kadar sömürmek için çırpınacağınızdır.

    ‘Şirketleri’ de, ‘Devletleri’ de ortadan kaldıracak olan; kemiklerinde ilik kalmayana kadar sömürülen insanlardır. Bu insanların arasında, senin [eğer varsa] ailen-yakınların da olabilir, seni de kapitalizm karşıtı mücadeleye çağırırlarsa katılmak zorunda değilsin, sen bu sitede [ve diğer birçok sanal mecrada] laf hokkabazlıklarına devam edebilirsin.

    —Tabi, tabi… Hicbir sey yap(a)mayinca, hata da yapmis olmuyorsunuz. ‘Yag(a)masan da gurle’.. [O utopik mkaddes gun gelinceye kadar da insanlara ham/bos hayaler pompalamaga devam.] Degil mi?—

    ‘Hicbir sey yap(a)mayinca’ sözü [ve benzerleri]; Niccolò Machiavelli, Thomas Hobbes, John Locke, Adam Smith, Friedrich Hayek, Ayn Rand, Murray Rothbard, Ludwig von Mises, Walter Edward Block, Robert Nozick, Milton Friedman ve türevlerinin uydurduğu, ve Necip + muadillerinin gururla taşıdığı sinsi taktiklerdir.

    [O utopik mkaddes gun gelinceye kadar da insanlara ham/bos hayaler pompalamaga devam.] → Necip ve muadilleri kendilerini ifşa ediyor, daima. İnsanları, ‘fıtrat’ın hakikat olduğunu söyleye söyleye kandırmayı bu zamana kadar becerdiniz, ama artık erozyon başladı. ‘Fıtrat = Hakikat’ diye yutturduğunuz, sadece, kapitalistlerin kendilerini korumak için kurduğu kalkanlar:

    ‘Ben, ‘olan’ı yazıyorum sizlere, ‘olması gerekenler’i değil. Güçlü olan zayıf olanı eziyor, insanın DA fıtratı bu. Eğer ‘olması gerekenler’i yazmaya yeltenirsem, fıtrat’ın düzenine çomak sokmuş olurum.’ → Necip ve muadillerinde.

    Laf hokkabazlığı ustası Necip’in safsatalarını yakından tanımak isteyenler varsa, önce şu iki kaynağı dikkatle incelemelerini öneririm/z:

    1. Niccolò Machiavelli, ‘Prens’ [‘Hükümdar’ olarak da bilinir]:
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/prens/374160.html/

    [Alternatif kaynak: http://www.kitapyurdu.com/kitap/prens/132836.html/ ]

    2. Thomas Hobbes, ‘Leviathan – Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti’:
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/leviathan/12591.html/

    ========== İkaz ==========

    ‘John McMurtry’ izah ediyor:
    [Kanada ‘Guelph Üniversitesi’nde felsefe profesörü]

    Şimdi, herhangi birimiz çıkıp, ‘bunların hepsi nerede başladı?’ diye sorabilir.

    Bugün sahip olduğumuz, tamamıyla çökmek üzere olan bir dünya!

    Her şey ‘John Locke’ ile başladı!

    John Locke, bize ‘mülkiyet’i tanıttı. ‘Özel hak’ ve ‘özel mülkiyet’ için üç şartı vardı:

    1. Başkaları için yetecek kadar ‘artık [leftover]’ bırakılmalı.

    2. Bu ‘artıklar’ asla çürümeye terk edilmemeli.

    3. En önemlisi de, bu ‘artıkları’, ‘işgücüyle’ yoğurmalı. [Not: ‘İstihdam’ kelimesinin, ‘insanları robotlaştırarak, bu yolla meşgul ederek, zapturapt altında tutmak’ hâline dönüştürülmesi!]

    Bu üç basamak, ilk okuyuşta, doğru bir mekanizma gibi gözükebilir, ‘dünyayı emeğiniz ile yoğurmak’. Ancak ondan sonra ürüne [mala veya hizmete] sahip olmaya hak kazanabilirsiniz. Ama başkalarına da yetecek kadar geride bıraktığınız sürece ve bu ‘artıklar’ çürümediği sürece, hiçbir şeyin ziyan olmasına izin vermiyorsanız, o zaman tamam, her şey harika!

    John Locke, ünlü ‘Devlet Yönetimi Üzerine İnceleme’ [İngilizce aslı, ‘Two Treatises of Government’, 1689] adlı eserini ortaya çıkarmak için çok zaman harcadı. Ekonomik, politik ve hukuksal anlayış üzerine geleneksel bir inceleme olduğundan, bugün hâlâ üzerinde çalışılan klasik bir kitaptır.

    İyi de, Locke yukarıda bahsedilen şartlarını listeledikten sonra, ve siz hâlâ ‘Özel mülkiyetten yana mıyım? / Yoksa değil miyim?’ diye düşünürken, Locke, özel mülkiyetin savunmasını gayet tutarlı ve güçlü bir şekilde vermişti bile! Hâttâ doğrudan ortaya koyuyor! Hem de iki parmağın şıplatılması gibi bir çırpıda, bir tek cümle içinde!

    Locke şöyle diyor:

    [İngilizce] The ‘one thing’ that blocks this is the invention of money, and men’s tacit agreement to put a value on it, this made it possible, with men’s consent, to have larger possessions and to have a right to them.

    [Türkçe] ‘Paraya ihtiyaç, insanlığın zımni [dolaylı] arzusundan sadece bir kez feyz aldı ve ardından ‘para’ var oldu.’

    Locke, bütün koşulların iptal edildiğini ve silindiğini söylemese de, en sonunda ‘…para var oldu.’ dedi ve kesti, bitirdi!

    Böylece bizler bugün ‘üretmiyoruz’ ve işgücümüzle, alın terimizle bir eşya sahibi olmuyoruz, ‘para’ denen madde işgücünü satın alıyor!

    Artık ‘başkalarına ne olacak!’ endişesi yok:

    ‘Yeteri kadar başkalarına kalmış mı!’

    Ya da ‘Kalan mallar ziyan olacak mı!’

    Diyor ki, ‘Para’, gümüş ile altına benzer ve altın bozulmaz. Bu nedenledir ki, ‘para’, israftan sorumlu tutulamaz.’

    Bu çok saçmadır! Paranın veya gümüşün veya altının atomik yapısını konuşmuyoruz! Bunların ‘bireye ve topluma etkilerinin ne olduğu’ hakkında konuşuyoruz! Locke’un birbiri ile alâkasız cümle dizilerini görüyorsunuz!

    Fakat en endişe verici olan ‘mantıksal hokkabazlık’, Locke’un bu çetrefilli ifadelerinden paçasını kurtarması, ancak, sermayedarların çıkarlarına uyması ile sağlanıyor!

    Sonra bir başka ekol, ‘Adam Smith’ geliyor. Ve yukarıda Locke’un anlattıklarına ‘din’i de ekliyor.

    Locke, ‘Tanrı bunu tamamen bu şekilde yaptı ve bu Tanrı’nın doğrusudur.’ diye başlamıştı,

    Hemen sonrasında Smith’in söylediğinden anlıyoruz ki, ‘Bu sadece Tanrı’nın değil…’ Tırnak içinde verilen ifadeyi direkt telaffuz etmiyor ya da edemiyor! Ne kadar ‘muğlak’ ifadeler kullandıklarının farkına varın artık!

    Smith’in felsefi zemine yayarak ‘prensipte!’ dediği şu:
    ‘Bu sadece Tanrı’nın değil…’‘Bu sadece ‘özel mülkiyetin’ sorunu değil.’
    Tarihten ve Locke’un sistemleştirdiği mirastan devralarak herkese hatırlatıyoruz ki, ‘piyasa ekonomisi’ ön koşulludur.
    Yani en sade tabirle, nasıl insanın doğuştan sahip olduğu yüzbinlerce özellik varsa,
    ‘Piyasa ekonomisi’ de hayatın içinde, en başından itibaren, var olan bir düzendir. Bu durum da doğal olarak ön koşulludur.’

    Yukarıdaki açıklamanın ne kadar muğlak ve bir o kadar sahte göründüğünü, ve günümüzde hâlen devam etmekte olan, meşhur ‘serbest piyasa ekonomisi’nin bu sahte görünümden beslendiğini şimdi daha iyi anladınız mı!

    Üstelik bu muğlak ifade, neredeyse ‘Tanrı’ yerine koydukları ‘Adam Smith’in kaleminden dökülenlerdir! Kitabını [hangi dilde çevirisi olduğu farketmez] alıp incelediğinizde, ‘para ve piyasa ekonomisi ön koşulludur’ bölümünü açıp okuduğunuzda bu muğlaklığa dikkat edin, kafanız çok karışacak, anlam vermekte güçlük çekeceksiniz! [‘Milletlerin Zenginliği’ & ‘The Wealth of Nations’, 1776]

    Smith devam ediyor:

    * İşgücü satın alan yatırımcılar [patronlar] vardır. → Bu durum ‘piyasa ekonomisi’nin ön koşuludur!

    * Yatırımcının [patronun], bir başkasının işgücünü ne ölçüde satın alabileceğinin sınırı yoktur. → Bu durum ‘piyasa ekonomisi’nin ön koşuludur!

    * Yatırımcının [patronun] ne kadar para & sermaye biriktirebileceğinin, dünya genelinde ne büyüklükte ‘eşitsizlik’ [yani, o meşhur ‘gelir dağılımı adaletsizliği’] olduğunun ve olacağının oranı belirli değildir, belirlenemez. → Bu durum ‘piyasa ekonomisi’nin ön koşuludur!

    Ve Adam Smith böylece o büyük fikriyle gelir [bu fikri, kitaplarında ayrı başlıklar altında ispatlı olarak, örneklendirerek anlatMAmış, yine her zaman yaptığı gibi, satır aralarına sokuşturarak-geçiştirmiştir!]:

    Bilirsiniz, insanlar ürünleri [malları, hizmetleri] ‘satmak için’ piyasaya sürdüğünde arz,

    Ve diğerler insanlar, bu ürünleri [malları, hizmetleri] ‘satın aldığında’ talep oluşur, vesaire, iktisadın en temel konuları.

    ‘Arzı talebe’ ya da ‘talebi arza’ nasıl eşitleyebiliriz? Bunlar arasındaki denge nasıl sağlanabilir? Bunların nasıl dengelendiği, ekonomi disiplininin merkezi konularından biridir.

    Ve Adam Smith diyor ki, ‘Bunları dengeleyen ‘piyasanın görünmez elidir’ [The Invisible Hand]!’

    Yani, yukarıda bahsettiğim ‘muğlaklık’, şu anda, sanki ‘Tanrı’ lafı tekrar geliyormuş gibi eli kulağında!

    Locke’un söylediklerini hesaba katarak, mülkiyet haklarını, tüm gerekliliklerini ve ‘doğal haklarını’ Smith de söylemedi, ya da söyleyemedi!

    Şu anda, ‘Tanrı’ metaforu ile doğrudan veya dolaylı olarak yoğrulmuş, sözde ‘ön koşullu sistemle’ karşı karşıyayız: Kapitalizm!

    Şimdi söyleceğim alıntıyı bulmanız için ‘Milletlerin Zenginliği’ni sonuna kadar okumanız gerekir. Smith şöyle diyor:

    [İngilizce]
    ‘Every species of animals naturally multiplies in proportion to the means of their subsistence, and no species can ever multiply beyond it. But in civilized society it is only among the inferior ranks of people that the scantiness of subsistence can set limits to the further multiplication of the human species, and it can do so in no other way than by destroying a great part of the children which their fruitful marriages produce.’

    [Türkçe]
    ‘Bütün hayvan çeşitleri, tabii, beslenme araçları oranında çoğalır. Hiçbir hayvan türü bundan öteye çoğalamaz. Ama uygar toplulukta, yiyecek kıtlığı yalnız alt tabakalardaki insan türünün fazla çoğalmasına set çekebilir. Bunu da, ancak o kimselerin verimli evliliklerinden üreyen çocukların büyük bir kısmını ortadan kaldırarak yapar.’

    [‘Milletlerin Zenginliği’, İş Bankası Yayınları, ciltli 2006 basım, çeviren ‘Haldun Derin’, sayfa 87, orta paragraf.
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/milletlerin-zenginligi-ciltsiz/88701.html/ ]

    Yani en kötü anlamıyla Smith, ‘evrim teorisini’ beklemektedir!

    Kitabından yukarıda aktardığım bölüm, Darwin’den çok önceydi! Ve Smith, onlara, ‘işçi ırkı’ adını çoktan vermişti bile!

    Şunu görebilirsiniz:

    * İcat edilmiş yeni bir ‘ırkçılık’ anlayışı,

    * Sayısız miktarda çocuk öldürmeye göz yumacak kadar düşüncesizlik, şuursuzluk, vicdansızlık,

    * Ve, —‘Görünmez el’ denen şey, ihtiyacı karşılayacak kadar kaynak, kaynağı karşılayacak kadar da ihtiyaç yaratır.— diye silsile hâlinde zırvalaması!

    Locke ve hemen ardından Smith ile muğlakça sistemleştirilmiş bir kavramın, ‘Tanrı’ metaforuyla yoğrulup, sözde ‘bilgece bir tavır olarak!’ bizlere yüzyıllardır nasıl yutturulduğunu nihayet görmeye başladınız mı!

    Bol bol, kelimenin gerçek anlamıyla ‘öldürücü’, hayat yıkıcı, eko-soykırımcı düşünceler! Günümüzde bir şekilde devam eden ‘akılcı düşünen gen [veya ‘kurnazlık’!]’ anlaşılan o ki Smith’de de vardı!

    Adam Smith gibi erken dönem iktisat düşünürleri tarafından ortaya atılan ‘Kapitalist Serbest Piyasa Sistemi’ adı verilen konseptin orijinaline baktığınız zaman:

    ‘Piyasa’nın temel amacının, gerçek, dokunulabilir-fiziki olarak hissedilebilir, somut yaşam şartlarını destekleyen bir ‘takas sistemi’ üzerine kurulduğunu görürsünüz.

    Adam Smith, dünyadaki en büyük kâr getirici ekonomik sektörün, neticede ‘finansal takas’ [ya da en geniş tanımıyla ‘yatırımın’] içinde olacağını, bu alana kanalize olacağını anlamamıştı. Smith’in yaşadığı dönemi baz alırsak, bunu anlamaması [veya öngörememesi] bir nebze makûl kabul edilebilir.

    ‘Finans’ kısaca, bir para biriminin kendi değerini, diğer para birimlerinin hareketleriyle belirlediği, ‘topluma [insana ve hayata] sıfır verimli’ değer sunan keyfi bir oyundur! Yine de Smith’in niyetini dikkate alarak [ya da almadan], onun en temel ilkelerinden biri olan ‘paranın ‘ticari mal’ olarak kabul edildiği’ bir teori için, böylesine anormal görünen bir kapı [yani ‘finans’ kapısı] sonuna kadar açık kaldı! Bunun en yakınımızdaki yıkıcı örneğini hâlâ sürmekte olan 2007-2008…2017… küresel finans krizinde gözlemleyebilirsiniz!

    Bugün, dünyanın bütün ekonomilerinde iddia ettikleri sosyal sisteme, ‘para’nın peşinde olmak için, sadece ‘para aşkı’ için koşulur, başka hiçbir şey için değil!

    Adam Smith tarafından esraregiz bir şekilde nitelenmiş, bir nevi ‘kişisel dini manifestosu’ olarak kabul edilebilecek ‘Görünmez El’ kavramının altında yatan fikir:

    Bu hayâli, ticari malın, sığ, menfaatçi arayışının; büyülü şekilde, zaman geçtikçe, bireyin ve toplumun refah ve gelişimine dönüşeceği yönündedir! [‘Economic growth’ tabirinin temelini bu oluşturur!] Yani, —sen ilk önce kendini kurtar, herkes kendini kurtarırsa, toplum da otomatikman kurtulacak, ve böylelikle refah toplumsal olarak artacaktır!— yalanına zemin hazırlandı! [‘Ronald Reagan’, ‘Margaret Thatcher’ ve ‘Turgut Özal’ üçlüsünü hatırlayanlar mutlaka vardır!]

    Gerçekte ‘parasal teşvik’ veya bazılarının adlandırdığı gibi ‘Parasal Değer Dizisi’, ‘Hayat Değer Dizisi’ olarak da adlandırılabilecek temel intifa hakkından ayrılmıştır!

    Aslında olan şudur:
    Bu iki dizge konusunda, ekonomik doktrinler arasında tam bir kafa karışıklığı söz konusudur.

    ‘Para Değer Dizisi’nin ‘Hayat Değer Dizisi’ni doğurduğunu zannederler. Bu yüzden, ‘daha fazla mal satılması durumunda ‘Gayri Safi Yurtiçi Hasıla [GSYH]’ yükselirse, genel refah seviyesi daha da yükselmiş olacak.’ yalanını yayarlar!

    ‘Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’, toplumsal sağlığın hangi seviyede olduğunun temel göstergesi olarak kullanılabilecekmiş! ‘Para’nın rahminden ‘hayat’ı doğurmak için uğraşırsanız, bütün istatistik hesaplarınızı da, ‘ekonominin sağlığı nasıl gidiyor?’ ölçümlerinizi de ‘paraya göre’ yapmak zorunda kalırsınız!

    İşte her şey apaçık ortada! Karmaşayı görüyorsunuz:

    Malın satışından elde edilen bütün ‘gelirleri’ ve ‘makbuzları’, ‘Para Değer Dizisi’ ile ilişkilendiriyorlar, ve bunu ‘yaşam üretimi’ diye yutturuyorlar!

    En başından beri kendinizi, ‘‘Para’ ve ‘Hayat’ Değer Dizilerinin’ tamamen birbirine zorla eklemlenmesiyle oluşturulmuş, ‘icat edilmiş!’, bir sistem içine inşa etmiş durumdasınız! Ve bebekliğinizden itibaren ‘rekabetçi olmanız’ beyninize enjekte edildiğinden, sistemi [kapitalizmi!] daimi olarak besliyorsunuz!

    Dolayısıyla, ‘Para Dizisi’ herhangi bir üretimden ayrıştıkça, gitgide daha da ölümcül olan ‘plânlı bir yanılgıya karşı!’ mücadele etmek zorunda kalıyoruz!

    Bu durum, ‘sistem tıkanıklığı’dır!

    Ve bu ‘sistem tıkanıklığı’, bugün, geçmişte hiç olmadığı kadar ölümcül seviyeye yükselmiştir!

    Bu tıkanmış sistemi ortadan kaldırmak için ‘eylemlere başlamayı geciktirdiğimiz müddetçe’, ‘corporatocracy & şirketokrasi’ bütün muhalefet tohumlarını yok edecek!

  480. 469 numaralı yorumda çok güzel izah edilmiş. Necip Bey bol diyaloglu bir edebi eser kaleme alırsa, kahramanlarını istediği gibi konuşturabilir tabii. Kimsenin kimseye tâbi olmadığı, kimsenin ekşi sözlük adlı platformun bir lugat olmadığını, bittabii bildiği günler dilerim.

  481. “kimsenin ekşi sözlük adlı platformun bir lugat olmadığını”

    EksiSozluk bir lugat degil tabii ki.

    Fakat, ‘lugat’ (ya da ‘sozluk’) nedir?

    Yazildigi, ya da guncellendigi tarihte muellifin dilde rastlamis oldugu kelimelerin bir listesi degil midir, sonucta?

    Yani, lugat/sozluk yazari rastlamamissa, ya da o kelime daha sonra peydahlanmissa, sozkonusu lugatte/sozlukte yer almaz.

    Bu, o kelimenin mevcut olmadigi anlamina gelmez.

    Bir de, cok uzun yillar boyunca, lugat/sozluk yazarlarimiz, boluculuk yapageldiler:

    Hangi kelimenin Turkce olduguna karar verip, olmayanlari lugate/sozluge dahil etmemegi sectiler.

    Bu bence tamamen yanlis bir yaklasimdir ve dilin fakirlesmesine yol acar. Kimsenin boyle bir yetkisi olmamalidir; ve aslinda yoktur da. Isguzarlik ettiler.

    Bence, anadili Turkce olan ve birbirinden bagimsiz en az 3 kisinin benimsedigi her kelime Turkcedir.

    Boyle bir kelimenin edebi bir eserde yer almis olup olmadiginin onemi de yoktur. Gunu gelince o da olur; olmasa da, dunyanin sonu degildir.

  482. “orada koloni kurabilmek için ilk hamleleri yapabilirseniz, orayı da köküne kadar sömürmek için çırpınacağınızdır.”

    Sizin bir turlu anlamadiginiz temel bir gercek var:

    Yasamak –hayat idame ettirmek– demek, somuru demektir.

    Baska birilerinden ya da bir yerlerden enerji ve maddeler alip, onlari kulanmak ve atiklarini birakmak demektir.

    Butun doga bu sekilde isler.

    Buna, ahlakci bakis acilariyla, karsi olmak mumkundur tabii ki; ama, bu tur bir yaklasimin –mutlak anlamda– basarili olmak sansi yoktur.

    Cok olsa, somurunun oznesini veya subjesini –belli bir zaman icin, ve belli olceklerde– degistirebilirsiniz. Kalici olmaz ve sadece estetik farklara yol acar.

    “Her şey ‘John Locke’ ile başladı!”

    Bu satiri okudugum anda koptum; gerisini okumadim bile.

    Hic bir sey ‘John Locke’ ile baslamadi. ‘John Locke’ kendi fikirlerini yazdi ve gitti.

    “Bu tıkanmış sistemi ortadan kaldırmak için ‘eylemlere başlamayı geciktirdiğimiz müddetçe’, ‘corporatocracy & şirketokrasi’ bütün muhalefet tohumlarını yok edecek!”

    Durumun bu oldugu ya da sonuclarinin bu sekilde olacaginin bir garantisi yok tabii ki –cunku, surec devam ediyor ve hepimiz o surecin icinde, birer parcasiyiz–; farkli bir yone de evrilebilir.

    Boylesine buyuk olcekli surecleri, sizin surekli oneridiginiz sekillerde sentetik eylemlerle etkilemenin rasyonel (ve, dolayisi ile, mumkun) oldugunu dusunmuyorum.

    O yuzden, sizin yaklasiminizi cocuksu buluyorum.

    Her ne olacaksa, herhangi bir sey olacaksa, bu buyuk olcekli surecte, dogal (yani, onceden planlanmis olmayan; bireylerin suurlu tercihlerine dayanmayan) adimlarla gerceklesecek. Hep boyle olmusur cunku.

  483. Çavuşoğlu’ndan Ermeni milletvekiline sert tepki

    Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İstanbul’da düzenlenen NATO PA 62. Genel Kurulu’nda konuştu. Çavuşoğlu’nun konuşmasının ardından soru cevap bölümünde söz alan Ermenistan Milletvekili Koryun Nahapetyan, Türkiye’ye yönelik suçlamalarda bulundu.

    Nahapetyan’ın Türkiye’nin DEAŞ’a destek verdiği yönündeki suçmalarına Bakan Çavuşoğlu sert tepki gösterdi.

    Çavuşoğlu, “Değişik görüşlerimiz olabilir. Ama önce dürüst olmamız lazım. Hele siyasetçiysek çok dürüst olmalısınız. Maalesef Ermeni arkadaşlarımız hiç dürüst olmuyorlar. Nasıl söylersiniz DAEŞ’e destek verdiğimizi? Bugüne kadar hangi ülke Türkiye’nin öldürdüğü kadar DEAŞ teröristini öldürmüştür? Hiç de dürüst olmayan biçimde DEAŞ’a destek verdiğimizi söylüyorsunuz” dedi.

    http://www.hurriyet.com.tr/cavusoglundan-ermeni-milletvekiline-sert-tepki-40282326

    Genelde devlet(ler)in, özelde (veya şu sıralar) AKP’nin utangaç destekçisi/mazur göstericisi olan Necip’e göre de bu “iddialar” uydurmadır muhtemelen. Ya da öyle değilse bile “kanıt” gösterilmelidir.

    Bu “kanıt”ları göstermekle yükümlü olanlar da nedense hep sistem (devlet, hükümet, kapitalizm) karşıtlarıdır. Devletin, hükümetin, kapitalistlerin bir şeyi “kanıt”lamalarına gerek yoktur. Örneğin biz RTE/AKP aleyhindeki yolsuzluk, IŞİD destekçiliği “iddialarını” kanıtlamak zorundayız. Aksi takdirde (gerçi ne kanıt gösterilse kabul etmezler, o ayrı) sandığa endeksli bu sistemin -pardon “serbest seçimlerin” sonuçlarına katlanmak zorundayız Necip’e göre.

  484. Kim serbest seçim yapıyor serbest eşit demokratik ilk seçimde Necip in efendisi telef olur onun için önce seçim sonucunu garantiliyecek düzenlemeler yapılır OHAL medya tv basın kayyum vs ile uygun şartlar oluşursa hatta seçim sonucu efendinin yek başına iktidarını yanlışlıkla da olsa değiştirecek sonuç verirse derhal şartlar yeniden oluşturulup vatan millet iklimi yaratıp milli duyguları zirveye ulaştırıp seçimi garanti edecek ortamda seçim yapılır işte bunun adına İleri Demokrasi denir ileri demokrasilerde mezhebin meşrebin fitratın uygunsa çocuklara taciz tecavüz bile mümkündür al sana sınırsız özgürlük

  485. Necip Bey, yazılarınızı türkçe harflerle yazabilirseniz, belki daha kolay anlatırsınız meramınızı. Ama anlayabildiğim kadarıyla, örgüt suçu tanımlar gibi olmuş ama, en az üç kişiyle dilde de devrim yapılabilirmiş.

  486. Zaman cok degisti..

    Biz, surada, oturmus, meleklerin kanatlarinin omuzlarinda mi yoksa bellerinde mi oldugu uzerine son derece entellektuel muzakereler yurutmekle mesgul olmaga calisalim; zamane veletleri de ciksin konuyu ‘tabi tabi’nin farkli cistak versiyonlariyla sulandirsin..

    Basimiza tas yagacak, tas…

    😉

  487. “yazılarınızı türkçe harflerle yazabilirseniz, belki daha kolay anlatırsınız meramınızı.”

    Falih Rifki (ve ilgili komisyonun) yalap-sap calismasi sonucunda ortaya cikan rezaleti, sirf MKA’nin ‘majiskul’leri bilmeyisi (bilmem kac sayili kanun yuzunden, ‘cahillik’ diyemiyoruz) yuzunden ort-bas ettigimiz gunden beri, Turkcede X, Q, W gibi (ve baska haflerin; bkz Azeri alfabesi) harflerin olmayisini protesto amaciyla bu klavyeyle yazdigimi da soyleyebilirdim (yanlis da olmazdi); ama, asil sebep, benim QWERTY klavyeye uzun yillara dayanan asinaligimdir. O yuzden, cok mecbur kalmazsam, Turke harflere gecmiyorum.

    “Ama anlayabildiğim kadarıyla, örgüt suçu tanımlar gibi olmuş ama, en az üç kişiyle dilde de devrim yapılabilirmiş.”

    Zor kullanmak sozkonusu degilse, yani muhataplarinin gonullu oldugu, hicbir ‘devrim’e karsi degilim.

  488. Bu gidişle taş değil baş yağacak

  489. “Geçmişte yapıılan hataları, bugün de, yarın da tekrar etmeye mahkûm değiliz.”

    Hatalar -tarih gibi- tekerrürden ibarettir diyebilir miyiz?

    “Türkiye’nin Siyasi İntiharı: Yeni Osmanlı Tuzağı” kitabına yapılan bir yorumda “Osman Bey’in Siyasi İntiharı: Yeni Selçuklu Tuzağı” diye bir ifade vardı. Bu ifadeyi şu şekillerde devam ettirebiliriz:

    Selçuk Bey’in Siyasi İntiharı: Yeni Gazneli Tuzağı > Gaznelilerin Siyasi İntiharı: Yeni Samanî Tuzağı > Samanîlerin Siyasi İntiharı: Yeni Abbasî Tuzağı

    Samanî devletini kuranlar Abbasîlerin bölgedeki valileri, Gazneli devletini kuranlar ise Samanî ordusunun komutanlarıydı. Selçuklular Gazneli devlet adamlarından birçoğunu hizmetlerine almış olduklarından onlara kısmen varis olmuşlardır. Osmanlılar da Selçuklulara. Türkiye ise Osmanlılara.

  490. Cumhuriyetin 1923’ten itibaren Batı’ya yönelmesi, bir yönden, Osmanlı devletinin yüz yıllık reform çabasının bir devamı sayılabilir.

    II. Mahmud’dan itibaren Osmanlı eliti, devletin bekası için gereken reformların modelini Batıda aramıştır. Bu arayışın nedeni basittir, ve “taklitçilik”, “Batı hayranlığı”, “kompleks” gibi şeylerle ilgisi yoktur. Türkiye reform modelini Batıda aramıştır, çünkü Batı ülkeleri, teknik, ekonomik ve askeri alanlarda Türkiye’nin on veya yüz katı gibi rakamlarla ifade edilebilecek objektif bir üstünlüğe erişmişlerdir. 1683’ten itibaren Türkiye, bir Batı devletine karşı (bir başka Batı devletinin yardımı olmaksızın) giriştiği her savaşta hezimete uğramıştır. Aradaki farkı kapatmayı başaramadığı takdirde Türk devletinin varlığını sürdüremeyeceği anlaşılmıştır.

    Atılımın modelini İslam uygarlığı çerçevesinde bulmak mümkün olmamıştır: İslam uygarlığı belki birtakım reformlarla geçmiş devirlerdeki dinamik yapısına tekrar kavuşturulabilir; fakat bu reformlara yol gösterecek olan modeli İslam kültürü çerçevesinde keşfetme çabaları henüz başarılı bir sonuç vermemiştir. Ergenekon uygarlığının gücü hakkındaki belirtiler de, ne yazık ki, ümit verici değildir. Hunların ve Oğuzların uygarlık alanındaki başarıları, eğer varsa, çağdaş Amerika ve Fransa’ya oranla bir hayli mütevazı kalırlar. Dolayısıyla Türkiye’nin Batı karşısında tekrar ayakta duracak hale gelmesinin çaresi yine Batı’da aranmak durumundadır.

    Şu halde Türkiye’nin 1826’dan sonra Batı’ya yönelişinin mantığını anlamak kolaydır. Ortada bir ölüm kalım meselesi vardır.

    Yapılan şey, yabancı bir uygarlığın – Batı uygarlığının – kendine has birtakım kurum, kavram, değer ve ürünlerinin, sistemli ve bilinçli bir şekilde ithali (taklidi, kabulü, adaptasyonu)’dur. Yabancı bir uygarlık topyekün model ittihaz edilmiş ve ona benzemeye çalışılmıştır.

    Benzer kültürel asimilasyon hareketlerine, tarihte çeşitli kereler rastlanır: Cermen kavimlerinin Hıristiyan Roma uygarlığını, ilkel Rus devletinin Ortodoks Bizans uygarlığını, Japonların Çin kültür ve uygarlığını “almaları” buna örnektir. Daha yakın bir örnek de, Türklerin vaktiyle İslam uygarlığını benimsemeleridir. Her örnekte “alıcı” kültür, şu ya da bu nedenle kendisinden üstün saydığı bir uygarlığın yaşam ve yönetim tarzlarını – inançları, sanatı, giyim tarzı, alfabesi, siyasi kurumları ile birlikte – kendine maletmeyi denemiş, buna karşılık kendi ayrı kimliğini ve siyasi bağımsızlığını korumuştur.

    Bundan ötürü “modernleşme” veya “çağdaşlaşma” gibi kaçamak birtakım terimlere başvurmadan, yaşanan sürecin adını açıkça “Batılılaşma” (veya “Avrupalılaşma”) olarak koymak zorundayız. “Modernleşme” belki Avrupa’nın kendi içinde yaşadığı bir sürecin adı olabilir. Türkiye’nin yaptığı ise, eski ve yeni yönleriyle Avrupa uygarlığını alıp, kendine maletmeye çalışmaktan ibarettir.

    Yeryüzünün Hıristiyan olmayan ulusları arasında “Batılılaşma” fikrini, Mısır’la birlikte, ilk olarak benimseyen ve uygulama alanına koyan ülke Türkiye’dir. Osmanlı devletinin 1830’larda açtığı yola Japonya ancak bir kuşak sonra (1868’de), İran ve Çin ise 20.ci yüzyıl başlarında gireceklerdir.

    Cumhuriyet kuşaklarının, yarım kalmış Batılılıklarıyla “övünmek” yerine sormaları gereken soru, o halde, “Hatayı nerede yaptık?” sorusudur. Batı yoluna herkesten önce girmiş bir toplum, bugün neden Japonya’nın, İsrail’in, Yunanistan’ın, Taiwan’ın, Abu Dhabi’nin gerisine düşmüştür? İlkel bazı Afrika kavimleri dışında hemen hemen tüm dünya ulusları, nasıl olmuş da Türkiye’nin açtığı yolda Türkiye’ye yetişmişler, hatta onu aşmışlardır?

    Bu soruların cevabını, Türkiye’nin 20.ci yüzyıl tarihinde aramak gerekir.

    Kemalist rejim Türkiye’de İslam kültürünün, İslami değer ve alışkanlıkların bir kısmını tahrip etmiş olabilir. Ama bundan Türkiye’nin Batı kültürüne yaklaştığı ya da Batı uygarlığına özgü fevkalade yaratıcılıktan pay almaya başladığı sonucu çıkmaz. Atılanın yerine hiçbir şey konmamış, ya da sözgelimi Batı yerine başka bir şey konmuş olabilir.

    Nitekim “Batılılık” adına getirilen şeylerin olağanüstü yüzeyselliği, hatta anlamsızlığı oldukça erken bir tarihte farkedilmiş olmalı ki, 1930’lardan itibaren Tek Parti rejiminin ideolojik vurgusu artık “Batılılaşmak” değil, Ergenekon uygarlığının ihya edilmesi üzerine yoğunlaşacaktır. Şapkanın, cazbandın ve Latin alfabesinin tatmin edemediği ulusal ideali, bu kez başka bir yönde aramak ihtiyacı duyulacaktır.

    Kemalizmin “Batılılık” cephanesi, öyle gözüküyor ki, birkaç cılız atımdan ibaret olan ömrünü, on yıla kalmadan tüketmiştir.

    Öte yandan Orta Asya’nın çağdaş Türk toplumuna sağladığı uygarlık modeli de doyurucu bir model olmaktan uzaktır. Simge, şiir ve hayaller için Ergenekon’a dönülebilir; fakat çağdaş teknolojiye ve siyasi kurumlara yön verecek örnekleri Oğuz destanında bulmakta zorlanırız. Bundan ötürü model arayışı cumhuriyet Türkiyesinin gündeminden hiç düşmeyecek; 1960’larda Nasır’ın Mısır’ı, 1970’lerde Brejnev’in Rusyası, Mao’nun Çini ve hatta Enver Hoca’nın Arnavutluğu, 1980’lerde ilkel ve ilkesiz bir çeşit Amerikan maddiyatçılığı, Türkiye için uygarlık modelleri olarak sunulabilecektir. Bu arayışların çıkmaza girmesiyle birlikte, İslamiyetin – üstelik entellektüel kaynaklarından uzaklaşmış, hoşgörü kapasitesi sonuna kadar zorlanmış, ezildikçe içine kapanmış bir İslamiyetin – yeniden güçlü bir ideolojik alternatif olarak ortaya çıkmasına hayret edilmemelidir.

    https://issuu.com/battalberkpinar/docs/sevan_ni__anyan_-_yanl_____cumhuriy

  491. —476, 480 ve 481—

    ‘Takiyüddin’in Rasathanesi [Dar-ü’r Rasad-ül Cedid]’ rasathaneyi kapattıran, senin gibi ‘müesses nizam savunucuları’nın ağa-babaları idi Necip, yine kendini ifşa ettin. Utanmadan gelmişsin, bu sayfada sürdürdüğümüz görüşmeyi —Biz, surada, oturmus, meleklerin kanatlarinin omuzlarinda mi yoksa bellerinde mi oldugu uzerine son derece entellektuel muzakereler yurutmekle mesgul olmaga calisalim.— ifadenle sulandırmaya uğraşmışsın, olmamış, sırıtmış. Ortada melek de yok, olmayan meleğin kanadı da. Ama, kapitalizmin işlediği cinayetler daima var:

    https://www.evrensel.net/haber/296167/siirtte-bakir-madeninde-gocuk

    http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-siirtte-3-iscinin-cesedine-ulasildi-40281462

    —Zor kullanmak sozkonusu degilse, yani muhataplarinin gonullu oldugu, hicbir ‘devrim’e karsi degilim.— → Bari yalan atma Necip. Senin gibi kapitalistler, ancak ve ancak ‘innovation’ devrimlerini desteklerler, onu da ‘yüksek kâr getirme potansiyeli olan’ projeler arasından seçerler; bu esnada da öldürdüğünüz işçilerin cansız bedenlerini molozların arasına atıp kaçarsınız.

    Kapitalist zırvalarını ortalığa saçmaktan vazgeç artık Necip, sırıtıyor.

    —Bu satiri okudugum anda koptum; gerisini okumadim bile.— → Devamını okumadığın için, aval aval hönkürmeye devam etmişsin.

    —Her ne olacaksa, herhangi bir sey olacaksa, bu buyuk olcekli surecte, dogal (yani, onceden planlanmis olmayan; bireylerin suurlu tercihlerine dayanmayan) adimlarla gerceklesecek. Hep boyle olmusur cunku.— → Devamını okusaydın, senin ‘hoca’larının beyninden çıkanları bu sitede tekrar ettiğini, senin yazdıklarının DA safsata olduğunu [belki] idrak ederdin:

    Necip ve muadillerinin safsatası:
    ‘Ben, ‘olan’ı yazıyorum sizlere, ‘olması gerekenler’i değil. Güçlü olan zayıf olanı eziyor, insanın DA fıtratı bu. Eğer ‘olması gerekenler’i yazmaya yeltenirsem, fıtrat’ın düzenine çomak sokmuş olurum!’

    ==[1]==
    John Locke, ‘Tanrı bunu tamamen bu şekilde yaptı ve bu Tanrı’nın doğrusudur.’ diye başlamıştı,

    Hemen sonrasında Adam Smith’in söylediğinden anlıyoruz ki, ‘Bu sadece Tanrı’nın değil…’ Tırnak içinde verilen ifadeyi direkt telaffuz etmiyor ya da edemiyor! Ne kadar ‘muğlak’ ifadeler kullandıklarının farkına varın artık!

    Smith’in felsefi zemine yayarak ‘prensipte!’ dediği şu:
    ‘Bu sadece Tanrı’nın değil…’ ↔ ‘Bu sadece ‘özel mülkiyet’in sorunu değil.’
    Tarihten ve Locke’un sistemleştirdiği mirastan devralarak herkese hatırlatıyoruz ki, ‘piyasa ekonomisi’ ön koşulludur.
    Yani en sade tabirle, nasıl insanın doğuştan sahip olduğu yüzbinlerce özellik varsa,
    ‘Piyasa ekonomisi’ de hayatın içinde, en başından itibaren, var olan bir düzendir. Bu durum da doğal olarak ön koşulludur.’

    Yukarıdaki açıklamanın ne kadar muğlak ve bir o kadar sahte göründüğünü, ve günümüzde hâlen devam etmekte olan, meşhur ‘serbest piyasa ekonomisi’nin bu sahte görünümden beslendiğini şimdi daha iyi anladınız mı!

    Üstelik bu muğlak ifade, neredeyse ‘Tanrı’ yerine koydukları ‘Adam Smith’in kaleminden dökülenlerdir! Kitabını [hangi dilde çevirisi olduğu farketmez] alıp incelediğinizde, ‘para ve piyasa ekonomisi ön koşulludur’ bölümünü açıp okuduğunuzda bu muğlaklığa dikkat edin, kafanız çok karışacak, anlam vermekte güçlük çekeceksiniz! [‘Milletlerin Zenginliği’ & ‘The Wealth of Nations’, 1776]

    Adam Smith devam ediyor:

    * İşgücü satın alan yatırımcılar [patronlar] vardır. → Bu durum ‘piyasa ekonomisi’nin ön koşuludur!

    * Yatırımcının [patronun], bir başkasının işgücünü ne ölçüde satın alabileceğinin sınırı yoktur. → Bu durum ‘piyasa ekonomisi’nin ön koşuludur!

    * Yatırımcının [patronun] ne kadar para & sermaye biriktirebileceğinin, dünya genelinde ne büyüklükte ‘eşitsizlik’ [yani, o meşhur ’gelir dağılımı adaletsizliği’] olduğunun ve olacağının oranı belirli değildir, belirlenemez. → Bu durum ‘piyasa ekonomisi’nin ön koşuludur!

    Ve Adam Smith böylece o büyük fikriyle gelir [bu fikri, kitaplarında ayrı başlıklar altında ispatlı olarak, örneklendirerek anlatMAmış, yine her zaman yaptığı gibi, satır aralarına sokuşturarak-geçiştirmiştir!]:

    Bilirsiniz, insanlar ürünleri [malları, hizmetleri] ‘satmak için’ piyasaya sürdüğünde arz,

    Ve diğerler insanlar, bu ürünleri [malları, hizmetleri] ‘satın aldığında’ talep oluşur, vesaire, iktisadın en temel konuları.

    ‘Arzı talebe’ ya da ‘talebi arza’ nasıl eşitleyebiliriz? Bunlar arasındaki denge nasıl sağlanabilir? Bunların nasıl dengelendiği, ekonomi disiplininin merkezi konularından biridir.

    Ve Adam Smith diyor ki, ‘Bunları dengeleyen ‘piyasanın görünmez elidir’ [The Invisible Hand]!’

    Yani, yukarıda bahsettiğim ‘muğlaklık’, şu anda, sanki ‘Tanrı’ lafı tekrar geliyormuş gibi eli kulağında!

    Locke’un söylediklerini hesaba katarak, mülkiyet haklarını, tüm gerekliliklerini ve ‘doğal haklarını’ Smith de söylemedi, ya da söyleyemedi!

    Şu anda, ‘Tanrı’ metaforu ile doğrudan veya dolaylı olarak yoğrulmuş, sözde ‘ön koşullu sistemle’ karşı karşıyayız: Kapitalizm!

    ==[2]==
    Smith şöyle diyor:

    [İngilizce]
    ‘Every species of animals naturally multiplies in proportion to the means of their subsistence, and no species can ever multiply beyond it. But in civilized society it is only among the inferior ranks of people that the scantiness of subsistence can set limits to the further multiplication of the human species, and it can do so in no other way than by destroying a great part of the children which their fruitful marriages produce.’

    [Türkçe]
    ‘Bütün hayvan çeşitleri, tabii, beslenme araçları oranında çoğalır. Hiçbir hayvan türü bundan öteye çoğalamaz. Ama uygar toplulukta, yiyecek kıtlığı yalnız alt tabakalardaki insan türünün fazla çoğalmasına set çekebilir. Bunu da, ancak o kimselerin verimli evliliklerinden üreyen çocukların büyük bir kısmını ortadan kaldırarak yapar.’

    [‘Milletlerin Zenginliği’, İş Bankası Yayınları, ciltli 2006 basım, çeviren ‘Haldun Derin’, sayfa 87, orta paragraf.
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/milletlerin-zenginligi-ciltsiz/88701.html/ ]

    Yani, en kötü anlamıyla, Adam Smith, ‘evrim teorisini’ beklemektedir!

    Smith’in fikirleri, Darwin’den çok önceydi! Ve Smith, onlara, ‘işçi ırkı’ adını çoktan vermişti bile!

    Şunu görebilirsiniz:

    * İcat edilmiş yeni bir ‘ırkçılık’ anlayışı,

    * Sayısız miktarda çocuk öldürmeye göz yumacak kadar düşüncesizlik, şuursuzluk, vicdansızlık,

    * Ve, —‘Görünmez el’ denen şey, ihtiyacı karşılayacak kadar kaynak, kaynağı karşılayacak kadar da ihtiyaç yaratır.— diye silsile hâlinde zırvalaması!

    Locke ve hemen ardından Smith ile muğlakça sistemleştirilmiş bir kavramın, ‘Tanrı’ metaforuyla yoğrulup, sözde ‘bilgece bir tavır olarak!’ bizlere yüzyıllardır nasıl yutturulduğunu nihayet görmeye başladınız mı!

    Bol bol, kelimenin gerçek anlamıyla ‘öldürücü’, hayat yıkıcı, eko-soykırımcı düşünceler! Günümüzde bir şekilde devam eden ‘akılcı düşünen gen [veya ‘kurnazlık’!]’ anlaşılan o ki Smith’de de vardı!

    ==[3]==
    Adam Smith tarafından esrarengiz bir şekilde nitelenmiş, bir nevi ‘kişisel dini manifestosu’ olarak kabul edilebilecek ‘Görünmez El’ kavramının altında yatan fikir:

    Bu hayâli, ticari malın, sığ, menfaatçi arayışının; büyülü şekilde, zaman geçtikçe, bireyin ve toplumun refah ve gelişimine dönüşeceği yönündedir! [‘Economic growth’ tabirinin temelini bu oluşturur!] Yani, —sen ilk önce kendini kurtar, herkes kendini kurtarırsa, toplum da otomatikman kurtulacak, ve böylelikle refah toplumsal olarak artacaktır!— yalanına zemin hazırlandı! [‘Ronald Reagan’, ‘Margaret Thatcher’ ve ‘Turgut Özal’ üçlüsünü hatırlayanlar mutlaka vardır!]

    ==[4]==
    En başından beri kendinizi, ‘‘Para’ ve ‘Hayat’ Değer Dizilerinin’ tamamen birbirine zorla eklemlenmesiyle oluşturulmuş, ‘icat edilmiş!’, bir sistem içine inşa etmiş durumdasınız! Ve bebekliğinizden itibaren ‘rekabetçi olmanız’ beyninize enjekte edildiğinden, sistemi [kapitalizmi!] daimi olarak besliyorsunuz!

    Dolayısıyla, ‘Para Dizisi’ herhangi bir üretimden ayrıştıkça, gitgide daha da ölümcül olan ‘plânlı bir yanılgıya karşı!’ mücadele etmek zorunda kalıyoruz!

    Bu durum, ‘sistem tıkanıklığı’dır!

    Ve bu ‘sistem tıkanıklığı’, bugün, geçmişte hiç olmadığı kadar ölümcül seviyeye yükselmiştir!

    Bu tıkanmış sistemi ortadan kaldırmak için ‘eylemlere başlamayı geciktirdiğimiz müddetçe’, ‘corporatocracy & şirketokrasi’ bütün muhalefet tohumlarını yok edecek!

    —Sizin bir turlu anlamadiginiz temel bir gercek var: Yasamak -hayat idame ettirmek- demek, somuru demektir. Baska birilerinden ya da bir yerlerden enerji ve maddeler alip, onlari kulanmak ve atiklarini birakmak demektir. Butun doga bu sekilde isler. Buna, ahlakci bakis acilariyla, karsi olmak mumkundur tabii ki; ama, bu tur bir yaklasimin -mutlak anlamda- basarili olmak sansi yoktur. Cok olsa, somurunun oznesini veya subjesini -belli bir zaman icin, ve belli olceklerde- degistirebilirsiniz. Kalici olmaz ve sadece estetik farklara yol acar.—

    Geçmişte yapılan hataları tekrar etmekte ısrarcısın, adeta ürküyorsun, şimdilerde unutulan ‘müesses nizam’ tabirinin bu sitedeki müstahdemliğini seve seve yapıyorsun. Sömürü mekanizmalarının feriştahı olan ‘kapitalizme’ toz kondurMAmak için, bin dereden su çekiyorsun, olmuyor, beceremiyorsun. Senin gibi kapitalistlerin tek amacı ‘kâr etmek’tir. Hayatın akışı içinde var olan, doğal olan ‘sömürü’ mefhumunu, insana DA ikame ederek, insanın bencilliğini tatmin etmesi için ‘hiç istemese de sömürmesi gerektiğini’ şart koşuyorsun, ve bunu ‘doğal ahenk’ diye yutturduğunu sanıyorsun, beceremiyorsun, sırıtıyor. Kandırdığını zannediyorsun, bu nedenle sürekli geveliyorsun. ‘Charles Darwin’ ve ‘Herbert Spencer’, senin bu sitedeki safsatalarını okusa, seni kızılcık sopası ile kovalarlardı Necip.

    ========== İkaz [1] ==========

    ‘Gabor Maté’ izah ediyor:
    [Uyuşturucu madde ve alkol kullanımının en aza indirgenmesi-önlenmesi, çocukların gelişim süreci ve stres üzerine eğitim veren Kanadalı doktor]

    ‘Rekabeti’ temel alan, ve gerçekte, sıklıkla acımasız bir şekilde bir insanın diğer insanı sömürmesine dayalı bir toplumda:
    Hakim ideoloji;
    ‘Çıkar sağlamak amacıyla özellikle sorun yaratmayı’,
    ‘Başka insanların sorunlarından çıkar sağlamak’ durumunu mazur görür.
    Ve bunu, insan doğasının en temel; değişmez özelliklerine bağlar.

    Yani toplumdaki hurafe:
    İnsanların doğuştan rekabetçi olduğu,
    Doğuştan bireyci olduğu,
    Ve doğuştan bencil olduğu yönündedir.

    Gerçek ise tam zıttıdır:
    İnsan olarak belirli ihtiyaçlarımız vardır. Somut olarak insan doğasından bahsetmenin tek yolu; belirli insani ihtiyaçlarımızın olduğunu kabullenmektir. Buraya kadar her şey normal; ‘doğanın bir parçası olduğumuzu’ elbette kabul ediyoruz.

    Arkadaşlığa ve yakın ilişkilere insanca bir ihtiyaç duyarız;
    Olduğumuz gibi sevilmek,
    Bağlanmak,
    Kabul edilmek,
    Fark edilmek,
    Ve onaylanmak için.
    Eğer bu ihtiyaçlar karşılanırsa merhametli, yardımsever ve diğer insanlar için empati sahibi bireylere dönüşürüz.

    Fakat toplumumuzda sıklıkla gördüklerimiz; yukarıda açıkladığımızın tam tersine işaret ediyor:
    ‘İnsan doğasının sınırsız tahribatı!’

    Çünkü: İnsanların ‘çok az bir kısmının ihtiyaçları’ karşılanıyor. Evet, insan doğası hakkında konuşabilirsiniz. Ama yalnızca içgüdüsel olarak uyandırılmış temel insan ihtiyaçları bakımından, ya da:
    ‘Karşılandığında belli özelliklere’;
    ‘Karşılanmadığında da farklı bir takım özelliklere’ sebep olan belirli insan ihtiyaçları demeliyim.

    Çok farklı şartlarda hayatta kalmamızı sağlayan,
    Olağanüstü bir adaptasyon esnekliğine sahip ‘insan organizması’nın;
    Belli çevresel gereksinimler veya insani ihtiyaçlar için sıkı sıkıya programlanmış olduğu gerçeğini fark ettiğimizde, ‘toplumsal zorunluluk’ belirmeye başlar.

    Bedenlerimizin fiziksel besinlere ihtiyacı olduğu gibi;
    İnsan beyninin de gelişiminin her basamağında ‘pozitif çevresel uyaranlara ihtiyacı’,
    Ve-fakat aynı zamanda ‘negatif uyaranlardan da korunmaya ihtiyacı’ vardır.

    Yani eğer ‘olması gereken şeyler’ gerçekleşmezse,
    Ya da ‘olmaması gereken şeyler’ gerçekleşirse;
    Gayet açıktır ki: Ortaya yalnızca birbirini izleyen zihinsel ve fiziksel hastalıklar değil, aynı zamanda ‘birçok zararlı davranış biçimi’ çıkacaktır.

    Bu durumda, bakış açımızı dışa doğru yönelterek ve günümüzdeki şartları hesaba katarak şu soruları sormalıyız:

    * ‘Modern dünyada kendi ellerimizle yaratmış olduğumuz koşullar, sağlığımıza gerçekten yardımcı oluyor mu ?!’

    * ‘Sosyo-ekonomik sistemimizin temelleri; insanlık, sosyal gelişim ve ilerleme için fayda sağlamakta mı ?!’

    * ‘Yoksa, toplumumuzun şu an içinde bulunduğu eğilim; gerçekte kişisel ve sosyal refahımızı yaratmamız ve korumamız için gereksinim duyduğumuz temel evrimsel ihtiyaçlarımızın tersine mi gidiyor ?!’

    ========== İkaz [2] ==========

    Jean-Jacques Rousseau,
    ‘Discours sur l’origine et les fondements de l’inégalité parmi les hommes’,
    [Discourse on the Origin and Basis of Inequality Among Men],
    1754

    The first man, who, after enclosing a piece of ground, took it into his head to say, ‘This is mine,’ and found people naive enough to believe him, that man was the true founder of civil society. How many crimes, how many wars, how many murders, how many misfortunes and horrors, would that man have saved the human species, who pulling up the stakes or filling up the ditches should have cried to his fellows: Be sure not to listen to this imposter; you are lost, if you once forget that the fruits of the earth belong to us all, and the earth itself to nobody!

    * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
    Necip ve muadillerinin safsataları:

    [1]

    Doğada planktonlar da, diğer çeşit çeşit türler de – hayvanlar da birbirleriyle rekabet ediyor, güçlü olan zayıf olanı eziyor, birbirlerini öldürüyor, doğanın kanunu bu. Doğada süregiden bu kanunu-sistemi insan hayatına ikame edip, buna ‘kapitalizm’ ismi verilmiş evvel zaman içinde. Bu sistemde de, doğada olduğu gibi aynen, insanlar birbirleriyle rekabet ettiğine göre, ‘kapitalizmde insanların birbirini ve diğer türleri öldürmesi gayet normaldir.’ Soma’da ölen işçiler, madene inmek yerine tarlada ırgatlık yapsalardı, ölmezlerdi. Belki, tarlaya, tıkabasa dolu bir minibüs ile giderken, trafik kazası geçirip ölürlerdi. Görüldüğü üzere, kapitalizmin asla kabahati yok.

    [2]

    Merhum Veysel kardeşimiz de, inşaatta sömürüleceğine, gideydi, pazarda limon-maydanoz-çorap-tırnak makası sataydı, ölmezdi. ‘Skyland İstanbul’un sahibi ‘Eroğlu İnşaat’ iyi akıl etmiş aslında, öldürdüğü işçinin cesedini molozların arasına atıp kaçmayı. Yeter ki, şirketin marka değerine zeval gelmesin, işçiler geberse de olur. Gebermek, işçinin fıtratında var, kapitalist sistemin asla kabahati yok.

    [3]

    Kapitalizm, doğada var olan sömürü mekanizmasının bizlerin hayatına ikame edilmesinden, uyarlanmasından başka bir şey değildir. Kapitalizmi kaldıramazsınız, ama azgınlaşMAması için yöntemler geliştirebilirsiniz. Solcuların ekseriyeti, bazı yöntemler denedi, ama tutmadı, beceremediler. Öyleyse, çenenizi kapatın ve kapitalizme boyun eğmeye devam edin. Ben bir nebze ‘Charles Darwin’ciyim, ve bir nebze ‘Herbert Spencer’cıyım. ‘Survival of the fittest’ hayatımın motto’sudur. Bu motto’mu gerçekleştirmek için, kan akıtmaktan da asla çekinmem, örnek mi: Soma’da işçilerin ölümü tamamıyla kendi ‘fıtrat’larının neticesidir, kapitalizm onları öldürmemiştir. Benim dinim ‘Kapitalizm’dir. Ben bir mahlûkum, sadece bana kızın, sadece beni eleştirin, ama dinim ‘Kapitalizm’e asla çemkirmeyin.

  492. 483’te açıklanan durumun İran’daki karşılığı:

    Mollalar > Pehlevîler > Kaçarlar > Zendler > Safevîler > Akkoyunlular > Karakoyunlular > Celayirliler > İlhanlılar > Harezmşahlar > Selçuklular > Büveyhîler > Abbasîler > Emevîler > Sasanîler > Partlar > Seleukoslar > Persler > Medler

    Mısır’daki karşılığı:

    Sisi > Mursi > Mübarek > Sedat > Nasır > Necib > Kavalalılar > Osmanlılar > Memlukler > Eyyubîler > Fatımîler > İhşidîler > Tolunîler > Abbasîler > Emevîler > Bizanslılar > Romalılar > Ptolemaioslar > Persler > Asurlular > Firavunlar

    Tunus’taki karşılığı:

    Bin Ali > Burgiba > Fransa > Hüseynîler > Osmanlılar > Hafsîler > Zirîler > Fatımîler > Aglebîler > Abbasîler > Emevîler > Bizanslılar > Romalılar > Kartacalılar

  493. “Mısır’daki karşılığı:

    […] Persler > Asurlular > Firavunlar”

    > Goa’uldlar > Kadimler

  494. Suyu Arayan Adam

    “Bir adam vardı. Suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç kazdı. Suyu bulamadı.
    On kulaç, on beş kulaç kazdı. Gene suyu bulamadı.
    Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı. Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti.
    Fakat bir ses ona:
    – Daha derinlere in, daha derinlere! dedi.
    Daha derinlere indi ve suyu buldu.”

    Rama Krişma

  495. Bulduğunu Zanneden Adam

    Bu tip menkıbeler, sürekli derine inmeyi öğütler, birşeyleri bulacağını ima ederek.

    Bu tip öğütleri veren kişilerin bizzat kendilerinin, derine ne kadar indiği veya inemediği ise meçhûldür. Eğer buldukları birşeyler varsa, bunların ‘sanrı’ olma ihtimali de vardır. ‘Ömrü boyunca bulmak istediği şeyi nihayet bulduğunu’ düşünmeye de başlamış olabilirler, buna ‘mitomani’ denir: Kendi uydurduğun yalana tamamıyla inanır hâle gelmek.

    Son olarak, o bilgenin adı Rama Krişma değil, Rama ‘Krişna’dır. Hint mitolojisinde, Tanrı ‘Vişnu’nun 7. avatarı [insan formu] ‘Rama’dır, 8. avatarı [insan formu] ‘Krişna’dır. Şevket Süreyya Aydemir’in ‘Suyu Arayan Adam’ kitabında bahsettiği, yüksek ihtimalle, ‘Sihizm’ akımında bir bilge olan ‘Rama Krişna’ adlı kişinin menkıbesidir. Anadolu’da ‘Taptuk Emre’ veya ‘Mevlana’ gibilerinin uydurduğu menkıbeler gibi.

    Amerikalı komedyen ve gazeteci Will Rogers’ın söylediği iddia edilen şu öğüt de vardır: ‘Eğer bir çukura düşmüş isen, kazmayı derhâl bırak, daha da derine düşerek ahmaklık etme.’

  496. Aysbergin Görünen Yüzüne Bakan Adam

    Derinlere inmeyeyim derken sığlaşır.

  497. Aysbergin Görünen Yüzüne Bakan Adam

    İnsanlık tarihinin binlerce yıllık bilgi birikimi yerine dünkü çocuk sayılabilecek bir ülkenin komedyenlerinin sözlerine bakar.

  498. Aysberg de bir sanrıysa?

    ‘İnsanlık tarihinin binlerce yıllık bilgi birikimi’ni omuzlarında taşıdığını zannedenler, kendilerine ne tür imajlar biçiyorlar da, menkıbe uydurabiliyorlar…

    Rama Krişna, Taptuk Emre, Mevlana, [vb.], dikkate alınması gereken kişiler olarak kabul görüyorsa; Will Rogers’ın [vb.’lerinin] kısapantolonla dolaşan çocuk muamelesi görmesi mi gerekiyor…

    Avrupa kolonyalizmi Amerika kıtalarını çökertmeden önce, oralarda da ‘menkıbe uyduran’ ve en az Rama Krişna kapasitesinde olan ‘bilge’ler vardı, çoğunun isimlerini bilmiyoruz [çünkü, adeta soykırıma maruz bırakıldılar!] ama vardı. Acaba, kolonyalizm öncesi dönemlerde, onlarında mı derine ne kadar indiği veya inemediği meçhûl…

    Aynalar ‘Neredeyse Evrensel Bir Tarih’
    Eduardo Galeano
    http://www.selyayincilik.com/kitap/aynalar-neredeyse-evrensel-bir-tarih-602

    Latin Amerika’nın Kesik Damarları
    Eduardo Galeano
    http://www.selyayincilik.com/kitap/latin-amerikanin-kesik-damarlari-1090

    ‘Atalar’a tapmak, nostalji içinde yüzmek başka şey,
    Ataların yaptıklarından ders almak başka şey…

  499. Birikim nedir?

    “Birikim” demek, kendilerinden öncekileri benimseyip aynen tekrar etmek [ya da “nostalji”] midir, onların ortaya koyduklarının üzerine başkalarını mı eklemek demektir?

    Eğer ikincisi ise, ABD ve hatta Avrupa ülkeleri mi, eski uygarlıkların ilk ortaya çıktığı bölgelerde yer alan ülkeler mi bu potansiyele daha çok sahiptir? [Dikkat, “potansiyel”e sahiptirler demek bunu mutlaka uygulayacaklarını savunarak onları olumlamak değildir.]

  500. Kökteşlikler

    Modern Batının -hatta dünyanın genelinin- Doğudaki köklerini gösteren bir örnek de aynı kökten türeyen uluslararası isimler değil midir?

    Örneğin Âdem Smith, Havva Peron, Bünyamin Franklin, İbrahim Lincoln, İshak Newton, İskender Graham Bell, Yusuf Stalin, Musa Dayan, Davud Beckham, Cebrail Garcia Marquez, Mikail Ürdün, İlyas Wood, Zekeriya Levi, Üzeyir Pound vb. gibi.

  501. Birikim nedir diye sormak gerekli mi?

    Gerekli değil. Çünkü, hayatımızı daima geçmişle kıyaslarız. Kendini entelektüel zannedenler de böyle yapar, kahvehanedeki insan da böyle yapar. ‘Birikmiş’ olan her şey, ‘geçmiş’ ismini vermeye alıştığımız dolapta durur. ‘Bugün’ü ve ‘yarın’ı asla ama asla bilemeyiz, sadece ‘geçmişle konuşmak, kıyaslamak’ eğilimi içindeyiz.

    ‘Birikim’ denen şeyi ‘yüce görmek’ alışkanlığımız; gündelik hayatımızda karşılaştığımız pek çok üzüntü verici hadiseye çaresizliğimiz sonucunda, ‘Ah keşke.. Ah keşke.. Geçmiş [birikim, potansiyel] kim bilir ne kadar da güzeldi..’ diye diz dövmekten başka şey değildir. ‘Birikim’; bir tür aspirindir, bir tür ağrı-kesicidir. Yeni sancılar başlayınca; yine ‘birikim’e sığınmak ihtiyacı, yine ‘birikim’den yeni haplar, yeni ağrı-kesiciler ummak ihtiyacı, kısır döngü…

    Sorunuza yanıt verirsem: İkincisi daha makûl gibi, oradan devam edelim.

    Tarih boyunca, ‘güç odakları’ denen şeyler vardır. Bazılarının ‘kategorileştirmek’ çabalarına göre: ‘Pirimitif’ dönemde de, ‘renaissance’ döneminde de, ‘Atlantikçiler / Şangay Beşlisiciler’ [vb.’leri] denen oluşumlarda da, ‘güç odaklarının birbirleriyle mücadelesi’ daima vardır.

    Anlaşılan o ki: ABD & Avrupa, bu mücadelede, kendilerini dünyaya üstün göstermeyi [görüntü vermeyi] becermiştir [bazen yer de değiştirebilir, dünyanın ‘diğerleri’ de üstün görüntü verebilir, fakat, ABD & Avrupa’nın bu hususta daha becerikli olduğu muhakkak, en çok bu ikisinin adını duyuyoruz. Alexander [the Great] çağında Makedonya ve Yunanistan nasıl üstünlük görüntüsü yaydıysa; mevcut çağda ABD & Avrupa üstünlük görüntüsü yayıyor. Napolyon Bonaparte da örnek verilebilir, Cengiz Han da… Perde her an düşebilir, ekran her an bozulabilir, görüntü her an buharlaşabilir…]:

    Bkz. ‘Simülakrlar ve Simülasyon’
    Jean Baudrillard
    http://www.dogubati.com/jean-baudrillard/simulakrlar-ve-simulasyon-46

    ‘En köklü, en eski birikime sahip olanlar dikkate alınmalıdır, diğerleri kısapantolonlu çocuklardır’; dar açılı analizdir. Eğer tapınmacılıkla birleşirse, bir tür ‘din’e, veya ‘kült’e de [cult] dönüşebilir: ‘Atalar’a tapmak.

    Kendilerini üstün göstermekte maharetli olanlar için; birikimin ne kadar eskiye dayandığı, veya, birikimin içindeki ‘potansiyel’in nelere kadir olduğu-olabileceği, pek de mühim değildir. Maharetlerini; ‘birikim’den istifade edebilecekleri şeyleri aramak ihtiyacı duymadan da sergileyebilirler [yeniden bkz. ‘Simülakrlar ve Simülasyon’]. [Bütün bunları, ‘birikim’i yüce sananların algılarını zemin yaparak yazdım. ‘Birikim’ (Aysberg) belki de hiç yok.]

    Münevver sıfatıyla kabul gören pek çok kişi; yaşadığı dönemden memnun olmamış [ki memnun olmak zorunda değil], mevcutta gözlemlediklerini daima ‘birikim’le, ‘geçmiş’le kıyaslamış, ve, ‘keşke birikimin o güzel potansiyel sürahisinden bir bardak da ben içebilseydim!’ diye diye, geçmişe yönelik beslediği özlemi dile getirmiştir. Bugün; kendilerini entelektüel zannedenlerin hayıflanmaları ile, münevver sıfatıyla kabul gören ‘geçmişteki entelektüellerin hayıflanmaları’ arasında pek fark yoktur.

    ‘Potansiyel’ diye atıf yaptığınız şeyler, pek de dikkate alınması gereken şeyler olmayabilir. Geçmişte, kendilerini münevver zannedenler de, demek ki, ara sıra, ‘birikim’den hap, ağrı-kesici ister duruma düşmüşler, demek ki onlar da ‘birikim’in yüce bir şey olduğuna kendilerini inandırmışlar. Örnekler:

    [Aşağıdakiler, Rama Krişna’dan farklı coğraflayalarda yaşamış şahısların uydurduğu özlü-sözümsüler olsa da, Krişna’nin vermeye uğraştığı mesajlarla aynı mesajlardır. Farklı coğrafyaların insanları olabilirler, fakat tasaları aynı, ne aradıkları da müphem, aradıklarımı bulup-bulmadıkları da müphem.]

    Dünyaya öyle bir zamanda geldik ki
    İzzet sahipleri unutulup gitmiş.
    Onların yerini küçük tabiatlılar almış,
    Büyük insanlar nisyana terk edilmiş.

    Yusuf Nâbî [1642-1712], daha derine inmek meraklısı, ne bulacağı konusunda meçhûllerde gezen, ‘birikim’den ağrı-kesici hap vermesini uman bir şahıs…

    * * * * * * * * * *

    Yazık ki,
    pişkin ekmek
    çiğ adamların elinde kalmıştır.

    Yazık ki,
    mutluluk nedenlerine
    ve refaha sahip olanlar
    eksik ve olumsuzdurlar.

    Ömer Hayyam [1048-1131], daha derine inmek meraklısı, ne bulacağı konusunda meçhûllerde gezen, ‘birikim’den ağrı-kesici hap vermesini uman bir şahıs…