Can Başkent / Asıl Şimdi Oy Vermeyin!

Can Başkent’in kesinlikle katılmadığım bu yazısını, isteği üzerine yayınlıyorum.
G.Z.

Hayatımda hiç oy vermedim. Referandumda da oy vermeyeceğim. Gün Zileli sormuş, anlatayım (1).

Evvela, oy vermek için referandum sonrası işlerin düzelmeye başlayacağına dair umudun ötesinde müspet bir delilin, olgunun olması gerekir. Böyle bir olgudan haberim yok. Zira, hayır çıktığı vakit, en iyi ihtimal her şey aynı tas, aynı hamam devam edecek. Fakat, bunun hiç de böyle olmayacağına dair müspet olgular ve deliller var elimizde. İlk akla gelen 7 Haziran 2015 seçimleri. Siyasal İslamcılara belirgin bir darbe vuracağı düşünülen seçim sonuçları, memleketin daha beter hale gelmesine neden oldu.

Bunun en büyük nedenlerinden biri oy vermektir. Açıklayayım. 7 Haziran’dan sonra siyasal İslamcılara karşı çıkan kitlenin belirgin bir yüzdesi, Kasım ayından tekrarlanan seçimlerde oylarını değiştirip siyasal İslamcılara oy verdi. Bunun anlamı, iyimserseniz eğer, seçmenlerin oylarına sahip çıkamamaları ve korkmaları, karamsarsanız eğer karşınızda ciddi bir omurgasızlar kitlesi olduğudur. Orda burda sohbetlerde memleketi kurtarmanın ötesinde, hiçbir siyasi eylemi olmayan ezici çoğunluk, sadece seçimden seçime insan yerine konduğundan olsa gerek, gerekli siyasi haysiyeti geliştirememiştir. Kazanılan seçime rağmen, memleketin daha iyi hale gelmesini (en azından hayallerde) bile sağlayamayan bir seçmen kitlesine siyaseten dahil olmak acı vericidir. Seçmenler, bir kağıt parçasına mühür vurmanın ötesinde bir hiçe dönüşmüştür. O kağıdın teorik anlamı bile yok olmuştur. Demokratik ülkelerde profesyonel siyasetçileri yaratan sistem, elbette oy vermenin ötesine geçmeyen, geçemeyen seçmene ihtiyaç duyacaktır. Kendime saygım, bile bile hiç olmama izin vermiyor.

Hele Türkiye’nin güncel konjonktüründe hele oy vermemek daha önemli bir hale geliyor. Bunun nedeni de Türkiye’nin demokratik (bile) olamaması. Toplumsal mücadele ve muhalefete ait araçların elimizden alındığı, istibdatın giderek bastırdığı şu günlerde elde kalan tek aracın oy vermek olduğunu kabul etmek, bence siyasi intihardır. Tek çare olarak oy veriyorsanız, ben dahil, kimse sizi ciddiye almaz. Tezlerinizin geçerliliği kalmaz. Hele hele böyle bir siyasi ortamda, asıl şimdi oy vermememiz gerekiyor. Asıl şimdi, elimizde tek aracın kaldığını reddetmemiz gerekiyor. Asıl şimdi mücadeleyi genişletmemiz gerekiyor. Oy vermek, aksine, mücadeleyi daraltmakta, aktivizmi osuruktan bir şeye indirgemekte.

Kuşkusuz kitap cümleleriyle yazdığım bu paragrafların gerçekle bağı olmadığını iddia edecektir feleğin çemberinden geçmiş kimi dostlar. Diyecekler ki, oy vermeni istedik diye başka eylemler yapmanı engellemiyoruz. Doğrudur. Elimiz kolumuz bağlı değil. Ancak, ülke siyasetinde hiç ama hiçbir görünürlüğü olmayan anarşist siyasetin, kendini ancak seçim gibi tartışmalarda ortaya çıkarmaya çalışması, asıl beni eleştiren bu yaklaşımın gerçekle alakası olmadığını ispat ediyor. Zaten anarşistler bir şey yapmazlarken, zaten hiçbir ağırlığı yokken anarşist siyasetin, bir de bunun üstüne oy vermek mi istiyorsunuz?

Zileli anarşizmin seçim karşıtlığını, büyük bir hatayla, sloganlar üzerinden okuyor (1). Punkların (‘punkçı’ değil) sloganlarını, örneğin, tarihsel ve ekonomik bağlamdan bağımsız ele alarak eleştiriyor. Keza, anarşistlerin hatalarından söz ederek, oy verenlerin hatalarını anlatmıyor. Kibar tabirle, umut tacirliği yapıyor. Referandumun siyasal İslam için sonun başlangıcı olacağını hayal ediyor. Bu hayalini desteklemek için de tarihten seçtiği taraflı anekdotlarla, anarşistlerin gene hata yapmak üzere olduğunu, bu nedenle de oy vermeleri gerektiğini anlatıyor. Mesele Gün Zileli’nin gördüğü hayallerden daha önemli, dolayısıyla kendisini tek tek düzeltmekle zaman kaybetmek istemem. Ama yine de kimi noktalara değinmek zorundayım. Bunların en önemlisi, Zileli’nin siyaseti sığ sloganlar üzerinden okuması. Çalışmaya hayır demek ya da oy vermeye karşı çıkmak, derin ve detaylı tartışmaların propagandatif özetleridir. Siyasetin kendisi bu iki cümlenin ötesindedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası kalkınmacı ve endüstriyalist dönemde, özellikle Batı’da, hızla gelişen hizmet sektörünün yarattığı ‘ofis işlerinin’ insan ruhunu çürütmesini baz alarak, anarşizmin (ve hata punkın) siyaset felsefesini eleştirmek kolaya kaçmaktır. Hadi adını koyalım, anarşizmi (ve punkı) sloganlara indirgemek, tarihsel olgu ve gerçekleri manipüle etmektir. Tüm cumhuriyet tarihi boyunca sağcı siyasetin farklı dozları ve akımlarıyla yönetilen bir ülkenin ‘düzelmesi’ için aklınıza gelen tek çare bu mu? Halkın temel sorunlarına, gitgide vahşileşen kapitalizmin tahribatına karşı ciddi direniş safları oluşturamamışken, sağcılığın gitgide güçlenmesine karşı hiçbir şey yapamamışken, hala neden ‘onların’ oyunlarını oynuyorsunuz? Neden deplasmanda yenileceğimizi fark edemiyorsunuz? Meselenin seçim ve oy vermenin ötesinde, toplumdaki kemikleşmiş sağcı ideolojiye karşı bir direniş olduğunu nasıl fark edemiyorsunuz? Rasyonel stratejilerden biri, kazanacağımız maça çıkmaktır – bile bile yenilmek değil. Zira benim yenilmeye niyetim yok (2).

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Günümüzde anarşistlerin çoğu tipik HDP seçmeninden farklı değil. Eğer uzaydan gelen, insan dilini anlamayan biri olsaydım ve insanları sadece eylemleri üzerinden değerlendiriyor olsaydım bu iki grup arasında bir fark göremezdim. Bu HDPgillerin anarşistleşmesinden kaynaklanmıyor. Anarşistlerin, kendi hiçlikleriyle dünyaya küsüp HDPgillere yamanmalarından kaynaklanıyor. Hele hele diğer alternatifler ortadayken, HDPgiller birçok insanın aklını çeliyor. Benim için acı veren de bu. Popülist ve pragmatist bir partinin, ki daha düne kadar siyasal İslamın dümen suyuna giden, içinde sağcı ve islamcı mebuslar barındıran bir ‘şemsiye partinin’ anarşistler içini çekim alanı olması acıdır. Bir anarşist olarak HDPgillerin arasında eriyip gitmeye niyetim yok.

Bu nedenlerle okurlarımı asıl şimdi oy vermemeye çağırıyorum.

Notlar

1.Gün Zileli, “Boykotçulara ve Oy Vermiyorumcu Bir Kısım Anarşiste Son Sesleniş!”, http://www.gunzileli.com/2017/04/05/boykotculara-ve-oy-vermiyorumcu-bir-kisim-anarsiste-son-seslenis/

2. Zileli, birkaç internet sitesinin görüşlerine değinmiş. Bu siteleri ve söz konusu yazıları bilmiyorum, dolayısıyla o konuya hiç değinmedim.

Hakkında Gün Zileli

Okunası

MHP Takozu! (ve Artı-Gerçek’teki yazılarımın Sona Erişine İlişkin Kısa bir Açıklama)

Bu yazı, her zamanki gibi cumartesi gecesi Artıgerçek’te yayınlanmak üzere yazılmıştı. Dün, (yani 10 Mayıs, …

4 Yorumlar

  1. Düşüne düşüne bu yazıyı mi çıkarmış. Tek kelimeyle “çöp” bir yazı.

  2. SAFSATA

    (السفسطائيّة)

    Kuruntuya dayalı öncüllerle oluşturulan fâsid kıyas.

    Aristo’nun Organon adlı mantık külliyatından hareketle, hatadan korunmak amacıyla İslâm düşünürlerinin mantık çalışmalarında önemle ele aldıkları, ilk bakışta doğru ve ikna edici görünmekle birlikte öncülleri kuruntuya (vehmiyyât) dayandığı için yanlış sonuçlara ulaştıran, bunun yanında burhan, cedel, hitabet ve şiirle birlikte beş sanatı oluşturan bir kıyas çeşididir (et-TaǾrîfât, “Safsaŧa” md.; İbn Sînâ, ǾUyûnü’l-ĥikme, s. 11; Gazzâlî, s. 116). Safsata, Yunanca sophisma kelimesinin Arapça’ya geçmiş şekli olup kişiyi sözle şüpheye düşürerek yanıltmaya, şaşırtmaya ve aldatmaya yönelik dil ve mantık cambazlığıdır. Vehimlere dayanan öncüllerin yanı sıra bazan doğruya benzeyen, fakat gerçekte doğru olmayan öncüllerden kurulduğu da görülür (Tehânevî, I, 665-666).

    Aristo’ya göre tartışma sırasında genellikle sofistler beş ayrı taktik uygular. 1. Öncelikle eş anlamlı kelimeler ya da yabancı menşeli kelimeler kullanmak suretiyle karşılarındakini şaşırtırlar. 2. Karşıdakinin bu şaşkınlığından yararlanarak onun ileri sürdüğü tezin yanlış veya yalan olduğunu söylerler. 3. Demagoji yaparak karşıdakinin kesin hiçbir şey bilmediğini ve anlayışının kıt olduğunu ileri sürerler. 4. Tartışırken muhatabı dil ve gramer hatası yapmaya zorlarlar. 5. Bütün bunlardan sonra karşılarında bulunan kişi bir bunak gibi aynı şeyleri tekrarlar ve saçmalamaya başlar. Sofistler bu taktiklerle bir gerçeğin ortaya çıkması değil sonuçta kendilerinin üstün gelmesi yönündeki amaçlarını gerçekleştirmeye çalışırlar.

    Safsata ile mugalata arasında öncüllerinin gerçeği yansıtmaması, yanlışlıklarının ilk bakışta farkedilememesi ve sonuçlarının çok defa şeklen doğru görünmesi açısından benzerlik bulunmaktadır. Ancak safsatanın aksine mugalatada muhatabı aldatma kastı vardır. Bir konuda kanıt getiren kişinin kanıtındaki bozukluğu bile bile savunmasını devam ettirmesi durumunda safsata mugalataya dönüşür (İsmail Fenni, s. 648-649). Kanıt ileri süren kişinin kasıtlı olup olmadığını anlamak her zaman mümkün olmadığı için mugalata ve safsata terimleri sık sık birbirinin yerine kullanılmış, Aristo’nun Sofistik Çürütmeler’inin (De Sophisticis Elenchis) Arapça tercümelerinde ve beş sanatı adlandırmada görüldüğü gibi içerik yönünden fâsid olan delillere genel olarak safsata denmiştir. Buna göre insanın yanıldığı ve başkalarını da yanılgıya düşürmek istediği sahte delillere safsata denilir. Safsata üretmenin belli başlı şekilleri ilk defa Aristo tarafından Organon’un VI. kitabı olan Sofistik Çürütmeler’de gösterilmiştir. Aristo, sofistik çürütmeleri “gerçek kıyas ve karşı delili çürütme değeri taşımadığı halde görünüşte kıyas ve çürütmeler” (kandırıcı ve saptırıcı nitelikte sahte deliller) olarak tanıtır (On Sophistical Refutations, s. 11, 13, 47).

    Akıl yürütmede yapılan yanlışlık ve yanıltmaları araştıran İslâm mantıkçıları, Aristo’nun Sofistik Çürütmeler’ini temel alıp safsatanın kuruluş şekillerini ve nerede yapıldığını belirlemeye çalışmış, bu çerçevede kanıtların yapısı üzerinde durarak bunların yanlış öncül veya doğruya benzeyen aldatıcı öncül içerip içermediğine dikkat çekmiş, sonuçta bu yanlışlıkları, dile ilişkin olan (lafzî) ve dile ilişkin olmayanlar diye ikiye ayırarak açıklamıştır. Safsata ile sonuçlanan ve muhatabı etkilemeye yol açan lafzî yanlışlara günlük dilde, özellikle hukuk, siyaset ve reklamcılık alanlarında, mâna yanlışlarına ise günlük hayattaki tartışma ve kanıtlamalarda, hükümler ve genellemelerde sıkça rastlanmaktadır. “İnsan verilen şeyi verir; verilen şey artık verenin kendisine ait değildir; insan kendisine ait olmayanı verir” formülü lafzî safsata (İbn Rüşd, Telħîśu’s-Safsaŧa, s. 78-79), “Bir şey mevcut değilse o kuruntudur (mukayyet); fakat kuruntu vardır (mutlak); öyleyse var olmayan vardır” formülü de lafzî olmayan safsata örnekleridir (Aristo, On Sophistical Refutations, s. 27).

    Safsata bozuk (fâsid) bir delil olup yakīn ifade etmez; burhan ve cedel türünden bir kanıtlama olmadığı gibi zan ifade eden hitabet ve şiir derecesinde de değildir; içerik bakımından gerçeğe aykırı olduğu için herhangi bir şeyi kanıtlamaz. Safsatanın duyulur olmayan (gayr-i mahsûs) şeyler hakkında verdiği hükümler de doğru değildir. Dolayısıyla safsata şekil itibariyle bir tür sanat sayılsa da İslâm mantıkçıları tarafından bozuk ve düşük kıyas olarak değerlendirilmiş, ayrıca yanılgıya düşmekten korunmak için bu tür bozuk delillerin kuruluş şekillerinin bilinmesinde yarar bulunduğu belirtilmiştir (İbn Sînâ, eş-Şifâǿ el-Manŧıķ, s. 6; İbn Rüşd, Telħîśu Kitâbi’l-Burhân, s. 78; İsmail Hakkı İzmirli, s. 266).

    BİBLİYOGRAFYA:

    Tehânevî, Keşşâf, I, 665-666; II, 1095-1096; İsmail Fenni, Lugatçe-i Felsefe, İstanbul 1341, s. 648-649; Mustafa Namık Çankı, Büyük Felsefe Lûgatı, İstanbul 1958, III, 199; Aristo, Manŧıķu Arisŧo (nşr. Abdurrahman Bedevî), Beyrut 1980, III, 773, 779, 850; a.mlf., On Sophistical Refutations on Coming to-be and Passing-Away (trc. E. S. Forster), London, ts., s. 11, 13, 27, 47; Fârâbî, İlimlerin Sayımı (trc. Ahmet Ateş), İstanbul 1990, s. 77; a.mlf., Kitâbü’l-Emkineti’l-muġālaŧa (nşr. Refîk el-Acem, el-Manŧıķ Ǿinde’l-Fârâbî II içinde), Beyrut 1986, s. 160-161; İbn Sînâ, eş-Şifâǿ el-Manŧıķ (4), s. 6, 42; a.mlf., ǾUyûnü’l-ĥikme (nşr. Hilmi Ziya Ülken, Resâǿilü İbn Sînâ, I içinde), Ankara 1953, s. 11; a.mlf., Kitâbü’ş-Şifâ: Sofistik Deliller (trc. Ömer Türker), İstanbul 2006, s. 2; Gazzâlî, MiǾyârü’l-Ǿilm, Kahire 1329, s. 116; İbn Rüşd, Telħîśu’s-Safsaŧa (nşr. M. Selîm Sâlim), Kahire 1972, s. 2, 5, 61, 78-79; a.mlf., Telħîśu Kitâbi’l-Burhân (nşr. Mahmûd Kāsım), Kahire 1982, s. 78; Ali b. Ömer el-Kâtibî, eş-Şemsiyye, İstanbul 1290, s. 31, 32; Molla Fenârî, Şerĥu Îsâġūcî, İzmir 1302, s. 71; Ali Sedad, Mîzânü’l-ukūl fi’l-mantık ve’l-usûl, İstanbul 1303, s. 104; İsmail Hakkı İzmirli, Felsefe Dersleri, İstanbul 1330, s. 266; Mahmut Kaya, İslâm Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi, İstanbul 1983, s. 110; İbrahim Emiroğlu, Mantık Yanlışları, Ankara 2004, s. 18-22, 87-178.

    İbrahim Emiroğlu

    http://www.islamansiklopedisi.info

  3. Haklılık yanları olan bir yazı can abinin yazısı ama beni ikna edemedi.. gidip hayır’ı destekleyip arş’a sembolikte olsa hayır diyip geçmeli.

  4. Bu keskin ABD de yasayan akademist anarsist ( ne kadar anarsist oldugu tartisilir) bir zamanlar( 2010 yillari ) Amargi de sunum yapmak istedi. Amargi Can’a cevap olarak “senin gibi seksist ve patrikarlarin bizim mekanlarda yeri yoktur” dediler. Neyse konu o degil. Bu gibi sözler sarfeden Narodnik anarsistler ( onlar Narodnik bile olamaz ) devletin baskisin karsisinda hic bir eylemlikte bulunmadigi gibi piyasada görünmemekteler. Boykot yapiyorsan, fasist ve dinci fundamentalistlere anliyacagi dilden cevap vermeye hazirlanmalisin. Her türlü malzemeyle cevap vermelisin. Bir bicakli, palalidan korkmamalisin. O senden korkmali. Bu gibi öz savunman yoksa, senin ne hattine boykot yapmak! ülkedeki anarsistler, avrupanin anternatifcileri, isgalcileri, humaniterleri, cevrecileri gibi yasarken, reformist eylemlik yaparken neyine guvenip acik fasizmine meydan oluyorlar. Ankarda, Istanbuldaki anarsist eylemliklere katilim sayisi onlari gecmezken , kimdir bu boykotculuk yapan (DAF haricindekiler) anarsistler. Bunlar gizli bir sekilde saklanip, birseylerin pesinde olduklarini düsünüyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir