2019 Meydan Muharebesine Doğru…

 

 

2017 yılındaki 16 Nisan Referandumu’ndan ve Temmuz ayındaki Adalet Yürüyüşü’nden sonra toplumsal mücadele bir durgunluk dönemine girdi. O tarihten sonra muharebenin her iki tarafı da geri çekilip bir anlamda içine kapandı. AKP, referandumun sonuçlarını gördükten sonra iktidarı adına endişeye kapılmıştı, kendi güçlerini düzenleme ihtiyacı duyuyordu. Siyasi muhalefet, Adalet Yürüyüşü’yle adalelerini sonuna kadar germiş, yorulmuştu, biraz dinlenmesi ve güçlerini derleyip toparlaması gerekiyordu. Toplumsal muhalefetin kitlesel gücü yıllarca süren mücadele ve muharebelerde yıpranmış ve yorulmuştu, onun da dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bir anlamda adı konmamış bir ateşkes durumu ortaya çıkmıştı.

Bunu, muharebe sonrası karşılıklı geri çekiliş durumuna da benzetebiliriz. 2019 yerel seçimlerinde, özellikle Ankara, İstanbul gibi illerde ağır bir yenilgi alma korkusuna kapılan AKP kesinlikle bir derlenip toplanma ihtiyacındaydı, bunun için de toplumsal gerginlikleri dondurup kendi güçlerini düzenlemek istiyordu. Toplumsal ve siyasi muhalefet de bu geri çekilişe kendi geri çekilişiyle yanıt verdi. Çatışan her iki taraf da yorgundu ve toparlanma ihtiyacındaydı.

Şimdi, artçı savaş vererek geri çekilecek, geri mevzilerde güçlerini yenileyeceklerdi. Cephanelerini gözden geçirecek, ölülerini gömecek, sıhhıyenin muharebe alanından topladığı yaralıları tedavi edecek, takviye birlikler getirecek, müfrezeleri yeniden düzenleyecek, başarısız olduğu ileri sürülen komutanları görevden alacak, ölen ya da yaralanan komutanlarla birlikte tenzil-i rütbe yapılanların yerine de yeni komutanlar atayacaklardı. Şimdi geri çekilen her iki tarafta da kazanlar kaynamakta, yemekler pişirilmekte, morali bozulan askerler için geceler düzenlenmekte, erlerin bir kısmına ev izni bile verilmektedir.

Şu anda muharebe meydanında, arada bir atılan aydınlatma fişeklerinin ve arada bir atılan tek tük silahların sesinden başka ses duyulmamaktadır. Her iki taraf da yeni bir muharebeye hazırlanıyor. Sosyal muhalefet dinleniyor, siyasi muhalefet de öyle. İktidar da dinleniyor ama ufukta görünen tayin edici bir ölüm kalım kavgasını beklemenin yol açtığı gergin bir dinleniş bu. Muhalefet için bir muharebeyi daha kaybetmek eski yenilgilere bir yenisinin eklenmesi anlamına gelecek. Fakat iktidar için yenilgi ölüm demek. Artık muhalefet olamayacak kadar alışmış iktidara, düştüğü an bin bir parçaya ayrılıp yok olacak. Bir de savaş suçlusu olarak yargılanmak var liderleri için. Öte yandan, iktidarın muharebeyi bir kez daha kazanması toplumun ölümü anlamına gelecek. Çürüyen bir iktidara tamamen teslim olan bir toplum onunla birlikte çürüyüp gitmeye mahkûmdur.

Herkes yaklaşan 2019 muharebesinin tayin edici olduğunun bilincinde. Silahı fazla olan değil, morali yüksek olan kazanacak muharebeyi. Bu şimdiden hissediliyor.

 

Gün Zileli

4 Kasım 2017

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1937 – Moskova Duruşmaları ve Kızıl Ordu Generallerinin Tasfiyesi

Artıgerçek Sovyetler Birliği’ndeki 1930’lu yılların “Büyük Temizlikleri” konusuyla ilgilenenlerin ne zamandır beklediği, Sovyetler Birliği’nin akademisyenlerinden …

54 Yorumlar

  1. Gün Bey, toplumsal muhalefet açısından Türkiye’deki en büyük anarşist oluşum olan Devrimci Anarşist Faaliyet hakkında acaba ne düşünüyorsunuz? Sizce sistem tarafından kötünün iyisinin seçimini yapmamız yönünde yapılan bu dayatma ortamında, DAF toplumsal muhalefet açısından sığınılacak bir liman olabilir mi?

  2. Böyle limanlara ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki, böyle bir şey ihtiyaç olsa bile DAF böyle bir liman değildir ve olamaz. Neden? DAF, her ne kadar anarşizmi benimsemişse de, örgütlenme tarzıyla diğer sol örgütlerden farksızdır. Yani kendi propagandasını yaparak liseli gençlerden güç oluşturmaya çalışmaktadır. Liseli gençler haklı olarak kendilerine bir mücadele kanalı aramakta, bu yüzden bu tür örgütleri çekici bulmaktadırlar. Fakat ne yazık ki, bu gbi yerlerde bir iki yıl faaliyet gösterdikten sonra uzaklaşıp normal hayatlarına dönmektedirler. Böylece DAF vie benzeri örgütler uçucu bir enerjiden güç alarak çarklarıanı döndürmekte, fakat toplumsal muhalefete çok az yararlı olmaktadırlar. İhtiyacımız, bu tür enerji tüketen örgütler değil, her kesimden halkın kendi özörgütlenmeleridir. Bence liseli gençler, DAF gibi, başta liderler kliğinin bulunduğu örgütlere yönelmek yerine, kendi rotasyona dayanan özörgütlenmelerini yapsalanr çok daha iyi olur. Toplumsal muhalefet ise, hiçbir gücün ve örgütün hâkim olamayacağı büyüklükte devasa bir seldir. Gezi’de kendini ortaya koymuştur. Küçük küçük örgütlerin böyle devasa bir sel için yol gösterici olabileceğini nasıl düşünebilirsiniz?

  3. “arada bir atılan aydınlatma fişeklerinin”

    Askeri terminolojide kullanilan terime, yanilmiyorsam, ‘işaret fişeği‘dir.

    Malum, bu fiseklerin atilis amaci sadece aydinlatma degil, hedefin nerede oldugunu da gostermektir (isaret etmektir).

    Ziyadesiyle kidemli bir Piyade astegmen olarak hatirlatmak istedim 🙂

    Gelelim 2019 meselesine.

    Yerel secimler filan onemlidir, tabii ki; ama, sadece taraflarin moraller acisindan.

    Yani, cok da onemli degildir.

    Turkiye’de taa basindan beri, asil onemli olan, Cumhurbaskaninin kim olacagidir.

    Hicbir zaman adi acikca konmaz, konmamistir; fakat, ulke CB secimlerinden yaklasik 1 sene kadar onceden karismaga baslar.

    Bu seferki, ustelik, sadece klasik bir CB degil, bir ‘baskan’ secimi.

    Dolayisi ile, karisikliklarin dozunun daha da yuksek olabilcegini dusunuyorum.

  4. Yok beni heycanlandirmadi bu Savas sanaryosu..

    Benim hayalim daha gercekci ve heycanli .
    2019a kadar once Nato turkiyeyi NATO Dan atar.sonra birlesmis milletler karari dogrultusunda,su meshur 6 .filoyu Kurdistan a dogru yolar.suriye,irak,Iran, turkiyede kürt devletleri kurulur.
    Bunu rusya,cin,arap devletleride destekler..
    Iste ozaman bisseyler kimildar (Galileo)
    Ve Buda turkiyenin gelismesine devrim etkisi yapar.
    Yoksa boyle gelmis boyle gider..
    Bardaktaki suyu birbirlerine devirmekle noolacakki..

  5. Gün abi, AKP/Erdoğan rejiminin çöküşü, onu iktidara taşıyan ve yıllarca kullanan ABD emperyalizmi tarafından gerçekleştirilecek gibi. Buna dair bulgular ve sayıltılar konuşuluyor. Misal olarak görülmekte olan Reza Zarrab davası ki hakikaten bu rejimin sonu geliyor. Fakat bu durum, yıllarca anti-emperyalist, anarşist ve anarko-sosyalist cephenin kabullenebileceği bir durum mu olacak ? Yani bu cephe kendi örgütlü toplumsal muhalefetiyle devirmek istediği AKP/Erdoğan rejimini ABD’nin devirmesine icazet vererek derin bir çelişki yaratmayacak mı ? Toplumsal/siyasal/ekonomik yapıyı tekelleştirip militer hâle sokan bu iktidarın devrilmesi iyidir ama sonuç olarak kazananı belli olmayan bir Pirus zaferini mi kutlayacak ?

  6. Gün bey,

    Yarılma ve Havariler hakkında size yazabileceğim bir e-posta adresiniz var mı?

  7. İcazet vermek diye bir şey yok. Ayrıca kimsenin bizim icazetimizi istediği filan da yok. Özgürlük yolundaki her adım bir kazanımdır.

  8. Süleyman ve Recep

    Seyretti heva üzere denir taht-ı Süleyman
    Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde

  9. Küçükaydın’ın anarşistlere yönelik şu eleştirilerine ne dersiniz sn.Zileli?
    (Necip bunlara katılır zannediyorum.)

    Anarşistlerin Ekim Devrimi’ni olumlayan ama onu Kronştat veya Makno’nun ezilmesiyle bitmiş ve ezilmiş gören yaklaşımları da, Ekim sonrasının yozlaşmasını; nesnel koşullarda, (yani Batı Avrupa proletaryasının yardıma gelmemesi ve Rusya’nın geriliği ve bu geri ülkenin savaş ve iç savaş nedeniyle yoksulluğu ve bitmişliği; neredeyse yamyamlığa dönmüşlüğünde; işçi sınıfının fiilen yok olmuşluğunda arayacak yerde) Troçki veya Lenin’in hatalarında veya örgüt anlayışlarında görmek de yine aynı şekilde, onlara tarih ve toplum üstü bir güç atfetmekten başka bir anlama gelmez.
    Eğer dedikleri gibiyse, “Tarihte kitlelerin en büyük ölçüde ve en aktif katıldıkları bu harekette bile küçük bir örgütün veya onun yöneticilerinin görüş ve davranışları onu yok etmek için nasıl bu kadar etkili olabilmektedir?” sorusunu sormaları gerekir.
    Her zaman böyle birilerinin çıkması da kaçınılmaz olduğundan, bu akibetten kurtulmak da mümkün olamayacak demektir. Onların araması gereken cevap ve tartışması gereken soru, devrimin ne zaman tasfiye edildiği değil, birkaç teorisyen ve küçük bir partinin nasıl olup da; hangi toplumsal gidiş yasalarına dayanarak, tarihin en büyük ayaklanmalarından birini adeta tarih ve toplum üstü denebilecek bir güçle yolundan çıkarıp tasfiye edebildiğidir.
    Bu anlayış daha sonra da var oldu. Örneğin Kruçef’in iktidarıyla birlikte, Sovyetler’de kapitalizme dönüldüğünü söyleyenler de, bir partinin politikası ve kadrosunun değişimiyle bir üretim biçiminden diğerine geçilebildiğini söylemiş oluyorlar ve ona tarih ve toplum üstü bir güç atfediyorlardı.
    Hemen görüleceği gibi, bütün bu “açıklamalar”, aslında bir parti, bir kişi, bir görüş veya anlayışa, tarih ve toplum üstü bir güç yüklerken; Marksizm’in daha doğarken söylediği; bilimsel bir sosyolojinin ilk önermesi olan; “insanların varlıklarının düşüncelerinin değil; düşüncelerini varlıklarının belirlediği” önermesini ters yüz etmiş olurlar ve daha başlangıçta çok temel bir metodolojik hatayla maluldürler.
    Bütün bu tezlerde, bir devrimin ve toplumun kaderini, bir partinin veya bir teorisyenin veya bir hükümetin düşünceleri belirlemektedir. Marksizm’in kapıdan kovduğu idealizm, yani insanların düşüncelerinin varlıklarını belirlediği anlayışı, çok “devrimci” bir söylem ardında bacadan girer.

  10. Demir’in özetlediği görüşler gerçekte anarşizme ait değil. Özeti. sadece bir anarşizm karikatürü. Anarşizm hiçbir zaman tarihi birkaç kişiinin ya da küçük bir kliğin hareketine bağlamaz.

  11. DİNDAR - ATEİST

    – Dünyanın en iyi ekonomisine sahibiz dedi. Asgari ücret 370$. Dindar ve saraylarda yaşıyor!

    – İflas etmiş Yunanistan’ın Ateist Başbakanı Asgari ücreti 800€’dan 1500€’ya çıkarttı. Apartmanda oturuyor…

  12. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik düzenlenen suikast girişimini organize ettiği gerekçesiyle Muğla’da yargılandığı davada 4 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, talimatı Akıncı Üssü’nden aldığı gerekçesiyle yargılandığı Akıncı Üssü davasında savunmasını yaptı. Sönmezateş’in savunması sırasında sistematik işkence gördüklerini söylemesi üzerine salondaki müştekiler ile sanıklar arasında bağrışmalar yaşandı.

    Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince, Sincan Ceza ve İnfaz Kurumları yerleşkesindeki duruşma salonunda görülen davada daha önce savunmasını yapmayan eski Tuğgeneral Gökan Şahin Sönmezateş savunma yaptı. Muğla ve Ankara’da yargılandığı davalarda duruşma salonunda kendilerine yönelik hakaret edilmesine mahkeme ve savcıların göz yumduğunu ileri süren Sönmezateş, “Bize sürekli küfür ediliyor. Yaşadıklarımız tarihten hiç ders almadığımızı gösteriyor. Yahudi dölü, Ermeni dölü şeklinde bize sözler söyleniyor. Yahudi ya da Ermeni olsaydım eğer bunu utanmadan söylerdim. Onlar da bu ülkenin vatandaşları. HDP milletvekili Aysel Tuğluk da aynı şeyi yaşadı bu ülkede. Annesine baş sağlığı diliyorum. O milletvekili olduğu için yaşadıkları gazetelerde yer aldı. Ama bize yapılanlara hiç ses çıkmıyor. Bize işkence, hakaret serbest. Bu süreçten herkes gibi ailemiz ve çocuklarımız da nasibini alıyor. Bu dönemde Türk solu çok kötü bir sınav veriyor. Kendilerine yapılan haksızlıklara ses çıkarıyorlar ama başkalarına yapılanı görmüyorlar” dedi.

    Sanığın bu sözü üzerine müşteki sıralarında oturan bir kişi, “Darbenin sağla solla ne alakası var” diye bağırdı. Bu söze karşılık sanıklardan biri, “Kes sesini” karşılığını verdi. Sanığın bu tepkisi üzerine müşteki sıralarında oturanlar ayağa kalkarak, sanıklara yönelik sinkaflı sözler söyledi. Sanıkların da karşılık vermesi üzerine bir anda salon karıştı. Mahkeme başkanının talimatıyla küfür eden müşteki yakınları ile ayağa kalkarak karşılık veren sanıklar salondan çıkartıldı. Mahkeme Başkanı Selfet Giray’ın sessizliği sağlamasının ardından Sönmezateş’in savunmasına devam edildi.

  13. “(Necip bunlara katılır zannediyorum.)”

    Ben, ‘devrim’, ‘isyan’ gibi, genelde spontane gelisen (ya da oyle de gorulebilen) toplumsal olaylarin hem arka planina, hem de ‘meta’sina bakmak gerektigini dusunurum.

    Cok muglak oldu. Acayim biraz.

    ‘Acayim’ derken, biraz dolambacli olmayacagini soylemedim 🙂

    Simdi..

    Insanevladinin icinde yasadigi dunyayi anlayisina bagli olarak, baslarina gelen felaketleri farkli yorumlayabildigini biliyoruz.

    Mesela, ‘kutsal’ kitaplarda/metinlerde de atifta bulunulan ‘Sodom ve Gomore’ konusu..

    Buradaki insanlarin ahlak-disi davranislarindan dolayi Tanri tarafindan cezalandirildigi soylenir.

    Aslinda, simdi biliyoruz ki, asil sebep bu yerlesimlerin kurulduklari yerler/toprak/konum sakat idi. Bir depremde toprak sivilasti ve uzerinde ne varsa (bataklikta batip gitmek misali) yer tarafindan yutuldular.

    Yani, ahlak(sizlik) ile konunun (irtibatlandirilabilir) bir alakasi yok.

    Benzer sekilde, bir yanardag patlamis ve cevresindeki uygarligi birkac saat icinde yok etmis ise, eskiden bunu da benzeri ahlaki bozulmalara baglardik. Arti bunu yapmiyoruz –pek.

    Son ornek de Duzce depremi. Her ne kadar bunu da –az sayidaki insan– Allahin cezalandirmasi sayan olduysa da, oyle olmadigini biliyoruz.

    Yani, deprem oldu diye Duzce’yi, Duzce halkini filan lanetli saymiyoruz.

    Lanetli saymamak yetmez; kutsaMAmak da gerekir.

    Fakat, ‘devrim’, ‘isyan’ gibi toplumsal olaylar sozkonusu oldugunda bunu unutabiliyor, gozardi edebiliyoruz…

    Rus Devrimi, mesela, benim baktigim yerden, boyledir.

    Ortaya cikis sebebi de, ‘lider'(ler)i ile alakali degildir.

    Tersine, bunun, cok daha onceleri Carlarin baslattigi modernlesme hareketinin (ozellikle de Rusyayi bastan basa gecen demiryolunun ve toprak agalarinin statulerinin degistirilmesi ile) ortaya cikmis, hayli yavas baslamis bir ‘kitasal kayma’ (continental drift’) oldugunu gormek zorundayiz.

    Sosyal anlamda tektonik plakalar kaymaga baslayinca, birbirleri ile surtusurler, ustuste binerler. Ve, aciga inanilmaz bir enerji cikar.

    Benim baktigim yerden, ‘Rus Devrimi’ dedigimiz (bir kismimizin da kutsadigi) gelisme boyle bir seydir.

    [Bunlara digerlerini de ekleyebiliriz: Bizde Babai ve Celali Isyanlari. Iran’da Humeyni Devrimi.. ilah]

    Kendisine ‘aydin’ demegi tercih eden, bunu da iftiharla (ve kafalarimizi utuleyerek) tekrar ve tekrar eden tiplerin, aslinda batil inanc olan devrim/insyan kutsamalarini gordukce, onlara saygim daha da azaliyor.

    Simdi.. gelelim, son olarak, anarsizm konusuna.

    ‘Devrim’ doneminde Rusya’da gorulen anarsizm, benim baktigim yerden, cozumsuzlugun verdigi caresizlikle, ‘belki bir seye yarar’ diyerek, topluma Monte Carlo metodunu onermektir.

    Ben, o tur anarsizmi rasyonel bulmuyorum. O gunlerdeki caresizliklerini anlayisla karsiliyorum; ama, metod olarak benimsenmesini ufuksuzluk olarak goruyorum.

    Fikir/felsefe baglaminda, hic kimsenin dedigini mutlak saymamak anlaminda, anarsizmi benimserim ben.

  14. şu an başka bir sebepten görevden alınmış olan cia direktörü, abd’nin önümüzdeki 10 yılda en büyük düşmanının iran veya k. kore değil; türkiye olduğunu açık açık beyan etti.

    türkiye, s-400 sistemini almak için boşuna uğraşıp durmuyor.

    ordu ve bürokraside fetöcü olsun olmasın tüm abd-batı-nato yanlıları tasfiye edildi/ediliyor.

    bizim gerzek solcular hala incirlik üssü, nato üyesi falan diye ezberden sayıklıyorlar. türkiye artık sadece kağıt üstünde batı ittifakı içerisindedir. de facto olarak nato’dan da abd’den de kopmuştur.

    peki tüm bu koşullar altında perinçek ekibinin iddia ettiği gibi rusya, iran, suriye, çin 🙂 falan türkiye’nin yanında mı? hayır kesinlikle değiller.

    türkiye eski müttefiklerinden kopmuş, hatta kopmayı geçtim düşmanlaşmış durumda iken diğer blok türkiye’ye zerre güvenmiyor veya umursamıyor.

    olacaklar (abd’nin senaryosu): 1. suriye’de kürt devleti kurulacak. abd ve rusya anlaşacak. esad’ı da ikna edecekler. abd rusya ve esad’a bu devleti size karşı değil, türkiye’ye karşı kuruyoruz diye güvence verecek.

    2. türkiye’deki amerikan üsleri ve/veya birlikleri yeni kürt devletine taşınacak.

    3. türkiye nato’dan resmen çıkarılacak.

    4. türkiye’ye şu an kısmen yürütülen silah ambargosu resmiyete dökülecek.

    5. rusya da türkiye’ye silah vermeyecek.

    6. erdoğan’ın uluslararası yolsuzlukları, cihatçı gruplara desteği, diktatörlüğü, kürtleri katlettiği vb. öne sürülerek tam bir izolasyon ve haydut devletleştirme politikası izlenecek.

    7. abd, doğrudan stratejik askeri müdahalede bulunacak. bu bir işgal veya yıkım operasyonu olmayacak. nokta vuruşlarla türkiye ordusunun savaş kabiliyetini büyük oranda bitirip kürt güçleriyle savaşamayacak duruma sokacak.

    8. türkiye kürtleri silahlandırılıp türkiye ordusuna çok ağır kayıplar verdirerek alan hakimiyeti kuracaklar.

    9. erdoğan rejimi bu müdahalelerle yıkılacak.

    10. yeni yönetim tümüyle batı yanlısı olarak kürtlerle masaya oturacak. batıda kalan kürtlere özel statü verilecek. doğudaki kürtler ise bağımsız olacaklar.

    işin diktatörlük, yolsuzluk, demokrasi kısmı kılıf tabi ki. mesele jeopolitik planlar. yani kürt devletini kurdurmak. abd’nin diktatörlük veya yolsuzlukla mücadele için bir ülkeye saldıracağını düşünen biri varsa o bir daha hiçbir şey düşünmese de aynı şekilde hayatta kalır.

    bu yazdıklarım 10 sene önce herkese komplo teorisi gibi gelirdi. oysa o zaman da belliydi gidişat. bugün ise daha az insana komplo teorisi gibi geliyor ve birçok kişi acaba mı diye düşünüyor. birkaç yıl sonra herkes bunların gerçek olduğunu konuşmaya başlayacak.

    bu senaryo uzun vadede tutar mı peki orası bilinmez. çünkü kurulacak kürt devleti yapay bir devlet olacak. her ne kadar abd kürtlere bir kahramanlık savaşı kurtuluş savaşı kazandırmak için bir başka yapay proje olan ışid masalını parlatmışsa da kürt devletinin yapaylığını bölgenin devlet geleneği olan halkları (türk, arap, fars) nezdinde tersine çeviremedi çeviremez. ve biz biliyoruz ki ortadoğuda yapay sınırlar ve devletler her zaman daha fazla kaos üretir.

    öbür taraftan yalandan kardeşlik ve çok renklilik edebiyatını sürdürmek yerine etnik ve mezhepsel bakımdan homojen ülkelerin herkesin yararına (en azından huzur olur, katliam savaş olmaz vs) olacağı da iddia edilebilir.

    her neyse, yukarıdaki tespit ve öngörüler benim arzum ve isteğim değil. hiçbir siyasi veya toplumsal aktöre sempati veya antipati beslemiyorum. sadece objektif ve tarafsız bölgesel jeopolitik ve jeostratejik değerlendirmelerimdir.

  15. TC tenceresi ve ABD kapağı

    Tencere (Erdoğan) yuvarlanmış, kapağını (Trump) bulmuş!

  16. “her neyse, yukarıdaki tespit ve öngörüler benim arzum ve isteğim değil. hiçbir siyasi veya toplumsal aktöre sempati veya antipati beslemiyorum. sadece objektif ve tarafsız bölgesel jeopolitik ve jeostratejik değerlendirmelerimdir.”

    Fakat, ‘objektif ve tarafsız’ olmak yeterli mi?

    ‘[B]ölgesel’ dediginiz seyler, aslinda cok daha genis kapsamli sonuclara gebe ve bunlari hic dikkate almamissiniz.

    Diger bircok konuda, analiz basligi altinda ‘harami var deyu korku vermek’ (ya da kendi korkularinizi yaziya dokmek) var da, ben sadece bir-ikisine temas edeyim.

    NATO’nun yeniden organizasyonu soylediginiz kadar olabilir mi?

    Cok zor. Tek basina bu Pandorra’nin Kutusunu acmak olur.

    Diger NATO uyesi devletlerin yeni sartlar one surmesi filanla birlikte ABD’nin hegemonyasinin yeniden sorgulanmasi gundeme gelecektir.

    ABD, bu hegemonyayi, NATO’nun ilk kuruldugu gunlerde oldugu uzere, ‘Sen ol dersin ve olur’ cercevesinde yeniden saglayacak iktidara sahip degil artik.

    En azindan, Birlesik Krallik’in ABD’ye bu payeyi tekrar vermekte eskisi kadar gonullu olacagi kesin degil.

    Bunlarin simdiden bazi yansimalarini gormek de mumkun aslinda.

    ABD icinde, Baskan’i (‘ne sekilde olursa olsun’ diyecek noktaya gelmis) kamplasmayi gozardi edemeyiz.

    Yani, orada da, birbirlerinin adaylarina ‘diktator’ ya da ‘hain’ diyenler var ve bunlarin ne sayisi ne de gucleri onemsiz sayilabilir durumda.

    Bir de, tabii ki, butun bunlarin temelinde olan seyler var: ABD, ekonomik olarak cok sorunlu bir surecten geciyor.

    Dolari yuksek tutsa bir dert, dusuk tutsa bir baska dert. Dis ticareti mi yoksa dis borcu mu tercih etmek gibi cevabi cok da kolay olmayan sorunlari var.

    Ve, ikisi arasinda gidip geliyor.

    Bu tur caresizlikleri orduyu kullanarak bir muddetligine halinin altina supurmek sozkonusu olsa bile, cok uzun surdurulebilir degil.

    Orduyu kullanarak, eski/cari muttefiklerine ‘salma’lar salmak, onlardan ‘harac’lar tahsil etmek, kisa vadede biraz nefes aldirabilir; ama, bu gidisat aslinda ‘rogue state’ olmak demektir ve muttefik sayisini budamaga hizmet eder.

    Ayrica, ABD’de, vatandaslarin homurdanmalarinin orduya da sicramasi ihtimali ve korkusu var.

    Bunu engellemek icin, propoganda makinasi tabii ki faydalidir; ama, nereye kadar?

    Daha kac defa, bir defada 50-60 kisinin olduruldugu vakalari ‘adam kacigin tekiydi’, ‘herif sapikti’ filan gibi seylerle aciklayabilirsiniz?

    Yani, garabetler siritiyor.

    Ayrica, henuz , isin AB, Cin ve diger oyuncular (mesela, Latin Amerika ya da Guney Pasifik) tarafina bakmadik bile..

    Halbuki, Irak ve Suriye baglaminda kisa bir goz atis, ABD’nin (guya 60’tan fazla muttefikle bunu yapiyor) buralarda cok ciddi olarak yalniz birakildigini gosteriyor.

    Yani, muttefiklik lafta.

    Ve, ABD, bunu ikrar dahi edemiyor cunku illuzyonun toptan cokmesi sozkonusu.

    AB ile, kiran kirana fakat simdilik ortulu, rekabet var ve bunun sonuclarini simdiden kestirmek kolay degil.

    Dada uzatilabilir; ama, ABD’nin sizin yukarida degindiginiz planlarini kolayca gerceklestiremeyecegi kanaatindeyim.

  17. TC tenceresi ve ABD kapağı

    Yukarıdakine benzer bir tane daha varmış meğer;

    “Yukarıda zikredilen ayan, ağa ve derebeyi takımının üçü de Osmanlının bozuk düzeni içerisinde önemli oranda tutucu ve geriletici bir rol oynadılar. Fakat öte yandan, sanıldığının aksine, Osmanlı devleti bu unsurlarla kesin bir karşıtlık içinde değildi. Düzeni bozulmuş despotik devlet ile bu türedi güçler, “tencere yuvarlandı kapağını buldu” misali adeta birbirlerini tamamlayan bir birliktelik oluşturuyorlardı.”
    http://marksist.net/TRH/Modern9.htm

  18. İngiltere’de “Daily Mail” gazetesi, sansanyonel başlıklar atıp boş haberler yaratmakla bilinen, magazinel sütunlara ağırlık veren bir gazete.

    “Gulag” başlığında bir haber yayınlamış enterasan bir şekilde. (The Guardian veya The Independent yayınlasaydı, o kadar şaşırmazdık herhalde.)

    İlginizi çekerse bir bakın.

    Pavel Florensky, Yuriy Tyutyunnyk, Stepan Garanin ve yüzbinlercesi burada:

    http://www.dailymail.co.uk/news/article-5011849/Haunting-images-prisoners-Stalin-s-Gulag-prisons.html

    Buradaki fotoğrafları daha önce görmüş müydünüz?

  19. Turkiye isolasyona gidiyor.abd ortadogu icin tekbasina kararalmaz.
    Bu NATO nun karari,bu birlesmis milletler in ve diger ulkerin,rusya,cin,vb.karariyla olur.
    ABD tabiki etkileyici.
    Cin dis iliskilerde tarafsiz,etkisiz tutumu bilinmektedir.
    Necip,necip,mecip,recip … beye..

  20. Çoğunu görmemiştim. Alt yazıların hepsi doğru. Eksiği var, fazlası yok.

  21. Güzel bir müzikte duygu değil ses yığını duyanlar, devrimde de kuru kalabalıklardan başkasını göremezler. Böyle olunca da bunlar onların “hayatını olumsuzdan olumluya” çeviremez;
    https://www.youtube.com/watch?v=EPo5wWmKEaI

  22. “Lanetli saymamak yetmez; kutsaMAmak da gerekir.
    Fakat, ‘devrim’, ‘isyan’ gibi toplumsal olaylar sozkonusu oldugunda bunu unutabiliyor, gozardi edebiliyoruz…”

    Peki, halkın BİR KISMININ, devrim gibi olaylar nedeniyle değil de BAŞKA nedenlerle kutsanması her zaman yanlış mıdır?

    Mesela, bazı kızları/kadınları ve hatta genel olarak kızları/kadınları ya da dişileri (bu arada ilginçtir, İngilizcenin aksine Türkçede bu kelime insanlar için pek kullanılmaz nedense), sevmenin, birlikte olma isteğinin ötesinde, tapılacak varlıklar olarak görüp kutsayan, tapan erkeklerin bu tutumunun faydalı sonuçları da olmaz mı?
    Mesela bu durumun, her ne kadar sınıflı toplum koşullarının ürünü olan kadın sorununu çözemeyecek olsa da, küçük bile olsa olumlu bir etkisinin olacağı açıktır.

    Tabii öte yandan böyle durumların aynı zamanda bencilliğe, yani halkın DİĞER BİR KISMINA (mesela erkeklere) karşı kayıtsızlığa ve ilgisizliğe yol açması da muhtemeldir.

  23. “Turkiye isolasyona gidiyor.”

    Bu dogru degil.

    Izolasyona giden bir ulke, dis ulkelerdeki temsilcilik (buyukelcilik vs) sayisini yuzde 30 artirmaz.

    Ayni sekilde, THY, dunyanin en cok yerine ucan havayolu haline geldi. Bu da izolasyona giden bir ulkenin yapacagi sey degil.

    Kisacasi, sizin, ‘izolasyon’dan kastiniz, belli bir kampta kalmasi olsa gerek.

    Bu bakimdan hayal kirikliginizi anliyorum; ama, anlamli bulmuyorum.

    “Cin dis iliskilerde tarafsiz, etkisiz tutumu bilinmektedir.”

    ‘Bugune kadar boyleydi’ anlaminda, evet. Ama, isin gorunen kismi bu.

    Yatirim Bankasini kurduktan sonra, cok daha aktif oldugu, bunun giderek artacagi da asikar.

    Aslinda, pek bakmadigimiz baska bir aci daha var: ABD, ufak ufak, izolasyona dogru yol aliyor.

    Dunayin Jandarmasi olmanin maliyeti, getirisinden daha fazla olmaga basladi.

    Icine kapanmadan once, disarida tehdit olabilecek buyuklukteki ulkeleri ufaltmak isteyisi yadirganacak bir sey degil.

    Fakat, bunda ne kadar basasili olur; ya da ufaltmagi basardigi devletler daha sonralari kimlerle muttefik olur?

    Bu sorularin simdiden bir cevabi yok.

  24. Yahu siyasi iliskilerden bahsediyoruz,kusucurtmaktan degil..

    Thy nin politikayla ne ilgisi var..
    Eniyisi ozaman turkiye evlilik hucumu versin dunyayla..
    Elin cirkin kizlarini,cirkin damatlarini alip kokten cozulur bu is.dunyayla bagimlilik simziki olur.
    Erdogan da , hukumeti de copcatanlik imparatorlugu kursun..
    Sonra sen ne bicim fasistsin.. olmuyor..yakistiramadim..
    Baska dunyadan bakarsak, kimbilir AKP min icinde bir degisiklik olurda oyun degisir. Hepsimi deli bunlarin..

  25. “Yahu siyasi iliskilerden bahsediyoruz, kusucurtmaktan degil..”

    Hem ‘kusucurtmak’ hem de ‘kus bile ucurtaMAmak’ siyaset sayesinde/yuzunden olur.

    “Thy nin politikayla ne ilgisi var..”

    Cok.

    ‘Hostesler/Pilotlar, hatt-i seyahat yoktur; sath-i seyahat vardir’ deyip onlara ‘Ilk hedefiniz butun dunyadir; ileri!’ diyen kadrolar, siyasi kadrolardir.

    Yoksa, siz, bir devlet sirketi olan THY’nin onca sene AEROFLOP ile atbasi giderken aniden degismesini ‘hikmet-i ilahi’den oldu mu saniyorsunuz?

    “Eniyisi ozaman turkiye evlilik hucumu versin dunyayla..
    Elin cirkin kizlarini,cirkin damatlarini alip kokten cozulur bu is.dunyayla bagimlilik simziki olur.
    Erdogan da , hukumeti de copcatanlik imparatorlugu kursun..”

    Bu kiymetli onerileri burada ziyan etmeyin. BIMER’e yazin.

    “Sonra sen ne bicim fasistsin.. olmuyor..yakistiramadim..”

    Uzgunum. Baska herkesi fasist gormek isteyisinizi anliyorum. Ama, malesef, ben onlardan degilim.

    Yine de, size bir teselli olacaksa, beni –inanclariniz geregi– ‘goy’ sayabilirsiniz.

    Ben de, sizi, gun gelir de insandan sayarsam; dediklerinizi belki ciddiye alirim.

  26. “Peki, halkın BİR KISMININ, devrim gibi olaylar nedeniyle değil de BAŞKA nedenlerle kutsanması her zaman yanlış mıdır?”

    Asagida saydiklariniz dahil, hemfikir olabilecegim istisnalari neler olabilir diye dusundum biraz; fakat, bulamadim.

    O yuzden (hala daha istisnalari olabilir serhiyle birlikte), ‘evet, kategorik olarak yanlistir’ demek durumundayim.

    “sevmenin, birlikte olma isteğinin ötesinde, tapılacak varlıklar olarak görüp kutsayan, tapan erkeklerin bu tutumunun faydalı sonuçları da olmaz mı?”

    Faydali sonuctan kasit?

    Su olabilir tabii ki: Cirkinligi, huysuzlugu, ugursuzlugu, arsizligi, irsizligi vb gibi sebeplerle, yani, aksi halde evde kalacak bir kizin, koca bulmasini ‘faydali sonuc’ sayiyorsak, evet mumkundur. [Yanlis anlasilmasin; ayni sey erkek zibidi icin de gecerlidir.]

    “Mesela bu durumun, her ne kadar sınıflı toplum koşullarının ürünü olan kadın sorununu çözemeyecek olsa da, küçük bile olsa olumlu bir etkisinin olacağı açıktır.”

    Ben bu konuyu ‘sinifli toplum’a pek de baglayamiyorum.

    Gerci ‘dengi dengine’ lafi bunu cagristirmiyor da degil.

    Yine de, sebeplerini cok da aciklayamadigim bir gelisme sonucu bunun ortaya ciktigini dusunuyorum:

    Kadinlarin cinsellik pazarina/piyasasina arzinda (iste bunun sebebini pek de anlayabilmis degilim), bir ‘sahte nedret’ (‘false scarcity’) algisi yaratilagelmis.

    ‘Cins-i latif’in topugunu dahi goz ucuyla gordugunde (ki, bu ‘sahte nedret’tir) hormonlari zirve yapan ‘cins-i hasin’in, o andan itibaren sergileyecegi davranislarin irrasyonel olmasini yadirgamamak lazim. ‘Mal bulmus Magribi’ gibi hissediyordur kendisini..

    Simdilerde (belki son 50-100 senedir) bu degisiyor.

    Kadinlara ozgurluk tanindikca (ozgurluklerini elde ettikce), –sagolsunlar– anatomilerinin daha onceleri tahayyul dahi edilemeyecek kisimlarini bile ‘comertce’ sergiledikleri, ve paylastiklari icin, artik o eski ‘sahte nedret’ten pek bahsedemez olduk.

    Baska bir deyisle, kadinlar kendilerini daha bir erisilebilir kildikca, her pazarda goruldugu sekilde, atfedilen kiymetin hizla azalmasi sonucu dogdu/doguyor.

    Kadinlarin bundan memnun olduklarini saniyorum (oyle iddia ediyorlar); ama, (bir erkek olmak hasebiyle) suna kesinlikle eminim: Erkeklerin sikayet etmesini hakli kilacak bir sebep yok.

    “Tabii öte yandan böyle durumların aynı zamanda bencilliğe, yani halkın DİĞER BİR KISMINA (mesela erkeklere) karşı kayıtsızlığa ve ilgisizliğe yol açması da muhtemeldir.”

    ‘Tapinilan’larin ‘tapan’lara (‘masuk’un ‘asik’a) bir ustunlugu oldugunu/olacagini iddia etmek bence bir yanlis/abartma sayilamaz.

    O dogru da, cok sukur, kadinlar bunun tedbirini de aldilar (yukarida bahsettim).

    Artik ‘piyasa’da o kadar cok kadin var ve kendi aralarindaki rekabet de o kadar yogun ki, giderek daha da fazla ‘pazar eyle'[*]mek zorunda kaldiklarindan dolayi, ‘tapinilan’ olmak ihtimallerini kendi elleriyle berhava ediyorlar.

    Bunun ‘halkın DİĞER BİR KISMINA (mesela erkeklere) karşı kayıtsızlığa ve ilgisizliğe yol açması’ tabii ki muhtemeldir.

    Nitekim –ki, buna ‘lesbianism’ diyoruz– artis trendinde olmasini da anlayisla karsilamak gerekir. Benzer bir gelismenin erkekler arasinda olmasi ayni sebeplerle aciklanabilir belki.

    Yani, bu konularin ‘sinif’la dogrudan bir alakasi yok bence. Daha derununa bakmak gerekir.

    [*: ‘Nazar eyle, nazar eyle | Gel yanima pazar eyle’ dizelerindeki ‘pazar eyle’mekten mulhemdir. ‘Kendini sergile’mek de diyebiliriz.]

  27. Türkiye’nin “beka sorunu”

    Mustafa Kemal Coşkun
    Kasım 8, 2017

    Daha en baştan söylemek gerekirse AKP iktidarıyla birlikte öyle bir rejim yerleştirilmiştir ki, insanlar yapıldığı sırada suç olmayan, hatta o zamanlar iktidarca desteklenen fiillerinden dolayı yargılanmaya başlanmış, hatta çoğu zaman yargılanmaya bile gerek görülmeden ve hangi fiillerinden olduğunu öğrenemeden cezalandırılmış, işlerinden ve yerlerinden olmuşlardır. Ama burjuva hukukunun, tam da kimi iktidar destekçilerinin ifade ettiği gibi “siyasetin köpeği” olarak burjuvazinin sonsuz hizmetine sokulduğunun en güzel göstergesi, OHAL’in sadece grevleri değil, iktidara muhalefet eden her türden eylem biçimini yasaklamak için kullanılmasından başka bir şey değildir. Bu birkaç örnek bile burjuva hukuk sisteminin bu iktidarın ellerinde nasıl çöktüğünü göstermeye yetecektir.

    Belki de bundan daha önemlisi, güya sürekli büyüdüğü iddia edilen ekonominin de giderek kötüye gitmesidir. Bunu anlamak için pek zeki olmaya gerek yoktur, zira iktidarın yeni tasarruf tedbirleri ilan etmesi, olmadık mal ve hizmetlere yeni vergiler salması ve hem iç hem de dış piyasaya daha fazla borçlanması, işsizliğin ve enflasyonun giderek yükselmesi ekonominin kötüye gidişinin örneklerinden başka bir şey değildir.

    Bütün bunlara dış politikadaki tutarsızlıklar ve sorunlar da eklendiğinde, iktidarın ve yandaşlarının sürekli bahsettiği yok “beka sorunu”, yok “yedi düvele karşı mücadele”, yok “istiklal savaşı” gibi sözlerinin gerçekte ne anlama geldiği daha açık biçimde ortaya çıkacaktır. Şöyle ki, anayasa değişikliğiyle kurumsallaştırılan tek adam düzeninin getirdiği sınırlama ve yasaklar, hatta OHAL’in sürekli kılınması, ülkenin bir “beka sorunu” yaşadığı söylemiyle ayakta tutulurken, rejimin anti-demokratikliğinin nedeni de bu beka sorunuyla açıklanacak ve meşrulaştırılacak, egemen konumlarını sadece böyle bir rejim ile sürdürebilecek olan burjuva sınıfı da toplumsal ve siyasal tepkilerden böylece korunmuş olacaktır.

    Gerçekte, ülkenin bir “beka sorunu” yoktur, zira emperyalizme göbekten bağlanmış, 80’li yılların başından itibaren neo-liberalizme entegre olmaya başlayan, AKP iktidarıyla bunu zirveye taşıyan bir ülkede “beka sorunundan” bahsedilmesi, işledikleri bütün suçları örtmeye, kendilerini de bu suçlardan dolayı yargılanmaktan kurtarmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Tam da bu noktada artık şunu söyleyebiliriz ki, aslında bir beka sorunu yaşayan iktidarın ta kendisidir ve şu sıralar birçok insanın “hainlik, ajanlık, casusluk”la suçlanması hiç de boş yere değildir, zira böylece kendi yaşadıkları beka sorununu tüm ülkenin yaşadığı bir “beka sorunu” gibi göstermek ancak böyle mümkün olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, iktidar kendi sorununu tüm ülkenin sorunu haline bir kez dönüştürdüğünde, ilan edilmemiş bir iç savaşı da başlattığının artık daha açıkça ortaya çıkmasıdır: bundan sonra kendisine karşı mücadele eden her unsur ve hareket, doğrudan doğruya yabancı, düşman, olmadı vatan haini konumuna terfi ettirilecek, dolayısıyla muhalif her kesimin söylemi ve hareketi meşru olmaktan çıkarılmış olacaktır.

    Ve elbette ki tüm bunlar, AKP iktidarının giderek çöktüğünün göstergesinden başka bir şey değildir.

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2017 tarihli 98. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/turkiyenin-beka-sorunu

  28. Hast du aber einen Vogel, nicht wahr.!.
    Kus olsanizda bissey olmaz,cocukken cok iyi kuslastigi kullanirdim..

    Yazdiklariniz beni fasist yapti.tum fasist damarim kabariyor..artik kinlenme,nefret.asagilama,yoketme,saldirma,duygu,ruhu hortladi.
    Kendisinden haberi olmayanlar durumu feci..aslinda Pause yapmak gerek..

  29. “Sık sık Marks ve eserine karşı şöyle itirazlar yapıldığını görüyoruz: Marks, en temel eseri olan Kapital’de kadın sorununu el almamıştır, ulus sorununu ele almamıştır, ırkçılığı ele almamıştır, çevre sorununu ele almamıştır vs., vs..”

    “İşgücü denen malın kullanım değeri, tüketildiğinde kendisinin yeniden üretiminden daha büyük bir değer yaratmasındadır.
    Ama bu temel kullanım değerinin onun siyah mı, beyaz mı, Türk mü Kürt mü, Kadın mı, Erkek mi, Eşcinsel mi, liberal mi, sosyalist mi, faşist mi, yeşil gözlü mü, siyah saçlı mı olmasıyla hiçbir ilişkisi yoktur.”

    “İşte tam burada Kapitalizmin o muazzam esnekliğinin ve aslında kapitalizme karşı mücadele ettiğini söyleyen sosyal hareketlerin nasıl aslında kapitalizmin esnekliğini arttırarak onu giderek en ideal hale getirdiğinin (dolayısıyla Kapital’in analizine en yakın hale getirdiğinin) mekanizmasını anlama olanağı ortaya çıkıyor.
    Bu çok önemlidir. Örneğin kadın hareketini ele alalım. Saf bir kapitalist toplumda bir kadın hareketi olmaz, kadınlar ezilmez. Kadın veya erkek olmak işgücünün kullanım değeri, yani yarattığı artı değerde bir değişikliğe yol açmaz. Sermaye cinsler karşısında nötraldir çünkü bu kullanımında üretilen artı değerde bir farka yol açmaz. Aynı şekilde ırklar, uluslar, kültürler vs. karısında da böyledir.
    Örneğin, saf bir kapitalist toplumda uluslar olmaz, dolayısıyla ulusal hareketler olmaz. Çünkü Kart, Türk, Fransız veya ulussuz olmak işgücünün kullanım değerinde bir değişikliğe yol açmaz.
    Sermayenin ve değerin iç mantığından bunlarım hiçbiri çıkarılamaz. Aksine, bütün bu ayrımların ve baskı biçimlerinin olmadığı bir toplum çok daha mükemmel bir kapitalist toplum olurdu.
    İşte burada kendilerini antikapitalist olarak tanımlamalarına rağmen bu hareketlerin çoğu durumda kapitalizm öncesi kalıntıların tasfiyesinin, daha mükemmel bir kapitalizmin nesnel tarihsel araçları olduğunu görürüz.
    Örneğin kadınların mücadelesi başarıya ulaşsa, kadın ve erkek arasındaki toplumsal farklar kalksa bu kapitalizmi zerrece etkilemez, hatta o kapitalizm çok daha mükemmel bir kapitalizm olur.
    Örneğin demokrasi mücadelesi veriyoruz, bu insanların biçimsel eşitliği mücadelesidir. Yani dili, dini, cinsi, soyu, inancı, fikri, ırkı, etnisi vs. nedeniyle diğer insanlardan ayrı olmaması mücadelesi özünde, ideal bir kapitalist toplum oluşturma mücadelesinden başka bir şey değildir.”

    “Bütün “Yeni Sosyal Hareketler” (Kadın hareketi, cinsel tercih özgürlüğü hareketleri, ulusal hareketler, Alevilerin, Kürtlerin ve hatta Laiklerin hareketleri vs., Siyahların ırkçılığa karşı eşitlik hareketleri hepsi özünde aynı zamanda ideal bir kapitalist topluma ulaşmanın, sermayenin, değer yasasının mantığını daha uygun bir toplumsal düzene ulaşmanın mücadelesini yaparlar.
    Ve bu hareketlerin başını fiilen pratikte, sosyalistler ve Marksistler çekmişlerdir ve hala da büyük ölçüde çekerler
    O halde bundan şöyle bir sonuç çıkar: somut tarihte, anti kapitalistler, sosyalistler, Marksistler, somut yaptıklarıyla (Demokrasi, toprak reformu, kadın erkek eşitliği, ırk ayrımcılığına karşı mücadele, sömürgeciliğe karşı mücadele, hatta işçilerin daha iyi haklar için mücadelesi vs.) daha mükemmel ve ideal kapitalist ilişkilerin yerleşmesinin bilinçsiz araçları olmuşlardır ve olmaktadırlar.
    Kapitalizm, kendisine anti kapitalist diyenlerin mücadeleleriyle daha hızlı ve derinliğine tüm toplumun gözeneklerine işler, giderek daha mükemmel hale gelir. Kapitalizmin muazzam esnekliğinin sırrı, kendisine karşı mücadeleleri bile kendisinin gençleşmesinin araçları haline getirebilmesinin sırrı tam da burada ekonomi politiğin konusunun ne olduğundadır.”

    (Kapital’in “Eksiklikleri” Niçin Üstünlükleridir? – Demir Küçükaydın)
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/11/kapitalin-eksiklikleri-nicin.html

  30. “Hast du aber einen Vogel, nicht wahr.!.”

    Nein, alle Vögel gehören mir.

    “Kus olsaniz da bissey olmaz, cocukken cok iyi kuslastigi kullanirdim..”

    Size zarari olmayan canlilari oldurmek icin yanip tutusmak sizin icin yeni degil demek istiyorsunuz.

    Acikca soylediginiz icin tesekkurler; ama, hic gerek yoktu. Yazdiklarinizdan o kolayca anlasilabiliyordu zaten.

    “Yazdiklariniz beni fasist yapti.tum fasist damarim kabariyor.. artik kinlenme, nefret. asagilama, yoketme, saldirma, duygu, ruhu hortladi.”

    O sizin probleminiz: Besikte giren, tenesirde cikar.

  31. “Kapitalizm, kendisine anti kapitalist diyenlerin mücadeleleriyle daha hızlı ve derinliğine tüm toplumun gözeneklerine işler, giderek daha mükemmel hale gelir. Kapitalizmin muazzam esnekliğinin sırrı, kendisine karşı mücadeleleri bile kendisinin gençleşmesinin araçları haline getirebilmesinin sırrı tam da burada ekonomi politiğin konusunun ne olduğundadır.”

    Kucukaydin, zaman zaman, beni sasirtiyor.

    Sasirtiyor, cunku –bilhassa kendisi acisindan– yeni ve farkli seyler soyleyebiliyor.

    Bu yazisi da onlardan birisi bence.

    Fakat, hala daha bazi geleneksel tortulardan kurtulmus degil gibi.

    Bu tortulardan birisi de su: ‘Kapitalizm’ diye (bir ideolojiden yola cikarak tepki veren) bir ‘aktor’un mevcut oldugunu farzediyor.

    Bu yanilsamanin mazisi cok eskiye dayandigi icin, kurtulmak kolay degil; farkindayim. Ama, analizi daha saglikli yapmak icin, kurtulmak sart bence.

    Neden aktif bir ‘aktor’ olmadigini dusundugumu bir baska metaforla anlatmagi deneyeyim: ‘Sehirlesme’ kavrami ile.

    Soyle dusunun. Bir diyardan bir sehre tasinmak/yerlesmek istiyorsunuz. Daha iyi sartlar, refah, ozgurlukler vs icin.

    Sunu hepimiz biliriz: Hem siz, gittiginiz sehre adapte olmak icin degismek zorundasiniz, hem de gittiginiz sehir –siz ve sizin gibilerin ortak talep ve katkilari ile–, azicik da olsa, degisir.

    Ya da, soyle de diyebiliriz: Siz, gittiginiz yere yeterince hic adapte olamazsaniz, kendi sartlarinizi dayatmaga kalkarsaniz, o ‘sehir’ sizi reddeder.

    Geldiginiz yere geri donmeniz ya da surec icinde kaybolmaniz sozkonusu olur.

    Bu ornekteki ‘reddet’me dedigimiz tepkinin aktif bir muhatabi/amili yoktur. Kimse, ‘size ozel’ bir garezden hareketle, sizi disari atmis degildir.

    Tersine, herkesin (cogunlugun), zaman icinde olusmus ve sosyal anlamda ‘dogal’ buldugu davranis bicimlerine siz uyum gosteremisseniz, bu, kendiliginden olur.

    Bu surecin, bu olgunun ismini ‘Kapitalizm’ koymaga degil benim itirazim.

    Benim itirazim, ‘Kapitalizm’i aktif bir aktor gibi gorup, ‘Kapitalizm’e karsi (ozellikle de devirmeci) ideolojiler peydahlayip bir yere varacaginizi zannetmenizedir.

    Kucukaydin’dan, oznesi ‘Kapitalizm’ olmayan analizler de okuabilecegimiz gunlerin gelecegini umuyorum.

  32. Yani kadınların istediği şey aslında şu mudur Necip bey?
    https://www.youtube.com/watch?v=7mxlOX5LSG8

  33. “Yani kadınların istediği şey aslında şu mudur”

    Bil[e]mem.

    Kendi daracik penceresinden etrafi gozlemlemege calisan bir pir-i fani icin, kadinlar adina konusacak yeterlige sahip olmak kim ben kim.

    Bir de, verdiginiz linkteki statik resimden de, arkaplandaki muzikten de hic bir sey anlamadim.

    Hic bir sey anlamayisimin ilk/tek ornegi olmadigi icin, bunu da hic yadirgamadim. 🙂

  34. DİP Bildirisi: Birleş, kardeşleş! Emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadeleyi yükselt!

    Devrimci İşçi Partisi
    Kasım 10, 2017

    Sermaye ve düzen partileri, kim emperyalistlerin ihalesini alacak diye yarışıyor. Lafa söze gelince vatanseverlikte mangalda kül bırakmıyorlar. Hepsi yalan! Amerikancı iktidar emperyalist Trump’la dostluk, Siyonist Netenyahu ile ahbaplık yapmakla övünüyor. Amerikan muhalefeti dilekçesini halka değil Washington’a, Brüksel’e, Lahey’e, Tel Aviv’e yazıyor! Devrimci İşçi Partisi sözü uzatmadan, eğip bükmeden emperyalizme karşı mücadelenin gereklerini ve programını ortaya koyuyor ve mücadeleye çağırıyor.

    Emperyalistin ve işbirlikçinin koluna sepet: İşsize iş, emekçiye aş!

    Yabancı sermaye ve yerli ortaklarının hâkim olduğu stratejik sektörlerdeki tüm fabrika ve tesisler kamulaştırılsın!

    Türkiye yabancı sermaye için ucuz emek cenneti olamaz: Herkese güvenceli iş, insanca yaşayacak ücret!

    Türkiye Avrupa Birliği ile müzakere sürecinden, Gümrük Birliği’nden çıksın! Mali yükümlülükleri tek taraflı feshetsin!

    Çökertilmiş tarım ve hayvancılığı ayağa kaldırmak için dış ticarette devlet tekeli!

    Emperyalistin sıcak parası ekonomiyi ve geleceğimizi yakıp kül ediyor:

    “Faiz lobisi” diye yalan söyleyip durmayın, iş yapın! Borsa kapatılsın! Dövizde devlet kontrolü! Yabancı sermayenin kaptıkaçtı yapmasına izin yok!

    Türkiye NATO’dan çıksın İncirlik Üssü kapatılsın! İsrail’le ilişkiler kesilsin!

    NATO, Türkiye’yi koruyan bir şemsiye değildir. NATO’cu Amerikancı 15 Temmuz darbe girişiminde halkı katleden, TBMM’yi bombalayanlar NATO subaylarıdır. Uçaklar İncirlik’ten beslenmiştir.

    İsrail, emperyalist şebekenin Ortadoğu’daki cinayet şebekesidir. Mavi Marmara katliamından sonra bile bu korsan devletle ticaret artmış, askeri ve siyasi işbirliği sürdürülmüştür.

    NATO, ABD, AB ve İsrail tüm bölge halkları için başlıca güvenlik tehdididir. Tüm emperyalist üsler kapatılmadan, yabancı askerler kovulmadan, İsrail’le ilişkiler kesilmeden halkın güvenliğinden söz edilemez!

    Emperyalistin korkulu rüyası halkların kardeşliğidir

    Her kim bir milleti diğerine karşı övüyor, bir dili diğerinden üstün tutuyor, mezhep ayrımcılığı yapıyorsa o, istese de istemese de emperyaliste dostluk, halklara düşmanlık yapmaktadır!

    Türkün ve Kürdün eşitliğinden emekçiye zarar gelmez, sermaye karşısında yarar gelir. Bizleri açlığa ve sefalete mahkûm eden, patronlar ve tefecilerdir, Suriyeli göçmenler değil. Tehdit komşu halklardan değil Batılı emperyalistlerden geliyor.

    Kürdün, Suriyeli göçmenin, kardeş halkların hakkını kendi hakkını savunur gibi savun! Böl ve yönet taktiğini uygulayan emperyalizme karşı birleş, kardeşleş ve hep birlikte mücadele et!

    Emperyalist zincirleri kıralım!

    Türkiye ya istibdadın ve emperyalizmin elinde çürüyerek çökecek ya da zincirlerini kırarak bir Kurucu Meclis vasıtasıyla yeniden kurulacaktır. Yeter ki birlik olsun! Emekçilerin nasırlı elleri emperyalist boyunduruğu kıracak, sömürü çarklarını durduracak, Türkiye’yi hürriyete kavuşturacak güçtedir.

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2017 tarihli 98. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/dip-bildirisi-birles-kardesles-emperyalizme-ve-siyonizme-karsi-mucadeleyi-yukselt

  35. İhanetin ve işbirlikçiliğin gölgesindeki “sol”: Çipras’ın Syriza’sı

    Gerçek
    Kasım 9, 2017

    Yaklaşık 3 yıl önce, Yunanistan’da Ocak 2015 seçimlerinde “sol” parti Syriza, genç ve karizmatik “solcu” lideri Aleksis Çipras önderliğinde ülkenin başına geçti. Önceki hükümetlerin aksine, dış borçları ödemek için halka uygulanan kemer sıkma politikalarına son vereceğini iddia ederek seçim zaferi kazanan Syriza, Türkiye solunda da büyük umutların yeşermesine vesile oldu. Gezi ile başlayan halk isyanının, Kobani serhildanının hemen arkasından gelen bu dönemde, Türkiye solunun büyük bir bölümü, Syriza’yı kardeş parti ilan etmek adına adeta yarışa girdiler. Ne var ki o dönem Syriza konusunda Türkiye solundan gelen sevinç naraları bugün yerini sessizliğe bırakmış durumda.

    Referanduma rağmen kemer sıkma

    Syriza hükümeti, daha en başından itibaren son derece çelişkili bir politikayla iktidara yürüdü. Bir yandan kemer sıkma politikalarını bitireceğini söyleyip, öbür taraftan ne AB’ye, ne de IMF’ye en ufak bir karşı duruş sergilemedi. Oysa ekonomik krizin faturasını Yunan halkının sırtına yükleyen AB’den, IMF’den başkası değildi. Bu ikircikli siyaset kendisini her geçen gün daha açık gösterdi. Öyle ki kemer sıkma politikalarına son vereceği iddiası ile seçimi kazanan Çipras, önce Temmuz’da kemer sıkma politikalarını tekrar referandum konusu etti. Referandumda Yunan emekçilerinden okkalı bir hayır tokadı yemesine rağmen Çipras halkına ihanet etti ve % 62 “Hayır” çıkan referandum sonucunu da görmezden gelerek kemer sıkma politikalarını uygulamaktan vazgeçmedi. “Radikal solun” genç önderi diyerek Türkiye solunun methiyeler düzdüğü Çipras, özelleştirmelerle, vergi artışlarıyla dolu kemer sıkma politikalarının uygulayıcısı oldu. “Solcu” Syriza, bu politikalara karşı yapılan eylemlere polisi saldırtmaktan da geri durmadı.

    Emperyalizmle ve Siyonizmle sıkı ilişkiler

    Geçirdiğimiz bu üç yılda Çipras, sınıf düşmanlığını sadece kemer sıkma politikaları ile göstermedi. Syriza hükümeti, Yunanistan’da yapılan yürüyüş ve protestolara defalarca saldırdı. Halkına ihanet eden bütün liderler gibi Çipras da giderek emperyalizm ve Siyonizm ile daha sıkı ilişkiler içerisine girdi. Bu yılın Eylül ayında İsrail tarafından yağmalanan Filistin doğalgazının Avrupa’ya taşınmasını sağlayacak olan “Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı Projesi” kapsamında Siyonist İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu, Çipras’ın misafiriydi. Ekim ayında da Trump’ın huzuruna çıkan Çipras, burada da NATO’ya bağlılık ve ABD ile dostluk mesajları verdi. Bir de üzerine 2,4 milyar dolar karşılığında Yunanistan F-16 uçaklarının modernizasyonu için bir anlaşma gerçekleştirdi.

    Bugün Çipras’ın ve Syriza’nın Yunan halkı için bir kurtuluş olmadığı son derece açıktır. Bununla birlikte Syriza’dan çıkartılacak dersler gelecekte uluslararası işçi sınıfı açısından çok önemlidir. Syriza deneyimi göstermiştir ki kapitalizmin krizinin mevcut düzenin sınırları içerisinde bir çözümü yoktur. İşçi sınıfının kurtuluşu, serbest piyasa ekonomisinde değil, merkezi planlı ekonomidedir. İşçilerin kurtuluşu, göstermelik değişimlerin değil, doğrudan kapitalist sisteme karşı verilecek bir mücadelenin eseri olacaktır. Hiç şüphe yok ki bu mücadele aynı zamanda emperyalizme ve Siyonizme karşı uzlaşmaz bir mücadeledir. İşçi sınıfı, bu mücadeleyi yükselttiği takdirde Çipras gibi hainlerin yüzüne kimse bakmayacaktır.

    Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2017 tarihli 98. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/ihanetin-ve-isbirlikciligin-golgesindeki-sol-ciprasin-syrizasi

  36. Ne Türkiye ne Malta tek bayrakları para!

    Gerçek
    Kasım 10, 2017

    Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ), Paradise Papers (Cennet belgeleri) adıyla kamuoyuna açıkladığı bilgi ve belgelerle dünya çapında çok sayıda iş adamı ve siyasetçinin vergi cennetlerinde şirket açarak ülkelerinden vergi kaçırdıklarını ortaya çıkardı. Paradise Papers, ICIJ’nin Nisan 2016’da kamuoyuna açıkladığı Panama Belgeleri’nin devamı.
    Enerji Bakanı Berat Albayrak, AKP’ye yakınlığı ile bilinen işadamı Fettah Tamince ve Çalık Holding belgelerle birlikte gündeme gelen isimler. Ayrıca Erdoğan’ın eniştesi Ziya İlgen, kardeşi Mustafa Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’la iş ortağı olan Azeri armatör Mansimov üzerinden kurulan ilişki ağı da belgelerle birlikte gündeme taşınmış durumda. Türkiye açısından en çarpıcı olan Başbakan Binali Yıldırım’ın oğullarının Malta’da şirketler kurarak ve Malta bayrağıyla gemi ticareti yaparak vergiden kaçması. Söz konusu şirketlerin varlığı Binali Yıldırım tarafından da kabul edilmiş durumda. Üstelik Başbakan, şirketlerin daha önce kendine ait olduğunu ve oğullarına bıraktığını şu sözlerle itiraf etti: “Hayatım boyunca denizcilikle uğraştım, gemi işletmeciliği yaptım. Siyasete başlayınca da işlerimi evlatlarıma bıraktım.”
    Yıldırım, “ticaret küresel bir iştir” diyerek Malta’da kurulan şirketlerin ticaretin mantığına uygun olduğunu söyledikten sonra her zaman olduğu gibi kendilerine karşı bir algı oluşturulmaya çalışıldığını savundu. Hâlbuki olan biteni normal ve doğal ticari faaliyetler olarak göstermeye çalışarak esas algı oluşturmaya çalışan Binali Yıldırım’ın kendisi. “Siyasete başlarken çocuklarıma bir tavsiyem oldu. Devletle hiçbir zaman iş yapmayacaksınız. Yakınına bile yaklaşmayacaksınız. Devletin bankalarından kaynak kullanmayacaksınız” diyen Yıldırım’un, oğullarının ticari faaliyetlerini temize çıkarmaya çalıştığı görülüyor.
    Ancak Binali Yıldırım, bu sözleri söylerken bir yandan da oğullarının devletle iş yapmasının kirli ve ahlak dışı olacağını da peşinen kabul ediyordu. Nitekim, Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın devletten almış olduğu ihaleler çok süre geçmeden gündeme geldi. Kamu İhalesi Kurumu’nun açık kayıtlarına göre Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’a sekiz ay önce Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nden “MTA Turkuaz Araştırma Gemisinin İşletilmesi Hizmet Alımı” adlı ihaleyi aldığı ortaya çıktı. İhalenin bedeli ise tam 6 milyon 920 bin dolar. Kısa sürede ortaya çıkan bu bilgilerin devamı gelecek mi bilinmez ancak ortaya çıkanların buzdağının görünen kısmı olduğuna şüphe yok.
    Binali Yıldırım’ın “benim dokunulmazlığım var ama oğullarımın yok” diyerek yargının soruşturma açmakta serbest olduğunu söylemesinin bir anlamı yok. Çünkü bu soruşturmayı açacak, açabilecek bir savcı yok. Ne var ki Binali Yıldırım şahsında AKP iktidarının emekçi halkın nezdinde mahkum olmaktan kaçınması kolay olmayacak.
    Çünkü AKP iktidarı iğneden ipliğe yaptıkları zamlarla, ağır vergilerle emekçi halkı ezerken ve bunu fedakarlık edebiyatı ile dayatırken bu iktidarın başındaki zatın vergiden kaçmasının bir açıklaması olamaz.
    Çünkü vatandaştan yastık altındaki dövizlerini, altınlarını çıkartıp bozdurmasını talep eden AKP iktidarının dolarlarını Malta’ya kaçırmasının izahatı olamaz.
    Çünkü sabahtan akşama tek bayrak edebiyatı yapanların konu para olduğunda Malta bayrağının altına sığınmasının halkı ikna edecek makul bir gerekçesi sunulamaz.

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/ne-turkiye-ne-malta-tek-bayraklari-para

  37. şu kardeşlik edebiyatından gına geldi artık.

    bizde ve diğer bazı ortadoğulu toplumlarda herkes kardeşlikten bahseder. asla kardeş gibi yaşanmaz.

    gelişmiş ülkelerde ise birlik, kardeşlik retoriğiyle değil; rasyonel sorgulama, tartışma, uzlaşı veya çatışma ile kurulur ve herkes doğru dürüst yaşar.

    mhp: bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat
    hdp: yaşasın halkların kardeşliği
    akp: alevi de biziz sünni de biziz
    chp: başörtülüsü laiki hepimiz kardeşiz vs. vs.

    birlikte eşit ve saygılı bir yaşam için kardeş olmak zorunda değilsiniz. aksine birbirinizin hakkında en iğrenç fikirlerinizi kusun ki bunlar bilinsin, tartışılsın ve saçmalıkları ortaya konsun. türkiye’de tabular, otosansür ve devlet yasakları nedeniyle hiçbir şey doğru dürüst tartışılmıyor. mış gibi yapılıyor sadece. korkmayın yahu kardeşlik dışı fikirlerinizi açıkça ifade edince yeni bir şey olmaz. siz o fikirleri zaten kafanızda taşıyorsunuz, sırf açıkladınız diye iç savaş falan çıkmaz.

    artık ırkçılar atatürk milliyetçiliği, kürt milliyetçileri ezilen uluslar solcu retoriği, aleviciler laiklik, şeriatçılar başörtüsü zulmü söylemleri arkasına saklanmasınlar.

    bu ülke o kadar komik bir yer ki, din karşıtı cumhuriyet reformları için hep inönü suçlandı. oysa inönü ılımlı olan taraftı. din karşıtlığının kaynağı atatürktü. zavallı inönü günah keçisi yapıldı 🙂

  38. Sn.Necip, yukarıdakinden değil ama aşağıdakinden çok şey anlayacağınıza eminim. Umarım beğenirsiniz, bu şarkı sizin için geliyor;

    https://www.youtube.com/watch?v=iQxaadl44UQ

  39. Kardeslik kelimelerinden Gina getirmesi gercektir.
    Fasist bir kavramdir.insanlari kardeslige zorladigi icin zorbalik icerir.
    Insanlari kandirmak icin kullanilan ahlaki kavramdir. Toplumsal sorunlarin cozumunde, dinciler gibi ahlak degil,adalet,esitlik,bilimsel ve vicdan esas alinmali.

  40. Küçükaydın son yazısında yine “Erdoğan-Ergenekon ittifakı”ndan bahsetmiş;

    “Türkiye’yi esir almış Erdoğan-Ergenekon ittifakıyla uğraşmaktan, bütün dikkat ve enerjiyi onunla mücadelenin sorunlarına yöneltmekten, eşiğinde bulunduğumuz dünya ölçüsündeki devrimi yeterince erken göremedik ve bu konuda bir şeyler yazamadık.
    Elbette çürüme ve terör tüm ülkeyi esir almadan ve tam bir faşizmle sonuçlanmadan, İslamcı-Türkçü ve faşizan Erdoğan-Ergenekon ittifakının, bir an önce yıkılması ve bu yıkılışın mümkünse, kitlelerin hareketiyle ve örgütlenmesiyle olması en acil görev olmaya devam ediyor.”
    http://www.demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/11/bir-devrimin-esiginde.html

  41. Kucukaydin, habire –ya kendis adina, ya da, mesela, Marx adina– hayiflanmalar dile getiryor. Meger, Marx da, cok onemli konulara ya hic deginemis, ya da uzundan deginip birakmis. Yani, teblig tamamlanamamis.

    Kucukaydina’a haylaz diyebilir miyim, bilemem; ama, genelde herkes haylazligin iyi bir sey olmadiginda mutabik.

    Neyse, simdi gelelim bu yazisina:

    Once su ‘Endustri 4.0’ lakirdisi uzerinden yasadigi korkuya..

    Ben de, 30-40 seneden fazla oldu, ilk defa bilgisayarli makinalari (CNC isleme merkezlerini) gordugum zaman benzer bir endiseyi yazamistim.

    Oyle ya, Bati bu makinalari kullanarak istedigini istedigi zaman, istedigi kalite ve adette uretebilecek; bizim gibi 3nc dunya ulkelerine ihtiyac kalmayacakti…

    Oyle olmadi. En azindan, Bati’da bu noktaya gelen yok.

    Dogu’da var: Foxconn.

    Bir fabrika dolusu robotla bir suru seyi cok daha ucuz ve cabuk yapabiliyor.

    Ama, o da sadece belli seyleri yapabiliyor. Yani, esnek degil.

    Ya da, Elon Musk’in Tesla’sina bakin.

    Sermaye derdi yok. Istedigi kadar modern/akilli makina satin alabilir.

    Ama, yok; ne o makinalar var, ne de mevcut olsalar bile onlari bir sistem icine entegre edecek, armoni icinde calismalarini saglayacak akil –Elon Musk’da yok mudur var midir, bilemem, ama, sanayide/piyasada yok.

    O yuzden, yeni kurulan fabrikada hala daha (henuz) 500 civarinda arac uretebildiler –insan emegiyle.

    Bunun boyle oldugunu gordukten sonra, ‘Endustri 4.0’ lakirdisina bir daha bakmak lazim.

    Bu, Almanya’nin, yaklasan kaplanin onunde daha hizli kosmak icin, daha rahat ayakkabilar giymek tesebbusudur.

    Yaklasan kaplan da Dogu yani Asya oluyor.

    Almanya icinde gorulen ‘Endustri 4.0’ tartismalarinin Dogu’ya faydali olacagi kesin de, Almanya’nin (AB’nin) bu konuda onemli bir gelisme saglayabilcegi de uygulayabilcegi de cok su goturur.

    Bati, coktan heyecanini kaybetti. Sirtlari pek, karinlari tok. Oradan devrim cikmaz.

    Aslinda, daha dikkatle bakmamiz gereken bir gelisme var: Kefere buna ‘IoT’ diyor. ‘Internet of Things’ (yani, ‘Zimbirtilarin Interneti’).

    Giderek neredeyse hersey, her zimbirti dogrudan dogruya Internet uzerinde olacak. Internet uzerindenl, uzaktan, erisilebilir olacak.

    Caydanliktan tutun, evinizin, ofisinizin lambalari, isittma/sogutma cihazlari, kapiyi siz yokken acmak icin kilitler vs vb.

    Dahasi, uzaktaki sevgilinizle araniz sogumasin diye ‘teledildonics’ (ki, bunlar halen Internet uzerinden calisiyor), norologunuzun/psikologunuzun/psikiyatrinizin sizin ne tur bir manyak oldugunuza karar vermesi icin kisisel EKC cihaziniz filan, her sey, Internet uzerinden erisilebilir/kullanilabilir olacak.

    Bunlarin bir kismi halen mumkun; ama, yeterince yayginlasmasi icin koprulerin altindan daha coook suyun akmasi gerekiyor.

    O kadar buyuk bir sey ki, bu; nereye varacagi, nerede yoldan sapacagi filan.. hic bir sey belli degil.

    Gerceklesirse neyin olacagi da belli degil.

    Cep telefonlarina bakin bir. 20-30 sene once odanin yarisini kaplayan bilgisayarlar –daha da ek yeteneklerle– insanlarin cebine girdi de ne degisti?

    “İçine girdiğimiz veya eşiğini aştığımız devrimde ise, artık üretim araçları, yani aletler, yani robotlar, kendi kendilerine üretim yapacaklardır ve aynı zamanda kendilerini de kendileri üreteceklerdir.”

    Bunun ongorulebilir bir gelecekte mumkun olacagini dusunmuyorum. Dunyada boyle bir bilgi birikimi (know-how) mevcut degil. Cok uzun zaman icin de olamayacak.

    “Bu durumda emek yok olur. Emek yok olunca değer yok olur.”

    Aslolan fiziksel ’emek’ degil hayli zamandir.

    Katma deger onemli.

    Yani, bir sistemi ayakta tutmak icin, ekranin basinda pineklemek, cogu zaman bilmemneredeki madende kan-ter icinde calismaktan daha kiymetli.

    Bu baglamda, pineklenen iskollari artacak ve cesitlenecek demek istiyorum.

    “Emek yok olunca ’emek üretkenliği’nin artmasından söz etmek hala eski kategorilerle düşünmek ve dünyayı anlamaya çalışmak olur.”

    Iyi de, o dusunus zaten eskidi.

    “Emek yok olunca, emek değer yasası geçerliliğini kaybeder.”

    Acaba ’emek değer yasası’ diye bir sey gercekten var miydi?

    Onun yerine, ‘deger artici katkilarda bulunanin kiymeti yasasi’ turunden bir sey daha anlamli degil mi?

    “Dolayısıyla artı değer üretimi, yani kapitalizm olanaksız hale gelir.”

    Neden?

    Sirf siz ‘Kapitalizm’i oyle tariflediniz diye, sartlar degistiginde ‘Kapitalizm’ dediginiz yapi/olgu istifa edip gidecek mi saniyorsunuz?

    Yoo. Sadece sizin (yeterince kapsayici olamayan) taniminiz cokmus olacak.

    “Ya da şöyle diyelim. Bu devrim bunu mümkün kılmaktadır.”

    Epeyi zamandir bu boyle aslinda. Sadece bu kadar yaygin degildi.

    “İşbölümünün yok olduğu, ‘Herkesten yeteneği kadar herkese ihtiyacı kadar’ diye tanımlanabilecek ilişkileri gerektirecek bir devrimdir bu devrim.”

    Bu iyimser yorum.

    Oteki, belki de daha gercekci olan da su olabilir:

    Nasil ki, insanlar refah sahibi oldukca, refah da yayginlastikca daha az cocuk sahibi olmagi tercih ediyorlar; bu yeni durumda, cocuklarina uygun bir gelecek gormedikleri icin, hic cocuk sahibi olMAmagi tercih edeceklerdir.

    Ya da, hayatta olup da luzumsuz bulunanlar –uygun bir sekilde– kutukten dusulecek. Bu, ustelik digerlerine dusne refahin da artisi anlamina gelecegi icin, zannedildiginden daha cazip de bulunabilir.

    Yani, nufus azalacak –ger Mars’a filan gidilmezse.

  42. ahmet aslan Heybeliada

    türkiyede bilinenin aksine seçimlerin tarihi çok eskidir.1830 lardan başlar.solun en özet tarihi sosyalistlerin istediği mücadele ettiği şeye baktığımızda bir hukuk devletinden ibarettir.türkiye tarihide kısaca normalin anormal , anormalin normal olduğu bir tarihtir.bu tarih içinde sosyalistlerin bir dayanışması çok nadir.şair diyor ya, neler yapmadık şu vatan için,kimimiz öldü, kimimiz nutuk söyledi. en son bülent uluerin mezarı başındaydık,bütün bileşenler mezarın başında mı birleşecektik?burdan çıkış bir seçimle olmayacaktır,dünyadaki büyük bir değişimle ancak olabilir diye düşünüyorum.devrimci anarşist faliyet diye sığırda sıpam var dememeli,her insana ihtiyaç var.geziden biraz önce taksim dayanışmasının bir basın açıklaması vardı taksimden metroya binmek üzereydim katıldım,hatta sordum orda burdaki katılımcı kuruluşların sayısı birer kişi olsalar daha fazla insan olurdu.kameramanların gaztecilerin sayısı daha fazla, sonra gezi oldu vs vs.gelecek çokta bilinemez. bizde hiç olmazsa elimizi elimizin üstüne koyabilelim.liseli anarşistimide,solcumuzuda küçümsemiyelim.

  43. SayınZileli

    Ne olacaktım ne oldum. Özdeyişine en uygun ibretlik noktaya gelen bir siyasi şahsiyetin geldiği yeri sizinle paylaşmak istedik

    Saygılarımla, Ortak Akıl – 15 Kasım 2017

    Türkiye’de Nefret Söyleminin Öncüsü Doğu Perinçek
    Nefret, hemen ret edilecek derecede kötü ve zararlı olan nesne ve eylemlere karşı koruyucu bir duygu olarak insanlığın benliğimizde yer alır. Yalan, hırsızlık, vatan hainliği, bölücülük, canilik, ırz düşmanlığı, zalimlik gibi duygu ve eylemler insanlık tarafında nefretle karşılanır. İnsanlığın nefret ettiği bu duygu ve değer yargıları, tüm insanlığın binlerce yıllık deneyimlerinin sonucu oluşmuştur. İnsanlık nefret duygusunu toplumsallaştırıp ahlak değeri olarak benimser. İnsan bu duygu ve eylemlerde uzak kaldığı sürece temiz ve dürüst kalacağına inanır. Böylece toplum ve şahıslar bu konularda suç işlememek için bu duygular ile kendisini koruma altına almış olur. Bu konulara uzak durup, suç işlemek istemez. Çünkü bu suçu işleyenler hukuki cezasını çekmekle kurtulmaz. Tüm yaşamları boyunca toplumda dışlanırlar.
    Ancak insanlık için temiz ve doğru değerler olan nefret duygusu, siyasiler tarafında çarpıtıldığı, saptırıldığı ve yanlış yönlendirildiği siyasi stratejilerine araç olarak kullandıkları takdirde amacının tam zıttı olarak nefret söylemine dönüşür. Nefret söylemi; Zarar verme isteği, ayrımcılık yaratmak, ötekileştirme, korkutmak, sindirmek, biat ettirmek, boyun eğdirmek, düşmanlık yaratmak, kavga ve çatışma çıkartmak, şiddet uygulamak ve yok etmeyi hedefler. İnsani bir duygu olan nefret ile insanlık suçu olan nefret söylemini birbirinden ayırmak gerekir. Nefret söylemi ideolojinin bir parçası olarak şahsa ve gruba indirgendiği takdirde sorun olur. Nefret, ırk, din ve kültürlerden dolayı duyulduğu takdirde toplumsal fay hatlarında kırılma, toplumun ayrışması sonucu felaketlere neden olur. Artık şahıslar somut eylemleri sebebiyle değil, somut varlıkları sebebiyle ötekileşen ve nefret edilenler olurlar.
    Nefret söylemi bir anlık kızgınlık ile söylenen bir söz değildir. Nefret söylemi şahsi kalmaz. Siyasiler tarafında bir zihniyete, stratejiye dönüştürülür. Siyasiler önce sürekli ve kasıtlı olarak ortak değerlerimiz olan (Atatürk, Bayrak, vatan) kavramlarının arkasına gizlenirler. Sonra muhaliflerin düşünce ve eylemelerini saptırararak, çarpıtarak ve yalan söyleyerek ortak toplumsal değerleri ihlal ettiklerini ileri sürerler. Sonra bunu halka inandırmaya çalışırlar. Fiili saldırı için fikri zemin hazırlığı yaparlar. Halk bu “hainlere, bölücülere” uygun şartlarda kitlesel olarak saldırır. Kitlesel saldırı esnasında kitle içinde provokatörler ve silahlar var ise saldırı çok kolayca katliam ve yağmaya dönüşür. Böylece nefret söylemini üreten siyasinin; Saptırması, çarpıtması ve yönlendirmesi ile şahsa ve gruba saldırı kolayca gerçekleşmiş olur. Nefret söylemi medya vasıtası ile toplumda çok kolayca ve hızla yayılır. Toplum mutlak kötü olarak ilan ettiği gruba ve toplum kesimine karşı tolerans tanımaz, dışlar. Şartlar uygun ise kitle psikolojisi ile şiddet uygular ve yok eder. “Vurun kahpeye”
    Nefret söylemi kendisini güçlü hisseden ve görenler tarafında işlenir. Şahıslar, kitlesel saldırı anında kendilerini en güçlü hissederler. O anda gözü dönmüştür. Akıl, vicdan yoktur. Diktatörlük özlemi olan siyasilerin nefret söylemi; Taraftarlarının zihnini şartlandırır, düşünce ve ideolojilerini denetler ve kontrol altına alır. Nefret söylemi insanların zihinleri üzerinde vesayet kurar. Siyasette nefret söylemi ile amaçlanan: İnsanların tek tek eylemlerini kontrol etmekten çok, zihinlerini kontrol altına almaktır. Lidere itiraz kabul edilmez. Hemen ötekileştirilir, dışlanır, cezalandırır. Nefret duygusuna karşı çıkmak nasıl mümkün değilse. Lidere de karşı çıkmak ta artık mümkün değildir. Böylece lider tartışılmaz hâkimiyetini pekiştirmiş olur. Lider, söylemleri ile zihinleri doğrudan doğruya kontrol ve vesayet altına alığında. Liderin, özgürlüklere ve eylemlere müdahale etmesine artık gerekte kalmaz. Herkes liderin ne istediğini bilir. Lider emretmese dahi o durumda vazife çıkarır. Nefret söylemi devletin başta adalet, güvenlik, maliye, eğitim ve sosyal kurumları olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarına sirayet ettiği takdirde korku imparatorluğu yaratılmış olur. Böylece her denilene evet diyen ve düşünmeden hak veren bir siyasi taraftar ve çevre yaratılmış olur. Her liderin nefret söyleminin toplumda mutlaka bir karşılığı olur. Lider meşru sınırların dışına çıktığı zaman nefret duygusuna yaslanmak zorundadır. Liderin nefret söylemi kapsamı içinde sayılacak her şey taraftar için meşru ve doğru olarak algılanır. Nefret söylemi ile kurbanına yöneltilen suçlama ve karalama ne kadar aşırı, saptırma, yanlış ve mantıksız olsa dahi doğru ve meşru olarak görülür. Çünkü karşı taraf haindir ve bölücüdür. Nefret, nefreti körükler, nefret duygusu toplumda yayıldığı zaman önü alınamaz. Her iki taraftan kayıplar olduktan sonra artık düşmanlık ve nefret çığ gibi büyür. İntikamcılığın ilavesi ile en korkunç vahşetlerin zemini yaratılmış olur. Lider de artık saldırıları önleyemez. Olaya neden olan sanki kendi nefret söylemleri değilmiş gibi suçu, iç ve dış hayali düşmanlara (Kürtlere) atar. Utanmadan kurbanları ve mağdurları tarafında işlendiğini söyler. Çünkü rayında çıkan bir kitle psikolojisi önünde lider de duramaz ve gidişatı kontrol altına da alamaz. Zülum ve haksızlık artık normal bir eyleme dönüşür. Siyasal kapsamda sarf edilen nefret söylemleri, ayrışma, ötekileştirme, şiddet ve katliamlara, ülke ölçeğinde kırımlara dönüşür. Nefret patlaması, kitle psikolojisi ve intikamcılıkla katmerleşerek önüne geçilmez kitlesel şiddet ve katliamlara neden olur. (Çorum, Maraş, Sivas katliamları gibi). Nefret söylemi öldürücü bir virüstur. Toplumda hayat bulduğu takdirde; Çoğalır, böler, düşman eder, çatıştırır, katleder, talan ve yağma eder, tekrar böler ve çoğalır. Bu döngü ile toplumsal hayat zehirlenir. Taraftar sürekli korku ve tedirginlik içinde, sağlıksız bir ruh halinde yaşar. Düşünce melekelerini yitirir. Lider kendi korkularını da buna katarak kendisi de sürekli tedirginlik içinde yarattığı korkunun esiri olur. Yaratılan korku imparatorluğu lider dahil herkesi yutar. Lider yarattığı bu bölücülük hayaletine ve uydurduğu hayali düşmanlara artık kendisini de gerçekmiş gibi inanır ve siyaseten paranoyak olur. Kendisini üstün görür. Lider artık, nesnel / gerçek olan ile öznel / kendi hayalinde yarattığı hayal olanı tamamen karıştırır. “Paranoyak, siyasi şizofren ve narsis (kendisini en zeki, bilgili, yanılmaz, öngörülü ve en üstün gören) katmerli ruh hastası Türkiye’ye özgü bir lider otaya çıkar”
    Vatan Partisi (VP) lideri Doğu Perinçek ve çevresindeki dar kadrosu düşünce melekelerini kaybetmiş. VP lideri DP ben liderim ne dersem O olur misali hükmetmekte. En büyük yalanı ve nefret söylemi “Kürtler Türkiye’yi bölecek. Kürtler bölücü. Vatan haini” yalanını tekrar ede, ede kendisinin de inandığı, nesnel değil öznel, gerçek değil yalan, doğru değil yanılsamayı artık tamamen içselleştirmiş vaziyette hayal aleminde bol keseden atmakta. Asacağız, keseceğiz. Ağzında kan damlıyor mübareğin. Kadrolarını zehirlediği gibi Reis ve iktidarını da zehirlemeyi başardı. Şimdi VP lideri ve Reis birlikte toplumu zehirlemeye devam ediyorlar.
    Nefret söylemi psikolojik savaş ve kara propagandanın en etkin aracıdır. Siyasiler muhalif kesimlerini sindirmek, kendi taraflarını kenetlemek, biat ettirmek ve denetim altında tutmak için psikolojik savaş yürütürler. Modern psikolojik hareket ile korku yaratan propaganda ve ajitasyonlar; Zihinleri, duyguları ve davranışları etkisi altına alır ve vesayet kurar. Kışkırtılmış, yönlendirilmiş yanlış şartlandırmalar ile sürekli nefret duygusu yaratılır. Psikolojik hareket ve asimetrik mücadele yöntemi ile muhalif çok kolayca hain, bölücü ilan edilir. Nefret söylemi; Aşırı sağ, ırkçı milliyetçi bir söylemdir. Otoriter liderlik ve giderek tek adam diktatörlüğü yaratır. Nefret söylemi sonuna kadar lafta kalmaz. Nefret söylemini üreten giderek zalim bir diktatöre dönüşür. Taraftarları da her an suç işlemeye yatkın hale gelir. Kitle psikolojisi ile saldırı, şiddet ile katliamlara dönüşür. Nefret söylemi ile etki altına alınan saldırgan kitle; Mağdurun cezasını kendi keser. “Yirmi Ermeni kesen cennete gider” ile Ermeni kırımı. “Yedi alevi kesen cennete gider” ile Dersim 1938 Kırımı, “Yağın (Yakın) lan yağın“son Sivas katliamı ve Maraş katliamlarında canilerinin gözünü kırpmadan insan katletmenin ruh halini açıklar. Bu nedenle bu eylemler bilmeden yapılan bir anlık hareketler değildir. Nefret söylemi ile doldurulmuş, saptırılmış, şartlandırılmış ve her an patlamaya hazır bomba gibi zihinlerin, bilerek, isteyerek coşku içinde zevkle gerçekleştirdikleri eylemlerdir. Siz zalimin suç aletine dönüşmüş bir CANİ si olmak ister misin.
    Bugün aşırı milliyetçi, ırkçı, Sünnici Vatan Partisinin (VP) lideri Kürtlerin insan olmakta kaynaklanan temel hak ve özgürlük taleplerini. Yerinde yönetim metodu olarak özerklik ve anadilde Kürtçe eğitim taleplerini: Çarpıtarak, saptırarak, yanlış yönlendirme ve şartlandırma ile nefret söylemine dönüştürmekte; “Kürtler Türkiye’yi bölecek, Kürtler bölücü “ yalan ve nefret söylemini sürekli tekrarlamakta. Bölücü olan da vatan hainidir. Vatan hain olanında yaşama ve siyaset yapma hak ve özgürlüğü yoktur. Bir sonraki aşama da katli vaciptir. VP liderinin pratikte geldiği yer Kürtlerin katli vaciptir Kürtler bu ülkede adalet içinde eşit ve özgür vatandaşlar olarak yaşamak istiyor. Bu insani bir taleptir. Neden bizimle eşit yurttaş olarak yaşamak isteyen kardeşimize bu hakkı tanımıyoruz. Neden ölmek ve kardeşimizi öldürmek istiyoruz. Bu güne kadar elimizde kayıp giden çocuklarımızın kanı yetmedimi. Neden ve ne hakla bu kadar kolayca sizin olmayan çocuklarımızın öldürülmesini ve şehit olmasını istiyorsunuz. Atalarımız Anadolu’da asırlarca farklı din, dil ve kültürlerle birlikte adalet içinde eşit ve özgürce binlerce yıl bir arada yaşadı. Biz niye şiddet ve baskı ile herkesi tek bir kalıba dökmeye zorluyoruz.
    Türkiye’de siyasette nefret söylemin öncü lideri solu ve halkı bölen DP olmuştu. DP Aleviler içinde bir oyun hazırlıyor. Ancak onların deyişi ile Kürtlerin bir türlü defterini dürme bitmediği için erteleniyor. Aleviler; Ulusalcılık, Atatürkçülük gibi toplum değerleri arkasına gizlenen DP nin kendilerini de ötekileştirmek için zemin kolladığını bilmelidir. Çünkü Alevilere de tek adamlığa boyun eğmez. Muhalif olarak karşılarında duracaklarını biliyorlar. Her dönem zalimlerin zulmüne karşı olmuşlar ve olacaklar. Bunu DP ve Reis çok iyi bildiği için onlara göre Alevilere de sıra gelecek.
    Nefret söylemi üreten liderlerin varacağı yer zalim bir diktatör olmaktır. Yakınları ve taraftarları da yalancı, zalim, giderek en sonunda zulüm yapan cani bir alete dönüşür. Milyonlarca mazlum kurbanın canı, namusu, malı ve mülkü talan ve yağma edilir, ayaklar altına alınır. Türkiye içte ve dışta korkunç maceralara sürüklenir.
    Bizler zalimlere alet olup, yalancı ve suç aleti cani olmak istemiyoruz. Zalimlerin değirmenine de su taşımak istemiyoruz. Nefret söylemlerini tekrar ederek ne günümüzün zalim diktatörünü yaratalım ne de zalimleri ve zulmünü alkışlayalım. Zalim diktatörleri kaderleri ile baş başa bırakalım.

  44. rte iktidari beni iktikartda ne dudarsa ona sarilim anlayisinda yani post atatürkculuk/ sol emperyalistler söyöemler bunlarin tabii ici bos oldu galiba aklinda olan insanlarin bilicinde.
    abd büyük ortadogu projesinden vazgectiyse o zamam rte iktidari bitmistir!

    görülen ki rte artik köprüler yikiyor bati ille rusya ve iran dogru gidiyor bu ne kadar türkiyeyi bir kaos ve ekonomik iflasi getirece kesindir tusiad bu gelismeye kesinlike evet demicektir.
    ic dinamikler gelecek firtinayi bekliyor galiba buda muhaleftinin durumunu ordaya koyurur,malesef türkiyede kürt karsitligi ve savas borasani pirim vermistir.
    2018 türkiye icin daha zor ve daha gerilmili gecektir.

  45. şehitler-mehitler

    şehitler mehitler aman yeter

    hah tamam. “sen bilmem neyi rahat rahat yapabil diye onlar şehit oluyor”cu romantikler de gelmiş.
    ne yapsın lan kadın? oturup ağıtlar mı yaksın amk? kendini çöllere mi vursun? kandil’e çıkıp vuruşsun mu? ne istiyosunuz?
    sanki şehitler sizin çok s..inizdeymiş gibi beylik beylik laflar ediyosunuz anca. akşam eve gidip bira-çerez eşliğinde acun izleyeceksiniz olm. neyin vatanseverliği, neyin milliyetçiliği lan?
    tanım: gayet normal laf.
    https://eksisozluk.com/entry/72306933

  46. "Devrimci şiddet" faşizm midir?

    Aşağıdaki yorum “Giresun’da sıcak çatışma! Takviye birlik yollandı” haberine yapılmıştır;

    “Kudurmuş köpek itlaf edilir, tedavisi yoktur.”

    Türk halkının böyle düşünen önemli bir bölümü, hatta büyük çoğunluğu faşist değil ise aynı şeyi TC elemanları için düşünen – farklı etnisitelerden – devlet karşıtları da faşist değildir, diyemez miyiz?

  47. Faşist devletler imha edilmelidir.

  48. TC’ye direnirken şiddete başvuranlara terörist demek, evlilik içi tecavüze direnirken şiddete başvuran kadınlara terörist demekten farksızdır.

    Halka ekmeğini vermesi devlet terörünün, karısına ekmeğini vermesi de koca terörünün bahanesi olamaz!

  49. “tanım: gayet normal laf.”

    Neyin nerede, hangi kapsam ve baglamda yapildigi, neyin ‘normal’ kabul edilecegi uzerinde fazlasiyla etkilidir.

    Herkes (birer birey olarak) yaptigi halde, toplumsal acidan, kamu onunde yapildiginda kabul edilemez bulunan o kadar sey var ki, saymakla bitmez.

    Eger sadece bir ornek vermek gerekirse: Mesela, ‘burun karistirmak’..

    Herkes (birer birey olarak) yaptigi halde, kimse boyle bir ‘eylem’in kendi gozunun onunde yapilmasini kabul etmez –en azindan hos karsilamaz.

    Yaniiii.. ‘kadin hakli’ derseniz ciddi tepki alacaginizi bildiginiz icin, boyle dolayli yollara sapip –karnindan da konusarak– ‘normal’dir demek ne cesur ne de durust bir yaklasimdir bence.

  50. Şehitler, Bira, Çerez, Acun, Necip

    44 Necip

    Sabah “şehit edebiyatı” yap, akşam da eve gidip bira-çerez eşliğinde Acun izle!

    Tıpkı, böyle şeylerin toplum içinde yapılmasını “anormal” bulan toplum çoğunluğunun yaptığı gibi!

  51. KES SESİNİ VE UZA
    – ERGENEKON’un, Fetullahçıların orduyu ele geçirmek için uydurdukları kocaman bir yalan olduğu…
    – Taraf gazetesinin bu zokayı yutanların en başında geldiği…
    – Delil sokuşturmalarla, hilelerle, desiselerle ordudaki bir kısım subayın tasfiye edildiği…
    – Tasfiye edilen subayların yerlerine Fetullahçı subayların yerleştirildiği…
    Kabak gibi ortadayken…
    Hâlâ bin türlü laf ebeliği yapıp “Ergenekon mergenekon” diye bik bik ötenlerin kulaklarına sadece dişlerimin arasından ve çok kalın bir sesle “kes sesini ve uza” diye fısıldamak istiyorum.
    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/abdnin-ypgye-silah-gondermeyi-durdurmasinin-sebebini-acikliyorum-40659018

    “Ergenekon yok!” diyen sermaye medyası karşıtı anti-kapitalist anarşist yazar Gün Zileli ile

    “Ergenekon yok!” diyen sermaye medyasının kapitalizm yanlısı devletçi yazarı Ahmet Hakan arasında

    Bir fark var mı?

    “Fark var seninle iyi arasında büyük bir fark var. Benimle senin aranda kocaman bir fark var. Kötüyle benim aramda irice bir fark var. İyiyle kötü arasında duran.”
    https://www.youtube.com/watch?v=d93hUTsGDTU

  52. “Üç Diktatörlük” veya “Üç Diktatörlük Türü”

    Zileli’nin “Üç Ulus” yazısının başlığı ile işaret ettiği uluslara “Üç Diktatörlük” de denebilir, veya “Üç Diktatörlük Türü” yazısının başlığıyla aşağıdakiler de kastedilebilir:

    – Kemalist Diktatörlük

    – Tayyibist Diktatörlük

    – Apoist Diktatörlük

  53. İşgalciden şehit olur mu?

    Irak’ta ölen işgalci ABD askerleri şehit olmadığı gibi Kürdistan’da ölen işgalci TSK askerleri de şehit değildir.

    Üstelik, Irak’ın kendisi de Kürdistan’ı işgal eden sömürgeci devletlerden biri olduğundan ABD işgalinin Kürtler açısından savunulabilir bir yanı vardır. Aynı nedenle, Suriye’deki ABD varlığı da meşru görülebilir.

    Aynı şekilde, “Kurtuluş Savaşı” adı verilerek tersine çevrilmiş bir şekilde bakılmış bir çatışma döneminde Anadolu’ya gelen Yunan ve Ermeni ordularının durumu, Avrupalı işgalcilerden çok, işgalcilere direnen Kızılderililerin durumuna benzetilebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir