Tuğrul Eryılmaz: Türkiye ‘68’inin Kendisinden Kesip Attığı Kültürel Yanı

 

 

Tuğrul Eryılmaz, 68’li ve Gazeteci, Söyleşi: Asu Maro, İletişim, 2018

 

Bireyler kendi hikâyelerini anlatırken aslında toplumun hikâyesini anlatmış olurlar.

Tuğrul Eryılmaz’ın bir söyleşisinde kitabıyla ilgili olarak geçen ve kendisinin de her zamanki alaycılığı ile “katıldığı” “hafif kitap” nitelemesine katılmam mümkün değil. Bence bu kitap, ilk bakışta verdiği izlenimin tersine, anlattığı toplumsal dönemlere ilişkin sonuçları açısından, tek tek bizlerin de, dahil olduğumuz toplumsal hareketlerin de taşıyamayacağı kadar ağır bir kitap. Bunun neden böyle olduğunu anlayabilmek için başlangıç noktası olan 1968’e gitmek, dahası 1968’in de tarihi köklerinin uzandığı toplumsal devrim örneklerine bakmak gerekiyor.

Bir insanın herhangi bir organını reddetmesi, hatta onu kesip atması ancak bir ruhsal bozuklukla izah edilebilir ve pek de sık rastlanan bir şey değildir. Ne var ki, toplumsal hareketler tek tek bireylerden farklıdır ve onların yönelimleri, insan davranışlarına o kadar da benzemez. Toplumsal hareketleri yönlendiren güdüler dönemin toplumsal çelişkileri, bu çelişkilerin su yüzüne çıkarttığı eğilimler, gelenekler ve en önemlisi de toplumsal hareketlere çoğunlukla yön veren iktidar mücadeleleridir. Dolayısıyla, bir de bakmışsınız, bütün bu eğilim ve güdülerin bir sonucu olarak bir toplumsal hareket ya da devrim, bir insandan farklı olarak, son derece fonksiyonel olan, kendine katkısı olacak bir kesimini dışlamış, hatta bir organını kesip atmış, hatta ve hatta bazı durumlarda toptan intihar etmiş.

En keskin birkaç örnek verecek olursam, Jakobenlerin, Fransız Devrimi’nin sankülotları olan Enragé (Öfkeliler) ve Hebertistleri  giyotine göndermesi, bir parçası oldukları Fransız Devrimi’nin ayaklarını kesip atmaktan farksız bir eylemdi. Marx ve Engels’in, bizzat kurdukları I. Enternasyonal’i, Bakuninist Anarşistler tarafından ele geçirilmesini önlemek için Birleşik Devletler’e kaçırmaları, aslında “çocuğu” koruyacağım derken havasızlıktan öldürmekten farksız bir girişimdi ve nitekim I. Enternasyonal Birleşik Devletler’de öldü. Daha vahim bir örnek ise, Lenin’in ve Bolşevikler’in “Ekim Devrimi”ni koruma adına, basın özgürlüğünü tamamen ortadan kaldırmalarıydı. Şahsileştirerek bir metafor yapacak olursak bu, devrimin kafasına ağır bir darbe indirip onu akli melekelerinden yoksun bırakmaktan farksızdı. Kalbi atıp hâlâ yaşıyor olsa da, artık duygusuz ve düşünemeyen bir yaratıktı o, bundan sonra köşesinde 70 yıl boyunca acılı bir hayat sürüp sonra da ölecekti.

Tuğrul Eryılmaz’ın kitabına dönecek olursak, bence anlatılan onca şey içinde en ağırı, Tuğrul’un Siyasal Bilgiler Fikir Kulübü’ne alınmamasıdır. Hayır, başvurmuş da alınmamış değildir. Sadece yakın arkadaşı Hüseyin Cevahir, başvurursa reddedileceğini bildiğinden, arkadaşı kırılmasın, üzülmesin diye onu başvurmaması yönünde uyarmıştır. Bu acı ve bir o kadar ağır satırları burada aktarmak zorundayım:

“Toplantılar oluyordu okulda sürekli. O toplantılara gidiyorum ama ben Fikir Kulübü’ne giremedim, girmedim. İstemedim, sonra da onlar beni almadılar zaten… Hüseyin Cevahir tabii Fikir Kulübü’nün ve devrimci öğrencilerin önemli insanlarından bir tanesiydi. Herkes giriyor Fikir kulübü’ne, ben de girmek için ayaklandım. Hüseyin bana ‘Sen başvurma,’ dedi, ‘Seni almayacaklar ve sen üzüleceksin. Yani ‘Yaşam biçimin uygun değil senin’ dedi efendice.” (s. 48-49)

Bu nasıl bir taassuptur, bugünden baktığımızda gerçekten akıl sır eder gibi değil. Dünyayı değiştireceğiz diye yola çıkanlar kendi içlerindeki bir arkadaşlarını, bir devrimci genci sırf eşcinsel diye Fikir Kulübü’ne almıyorlar. Evet, tamamen dışlamıyorlar ama bu dışlamama tutumu da aslında kendilerinden değil, Tuğrul’un cesaretinden kaynaklanıyor. Çünkü Tuğrul, o mutaassıp heteroseksüel ortamında eşcinselliğini cesaretle ortaya koyan tek kişiydi. Buna cesaret etmese ve dürüst davranmasa gizleyebilir ve Fikir Kulübü’ne de rahatça üye olabilirdi. Yani aslında, biz o zamanki “devrimci” gençler, bir eşcinsel arkadaşımızın cesareti karşısında sadece sesimizi çıkartmamakla yetiniyor, onu bütünüyle dışlamıyor ama pek değerli “Fikir Kulübümüze” de almıyorduk. Eh ne de olsa geride Komintern geleneği var: Parti veya örgüt, ne halt ise, “temiz” kalmalı! Şimdi ben bunları hoyratça ifade ediyorum ama bakmayın siz, o zamanlar ben de o dar kafalı, mütaassıp “devrimci” gençlerden farklı değildim!

Tuğrul Eryılmaz, o yenilmez neşesiyle (ki bu neşede alttan alta dışlanmışlığın hüznünü sezmemek mümkün değildir) her ne kadar bu dışlamayı çok da ciddiye almadığını ifade etse de aslında durum çok ağırdır. Bir bireye karşı işlenmiş toplumsal bir tecrit suçunun ağırlığının ötesinde, aslında toplumsal sonuçlarıyla bu ağırlık iyice dayanılmaz bir hal almaktadır. Nedir bu?

Türkiye ‘68’i Tuğrul’u Fikir Kulübü’ne almayarak esasında kendi kültürel yanını dışlamış, adeta bir kolunu kesip atmış ya da kendini kültürel beslenme damarlarından yoksun bırakmış, sonuç olarak sakat kalmıştır. Bugün belki üst üste geçirmek zorunda kaldığı ameliyatlarla bu eksikliğini gidermeye, eksik olan organını organ nakli aracılığıyla tamamlamaya çalışıyor ama bu oldukça zor görünüyor artık.

Nasıl yani diyeceksiniz? Bir insanın dışlanması, nasıl böyle büyük bir toplumsal sonuca yol açabilir? Bunu anlamak için, hem Tuğrul Eryılmaz’ın bundan sonraki gazetecilik hayatında izlediği çizgiyi iyi anlamak, hem de solun daha sonraki süreçte iyice çoraklaşan kültürel yapısını iyi tahlil etmek gerekir. Tuğrul, kişisel varlığıyla ve gazeteciliğiyle bundan sonraki yıllarda ne kadar zengin bir kültürel renklilik ve zenginlik ortaya koymuşsa, sol da o ölçüde bir kültürsüzlük ya da geri kültür bataklığına saplanmıştır. 1970 ve 1980’lerde, artık 1960’ların sonlarını bile aratacak bir kültürel çoraklaşma ve taassup söz konusuydu.

Gerçi Tuğrul’un anlattığı gibi, 1980 sonlarından itibaren sol, bu kültürel çoraklığın bir ölçüde farkına varıp feminist hareketten, ekolojist hareketten, lgbti hareketinden ve anarşist hareketten bir şeyler almaya çalışmıştır ama bunlar da yarım yamalak ve başarısız organ nakli ameliyatlarından pek farklı olmamıştır. Nitekim Tuğrul, Sokak dergisinin çıkışının da solun katılığına tosladığını anlatıyor kitabında.

Kitabın ağırlığı konusunda yazılacak daha epeyce şey var ama ben burada bu kadarıyla, çok önemli gördüğüm bu noktaya temas etmekle yetineyim, bu ağır kitabın bu yanını ele almış olayım. Nasıl olsa kitap daha birçok yönüyle irdelenecektir.

 

 

Gün Zileli

22 Kasım 2018

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmil.com

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Yerelden Yenmek!

Artıgerçek YEREL MÜCADELELER Merkeziyet-âdemimerkeziyet tartışması son 200 yılın en önemli tartışmalarından biridir. Marksist sol, her …

13 Yorumlar

  1. Bir itiraf da ben yapayım. 2000 yılı olmalı, eşcinsel olduğu kolayca anlaşılan bir adam, kararlı bir şekilde harekete dahil olmak için anarşistlerle tanışmaya gelmişti. Sohbet filan değil, beraber örgütlenmek için. Yüzüne karşı düzgün muamele edilse de, dışarı çıktıktan sonra “kim bu ibne ya” diye aramızda konuştuk, kıkırdadık. Aramızdan kimse de birbirini uyarmadı. Arkadaş gerçekten de harekete dahil oldu sonra. Fakat maço normalite son da bulmadı. Ne güdükmüşüz.

  2. Öğretmenler gününüz kutlu olsun.

    Anarşizmi öğretiyorsunuz herkese Gün Hocam.

  3. kendimi hiçbir zaman öğretmen olarak hissetmedim ama sağol, öğretmenler adına kabul ediyorum.

  4. 1 Anonim” 23 Kasım / “… Ne güdükmüşüz.”
    3 yıldır bu sitede okuduklarım, bu site vasıtasıyla bulduğum diğer sitelerde okuduğum Türk solcuları bence hâlâ çok güdük.
    Alalım bu “Tuğrul Eryılmaz: Türkiye ‘68’inin Kendisinden Kesip Attığı Kültürel Yanı” yazısını.
    Yazı, hemen hemen her satır, gülünç iddia dolu ve stil bilgiç profesörlüğe özenti dili. Bir örnek: “toplumsal devrim örneklerine”. Aç tavuk kendini buğday ambarında hayal edermiş. Kaç defa toplumsal devrim oldu? En fazla gürültü eden, lokomotifin bileği güçlü kovboylardan cüzdanı güçlü tüccarlara geçişi olan koca koca Fransız Devrimi aynı zamanda dünyayı kan ağlatmayla elde edilen zenginlikle el ele gitmeseydi bir farenin osuruğu bile daha fazla gürültü ederdi.
    Benim dilim ne kibar ne de “professorial”. Önce AtıTürk sizlere “Batı iyi ama Türk Batı’sı daha iyi” şerbetini içirdi. Sonra endüstri-bilim-teknoloji peygamberleri Marks ve 19. yüz yıl anarşistler siz müritlerine “Kapital iyi ama Komünist/Anarşist Kapital daha iyi” safsatasını yutturdu. Şimdiye kadar dünyanın en salağı bile Kapital’i en etkili biçimde kapitalistlerin idare ettiğini çaktı ama solcular çakmaz numarası yapıyorlar.
    Günümüzde en kökten eleştirilerin geldiği bir disiplinlerden biri antroploji- Ne var ki, Türk solcular zerre kadar antropoloji bilmiyorlar. Hele bu sitedekiler. Forget it! What the fu*k is antropolji? Lenin veya Marks’n amcasının adı mı?
    Neyse ilk akla gelenle başlayayım: Son zamanlarda aydın olma sınavını geçmek için eşcinselliğe karşı hoş görülü olmak şart oldu. Batı, eşcinselliği moda etti, banalleştirdi. Bir çeşit “politically correct” olma sakızı ve özgürlük-demokrasi imgesi etti. Tıpkı özgür kadın olmak için bacak ve gö* göstermek şart olduğu gibi.Yazıyı yazan solcu, hiç bir eleştiri getirmeden bu sahtekarlık treninin vagonuna hemen atlamış. Pride (2014) filmini görürse belki uyanır. Filimde eşcinseller arasında tek bir kişi sosyal haksızlığın bilinci içindeydi. Solcuların ve sağcıların da göz bebeği aynı ülkeden bir manzara:
    ‘Turing was prosecuted in 1952 for homosexual acts, when by the Labouchere Amendment, “gross indecency” was a criminal offence in the UK. He accepted chemical castration treatment, with DES, as an alternative to prison. Turing died in 1954, 16 days before his 42nd birthday, from cyanide poisoning.’
    Oscar Wilde ve benzeri sayısızların başına gelenleri anlatacak değilim.
    Büyük çok çok çok büyük Devrim yapan Fransa’da eşcinselliğin suç olması 1982 sona erdi. Bilmem söylemeye gerek var mı? Büyük çok çok büyük beyinli Freud eşcinselliği hastalık ilen etti.
    Bu sapıklıklar ve yayınlanan son derece tipik Batı demokrasi kıvırmalarını kendine model alan “Tuğrul Eryılmaz: Türkiye ‘68’inin Kendisinden Kesip Attığı Kültürel Yanı” yazısı ve bu sitede defalarca yazılan günah çıkarma sapıklıklarının ana mesajı: “Birkaç” kişi ölebilir, “Birkaç” acı çekebilir, “Birkaç” kişi… ama “The Show Must Go On!”. Özür dile olur biter. Enayiler, hele demokrasi ve özgürlük aşıkları enayi numarası yapan solcular sayısı saymakla bitmez. Hem X’i isteriz, hem de anti-X’i. Kapitalistler gen kes –yapıştırmakla bizi yeni ve daha süper enayiler, pardon zekalılar yapacak. Hepimiz anarşist, kapital evet/kapitalist hayır bağıran, güzel, zeki, atletik falan filan olabiliriz (for a little fee).
    İşte bu akıl hastalıklarının tam tersi ve g*tü bo*lu çıplak vahşilerle ilgili bir gerçek:
    Kadın azalınca, çözüm? Eşcinsellik. Ne Allah, ne Muhammed, ne Atatürk, Ne baş belası Marks, ne Freud, ne devrimci Batı veya devrimci Doğu, ne Castro, ne ayıp, ne günah, ne doğaya aykırı… Medeniler arasında değişik nedenler sapık medeniler kadar çok. İdeolojisiz yaşayamayanların acınacak hali.
    Ama asıl acınacak durum Kapital allaha tapmaktan başka hiç bir seçenek kalmadığını kabul ederek kabul etmeme numaraları yapan solcular ve anarşistler.
    Benim 1960’lardan beri kadın ve erkek sayısız eşcinsel çok samimi arkadaşım oldu ve bu sitede tipik bir ‘politically correct’ terime rastlayınca başıma gelen bir olayı anlattım.
    Karım ve diğer dansözler 1996’da, 1936’da ib*e olduğu için faşistler tarafından öldürülen Garcia Lorca’ya 1996’da bir saygı dans gösterisi yaptılar. İspanya KÜLTÜR temsilcisi süslü püslü ÖZGÜR KARI, dans hocasına aynısının BM’lerde yapılmasını teklif eder, hayli kıvırmadan sonra bakla ağzından çıkar. Hocası hemen bize gelip anlattı.
    ÖZGÜR KARI: Tamam. Sadece bir soru kaldı. Dansta politik bir mesaj var mı?
    Hoca: Yok. O da ib*e, ben de.
    Bunu anlattığımda ‘ib*e’ (ibn= oğlan kelimesinden) kelimesi Gün beyi rahatsız etmiş. Stalinci günlerini hatırlayarak hemen polis ve gerçek erkeklik ruhuna kapıldı ve utanmadan bu konularda bilgisi, anarşistlik ve ilkellik konusu gibi, sıfır olmasına rağmen beni azarladı.
    Daha geçen gün siz solcuların taptığı Avrupa’da erkekle erkeğin evlenmesi, burada ‘pact’ diyorlar, kıvırmasından dolayı iki eşcinsel arkadaşımız gerçekten evlendiren bir yer buldular ve uçak biletiyle gelip bizi merasime davet ettiler.
    Kızılderililer, Avrupalılar – tabii, Türk solcuları geride kalmazlar – ile tanışır tanışmaz hemen şu yargıda bulunurlar: “Beyazlar aynı anda yalan ve gerçek söylüyebiliyor!”
    Bu sitede okuduklarım günah çıkarma, ah o eski macera ve gençlik dolu devrimci günlerimiz, enternasyoneller, Lenin, Troçki ve Stalin gibi politikacıların maharetleri, bu hem yalan hem doğru masallardan. Asıl saklanan, enayiliklerini anlamamaları ve konuyu tek bildikleri alanlara taşıyıp rahat etmeleri.
    Binlerce örnek var. Bu sitede, en basitinden, yazının bir baskı aleti olduğu, dünyayı ikici görmenin salt medeniler arasında bir ruh hastalığı olduğu, ilkellerin hayvanları daha üstün gördükleri, solcu allahı üretim-emeğin dünyayı harebeye çevirmesi ve benzeri yüzlerce sonsuz önemli konulara değinen bir inceleme görmedim. Küflenmişlierin küflenmiş masalları ve utanmadan anlatılması bana Medeniyet-Kapital cambazlığının ne kadar güçlü olduğunu fazlasıyla gösterdi.
    Bence, eğer anarşistlik oynayan Gün’ün ve sizlerin pişmanlık duyduğunuz günlerden zerre kadar faklı olmadığını anlamak isterseniz okumayacağınız binlerce kitap var. En iyisi şu kısa ve bugünkü bir yazıya bakın yeter.
    https://www.bbc.com/news/world-46301059
    ” What we could learn from remote tribes”
    Aynı sol tası aynı sol hamamı: Hem anarşist ol hem Medeni. Hem ilkel ol, hem Medeni, Her ikisinin de iyi tatafı da var kötü tarafı da. Her şey bilimsel bir ölçüye vurulmalı ve akıl kullanılmalı. Zenginlik trenini kaçıran Müslümanlar da Türkiye’de aynısını söylüyorlar: “Evet, her şey Allah’ın elinde ama Allah akıl da vermiş!”
    Siz 1968 -2018 solcularının anlamadan kıvırmalarınızın özünü anlayan BBC yapmış:
    “You can’t have peace without equality”
    “It is possible to live in complete equality – and it can make for a peaceful community.”
    “There’s one catch: it involves becoming an anarchist. No government, no state, only the individual and their will to do as they please.”
    “The Piaroa disavow violence, and don’t punish children physically. They believe peace is achieved by dismissing concepts of ownership, competition, vanity and greed.”
    “No sports are played, land isn’t owned, no-one can order anyone else to work and there’s a strong emphasis on learning from other people. Not that there’s a deference towards elders – that would make society hierarchical, and would mean not everyone was equal.”
    The idea of the individual is the most important thing, although that emphasis doesn’t foster selfishness. It is up to each individual to choose what they do, how they do it and when they do it, and they do not pass judgment on others’ decisions.
    “The Piaroa daily express to one another their right to private choice and their right to be free from domination over a wide range of matters, such as residence, work, self development, and even marriage.”
    “And because this is a society of absolute equals, men and women share the same status (not that status is a thing).”
    “Anyone who tries to conform to traditional images of manhood, like the hunter, is subject to pity and is seen to lack self-control.”
    “Each woman is mistress of her own fertility for which she alone is responsible: the community has no legal right to her progeny; nor does her husband if they should divorce.”
    “For the Bayaka, music forms a central part of their identity, and experts say the style they enjoy has even conditioned their behaviour.”
    “The music that the Bayaka sing are these dense polyphonies, meaning that each member… will be singing a different melody and by combining these you create a song,”
    “It trains you to be different and these societies highly value autonomy,” he explains. “Once children can walk they are free to decide where they sleep and with whom they associate themselves.
    “You don’t have the right to ask anybody to do anything for you.”
    But when there are no leaders, and when everyone is free to be an individual, how do the Bayaka learn to work together? Once again, the answer lies in the music.
    “It trains you to be different and these societies highly value autonomy,” he explains. “Once children can walk they are free to decide where they sleep and with whom they associate themselves.
    “You don’t have the right to ask anybody to do anything for you.”
    “But when there are no leaders, and when everyone is free to be an individual, how do the Bayaka learn to work together? Once again, the answer lies in the music.”
    Lütfen okuyun, çok uzun. Sadede geleyim. Bundan sonra salt siz ve Gün gibilere cazip gelecek, aklı başında, rasyonel, lümpen mümpen olmayan, yeşil ot yemeyen falan filan ÇIKAN BAKLALAR başlar.

    “A 2015 study examined a number of Yanomami villagers and revealed the most diverse collection of bacteria ever found in people, including some that had never been detected in humans before, scientists said.”
    “They said it showed how modern diets, antibiotics and hygiene could be reducing the range of bacteria in our bodies.”
    “Perhaps even minimal exposure to modern practices… can result in a drastic loss in bacterial diversity,”
    “With each step in Westernisation, we seem to be losing an amount of diversity.”
    “This study found that the Yanomami villagers had unique antibiotic-resistant genes, despite the fact they had never taken the drugs before.”
    Not: Bu sitede tüm dünyanın, komünist momünist, Westernised olduğunu kabul etmeyen yüzde yüz yüz karası hödük ama çok diplomalı,üniversite profesürü, köşe yazıcısı, Gün beyin hürmet ettiği, büyük beyinliler az değil. Bazıları aynı anarşist Gün bey gibi cahilliklerinden dolayı utanmadan benim cailliğime güldüler. Bir tek kişi/gurup ve bir el parmaklarıyla sayılacaklar hariç siteye katılanların tümü sonsuz anarşist, neye inanıtorlarsa o doğru. Aynı ‘tribes’larda doğan büyüyenler gibi. Söylediklerimi zerre kadar anlamayanlar horoz gibi doktor, hastane, bilgisayar, uçak saydılar. Gün’den asla ses çıkmadı. Neden? Çünkü aynı eskisi gibi ve höddğlker gibi düşünüyor: Her şeyin iiyisini alıp, kötüsünü atacaksın. Ulan bu Türkler o kada kara cahil ki, daha henüz TRICKSTER’I bile duymamışlar. Yeni bir Atıtürk veya yeni bir Karlos Markos bekliyorlar: ” Burjuva iyi, komünist daha iyi!”
    NİHAYET BÜYÜK MODERN ve MEDENİ BÜYÜK BAKLA ÇIKAR:
    “Don’t over-romanticise how they live, but learn from it. Just like there are good things you can learn from Western religion.”
    Lenin-Stalin-Hitler-Mao amcalarınız sizler için milyonlarca cana kıydılar. Şimdi de Trump-Putin-Xi Jinping- Merkel- May- Mondi- amca ve ablalarınız sizi “best of all possible world: Facebok, Goygle, Twatter, Gen kes-yapıştır… falan filan”a hazırlıyorlar. Gün trene atlamış, darısı sizlerin başına.
    Hıristiyanlar, sevgi Allah’ı için daha da çok milyonların canlar kıydılar.
    Galiba amcalarınız ve teyzeler daha meleğimsi.
    Yazımın özünü tekrar ediyorum: 68’den hiç bir farkınız yok. Formül aynı formül: “İSTİYORUZ, SEVİYORUZ ama İSTEMİYORUZ, SEVMİYORUZ!”

  5. Gün Zileli tecrübesiz

    Mevcut kapitalist sistemin nasıl işlediğiyle ilgili tecrübeniz yok sayın Zileli.

    Kapitalizm gözleminiz ve eleştirileriniz 1980 öncesindeki kapitalizmle sınırlı, kendinizi güncellememişsiniz.

    “Anarşizm”i nasıl geç keşfettiyseniz, kapitalizmin günümüzdeki durumunu da geç farkediyorsunuz, geriden geliyorsunuz.

    “Prekarya (precariat)” sınıfı hakkında bilginiz var mı sayın Zileli? Endişelenmeyin, Stalinistlerin uydurduğu bir sınıf değil bu.

    Peki, “mobbing” ne demek, biliyor musunuz sayın Zileli?

    “Netokrasi (netocracy)” tabirini ve kimlerden oluştuğunu, hayata hegemonya kurduklarını biliyor musunuz peki sayın Zileli? “Hayata hegemonya kurmak mı.. Güldürmeyin beni..” diye hınzır bir tebessüm oluşmasın suratınızda. Netokratlar, sizi bile sömürüyor, farkında değilsiniz.

    Daha da yazabilirim ama bunları sizin kendi çabanızla öğrenmeniz gerekir.

    Geçmişe çok fazla takılıyorsunuz, adeta saplanıp kalıyorsunuz, günümüzü ıskalıyorsunuz sayın Zileli.

    .
    .
    .

    Yavuz Turgul’un yönettiği, Şener Şen’in başrolde oynadığı “Yol Ayrımı”, gayet sıradan bir film. Çekim teknikleri dışında yüceltilecek hiçbir tarafı yok.

    Filmin analizi ve eleştiriler burada, okuyunuz ve günümüzdeki kapitalizmi anlayınız sayın Zileli:

    “Şener Şen: Köprüden Önce Son Çıkış” (Haydar Ali Albayrak)

    http://www.ekdergi.com/sener-sen-kopruden-once-son-cikis/

    “Yol Ayrımı: Bir Şener Şen Vardı…” (Tuncer Çetinkaya)

    http://www.ekdergi.com/yol-ayrimi-bir-sener-sen-vardi/

    “Sinemamızda sadece bireyci dertler var.” (Ercan Dalkılıç’ın Haydar Ali Albayrak’la yaptığı röportaj)

    http://www.ekdergi.com/haydar-ali-albayrak-sinemamizda-sadece-bireyci-dertler-var/

  6. Albayrak’ın yazısını yeni okumuştum. Öküzün altında buzağı arayarak sinema eleştirisi yapılmamalı bence.

  7. Kıssadan hisse, Behice Boran’ın TİP lideri olabilmesi gibi, Tuğrul Eryılmaz’ın önü böyle kesilmeseydi belki biz de 30 yıl sonra ismini duymuş olur, ta 2000 yılında da ilk mesajda yazdığım gibi davranmazdık. Bir örnek olurdu eşcinsel kimliğiyle bilinen bir devrimci. Yani Zileli’nin yazısındaki düşüncesi çok haklı, onyıllar sonra birebir yankıları oldu o zamanki yanlışın.

  8. Medenilerin saymakla bitmez yobazlık ve saplantıları.

    Bir yanda anarşik dünya, anarşik doğa, Medeniyet’e kadar anarşik yaşayan insanlar, Medeniet’ten sonra anarşiklik mirasını son zamanlara kadar devam ettiren ayak takımları-tahsilsizler-fakirler-sıradanlar; diğer yanda düzenciler. Bir de bu düzencilikle kafayı yiyeneler gülen asil ruhlu düşünürler var.

    Düzenciler medeniyetle doğdular ve özellikle son 5-6 yüz yıl tavşanlar gibi arttılar. Bunlar, krallar ve son zamanlarda tekrar dirilen erkek kraliçeler, saray içine kapağı atanlar, saray etrafında volta atanlar, tahsilliler, bilim adam ve karıları…

    Konu ‘Tuğrul Eryılmaz: Türkiye ‘68’inin Kendisinden Kesip Attığı Kültürel Yanı’ olduğundan, yazımı Medeniyet’i çeken trenin son lokomotifi Batı’nın en satıhsal, resmi devrimcilik ve düzenciliğini benimseyen 68’lilerle kısıtlayacağım.

    Bunların düzenci artistleri sarışınlar: Atatürk, Marks, Lenin, Troçki, Stalin, Mao, Castro, Che Guvera… Gökten yere indirilmiş cennetin peygamberleri.

    Merak edip, aşağıdaki yazıyı okudum.
    “http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-pazar/hep-bir-mizahimiz-oldu-hep-hayata-kahretmedik-sonradan-arabesk-oldu-millet-41022189”

    Bir zamanlar devrimci olanın mubarek ağzından çıkan gıdıklayıcı (diskotek), 68’lileri güzel özetleyecek tipik bir laflar.

    “- Yahu sen bize o kadar Marx anlatmışsın, milliyetçiliğin ne kadar kötü olduğunu senden öğrendik. Çok zor böyle sevdiğim birini yargılamak ama… Türkiye’nin onun kıymetini bilemediğini düşündü bence. Bir de, yaşlanmak kötü bir şey. Enikonu MUHAFAZAKÂRLAŞIYORSUN. Niye hâlâ DİSKOTEKLERE gidiyorum sanıyorsun?”

    Benim tanıdıklarımın hepsi yaşlandıkça daha radikal oldular. Bir yerde bir bit yeniği mutlaka var. Üstelik ben aynı masalı son 40-50 yıldır, devrim ile rafahlığa ve bolluğa kavuşma ümidi besleyenlerin hepsinden duydum. Daha zeki olanlar sociobiology, evolutionary psychology, insan doğası, ağzında kemik olan köpek havlamaz ve benzeri teoriler geliştirip özgür veya değil üniversiterde yeni nesillerin harıl harıl okudukları kitaplar yazdılar. Bu herif ve Zileli de pek geri kalmaz ama pek öyle yüksek zekalı değiller. Sorry, no dice!

    68’den hemen sonra aynı bu Tuğrul Eryılmaz Türk devrimcileri gibi devrimle şanlı, namlı, saray memurları olmayı düşünen ve genellikle diğer akıma katılanlarla, hiç değilse benim gibi şapşallarla, kıyaslandığında, aynı bu eski devrimci gibi çok daha yüksek IQ’lüler. Daha henüz yaşlanmadan, “genç olmanın idealistliği, hayal perestliği falan filanla” son derece yüksek maaşlı işlere kapak atıp konuyu unuttular. Avrupa’da bunlar “baba cool”, bunlar ya Hindistan’a ya da Amerika’ya turistliğe gidenler. Elbise, saç, dil yerinde. Aynı 68 devrimci Türkler gibi, maske ve dil tamam. Tabii, en güzel örnek Gün Zileli’den çok daha üstin zekalı olduğundan, çok daha parlayan yeşillik anarşisti Daniel Cohn-Bendit. Ne Zileli ne de Zileli’nin politika hocası doğal-organik-prinç ayıklayıcısı Daniel Cohn-Bendit kadar tanınan artist olabildiler.

    Düzenciler, Anarşikler ve Düzencilere Gülenlere somut örnek veryim.
    Düzenciler hengamesi:
    Medenier arasında eşcinsellik, biyolojik, psikolojik, sosyolojik, politik, dinsel, ahlaki, laiksel, ilerici, gerici, gelenek, adet, töre, doğaya aykırı, doğa dışı… Medyada haber bolluğu ve enayi avcılığı, okullarda ders olur. Kültürel boyutlar kazanır. BM, Nato, İnsan Hakları devreye girer. Elbise, makyaj, şarkı, türkü dans endüstrileri binlerce diğer para ve iş sever işgüzarlar hemen iş başı ederler.

    Anarşikler:
    Medeniler tımarhanesinde dışarı çıkarsan bu delilere gülenlerle tamamıyla başka ve gerçek anarşik dünyaya girersin.

    In Oaxaca’s Istmo de Tehuantepec region, the traditional indigenous division of three genders is seen as a natural way of being.
    “Which form should I use when I talk to you: feminine or masculine?” I asked Lukas Avendaño, who I had seen in trousers earlier in the day but now was wearing a traditional black skirt with colourful embroidered flowers called an enagua. We were speaking in Spanish, with its gendered nouns and pronouns. “I prefer you’d just call me sweetheart,” Avendaño giggled. There’s men and women and there’s something in between, and that’s who I am-
    “In Zapotec, as in English, there are no grammatical genders. There is only one form for all people. Muxes have never been forced to wonder: are they more man or woman?” Avendaño explained.
    “We’re the third sex,” added Felina, who, unlike Avendaño, decided to change his given male name, Ángel, and goes only by this moniker. “There’s men and women and there’s something in between, and that’s who I am.”
    In the Istmo de Tehuantepec region in Mexico’s southern state of Oaxaca, there are three genders: female, male and MUXES
    [Not: For the idiots who are complete slaves of scientific thinking and hence of Atatürk-Marks et al, mythological thinking is incomparably more powerful than logical thinking, as in arts and poetry. ]
    Some say they [they =MUXES] fell out from the pocket of Vicente Ferrer, the patron saint of Juchitán, as he passed through town, which, according to locals, means they were born under a lucky star.
    [Note: The Church finally acquiesced to the fact that most natives who have been christianized when entered the local church still go for the staute of Mary, because she represents the life giver Motherearth and not like the idiot revolutionaries who go for the middlemen like Atatürk-Marks-Lenin-Stalin-Mao etc.]
    Juchitán is famous throughout Mexico for its strong and proud women. Some even call it a matriarchy, which is not necessarily correct, but women traditionally handle the money brought home by the men. (Locals joke that men here have sweet or salty penises, meaning they are either farmers or fishermen.)
    “An important difference with urban Western sexual culture is that for Zapotecs, only sexual relationships between a muxe and a heterosexual male have meaning. Relations between muxes or between a muxe and a gay man don’t make sense, in fact they are even inconceivable. No muxe would sleep with a man who considers himself gay,”
    “God created woman and man, but he also created human nature, and – please forgive me, God, if I offend you – it’s possible that the nature created by him decided who humans are. And among people, there are homosexuals and IT’S TOTALLY NATURAL.”
    . “Traditionally, being muxe didn’t depend on sexual orientation. It’s a cultural gender, SOCIAL FUNCTION AND IDENTITY, but not a characteristic of someone’s desires”

  9. bohemian rhapsody

    Güzel bir film olmuş. Fırsatınız olursa izleyin.

  10. Bir yabancının gözünden Türkler

    Türk bir kadınla evli, 3 yıl Türkiye’de yaşamış bir yabancının gözünden Türkler:

    1) Benmerkezcilik

    2) Sorumluluk eksikliği

    3) Dedikodu ve kötülük

    4) Tabular ve toplumsal yaşam üzerindeki dini etkiler

    5) Kamu görevlisinin hesap verme sorumluluğunun olmaması

    6) Yaygın kadın düşmanlığı, azınlıklara hoşgörüsüzlük, şoven milliyetçilik ve açık faşizm

    7) Yeni mimari

    8) Çöp

    Bu sekiz başlık altında birer paragraflık açıklamalar yazmış. Detayları şu adresten okuyabilirsiniz:

    https://seyler.eksisozluk.com/turk-bir-kadinla-evli-ve-3-yil-turkiyede-yasamis-bir-yabancinin-gozunden-turkler

  11. 68 kisiden bazi sacmaliklar. Nereye saldiracagini biliyor. Yazinin hersey kötü degil sacmalamasi ve bilmezliginin yaninda.
    Mustafa Yalciner’den alinti ” Modern revizyonizmin elinde SSCB’nin uluslararası işçi sınıfı ve örgütlerini maddi ve manevi olarak etkileyen çöküşünün yanında Althusser’den Samir Amin’e türedi Marksizm yorumcularıyla İ. Wallerstein ve M. Bookchin gibi burjuva liberalleri ve anarşizanlarca revizyonizmin oluşturduğu kafa karışıklığı ve bulanıklığın koyulaştırılmasının ürünüdür günümüzdeki ideolojik karmaşa. Bizde “radikal demokrasi” savunuculuğuyla birleşen, Birikim’den biriktirerek AKP destekçiliğine kadar ilerlemiş “yetmez ama evet”çi liberalizmin tuzu boldur “çorba”da. Bakın Gazete Duvar’a; biri HDP diğeri CHP vekili iki yetmez ama evetçi liberal, ikisi de devletçiymiş ve “yönetici kurumları” savunuyorlarmış diye AKP’yi SBKP’ye benzetiyor. Ne sosyalizm ve dinciliğin ne de burjuvaziyle, hem de tekelcisiyle işçi sınıfının karşıtlığı önem taşıyor beylerimize göre!.
    Yazinin tümü: https://www.evrensel.net/haber/367899/sari-yelekleri-kusanarak

  12. ahmet aslan , heybeliada

    kitabı degişik yerlerinden okuyorum , birşey ögreniyorsam olumludur bence . sevgiler saygılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir