İki Yayın Emekçisinin Anısına

Artıgerçek

Pencere Yayınları’nın (Kuruluşu: 1989) kurucusu ve yayın yönetmeni Muzaffer Erdoğdu’yu 10 Haziran 2023’te kaybettik.

Yaba Yayınları’nın (Kuruluşu: 1972) kurucusu ve yayın yönetmeni Aziz Aydın Doğan’ı da, bundan yaklaşık iki yıl önce, 11 Temmuz 2021’de kaybetmiştik.

İkisini bir arada anıyorum, çünkü ikisi de, sosyal ve siyasal kökenlerinde, yayıncılık tarzlarında önemli paralellikler olan yayın emekçileriydi.

AZİZ AYDIN DOĞAN

Muzaffer Erdoğdu’dan yaklaşık on yaş büyük olan Aziz Aydın Doğan’la başlayayım.

1947, Elazığ, Keban doğumlu Aziz Aydın Doğan, İngilizcede “self-educated” denilen, okul yüzü görmeden, okuma-yazmayı kendi kendine öğrenen, edebiyat ve sanat alanında kendini yetiştirmiş, sonra da yayın alanında, kapitalist piyasa düzeninin dev dalgalarına direnerek, o karanlık 1972 yılından 2021 yılına kadar, 50 yıl boyunca Yaba Yayınları’nı yaşatmış bir edebiyatçı ve yayıncıydı. Yaba, bugün de, eşi Ayşe Doğan tarafından, Tünel’deki Galipdede Caddesi, 55/1’de varlığını sürdürmektedir.

MUZAFFER ERDOĞDU

Ve Muzaffer Erdoğdu’yla devam edeyim.

1956, Tokat, Niksar doğumlu Muzaffer Erdoğdu da, Aydın Doğan gibi, kendi kendini eğitmiş, sonra da, 1970’li yıllarda, İstanbul’da, Tür-Da adlı, Aydınlık hareketinin yayın dağıtım kuruluşunda çalışmış; güçlü kollarıyla kitap balyalaması ve sırtında balyaları taşımasıyla, arkadaşları arasında “devrimin hamalı” diye anılır olmuş; Cağaloğlu’nun yayın dünyası içinde, matbaacılarla kurduğu arkadaşlık sayesinde ve onların kendisine açtığı “şahsi krediler”le 1989’da Pencere Yayınları’nı kurmuş ve bugüne kadar, 34 yıldır yaşatmış bir yayıncıydı. Pencere Yayınları, bugün de, yayınevini devralan arkadaşlarca, Kadıköy’deki Pavlonya Sokak, Nuhoğlu İşhanı, 10/6’da faaliyetine devam etmektedir.

KADİM ANADOLU HALKLARIYLA İLGİLİ KİTAPLAR

Her ikisi de, 1970’li yıllarda, Aydınlık (TİKP) hareketi saflarında yer almış, fakat 1980’li yıllarda, bu hareketi eleştirerek ayrılmış, herhangi bir başka örgüte katılmasalar da solda kalmakta ısrar etmiş; her ikisi de, birçok telif ve çeviri kitabın yanı sıra, Anadolu’nun kadim halkları, Ermeniler, Rumlar, Museviler, Süryaniler, Kürtlerle ilgili tarih ve anı kitapları yayınlamıştır.

AYDINLIK GAZETESİNİN SİYASİ VEFASIZLIĞI

Ve çok ilginçtir ki, her ikisi de öldüklerinde, birçok yayın organı onların ölümlerini duyurdukları, yaşam öyküleri hakkında kısaca da olsa bilgi verdikleri, yazarlar köşelerinde onları andıkları halde, 1970’li yıllarda aynı hareketin saflarında bulundukları Aydınlık gazetesi, haklarında en ufak bir duyuru yapmamış, kendi tarihi içinde böyle insanlar hiç yaşamamış gibi davranmayı tercih ederek tek satır yazmamış ve böylece, siyasette vefasızlığın beliğ bir örneğini verdiği gibi, bu tür örgütlerin nasıl ruhsuz robotlardan meydana geldiğini kanıtlamıştır.

FIRTINALI PİYASA DENİZİNDEKİ KÜÇÜK YELKENLİLER

Her ikisi de, koca koca yayın tekelleri ortamında, fırtınalı ve dalgalı piyasa denizlerinde, küçük “yelkenlileri”yle yol almaya cesaret etmiştir. Yanlarında çalıştırdıkları işçileri yoktu. En fazla, dayanışma duygusuyla onlara yardıma koşan birkaç genç olurdu yayınevlerinde ara sıra. Kendi küçük atölyelerinde, elde çekiç, tek başlarına çalışan küçük zanaatkârlara benzerlerdi. Bununla birlikte, yazar ve sanatçılarla bağlarını korur, onların telif kitaplarını ve çevirilerini basarlardı.

YABA’DAKİ YAZAR ve ÇEVİRMENLER

Örneğin, 98 yaşında, halen hayatta olan çevirmen Vedii İlmen, kitap ve çevirilerini Aziz Aydın Doğan’a verirdi. Ferit Edgü, 1964 yılında Ataç Yayınlarından çıkmış, Albert Camus’nun Doğrular çevirisini Yaba Yayınları’na bağışlamıştı. H. Topuzoğlu’nun çevirdiği, harika bir kitap olan, Eliya Vartanov’un, Sibirya Sürgünü Asurilerin Anıları kitabını yine Yaba basmıştı. Keza, Aydın Aydemir’in yazdığı Nazım biyografisi, Aydemir’in ölümünden sonra ailesi tarafından Yaba Yayınları’na verilmiş ve yayınlanmıştır.

PENCERE’DEKİ YAZAR ve ÇEVİRMENLER

Pencere Yayınları da çok sayıda yazar ve çevirmenin uğrak yeriydi. Pencere Yayınları, Halim Spatar, Ö. Faruk Ciravoğlu, Halil Berktay, Ülkü Ahmet, İsmet Zeki Eyüboğlu, Yalçın Yusufoğlu, Nesim Ovadya, Oral Çalışlar, İpek Çalışlar, Faik Bulut, Gün Zileli, Günay Aslan, Engin Erkiner, Fatmagül Berktay gibi yazar ve çevirmenlerin telif kitap ve çevirilerini basmıştır.  

Her ikisi de, yayıncılık alanında daima, akıntıya kapılmamanın, sebatkârlığın ve tok gözlülüğün güzel birer örneği olarak anılacaktır.

Gün Zileli

17 Haziran 2023

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1937 – Moskova Duruşmaları ve Kızıl Ordu Generallerinin Tasfiyesi

Artıgerçek Sovyetler Birliği’ndeki 1930’lu yılların “Büyük Temizlikleri” konusuyla ilgilenenlerin ne zamandır beklediği, Sovyetler Birliği’nin akademisyenlerinden …

2 Yorumlar

  1. “İki Yayın EMEKÇİSİNİN Anısına”

    Önemli giriş notu: Arkadaşlarınızı anmanızla gösterdiğiniz sevgi ve saygının takdiri ölçüsüz.

    Bundan 12 yıl önce Türkiye’ye geldim ve iki yıl kaldım. Nerede olsam en fazla duyduğum iki kelime: “Emek” ve “Yalan”.

    Bilmem “emek” kelimesinin Marksist-solcu-devrimci edebiyatında çok önemli bir yer aldığını söylemek gerekir mi? Ancak bu kelimeyi sık sık duyduğum insanların hemen hemen hepsi ne Marksist ne de solcu devrimciye benzerlerdi.

    Her neyse.

    “Emek” kavramının tarihte doğmuş olmasını kanıtlayan sayısız güzel misaller var ama bir işe yarayacağını sanmıyorum. Eve yakın bir misal yeter artar bile.

    Anne ve babanız çocuklarının ihtiyaçlarını — yiyecek giyecek alıp eve getirmek, yemek yapıp paylaşmak ve benzerleri gibi — karşıladıklarında, yaptıkları “emek” mi?

    Marks ve diğer burjuva ekonomistler bile emekten değere geçiş ve özellikle alış-verişi anlamak için kafalarını yordular.

    Eğer başa dönersem, yazdığınız anının değeri ölçüsüz, emek ise ölçülür.

  2. “İki Yayın Emekçisinin Anısına” yazısındaki emek üzerine ya da Elhamdülillah bir defa Marksist-Leninistiz, daima Marksist-Leninistiz

    Türkler ve hatta şimdi artık zaten başka bir şey kalmadığından tüm dünyanın olmak için can attığı Avrupalılar Amerika’yı bulup viraneye çevirmeden önce, bir avcı bir hayvanı görüp izine düştüğünde geçtiği yerlere izler bırakırdı. Hayvandan vazgeçmesi halinde herhangi bir avcı aynı izleri kullanabilir ve hayvanı avlayabilirdi.

    Beyazlar hayvan kürküne karşılık yerlilere içki, metal malzemeler ve silahlar vermeye başladılar ve bundan böyle hayvanı ilk gören, takip eden ve izler bırakan avcıdan başka bir avcı yararlanırsa yerliler arasında kavga çıkmaya başlar.

    Beyazlar Afrika’da etrafta dolaşıp yiyecek toplayan pigmelerin bir kısmını yerleşmeye mecbur ettiler. Dolaşmadan vazgeçmeyenler arada bir şey bulamayınca yerleşen akrabalarının kapılarını çalarlardı. Akrabalar, yiyeceklerine emek verdiklerini hatırlatıp yardım etmez oldular.

    Ne yeryüzünde ne gökyüzünde kaldırmadığı taş, değinmediği konu kalmayan, varlıklar muhasebecisi ve tarihte ilk turist Büyük İskender’in akıl hocası Aristo bile bir türlü bir çift kunduranın bir tavuğa bedel olması gizeminin sırrına varamadı. Marksistlere göre Marks bu işi çözmüş ya da en azından bilimselleştirmiş. Öyle olsun. Tabii diğer “-ist”leri susturamazsın ama nafile. Çünkü,”Elhamdülillah bir defa Marksist-Leninistiz, daima Marksist-Leninistiz”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir