Ulusalcılık Defnedilirken…

Artıgerçek

Ulusalcılık ideolojisi aşağı yukarı yüz yaşlarında ömrünü tamamlamış bulunuyor.

Kadim imparatorlukların 1789-1919 arasında çöküp dağılması, ölen imparatorlukların bağrında ulus-devletlerin ve milliyetçiliğin doğması sonucunu vermişti. Buna paralel olarak, eski sömürgeci sistemin 20. Yüzyıl boyunca çözülüşüyle ortaya yeni ulus-devletler çıktı. Bu gelişmeler, ulusalcı ideolojinin barutunu oluşturdu.

BAKÛ KONGRESİ’NDE VE KOMİNTERN II. KONGRESİNDE ULUSAL SORUN TARTIŞMASI

Batının, Sovyetler Birliği’ni tecrit politikasını Doğu’nun yoksul ve sömürge halklarının ulusal talepleriyle yarmaya çalışan Bolşevikler, ulusal sorunu 1-7 Eylül 1920 tarihinde yapılan Doğu Hakları Birinci Kongresinde (Bakü) gündeme getirmişlerse de, bu sorun teorik planda ilk olarak, aynı yılın 19 Temmuz-7 Ağustos tarihlerinde yapılan Komünist Enternasyonal (Komintern) İkinci Kongresi’nde tartışılmıştır.

Tartışmanın tarafları, Lenin ile Hindistan KP delegesi M. N. Roy’du. Lenin, ulusal hareketleri, dünya devriminin yardımcı gücü olarak değerlendirmek istiyor, bu yüzden ulusal uyanış içindeki sömürgelerde ve tâbi ülkelerdeki her türlü ulusalcı eğilimi (bu eğilimlerin sözcülüğünü, esasen o ülkelerin egemen kesimleri yapıyor olsa da) müttefik olarak görüyordu. M. N. Roy ise, bu yerli egemenlerin sömürge ve ezilen halkların düşmanı olduğunu, gerçek bir ulusal hareketin bu halkların yerli egemenleri de hedef almasıyla gelişeceğini ileri sürüyordu. Sovyetler Birliği içindeki ulusal-devrimci eğilimin temsilcisi Sultan Galiyev’in tezleri de Roy’un tezlerine denk düşüyordu. Galiyev, dağılan Rusya’da ulusal uyanış içinde olan halkların, yerli egemenlerin değil, radikal ulusal-Bolşevik önderliklerin etrafında toplanmasını istiyordu. Tabii, bu radikal görüş, reel-politikayı esas alan Bolşevik Parti tarafından hızla tasfiye edildi. Aynı şey, süreç içinde M. N. Roy ve görüşleri için de söylenebilir.

Lenin, sözü geçen Komintern II. Kongresi’nde her ne kadar tezlerini Roy’un tezleriyle uzlaştırmaya çalışmışsa da Bolşevik Partisi, Lenin’in ölümünden sonra, Stalin’in önderliğinde, sömürge ve yarı-sömürge denen ülkelerde yerli ulusal önderliklerle, yani yerli egemenlerle işbirliği politikasını yürürlüğe koydu.

 

ÇİN DEVRİMİ PRATİĞİ

 

Bu çizgi, 1920’li yıllarda ilk olarak Çin’de uygulama olanağı buldu. Yeni Çin’in egemen sınıflarının temsilcisi Sun Yatsen’in Kuomintang partisi, “milli burjuvazi”nin temsilcisi olduğu gerekçesiyle Sovyetler Birliği tarafından desteklendi. Hatta, köylülerin toprak özlemine yanıt verdiği için hızla gelişmekte olan ÇKP’ye de, Kuomintang’a dâhil olma talimatı verilmişti. Stalin, Kuomintang’ı bir tür “ulusal cephe” olarak görüyordu.

Fakat, 1926 yılına gelindiğinde, Sun Yatsen’den sonra partinin başına geçmiş olan Çan Kayşek, adeta M. N. Roy’un tezlerini doğrularcasına, ÇKP’ye karşı büyük bir anti-komünist ve toprak devrimi düşmanı kampanya başlattı. Binlerce komünist ve köylü katledildi. ÇKP’nin köylülerden oluşan Kızıl Ordu’su ve toprak için yanıp tutuşan Çin köylü kitleleri, canlarını, ancak Stalin’in şehir ayaklanmaları taktiğinin yanlışlığını pratikte göstererek ÇKP’nin liderliğine yükselmekte olan Mao zedung’un önderliğinde, Çin’in derinliklerindeki Yenan bölgesine çekilerek kurtarabildiler ve burada devrimci üs bölgeleri kurarak uzun süreli bir halk savaşı yoluyla, Roy’un ve Galiyev’in önerdiği ulusal-devrimci çizgiyi pratiğe koydular.

Mao’nun başarısı, Çin ulusalcılığını, köylülerin toprak devrimi ile birleştirerek geliştirmesinden ve pratikte Stalin’in ulusal-işbirlikçi çizgisinin tam tersi bir yol izlemesinden kaynaklanıyordu.

 

“KAPİTALİST OLMAYAN YOL” VE BLOKSUZLAR HAREKETİ

 

Çin ulusal devriminin başarıya ulaşması ve Sovyetler Birliği’nin, sömürgelerin tasfiyesi ile bağımsızlığına kavuşan ülkelerin yeni “ulusal liderlerine” (elitlerine) “kapitalist olmayan yol” tezi çerçevesinde destek vermesi, “3. Dünya” adı verilen yoksul periferi ülkelerinde bir ulusalcı dalgaya yol açtı. Bu ulusalcı dalga, 1950’li yıllarda “Bloksuzlar hareketi”ni doğurdu. Batı blokuna da, Sovyet blokuna da dâhil olmayan, bağımsızlıklarına kavuşmuş “3. Dünya” ülkelerinin elitleri, ülkelerini Batı sermayesinden bağımsız bir şekilde “kalkındırabilmek” için bir süre, ulusalcılığı körükleyen Sovyetler Birliği’nden ve Çin’den gelecek yardımlara bel bağladılar. 3. Dünya’da (özellikle Arap dünyasında) eski tarz prenslik ya da şeyhliklerle yönetilen ülkelerde asker-sivil entelijansiya (bizde buna MDD’ciler “asker-sivil aydın zümre adını takmışlardı) bir dizi askerî darbeye girişti. Bu darbeler, elbette baskıcı yönetimler doğurdu ama bunlara toptancı bir mantıkla “faşist” damgası vurmak hata olur. Bunlar, ulusalcı eğilimli tek parti (Arap ülkelerinde Baas) diktatörlükleriydi.

 

YÖN VE MDD’NİN ULUSALCILIKLARI

 

Keza, Türkiye’de, 1960’lı yıllarda, önce Doğan Avcıoğlu’nun YÖN hareketi ve hemen ardından Mihri Belli’nin MDD (Milli Demokratik Devrim) hareketi, gücünü böylesi bir “3. Dünya”cı ulusalcılıktan almıştır.

Ne var ki bu proje, özellikle 1970’ler ve 1980’lerdeki, Batı kapitalizminin neo-liberal iktisat politikalarıyla, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin, bırakın bu ülkelerin ulusal ekonomilerini kapitalizmin karşısında geliştirmelerine yardımcı olmayı, bizatihi kendilerinin kapitalizmin cazibe alanına girmesiyle kadük oldu. 1980-90’larda artık ne ulusal cepheler kalmıştı,  ne “ilerici” askeri darbeler, ne “Bloksuzlar” hareketi. Aslında ulusalcılık 1960’larda zirve noktasına vardıktan sonra yıkıma doğru yol almaya başlamıştı.

 

AVRASYACILIK!!

 

Buna rağmen, her zaman anakronik-modernist eğilimlere merak sarmış Türkiye’de, 1990’lı ve 2000’li yıllarda, ulusalcılığın dünyada çöküşe gittiği koşullarda, ulusalcı ya da “Avrasyacı” bir dalganın yükselmiş olduğunu tespit etmek gerekir.

Böyle bir akımın yükselmesinin nedeni, sanırım, Türkiye’nin, kapitalist-emperyalist dünyanın periferisinde yer alan orta gelişmişlikte bir kapitalist ülke olmasına rağmen, ulusal para birimiyle neredeyse bir sömürge statüsüne düşmüş olmasıdır. Bu durum, ulusal aşağılanmışlık duygusunun yol açtığı yeni tür bir ulusalcılığı canlandırmıştır. Ne var ki, yaşadığımız dünyada, 1990’dan beri “sosyalist” iddiasını terk etmiş Rusya’yı bir yana bırakalım, anti-emperyalist bir devrimle kurulmuş Çin Halk Cumhuriyeti bile kapitalizme bu kadar iştiyakla yönelmişken, ulusalcılık sadece eski türde kapitalizme karşı ÇHC damgalı bir kapitalizmin savunuculuğu olabilir ve bunun da ulusalcılığın orijinaliyle benzerliği yok denecek kadar azdır. Tabii, eğer kapitalizmden sadece ABD’yi anlamıyorsak.

Kısaca belirtecek olursam, 1960’ların sonundan beri yavaş ölüm sürecine girmiş olan ulusalcı ideoloji bugün artık hayatiyet belirtisi göstermeyen bir ölüye dönüşmüştür. Bugün kendini “Avrasyacılık” diye takdim eden, bir zamanların gerçekten de emperyalizme kafa tutmuş ulusalcılığın Çin ya da Rus kapitalizminin yedek gücü ve dış siyaset aleti olmaktan başka bir fonksiyonu kalmamıştır.

Dolayısıyla, bir zamanlar gerçekten anti-emperyalist bir çıkışı temsil eden ulusalcılığın gerçek anlamda hiçbir “ulusalcı” yanı kalmamış ve dünya kapitalizmine eklemlenmiştir, bu da orijinal haliyle ulusalcılığın öldüğü anlamına gelir.

Ulusalcılığın, kimi Troçkistlerin ulusalcılığa iltihak eden kitaplar yayınlaması (Sungur Savran, Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele, Yordam, 2023) türünden bazı hayatiyet belirtileri göstermesi, öldükten sonra tüyleri ya da sakalları kısa süre için uzayan bir canlınınkinden pek farklı değildir.

 

***

 

Ulus-devletler içindeki tâbi halkların kendi hakları ve bağımsızlıkları için ulusal mücadeleleri ve bunlara özgü ulusalcılık elbette başka bir yazının konusudur.

 

Gün Zileli

3 Eylül 2023

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü ya da Kılıçdaroğlu Meselesi

Artıgerçek Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin …

7 Yorumlar

  1. Bence talihsiz bir tespit. Çünkü uluslaşma yolunda olan daha onlarca topluluk var ve eğer bir devrim olacaksa hala oralardan fışkıracak!

  2. Mucize! Ulusalcılık artarken resmi anarşistliğin Türkiye bayicisi Sovyet mütehassısı tam tersini görür!

    Ve üstelik milliyetçiliğin artışında, Ukrayna’yı da Sovyet geçmişinde yaşadığı için görmeyen bu yaşayan anarşistlik yüksek mühendisi ve Türkiye resmi anarşizme mümessili şimdi de ulusalcılığın diğer örneği İsrail’in hemen hemen 100 yıldır vahşet becerilerini tüm özgür ve demokratik ve zengin hoş görmesi gibi salt taraf tuttuğundan görmüyor, dilini yutmuş olmalı.

    Elhamdülillah anarşistiz! Yani anarşistlik de faşistlik gibi çeşit çeşit maşallah!

    Bush ne demiş? Amerika dostu değilsen, Amerika düşmanısın!

    Uzman Türkiye Anarşisti ne demiş? Ukrayna ve İsrail dost değilsen, her ikisinin düşmanısın!

  3. Hadi Ukrayna’yı anladık da İsrail nereden çıktı. İsrail’in Filistin halkına karşı uzun yıllardır uyguladığı siyasetin ve zulmün (vev bugünkü Gazze bombardımanının) elbette karşısındayım. Ama son durumda Hamas vahşetinin de karşısındayım. Filistin halkının desteklenmesi Yahudi düşmanlığına vardığında bu Filistin davasına da zarar verir, hemşerim.

  4. “Hadi Ukrayna’yı anladık da İsrail nereden çıktı” Çok basit.

    En başta Rusya-Ukrayna ile İsrail-Gazze benzerliği karşısında Amerikan dalkavukları ve iki yüzlüler büyük beyinleri kadar büyük farklar görüyorlar.
    Zelenski Orta Avrupa’da bir İsrail yaratacağını söyledi.
    Zelenski Ukrayna’yı silah üretim merkezi yapmak istediğini söyledi.
    Nasıl İsrail Orta Doğu’da Amerika’nın koruyucu köpeği ise, Zelenski de aynısını Orta Avrupa’da, bir nükleer savaş pahasına da olsa, üstlenmek ister gibi.
    Çok daha var ama karşındaki iyi kalpli, iyi niyetli, tipik orta sınıflılar gibi her kötülüğe karşı ise ve hele anarşist bir orta sınıflı ise, ancak ve ancak dolandırıcı politikacılar ve kölelerinin iyiyi kötüden ayırt edebileceklerini ispat etmek imkansız.

    Zaten zamanımızın en büyük sorunu yalanla doğruyu ayırt edememenin devasa bir boyut ve devasa çeşitlilik kazanması. Çeşitlerden birini büyük beyinli, büyük dinlerde şeytan, yaratıcılara ilham kaynağı, tilki gibi kurnaz, gölge oyununda Karagöz ve benzerlerinin en güzeli örneklerinden biri olan Nasreddin Hoca
    fıkrası harikulade yansıtır.

    Dünya düz iken Hoca’ya merkezinin nerede olduğunu sormuşlar. Eşeğinin olduğu yere işaret etmiş. İnanmayanlara da “ölçün” demiş.

    Medeniyetçilik yarışının en son şampiyonu ve tüm dünyayı kendine benzeten Batı’nın doğum yeri (tabii düpedüz yalan) Antik Yunan’da bir b*k böceği düz dünyayı yuvarlaya yuvarlaya küre eder. Daha sonra (1930’larda) bir rahip evreni de yuvarlar küre eder.
    Bakın şimdi şu işin esprisine: Hoca’nın dediği hala doğru, dünyada ve evrende her nokta merkez!

    Bence hemşerim Zileli bir çeşit “war room speak” misali “politics room speak” konuşuyor. Kısacası üzüm üzüme baka baka kararmış.

    ” Filistin halkının desteklenmesi Yahudi düşmanlığına vardığında bu Filistin davasına da zarar verir, hemşerim.”
    Şimdilik bu alış-veriş ticaret dilindeki tiksindiriciliği bir yana bırakacağım.
    “Yahudi düşmanlığı” nereden çıktı? Öldürülenlerin çoğu sivil İsrailliler ve bazı yabancılar. İsrail katliamları Arap veya Müslüman düşmanlığı mı? Değilse neden değil? 50 yıldır ve özellikle son 10-15 yıldır İsrail Filistin sivil halkın haklarını ihlal etti. BM İnsan Hakları Konseyi, BM Genel Kurulu ve çeşitli insan hakları örgütleri bunları sayısız defa ifşa ettiler. Bu konuda çok daha bilgili olanların vardıkları sonuç: “Dünyayı elinde tutan politikacılar işlenen suçların, hoca fıkrası gibi, yasalarla ispatlamanın imkansız olduğunun işlerine yaradığını çok iyi biliyorlar.”

    Cahilliğin sonu gelmiyor. Üstelik henüz 17’nci yüzyılda dürüst insanlar “yasa suçluyu bulur ama suçu yok edemez” dediler. Sanırım yaşadığımız hayat bunu fazlasıyla ispatlar.

    Peki, neden İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) dahil olmuyor? Neden ABD BM Genel Kurul’un İsrail’i suçlanmasının UCM’e erişmesini önlüyor?

    Neden İsrail bu adı geçen kurumlara karşı da o her kilidi açan anti-semitizm (yani Yahudi düşmanlığı) şantajı yapmıyor.

    Bu noktadan sonrası resmi şarlatan politikacılar, “politics room speak” konuşanlar ve sıradan fanatikler ile komplocuların çenelerini gevşetir. Halihazırda 9/11 dedikoduları dolaşmakta ve İsrail ilk başını çekenlerden. Ne var ki, eğer Mısır gerçekten İsrail’i uyarmışsa, benzerlik tam oluyor.

    Biraz da Zileli’nin saplantısı. Sözde komünizm, gerçekte özgür kapitalist girişimcisizlerden mahrum kapitalizm Bolşevik Rusya’sı çoktan gebermişti. Amerika yeni bir iblis aramaktaydı. Hatta bir ara uzaydan gelen uçaklar falan filan bile düşünüldü. Komploculara göre ABD 9/11’i kendi düzenledi falan filan. Son 22 yıldır tüm dünya politikacılarının en çok çiğnediği Amerikan çikleti “terörizm” ve “terörist” değil mi? Hayret! Bir anarşist halk arasında şiddetle anarşizmi aynı görmeyi bile anlamamış!

    Bunu en güzel bir İrlanda AB parlamenteri dile getirdi: “Nato silah şirketlerinin pezevengi!”

    Çok uzuyor. Cahillik cennettir derler. Henüz 1920’lerden Moskova’da bazı duvar yazıları.

    “Kapitalizm, insanın insanı sömürmesi; Komünizm, tam tersi’. “Baştakiler komünistlik yaşadığımız numarası yapıyorlar, biz de inanıyor numarası yapıyoruz”. Ve daha sayısız benzerleri var. Çok daha kısası da var. Marks “hedefiniz Batı gibi orta sınıflı, sarışın mavi gözlü olmaktır” demedi mi? Hemen geleceğin kendisi gibi yüzde yüz burjuva büyük beyinli insan mühendisleri ilerleyen trene atladılar ve bazıları hala atlamaktalar. Hatta ekolojik felaket gibi, her türlü yeni rüzgarı Marks efendilerinin yazılarında arayanlar hayli çok. Çin bile bunları bu yuttukları afyon uykusundan uyandıramıyor. Tabii, en vahim olan çaresizlikleri. Halihazırda tam bir nihilizm içinde yaşıyoruz. İnsan ve Doğa değersizliği yaşanıyor; İnsan kaynakları ve Doğa Kaynakları değerlendiriliyor.

  5. Cahillik cennettir!
    Dünya milliyetçilikle kaplı bu yazı tam tersini savunmakta. Tarihte milliyetçiliğin zıddı imparatorluktu. Şimdiki durumda galiba medya artistleri kendilerini diğerlerinde görüp, herkesin kendileri gibi iPhonuna yapışık olması, kafeslerinde twitter ötmesi, İnternet ile resim, pornografi, medya yıldızlarının becerileriyle meşgul olan dikizci kitlesi olmasını, internet alış-veriş tüketiciliğini, falan filanı milliyetçiliğin ölümü ve uluslararası aynılığın doğuşu olması görmesi daha çok bir itiraf. Hiçlikle varlığın evliliğinden doğan bir mahluk.

    Bir örnek:

    ABD’li CEO’lar, Hamas saldırılarından İsrail’i sorumlu tutan mektubun arkasındaki gruplardaki öğrencilerin isimlerini Harvard’dan talep ediyor.
    Bazı üst düzey yöneticiler, kendilerinin ve diğerlerinin öğrencileri işe almamaları gerektiğini bilmeleri için isimlerin kamuya açıklanması çağrısında bulundu.
    Bir grup ABD’li iş dünyası lideri, Harvard Üniversitesi’nden , Hamas’ın İsrail ve Gazze’de ciddi bir şiddet tırmanışını tetikleyen ölümcül saldırılarından İsrail’i sorumlu tutan bir mektuba imza atan örgütlerde yer alan öğrencilerin adlarını açıklamasını talep etti.
    Bu yazıyı “https://www.theguardian.com/education/2023/oct/12/harvard-letter-israel-hamas-calls-name-students” sitesinde okuyabilirsiniz.

    Yaşasın demokrasi! Yaşasın özgürlük! Yaşasın ABD gibi demokrasi ve özgürlük seven ABD sadık köpekleri İsrail, Ukrayna vs.

    “Evde demokrasi yok, okulda demokrasi yok, çalıştığın yerde demokrasi yok. Hey Amerikalılar demokrasi çıplak.

    Bir dürüst ama ender rastlanan bir Amerikalı düşünür.
    .

  6. “Hadi Ukrayna’yı anladık da…”

    Anladığınız, Ukrayna’yı orta sınıf anarşist bireyciliğini ulusal devletlere uygulamak gibi tedbirli bir tutum. Hemen arkasından da ” Ulusalcılık Defnedilirken…” yazısı ile ulusal devletleri gömdünüz. Bu düpedüz Zelenski gibi medya artistliği, medya enayileri avcılığı. Çocuklaştırılmış, dünya olaylarını bir eğlence gözüyle bakan,
    televizyon veya iPhonlarına yapışanlara orta şekerli şerbet dağıtıp oyalamak.

    Asıl iş şu: Rusya’ya Zelenski gibi bir orta sınıf sağ/sol (artık fark kalmadı nasıl olsa) devrimcisi lazım!

    Navalny denedi ama zavallı Navalny Zelenski kadar medya artistliğinde usta değil. Zelenski enayi avına çıkmadan önce Washington’da bir medya kuaföründe kendini süsledi püsledi ve medya maskaralığı yapmada tecrübeli olduğundan sağ/sol enayilerini arkasına almayı becerdi. Hatta Ukrayna’yı apaçık satışa çıkardı.

    Doğal kaynakları çok zengin Rusya’yı ahlaksız oligarkların elinden alıp Batı’nın halk sever zenginlerin eline verilmesini bir düşünün. Zenginleşeli en üstün zekalı Batılılardan bile daha üstün zekalı oldukları anlaşılan Çin ile ABD ve uşakları dünyayı paylaşmada baş başa kalırlar. Tek takıntı Çin orta sınıflıların Batı demokrasi ve özgürlük istemesi olacak. O zaman orada da bir Zelenski çıkar galiba.

    https://www.politico.com/news/2022/03/17/influencers-ukrainian-pr-machine-00018299” makalesine bir bakın. İşte bazı alıntılar:

    ” Washington’un Ukrayna için en büyük güç oyuncularından biri, Zelenskyy’nin danışmanı olan, Ukraynalı bir hukuk firmasının DC ofisine başkanlık eden ve Zelenskyy adına medyayla irtibat görevi yapan Andrew Mac’tir.”

    ” Ukrayna halkla ilişkiler ağı Washington’u ve ötesini kapsıyor. Zelenskyy, eski yetkilinin Temsilciler Meclisi Demokratları önünde yaptığı açıklamadan önce McFaul ile ülkenin ihtiyaçları hakkında stratejik bir video görüşmesi gerçekleştirdi. Yönetim, Ukrayna’nın petrol ve gaz endüstrisine yönelik lobicilerin talepleri üzerine Kuzey Akım 2 boru hattının arkasındaki şirkete yaptırım uyguladı ve Rusya’dan petrol ve gaz ithalatını yasakladı. ABD’deki İngiliz büyükelçiliği

  7. “Ulusalcılık”tan kasıt otoriter rejimlerin dayanağı olan gerici/etnik milliyetçilikse, Türkiye ve Siyonist İsrail dışında bunun bir örneği kalmamış gibidir.

    “Amerikan”, “British”, “İsviçreli” (veya eski “Sovyet”) gibi etnik çağrışımlı olmayanlar bir yana, İngiliz, Fransız, İtalyan gibi diğer milliyetçilikler bile bu derece değildir.
    Bugünkü İngilizlere “Anglo-Sakson”, Fransızlara “Frank”, İtalyanlara “İtalik” demek ne kadar saçmaysa, Türkiye halkını “Türk” sayan anlayış da öyledir.

    Almanya ve Alman milliyetçiliği bir istisna sayılabilir belki.
    Fakat Alman devletinin federatif yapısında Türkiye’deki aşırı merkeziyetçi üniter sistem gibi bir otoriterlik yoktur.
    Alman kimliği de en azından kendi coğrafyasının ve tarihinin bir ürünüdür. Türk milliyetçiliği gibi ta Orta Asyalara kadar giden böylesi çarpık bir ulusal tarih uydurmamıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir