Fikret Başkaya/Eğitim Reformu: Neden ve Kimin İçin?

Eğitim sistemi her zaman egemen sınıfların ihtiyacına cevap verir. Tarihsel süreç içinde eğitimin işlevleri değişebilir, ama değişmeyen şey eğitim sisteminin mutlaka mülk sahibi egemenlerin ihtiyaçlarına cevap vermesidir. Kapitalizm öncesinin sosyal formasyonlarında eğitimin amacı, egemen ideolojiyi üretmek ve yaymak ve devlet aygıtının yönetici-bürokratik kadrolarını yetiştirmekti. Kapitalizmin egemen üretim tarzı haline geldiği dönemde, yukarıdaki iki işleve bir de sermaye sınıfının ihtiyacı olan “yetişkin” işgücünü yetiştirme işlevi eklendi. Son dönemde, neoliberal küreselleşmeyle birlikte eğitimin hızlı bir tempoyla paralılaşması, metalaşması, şeyleşmesi, bir kamu hizmet alanı olmaktan çıkıp özelleştirilmesiyle, artık eğitim bir kâr alanı ve aracı haline de dönüşmüş bulunuyor. Başka türlü söylersek, eğitim artık herhangi bir mal gibi alınıp-satılan bir metaya dönüşmekte. Değerlenme sıkıntısı çeken sermaye için bir kâr alanı haline gelmekte.

Eğitimin eğitilenler bakımından işleviyse, belirli düzeyin üstünde eğitim görmüş olan diplomalılara “sınıf değiştirme” yolunu açmasıdır. Böylece eğitim, emekçi sınıfların çocuklarının, mütevazı kesimden gelen çocukların egemen sınıf katına, şimdilerde burjuva sınıfına katılmasını sağlıyor. Tabii onları içinden çıktıkları sınıfa yabancılaştırmak kaydıyla… Başka türlü söylersek, onları ezen tarafın unsurlarına dönüştürüyor. [Elbette eğitilmiş olanlar arasından az da olsa içinden çıktıkları sınıfa ihanet etmeyenler de çıkabiliyor. İyi ki de çıkıyor, aksi halde durum daha da vahim olurdu…]

Eğitim sisteminin her zaman ve mutlaka hâkim sınıfların ihtiyacına göre şekillendiğinden habersiz olanlar, ekseri sorunu yanlış bir zemin üzerinde “tartışma” eğilimindedirler. Sanki bir şeyler yapılırsa eğimin daha iyi olacağı yanılsaması söz konusudur. Başka türlü söylersek, daha iyisi yapılabilirken ve yapılamadığı için sistemin kötü olduğu, kötü işlediği, ihtiyaca cevap vermediği düşüncesi geçerlidir… Oysa egemenler ihtiyaçlarına cevap vermeyen sistemi anında değiştirirler. Bu tür yanlış anlayışlar eğitimin toplumun tamamı için tasarlandığı, oluşturulduğu düşüncesinden kaynaklanıyor.

AKP hükümeti tarafından dayatılan son eğitim reformu –4+4+4- modeliyle ilgili tartışmanın tarafları, yapılmak isteneni kavramaktan uzak oldukları için, asıl kaygının ve amacın pedagojik, entelektüel ve “bilimsel” olduğunu, amacın eğitimi yaygınlaştırmak olduğunu sanıyorlar… Öyle olunca da tartışma “kesintili mi yoksa kesintisiz mi olmalı” biçiminde yürüyor. Dolayısıyla operasyonun ne amaçla ve neden yapıldığı gözden kaçıyor. Yeni modelin başlıca iki amacı var: Birincisi, sermayenin, özellikle de küçük ve orta boy sermayenin ucuz emek ihtiyacını karşılamak, bu amaçla da çocuk emeği sömürüsünü derinleştirmek; ikincisi, eğitimdeki özelleştirme sürecini hızlandırmak. Bir taraftan sermayenin ihtiyacı olan ucuz işgücü meslek okullarında üretilirken, diğer taraftan da eğitimin tüm aşamalarını özelleştirmek. Lâkin “kesintili mi, kesintisiz mi” tartışmasının tarafları eğitimin muhtevasını hiç gündeme getirmiyorlar… Dolayısıyla tartışma, sorunun esasını angaje etmiyor. Türkiye’de ilkokuldan üniversiteye, eğitim ve okul sistemi oldum olası “düşük yoğunluklu” militer bir yapı arzediyor. Bunlara yarı-askerî kurumlar demek mümkündür. Eğitim sisteminin birinci başat niteliği budur. İkincisi, eğitim baştan sona bağnaz bir resmi ideolojiyi [devlet yalanlarını] genç nesillerin kafasına enjekte etmek üzere kurgulanmıştır. Yarı-militer kurumlar olan okullarda çocukların bilinci resmi ideoloji enjeksiyonuyla daha baştan köreltiliyor. Böyle bir yapıdan özgür bireylerin çıkması mümkün müdür? İşte Türkiye’deki eğitim sisteminin asıl misyonu ve varlık nedeni budur ve sistem tam bir etkinlikle toplumsal bilinci köreltmeyi, toplumu köleleştirmeyi başarıyor. Dolayısıyla egemen sınıflar bakımından eğitim sistemi son derecede başarılıdır. Velhasıl, Türkiye’nin “modern” okul ve eğitim sistemi böyle bir amaca hizmet ediyor.

Fakat eğitilenlerin bilincini köleleştirmek, körleştirmek, köreltmek, genç nesilleri ufuksuzlaştırmak, bilinci köreltilmiş/köleleştirilmiş eğiticileri varsayar… Dolayısıyla eğitim kadrosu da son derece başarılıdır. Tam da gerekeni yapıyorlar, özgür düşüncenin yeşermesini, filizlenmesini daha baştan engellemeyi başarıyorlar. Civcivi yumurtadayken eziyorlar… Yarı-askerî kurumların eğiticileri, öğretmenleri, tek tip bağnaz egemen/resmi ideolojiyi büyük bir başarıyla kafalara sokmayı başarıyorlar. İşte Türkiye’nin kolay yönetilen bir ülke oluşunun, demokratikleşme zaafının gerisindeki başlıca nedenlerden biri budur. Genç nesiller özgür düşüncenin ve özgürlük bilincinin gelişmesini önleyen bir eğitim sürecinden geçiyorlar…

Son eğitim reformu yangından mal kaçırırcasına oldubittiye getirilse de epey zamandır egemenler katında mayalandırılmaktaydı. 1999 yılında yapılan 16. Milli Eğitim Şûrası’nın temel gündem maddesi ‘Meslekî ve Teknik Eğitim’di. Söz konusu şûrada alınan kararlardan birinde: “İlköğretimin bütün sınıflarında meslek alanını tanıtıcı etkinliklere yer verilmelidir” deniyordu… 2010 yılında yapılan şûradaysa, ilk yılı okul öncesi eğitim olmak üzere, dörder yıllık üç aşamalı 13 yıllık zorunlu eğitim öneriliyordu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği [TOBB] başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, 2010 Genel Kurul açış konuşmasında ne yapılması gerektiğini söylüyordu: Eğitim sistemini piyasanın [sermaye sınıfının densin] ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn etmek… Hisarcıkloğlu şunları söylüyordu: “Eğitim sistemindeki sorunlara çare bulmalıyız. Ülkemizin mesleki eğitim altyapısını komple elden geçirmeliyiz. Kısır tartışmaları bir yana bırakıp, mesleki eğitim sistemimizi piyasanın taleplerine duyarlı hale getirmeliyiz.” Ve iki yıl sonra, 2012’de “kısır tartışmalara da pek yer vermeden” eğitim sistemi talebe “duyarlı hale getiriliyor…

Camiyi Okula Taşımak: AKP’nin Son Harikası

TC baştan itibaren iki temele dayandı: Okul ve Cami. Durum böyleydi ama laik Türkiye söylemi hiç dillerden düşmedi. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum devletin tam da göbeğine yerleşmişken, Milli Eğitim Bakanlığı içinde “Din Eğitimi Genel Müdürlüğü” diye bir birim varken, vb. bu ne mene laikliktir dendiğinde, cevap hazırdır: Bu Türkiye’ye özgü bir laikliktir… Yani alaturka laiklik… Ve başta okullu-diplomalı kesimler olmak üzere insanlar rejimin laik olduğu yalanına inandırıldı. Türkiye’nin laik olduğuna inanların başında da “en eğitimli” kesimler geliyor… Tabii bu da şaşırtıcı değil, zira okullu olmak demek resmi ideolojinin rahle-i tedrisatından geçmiş olmak demektir. Ve okulluluk ne kadar uzunsa, resmi ideolojinin “içselleştirilmesi” de o ölçüde büyük oluyor… Dolayısıyla bilinci en çok köreltilmiş kesim, en eğitimli kesimdir… Bu kesim Türkiye’nin laik olduğuna o kadar samimiyetle inanır ki yerli yersiz, Türkiye laiktir laik kalacak… sloganına sarılır… Aslında yalanı üretenlerle ona inanalar aynı kesimlerdir demek daha doğrudur. Oysa din-devlet ilişkisi özü itibariyle Osmanlı İmparatorluğunda geçerli olanın miras alınmasıydı. Zaten Osmanlıdaki din-devlet ilişki biçimi de Bizans’tan kopya edilmişti. “Laik Cumhuriyet” uyduruk resmi ideolojisine dayanarak yönetemezdi. İdeolojik temelini güçlendirmek için camiye ihtiyacı vardı ve bu amaçla dini duruma göre manipüle etti ve kullandı. 12 Eylül 1980 sonrasında din, Türk-İslam sentezinin bir gereği olarak zorunlu din dersiyle eğitim sistemine sokulmuştu. İmam Hatip Okullarının ve Kuran Kurslarının varlığı da bir bakıma din Müslümanlara bırakılmayacak kadar önemlidir demeye geliyordu. AKP hükümeti güya 28 Şubat’ın rövanşını alıyormuş görüntüsü altında iki şey yapmak istiyor: Birincisi seçmene selam yolluyor; ikincisi, seçmeli Kur’an-ı Kerim ve Peygamberin Hayatı dersleriyle camiyi, yani devlet dinini okula sokuyor… Fakat seçmeli söylemini nüanse etmek gerekir. Bu ikisi herkesin seçmesi mümkün olmayan dersler. Mesela ateistlerin, Hıristiyanların, Musevilerin, vb. bu dersleri seçmeleri mümkün değil. Demek ki sadece bir kesim için seçmeli dersler söz konusu… Seçme işi de tabii öğrencinin değil, öğretmenin ve okul müdürünün işi olmak kaydıyla… Dolayısıyla seçmeli ders söylemi sadece işi kılıfına uydurmak için…

Aslında kanunlar sadece yolu açar. Asıl uygulama yönetmeliklerle, tüzüklerle ve talimatnamelerle gerçekleşir. Bakanlık gerisini getirecektir. Mesela her okulda bir mescit ve abdest alma mekânları, Hz. Muhammed köşesi, vb. zamanla kotarılır… Bir sonraki aşama mesela artan okul ihtiyacını karşılamak için camilerin de “laik eğitim”e açılması olabilir… Camiyle okul arasındaki ayrım artık iyice silikleştiğine göre… Aslında tartışmaların bir anlam taşıyabilmesi için yapılacak şey gayet basit: Devlet dinden elini çeksin. Buna var mısınız? Aksi halde ikiyüzlülüğün bir âlemi yok. Eğitim sistemi tartışmalarına katılan “ilmi kendilerinden menkûl zevât”, “birbirinden değerli uzman konuklar” ve “her konunun uzmanlarının” ağzından hiç böyle bir şey duydunuz mu? Peki, bu ne demektir? Eğitim sisteminden önce rejimin niteliğini tartışmaya cüret etmek demektir…

Kapitalizm Geçerliyken “Demokratik Eğitim” Mümkün Değildir

Demokratik eğitim, her sınıfsal kökenden çocukların eğitim kurumlarından eşit yararlanmaları anlamındadır. Eğitimin demokratikleşmesiyse eğitimin özgürlük ve demokrasi ilkeleri temelinde yürütülmesi demeye gelir. Şimdilerde özelleştirme dalgası pupa yelken yol alırken, artık “demokratik eğitim” diye bir şey retorik olarak bile gündemde değildir. Yoksul kesim çocuklarına burs vermek gibi yöntemlerle eğitim eşitsizliğini gidermek mümkün değildir. Bir küçük köylü çocuğunun veya bir işçi çocuğunun, bir işportacının veya işsiz çocuğunun, eğitim sistemi karşısındaki konumu, bir büyük kapitalist patronun, yüksek yargı üyesinin, baro başkanının, profesörün, müsteşarın, siyasi parti başkanının, ünlü bir şarkıcının veya sinema oyuncusunun, vb. çocuğuna göre son derecede dezavantajlıdır. Elit sınıfın çocukları elit okullarında eğitim görürler ve o kadarı sistemin ihtiyacını az-çok karşılar. Emekçi sınıftan da elit okullarına veya “iyi üniversitelere” tırmananlar olsa da bunlar istisnadır. Zaten şimdilerde eğitimin paralılaşması-özelleştirilmesiyle o dar yol da kapanmaktadır. Osmanlı döneminde “reaya oğlu reaya olur” denirdi. Şimdilerde artık “işçi/emekçi oğlu işçi/emekçi” olur denecektir, ama bir iş bulabilme ihtimali de zorlaşmak kaydıyla… Dolayısıyla artık geçerli slogan: Parası olan/parayı veren eğitim hizmetini satın alır şeklindedir. Oysa eğitimin bir hak ve kamu tarafından sunulması gereken bir hizmet olması gerekir… Eğitimin bir kâr aracına dönüştürülmesi demek bu hakkın yok sayılması demektir… Neden sevgili “uzmanlarınız” bu sorunu tartışma zahmetine katlanmıyor? Eğer eğitim hizmetleri özelleştiriliyorsa, sağlık hizmetleri özelleştiriliyorsa, belediye hizmetleri özelleştiriliyorsa, velhasıl akla gelen her şey özelleştiriliyorsa, parayla alınır-satılır birer metaya dönüştürülüyorsa, o zaman insanlar neden vergi veriyorlar? Vergiler ne için denmeyecek midir? Bir soru daha: Bu ülkede vergiyi kim veriyor ve/veya ne kadarını kim veriyor? Söz konusu olan vergi mi yoksa haraç mı? İki-üç yüzyıl kadar önce Batı Avrupa’da bir slogan şöyleydi: Temsil yoksa vergi de yok… Bugün de şöyle bir slogan gerekmiyor mu: Kamu hizmeti/sosyal hizmet yoksa vergi de yok?.. Elbet bir gün asıl sorunlar da tartışma gündemine gelecektir, mesela mülkiyet sorunu gibi…

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Alaturka ‘Çitleme’…

‘Çitleme’ İngilizce ‘enclosure’un’ karşılığı. Kabak çekirdeği çitlemek değil… İngiltere’de XVI’ıncı yüzyılın başında müşterekler kapsamında olan …

18 Yorumlar

  1. Tevhid-i Tedrisat’ın Zararları

    Ufuk COŞKUN / SivilDüşünce

    Türkiye’de 1924 yılında yürürlüğe sokulan Tevhid-i Tedrisat kanunun büyük bir kültür hamlesi olduğuna dair üretilmiş yaygın bir kanaat var. O dönem neredeyse her inkılâbın sorgulanmadan kamuoyu önünde birer efsaneye dönüştürüldüğünü dikkate aldığımızda Tevhid-i Tedrisat Kanunu hakkında da benzer birtakım efsanelerin üretildiği bir gerçektir.Türkiye’de bir taraftan tabulaşan bir taraftan da koruma altında tutulduğundan ötürü olsa gerek bu tür kanunlar hakkında ne yazık ki yeterli çalışmalar yapılmamıştır. Dolayısıyla bugün neredeyse bir örneğini 3.dünya ülkelerinde bile rastlamadığımız Tevhid-i Tedrisat’ın eğitim sistemini nasıl sekteye uğrattığı yönünde elimizde çok az çalışma bulunmaktadır.

    Tevhid-i Tedrisat 19.Yüzyıl dönemi ulus devletçi sistemlerin estirdiği “tekçi” anlayışın bir ürünüdür. Bilindiği gibi o dönem ulus devletlerin hâkim ideolojilerini toplumun tüm kesimlerine yaymak adına eğitimi kurumsallaştırdıklarını görüyoruz. Dolayısıyla eğitim mecburi ve parasız tutularak ideolojik bir endoktrinasyon kurumu olarak işlev görmüştür.Toplum bu tür sistemlerde eğitim kurumları aracılığıyla değiştirilmek istenmiş mevcut egemen ideolojilerine bağlılık ve itaat buralarda aşılanmaya çalışılmıştır.Bunu da yürürlüğe soktukları kanunlar marifetiyle gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bizdeki Tevhid-i Tedrisat kanunu da bunlardan biridir. Bir kanunun işlevini öğrenmek için o kanunun gerekçesine bakmak gerekir. Söz konusu kanunun gerekçesinde; ”Bir millet efradı ancak bir terbiye görebilir. İki türlü terbiye, bir memlekette iki türlü insan yetiştirir” denilmektedir. İsmet İnönü’de; “Hedefe varmak için her cahilane itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir biz dini değil milli terbiye istiyoruz” diyerek bu konudaki kararlılığını ifade etmiştir.

    Türkiye, çıkardığı bu yasa ile eğitimde merkeziyetçi yönetim anlayışını benimsemiştir. Bugün MEB Teşkilatı; bakanlık; bakan, müsteşar ve müsteşar yardımcılarından oluşur. Bakanlığın her kademesindeki yöneticiler görevlerini usulüne uygun olarak yürütmekten üst kademedeki yöneticilere karşı sorumludurlar. Öğretmen atama ve yer değiştirme, eğitim programlarının oluşturulması, eğitim politikalarının belirlenmesi gibi işler bakanlıkça yürütülür. Her ilde ve ilçede bir Milli Eğitim Müdürlüğü bulunur. Okullar, müdür ve müdür yardımcıları tarafından yönetilir. Kısacası bu “birlikte” ciddi bir hiyerarşik merkeziyetçi örgütlenme hâkimdir. MEB hâlâ ulusal düzeyde bu tür bir merkeziyetçi yönetim anlayışıyla eğitim faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Bu da neredeyse yaklaşık 1 milyon çalışanı ve 25 milyon öğrencisiyle devasa bir yapıya sahip bakanlığın, tek merkezden yönetilmesi anlamına gelmektedir. Buda ciddi eğitim sorunları doğurmaktadır. Oysa Almanya, Kanada ve ABD’de eğitim hizmetleri merkezden kumanda edilmez. Eğitim sistemi eyaletlere göre farklılık göstermektedir. Fransa, İngiltere, İsveç, İtalya, Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde eğitim yerel yönetimlere devredilmiş durumdadır. Bu ülkelerde özellikle belediyeler eğitim faaliyetlerinde önemli bir yere sahiptir.

    Demokratik ülkelerde devlet okulların yanı sıra Waldorf, Montessori,Reggio Emillia, Homeschooling gibi alternatif eğitim modellerinin de uygulandığını görmekteyiz. Çünkü demokratik dünya İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Madde 26/3’de “Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler” maddesinin gereğini yerine getirmektedir. Türkiye’de eğitim, standart müfredatı ve yöntemi ile tek merkezden yürütülen bir faaliyet olarak varlığını devam ettirmektedir. Devlet merkezli bir eğitim anlayışında da bireyler, ne yazık ki tek-tip bir düşünceye (Kemalizm)bağlı ve bağımlı olarak yetiştiriliyor.

    Tevhid-i Tedrisatçı eğitim sistemi eğitimi finansman olarak da zora sokmaktadır. Bilindiği gibiTürkiye’de hükümetler anayasaya göre her yıl genel bütçeden eğitime ciddi oranda kaynak aktarımı yapmak durumundadır. Başka bir ifadeyle eğitim devlet tarafından sunulan ve vergiler yoluyla finanse edilen bir faaliyettir.Ne var ki devlet vergi mükelleflerinden eğitimin finansmanını temin yoluna giderken vatandaşların gelir düzeylerini dikkate almadan yapmaktadır. Her yıl ayrılan yüklü miktarda kaynaklara rağmen okulların bir yığın sorunları da çözülememektedir. Üstelik velilerin önüne tercih imkânı sunmayan standart bir müfredat ve tek-tip bir eğitim politikası da zoraki dayatılmaktadır. Kısacası sürekli artan eğitim talebine cevap verilemediği gibi mevcut finansman yöntemiyle de sistem tam manasıyla bir çıkmazın içindedir.

    Sonuç:

    Türkiye’de eğitimin dayandığı temel felsefe ciddi anlamda gözden geçirilmelidir.Tevhid-i Tedrisat kaldırılmalıdır. Ayrıca 1973 yılında kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu da dünyaya, gelişmelere ve yeniliklere ayak uyduran bir bakış açısıyla yeniden yazılmalıdır. Kimsenin eğitim üzerinden toplumu dizayn etme yetkisi olmamalıdır. Eğitimin, bireyin doğuştan getirdiği temel haklar doğrultusunda özgürleştirici bir işlevi olmalıdır. Özgürlükçü, çok dilli, çok kültürlü, çoğulcu yeni bir eğitim felsefesine ihtiyaç vardır.Türkiye’nin demokrat, insan haklarına saygılı, fikir ayrılıklarına açık, herkes için özgürlük talep eden vicdan, ahlak ve erdem sahibi kaliteli bireylerin yetişmesine olanak sağlayan yepyeni bir eğitim anlayışıyla yoluna devam etmesi gelinen noktada artık bir zorunluluktur.

    http://www.ufkumuz.com/tevhid-i-tedrisatin-zararlari-9057yy.htm

  2. Yeni Akit: Karma eğitim tacizi tetikliyor

    Yeni Akit’in haberine göre, okullarda kız ve erkek öğrencilerin birlikte okuması taciz vakalarını artırıyor

    Yeni Akit gazetesi, karma eğitimin kadınlara yönelik tacizleri tetiklediğini iddia etti. Ortaöğretimde başörtüsü yasağının kaldırılmasının ardından Eğitim-Bir-Sen, kız ve erkeklerin birlikte öğrenim gördükleri karma eğitimin de kaldırılmasını talep etmişti.

    Yeni Akit’te Muhammet Erdoğan imzasıyla yayımlanan Almanya ve Amerika’dan örnekler verilen haberde, “Muhafazakâr Anadolu insanının, karma eğitim mecburiyetinden vazgeçilmesi gerektiğini yıllarca dile getiriyordu. Sadece bu sebepten dolayı kızlarını okula göndermeyen binlerce velinin olduğu biliniyor” denildi.

    Yeni Akit’in bugünkü (28 Eylül 2014) nüshasında yayımlanan, “Karma eğitim tacizi tetikliyor” başlıklı haberi şöyle:

    Karma eğitim tacizi tetikliyor

    Yapılan araştırmalar ‘Karma eğitim modeli’nin öğrencilerin pedagojik eğitimi üzerinde artı bir etki oluşturmadığı tam aksine taciz olaylarını artırdığını ve tetiklediğini ortaya koyuyor.

    ‘Karma eğitim modeli’nin öğrencilerin pedagojik eğitimi üzerinde artı bir etki oluşturmayıp daha çok zarar verdiği dünyada ve ülkemizde konuşulurken söz konusu sistemin cinsel istismar boyutu da bulunuyor. Karma eğitim siteminin cinsel tacizleri arttırdığını, karma eğitimin azılı savunucusu olan Eğitim-Sen bile dile getirirken, Türkiye’de ve dünyada yapılan araştırmalarda karma okullarda cinsel saldırıların gittikçe arttığı ortaya çıktı.
    Karma eğitim tartışmaları sürüyor

    Memur-Sen Konfederasyonuna bağlı Eğitim-Bir-Sen’in gündeme getirdiği ‘karma eğitim modeli kaldırılsın’ tartışmaları devam ederken marjinal sol düşünceleri ile bilinen KESK’e bağlı Eğitim-Sen bu görüşe ciddi derecede muhalefet ediyor. Sendikalar arası bu tartışma sürerken muhafazakar Anadolu insanının, karma eğitim mecburiyetinden vazgeçilmesi gerektiğini yıllarca dile getiriyordu. Sadece bu sebepten dolayı kızlarını okula göndermeyen binlerce velinin olduğu biliniyor.

    Karma okulların cinsel istismarı arttırdığı ve bu okullarda söz konusu olayların çok yüksek oranda yaşandığı Türkiye’de ve dünyada yapılan araştırmalarda da ortaya çıktı. İşte bazı araştırmalar:
    Eğitim-Sen: Cinsel taciz artıyor

    2010 yılında karma eğitim yanlısı Eğitim-Sen’in Genel Başkanı Zübeyir Kılıç yaptıkları araştırması sonucunda okullarda cinsel taciz ve tecavüz vakalarının arttığını dile getirmişti. Başkan Kılıç söz konusu olaylardaki oranın; 2000’de yüzde 4, 2001’de yüzde 6, 2002’de yüzde 4, 2003’te yüzde 5, 2004’te yüzde 3, 2005’te yüzde 2, 2006’da yüzde 5, 2007’de yüzde 10, 2008’de yüzde 15, 2009’da yüzde 10 olduğunu açıklamıştı.
    Türk-Eğitim-Sen’den ürküten rakam

    Türk-Eğitim-Sen ise 2006 yılında, Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinde yer alan muhtelif illerdeki bin 136 İlköğretim Okulu’nun 7. ve 8. sınıf öğrencisinin katımlıyla yaptığı ankette öğrenciler arası cinsel taciz oranının yüzde 92’lere çıktığını ortaya koydu.
    Dünya karmadan vazgeçiyor

    Karma eğitim sisteminin öğrencilerin üzerinde hiçbir artı etkisi olmadığı aksine zarar verdiği gelişmiş ülkeler tarafından yapılan araştırmalarca kanıtlanmış durumda olup birçok ülkenin karma okulların yanında ayrı okulları da açtığı biliniyor. 2001 yılında Almanya, karma eğitim mecburiyetinden vazgeçerek birçok kız ve erkek okulu açtı. Amerika’da ise yüzlerce ayrı okul olup açılmaya da devam ederken İngiltere’de de birçok ayrı okul faaliyet gösteriyor.
    Almanya: Kızların yüzde 50’si tacize uğruyor

    Türkiye’de hal böyle iken Almanya’daki okullarda cinsel taciz konusunu araştıran Monika Barz şu tespitleri yaptı:

    “Kızlarla yapılan röportajlarda, kızların yüzde 50’si bedensel tacize uğradıklarını (vurma, seksüel taciz), kızdırılmaya maruz kaldıklarını ve kötü muamele gördüklerini söylüyorlar.”
    Amerika: Çok sayıda hamile kalan öğrenci var

    Amerika’da ise 2003 yılında New York Harlem’de yapılan bir araştırmaya göre ergenlik çağındaki kızların hamile kalma oranı sadece kızların okuduğu okullarda 40’ta bir, karma okullarda 3’te bir. Araştırmaları önemseyen ABD yönetimi, kız ve erkekler için ayrı sınıf açılmasını teşvik ediyor. 1995’te üç okulda ayrı eğitim yapılırken, bugün sayı 253’e çıktı. 200 okul da karma eğitimi bırakmak için başvurdu. Yine Amerika’da, ilkokul ikiden lise sona kadar 4.200 öğrenci arasında yapılan başka bir araştırmaya göre ise, “Her gün cinsel tacize uğradığını söyleyenler yüzde 39. Haftada en az bir tacize uğradığını söyleyenler yüzde 29. Sözlü veya hareketle taciz uğrayanları yüzde 89.

    http://www.duzceyerelhaber.com/haber-detay.asp?id=31396&Yeni-Akit-Karma-egitim-tacizi-tetikliyor#.VChe21cfx90

  3. tersine, tacizi ve her türlü cinsel sapmayı teşvik eden, okulda ve diğer yerlerde cinslerin birbirinden ayrılmasıdır. Erken boşalma vakaları da en çok cinslerin birbirinden tecrit edildiği yerlerde görülür. Keza tecavüz vakaları için de aynı şey söz konusudur.

  4. Peki cinslerin ayrılmadığı durumlarda da, hatta Batı’da bile bu olaylar olmuyor mu?

    http://www.ntvmsnbc.com/id/25517707/

  5. elbette oluyor ama Müslüman ülkelere göre daha az oluyor. Orada da olmasının sebebi yine muhafazakârlık. Cinsler birbirleriyle ne kadar serbest ilişki içinde olurlarsa cinsel sapmalar ve bunalımlar o kadar azalır. Psikologlar daha iyi bilir ama sinir hastalıklarının (nevrozteni) çoğunun temelinde de cinsel yoksunluklar yatmaktadır. Akit’in önerdiği şey, insanların hayatını cehenneme çevirmekten farksızdır. Wilhelm Reich’ı okumanızı öneririm.

  6. Ayrı eğitim kadın ve erkeğin birbirlerini insan olarak tanıma-anlamasını önleyerek sağlıklı birlikteliklerin yaşanmasına engel olur.
    Kadın erkek arasındaki binlerce yıllık sorunun çözümü yalnızca karma eğitim değildir ama olmazsa olmazdır!
    Tamam, Karma eğitim mutlu birlikteliklerin garantisi değildir ama ayrı eğitim iki yüzlü-tatminsiz-sıkıcı hayatın garantisidir..
    Kadında, insandan önce “vagina” görenlerin sorunudur ayrı eğitim! Kadın gövdesinde cinsellik öncesi ve sonrasında da bir insanın yaşadığının inkarıdır bu önermeler… Kadını yalnızca ve şahsen mülkiyetine dahil olacak “tarla” sananların riya dolu bahanelerle savundukları eğitim sistemidir…
    Bir kadının arkadaşlığına, dostluğuna hasret gitmenin garantisidir ayrı eğitim…
    Bir kadınla bir kaç saat sohbet için izbe pavyonlarda hasat parasını tüketmenin salaklığını üretendir ayrı eğitim…
    ….
    Şimdilik yeter… gerekirse eklerim…

  7. Anlaşıldı… Türbandan sonra sıra bu “ayrı eğitime” geldi…
    “tencereyi ocağa koydular”.
    Gazı açtılar. Kısık ateşe aldılar….
    Ufak, ufak gidecekler…. Kuşku yok… Uygun zamanda da bir yönetmelik değişikliği vs…
    İşleri bu; varlık sebepleri…. Geldikleri yere, köleci toplum ilişkilerine döndürecekler ülkeyi de.. Misyon bu!
    *
    Öylesi acınası adamlar ki… Hadi diyelim, bir an başardınız; ne kadar sürebilir ?

    1920’lerden buraya gelmişsek, bu iletişim-paylaşım çağında… ne kadar sürebilir bu erkek ego hükümranlığı? Bu çabanız beyhudedir… Ömrünüz boşa geçmiş olacak. Buzlara yazı yazıyorsunuz…
    Kutuplar bile eriyor! Sizin bu 2000 yıl öncesi riyakar ahlakınız da eriyecek… Buhar olacak; arkanızda yalnızca tiksinti bırakacaksınız… Engizisyon yandaşları ne ise bu kafa da arkasında aynı duyguları bırakacak…

    200 bin yıllık insanlık tarihinde, 200 yıllık bilimsel geçmişimizde, 10-20 yıl bizi-kadınları “taciz” edeceksiniz; sonra… Sonrası IŞİD cinneti mi? Bu cinnetin de az kaldı, sonuçları görülecek… İyi bakın oraya!

    Gerçek taciz bu işte! Kadının insan olduğunun reddi… Cinsel taciz olur-biter! Ama bu taciz daha uzun süreli… İnsana taciz, cinsel tacizden daha mı az bir ahlaksızlık ki, böyle konuşup-yazıp duruyorlar…
    *
    İnsan kendine kötülük edene acır mı? Acımalı! En büyük kötülüğü kendilerine yapıyorlar.. Sonra çektikleri acı ile kıvranıyor, bu acının sorumlusunu arıyor-buluyorlar! 1400 yıl önceki “önermeler-kurallara” uymamak! Ölmeye hazırlar; şehit olmak istiyorlar!
    Yaşamak için sebep bulamayanlar, ölmek için nedeni kolay bulur… Buluyorlar… Erkek egosunun kibri ile şişmiş olanlar, cinayet-kanla tatmin-huzur bulacak vahşet Tinselliğine kapılmış olanlar, katliamlarına gerekçe arıyor… Buluyorlar…

    Romalılar, Haçlılar, Cengiz Han, Hitler, Stalin de bulmuştu…
    “Öldürmezsen seni kimse ciddiye almaz!” Hayal aleminde yaşayanlar, bu nedenle daha çok öldürmek zorundalar! Yoksa gülünç olacaklar! Nefret edilmek daha iyidir!”

    Kötümser değilim… Bu 1400 yıllık hikayenin belki son 30-100 yılına girdik… Bu çırpınış boğulmak üzere olan bir “dünya’nın” çırpınışıdır; yanında götürdükleri kadar trajik bir hikaye kalacak arkada!
    Kadınlara zulüm etmeye koşullanmış bu adamlar en büyük zulmü kendilerine de yaptıklarını er geç anlayacaklar…
    ***
    http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1543

    http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1511

    http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1221

  8. 4 numaraya yazdığın cevapta geçen “cinsel sapma” nedir Gün Zileli? Ayak fetişizmi, BDSM falan mı?

  9. Çocuklar resmi ideolojinin kölesi değildir!
    Ufuk COŞKUN
    Milat Gazetesi & Sivil Düşünce

    Bakanlık, yerinde bir kararla ortaöğretimde başörtüsünün” serbest” olmasını sağlayarak (zorunlu değil) bir özgürlük sorununu çözüme kavuşturdu. Bu adım aynı zamanda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde geçen “Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.”“Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır” gibi maddelerin hayata geçirilmesi yolunda atılmış önemli bir adımdır. Bu anlamda düzenlemeyi olumlu buluyor ve Sayın Eğitim Bakanı’nı tebrik ediyorum. Eğitim, Türkiye’de Kemalistlerin anladığı gibi bir şey değildir. Onlara göre çocukların “varlıklarını Türk varlığına armağan etmeleri” kâfi. Onlar çocuklara çocuk oldukları için değil ileride resmi ideolojiye bağlı, devrimlerin bekçisi, itaatkâr, uysal birer vatandaş olacakları için değer verirler. Bu paternalistlik ilişki, Kant’ın en katı despotizm olarak nitelendirdiği ve koca bir ülkenin halkının bir kişiye veya dar bir gruba kurban edilmesine yol açan siyasal paternalistlik ilişkidir. Kısacası resmi ideolojiyi elinde bulunduran gücün kendi değerlerini başkalarına dikte ettiği, hayatına hükmettiği, kendi amaçları için kullandığı totaliter bir zihniyetten bahsediyoruz. Bu bakımdan başörtüsü serbestliği, 19.yüzyıl totalitarizmin bataklığından hala çıkamayan bu zihniyet tarafından sorun olarak görülmektedir. Çünkü bu insanların lügatinde insan yoktur. Çünkü onlar hala bir önceki çağdan kalma bilimsel bir yaklaşım olan pozitivizmin etkisi altındalar.

    Bu pek aydınlanmacı, ilerici, bilimci, rasyonalist kibirli insanlara göre halk doğal olarak cahil kalabalıklardır.Aklın, bilimin ve rasyonalizmin dışında olanların değersiz, işe yaramaz olarak görülmelerine neden olan bu düşünce yapısınagöre; cahil kitleler olarak görülen örneğin dindar kesimlerin, farklı görüşlerin ve mezheplerin mutlaka bilimsel, çağdaş, ilerici ve aklın öncelendiği bir eğitimden geçirilmeleri elzemdir. Bunun için gerekli olan otorite ve bürokrasinin kullanımından da -ideal, çağdaş, ilerici ve akılcı bir toplumun inşası adına- kaçınılmamalıdır. Yani kafa böyle bir kafa.Yani benim gibi düşünecek, benim gibi inanacak, benim gibi konuşacak ve benim yaşam anlayışıma sahip olacaksınız dayatmasıdır bu. Baksanız okumuş, tahsil görmüş insanlar.. Ancak hiçbirinde derinlik yok. Aldıkları Kemalist eğitim onlardainsana doğru giden bir yol açamıyor.. Oysa bir insanın aldığı eğitim onda kişi onurunun kıymetini idrak ettirmiyorsa yüreğinde insana dair bir yer açmıyorsa o eğitimin de o eğitimi alanın da hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.Bu yüzdendir ki kendi olmaktan çıkan bu resmi ideoloji bağımlısı seviyesiz insanları, özgürlük adına atılan her adımın karşısında görüyoruz.Örneğin CHP’nin eğitimci vekili Muharrem İnce, “bu uygulama cumhuriyete meydan okumadır” türünden tam da CHP zihniyetine münhasır klişe bir sözü tekrar etmiş. Benzer sözleri eğitim hakkı ellerinden alınan başörtülü üniversiteli kızlar ve halkın oylarıyla meclise gelen başörtülü vekiller için de duymuşuzdur. Oysa tam tersi,asıl CHP’nin cumhuriyeti insanlık değerlerine meydan okumaktadır.

    Resmi ideolojinin -kendilerini akıllı zanneden- kalitesiz, seviyesiz, ahlak, vicdan yoksunu ideologlarının ve yayın organlarının tepkileri aslında bu zihniyetin ne kadar da köhne ve insan karşıtı olduğunu açık etmesi bakımından ibretliktir. Başörtüsü bilime aykırıdır diyenden tutun da anne karnındaki bebeğe başörtüsü takacak kadar kimyası bozulan iğrenç bir zihniyetin varlığı ile karşı karşıyayız. Örneğin geçenlerde bir TV programına katılan CHP İstanbul Milletvekili üstelik müftü olan İhsan Özkes yaptığı derin analizlerle! başörtüsü serbestliğinin altında yatan nedenleri anlatıyordu. AK Parti’nin kimyasını bozduğu birçok insandan sadece biri olan Özkes’e göre; ortaöğretimde başörtüsü serbestliği IŞİD’in üstünü örtmek için gündeme getirildi. Özkes, hayal gücünün sınırlarını biraz daha zorlayarak başörtüsü serbestliğin IŞİD’e verilmiş bir taviz olduğunu IŞİD’in de buna karşılık rehineleri salıverdiğini ifade etti. Ayşe Hür ve Can Dündar gibi benzer kalitesiz insanların tepkilerini saymıyorum bile.Çünkü bunların en iyi bildikleri şey; halkın inanç değerlerini aşağılamak ve başörtülüleri hakaret etmek…

    Kısacası, çocuklarımızı elimizden alıp kendi ideolojilerini aşılamak ve onları neferleri, köleleri yapmak istiyorlar. Onların eğitimden, pedagojiden anladığı bu! Bizim ne düşündüğümüz, neye inandığımız, hangi dili konuştuğumuz umurlarında değil. Çocuklarımız resmi ideolojilerinin bağımlısı olsun kâfi. Tüm istedikleri bundan ibaret. Oysa bizler bu ülkenin özgür, demokrat ve saygın vatandaşları olarak çocuklarımızın geleceğe güvenle bakmalarını, özgür olmalarını, onların sanat, mimari, bilim ve ekonomi alanlarında ülkelerini kalkındırmalarını talep ediyoruz. Bugünlerde örneklerini bolca gördüğümüz türden seviyesiz, merhametsiz, inanç düşmanı, dil, mezhep, ırk düşmanı olmalarını istemiyoruz. Eğitimde özgürlüğü bu yüzden savunuyoruz. Kişi ve aile tercihlerini bu yüzden önemsiyoruz. Onlar sizin resmi ideolojinizin köleleri değil, bizim evlatlarımızdır.

    Özgürlük her şeyden evvel insanların kendi eylemleri için plan yapmasını ve karar alıp vermesini mümkün kılar. Bir birey davranışlarına, hareketlerine diğerleri tarafından müdahale edilmediği ölçüde özgürdür. Bu yüzdendir ki çocukların kendi tercihlerini, karar alma süreçlerini, iradelerini, zekâlarını ve tecrübelerini kullanmaya ve kendi planlarını yapmaya engel olan ve “zor” kullanılarak bunu imkânsız hale getiren bir zihniyete karşı inadına mücadele veriyoruz. Ve siz buna engel olamayacaksınız..

    http://www.duzceyerelhaber.com/ufuk-coskun/28561-cocuklar-resmi-ideolojinin-kolesi-degildir

  10. Özgürlük mü dediniz?
    Gerçek
    Ekim 1, 2014

    Bilindiği üzere Milli Eğitim Bakanlığı öğrencilerin kılık ve kıyafetine dair yönetmelikte “küçük” bir değişiklik yaptı. Buna göre imam-hatip ortaokulu ve liselerinde tüm derslerde, diğer okullarda ise seçmeli Kur’an-ı Kerim dersinde kız öğrencilerin başlarını örterek derse girmeleri serbest bırakıldı. Bu tip ufak değişikliklerin uygulamada her zaman daha büyük karşılık bulduğu bir gerçek. Bu serbestlik elbette ki imam-hatip okullarıyla ve seçmeli din dersleriyle sınırlı kalmadı. Zaten fiili olarak liselerin çoğunda öğrenciler uzun süredir başları kapalı derslere girmekteydi. Şimdi ise ortaokuldan yani 5. sınıftan itibaren öğrenciler başlarını kapatmakta.

    Bu konu özgürlükler çerçevesinde tartışıladursun, aynı yönetmelik öğrencilerin saçlarını boyamalarını, dövme veya makyaj yapmalarını, piercing takmalarını da yasaklamakta. Mesele özgürlükse, okulları biraz gözlemlemeye fırsatı olanlar veya o yaşlarını hatırlayanlar da bilirler ki dövme, makyaj yapmak, piercing takmak, türbana nazaran çok daha büyük oranda (hatta yüzde yüz) gençlerin özgür iradelerinin sonucudur. Türbanın ise özellikle 10-11 yaşlarında ve sonrasında da özgür iradeden ziyade aile ve sosyal çevre baskısıyla takıldığı bir gerçek.

    Nitekim Cumhuriyet gazetesinin 26 Eylül tarihli haberine göre, Diyanet’in dergisinde yer alan bir makalede, tam da bu tartışmalar sürerken, türban dinin bir emri, yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk olarak ele alınıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın karar ve danışma organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof. Dr. Hilmi Karslı bu makalesinde Müslümanların hayat şartları bahanesiyle İslami yaşam kurallarını yerine getirmediklerinin anlaşılır bir durum olmadığını belirtiyor. “…Ancak unutmamak gerekir ki bu din, sadece inanılmak ve hürmet gösterilmek için değil, emir ve yasaklarıyla amel edilmek için gelmiştir. … Bir toplumda dini sadece kabullenmekle yetinen­lerin sayısı çoğalıyorsa bu, o toplumda dini hayatın çöküşe geçtiği anlamına gelir” tespitini yapıyor. Kısacası bu makaleden türban özgürlüğünden ziyade türban zorunluluğu anlayışı ortaya çıkıyor. Eğitim Bir Sen’in karma eğitim karşıtı demeçleri, Tayyip Erdoğan’ın da zorunlu din derslerini “gençler ateist, terörist, uyuşturucu bağımlısı mı olsun” düzleminde savunması, her fırsatta dindar nesil yetiştirmek gayesinde olduklarını söylemesi aynı anlayışın ifadeleridir.

    Bugün okullarda türban serbestliği; diğer her şeyin yasak olarak kalmasıyla, imam-hatip okullarının muazzam artışıyla, sayıları artan seçmeli din dersleriyle ve bu derslerin zorunluluk haline getirilerek seçtirilmesiyle, eğitimde problemler diz boyu iken sadece bu alanlarda değişiklik yapılmasıyla ve iktidarın söylemleriyle ele alındığında, açılan bir özgürlük alanından çok dindar nesil projesinin zorlaması olarak karşımıza çıkıyor.

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/ozgurluk-mu-dediniz

    Şevket Eygi’nin şu yazdıklarına da bir bakalım;

    Okullarda Başörtüsü Serbestliği
    Mehmed Şevket Eygi

    Okullarda kız çocuklarının başörtüsü takmasının serbest bırakılmasıyla iş bitmez. Din ve eğitim hürriyetiyle ilgili çok radikal kararlar alınmalıdır.

    Madde madde yazıyorum:

    1. İngilterenin Büyük Britanya kısmında 1944’ten beri geçerli olduğu gibi bizde de her sabah okulun camiinde ibadet edilmeli, Kur’an okunmalıdır. Tabiî ki. gayr-i müslim aileler çocuklarının bundan muaf olmasını isteyebilir.

    2. Kemalist ideolojik eğitim sistemi değiştirilmeli, millî kültüre uygun ciddî bir eğitim sistemi getirilmelidir.

    3. Bin yıl boyunca halkımızın, ülkemizin, devletimizin yazısı olan Osmanlıca bütün okullarda okutulmalı, yeni nesiller atalarının Türkçe mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil olma ayıbından kurtarılmalıdır.

    4. Bütün okullarda zengin, yazılı, edebî Türkçe ve millî edebiyat dosdoğru öğretilip okutulmalı; kolej mezunu bir İngiliz gencinin Shakespeare’i okuyup anlayabilmesi gibi Türkiyeli çocuklar da Fuzulî’yi okuyabilmelidir.

    5. Anne ve babaların, velîlerin çocuklarına istedikleri din eğitimini vermeleri ve verdirmeleri temel insan haklarındandır. Bu konudaki bütün Kemalist ve ateist engeller kaldırılmalıdır.

    6. Karma eğitime son verilmelidir. İngilterede, ülkesine 19 başbakan kazandırmış olan Eton kolejinde karma eğitim yapılmıyor.

    7. Okullarda gayr-i ilmî Darvinizm teorisi safsataları, sanki bilimsel gerçeklermiş gibi okutulmamalıdır.

    8. Okullarımızda resmî ideolojik tarih martavalları ve mitolojisi değil, gerçek tarih okutulmalıdır.

    9. Liseli gençler beyefendiler ve hanımefendiler olarak yetiştirilmelidir.

    10. İslam ahlakına aykırı 19 Mayıs gençlik törenlerine son verilmelidir.

    11. Liselere lise bitirme ve bakalorya imtihanları konulmalıdır.

    12. Test usulü imtihan sistemi kaldırılmalı, yazılı kompozisyon usulüne dönülmelidir.

    13. İlköğretimden sonra, okumaya istidadı ve kabiliyeti olmayanlar, Almanyada olduğu gibi meslekî pratik eğitime yönlendirilmelidir.

    14. Müslümanlara İslam mektepleri ve liseleri açma hürriyeti verilmelidir.

    15. Bu mekteplerde bütün Müslüman öğrencilerin beş vakit farz namazları okul imamının ardında cemaatle kılmaları sağlanmalıdır. Sultan Abdülaziz ve Abdülhamid zamanında Galatasaray Sultanisinde (lisesinde) böyle idi.

    16. Müslümanların açacağı kız liselerine, çarşaflı veya şer’î tesettürle örtülü olmayan kızlar alınmamalıdır.

    17. Türkiyede, İngilteredeki Eton Koleji gibi dünya çapında vasıflı ve güçlü mektepler açılmalıdır.

    18. Dünyanının en güçlü ve vasıflı on lisesi listesine en az iki lisemiz girebilmelidir.

    19. Bütün okullarda bilgi ve kültür yanında ahlak ve karakter terbiyesi de verilmelidir.

    20. Okullarda genç nesillere sanat, estetik, güzellik boyutu kazandırılmalıdır.

    Müslüman ailelerin çocuklarına başörtüsü hürriyeti verilmesi iyidir, doğrudur, insan haklarına uygundur. İngilterede bu hürriyet varsa, Türkiyede de olmalıdır, olacaktır.

    Gizli Yahudilerin, Gizli Haçlıların, ateistlerin, İslam düşmanlarının, egemen azınlıkların, resmî ideoloji faşistlerinin, mürtedlerin bu hürriyete karşı çıkmalarını insan haklarına, millî kimlik ve kültüre, adalete, eşitliğe, demokrasiye aykırıdır. Onlar yerden göğe kadar haksızdır.

    http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Okullarda_Basortusu_Serbestligi/21698#.VCxuxlcfx90

    Okullarda başörtüsünün serbest bırakılması birilerini çıldırttı.

    İnşallah bundan sonra karma eğitim kaldırılsın.

    Yazmazsam olmaz: Başörtüsüyle istenilen düzelme olmaz. Ayasofya açılsa yine olmaz. Bize kökten topyekûn bir ıslah lazımdır.

    http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Vezuv_Homurdaniyor/21657#.VCxyaVcfx90

  11. Allaha inansam allah islah etsin diyeceğim. Yorum sahibini yani…

  12. İnsanların çıkarları çatışır, bunları uzlaştırmak mümkün değildir. Tarih, çıkar çatışmalarının tarihidir. Herkes şu ya da bu ölçüde çıkarcıdır ve başarı için çıkarcı olmak zorundadır.

  13. Bunların yasaklarına ve özgürlük düşmanlığına karşı duralım, tamam. Peki bizim özgürlükçü, çağdaş, ilerici, laik, modern toplumumuz, sanayisi dünyayı yiyip tüketen bir tüketim toplumu değil mi? Bu soruna nasıl çözüm bulacağız? İnsanlar sadece zorunlu ihtiyaçlarıyla yaşasın, bütün bu tüketimi ve sanayiyi ortadan kaldıralım. Dincilerle kısmen uyuşuruz o zaman bu konuda.

  14. Geleneksel eğitim veren okullara mahkûm muyuz?

    Devlet tekelinde zorunlu eğitim veren okulların yapısının, işleyişinin, yönetiminin bir reforma ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Ben, okulların radikal anlamda, köklü bir biçimde yeniden kurgulanması gerektiği fikrine daha yatkınım. Bunun birkaç farklı nedeni var. Öncelikle geleneksel eğitim veren okulların bilginin bu denli kolay erişebilir olduğu bir dünyada zamanı geriden takip ettiklerini düşünüyorum. Okullar, bireyin kültürel gelişimine ve özgürleşme/insanlaşma sürecine katkı yapmadıkları gibi bilginin aktarımı konusunda da bir hayli ilkel yöntemlere sahipler. Kısacası geleneksel eğitim veren devlet okullarında işler pek yolunda yürümüyor. Bilirsiniz okullar 19.yüzyılda askeri argümanlarla hayatımıza girdi. Bu sebeple demokratik dünyada yıllardır tartışma konusu olmuşlardır.

    Bir zihin biçimlendirme faaliyeti olarak bugün yaşamımızı derinden etkileyen eğitim kurumları, CatherineBaker, Charles Dickens, J.S.Mill, Albert J.Nock, Krishnamurti, Ivan İlich ve Muray Rothbard gibi fikir insanları tarafından sıklıkla eleştiri konusu edilmiştir. Demokrat insanlar bu çerçevede çocuk üzerindeki denetim, devletin mi yoksa ebeveynlerin mi elinde olmalıdır ya da devlet, tek yönlü işlev gören zorunlu eğitim faaliyetiyle farklı ilgi ve yeteneklere sahip olan çocukları istenilen düzeyde hayata dahil edebiliyor mu? gibi sorulara cevap aramışlardır. Bugün biz de bu sorulara cevap arayamaya devam edeceğiz. Cevabını aradığımız temel soru şu; Okulların bireyin eğitimi üzerinde oynadığı rol nedir? Başka bir okul anlayışı, yapısı mümkün müdür? Kuzey Amerika’da Deschooling Our Lives( Yaşamlarımızın Okulsuzlaştırılması) adlı bir kitap yayımlandı. Bu kitap, okulları eleştirel bir perspektifle ele alıyor ve alternatif okul türlerinin denenmesi gerektiğini teklif ediyor. Einstein, deliliğin tanımını yaparken onun tekrar tekrar aynı şeyi yapmak ve farklı sonuçlar beklemek olduğunu ifade etmiş. Bu söz üzerinden giderek gelin biz de zorunlu eğitim ve okul sorununa yakından bir göz atalım.

    İsterseniz kitabı derleyen Matt Hern’in sorularıyla başlayalım. Bugün sağduyulu bir insan, bir çocuk için gelişmenin ve olgunlaşmanın en iyi yolunun günde altı saat, haftada beş gün, yılda on ay, gençliğinde ise neredeyse yirmi yıl boyunca hapsedilmek olduğu iddia edebilir mi? Veya günlerinin büyük çoğunluğunu otuz-kırk akran ve bir yetişkinle bir odaya kapatılarak harcamak olduğunu söyleyebilir mi? Peki, ya tek bir zilin çalışıyla başka bir etkinliğe geçmek olduğunu ileri sürebilir mi? Diğer taraftan öğrenciler bir okul gününe, zaman çizelgesine, programa, müfredata, okuldaki cihazlara ve sınıf düzenine uyum sağlarlar. Neden bunun başka bir yolu yokmuşçasına çocukların okullara uyum sağlamasını bekliyoruz? Oysa gerçek olan, bir çocuğun sürekli değişen öğrenme modellerine, ihtiyaçlara, ilgilere, tutkulara, aile durumuna, kapasiteye ve tuhaflıklara sahip kendine özgü, esrarengiz bir varlık olduğu gerçeğidir.Etyen Mahçupyan’ın da ifade ettiği gibi çocuğun birazda saçmalama hakkının olduğu gerçeğidir.

    Rothbard, Education, Free and Compulsoryadlı kitabında insanoğlunun birbirlerinden farklı ve ayrı bireyler olduğunu ifade eder. Sadece parmak izleri değil tüm bireylerin kişilikleri de emsalsizdir. Her birey zevklerinde, ilgi alanlarında, yeteneklerinde ve seçtikleri hareketlerinde benzersizdir. Her çocuk yetenek ve ilgi alanları olarak birbirlerinden çok farklı olduğundan ve öğretmen bir seferde tek şey öğretebileceği için okulların sınıflarındaki eğitim tek kalıptan çıkmak durumundadır. Kısacası her bir çocuğa uygun olacak şekilde eğitim vermeyen okullar, kaba bir tekdüzeliğin zorbalık mekânı olurlar. Rothbard, yıllar önce İbn-i Rüşd’ün ifade ettiğinden farklı bir şey söylemiyor aslında. İbn-i Rüşd, “Her insan kendi fıtratına boyun eğer ve her insan fıtri olarak bir konuda kabiliyetlidir” diyor. Ona göre herkesin aynı fıtratta olması ve bir kişinin bütün fıtri fıtri kabiliyetleri kendinde toplaması mümkün değildir. Bu yüzden herhangi biri birden fazla ilmi öğrenmesi asli olarak mümkün değildir. Kısacası herkes kendi nevi şahsına münhasır bir şahsiyete sahiptir.

    Bir yazımda New York’un aşağı batı yakasında “Quest to Learn” yani “Öğrenme Macerası” adındaki bir okuldan bahsetmiştim. Ayşe Kaya Akfırat’ın verdiği bilgilere göre, her dersin, aktivitenin oyun merkezli tasarlandığı, karnelerde notlar yerine “acemi çaylak”, “çırak”, “kıdemli” ya da ‘usta’ gibi uzmanlık derecelerinin yer aldığı; öğretmenler ve bilgisayar oyunu tasarımcılarından oluşan bir takımın müfredatı şekillendirildiği bir okul burası. Dijital dünyanın dijital çocukları, bizim yetiştiğimizden çok farklı bir sınıf ortamında; teknolojinin, simülasyonların, kod yazıp yazılım üretmenin tam kalbinde, yepyeni ve çok eğlenceli bir eğitim sürecinden geçiyorlar. Öğretmenler öğrencilerine ödev vermiyor, onlarla belli bir misyonu olan maceralara çıkıyorlar. Quest to Learn’ün hedefi, öğrenmeyi çekici kılmak değil; karşı konulmaz bir hale getirmek. Mevcut okul yapısının dışında işleyen bu tür okul örnekleri bugün demokratik dünyanın en çok konuştuğu eğitim meselelerin başında gelmektedir.

    Türkiye’de farklı, en iyi, en mükemmel okul türünü oluşturmak mümkün mü? Bu konuda neden bir kampanya başlatmıyoruz? Farklı alternatif okul türleri üzerine neden yarışmalar düzenlenmiyoruz? Einstenin ifade ettiği gibitekrar aynı şeyi yapmak ve farklı sonuçlar beklemek bizi nereye taşır? Çocukların ilgi ve kabiliyetlerine göre değil de yaşlarına göre sınıflandırıldığı ve hemen hepsine -fıtrata aykırı olarak- aynı derecede bilginin boca edildiği, tekçi, ideolojik bir o kadar da katı disiplin vazeden eski usul okul modellerine mahkûm muyuz? Bunun başka bir yolu yok mudur? Kişisel menfaat peşinde koşturmayı bırakıp tartışmaya ne dersiniz?

    Ufuk COŞKUN

    Milat Gazetesi & Sivil Düşünce

    http://duzceyerelhaber.com/ufuk-coskun/30271-geleneksel-egitim-veren-okullara-mahkm-muyuz