Ahmet Kaplan/İki Diktatörlük Altında-Bir Soğuk Savaş Propaganda Klasiği

Yazı, “Yolcular Devrim Yolunda” adlı mail grubundan alınmıştır. Yazıdaki, çok sayıda imla hatası, elbette yazarın kendisine aittir. G.Z. 

 

Soğuk savaş yıllarında  Kültürel  NATO tarafından Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan desenformasyon ve propaganda kitapları Gün Zileli tarafından son yıllarda ardı ardına çevriliyor. En son yayınlanan çevirisi ise Margaret Buber Neuman’a ait olan İki Diktatörlük altında’ adlı kitap. Bu kitap bir soğuk savaş klasiği  olmasına rağmen, sol çevrelerde kitaba yönelik eleştirel bir tepki yok. Dahası Birgün ve Yurt gibi sol gazetelerde kitap hakkında olumlu tanıtım yazıları yayınlanmış durumda. Emperyalist devletlerin ve NATO nun SSCB hakkındaki tezleri, yani SSCB nin bir ‘’kötülükler imparatorluğu’’ olduğu, Stalin’in ise bu kötülükler imparatorluğunu yöneten bir ‘’şeytan’’ olduğu solun bilinçaltına da işlemiş durumda. Bu noktada SSCB ve geçmiş sosyalizm deneylerinin ve sosyalist liderlerin şeytanlaştırılması sol tarafından geniş oranda sosyalizme yönelik eleştiriler olarak algılanıyor, bu şeytanlaştırmalar solda geniş destek görüyor.  NATO ve emperyalist kampın propaganda tezlerinin solda bu kadar yaygın olması, hem sol liberal tezlerin solda hızla güçlenmesine sebeb oluyor, hem de geçmiş sosyalizm deneylerinin marksist ve devrimci bir elestirisini  olanaksız kılıyor.

Yazıya devam etmeden önce bir konuyu vurgulamakta fayda var. Bolşevik Devriminden 1970lerin sonuna kadar, sosyalistlerin emperyalistler üzerinde bir ideolojik hegemonyası söz konusu idi. Yani emperyalistler hiç bir zaman şimdi olduğu gibi açıktan  sosyalizmi ve sosyalist ülkeleri kapitalizmin bakış açısından eleştiremiyordu.  Sosyalist ve emperyalist ülkelerin insan hakları sicillerinin, sosyal ve ekonomik hakların ( eğitim, sağlık ve çalışma hakkından oy hakkına kadar) karşılaştırılması ise sosyalist ülkelerin prestijinin artmasına sebep oluyordu. Bu yüzden sosyalist ülkelerin kapitalist bir eleştirisinin başarılı olma şansı yoktu. Bu noktada,  1940 ların sonunda kurulan kültürel NATO sosyalist ülkelere karşı propaganda savaşında soldan kapitalizme dönmüş kişileri, yani bir nevi itirafçıları kullandı. Bunlar sosyalist ülkeleri ve sosyalizmi ‘’soldan’’ eleştirdiler. Margaret Buber-Neuman bu kişilerden birisidir.

 

Kitabın gazetelerde ve internet basınında çıkan tanıtım yazılarında vurgu sürekli olarak Buber-Neuman’ın ne kadar inançlı bir komünist olduğuna yapılmış. Yani  bize Alman Faşizmi ile SSCB yi eşitleyen bu kitabın, SSCB ye  ‘’soldan’’ bir eleştiri olduğu söyleniyor. Yazar biz okuyuculara, ‘’Kendini bütün kalbiyle komünizm davasına adayan Alman Komünist Partisi üyesi Margarette Buber-Neumann’’ ya da   ‘’Margarete Buber-Neumann, Alman Komünist Partisi (KDP) üyesi, inançlı ve çalışkan bir komünist. Sovyetler Birliği’ne sarsılmaz bir inançla bağlı bir devrimci’’ gibi ifadelerle tanıtılıyor. Ama kitabı okuyunca, daha sonra bir sürü faili meçhul cinayete bulaşan PKK itirafçiları ne kadar PKK li iseler, Buber-Neumann’ın da o kadar marksist olduğunu görüyoruz. Aslında tanıtım yazısını yazanlar Buber-Neumann’ın kendi yazdıklarını bile okumamışlar. Kitap baştan sonra yazarın sosyalistlerden ve ruslardan ne kadar nefret ettiği üzerine şekillenmiş. Öyleki nazi kampında bir yönetici-mahkum olarak salıverildikten sonra yolda kendilerini misafir eden bir ailede marksist kitapları görünce öfkeden delirir. Bunlara rağmen hala komunistliğine vurgu yapılıyor. Neuman’ın gençliğindeki düşüncelerinin ne olduğunu bilmiyoruz ama bu kitabi yazdığında artık bir komunizm ve sosyalizm düşmanı olduğu kesindir. Daha sonra bir çok nazi parti üyesi gibi savaş sonrası sağcı Alman Hristiyan Demokrat Partisine katılır.

Yazar, sovyet ve nazi kamplarında toplam 7 sene kadar kalıyor. Bunun yaklaşık olarak iki yılını sovyet çalışma kamplarında çalışarak geçiren yazar, daha sonra Almanya’ya sınırdışı edilir.  Yazar alman köle kamplarında bir mahkum olarak beş sene daha geçirir. Ama mahkumiyetini  bitirdiğinde artık sadece bir mahkum değildir. Hangi mahkumların gaz odalarına gideceğine karar veren blok sorumlularından birisidir ve bir çeşit mahkum-yöneticidir. Öyleki cezaevi kariyerinin bir noktasında Johanna Langefeld adlı  kamp müdürlerinden birisinin baş yardımcısıdır. Langefeld öyle sıradan bir insan değildir. Langefeld Ravenbruck nazi cezaevi kampının kadın müdürüdür ve tutukluları gaz odalarında öldürme projesinin ilk sorumlularından birisidir. Action 14f13 adı ile bilinen bu projede hasta sakat ve çalışamayacak kadar yaşlı hastalar seçilip öldürülüyorlardı. Bu projedeki başarısı nedeni ile Langefeld 1942 de Autswich kampına kadın yönetici olarak atanır ve  oradaki gaz odalarını kurma projesinde görevlendirilir. Yani Autswich kampındaki gaz odalarını kuranlardan birisidir.  Nazi konsantrasyon kamplarındaki müdürler ve komutanlar arasında ki kişisel çekişmelerde kendisi doğrudan Heinrich Himmler’ın koruması altındadır. Daha sonra tekrar Ravensbruck’e geri gönderilir. Buber-Neuman onun mahkum yardımcısıdır. Langefeld  120 bin kadın mahkumdan 90-100 bininin öldüğü ya da gaz odalarında katledildiği bir dönemde cezaevinin kadın müdürüdür. Onbinlerce kadın  Langefeld ve yardımcılarının yaptığı listelerle gaz odalarını boylayıp öldürülürler.

Buber Neumann anılarında kampta ki pozisyonunu saklayamaz. Anılar kamptan ayrıldıktan bir kaç yıl sonra yazılmıştır. Kamplardan az da olsa sağ kurtulanların olduğu bir ortamda herşeyi reddetmek mümkün değildir. Bu yüzden  Margaret Buber-Neumann anılarında almanlar tarafından kampa konur konmaz bir hafta içinde hemen bölüm sorumlusu yapıldığını ayrıcalıklı bir konuma getirildiğini kabul eder. Daha sonra da kariyer basmaklarını hızla çıkarak önce Blok sorumlusu ve sonra da Langefeld’in yardımcısı konumuna geldiğini yazar. Yine Neumann kendisininin insanları gaz odasına gönderme yetki ve sorumluluğu olduğunu kabul eder. Ama bu süre zarfında Buber Neuman bir kişiyi bile gaz odalarına göndermediğini iddia eder. Herkesi korumuştur, sadece kendisi değil amiri olan Langefeld’de aslında iyi bir kadındır ve elinden geldiği kadar mahkumları korumuştur. Nasıl korumuşlarsa, bunların döneminde 90 bin kadar mahkum kampta ya zor koşullar nedeni ile ölmüş ya da öldürülmüşlerdir. Bir de korumasalardı ne olucaktı insan düşünmek bile istemiyor.

Aslında korudukları yok, Buber Neuman kamptaki ölüm makinasının bir parçasıdır artık. Ne zaman komunist olduğunu bilmiyoruz ama Buber Neumann nazi kamplarında artık bir nazidir. Bu yüzden savaş sonrası yazdığı kitabinda sayfalarca Langfeld övülür. Onun ne kadar suçsuz olduğu gösterilmek istenir. Aslında koruma iki yanlı. Kızıl Ordu Kampa çok yaklaşınca kamp idaresi bunları salıverir. Diğer mahkumlar dururken bunların salınması açık. Kamp idaresi kendileri ile işbirliği yapan kamp görevlilerinin Kızıl Ordu tarafından tutuklanmasını engellemek istemiş olmalı. Savaştan Buber gibi nazilerle işbirliği yapan kamptaki katliamların parçası olan bir çok  mahkum katliamlarda ki rolleri nedeni ile savaş sonrası mahkemelerde yargılandılar ve idam dahil çeşitli cezalara çarptırıldılar. Buber’in  Langefeld’i savunması onlardan biri olmasından kaynaklanıyor. Langefeld kamptaki rolünden dolayı aranmasına rağmen bir türlü bulunamaz ve kızkardeşinin evinde 1974 yılında huzur içinde ölür. Evinde huzur içinde ölen madımak katliamı sanıklarını hatırlıyor musunuz? Halbuki Langfeld’den daha alt görevlerde bulunan ve Langfeld’in emrinde olan bir çok alt düzeyde görevli kamplardaki rollerinden dolayı savaş sonrası idam edilmiştir.

Ama Langfeld’in nasıl huzur içinde öldüğünü anlamak için Buber’in kitabına ve anlattıklarına biraz daha derinden bakmak gerekli. Buber-Neumann Moskova da Lux hotelde kaldıkları sırada sovyet polisinin bir paranoya içinde herkesi sırası ile tutukladıklarını iddia eder. Kendisi ve kocası da bu paranoya sırasında hiç bir şey yapmadıkları halde tutuklanmıştır. Kocası casus olduğu gerekçesi ile idam edilmiştir. Ama yeni arşiv çalışmaları sonucu biz biliyoruz ki Luks oteldekileri ihber edenlerden birisi de bizzat Margaret Neuman ve eşidir. Otelde kalan arkadaslarını casus diye polise şikayet etmişlerdir. Bize bu bilgiyi kitabın ingilizce baskısına önsüz yazan Nikolaus Wachsman vermektedir. Dimitrov anılarında kocası hakkında yozlaşmiş birisi diye bahseder. Kendi arkadaşlarını polise şikayet edecek kadar yozlaştığı kesin. Ama bunu niye yaparlar? Bunu ise  bir başka Gün Zileli çevirisinden, Eugeny Ginzburg’un anılarından öğreniyoruz. Ginzburg Kazan’da tutuklu iken muhalefetin soruşturmaları zorlaştırmak için suçsuz oldukları halde bir sürü insanı  suç ortağı olarak polise verdiklerini söylüyor.  Gerçekten de bu tür insanların asılsız ihbarları sonucu tutuklanan bir milyondan fazla  tutuklu 1939 yılında suçsuz bulunarak mahkemeler tarafından serbest bırakılmıştı. Öyle görünüyor ki bu politika o dönemde  muhalefet tarafından etkili olarak kullanılmış.  Anlaşıldığı kadarı ile Margaret Neuman ve kocası da aynı politika paralelinde hareket etmişler. Ancak kocası daha sonra tutuklanır, üzerine atılı suçlamaları kabul eder ve suçlu bulunarak idam edilir. Bu bilgiyi de yine özsözden öğreniyoruz. Margaret Neumann da tutuklandıkdan sonra kendisi hakkındaki suçlamaları kabul eder ve hapis cezasına çarptırılır. Bu arada Margaret Neumann anılarında kendisine karşı fiziki bir işkenceden bahsetmemektedir. Yani belli suçları kabul etmesi işkence sonucu olamaz.

Bu arada daha fazla devam etmeden o yıllarda ki bir olguyu belirtmeliyiz. 1930 lu ve 40 yıllarda bir çok batılı ajan istihbarat, manipulasyon  vb faaliyetler için troçkistlerden menşeviklere, bolşeviklere kadar  SSCB ile bağlantılı sol hareketlerin içine akmıştı.

Ancak 1940lara yaklaşırken bu ajanlar sol örgütleri bırakıp doğrudan istihbarat  görevlerinin başına dönmeye başladılar. 1930 ların başında Troçki’nin yanında olan mesela bir James Burnham daha sonraları CIA nın Politik ve psikolojik savaş bölümünün kurucusu olur. Keza Sydney Hook ve  Max Eastman  gibi  Troçkistler de CIA nin önemli  elemanları  amerikan sağının teorisyenleri olurlar.  Bu insanlar şiddetli bi şekilde anti-komunistdir ve bir dönem Troçki çevresinde bulunma nedenleri casusluktur. Ancak görevleri yalnızca casuslukla sınırlı değildir.  Bunların bir başka fonksiyonu ise içlerinde bulundukları sol yapıları politik olarak emperyalist politikaların yanına çekmek, onları emperyalist politikalar paralelinde manipule etmektir.  Bu konuda yer yer başarılı olmuşlardır. Mesela Troçki’yi sürekli olarak politik olarak  ABD politikalarının yanına çekmeye çalışan, hatta bu konuda Troçkist harekette politik ayrılık yaratan bu kişiler, en azından Troçki’nin Dies komisyonuna ifade vermeyi kabul etmesini sağlamışlardır.  Bir suikast sonucu ölen Troçki  Dies komisyonuna ifade verememiştir. (1)

Bu tür casus çevrelerinden birisi de Arthur Köestler ve çevresidir. Köestler Avusturya doğumlu bir gazeteci ve yazardır  ve 1930 ların başında İngiliz Gizli servisine bağlı bir görevli olarak Alman Komünist Partisi çevrelerine katılır.  Köestler İspanya iç savaşı sırasında ve daha sonra nazilerin Fransa’yı işgal etmesi ile iki kez tutuklanır ama İngiliz devletinin müdaheleleri ile serbest bırakılır. Komüntern de bir alman komunisti olan Willy Müenzernberg ile beraber çalışmaktadır. Müenzenberg’in karısı ile Margaret Neuman kızkardeştir. Müenzernberg ve Heinz Neumann Alman Komünist Partisinden yakın çalışma arkadaşlarıdır ve 1930 ların başındaki AKP içindeki politik bölünmede beraber tavır almışlardır. Neumannlar Moskova’da tutuklanınca Müenzenberg ile Köestler Paris’te Die Zukunft adlı anti-sovyet bir dergiyi yayınlamaya başlarlar. Bu dergi, yine bir  soğuk savaş dergisi olan ve CIA  ve MI5 tarafından ortak yayınlanacak olan ve yayıncıları arasında yine Köestler’in bulundugu ‘’Encounter’’ adlı derginin öncülüdür. Yani Neuman lar bir casus şebekesi ile bağlantılıdır. Şüphesiz onların bi casus sebekesi ile bağlantılarının olması onların casus olduklarını göstermez. Neumannlar hakkındaki tüm belgeler ortaya çıkana kadar bir yorumda bulunmak zor, ama en azından Buber Neumann’ın kendi yazıklarından da bazı sonuçlara ulaşabiliriz.

 

Şimdi iki yıl  Sovyet kamplarında kaldıktan sonra bes yıl nazi konsantrasyon kamplarında mahkum-yöneticilik yapmış birisi var. Doksan bin kadın mahkumun gaz odalarında öldürüldüğü bir kampta, elinde mahkumları gaz odasına gönderme yetkisi olan kişilerden  birisidir ve bu kişi aynı zamanda tüm bu katliamları organize eden kadın kampının müdürünün de yardımcısıdır.  Sovyet orduları kampa yaklaşınca nazi kamp yöneticileri tarafından serbest bırakılmış ve kaçarak  amerikalılara sığınmıştır. Kitabında kampın gaz odalarından sorumlu kadın müdürünü korumaktadır. İşte bu sırada Köestler yine ortaya çıkar ve Buber Neumann’a anılarını yazmasını ‘’tavsiye’’ eder. Köestler artık İngiliz istihbarat servislerinin önemli bir yöneticisidir ve hatta İngiltere adına Filistin’de ki yahudi direniş örgütü yöneticileri ile görüşecek kadar yükselmiştir. Koestlerin yönlendirmesi ve desteği ile kitap yazılır.  Daha sonra da CIA ve Kültrel NATO bu kitaba elinden desteği verecektir. Öyle görünüyor ki Neumann’ın amiri Langfeld’i koruması da bu kitabın yazılma koşullarından birisi olmalı. Yoksa tüm dünyada aranan bir katilin, 1974 yılına kadar kızkardeşinin evinde huzur içinde yaşaması emperyalist güçler tarafından korunmadan mümkün değildi.

Buber Neumann’ın karakterine ve ilişkilerine baktığınızda ( Lux otelde arkadaşlarını ihbar etmeleri ölüm kampında blok sorumlusu olma becerisini göstermesi, ruslara karşı ırkçı duyugular beslemesi çıkar çıkmaz Köestler ile yeniden ilişkiye geçmesi vb ) Neumann’ların daha başlangıçta ingiliz casusluk çevreleri ile bilinçli bir ilişki kurduğunu gösteriyor.

 

 

Şimdi de Neumann’ın sovyet çalışma kampları hakkındaki yazdıklarını irdeleyelim. Neumann’a göre   (sayfa 103) Sovyet kampında bir çırak kendisi gibi 25 ruble aylık alırken mesela bir traktör sürücüsü 100 ruble aylık almaktadır. Karşılaştırma yapabilmek için Neumann bazı fiyatları da vermektedir. Örnegin  yarım kilo ekmek elli kopek, iken yarım kilo ringa balığı ise  üç ruble dir. Cezaevi duvarı vb yoktur. Kadın erkek köy tarzı evlerde bağımsız yaşamakta, kadın ve erkek mahkumlar hep beraber yasayabılmekte, hatta  duygusal ilişkiler kurabilmektedirler.  Mahkumlar açık havada çalışmakta, bir çok durumda etraflarında nöbetçi bile olmamaktadır.  Günlük çalışma kotaları karşılanmamışsa az yiyecek verilmektedir. Hasta mahkumlar çalışmak zorunda değildir.  Bu anlatılanlar konu ile ilgili akademik araştırmalarla da uyum içinde. Gerçekten de konu ile ilgili yazan araştırmacılar Sovyet kamplarını rehabilitasyona yönelik olduğunu, o dönemde (bahsetiğim 30 ların ikinci yarısı) maksimum cezanın 10 yıl olduğunu ama kamplarda meslek öğrenen ( Margaret Neumann’ın bahsettiği maaşlı traktör sürücüleri gibi) iyi çalışan mahkumların cezaları bitmeden serbest bırakıldıklarını, çalışanlara maaş  verildiğini, iyi çalışan mahkumlara normal yemeklerin yanında ekstra yemek verildiğini söylemekteler. Kota dolmadığında az yiyecek veriliyordu dediği şey, ekstra yemek verilmemesi olmalı.  Margaret Neumann kendisi de hasta olduğunda da çalışmaktan muaf tutulmustur. Yine aynı araştırmalarda yalnızca 1930 larda hasta olduğu için milyonlarca mahkumun affedilip Sovyet çalışma kamplarından  salıverildiği belirtilmektedir.

Sovyet kamplarında mahkeme tarafından cezalara çarptırılmış mahkumlar bulunmaktadır. Nazi kamplarında sadece milliyetleri, ten renkleri, dinleri ve inanışları yüzünden tutuklanan insanlar bedava alman tekellerinin fabrikalarında çaılşmaya zorlanmakta ve hasta olduklarinda da ya da çalışamayacak kadar yaşlı iseler gaz odalarında öldürülüp yakılmaktadırlar. Mesela yazar kendisi sovyetlerde casusluk faaliyetlerinden dolayı mahkeme tarafından cezaya çarptırıldığı için tutuklanmıştır( Önsözde belirtildiği gibi kendisi bunu kitabında inkar etmektedir ama mahkemeye kabullerde bulunmuştur.) Nazi cezaevinde ise keyfi bir şekilde sadece önlem olarak tutuklu bulunmaktadır.  Fiziki işkence ve dayak çok yaygındır. Gardiyanların en ufak kızgınlığında mahkumlar ölesiye dövülmekte hatta gaz odalarına gönderilmektedir.  Margaret Neumann ve Gün Zileli ise bize hem nazilerin kamplarının hem de sovyet cezaevlerinin aynı derecede barbar olduklarını iddia ediyorlar.

 

Margaret Neumann bize, SSCB de poliste sorguda iken bile mahkumlara kitap okuma izni verilmektedir. Bunu soljenitsin’de söyler. Neumann’a fiziki işkence yapılmamıştır. Şu ana kadar okuduğum anıların hiç birinde ( Soljenitsen’den tutunuz, Bukharin’nin eşine,  doktorlar komplosundan tutuklanan Yakov Rapoport’a, Eugeny Ginzburg’a kadar  kadar tutuklanan ve içerde yatan bir sürü kişinin anılarını okudum, daha kendisine fiziki işkence yapıldığını iddia edene rastlamadım. Ama hepsi de duyduklarına göre başkalarına işkence yapıldığını iddia ederler.  Alman kamplarında ise dayak yanında gaz odalarına gönderiliyorsunuz. Ayrıca Sovyet kamplarında serbest olan herşey Nazi kamplarında yasak;başka mahkumları görmek, erkek ya da kadın mahkumların birbirini görmesi, kitap almak ve okumak, meslek edinmek vb.

Margaret Neumann ve Gün Zileli  nazi kamplarının ve sovyet kamplarının aynı olduğunu iddia ediyorlar. Burada şunu belirtmeme izin veriniz. Ben burada sadece iki cezaevi sisteminin karşılaştırmasını yapıyorum. Bu yazı sovyet cezaevi sisteminin bir değerlendirme yazısı değildir. Doğaldır ki Sovyet cezaevi sistemi sosyalist bakış açısından değerlendirilmeli ve eleştirilmelidir. Yalnızca cezaevi sistemi değil ama SSCB deki yaşamın her alanı ve politik sürein tümü, sosyalist bir bakış açısı ile değerlendirilmeli ve eleştirilmelidir. Ama SSCB cezaevi sistemi hakkındaki desenformasyon vb leri ile mücadele etmeden, yani  gerçeği tam bilmeden, sağlıklı bir Sovyetler Birliği değerlendirmesi yapmak mümkün değildir.  Aksi sol liberallerin devrimciler hakkında geçmişte darbeci  ve orducu yaptıkları iddiasını gerçek olarak  alıp, geçmişte öldürülen Mahir Çayan,  Deniz Gezmiş gibi devrimcileri orducu diye mahkum etmeye benzerdi.

Margaret Neumann iki yerde çalışmayan mahkumların sovyet kamplarında kurşuna dizildiğini söylüyor ama bunun Koestler’in isteği ile kitaba konulduğu açık. Çünkü ne Neumann’ın kendi anıları ne de konu ile ilgili akademik çalışmalar böyle bir uygulamanın olduğu iddiasını destekliyor. (2)

Kitapta ve kitaba ilişkin tanıtım yazılarında vurgulanan bir başka nokta ise SSCB ile Nazi Almanya’sı arasında imzalanan saldırmazlık antlaşması gereğince Stalin Yönetiminin alman komunistleri nazilere verdiği. Bu antlaşma Molotov Ribbentrop antlaşması olarak bilinir ve bir çok spekülasyonun kaynağıdır.  Sovyetler ve sosyalistler bu antlaşmanın nazilerin SSCB ye saldırısını geciktiren bir saldırmazlık antlaşması olduğunu söylerken, batılı emperyalist devletler ise, bu antlaşma ile SSCB ile nazilerin Arupa’yı ikiye böldüğünü iddia etmişlerdir. Margaret Neumann da emperyalistlerin çizgisini güçlendirmek için kendilerinin bu antlaşmanın gizli  maddeleri gereğince Nazi Almanyasina verildiğini iddia etmektedir. Ama elde bulunan bilgiler bu iddiayı çürütmektedir.

Yukarıda gördük, kitap yazıldığında Margaret Neumann artık azılı bir anti komunisttir ve sosyalizm düşmanıdır. Nazi kamplarında mahkum yönetici olarak çalışmış ve mahkumları gaz odalarına gönderme yetkisi olan mahkum-yöneticilerden  biri durumuna yükselmiştir. Sovyet mahkemeleri ise Margaret Neumann ve kocasının çok daha önceden artık sosyalist olmadığını, basitce bir casusluk şebekesinin elemanları olduğunu düşünmektedirler. Kitabın ön sözünü yazan Nikolaus Wachsmann saldırmazlık antlaşmasından önce de bazı mahkumların Almanya’ya sınırdışı edildiklerini, Buber- Neumann ile beraber sınırdışı edilen tüm kadınların naziler tarafından hemen salındığını, Buber-Neumann’ın ise bir komünist olduğu için değil bir önlem olarak kampta tutulduğunu yazar. Yani ne Nuemann ne de diğerleri, ne onları sınırdışı eden sovyetler tarafından ne de onları teslim alan Almanya tarafından komunist olarak görülmektedir. O yüzden naziler teslim edilen insanların çoğunu hemen serbest bırakmıştır. Olan basit bir sınırdışı etme olayıdır.

Kampa gelir gelmez hemen imtiyazlı bir konuma yükseltmeleri, nazilerin bu kadını bir komünist olarak görmediğini gösteriyor. Dahası kendilerinden birisi olarak görüyorlar. Yoksa komunist olarak inandıkları birini hemen ayrıcalıklı duruma yükseltmezlerdi. Hatta kamp öncesi nazi polis şefi tüm kafileye çok iyi davranıyor. O zaman ki ideolojik ve politik atmosferi düşünecek olursanız, komunist olarak düşündükleri insanlara nazilerin  böyle davranması pek mümkün değil. Bu yüzden onun bir komunist olduğu için değil ama başka sebeblerle içerde tutmuş olmaları lazım. Elimizdeki bu konuda akla gelen tek sebeb ise, Margaret Neumann ve eşinin bağlantılarının olduğu ve hatta bu yüzden SSCB de ceza yedikleri  İngiliz gizli servisi geliyor. Almanya İngiltere ile savaşta olduğu için İngiltere gizli servisi ile bağlantılı olduğundan şüphelendiği için bir önlem olarak onu içerde tutmuş olmalı. Zaten Margaret Neuman savaş sonrası İngiliz gizli servisi ile hemen bağlantıya geçer,  ya da İngiliz gizli servisi onunla bağlantıya geçer ve bu kitap yazdırılır. Gerek 1930larda gerekse de 1945 sonrası beraber çalıştığı kişi aynıdır; Hızla İngiliz İstihbarat servisinin üst basamaklarına davranan ve daha sonra şövalyelikle ödüllendirilecek olan Arthur Koestler.

(1)    Dies komisyonu devlete karşı yıkıcı faaliyetleri araştıran bir parlemento komisyonudur ve başkanı olan Martin Dies’in adı ile anılmaktadır. Asıl işi komünist avı olan bu komitenin başına daha sonra Mc Carthy geçer ve bu kez de onun adı ile Mc Carthy komisyonu adı ile anılır. Dies her tarafta, hatta ABD üst bürokrasisinde bile komünist gören bir antikomünist idi. Troçki’nin Dies komisyonuna Stalinist komünistlerin faaliyetleri hakkında ifade vermeyi kabul etmesi, Troçkist çevrelerde büyük rahatsızlık yaratır ve tartışmalara yol açar.  1940 Mayısında yemeğe davet ettiği kendi arkadaş çevresinden birisi tarafından öldürülür. Katil   Troçki’yi  öldürme sebeblerinden birisi olarak onun Dies komisyonuna ifade vermek istemesini söyler. Ancak Troçkistler o zamandan bu yana katilin Stalin tarafından gönderildiğini iddia etmekteler.

(2)    Bu konuda hem olayın geçtiği 1930larda hem de son yıllarda oldukça fazla sayıda araştırma yayınlandı. Ben burada sadece bir kaçını sayıyorum. Soviet Russia Fights the Crime by Lenka Von Koerber 1935 ( Yazar kendisi bir alman ceza uzmanıdır ve 6 ay boyunca sovyet cezaevleri ve çalışma kamplarını inceler), The white Sea Canal, Maksim Gorki ve sağcı ve solcu 120 kadar yazarın Beyaz Deniz kanalında çalışan mahkumlarla uzun süre kalarak yazdıkları belgesel bir kitaptır. Keza Roosvelt’in başkan yardımcısı olan Henry Wallace, 1944 yılında Alaska üzerinden Rusya ve Çin’e giderken Kolyma ve diğer Sibirya kamplarında bir kaç hafta kalmış( Kolyma  Soljenitsin tarafından en kötü kamp ilan edilmiştir ve Ginzburg da orada kalmıştır) ve anılarını Soviet Asia Mission adlı kitapta yayınlamıştır. Bunun yanında özellikle 1980lerden sonra CIA dışında bir grup araştırmacı kamuya açıldığı kadarı ile arşiv belgelerine dayanarak bir çok kitap yayınlamışlardır. Bu konuda en önemli eserlerden birisiiçin bkz; Life and Terror in Stalin’s Russia, 1934-1941 by Robert W Thurston.

 

Ahmet Kaplan

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

“Sağcılar Moskova’ya”!!!

Artıgerçek BİR ZAMANLAR BİR SLOGAN VARDI… 1960’lı yıllarda sağcıların en meşhur ve yaygın sloganı “Komünistler …

43 Yorumlar

  1. Bekir Öğretici

    Sevgili Ahmet, biraz daha çabalasan Stalin döneminde toplama kampları olmadığını, emperyalistlerin ve onların ajanlarının l”Toplama Kampı” diye nitelendirdikleri yerlerin aslında, “Meslek Edindirme Kursları.” ve “Butik Otel Tipi Tatil Köyleri.” Olduğunu söyleyeceksin, Haaa oralarda ölen milyonlarca insan mı? Takdir-ilahi canım Uludağ’da bile çığ altında kalıp ölebiliyor insanlar.

  2. Bekir Öğretici

    Sadece 1930’larda milyonlarca mahkum hasta olduğu için salıverilmiş? Kaç milyon kişi ve neden kalmış peki VE oralarda kaç milyon insan öldü. Koyun, kuzu değil İNSAN, İNSAN, her ne kadar sana yabancı gelse de bu sözcük.

  3. Harika. Artık cevap vermesem de olur bu yazıya. Bekir Öğretici, esaslı bir şekilde öğretmiş…

  4. Yok yok Bekir. Koyun ve kuzulara çok ihtimam gösteriyorlardı. Ne de olsa üretim ve tüketim için lazımdı bunlar. Ginzburg, davarların kaldığı yerlerin esirlerin kaldığı yerlerden çok daha iyi olduğunu anlatır.

  5. Sevgili Bekir
    Benim yazdiklarima bozulup sacmalaman gerekmez. Yukariya yazima bir daha bak. Yazim Margaret Buber Neuman adli bir kadinin anilari uzerine. Ben bu kadinin kendi yazdiklari disinda hic bir sey almadim. Bu kadin artik fasistlesmis, cezaeinde nazi yonetimin bir parcasi olmus ve sovyetlerden, sosyalizmden ve sovyet cezaevi sisteminden nefret eden sagci nazilesmis bir kadin. Ista boyle birisi bile ancak bu kadar karalayabiliyor sovyet cezevi sistemini.

    Cezaevi cezaevidir. Ama Ankara Mamak ya da Diyarbekir askeri cezaevleri ile Dalaman acik cezaevini bir tutmak, Diyarbekir askeri cezaevini aklamaktir. Bu kadinin yaptigi diyarbekir cezaevinde iskenceci olan bir itirafcinin “ama Dalamanda da insanlar calistiriliyor” demesine benziyor.

    Buber- Neuman, Nazi kole kamplarini ve orada calisan nazileri mesrulastirmaya onlari aklamaya en azindan mazur gostermeye calisiyor. Sonucta kendisi sovyet kamplarinda bir mahkumdu ama nazi kamplarinda insanlari gas odalarina gonderen ekibin bir parcasi. Ve siz de nazilesmis bu kadini savunan yazilar yaziyor kitaplar yayinliyorsunuz.

    Milyonlarca insanin hasta oldugu icin saliverildigini, kamplarda calisan insanlarin maas aldigini ( Gun”e sor o bilir yilarca Ingiltere”de yasadi, Ingilterede milyonlarca mahkum kamu isinde bedava calistirilir ve bes kurus para da odenmez, Birak mahkumlari Tesco bile odedigi iscilere alim gucu bakimindan Stalin”in kamplarinda mahkumlara odenen paradan daha az para oduyor) ben yalnizca stalinistlerden ya da solculardan okumadim,Bunu Conquest de yazar, daha Gun kendisini cevirmedi ama kendisi en fasist en anti komunist yazarlardan birisidir. Buyuk teror adli kitabinda yazaridir. Ama daha sonra rakamlarinin yanlis oldugu kendisine gosterilince o donemde kamplarda hasta olup da saliverilen milyonlarca kisiyi de olenler arasinda saydigini soylemisti! Cunku zaten hasta imisler ve disari cikinca oleceklermis! Ne arastirmaci ama! Tabii bu arada kamplarda olen milyonlarca rakamina nasil ulasildigini da gormus oluyoruz!

    Benim yukarida verdigim bilgiler konu kendisi oldugu icin Buber Neuman”a dayanir ama hic bir anti komunist arastirmaci bunlara itiraz edemez ama yorum yaparak carpitabilir.P eki Bekir Hocam senin ya da Gun Zileli”nin mesela hasta insanlarin sovyet kamplarinda zorla calistirildigina ya da maas almadiklarina, kamplarda egitim almadiklarina, aldiklari maasin cok az olduguna iliskin aksine bilgileriniz var mi? Varsa bekliyorum kaynaklarinizi. Fasist kaynaklar olsa da olur.

  6. Bekir Öğretici

    İlahi aşistAhmet ne güzel totoloji yapıyorsun, faşist kaynaklar olsa da olurmuş, sana göre Stalin’i eleştiren herkes zaten kafadan faşist değil mi. Bana kaynak soruyorsun vereceğim merak etme ama sen neden hiç bir yazını herhangi bir kaynağa, belgeye dayanarak yazmıyorsun ,sadece merak benimki, oralarda kaç milyon insan nasıl ve neden öldü? OrlandoFiges sana göre faşist falan da yayınladığı binlerce belgenin büyük çoğunluğu SSCB devlet arşivlerinden alınmış, ha dersen ki onlar da faşistti ve yeryüzünde yaşayan tek antifaşist olan sana daha ne diyebilirim ki?

  7. Ahmet Kaplan: Bir Soğuk Savaş kadavrası 🙂

  8. Hocam geri don yukaridaki yazimi bir daha oku. Verdigim her bilginin kaynagi verilmistir, ha sen anlamiyorsan ben ne yapabilirim, ama yine yazayim istersen. Birinci kaynagim margaret Buber Neuman”in kendisidir. Madem o kadar seviyorsun bu fasist kadini o zaman biraz daha dikkatli oku. Benim yukarida soyledigim her seyi mahkumlarin kamplarda serbestce kalmasini, kadin erkek beraber yasamasini, aralarinda romans gelistirmelerini, calisanlara para odenmesini vb Buber kendisi soyler. Buber kampta gardiyanlarin bir mahkuma dayak attigina hic sahit olmamistir. Buna Ginzburg”da sahit olmamistir. Isin dogrusu Soljenitsin de sahit olmamistir, sadece duyduklarini soylerler. Ginzburg kendisi kampta Kolyma kampinda bir doktorla tanisip evlenir. Kampta doktorun hastabakicisidir. Ginzburg kendisi Moskova da yasayan ogluna duzenli olarak aylik yuz ruble gonderdigini soyler. Kazandigi paradir bu. Simdi bu yazarlar senin sevdigin ve millete okunsun diye onerdigin yazarlar.

    Simdi sen bana bu kamplarin insanlarin gas odasina gonderildigi nazi kamplari ile ayni oldugunu soyluyorsun. Ben itiraz edince de Stalin”i elestirmekten bahsediyorsun. Buber Neuman”in bunu soylemesini anlarim, kadin sovyet kamplarinda siradan bir mahkum, sosyalizmden nefret ediyor ama nazi kamplarinda insanlari gas odasina gonderen ekipten. Sonucta arkadaslarini mazur gostermeye calisiyor. Gun Zileli”yi de anlarim. Cunki adam ister anarsist olsun isterse Stalinist pusulasi hep CIA politikalarini gosteriyor. Oda oturmus ne kadar CIA propaganda kitabi varsa cevirip yayinliyor. Peki ya sen ne demeye Margaret Buber Neuman gibi ya da Orlando Figes gibi fasistleri savunuyorsun? Olen insanlardan bahsediyorsun, Buber Neuman ekibinin gas odalarina gonderdigi onbinlerce insan bostan korkulugu mu? Onlar da insan. Bu kitap bunu yapan kisileri mazur gostermeye calisiyor.
    Ben solu ve solculari fasist propaganda uzerinden elestirmem. Ben tarihsel olaylari dogal olarak Sosyalistleri sol sosyalist bir bakis acisindan elestiririm. Ama onlari fasistlere karsi savunurum. O zaman Erturk Yontem programlarini ornek gosterip PKK yi elestirenlerden ne farkimiz kalir. Ya da Deniz Gezmis”ten Mahir”e kadar “orducu” diyen taraf yazarlarindan.

    Orlando Figes”e gelince: adam fasisttir ama dahasi var, gitti Rusya”da bir suru insan ile roportaj yapti ve bunu kendi eserinde kullandi. Roportaj yaptiklari anti komunist kimselerdi ama bu kimseler bile kendi sozlerinin dahi carpitildigini soylediler ve itiraz ettiler. Kitabin sponsoru ve roportaj yapilacak kisileri bulan Memorial vakfi ki kendisi de Rusya”nin en gerici vakiflarindan birisidir Figes”in kitabinin Rusca baskisini basmayi desteklemeyi reddetti. Bu yuzden kitabi Rusya”da yazilmadi. Sen bana bu uckagitci adami Stalin”i elestirme adina savunuyorsun. Bak bu konuda http://www.thenation.com/article/168028/orlando-figes-and-stalins-victims. Stalin”i ve sosyalizmi elestirmek icin fasistlerden baskasini bulamiyor musun?

    Dedigin lafa bak oralarda “oralarda kaç milyon insan nasıl ve neden öldü” diye soruyorsun. Kastettigin Stalin rejimi tarafindan keyfi sekilde milyonlarca insanin iskence idamlarla aclikla olduruldugu. Bu senin iddian, senin kaynak gostermen lazim. Ben Stalin yonetiminin keyfi olarak iskence idamlar ve aclik ile milyonlarca insani oldurdugune iliskin herhangi bir bilgi okumadim. Bunu kaynak gostermeden bazi CIA propaganda kitaplari soyluyor sen de tekrarliyorsun. Margaret Neuman”in yazdiklarini tekrar oku. Bu kadin iki sene bir kampta kalmis kac kisinin iskence edilmesine sahit olmus. Kac kisinin idam edildigine, olduruldugune sahit olmus. Ama nazi kampinda o kadar cok ceset gormus ki idari bolumde bile calisirken olulerin uzerinden atlayarak calisiyorlarmis. Yine bana kaynak diye tutturursan cik yukarida yazimin dipnotlarina bak. Iki nolu dipnot bu konuda kaynaklar vermektedir. Orada verdigim White Sea kanal kitabinin yazarlari kampta bulunurlar be gozlemlerini yazarlar. Bu yazarlarin arasinda Maksim Gorki basta olmak uzere bazi komunist yazarlar Aleksi Tolstoy gibi beyaz orduda subaylik yapmis sagci yazarlar hatta Margaret Nueman”in enistesi Munzenberg”te bulunmaktadir. Yazdiklari senin pek hosuna gtmeyecek ama birinci elden gozlemlerdir ve kampta calismanin tesvik edildigini calisanlara ekstra yemekler verildigini ama calismanin zorunlu olmadigini soylemekteler. Mahkumlarin cezalarinin azaltilmasina mahkum komiteleri karar vermekte. Kanal insaati bitince hemen tum mahkumlarin cezalarinda indirime gidilmis altmis bini ise tahliye edilmis. Sen bu kitaptan istedigini delil olarak alabilirsin, istersen Maksim Gorki gibi solculari ya da Aleksi Tolstoy gibi beyaz orduda subaylik yapmis yazarlari.

    Aslinda dedigim gibi bunlari Neuman ya da Conquest gibi fasist yazarlar da reddedemektedirler, yaptiklari sadece bu gercekleri yazip carpitmaya calismaktir. Madem kaynak ver diyorsun, bak sana bir baska kaynagi daha vereyim. kendisi genc bir asker iken tankina sabotaj yapmaktan Kolyma kampinda bes yil kalir. Kendisi on sene kadar once ABD de oldu. Sanirim 1970lerde oraya kacti ve iltica etti. Kendisi Dunya”nin en onemli plastik cerrahlarindan birisidir. Tip ogretimine Kolyma kampindaki hastahanede baslar. daha sonra tahliye olur olmaz Moskova Tip fakultesinde egitimine devam eder. On sene sonra cok tanina bir plastik cerrahdir. Daha sonra ABD ye kacar. Adi Janusz Bardach olan bu kisi de 1980 de anilarini yazar.Kolyma hastahanesi sayesinde tip fakultesine giden bu dingilin kendisi de ne kadar eziyet cektigini anlatiyordu anilarinda. Kolyma kamplari ayni zamanda bir cok teknik okulun bulundugu bir yerdir ve Bardach gibi bir cok mahkum bu kamplardan mezun olmuslardir.

    Zamanin ABD Baskan yardimcisi ( Roosvelt”in yardimcisi) Wallace Alaska”dan Rusya ce Cin”e giderken 1944 de bu kamplarda kalmis bir kac hafta. Onun anilarini oku istersen adi Central Asia Mission. Savasin ortasinda ziyaret edip bir kac hafta kaldigi Kolyma kampini anlatir. Adamin bu yuzden KGB ajani oldugunu iddia ettiler. Sen de kesin ABD Baskan Yardimcisinin Stalinist oldugunu iddia edeceksin.

    Bak sana bir de Makeranko”nun yasam yolunu Onereyim. Kendisi bu kamplari kuranlardan birisidir, bir egitimcidir Makeranko ama adam biraz komunist , sen bu tur insanlara pek inanmazsin. Yasam Yolu adli eseri bir zamanlar oldukca populerdi. SSCB de ilk kamera FED Kamera Makeranko”nun cocuk mahkumlarla kurdugu bir calisma kampinda, kampta bulunan cocuk mahkumlar tarafindan Leica kameralar ornek alinarak uretilir. FED daha sonra onemli bir sovyet markasi haline gelir. FED o zamnin icisleri bakani olan ve bu cocuk mahkumlardan olusan komunun kurulmasi icin caba gostermis olan Icisleri bakani Felix Edmundovich Dzerzhinsky nin adinin kisaltilmisidir. Bu calisma kampi sanirim 1938 te mahkumlar afedilerek bir yerleske ilan edilir.

    Daha baska ne tur kaynak istiyorsun? Ister sagci yazarlar ister solcu isterse kampta kalanlarin anilari benim Sovyet kamplarina iliskin dediklerimi dogruluyor. Peki senin ne kaynaklarin var? Sevgiyle Kal

  9. Gun,

    Onun bunun arkasina saklanip bana tekme atmaya calisacagina, oturup eger varsa yukarida ki yazima bir cevap yaz. Tabii yazacak bir seyin varsa..

  10. Cevap yazmaya bile değmeyecek zavallıca bir yazı maalesef. Sovyet kamplarında alçakça öldürülmüş milyonların, Stalin’in şahsi emirleriyle ölüme yollanan yüzbinlerce devrimcinin elleri yakandadır, bunu asla unutma.

  11. Hadi Len!

  12. Bekir Öğretici

    Stalinist olmak bir dereceye kadar anlşılabilir ama “Zavallı Bir Stalinist” olmak kötü be Ahmet, White Sea projesini yerinde gören ve o zaman alkışlayan Konstantin Simonov daha sonra yaptığı büyük hatayı kabul eder. White Sea ile övünmek firavunların piramitlerle övünmesinden daha alçakçadır bence. Ve som bir şey daha Gün Zileli’yi şahsen tanımam ben eğer onu CİA ajanı olduğuna ilişkin en ufak bir belgen ya da bilgin var da yazmıyorsan basit bir müfteri olarak kalacaksın ve inan bana bu sana hiç yakışmayacak.

  13. Sana daha once de soyledim once iyi oku, okudugunu anla, ondan sonra yorumda bulun. Ben Gun”un Cia kitaplarini cevirdigini soyledim CIA ajani oldugunu degil. Bu kitaplari ajanligindan mi ceviriyor yoksa siyasi aptalligindan mi bilmem, dogrusu umurumda da degil. Bunu Gun ile ayni siyasi platformda yer alan arkadaslari dusunsun, benim derdim bu degil. Benim derdim GUN”un reklamini yaptigi CIA kitaplaridir, desenformasyon kitaplaridir, bu yuzden de mesela yukarida ki yaziyi yazdim. Jan Valtin bir cia kitabidir. Margaret Buber Neuman”in anilari CIA kitabidir. George Orwell”in 1984 adli kitabi CIA tarafindan yilarca desteklenmistir. George Orwell kendisi Ingiltere Istihbarat servislerinde calismistir. Gun Zileli bu kitaplari ya cevirmekte ya da reklamlarini yapmaktadir. .

    Aslinda bir kac gun once bu soruyu bana bir email forumunda bir arkadasta sordu. Ona da soyledigim sudur. Zileli bu kitaplar icin para alir mi almaz mi bilmem ve dogrusu merakta etmiyorum. Ha para ile yapmis bu isi ya da siyasal korlugunden umurumda degil. Benim umurumda onun surekli CIA kitaplarini ve politikalarini savunmasidir.

    BU arada Simonov White Sea Canal hakkindaki hatasini nerde kabul eder? yani merak ettigim icin soruyorum. Nasil bir hata olarak gorur bunu? bana bunu nerde okudugunu soyler misin? Eger olayi bir kitapta dipnot olarak gorduysen bana kaynagin adini yazarsan ben kaynagi bulur okurum.

    Not: Hocam tartisacaksan tartis, ama tartis, yazimdaki yazilanlara hic bir sey diyemiyorsunuz, konuyu dagitmak icin baska herseyi tartisiyorsunuz. Margaret Neuman nazi kamplarinda onbinlerce insani gas odalarina gonderen ekibin bir parcasi idi, ve siz bu kadinin nazi katilleri mazur gostermesini savunuyorsunuz. Yukarida bir yazi yazdim, yazida yazdigim seylere bir sey diyemiyorsunuz, konu ile ilgili bir suru kaynak gosterdim, hic birine bir sey diyemiyorsun, tutmus hic temelsiz benim Gun Zileli ye CIA ajani dedigimi iddia ediyorsun. Dedigim gibi eger derdin bir sey ogrenmek ya da ogretmekse tartis. Yeni bilgiler ver, yeni kaynaklar ver. Hem biz yararlanalim, hem de millet yararlansin.

  14. yahu sen ne iftiracı adamsın… Pardon bir an için GPU tarzı Stalinistlerden olduğunu unuttum….:)

    Margarete Buber Neumann’a, “Nazi işbirlikçisi” “Gaz odalarına insan yollama” iftirasını,, 1950’lerin başındaki ünlü Krovçenko davasında tanıklık yaptığında, davalı taraf Fransız Komünist Partisi’nin avukatları bile atmayı akıl edememişlerdi. Senin gibi akıl hocaları olsaydı bunu da yaparlardı belki.

  15. Yukardaki yorum bana aittir.

    Ayrıca Ginzburg’un, Sovyet kamplarında dayak ve işkenceden söz etmediğini söyleyerek yalan söyleme bari. Kadını mezarında yerinden oynatma. Bak ben sana birazdan göstereceğim Ginzburg’un neler söylediğini.

  16. Yayınevini bekleyen bir kitap: Margarate Buber Neumann, İki Diktatörlük Altında

    (Birgün gazetesinin 12 Kasım 2011 tarihli kitap ekinde yayımlanmıştır)

    Kitaplar sizi başka kitaplara götürür. Bu yalnız okuyucu açısından değil, çevirmen açısından da böyledir. Çeviriyi geçim için yapmam. Bu bana çok ağır gelir. Sadece okuyucuyla paylaşmak için kitap çeviririm. Özel alanım, biyografi ve otobiyografidir. Özel konularım ise, 1930’lar, Sovyetler Birliği, Almanya ve İspanya.

    İspanya Devrimini ve Durruti’yi anlatan, Apel Paz’ın Halk Silahlanınca (Kaos Yayınları-baskısı biten bu kitap bugünlerde Yayın Kolektifi’nin desteğiyle Kaos tarafından yeniden basılacaktır) ile Sovyetler Birliği’ndeki büyük temizliği ve toplama kamplarını anlatan Eugenia Ginzburg’un Anafora Doğru ve Anaforun İçinde (Pencere Yayınları) kitaplarını 1990’lı yıllarda çevirmiştim. Kronstadt ayaklanmasını anlatan, Paul Avrich’in Kronstadt 1921 (Versus Yayınları) kitabını ve bir komintern görevlisinin 1918-1938 yıllarındaki anılarını içeren, Jan Valtin’in Karanlığın Ötesinde (Kibele Yayınları) kitabını ise 2000’li yıllarda.

    Jan Valtin’in kitabı beni Heinz Neumann’a ve karısı Margarete Buber-Neumann’a götürdü. Heinz Neumann, 1920’li yıllarda Stalin’in gözdelerinden olan bir Alman komünistiydi, ancak 1930’lu yılların başında Stalin’in gözünden düşmüş ve Hitler’in iktidara gelmesinden sonra karısıyla birlikte sığındığı Sovyetler Birliği’nde GPU tarafından tutuklanıp öldürülmüştü. Aç ve açıkta kalan ve Komintern’in ünlü Lux Hotel’inde, eşleri tutuklananların kaldığı bir bölümde barınan, Alman Komünist Partisi üyesi Margarete Buber Neumann, aslında tutuklanma emri kocasının tutuklanma tarihiyle aynı gün olmasına rağmen, altı ay sonra tutuklanmış, Moskova’daki Butyrki hapishanesinde, çok kötü koşullarda kalmış, sonra da Kazakistan bozkırlarındaki Karaganda çalışma kamplarına yollanmıştı. Burada iki yıl, yine çok kötü koşullarda çalıştırılan Buber-Neumann, günün birinde yeniden alınıp Butyrki’ye getirilmiş ve çoğu Alman komünisti olan çok sayıda kadınla aynı koğuşa konmuştu.

    Ancak bu seferki koşullar çok değişiktir. Koğuş haşerattan temizlenmiştir. Yemekler gayet iyidir. Artık balık istifi yatılmamaktadır. Hapishane görevlileri tutuklulara çok iyi davranmaktadır. Durumda bir tuhaflık olduğunun bütün tutuklular farkındadır ama ne olduğunu anlayamamaktadırlar. Kısa süre sonra grup grup bilmedikleri bir yere sevk edilmeye başlanırlar. Buber’in grubunun bindirildiği trende kadınların yanı sıra başka Alman ve Avusturya komünisti erkekler ve anti-faşistler de vardır. Tren, Polonya ile Sovyetler Birliği’nin sınırında bulunan Brest-Litovsk köprüsüne gelince durumu anlarlar. O sırada Sovyet-Alman paktı halen yürürlüktedir ve Polonya’nın o bölümü Nazi işgali altındadır. Bundan sonrasını benim çevirimden okuyalım:

    “Sonunda tren durdu ve ilk önce o malum ‘Hazırlanın. Eşyalarınızla birlikte’ bağırtısını duyduk. Kompartmanların kapı kilitleri açıldı, inmemiz için getirilmiş portatif merdivenlerin demir basamaklarından aşağı indik, hava öyle soğuktu ki ayakta titreşerek bekliyorduk. Biraz uzakta bir istasyon vardı. Hemen yakındaki levhada istasyonun adı yazıyordu: “Brest Litovsk”.

    Bizim grupta yirmi sekiz erkek, Betty ve ben vardık. Betty, ben, yaşlı bir profesör ve bacağı yaralı bir mahkûm bir kamyona bindirildik. Erkekler yürümek zorundaydı. Brest Litovsk köprüsünün Rusya tarafından geçip diğerlerinin gelmesini bekledik, köprünün Polonya tarafına bakıyorduk. Erkekler geldi ve ardından bir grup GPU’lu köprüyü geçti. Onların bir süre sonra geri döndüğünü gördük, GPU’lu grup daha da büyümüştü. SS subayları da onlarla birlikteydi. SS komutanı ve GPU şefi birbirlerini dostça selamladılar. Rus, Almandan bir baş daha uzundu. GPU şefi parlak deri bir çantadan bazı kâğıtlar çıkardı ve bir isim listesi okumaya başladı. Yalnızca “Margarete Genrichovna Buber-Neumann” adını duyabildim. Bizim gruptan bazıları protestoya girişip GPU’luyla tartışmaya başladı. Bunlardan biri, Macaristanlı bir Yahudi sığınmacıydı, diğeri, 1933 yılında, Nazilerle, bir Nazinin ölümüyle sonuçlanmış bir çatışmaya karışmış Dresdenli genç bir işçiydi. Sovyet Rusya’ya kaçmayı başarmıştı. Olaya ilişkin yargılamada, arkadaşları, bilerek ya da daha doğrusu onun Sovyetler Birliği’nde güvenlikte olduğunu düşünerek bütün suçu onun üzerine yıkmışlardı. Ona ne yapılacağı belliydi.

    Köprüden geçtik. Protestoda bulunan üç kişi itile katıla diğerleriyle birlikte gitmeye zorlandılar. Direnmenin hiçbir yararı yoktu, kaderlerine boyun eğdiler. Köprünün orta yerinde dönüp geriye baktım. GPU görevlileri bir grup halinde durmuş arkamızdan bakıyorlardı. Onların ardında Sovyetler Birliği vardı. Malum komünist duayı hatırladım acıyla: Emekçilerin Anavatanı; Sosyalizmin Yıkılmaz Siperi; Ezilenlerin Cenneti…” (Margarate Buber-Neumann, Under Two Dictators-Prisoner of Stalin and Hitler, Pimlico, 2008, s. 143)

    Margarete Buber-Neumann, diğer tutuklularla birlikte, uzun bir yolculuktan sonra, Nazi’lerin Ravensbrück kadın toplama kampına getirilir. Anılarının bundan sonraki bölümü burada geçirdiği beş yılı kapsar. Gaz odalarına gönderilenlerin dışında, hastalıktan ve kötü muameleden günde ortalama 80 kişinin öldüğü bu kamptaki anılar da son derece ilginçtir. Bir bölüm tamamen Yahova Şahitlerine ayrılmıştır. Buber-Neumann bir süre Yahova Şahitlerinin blok sorumluluğunu da yapar ve onların ceza hücrelerine gönderilmemesi için büyük çaba gösterir. Aslında bir Yahova Şahidi kadının tahliye edilmesi son derece “basit”tir. Tahliye edilmesi için “artık Yahova Şahidi değilim” diye yazan bir matbu kâğıdı imzalaması yeterlidir. Ne var ki, bu kâğıdı imzalayan tek bir Yahova Şahidi bile çıkmaz ve ağır baskıya uğrayarak adım adım ölüme yaklaşmayı tercih ederler.

    Buber-Neumann’ın Ravensbrück’deki en yakın arkadaşı, Çek gazeteci Milena Jesenska’dır. Milena’yı aslında okuyucular olarak tanırız; Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’ını çoğumuz okumuşuzdur. Evet, Kafka’nın sevgilisi Milena’dır o. Onun çok özel karaktere sahip bir insan olduğunu Buber-Neumann’ın anılarından öğreniyoruz. Yazarın, Milena ile Ravensbrück’te birlikte geçen günlerini anlattığı bir kitabı daha önce Türkçede çevrilmişti: Margarete Buber-Neumann, Milena, (çev: Sıdıka Orhon, 1991, Afa Yayınları- daha sonra Everest Yayınları). Buber-Neumann ve Milena, kampta, serbest kaldıklarında neler yapacaklarına, birlikte yazacakları kitaba ilişkin hayaller kurarlar. Ne yazık ki, bu hayaller hiçbir zaman gerçek olmaz, çünkü Milena, 1944 yılında Ravensbrück’te ölür.

    İnsan bir kez bir yazarın ve kitabın peşine düştüğü, hele o kitabı çevirdiği zaman ona ilişkin antenleri de çok açık olur. Örneğin Ginzburg’un, Gulak takımadaları konusunda en önemli başvuru kitaplarından biri olduğunu, kitapları çevirdikten sonra, süreç içinde öğrendim. Alexander Soljenitsin, Gulag Takım Adaları (çev: Selim Taygan, Nebioğlu Yayınları, 1974) adlı eşsiz eserinde Ginzburg’u sık sık referans vermekteydi. Keza, son zamanlarda yayımlanan Orlando Figes’in Karanlıkta Fısıldaşanlar-Stalin Rusya’sında Özel Yaşam (çev: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 2009) adlı, özel anılara ve anlatımlara dayanan kitabında da Ginzburg’a önemli atıflar yer almaktadır.

    Michel Ragon’un Kaybedenlerin Belleği (çev: Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, 2010) adlı, belki hayali, belki gerçek bir kişi olan Fred Barthelemy adlı Fransız anarşistinin yaşamı çevresinde ördüğü anı-romanında Margaret Buber-Neumann’la ilgili çok önemli ve tamamen gerçeğe dayanan bir anlatım var. Michel Ragon’dan okuyalım:

    “Kravçenko Olayı, Barthelemy’yi gömüldüğü uyuşukluktan biraz da olsa uyandırdı. Washington’da görev yapmakta olan bu üst düzey Rus memurun ‘özgürlüğü seçtiği’ ve bu adla, 1947 yılında bir kitap yayımladığı, ardından da bir yığın hakaret, alay, yalan ve iftira dalgasının boy gösterdiği hatırlardadır. Moskova kaynaklı her şeye hayranlık modaydı. Beş yıllık planları, tarımda kolektifleştirmeyi, sosyalist vatanseverliği tartışma konusu etmek tam bir utanmazlıktı! Batı’nın bütün aydınları, eseri bir canavarlık örneği ve elbette CIA’nın marifeti olarak kabul etti. Varlığından ciddi biçimde kuşku duyulan Kravçenko’nun yaşadığını kanıtlamak için başvurusu üzerine, Paris’te bir iftira davası açıldı (…)

    “Mahkemeye çağrılan bütün ünlü entelektüeller, tek bir ağızdan, SSCB’de toplama kamplarının olmadığını ilan ettiler. O sırada, hem Bolşeviklerin kamplarına hem de Nazilerin kamplarına sürülmüş olma tuhaflığına sahip bir kadın, kürsüye ilerledi. Üstelik o, Heinz Neumann’ın dul eşiydi. Heinz, Alman Komünist Partisi’nin eski liderlerinden, Reichtag’da mebusluk yapmış biriydi ve 1937 yılında Moskova’da GPU’nun zindanlarında kaybolmuştu.

    “Margarete Buber-Neumann’ın anlattığı hikâye inanılır gibi değildi. Üçkâğıtçılık yaptığı haykırıldı sürekli. Dehşet verici ifadesi, mahkeme başkanının fazlasıyla müsamaha gösterdiği cellatlarının dostları tarafından, iğneleme ve alaylarla sürekli kesildi (…)

    “ ‘Ne olduğunu anlamadan kendimizi yeniden Butyrki’de bulduk” diye devam etti Margarete. ‘İşin tuhafı, gardiyanlar bize karşı ölçülü davranıyorlardı, iyi yemekler getiriyorlardı, banyo yapma hakkımız vardı. Kamplardaki pislik ve sefalet, hakaretler ve dayakla öyle bir tezat ki bu ani hoşgörü bizi endişelendirdi (…) Butryki’de bizi besiye çektiler. Yıkadılar, süslediler, özenle giydirdiler. Bizi sınır dışı edeceklerini ve başkalarının karşısına çıkabilir halde olmamızı istediklerini anlıyorduk. Hangi ülkeye göndereceklerdi? Bunun Hitler Almanya’sı olabileceğini hiçbirimiz hayal bile etmemiştik. Ama tren Brest-Litovsk’a doğru yol alıyordu. Ben kendimi Lublin’de hapishanede buldum. Gestapo beni casusluk için Almanya’ya gönderilmiş bir GPU ajanı olmakla suçladı. Karaganda’dan sonra payıma Ravensbrück düşmüştü.” (s. 404-7)

    Kravçenko davası ile ilgili olarak Margaret Buber-Neumann’dan söz eden önemli bir makale de geçenlerde Taraf gazetesinde yayımlandı. Bu makalede, ayrıntıya ilişkin bazı farklılıklar var. Halil Berktay “Rousset (1949)” adlı makalesinde Buber-Neumann’ın Kravçenko davasında değil, bundan hemen sonra açılan Rousset davasında tanıklık yaptığını anlatıyor. Berktay’dan okuyalım:

    “Fakat derken ikinci bir dava çıkageliyor. Stalin terörünün ikinci dalgası çerçevesinde, Macar komünist lideri Laszlo Rajk’ın idamı, Ekim 1949. Dört hafta sonra, bu sefer David Rousset, Le Figaro litteraire’de önemli bir yazı yayınlıyor; Sovyet toplama kamplarına ilişkin bir araştırma başlatmada, Nazi toplama kamplarının eski mahkûmlarından kendisine yardımcı olmalarını istiyor (…) Gene kıyamet kopuyor ve hemen bir hafta sonra, gene Les Lettles françaises’de PCF’den iki yazar, Rousset’yi sahte kaynaklar icat edip Sovyetlere karşı adi bir saldırıya girişmekle suçluyor. Kravçenko gibi Rousset de buna karşı hakaret ve iftira davası açıyor. Lakin bu sefer işler PCF’nin umduğu gibi gitmiyor. Bu kere Rousset de eski bir sosyalist, bir ara Troçkist, Mukavemet kahramanı, her nasılsa Buchenwald ve Neuengamme kamplarından sağ çıkmış bir mazlum. İkincisi, kendi gibi çok saygın tanıklar buluyor. Örneğin Margarete Buber-Neumann, gerek Sovyet kamplarında, gerekse Molotov-Ribbentrop Paktı gereği 1940’da SSCB’den Nazilere iade edildikten sonra Ravensbrück’te neler çektiğini dramatik ve karşılaştırmalı bir şekilde anlatıyor. Sonuçta Rousset hem davayı kazanıyor, hem de o neslin bilincini biraz olsun sarsmayı başarıyor.” (Taraf, 8 Ekim 2011)

    Gün Benderli ve Ümit Kaya tarafından redakte edilmiş, sayfa düzeni bile yapılmış ve Yayın Kolektifi tarafından yayımlanmaya değer görülmüş, Margarete Buber Neumann’ın İki Diktatörlük Altında-Stalin ve Hitler’in Mahkûmu kitabı şimdi kendisini yayımlayacak yayınevini bekliyor. Bu yazıyı, ilgilenecek yayınevlerine bir çağrı olarak da kabul edebiliriz.

    Gün Zileli

    Read more: http://www.gunzileli.com/2011/11/16/margarate-buber-neumann-iki-diktatorluk-altinda/#ixzz2Mjjlpbs5

  17. Yatmadan önce, Milda, … yastığının altından küçük pamuk tıkaçları çıkarıp dikkatle yerleştirdi iki kulağına. Aynı kulak tıkaçlarından bana da verdi, şaşırdığımı görünce açıkladı: Kışın tutuklandım. Mantom yanımdaydı. Onun içinden biraz pamuk alıp bunları yaptım.”
    “Ama neden tıkıyorsun kulaklarını?”
    Bıkkınlıkla omuz silkti.
    “İşitmemek için. Uyumam gerekiyor.”
    Önerisini reddettim Devekuşu gibi kafayığ kuma gömmenin ne anlamı vardı?…

  18. Binrdenbire başladı, ağır ağır değil, hazırlıksız. Bir değil, birçok işkence yapan ve yapılan insanın homurtusu ve feryadı geliyordu pencereden. Binanın bütün bir kanadında, bir kat olduğu gibi gece sorgularına ayrılmıştı (burası Butirki cezaevidir. G.Z.) ve buranın en iyi teknolojiyle donatıldığına kuşku yoktu. Gestapo deneyimine sahip Klara, kullanılan araçların Hitler Almanya’sından ithal edilmiş olması gerektiği konusunda ısrarlıydı.
    İşkence görenlerin feryatlarının ardından işkencecilerin bağırtıları ve küfürleri duyuluyordu. Ek olarak, kırılan sandalyelerin, masaya vurulan yumrukların sesleri ve bir korku filminin anlaşılmaz gürültüleri.

  19. Tek başına bu sesler bile her ayrıntıyı kafanızda bütünüyle biçimlendirmenize yetiyordu. Hepsi Tsarevsky gibi sorgucular ve karşılarında, gözlerinde o özel anlam yatan kurbanları – bu anlamı tanımlayacak sözcük bulamıyorum, fakat bugün ‘bu da oradaydı’ diyecek kadar yakından tanıyorum. 60’lı yıllarda, günümüzde, bazen trende ya da deniz kenarında rastladığım insanların sorularıyla ürküyorum: ‘Siz de mi oradaydınız? Siz de mi rehabilite edildiniz?’

  20. Ne kadar devam edecekti? Bana üç saat kadar demişlerdi. Fakat insan bir dakikadan daha fazla nasıl dayanabilirdi buna?… Yatağımdan kalktım Eski bir doğu Atasözünü hatırladım: ‘Dilerim kanıksayacağım şeyler başıma gelmez.”

    Eugenia Ginzburg, bundan sonra bir Polonyalı tutuklu kadının, işkence görenler arasında kocasının sesini tanıyıp kriz geçirmesini anlatır. Sabaha doğru sesler yatışır.

  21. “Bana pamuç tıkaç versene” dedim Milda’ya.
    “Artık ihtiyacın yok. Yarına kadar bitti.”
    “Önemli değil. Lütfen bir tane ver.”

    Sonra da Michelangelo’dan ezberinde kalmış şu dizelerie tekrarlar kendi kendine:

    Uyumak iyidir,
    Bir taş olmak daha iyi,
    Şu utanç ve terör çağında
    Yaşamamak ve hissetmemektir
    En iyisi.
    Dokunmayın bana,
    Sakın uyandırmaya kalkışmayın.”

    E. Ginzburg, Anafora Doğru, s. 138-140, Pencere yayınları

    Elbette Michelangelo bir yürek taşıyanlara seslenmiştir bu dizeleriyle. Sağır kulaklara ve yüreksizlere değil.

  22. Heh guzel. Trocki’yi olduren Ramon Mercader bir GPU ajanidir. Yani senin anlayacagin KGB. Suikasttan hemen sonra, bu isi yapmasi icin GPU tarafindan rehin tutuldugunu iddia ettigi annesi, 1961’de icerden ciktigi zaman gittigi SSCBde de kendisi SSCB kahramani nisani almistir. Hadi bunu inkar et. Her sey belgeli diyordun ya. Hadi hayir de.

    Sen yazinda bu kucuk bilgiyi vermemissin. Gercekten bilmiyor olabilir misin, bilmiyorum. Ama yaptigin bu kucuk tarihi carpitmayla Trocki’yi CIA ajanlari tarafindan kandirilmis seklinde hem masumlastirip hem de ayni anda adamin Stalin mendeburu hakkindaki fikirlerini kenara atabilmek icin gerekli alt yapiyi koyuyorsun. Bu biraz “bu belgelerin bu donem ortaya serilmesi cok manali” seklinde AKP demeclerini andiriyor. Boylelikle gercekleri inkar edebilecek zamana kadar o gercekleri ifade edenlerin guvenilirligini zedeledigini dusunuyorsun. AKPnin dusunus tarzinin kafalariniza nasil sizdiginin bir gostergesi bu.

    Neyse. Bir baska ornek James Burnham hakkinda CIA ajani demen. Sen soylememissin ama Shachtman da ayni sekilde once trockistken sonra soguk savas sagcisi olanlardan. Elinde tabi bu adamlarin CIAle trockist olduklari donemde isbirligi yaptiklarina iliskin tek bir belge yok. Ama sonradan soguk savas sirasinda sagci olmalarindan dolayi rahatca CIA ajani diyebiliyorsun. Su kadarini soyleyebilirim: SSCB hakkinda burokratik kolektivizm fikrini ortaya atan adam CIA ajani felan olamaz. CIAin basi olur anca. O bile yetmez. Fikir bana kalirsa yanlis. SSCB buz gibi de kapitalist bir ulke. Adamlarin ne anlattiklarini okusaydin, bu durumu farkedebilirdin. Ama sozlerin yalnizca cahil takimina dogru gelecek isimlerle dolu. Bu da CHP Hegelci, biz Gramsci’ciyiz diyen AKPliler gibi alti bos isim kullanma taktikleri demektir. Bu da kafana oradan sizmis.

    Yazinin asil mantigi, SSCBnin Nazi Almanyasiyla karsilastirilamayacak kadar iyi bir yer oldugu. Cografya bilginle dalga gecmek istemem ama Almanya SSCB kadar buyuk bir cografya degil. Adamlar kendi konsantrasyon kamplarini bile Polonya’da kurmak zorunda kalabiliyor. Yani Almanlarin Kolyma gibi bir kosesi olsaydi oraya insanlari atip onlari iddia ettigin ozgurluklerle basbasa birakabilirdi. Ki mesela Ingiltere Avustralyayi ceza kolonisi bellediginde tam da bunu yapiyordu. Ama problem bu degil. Almanya ile SSCB arasindaki asil fark yaptiklari iskencelerde bulunamaz cunku. Ama fiziksel iskencelerden bahsedeceksek, sen ne okudugunu anlamiyor olmalisin. Anladigin yerlerde de Nazi, CIA vs ajani diyerek durumu idare etmeye calisiyorsun. Yani ana fikrin dogrulari gozetmek degil, SSCByi temize cikarmak.

    Ama su CIA ve MI6 ajanlari muhabbetine de el atmak lazim. Sana gore 1984 CIA tertibi oyle mi? Tertib de degil, yalnizca desteklemek. Nasil desteklendigini de bir anlatir misin? Mesela cocuklarin, genclerin okumasi icin ozel baskilari mi yapiliyordu? Yoksa gazetelerdeki CIA ajanlari surmadan buyuk biraderden mi bahsediyordu? Kotu bir tertipmis ve allahtan o tertibi yapmislar, cunku su anda Batida kisisel haklar savunucularinin alayi 1984ten etkilenip bu ise giriyor. Eger o tertipler, o destekler olmasaydi, halimiz nice olurdu?

    Gun Zileli yaniliyor bence. Bu fikirler eski moda fikirler degil. Bunlar SSCB unutuldukca piyasaya cikmaya baslayan fikirler. Yakinda ortalikta cirit atacaklar. Islamcilarin Muhammet zamani icin anlattiklari efsaneler gibi altin bir cagdan bahsedecekler. Bu psikolojik bir ihtiyac. Zamaninda Ahmet gibi insanlara gercekcilik ve bilimsel durustluk asilamazsak olacagi bu.

    Kim anlatiyordu hatirlamiyorum. Ama Wittgenstein’di sanirim, bir arkadasina sunu soruyor: Neden insanlar gunesin dunyanin cevresinde dondugunu dusunurler? Arkadasi da soyle diyor: E oyle gorundugu icin… O da yeniden sorar: Iyi de dunya gunesin cevresinde donseydi nasil gorunecekti? Ahmet’in anlatimi tam da buna uyuyor. O CIA, bu Nazi. Soruyoruz: Neden buna inaniyorsun? O da diyor ki elimde belgeler var, oyle gorundugu icin inaniyorum. Biz de tekrar soruyoruz, SSCB gercekten lanet bir yer olsaydi ve karsisinda once Gestaposu sonrasinda CIAden MI6ine kadar diger kapitalist ulkelerin istihbarati olsaydi nasil gorunecekti? Yine boyle gorunecekti degil mi Ahmet?

    O halde soylediklerin, yani SSCBnin aslinda Nazi Almanyasi kadar kotu bir yer olmamasini bu yaptigin (ve yukarida gosterdigim gibi eksik yaptigin) “ispatlarla” gostermen, pek ise yaramaz. Kotunun iyisi diyorsan tartisiriz. Bir utopyadan, ozledigin, orada olmak istedigin bir altin cagdan bahsediyorsansa seninle matematiksel ispatin ne oldugundan baslayarak ilerlememiz gerekir.

  23. Ahnmet Kaplan arkadaşımız CIA’dan ve Soğuk Savaş’tan çok söz ediyor ama aslında kullandığı yöntem o zaman sağcıların ve CIA’nın kullandığı yöntemin aynısı. O zaman da Amerika’yı ya da kapitalist düzeni eleştiren herkese “komünist”, “Moskova’nın ajanı” damgasını yapıştırıverirlerdi. Ne büyük benzerlik!

  24. Marksizmi bir analiz yöntemi ve sistemli düşünce değil de belirli kişilerde vücut bulmuş inanç olarak görmenin bir başka tezahürü. Komünizmi ve sosyalizmi, Sovyet devletine ve Bolşevik partisine hatta onun da ötesinde Stalin’in kişiliğine indirgeyen Marksizm ile falan da alakası olmayan yoz bir inancın serimlenmesi. Ahmet Kaplan’ın tartışmada yaptığı tipik bir “argumentum ad hominem”. Üstelik bunu yaparken de hiçbir delile ihtiyaç duymuyor. Birilerini NATO’cu, itirafçı vs. ilan ediyor. Hezeyan içinde. Eleştirileri savuşturmanın bir diğer yolu ise, şöyle bir ahlaksız teklife dayanıyor: “Kapitalizm daha kötü. O yüzden sosyalizm eleştirilemez”. Ama eleştirinin nesnesine hiç değinmiyor bile.

    Neuman’ın bir evde gördüğü kitaplar üzerine gösterdiği tepkiden iddialarına bir dayanak bulduğunu sanmış Kaplan. Stalin’in Yahudi ve komünistleri Brest-Litovsk köprüsü üzerinde Gestapo’ya teslim etmesini görmeyen ve dert de etmeyen birisi…

    Kaplan’ın anlatımında ölüm kamplarının kurulmasını çok dert etmeyen, bunun kurulmasını normal karşılayan o reel aklın tınısını siz de duyuyor musunuz? Şöyle diyor Kaplan: “(Neuman) daha sonra da kariyer basmaklarını hızla çıkarak önce blok sorumlusu…” Kariyer basamakları mı? Söz konusu yer bir ölüm kampı. Bir de Neuman’ın o kampta bir tutsak değil de bir SS yöneticisiymiş gibi anlatıyor. Hatta akla zarar mantık yürütmelerle…

    Neuman bir çok kişiyi gaz odalarına göndermiş de olabilir. Ahmet Kaplan koskoca bir canavara dönüşmüş sistemlerin bu yönlerine tümden gözünü kapatıyor, kör oluyor da Neuman kendi travmasına gözünü yummuş, rötuş yapmış ise ona mı şaşıyor. Ama Ahmet Kaplan’ın derdi mevzuun esasını görmezden gelmek, gözden kaçırmak. Bunun için de mevzuyu değil Neuman’ın kişiliğini tartışıyor. Üstelik onu da gerçekten akla ziyan mantık yürütmelerle yapıyor.

    Neuman’a iradi bir Nazi işbirlikçiliği atfedecek kadar ölçüsüzleşen Ahmet Kaplan’ın Molotov-Ribbentrop paktı hakkındaki düşünceleri ne acaba. Ya da yukarıda zikrettiğim Gestapo’ya komünistlerin ve Yahudilerin teslim edilmesi konusundaki izahı ne acaba! (Dikkat: Bu retorik bir sorudur)

    Bir de Ahmet Kaplan, “şecaat arz eden merdi kıpti” durumuna düşmüş… Neuman’ın Moskova’da arkadaşlarını ihbar etmesine değinmiş ve bunu ahlaken eleştirmiş. Peki o yapıyı kuran, onu dayatan herkesi herkesin ihbarcısı, cellatı haline getiren o düzene gözünü kapatıp, bunları sadece kişilerin ahlakları ile ilgili bir sıkıntı gibi görmek mi diyalektik, Marksist bir yaklaşım, tarih okuması! Ahmet Kaplan o cümlelerinde, Stalinizme ve reel sosyalizme ilişkin reddetmek, görmek istemediği günahların bir kısmını ikrar etmiş. Hatta bakın, iç sömürgeleştirme ve mutlak sömürü diktatörlüğü için yürütülen sürek avının boyutu hakkında fikir veren bir rakam da sunuyor Kaplan: “Bu tür insanların asılsız ihbarları sonucu tutuklanan bir milyondan fazla tutuklu 1939 yılında suçsuz bulunarak mahkemeler tarafından serbest bırakılmıştı.” Peki serbest bırakılmayanlar? Ve Ahmet Kaplan, bu durumu “bazı ahlaksızların asılsız ihbarlarına” bağlıyor.

    Troçkistler, Menşevikler, tasfiye edilen Bolşevikler dahil milyonlarca insan herkes ajan… Kapitalist devletleri sahip olduğu gücünden kırk kat fazla becerikli gösteren ve tarihe yön veren şeyin James Bond filmlerindeki gibi ajanlar olduğuna inanan Ahmet Kaplan, bu akıldışı idealist, öznel izahları yapıyor, bir de başkalarına Marksizm vs. ayarı vermeye çalışıyor.

    Devrimi yapan ve Sovyetleri var eden her düzeyde milyonlarca insanın itibarsızlaştırılması, tasfiyesi, köleleştirilmesi ya da öldürülmesine Stalin’in ihtiyacı vardı. Üstelik bundan da ibaret değil ki, burada devrime, sosyalizme ve komünizme dair her şey yok edildi. Üstelik devrim, devrim adını gasp etmeye çalışan bir diktatörlük (buna devlet kapitalizmi diyenler de var ve katılıyorum) tarafından yapıldı. Ama hala Kaplan gibilerin çıkıp da Vişinski’nin tutanakları ve Stalin’in izahlarına iman üzerinden söz kurmalarını ve Komünizm diye bu dejenere diktatörlüğü savunmalarını da acınası buluyorum. Devrime, sosyalizme ve komünizme ihanet ve düşmanlık asıl Kaplan’ın bu tartışmadaki savunduklarıdır.

  25. Ahmet Kaplan kimdir nedir bilmiyorum ama bu ne saçmasapan bir yazı. Yazı değil; itham-iftira-safsata. Türkiye’deki stalinistler ne kadar laf yuvarlamaya ve çarpıtmaya meyilliler, hayret! Ginzburg’u referans göstermesi ise gerçek anlamda bir çaresizlik örneği. Ne yapacağını şaşırmış olmalı. Kitapta yazılanların hepsini çarpıtmış hem de her bir satırını. İtham ve iftira ancak bu ölçüde kullanılabilinirdi! Bravo kendisine!!

  26. Ulen hepiniz Kirmizi goren boga gibisiniz! Yukarida yazimda yazdigim tek bir noktayi bile tartisamiyorsunuz, onun disinda her konuyu gundeme getiriyorsunuz. Aslinda Borkluce biraz uyanik olsaydi oda bosa havaya suya sovecegine mesela Katyn katliamini ya da Polonya nin paylasilmasini gundeme getirebilirdi.
    Yusuf Cemal varsayalim Trocki yi olduren adam bir sovyet ajani. EE ne yani bu durumda Trocki”nin Dies komisyonuna stalinistler hakkinda ifade vermesi dogru mu oluyor? Yoksa Margaret Neuman”in nazi kamplarinda insanlari gas odalarina gonderen ekipten olmasi mazur mu gorunuyor? Ustelik Trocki yi GPU nun oldurdugu bir spekulasyon bu dogru da olabilir olmayabilir de ama olduren adamin Trocki”nin en yakin cevresinden oldugu bir gercek. Adam o kadar yakin ki daha yeni bir suikast atlatmis olan Trocki onu evine yemege davet ediyor, korumalar ise ustunu basini aramiyor bile. Torunu o kadar yil sonra yazdigi yazidan amca diye bahsediyor adamdan inanamadim boyle bir sey yaptigina. Cunku sik sik beraber disari kirlara piknige gidiyorlar yemek yiyorlar vb . Zaten Trocki nin sekreterinin de erkek arkadasi. Adam sonuna kadar bildigim kadari ile sovyet ajani oldugunu reddetti. Sovyetlerden odul aldigi ise sadece iddiadir. SSCB yikilali 20 yil oldu Rusya yi yonetenler en az Margaret Neuman kadar Stalin den nefret ediyorlar ve anti komunistler, ama bu konuda piyasaya bir belge filan sunulamadi, sunuldu da ben mi kacirdim. Bu konuda elinde bilgi kaynak vb varsa yazarsan sevinirim. Bizde ogreniriz. Ama benim anladigim kadari ile bu cinayet bir profesyonel suikastcinin isi degil. Baya kata kute ofkelenen birisinin saldirisi. Yazilanlara gore katil GPU tarafindan ozel olarak suikastci olarak hazirlanmis. Hatta anasini rehin almislar filan. Boyle bir adam niye cekicle adam oldursun. Ustelik hemen olduremiyor bile. Yemisim ben boyle profesyonal katili.

    Yusuf Cemal James Burnham”in sadece sagcilastigini soyleyerek onu kurtarmaya calisiyorsun. James Burnham 1947 de CIA kurucularindandir. Teskilat Kurulurken CIA nin Politik ve psikolojik savas bolumunu o kurmustur. CIA iki gun once sagcilasmis insanlari belki ajan vb olarak kullanir ama kurucu yapmaz.Ozellikle de Psikoljik harp gibi bir yere daha once istihbarat basarisi olmayan kimseyi getirmez. Hannah Arendt”in Jasper”se mektuplarinda bahsettigi ABD de paralel devleti kuran solculardan birisidir James Burnham. Bu ekibin Trocki cevresinde iken de ABD istihbaratindan oldugu kesin.
    Trocki bu kesimin ideolojik yonlendirmesine karsi cikmistir ama daha sonra tezleri ile Trocki cevresini hatta stalinist cevreleri bile cok etkilemislerdir. Bak sen de Trocki”yi sosyalist goren birisi olarak politik olarak James Burnham”in dogru oldugunu soyluyorsun. Zamaninda Aydinlik”in savundugu Ne Amerika Ne Rusya slogani bile James Burnham”larin devlet kapitalizmi tezlerinden etkilenmis sloganlardir. Aslinda hep merak ederim, belki Gun Zileli bize bu slogani nasil bulduklarini anlatir. Cunki bu slogan o donemdeki diger maoculari da etkileyen bir slogan ama Dunya da bu slogani kullanan baska maocu akim yok, ya da ben bulamadim. Sadece Hindistanda kucuk bir grup bir sure kullanmis, o kadar. Tabii MHP de var ama Aydinlik”in bu slogani MHP den aldigini sanmam, cunki arada ideolojik duvarlar var, belki MHP Aydinliktan almis olabilir.
    BU slogan ilk olarak genis olarak Kore savasi sirasinda basta bazi Trockistler tarafindan Neither Washington Nor Moscow olarak kullanilmisti. Amaci sol demokrat kimselerin Kore savasinda ABD ye karsi cikmalarini onlemekti. Iddialari Kore savasi ABD ile SSCB arasinda bir somurge savasi idi. Ama Turkiye ye nasil geldi, oldukca ilginc olmali. Cunki 1980 oncesi sol ici provakosyonlarin onemli bir kismi bu slogan etrafinda islendi. Buna 1 Mayis katliami da dahildir. Devlet bu katliami sol ici dusmanliklari kullanmadan isleyemezdi ve bu slogan sol ici dusmanligi korukleyen en onemli slogandi. Hatta sol ici dusmanligi olusturan diger sloganlar bundan kaynaklanmistir diyebilirim.

    Bardamu, bu kadar bos bos yazarken hic yorulmadin mi?

  27. Hala bir noktayı bile tartışamadığımızı iddia etmeye devam ediyorsun. İşkence yok diyorsun, Gün Zileli, senin okuyup da bir türlü kabullenmek istemediğin işkence gerçeğini alıntılarla sana gösteriyor. Kadına Nazi diyorsun, bunun ne kadar saçma bir şey olduğu gösteriliyor. Yanlış bildiğin Molotov-Ribbentrop anlaşması konusunda doğru bilgileri veriyoruz, es geçiyorsun. Troçki’nin katilinin GPU ajanı olduğunu söylüyoruz hala o bir iddiadır diyorsun.

    İngilizce biliyorsun. İnternette şöyle bir araştırma yapsan ne garabet bir şey yazdığını farkedersin. Al sana “emperyalist” wikipedyada yazanlar: http://en.wikipedia.org/wiki/Ram%C3%B3n_Mercader#cite_note-15

    Al sana adamın mezar taşı: http://upload.wikimedia.org/wikipedia/de/d/d3/Friedhof_Kunzewo_Grab_Mercader_-_Grabstein.jpg

    Kiril alfabesi bilmiyorsan altta yazanı oku. Onlar latin alfabesi. Tabi bunların hepsi emperyalist propagandanın parçası değil mi sana göre? O mezar taşı da zaten sahte. Bir kez mantık yitti mi, artık herşey mantıklı gelmeye başlar. Bütün dünya sana yalan söylüyordur, illa NKVD belgesi istersin herkesin bildiği şeyi kabul etmek için. O bile yetmez. Kendince bir açıklama bulursun zaten. Paranoyak olman ya da stalinist olman farketmez.

    Ve hatırlattığın için teşekkürler. Dies komisyonu meselesinden bahsediyorum. Tarihe biraz göz at. Biraz mantık yürüt. Sana verili şekilde hazırlop kabul etme. Pearl Harbor öncesi ABD’nin kendi hinterlandında emperyal, ama dünya ölçeğinde izolasyonist politikalar izlediğinin farkında değilsin çünkü. Dies komisyonu, Dies daha başına geçmeden önce, o izolasyonist politikaları sürdürmek için kurulmuştur ve adı “Amerikan olmayan aktiviteler komisyonu”dur. Yani senin anlayacağın, Dış Mihraklar komisyonu. Dies’ten önce de, onun zamanlarında da, asıl ilgisi Nazilerin ABD’deki faaliyetleridir. Neden biliyor musun? Çünkü 1933 ile 1946 arası (1939-1941 arası dönem haricinde) ABD SSCB’yi müttefik olarak görür. Kime karşı? Nazilere karşı. Neden o dönem haricinde sence? Çünkü Molotov-Ribbentrop anlaşmasının yürürlükte kalma tarihi tam da bu. O dönem boyunca SSCB hakkındaki her eleştiri, ABD kamuoyunun sol kesimi için Nazi olmaktır. Ve o komisyonun asıl yaptığı nedir biliyor musun? Amerika’da yaşayan Japonları toplama kamplarına tıkmak.

    Bir ABD sağcısı için Dies komisyonuyla McCarthy komisyonu arasında bir fark yoktur tabi ki. Adam zaten sağcı. O komitelere Dış Mihrakları engelleme komitesi olarak bakıyor. Önce bolşevikler, sonra Naziler, ertesi gün “commy”ler. Ama bir marxist, bir sosyalist için o iki komite arasında en ileri kapitalist ülkenin, coğrafyasının getirdiği avantajları kullanarak emperyal politikalar izlemeye başlaması yatıyor. Lenin’in emperyalizme karşı mücadeleden bahseden onlarca yüzlerce yazısında bir kez bile neden “kahrolsun amerikan emperyalizmi” demediğini anlıyor musun? Burada SSCB’yi temize çıkarmak için tarihi çarpıtıyorsun. Buna eş değer hata, Leninler’in “Tam bağımsız Rusya” sloganı kullanıp devrim yaptığını iddia etmek olurdu. Senin bu yaptığına literatürde anakronizm deniyor. Anladın mı şimdi Dies komisyonunda Amerikan kamuoyuna GPU’nun cinayetlerini anlatmakla, McCarthy komisyonuna Henry Miller’ı ispiklemek arasındaki farkı?

    Burnham’a gelince, CIA’in kurucusu olur kendisi. Onu bırak SSCB’ye karşı atom bombası kullanalım bile demişliği vardır. Burnhamları kurtaramama gerek yok. Ne halt ettikleri ortada. Ama Burnhamlar, devlet kapitalizmi teorisini ortaya atanlar felan değil. Yukarıda da söylediğim gibi, bürokratik kollektivizm teorisini ortaya atanlar onlar. SSCB, ABD’den daha beterdir, çünkü burada hiç değilse söz hakkımız var, orada o da yok, diye başlar düşünsel kaymaları. Nasıl bir mantık hatası yaptığının farkında bile değilsin. CIA iki gün önce sağcılaşanları başına geçirmemiştir tabi ki. Çünkü CIA 1947’de zaten bizzat Burnham’ların ekibi tarafından kurulmuştur. Bir yapı daha kurulmadan “kurucusunu” nasıl belirler allahaşkına? Biraz mantık kurallarına şans vermeyi dene.

    Ve lütfen, bir daha insanların söylemedikleri şeyleri söylemiş gibi yapma. Ben Burnhamların fikrinin doğru olmadığını söylüyorum. Ama güçlü bir fikir olduğu da ortada. Güçlü ki, 1989’a kadar ABD emperyal politikalarına yön vermiş bir fikir.

    Bardamu’nun analizinin mükemmelliği karşısında donup kaldım doğrusunu söylemek gerekirse. Benim eleştiriyi bilgi kirliliği yaratıp, isimler sayıp ekarte edebilirsin. Ya Bardamu’nun eleştirisini? Yapabildiğin yalnızca “boş” olduğunu iddia etmek mi? Kullandığın yöntemin öznelci ve idealist olduğunu söylüyor. Hadi değil de.

  28. ” Troçki’nin katilinin GPU ajanı olduğunu söylüyoruz hala o bir iddiadır diyorsun” diye buyuruyorsun, benimle sizin aranizdaki fark bu. Birisi bir sey soylediginde sazan gibi hemen atlamiyorum once bir degerlendiriyorum. O yuzden Siz Margarete Neuman gibi bir fasistin kitabini ovuyorsunuz ben se desenformasyon olarak goruyorum.
    Tanriya inanir misin bilmem ama, bir mumin gibisiniz, supheyi kaldiramiyorsunuz, sizin icin suphe etmek ile dinden cikmak ayni sey. Hersey soylendigi gibi dogru kabul edilmeli. Benin tanrim yoktur, o yuzden herseye suphe ile bakarim. Suphe gercege ulasmanin ilk adimidir, iman ise aptallliga acilan kapidir. Sen de biraz suphe duysaydin, sazan gibi her soylenene inanmazdin.
    Ben Trocki yi olduren kisinin su ya da bu oldugunu soylemedm. Ama bunlar iddiadir ve kanitlanmamistir dedim. Katil ki sen onun Mercader olduguna iman etmissin o yuzden ben de Mercader adini kullanacagim, onun sovyet ajani oldugunu iddia eden kaynaklarca profesyonel olarak yetistirilmis bir ajan olarak sunuluyor. Hatta gonderdigin linke bakilirsa baska ajanlara ajanlik dersi veren birisi. Mesleginde uzman yani, baskalarina da ogretiyor. Hatta Sovyet gizli servislerinde o kadar efsane ki adama madalyalar veriyorlar ozel mezarliklara gomuyorlar. Adam bir cesit James Bond, ya da biraz daha alcak gonulluce Abdullah Catli. Oyle bir adam yani. Ama cinayet olayi profesyonel bir cinayet olamayacak kadar fazla pata kute. Trocki ile Mercedar hep beraber disari piknige filan giden insanlar. Niye profesyonel bir ajan yakalanacagini bile bile ( ustelik GPU bu cinayeti hep inkar edecektir, niye ajaninin yakalanacagi bir ortamda cinayet islesin?) bu sekilde cinayet islettirir? Ustelik Makaleye gore anasi ile bir soviet istihbarat subayi disarda beklemektedir. Cinayetten sonra Mercader’I alip kacacaklardir.
    Diyebilirsin ki belki ajan salak bir ajan. Herseyi agzina yuzune bulastirmis. Mumkun, ama salak bir ajana SSCB niye nisan versin? SSCB yi , arkasinda ister SSCB olsun ya da olmasin, bu kadar zor duruma sokan bir adami SSCB niye savunsun, hem de Stalin oldukten ve anti-stalinist Kruscev iktidarda iken?Boyle salak bir ajanin cenazesini Havana”dan alip niye ta Moskovalara tasisin?
    Tabii bu durumda bu fotograf neyin nesi o zaman diyeceksiniz. Simdi verdigin kaynaga hep beraber donelim. Fotograf wikipediada Ramon Mercader sayfasindan alinmis. Hesapta oldukca bilimsel bir sekilde yazilmaya calisilmis bir makale. Bir suru dipnot filan var. Once fotografin alindigi satirdan baslayalim. Aynen kopyaliyorum.
    Ramón Mercader died in Havana in 1978. He is buried under the name “Ramon Ivanovich Lopez” (Рамон Иванович Лопес) in Moscow’s Kuntsevo Cemetery.[16] His name still has a place of honour in the Museum of Security Services in Lubyanka Square, Moscow.[2]

    Burada 16 rakami fotografa olan linki gosteriyor. Simdi Mercader Havana”da olmus ama Moskova da Ramon Ivanovich Lopez adina gomulmus. Ama resimdeki mezartasindaki Rusca isim Lopez Ramon ivanovic, latince yazilan isim ise Ramon Mercader. Simdi hangisi dogru sence? Hadi stalinistler acaip seviyor bu adami o yuzden goturup havanaya gomduler ama aralarindaki bag aciga cikmasin diye Lopez Ramon adi ile gomduler, ama hangi salak stalinist ondan sonra ayni mezar tasina Ramon Mercader adini hem de latince ve ustelik bir de resim ile beraber koyar. Madem latince ismi dogru koyucak, o zaman neden Rusca farkli bir ad verir? Acikcasi sacma bir durum ile karsi karsiyayiz. Acikcasi bu foto ve uzerindeki isimler yazilanlar vb oldukca sacma. BU foto bir fotoshop hilesine benziyor. Ramon Mecader”I bir Google, adamin cinayetten hemen sonra cekilmis yarali halini gosteren fotograflar disinda ki tek fotograflari Sovyet Madalyali fotograflari. Hayati boyunca SSCB ile bagini reddeten adam her tarafta hatta Dolores ile bile bu madalyayi takip fotolar cektirmis. Bu pek normal degil. Bunun baska aciklamasi olmali.
    Bir de su linke bak: http://news.bbc.co.uk/1/hi/6947532.stm. Burada kisaca CIA nin wikipedia sayfalarini edit ettigi soyleniyor. Yani CIA merkez karargahindaki bilgisayarlardan bagimsiz yazarlarca yazilan wikipedia makaleleri edit ediliyor. BBC burada ornek olarak Ahmedinejat sayfasini gostermis ama acik ki Trocki”nin eski kankasi James Burnham in kurdugu psikolojik savas bolumu wikipedia makalelerini psikolojik savas ve desenformasyon amaci ile edit ediyor. Hatta yukaridaki makalenin tamamini okursan kafadan sifirdan yaziyor.

    Tum bilimsel makaleler dayandiklari kaynaklari dipnotlarla gosterirler. Okuyanlar ise bu dipnotlarin saglamligini denetlemekle sorumludur, ama genelde kimse bu dipnotlara pek dikkat etmez. Bu dadesenformasyon yapacaklara cok buyuk bir firsat saglar. Bir suru sey sallarsin altina da ya alakasi olmayan dipnotlar koyarsin ya da verdigin kaynagi carpitirsin. Yukarida ki wikipedia makalesinde hepsi var. Mesela uc numarali kaynak Mercaderín bir sovyet ajani oldugunu ispatlamak icin verilmis. Kaynaga bakiyorsun, CIA 1971 yilinda 1944 yilinda Moskova’dan Kubaýa yazilmis bir mesaji elde etmis onu yayinliyor. Ama mesajda bazi isimler verilmis, suikastten hic bahsedilmiyor, olay sadece bir toplanti, ya da gorusme, kod isimler kullanilis, CIA kod isimlerden birisinin Mercader oldugunu iddia ediyor. Birisi Gnome Jaques Monarda ( aka Mercaner) General Fitin ve digeri de Ispanya is savasinda komunist partiden egitim bakani olan Jesus Hernandez Thomas. Ilginc olan sey 1943 te Ispanya Komunist Partisi lideri sovyetlerde olunce liderlik yarisi baslar ve Thomas yarisi Ibore Doloresé kaptirinca SSCB yi terkeder ve kendisi ayri bir parti kurar. Zaten daha sonra Yugoslav sosyalizmine katilir, kitaplar yazar, hatta bazi kitaplari Staliní elestirdigi icin Franko rejimi tarafindan Ispanya da bastirilip dagitilir. Yani zaten 1944 de bu mesajin gonderidigi tarihlerde Thomas ayrilmak uzere idi. Simdi bu mesajin neresinden Mercader”in bir sovyet ajani oldugu anlasiliyor? Hic bir yerinden ama salla bir dipnot millet zaten inanmaya meyilli. Cunki muminler sorgulamaz. Makaleyi yazan senin gibi sazanlarin zaten dipnotlari okumayacagini tahmin ediyor. Haksiz da sayilmaz. Sen bana gonderdigin resimde ki isimleri okumuyorsun, birak dipnotlari okumayi. Muminlerdeki ic huzurunu her zaman takdir ederim. Inanirlar ve gerisini tanriya birakirlar.
    4 ve bes nolu dipnotlar kaynak degil benzer seyleri tekrarlayan New York times makaleleri.7 Nolu dipnotta ise Mercader’ín ingiliz komunistlerinden David Crook”a bir cesit casusluk dersleri verdigi iddia ediliyor. David Crook anilarini yazmis, ailesi internete herkes okusun diye yuklemis bir ingiliz Komunisti. Ispanya ic savasinda SSCB adina Poum ve anarsistlere karsi istihbarat toplamis. Simdi yukaridaki makale dogrudan David Crookún anilarini kaynak gosterecegine bir baskasini kaynak gosteriyor. Richard Keeble adli birisinin makalesini. Niye oldugunu Crook’un anilarini okuyunca anliyorsunuz. Cunki Crook boyle bir seyden bahsetmiyor. Gercekten de bu konuda bir kursta gormus ve kurs taki hocalarin hepsinin isimlerini taker taker sayiyor. Tabii ki mercader adi yok. Hatta ispanyol birisi yok. Adamin anileri burada. Kurs kismi sayfanin sonunda http://www.davidcrook.net/simple/chapter3.html Keeble ise dogrudan kaynak vermiyor ama George Orwell’in yasam oykusunu yazan yazara gonderme yapiyor. Ona baksan kaynak olarak o da bir baskasina gonderme yapicak. Acikcasi yukaridaki makale Mercader’in casusluk dersleri verdigi izlenimi verilmek icin yazilmis ve gercek hic bir kaynaga dayanmayan klasik bir desenformasyon makalesi. Amaci senin gibi sazanlari avlamak. Oldukca basarili oldugunu kabul etmemiz lazim.
    Ilginc dipnotlardan birisi de 15 numarali dipnot. BU dipnota gore Stalin cinayetten hemen sonra Mercader”in annesi Carina”ya Lenin madalyasi vermis. Simdi bir annenin ajan olan oglu adam oldururken disarda beklemesinin sacmaligi malum. Bu konuda ki kaynak ise Isaac Don Levin adli bir yazar. Don Levin Amerikan Istihbaret servislerinin golge yazarlarindan birisidir. Mesela Jan Valtin”in anilarini asil yazan odur. Keza daha sonra batiya kacan soviet istihbaratindan Walter Krivistky”nin anilarini da o kaleme alir. Kendisi Mc Carthy komisyonunun muhbirlerindendir. Gecmisinde biraz sola bulasmisligi vardir. James Burnham’in kankalarindan birisidir.
    Goruldugu gibi yukarida ki fotograf sacma bir fotograftir, dipnotlar aslinda yoktur, sadece dipnot goruntusu vermek icin konulmuslardir. Olaya iliskin birinci elden hic bir kaynak bilgi verilmemektedir. Bu tur makaleler ya da kitaplar eskiden oldukca cahillestirilmis olan ABD orta siniflarini komunizm ocusunden korkutmak icin yazilirlardi. Manyak anneler, sapik katiller filan. Ama simdi sizde de ise yariyor. Umaci gorunuslu korkunc tipler.
    Aslinda bu konuda yazmaktan sikilmaya basladim ama Dies komisyonu hakkinda ki yazdiklarin hakkinda bir sey soylemem lazim. Cunki acikcasi Trocki’nin Dies ve amerikan istihbarati ile baglantilarinin olabilecegi kuskusu senin d e beynini yemeye baslamis ve Lenin’in bir kere bile Kahrolsun ABD emperyaliz mi demedigini iddia etmissin. BU iddiayi neden yapiyorsun bilmiyorum ama Lenin emperyalizme dogal olarak da ABD emperyalizmine karsi bir sosyalistti.Ve degil bir kere bir cok kere kahrolsun ABD emperyalizmi demister. Sana sadece bir ornek olarak sadece su yaziyi gosterebilirim. http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1918/aug/20.htm
    Lenin emperyalizm uzerine en onemli teorik calismalari yapanlardan birisidir. Sirf Trocki nin Dies komisyonuna ifade vermek istemesini mazur gostermek icin sacmalamissin. Dies komisyonunun o donemde nazilere karsi da calistigini iddia etmissin. O dondemde Japonlari iceri tiktigini iddia etmissin. Bunlar dogru iddialardir ama su gercegi atlamissin. Trocki”nin o donemde Dies komisyonuna naziler hakkinda degil, japonlar hakkinda degil ama komunistler, Stalinist komunistler hakkinda bilgi vermeyi kabul ettigini. Bu tabii tum sol camiada buyuk yaygara kopardi. SSCB yayinlari bunu Trocki’nin batili istihbarat servisleri ile baginin bir kaniti sunarken Trockist cevrelerde de bu konuda buyuk bir tartisma koptu. Bunun uzerine oldukca sasirmis olan Trocki “Neden Dies Komisyonuna cikmayi kabul ettim” diye bir yazi yazar. http://www.marxists.org/archive/trotsky/1939/03/dies.htm Ama tam bitmedigi goruntusu veren yazi neden ciktigini degil ama cikma nedenlerinin neler olmadigi uzerinedir. Kendisini nasil savunacagini bilememektedir. Ne nazilerin ne de komunist enternasyonalin yasaklanmasini istemedigini filan geveler, ama sanirim zaten bu yazi olumunden sonra arkadaslari tarafindan yayinlanmisti.

  29. Eh Ahmet, sen benim başımı boş sözlerle ağrıttın, ben de senin başını o aydınlanma düşüncesinden bir adım ileri götüremediğin fikirlerini eleştirerek ağrıtayım. Bakalım yine anlamazlıktan gelecek misin?

    Yaptığın baştan aşağı demagoji. Hem de kötü tarzından. Şu yazını okuyan bir çocuk bile bir yerlerde kıvırmaya çalıştığını hisseder.

    Şu cümlenden başlayayım; “Hayati boyunca SSCB ile bagini reddeten adam her tarafta hatta Dolores ile bile bu madalyayi takip fotolar cektirmis. Bu pek normal degil.” Şimdi, hayatı boyunca SSCB ile bağını inkar ettiğini nereden biliyorsun? Cevap vermen gereken ana sorulardan biri bu. Yoksa elinde hiç bir şey olmadığı halde, bu sözü söyleyerek, kendi iddia ettiğin bir hikayeden yola çıkarak kendi kendine gelin güvey oluyorsun demektir. Ki tabi ki öyle. Ama aana bir şans: Adamın hayatı boyunca SSCB ile bağını inkar ettiğini nereden biliyorsun?

    İkincisi şu isimle hikayen. Yalçın Küçük kadar iyi değilsin bu konuda. Şu küçük hikayeyi de görmezden geliyorsun: Roman Mercader gerçek adı. Adamın kendisini tanıtırken kullandığı isimler şöyle: Jacques Mornard, Frank Jacson. Sence hangi adla gömülsün? Ne saçmalıyorsun sen? Adamın zaten on tane adı var. Bildiğin casus. Üstelik bolşevik geleneği çalmış stalinizmin kod adlarına düşkünlüğü de iyi bilinir. Neden ikinci, üçüncü, dördüncü adları olmasın? Sen durumu kurtarasın diye mi?

    Şu “Tum bilimsel makaleler dayandiklari kaynaklari dipnotlarla gosterirler.” ile başlayan paragrafına gelince, şöyle demişssin: “Ama mesajda bazi isimler verilmis, suikastten hic bahsedilmiyor, olay sadece bir toplanti, ya da gorusme, kod isimler kullanilis, CIA kod isimlerden birisinin Mercader oldugunu iddia ediyor. Birisi Gnome Jaques Monarda ( aka Mercaner) General Fitin ve digeri de Ispanya is savasinda komunist partiden egitim bakani olan Jesus Hernandez Thomas.”

    Sonra da klasik demagoji metodunla Thomas’ın neler çevirdiğini anlatmaya başlamışsın. Kimi yiyorsun? Thomas’ı geç bakalım sen. O ilk isme gel. O ilk isim, Jaques Mornard. O ise Ramoncuğumuzun kullandığı diğer isim. Ve wikipedia o linki senin iddia ettiğin gibi suikast için değil, bu adamın casus olduğunu ispat için vermiş. “Simdi bu mesajin neresinden Mercader”in bir sovyet ajani oldugu anlasiliyor?” diye sormuşsun ya. Aha oradan çıkarıyorlar bunu. O “ilginç olan şey” diyerek dikkatimizi çekmeye çalıştığın yön, pek de ilginç değilmiş, değil mi? Bırak Thomas’ı Jaques’a bak biraz.

    İlerleyelim. “Goruldugu gibi yukarida ki fotograf sacma bir fotograftir, dipnotlar aslinda yoktur, sadece dipnot goruntusu vermek icin konulmuslardir.” Aslında görülmediği için o fotoğraf gayet normal bir fotoğraftır. Sen öyle söyledin diye photoshop olacak hali yok. Nazım Hikmet’in mezar taşında Nazım yazan imzası vardır ve bir de Kiril alfabesiyle Nazım Hikmet sözü. O da mı fotomontajdır? O dipnotlar da var ve gerçek yukarıda da söylediğim gibi.

    Üstelik sen de en azından birisinin gerçek olduğunu kabul ettin: “Kaynaga bakiyorsun, CIA 1971 yilinda 1944 yilinda Moskova’dan Kubaýa yazilmis bir mesaji elde etmis onu yayinliyor.” demişsin. Yani o mesajın elde edildiğini kabul etmişsin. Aslında CIA değil, NSA’in arşivi o. NSA CIA’in ayak işlerini yapardı eskiden. Neyse, sonuçta eğer kendi söylediklerini sonradan inkar etmezsen, o toplantıda Jacques Mornard’ın var olduğunu kabul ettin demektir. Şimdi sıra geldi bu adamın Ramon Mercader olduğunu göstermeye.

    Şu iki fotoya bak ve bu iki kişi aynı mıymış bir söyle bakalım: http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/4/47/Ram%C3%B3n_Mercader.jpg ve http://news.google.com/newspapers?nid=1301&dat=19590927&id=J4NWAAAAIBAJ&sjid=7uQDAAAAIBAJ&pg=1755,7349406

    Tabi, senin savunman kendi sözünü inkar ve/veya bunların hepsi CIA’in komplosudur, olacak. Tabi CIA’in google’ı mı yoksa Sydney Herald Tribune’ü mü manuple ettiğini bulmanı isteyeceğim, o ayrı. Tabi bir makale daha gösterirsin ve google’ın arama motorlarını CIA’in nasıl manuple ettiğini iddia eden kaçık Amerikalılardan ya da heryerde düşman gören komplocu birilerinden bir makale bulabilirsin. Tabi bilmeyen için o arama motorlarını, o algoritmaları manuple etmek çok kolay. Sen de belli ki bu işlerden pek anlamıyorsun. Sorun değil. Ama internet denen organizmanın o kadar kolay manuple edilemeyeceğini bil, yeter.

    Ama bunlara aldırmazsak bu iki kişinin aynı kişi olduğu sonucuna varıyoruz. Bu da Ramon Mercader (Troçki’nin katili) adlı arkadaşın bir Sovyet ajanı olduğunu gösteriyor. Quod erat demonstrandum… 🙂

    Şimdi o ettiğin sazan mazan laflarını derhal aynen geri alıyorsun. Almıyorsan da farketmez, kullandığın demagojiyle anca “üniversite söylemi”ni yiyenleri kandırırsın sen.

    Şu gönderdiğin Lenin’in makalesine gelince. O makale benim, Lenin’in iddia edildiği gibi üçüncü dünyacılığın ilk fikrini atan olmadığını yarı maoist, yarı stalinist arkadaşlara göstermek için ikide bir gönderdiğim makale. Keşke başka bir makale bulsaydın. 🙂

    Bir sağcı, toplumu, dış mihraklar ve onların para, haz, kültürel emperyalizm vs ile satın aldığı uşaklar tarafından çürütülmeye çalışılan bir cemaat olarak görür. Bu formülü, kafatasçı bir faşistin Atilla’nın Çin güzeli prenses tarafından zehirlenmesini açıklamasında da, Kürtler hakkında ileri geri konuşurken de görebilirsin. Bir islamcıda da ister 4 halife zamanının sonunu anlatsın, ister Osmanlı’yı anlatsın, aynı formülasyonla kurgu yapar.

    Oysa bir solcu, toplumu dış mihraklarca çürütülmeye çalışılan bir cemaat olarak değil, zaten sınıf çelişkileriyle parçalanmış olarak görür. Dış mihraklar direk işgal etmemişse, yani bütün iktidar onlarda değilse yalnızca o çatlakların içine sızıp toplumsal birikime ortak olan asalaklardır. Dolayısıyla bir solcu için verilmesi gereken savaş içeridedir. Tüm bolşevik (1923 öncesi tabi ki) literatürde, Marx’ta vs. bunu gözlemleyebilirsin.

    “İşin ilginç yanı” sağ refleksi, sağcı formülasyonunu “tam bağımsız Türkiye” sloganı atanlarda da görebilirsin. Özellikle de, önce anti-emperyalist burjuva devrimi, ardından sosyalist devrim diyen zerzavatların kafasında. Türkiye anti-emperyalist literatürü, sınıf hayt huytundan arındırılırsa bu anlattığım formüle göre sağcı sayılır. Tabi buradan İdris Küçükömer’in tembel formülasyonuna, simetri hastalığıyla malul fikirlerine haklı demediğimi özellikle belirteyim.

    Ben Lenin “kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” demedi derken, hem Amerika’nın 1945 sonrasındaki gibi “SSCB’ye karşı Batı’yı biz kontrol edelim” olayına girmediklerini, hem de Lenin’in bizim “solcu”larımızın kullandıkları anlamda bir anti-emperyalizme düşmediğini anlatmak için söyledim. Zaten bir sonraki cümlemdeki “Yaşasın tam bağımsız Rusya” sloganı hikayesi de bunu gösteriyor. Sense klasik bir sazan gibi, Lenin’in Amerikan emperyalizmine karşı hiç bir sözü yokmuş demişim gibi anlamışsın. Anlamak istemişsin diyelim. Bu makalede benim izolasyon derken kastettiğimi Lenin şöyle izah etmiş: The American multimillionaires were, perhaps, richest of all, and geographically the most secure. Zaten tüm makale de, adamcağızın emperyalizmi Türklerin anladığı gibi anlamadığını gösteriyor. Ve tabi ki, Lenin o dönemin en gelişmiş kapitalist ekonomisine emperyalist diyecek. Adamın kendi formülasyonu şu zaten: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması. Sence gerçekten Amerika kendi hinterlandı dışında emperyalist dış politikadan uzak duruyordu derken, Amerika emperyalist değildir demiş olabilir miyim?

    Lenin iddia ettiğin gibi emperyalizm üzerine en önemli teorik çalışmalar yapanlardan birisi değildir. Biraz ezberini bozalım. Lenin Buharin’in ve muhtemelen oradan da pek de haz etmediği Hilferding’in çalışmalarını işine yarayacak şekilde formüle dökmüştür yalnızca. Buharin’in kitabı, tabi ki Buharin’in o abartılı düşünce tarzıyla yazıldığı için kullanılabilir değildir. Lenin de bu kadar önem verdiği bir mesele olduğu için oturup basit tarzda herkesin anlayacağı şekle getirmiştir. Eğer o kitabı gerçekten okumuş olsaydın, ki okumuş olman gerekiyor, aslında resmen formülasyonla dolu, yön gösteren bir broşür olduğunu görecektin. İçindeki rakamları nereden aldığına (yani dipnotlarına) baksaydın, Buharin’e referansları, dahası bir çoğunu Buharin’den olduğunu söylemeden verdiğini de görecektin. Lütfen Buharin’in pembe “Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi” kitabındaki alıntılarla Lenin’in kitabını bir karşılaştır.

    Şimdi, asıl meseleye gelirsek, “Bunlar dogru iddialardir ama su gercegi atlamissin. Trocki”nin o donemde Dies komisyonuna naziler hakkinda degil, japonlar hakkinda degil ama komunistler, Stalinist komunistler hakkinda bilgi vermeyi kabul ettigini.” demişsin. Oysa ben kullandığım cümlede şöyle demişim; “Anladın mı şimdi Dies komisyonunda Amerikan kamuoyuna GPU’nun cinayetlerini anlatmakla, McCarthy komisyonuna Henry Miller’ı ispiklemek arasındaki farkı?” Yani benim değişimle cinayet işleyen GPU ajanları, senin değişinle ise “komunistler, Stalinist komunistler” hakkında bir gerçeği atlamamışım.

    Ama Ahmet tam da bu değil mi problem? Bin tane isim saysan da, herkesin bildiklerini “komple bunlar komple” diyerek savuşturmaya çalışsan da, asıl problemimiz bu değil mi? Yani, sen cinayet işleyen KGB ajanlarını komünistler olarak görürken, biz senin komünist dediklerinin bildiğimiz burjuva ülkesi casusu olduğunu düşünüyoruz. Sen bildiğimiz sıradan ucuz katilleri, paralı uşakları insanların gözünde kutsal savaşçılar olarak gösterirken, biz o insanların gerçek yüzlerini ortaya çıkarmaya uğraşıyoruz.

  30. Yusuf,
    GPU cinayetleri derken ABD de GPU nun ne cinayeti var? Trocki oldurulmeden bir sure once yine saldiriya ugrar, Ispanya ic savasinda savasmis ve Trocki den nefret eden unlu bir meksikali ressam ve arkadaslari Trocki”nin evini bir gece basar, saga sola ates ederler, ama Trocki bu saldiridan sans eseri yara almadan kurtulur. Torunu ise ayagindan vurulur. Saldirganlar Trocki”nin evine bulunan Robert Sheldon Harte adli bir yardimcisi ya da muhafizi herkes bir sey soyluyor, saldirganlar tarafindan goturulur, ya da kendisi de zaten onlarla beraberdir. Daha sonra bir baska evde olu bulunur. Trocki ve cevresi adamin stalinistler tarafindan oldurulen ilk amerikali oldugunu soylerler. Dikkat cekiyorum, bu olay Dies Komisyonu isinden sonra olur. Sen ABD de stalinistlerin hangi cinayetlerinden bahsediyorsun?

    Zaten saldiriyi gerceklestiren unlu ressam Siquieros Harte”in kendilerinden oldugunu, saldiriyi onun yardimi ile gerceklestirdiklerini, daha sonra onu da alarak uzaklastiklarini niyetlerinin Trockiyi oldurmek degil, istese bunu yapabileceklerini ama korkutmak oldularini filan soylerler. . Harte”i ise Trockisterin ya da diger amerikan ajanlarinin oldurdugunu soylerler ve 1943 yilinda beraat ederler. Simdi sen ABD de hangi GPU cinayetlerinden filan bahsediyorsun?

    Yusuf Dies komisyonu isinin GPU ile alakasi yoktur, o bahanesidir, Ama tartismamiz bunun otesinde, Trocki”nin bu karari o zaman kendi taraftarlari arasinda da buyuk tartismalara sebeb olmustu, bu dogaldir da sebebi ne olursa olsun, bir sol lider gider emperyalist bir ulkenin ustelik de SSCB ye saldirmis, saldirilar organize etmis br ulkenin fasist bir komisyonuna o ulkedeki sosyalistler aleyhinde ifade vermek isterse bu firtinalar koparir. Mercader cinayeti bu firtinayi yansitir.

    Ramon Mercader”in fotografinin sacma oldugunu sen de biliyorsun ama sirf tartismis olmak icin bir suru sey yazmissin, araya Nazimi da karistirmissin. Makalenin dipnotunda ki istihbarat notunda Mercader ile bir toplantidan bahsedilmez, sadece toplantiya katilandan Mercader ile bagin reddedilmesi istenir, Dedigim gibi mesaj 1944 de yazilmis cinayetten once degil cinayetten uzun yillar sonra. Mesajin Mercader ve cinayet hakkinda oldugunu gosteren hic bir sey yoktur. Notta tek yazilan Anton adli birisi Thomas ile bulusacaktir, mesaji gonderen Thomas”a Gnome adli birisi ile olan baglarini reddetmesini soyler. 1944 yilinda? Sovyet istihbarati nicin inayetten yillar sonra ve Ispanya Komunist Partisinden ayrilmis bu yuzden SSCB den sinirdisi edilmis bir adam ile Mercader hakkinda konusmasini soylesin? Hernandez Thomas daha sonra SSCB nin bir muhalifidir. Acik ki bu mesajin Mercader ile bir alakasi yok. Meraklisina http://www.nsa.gov/public_info/_files/venona/1944/20feb_jose.pdf

    Ustelik tek palavra dipnot bu degil yukarida yazdim. 16 nolu dipnota git o mezarin resmi orada var. Oraya git, mezar tasinda resim yok, ama senin gonderdigin linkte mezar tasinda bir resim var. Yani resim eklenme fotomontaj. Simdi senin gonderdigin mezar tasindaki fotoyu buyut ve madalyaya bak, ne goruyorsun orada yazi olarak hic bir sey. Ben sana o madalyanin orijinalinin resmini gondereyim. http://en.wikipedia.org/wiki/Hero_of_the_Soviet_Union acik ki resimdeki madalya sovyet madalyasina benzetilmeye calisilmis, ama ayni degil. madalyonun duz tarafinda Hero of SSCB anlamina gelen rusca bir yazi var. Madalyonun diger tarafinda ise yazi yok ama yildizin hatlari boyunca yukselti var. Senin gonderdigin foto da yok. Zaten dedigim gibi bu foto mezar tasi fotografina eklenmis, yoksa mezar tasinda yok. Yusuf bu fotograf ile Ajda Pekkan”in burnu ile oynandigindan daha fazla oynamis sen hala bir inat savunmaya devam ediyorsun.

  31. Amerika’da GPU’nun cinayeti var mı yok mu, nereden bileyim Ahmet? Amerikan yerel polisi miyim? Yoksa kahrolası federallerden miyim adamım? Jan Valtin anlatıyor. Ama sen onu reddediyorsun. Asıl problem bunu neden sordun ki şimdi? Ben Amerika’daki GPU cinayetleri demedim. Aynen şöyle yazdım: “Amerikan kamuoyuna GPU’nun cinayetlerini anlatmakla”… Yapma şu demegojiyi. En azından gözümüzün içine soka soka yapma.

    GPU’nun cinayetleri için, Troçki’nin İhanete Uğrayan Devrim kitabının ön ve arka kapağındaki illustrasyondan mı başlayayım, yoksa Andreu Nin’den mi? O kapakları bilmeyenler için: Ön kapakta “1917 (Ekim) Bolşevik Partisi Merkez Komitesi Üyeleri”nin resimleri vardır. 24 adet. Arka kapaktaysa resimlere karşılık gelen kişilerin 1938’de neler yaptıkları.

    Rikov: Öldürüldü, Buharin: Öldürüldü, Sverdlov: Öldü. Boş bir kare. Zinovyev: Öldürüldü. Kamanev Öldürüldü. Troçki: Sürgün. Lenin: Öldü. Kolontay: Kayıp. Uritski: Öldü. Krestinsky: Öldürüldü. Smilga: Öldürüldü. Nogin: Öldü. Jerzinski: Öldü. Bubnov: Yok oldu. Sokolnikov: Hapiste. Lomov:? Şahumyan: Öldü. Berzin:? Muranov: Yokoldu. Artem: Öldü. Stassova: Yok oldu. Miliutin: Kayıp. Joffe: İntihar etti.

    Bu soru işaretlilerin durumu sonradan belli oldu tabi. Kaçı mahkemelerde 10’ar yıl hapis aldığı halde sonra NKVD tarafından vuruldu? O sırada hapiste olan Sokolnikov mesela kesin öyle. Kruşçev kendisi anlattı bunu. Yoksa tabu oyunumuzda Kruşçev demek de mi yasaktı? Neyse affediver.

    Nin’e gelince, muhtemelen Sokolnikovlar kadar şanslı değildi, işkenceyle öldürüldü. Belki de aslında İKP’nin kontrolündeki polis merkezinde ayağı kayıp düşüp ölmüştür, ne dersin? Katyn’den hiç bahsetmeyeceğim. Ama ya Leon Sedov? Bu da mı gol değil?

    Bak yaptığın analize bir bak. Hala aynı şeyi söylüyorsun: “Makalenin dipnotunda ki istihbarat notunda Mercader ile bir toplantidan bahsedilmez, sadece toplantiya katilandan Mercader ile bagin reddedilmesi istenir”

    Zaten wikipedia’da geçen cümle şu: Declassified archives have shown that he was a Soviet agent.[3][4] Toplantı nerede burada? Burada benim gözlerim diyor ki; Gizliliği kaldırılmış arşivler gösteriyor ki o bir Sovyet ajanıydı. Ve o belgede de ne diyor: Anton should deny [the meeting with] you and everything connected with GNOM. GNOM alt satırlarda kim olarak anılmış? Jaques Mornard. Yukarıda da bu kişinin Troçki’nin katili Ramon Mercader olduğunu göstermiştim.

    Gördüğün gibi, bu mesajın Ramon Mercader’in GPU ajanı olmasıyla direk ilgisi var. Hala nasıl hayır dersin? Ajanların, kendi aralarındaki bağları inkar etmelerini emreden klasik bir merkezden gelen emir bu. O ajanlardan biri de bizim Ramon işte. Stalin’i savunmak için gösterdiğin bu kadar gayret olmasa, aklıma kötü kötü fikirler gelecek.

    Şu mezar taşı hikayesine gelince, çok bariz bir şekilde o resim o mezar taşına sonradan eklenmiş. Ama fotoşopla felan değil. Lütfen bana dediğini kendin yap ve benim gönderdiğim resmi büyüt. Tam resmin kenarlarına bak. Yapışkan slikonun izlerini gördün mü? Gölgeleri gördün mü? Mermere resim yapıştırmak için en iyi yoldur bu. Buralarda yok, dinen caiz değil. Ama Doğu Avrupa’da envayi çeşit resmi bu şekilde mezar taşlarına yapıştırırlar.

    Ve resim çok bariz ki sonradan elle yapılmış. Çünkü saçlar, sol kulakta belirgin olan parlaklık, arkadaki yüzeyin derinliksizliği ve senin de farkettiğin yazısız madalya. Bu tarzın rusların da kullandığı klasik fotoğraf düzeltme tarzı olduğunu bir zamanlar burada da bolca yapıldığını anlatmama gerek yok sanırım. Tamamen amatörce, tamamen yaptım oldu tarzda.

    Asıl önemlisi şu: CIA, wikipedia’yı bile kontrol eden CIA, yerin altından çıkan, gökyüzünü kaplayan, SSCB’yi yıkan, Çavuşesku’yu kurşuna dizdirten, tozunu dumanına katan, Echelon’la cümle alemi dinleyen, her yerde gözü kulağı olan, börtü böceği bile kamera olarak kullanan CIA, SSCB’yi kötülemek için kendi kontrolündeki wikipedia’ya servis ettiği resmi böyle beceriksizce ve senin benim bile rahatça düzeltilmiş foto olduğunu anlayabileceğimiz şekilde mi koydu diyorsun yani? Sen gerçekten adamlar komplo yaptıklarında bu kadar kolayca farkedebileceğini mi sanıyorsun? Bu biraz megalomanca bir düşünce değil mi?

    Bunun yerine, o ilk resimle ikinci resim arasında, bir şekilde vefakar davranmaya çalışan birilerinin mezarı düzeltmiş olması, Ruslarda usul olduğu üzre bir de uyduruktan resim yapıştırıp, merhum komünisti onurlandırma düşüncesi ile hareket etmiş olmaları daha olası değil mi? O resimdeki madalya çok bariz çizim. Resmen elle çizilmiş. Kamanev’le Troçki’yi silmek için Lenin’i kürsüde merdivensiz bırakanlardan kat be kat amatörce. CIA’in bu kadar uyduruk bir resimle milleti yemeye çalışması mı, yoksa sıradan SSCB ya da post-SSCB görevlilerinin görevlerini ifa edebilmek için yaptıkları zoraki bir iş mi? Occam’s Razor kullansana bir. Sence hangisi daha mantıklı?

  32. CIA desenforasyon yaparken bu kadar beceriksiz mi? diye sorarken soruyu aslinda bana degil sen kendine soruyorsun. Sonra da yanitliyorsun yok yok onlar bu kadar acemice desenformasyon yapmazlar. O zaman bu desenformasyon degildir!
    Peki bu soruyu sana sorduran ne? Ben yukarida uc tane dipnota gonderme yaptim. Fotograflarda sorun oldugunu, adamdaki madalyalarin sahte oldugunu filan kabul ediyorsun ama onlari da sence Stalinistler yapmis:-) ee o zaman niye stalinistler kendileri kulanmiyorlar bu fotografi da biz sadece CIA nin desenformasyon makalelerinde goruyoruz? Ama bu dedigine sen de inanmiyorsun ve o yuzden soruyorsun, ya CIA bu kadar aptal olabilir mi?

    Hayir CIA aptal degil ama CIA nin daha ince desenformasyon yapmasina gerek yok. Insanlar zaten kabullenmeye hazir bir kafa yapisina sahip. Kendine bir bak. Dipnotlarin yanlis desenformasyon oldugunu sen de kabul ediyorsun, ama hemen akil yurutuyorsun, kesin Stalisnistler yapmistir. CIA yapmaz! CIA FSA belgesinde adi gecen GNOM”un Mercader oldugunu soyluyor, CIA dogruyu soyler kesin Mercader”dir. Ne soyleseler zaten hemen kabul ediliyor onlarda o yuzden fazla ugrasmiyorlar. Ha bu kafa yapisi nasil olustu o ayri bir tartisma meselesi. Ama bu kafa yapisi solu genis oranda CIA nin ve emperyalistlerin manipulasyonlarina acik hale getiriyor.

    Ustelik o yazida benim bahsettigim tek yanlis dipnotu FSA delili ( FSA belgesi sen ne kadar uydurmaya calisirsan calis delil degildir ama o tartisma orada kalsin) ya da mezar tasi fotografi degil ki. Davik Crook”a atfen yapilan dipnotta David Crook”un boyle seyler soylemedigini kendi anilarindan gosterdim. O dipnot artik carpitma filan da degil dogrudan yalan!
    BU tur yanlis desenforasyona yonelik dipnotlar bu tur yazilarda ben surekli kontrol ettigim icin bol miktarda cikarlar. Ustelik yazida ki diger dipnotlarda sorunlu ama ben yazi uzamasin diye ornegi ucte tuttum. Aslinda sadece bu yazi degil sosyalizmin tarihine iliskin herhangi bir konu ile ilgili herhangi bir yazi al hepsinde vardir bu tur numaralar. Bak sen Sokolnikov dan bahsetmissin. Simdi gidelim Sokolnikov maddesine wikipedia daki. http://en.wikipedia.org/wiki/Grigori_Sokolnikov Uc tane dipnotla bir yazi yazmislar. Tek kontrol edebilecegimiz dipnot ise ucuncu dipnot. Sokolnikov”in SSCB deki sistemi aynen James Burnham gibi devlet kapitalisti olarak nitelendirdigini iddia ediyor ve dipnotta kaynak gosteriyor. Kaynak ise Stalin”in bir makalesi. Ama makale de Sokolnikov ile ilgili hic bir sey yok! Olmasi da mumkun degil gerek sokolnikov gerekse diger sag kanat muhalifler SSCB yi birakin devlet kapitalisti olmasini kapitalist iliskileri ozellikle tarimda cok erken oldurdugu icin elestiriyorlardi. Hani bir trockist muhalif hakkinda soyleseler neyse. Git Kruscev, Stalin. Bukharin ya da Trocki hakkindaki makalelerebak buna benzer yuzlerce carpitma yalan dipnot vb bulursun. Herkes de yiyor bunlari. En basta da siz! Emperyalistler tarihi yeniden yaziyorlar, su an zafer kazanmis durumdalar ve bu tarihi yeniden yazarken zaferlerinin insanlarda yaratigi sersemligi cok guzel kullaniyorlar.

    Dies komisyonu meselesinde ise sen de kabul ediyorsun Trocki”nin fasist bir ABD parlemento komisyonuna ifade vermeyi kabul ettigini ama bunu normal ve dogru buluyorsun. Ama o zaman bir cok Trockist bunu dogru bulmuyordu. Mercader de kendisinin dogru bulmayanlardan oldugunu soyluyor. Tabii Mercader sadece bunu soylemiyor baska seylerde soyluyor. Aslinda Trocki”nin konu ile yazisina baktiginda o da pek sindirememis bu Dies meselesini, o yuzden yazinin basligina ragmen niye ifade vermek istedigini degil ama vermek istemedigini yazmis, onu da bitirememis. Yazida ise acikca ucuncu enternasyonalin yasaklanmasini istemedigini soyluyor ki bu da ifade konusunun GPU degil ama ucuncu enternasyonal ve militanlari hakkinda oldugunu gosterir.

    CIA nin ya da emperyalistlerin desenformasyonlari diger alanlarda da o kadar iyi degildir. Ama bu yalanlara insanlarin inanmalarinin sebebi zaten artik inanmaya yatkin olmalarindan kaynaklanir. Yoksa yukarida Margaret Buber”in kitabi da pek oyle parlak bir desenformasyon ornegi degil. Popagandalar oldukca kaba. Bak Gun yukarda bana ” kadinin gas odalarina mahkumlari gonderdigini FKP avukatlarinin bile soyleyemedigini soyluyor. Dikkatini cekerim Gun bu kitabin siradan bir okuyucusu degil bizzat cevirmeni. Kitabin onsozunu yazan Wachsman ” (kitabin 25. sayfasina bakabilirsiniz) “hayatini kurtardigi bir mahkum olan Inka Katranova onu SS isbirlikcisi olmakla sucladiginda … donup kaldi.” diye yazarken neyi soyluyor? Ustelik olum listelerini hazirlayan bir fasistin hayat kurtarmasi nasil oluyor bir dusunun! Ama Gun hala gormek istedigini goruyor, kafa ona gore formatlanmis. O yuzden CIA fazla ince eleyip sik dokumuyor.

  33. Stalin canavarını yaratan koşullar, iktidara Troçki gelse ondan da bir canavar yaratabilirdi pek ala. Anakronik tarih okumaları yaparak taraflardan birini aklamak yerine, o koşulları nedensellik zinciri içinde tahlil ederek bu günkü örgütlerin örgütlenme ve mücadele biçimleri için dersler çıkarsak daha hayırlı olmaz mı?

    Ahmet beyciğim, şu anda dünyadaki en temel çelişki stalin-troçki çelişkisi midir? Faşistleri, gericileri, kapitalistleri, emperyalisleri bırakıp da birbirimizi mi yiyelim? Başka işiniz mi yok?!

    (Bunları, birbiriyle “kan davalı” olan her iki tarafa da söylüyorum.)

  34. Anonim benim burjuvazi de dahil kimse ile kan davam yok:-) ama gercek diye bir derdim var. Sosyalistim, devrimcilerin sosyalistlerin tarihine sahip cikarim, su an Dunya da bir zulum firtinasi esiyor, sadece Ortadogu da emperyalistler tarafindan son on yilda milyonlarca insan katledildi, ulkeler isgal edildi, resmen ortacaga donduruldu yasam bu ulkelede. Tum dunya da emekcilerin hayat standartlari hizla dusuyor, bolsevik devrimi sonucu yukselen devrimci muhalefeti bastirabilmek icin vedikleri tum sosyal, ekonomik ve politik haklar surekli saldiri altinda, emperyalistler bu kosullarda sosyalizmin yeniden bir umut olmasini engellemek icin gecmise saldiriyorlar, sol orgutlenmelere karsi nefret asilamaya calisiyorlar. Birak sol orgutleri , orgutlenme fikrine karsi bir nefret asilamaya calisiyorlar, diger taraftan kendileri ise her alanda daha da siki bir sekilde orgutleniyorlar. .

    Bak sen de Stalin”i canavar olarak goruyorsun. Yukarida Margaret Buber”in kitabindan yaptigim alintilarla SSCB cezaevlerinin rehabilitasyona donuk yerler oldugunu gosterince herkes sanki allahina sovulmus muminler gibi tepki gosterdi. Bakin kaynak SSCB den nefret eden bir fasist, kadin olani daha da kotu gostermeye calismis ama ona bile karsi cikiyorlar. Ben bu tartismalari birbirimizi yemek olarak da gormem. Her sosyalist gecmisine sahip cikar. Gun Zileli tarafindan cevrilen gerek Margaret Buber gerekse daha baska kitaplar tam bir CIA propagandasi, ben bunlara karsi cikiyorum.
    Ne Stalin”in ne de Trocki”nin canavar oldugunu dusunuyorum. Her ikisi de kendi politik cizgileri yolunda olene kadar bazen beraber bazan de birbirlerine karsi mucadele etmislerdir. Ama burokrasinin giderek sovyetler uzerinde kontrolunu ele gecirip sovyetleri yok edip sonunda kapitalizme gecmesi sureci bence de Trocki olsaydi da pek bir sey degismeyecekti. Hatta Trocki”nin emegin militarize edilmesi gibi “sol” politikalari burokratlasmayi dahada hizlandiracakti. Nitekim Bukharin”e yakin goruslere sahip olan Deng Xia Ping ekibi Cinde iktidara gelince hizla eski sosyalist kazanimlari tasfiye edip kapitalizme yoneldi.

    Aslinda bu sorun Stalin, Lenin ya da Trocki”nin otesinde olan bir olay. Burokrasinin iktidari ele gecirmesi politik olarak Stalinden tamami ile bagimsiz olan Cin de de yasandi, onlardan cok daha farkli bir sosyalist olan Kuba ya da K Kore de de yasandi. O yuzden birak Trocki Lenin yasasaydi da bence burokrasinin iktidari ele gecirmesi pek engellenemezdi diye dusunuyorum.

    Sosyalist ulkelerde burokrasi devrimciler boyle istedigi icin ortaya cikmadi, bu tarihsel kosullarda kacinilmaz bir sey olarak gelisti. Gerek Rusya da gerek Cinde hatta diger ulkelerde sosyalistler burokrasiye karsi siddetle mucadele ettiler ama basarisiz kaldilar ve yenildiler. 1938 firtinasi hem burokrasi icinde bir catismayi gosterir ama ayni zamanda iktidarda bulunan sosyalistlerin burokrasiye karsi saldirmasini gosterir.Bakiniz Isaac Deutscher gibi bir Stalin karsiti bile Stalin”in tam bir burokrasi dusmani oldugunu soyler ki haklidir. 1938 firtinasi bir yonu ile burokrasi icinde bir catismanin sonucudur ama bir yonu ile de burokrasiye donuktur. Ama bu firtina burokrasiyi zayiflatmak soyle dursun daha da guclenmesini sagladi, sadece bir kisim burokrat tasfiye edildi ama bir baska kisim burokratlar yukseldi. Yine Cinde Kultur Devrimi Burokrasiye karsi hem parti hem de devlet burokrasisine karsi bir hareketi anlatir. O yuzden o donemlerde hem Stalin hem de Mao kendi partilerine karsi mucadele eden birisi olarak gorulduler.
    O yuzden Stalini seytanlastirarak SSCB deki burokratlasma anlasilamaz.

  35. Gerçekten tartışmayı manuple ediyorsun. Ben senin kabul ettiğini beyan ettiğin bir cümleden yola çıkarak bunları söylüyorum. Ama iki karşılıklı yazışmadan sonra kendi cümleni inkar ediyorsun. Sen kendin kabul ettin o belgenin gerçek olduğunu.

    Benim sözlerimi neden çarpıtıp duruyorsun allahaşkına? Stalinistler yapmıştır demiyorum. Aklın o şekilde çalışıyor senin: O ajan değil, bu ajan değil, kim ajan? Oysa ben diyorum ki, bu kadar basit bir şeyi açıklayabilecek onlarca başka neden varken, eğer sen o işin arkasında “süper zekalı” özneler, uzaylılar, CIA, FBI ve bilimum kötü amaçlı özne, kısacası “deus ex machina” buluyorsan, gerçeklikle ilgili problemlerin var demektir. CIA’in bunu yapmasına gerek yok. İnternet de senin sandığın gibi öyle kolayca manuple edilebilecek bir ortam değil.

    İyi tamam istediğin gibi olsun. O tartışma kalsın kenarda. İyi de benim arka plandaki sorum yine de baki: SSCB’yi korumak için bu kadar çaba göstermene ne gerek var? Bardamu’nun da bahsettiği gibi özneler arası savaşlar, yengiler, yenilgilerden oluşmuş idealist bir tarih anlayışın var. Bu tarih anlayışının, bu iyiler-kötüler savaşı görüşünün işçi sınıfının işine yarayacağını mı düşünüyorsun?

    CIA tutup da bir tane mezar taşına silikon yapışkanla Ramon Mercader’in resmini yapıştırıp bunu wikipediada yayınlamak için çırpınıp duramaz. Bunu yapsaydı, bunu yapabilseydi, herhalde Amerikan nüfusunun hepsi CIA için çalışıyor olurdu. Hatta o bile yetmez. Ama sen ciddi ciddi bunlara inanıyorsun. Eğer söylediklerin doğruysa şu anda bu yazışmalarımız da dikkatlerinden kaçmamıştır. Dikkatli ol derim ben. Adamı bitirirler bunlar. O kadar dehşet bir teşkilat bu CIA felan. Evinde The Catcher in the Rye’dan onlarca tutuyor musun? 😀

    Senin bu iddialarının daha cüretkar olanı Anatoli Fomenko tarafından dillendirilmişti geçmişte. Adamın kaç cilt kitabı var. Bir bak istersen.

  36. .

    Dipnotttaki resimdeki carpitmayi kimin yaptiginin asil tartismamizla bir alakasi yok. O sadece ikincil onemde bir tartisma. Ben diyorum CIA ( bu konuda CIA nin wikipedia da desenformasyon yaptigina iliskin BBC den kaynak ta verdim) sen de stalinsitler olabilir diyorsun. ( bana Stalinistler demedim deme, “”CIA’in bu kadar uyduruk bir resimle milleti yemeye çalışması mı, yoksa sıradan SSCB ya da post-SSCB görevlilerinin görevlerini ifa edebilmek için yaptıkları zoraki bir iş mi? Occam’s Razor kullansana bir. Sence hangisi daha mantıklı?”” ifadesi senin ifaden ve adres olarak stalinistleri gosteriyor) Ama asil tartisma senin gosterdigin Wikipedia makalesinin bilimsel olmadigi ve kaynaklarinin carpitma ve desenformasyonla dolu oldugu idi. Ama anladigim kadari ile bunu sen de kabul ediyorsun ve kaynaklarin yanlis oldugunu kabul etmis durumdasin, senin su anda tartistigin bu desenformasyonu kimin yapmis olabilecegi uzerine.

    Aslinda Trocki”nin oldurulmesi uzerine normalde dogru durust kaynak yoktur. Sadece iddialar vardir. Hemen hemen tum makale ve kitaplar ayni wikipedia makalesinin iddialarini tekrarlarlar. Ama onlarinda dipnotlarinda ( bazilari senin aktardigin wikipedia makalesinden cok daha ciddi yazilmislardir ve okunmayi hakeder) yazanlar yukarida ki dipnotlardan daha fazlasini yazmamaktadirlar. Mesela Nicholas Mosley, ki kendisi fasist lider Oswald Mosley”in oglu olur, ki yine yazdiklari da yukarida ki wikipedia makalesi paralelindedir, daha dogrusu daha sonra yazildigi icin wikipedia makalesinde ki iddialar Mosley”in kitabi ile ayni paraleldedir, Mercader kimliginin cinayetten 12- 13 yil sonra bir anda Franco polisi tarafindan iddia edilmesinin, konuya iliskin bilgilerin hemen bulunuvermesinin supheli oldugunu yazar.
    Suphelidir cunki Mercader”in unlu bir ispanyol komunistin oglu oldugu iddia edimektedir. Eger bu dogru ise bu aileden yuzlerce insanin, Mercader ile beraber yetisen buyuyen okula giden vb yuzlerce insanin olmasi lazim. Ama bu konuda ne anne ile ne de kardeslerine ( ki Mercader”in iddia edilen kardeslerinden birisi unlu bir ispanyol film yildizi olan Maria Mercader dir enistesi de bir film yonetmen, De Sica) iliskin yani Mercader”in Mercader olduguna iliskin tek bir bilgi roprtaj vb ne kitalarda ne de baska yerlerde yer alir. Sadece iddialar vardir. Ama tek bir yazar gidip te mesela kardesleri akrabalari vb ile roportaj yapmaz. Yapilmissa da biz bilmiyoruz. Bilenler varsa ve aktarirsa sevinirim.

    Su kaynaga bak Mercader ile ilgili olarak. http://iberianature.com/barcelona/history-of-barcelona/barcelona-radical-history/ramon-mercader-trotskys-assassin/ O da Mercader’i katilin kimligi olarak veriyor, ama adami kimsenin tanimamasi makale yazarinin da suphesini cekiyor dogal olarak, bunun icin soylediklerine bak. Aslinda Meksika da bulunan bazi katalan cumhuriyetcileri adami Mercader olarak tanimis ama baslarina bir is gelmesin diye soylememis? Yersen. Zaten yukarida ki makalede de Davit Crook” yine atif yapilmis, cunki Crook tum bu makalelere gore Mercader’in NKVD ve Ispany baglantisini gosteren tek baglanti. Ama yukarida da gosterdigim gibi Crook kesinlikle boyle bir sey soylemiyor. Zaten CIA nin desenformasyon carki boyle isliyor. CIA once bazi seyleri hizla iddia etmeye basliyor, bir sure sonra bu iddialar genelde kafalarda dogru olarak yer aliyor, bu noktadan sonra insanlar, hem de CIA ile hic bir alakasi olmayan insanlar, hatta CIA dan nefret eden insanlar bu iddialari tasimaya basliyorlar. Bak yukarida ki makalede Crook”a dipnot bile verilmemis. Cunki artik dogru kabul ediliyor. Allah bilir yukarida ki makaleyi yazan belki de anti CIA birisi.
    Yine yukaridaki makale de Mercader’in Mercader kimligini ve NKVD ajani oldugunu 1977 yilinda bile reddettigini soyluyor.

    Mehmet Ali Agca papayi vurdugunda ayni desenformasyon makinasi Agca”nin soyet ajani oldugunu ve Bulgarlar eli ile papayi vurdugunu iddia etmisti. Bakin wikipedia ya ayni iddialari hala gorursunuz. Ama olayi biraz bilen bir turk bu sacmaliga inanmaz. Tabii yeminli fasist desenformasyoncular disinda. Herkes bilir ki Mehmet Ali Agca kontrgerillanin tetikcisidir ve sovyetlerle bir alakasi yoktur.

    Bu arada ikide bir Bardanu”yu one surme. Bardanu benim idealist oldugumu dusunuyormus, birak dusunmeye devam etsin. Ama SSCB de olan herseyi Stalin”e Stalin”in seytan ruhuna baglayanlarin bunu iddia etmesi cok ilginc.

    Yukarida da dedigim gibi Bardamu”nun yazi bicimi oldukca sikici ve konumuzla alakali degil. Bardamu ne tartistigimizi anlamamis bile, ezberden kendince bir stalinist yakalamis, ve saydirmis.

    Simdi Margaret Buber”in nazi kamplarindaki cellatlardan biri oldugunu ya da sovyet kamplarinin nazi kamplari ile bir olmadigini, birisinin olum kamplari digerinin ise rehabilitasyona yonelik kamplar oldugunu soylemenin, hemde kadinin kendi yazdiklarina dayanarak soylemenin “Komünizmi ve sosyalizmi, Sovyet devletine ve Bolşevik partisine hatta onun da ötesinde Stalin’in kişiliğine indirgemek”” ile ne alakasi var? Bunun nesini tartisayim ben? Sovyetler de sosyalizm olsa da burokratik devlet kapitalizmi olsa da Margaret Buber fasist bir kadin. Yaptiklari da desenformasyon. Biz burada SSCB yi, onun politik siyasi ekonomik yapisini tartismiyoruz. Buber”in desenformasyonlarinin SSCB nin sosyalist olup olmamasi ile hatta Benim marksist olup olmamam ile de bir alakasi yok. Bunlar benimle ya da SSCB ile alakali seyler. Simdi tum bunlari yazmak da cok biktirici bir is benim icin. Sanki ortaokul bir duzeyinde ki ogrencilere tartisma yontemi ogretiyoruz.

  37. Ama kimse Mehmet Ali Ağca vurmadı da demedi. Aslında diyenler oldu. Olmadı değil. Ama o kişiliklerin bir çoğu uzaylılara, komplo teorilerine vs. de inanıyor.

    Senin önüne Bardamu’nun ne dediğini sürmüyorum. Ben de senin bu fikirlerinin idealist olduğunu düşünüyorum. Çünkü düşünüşünün arka platformu, neden bu işleri yaptığı kendinden menkul bir öznenin tarihi geriye doğru değiştirebilme kapasitesi olduğuna inanman.

    Tabi ki, tarih geriye doğru yazılır, binlerce yazımı vardır. CIA midir, FBI mıdır, her kimlerse gerçekten bunları ellerinden gelse yapabilirler. Belki de yaptıkları durumlar da vardır. Ama bu durumları çözme yöntemi “kandırabildikleri kadarını kandırırlar” olamaz. Eğer öyle bir yöntemleri varsa, tarihi yeniden yazma işine girişmemişler, yalnızca oyun oynuyorlar demektir.

    Ve asıl olarak SSCB’nin sınıfsal pozisyonu açısından bu tartışmalar çok önemli. Çünkü eğer dediğin gibi korkunç bir özne tüm tarihi değiştiriyorsa, SSCB de senin iddiandaki gibi aslında günlük gülistanlık bir yerse, sistem analizimizde bir problem var demektir. Demek ki bu tartışma Troçki’nin nasıl öldürüldüğüyle ya da Margaret’le ilgili olduğu kadar, SSCB’nin sınıfsal konumuyla da ilişkili.

    Bir sistemde, sömürü olmasına rağmen baskı yoksa, ki sen bunu iddia etmektesin, bu o sistemin sömürülenlerinin savaşma kapasitesi olmadığı ve sistemi değiştiremeyecekleri, hatta sisteme tam uyumlu oldukları ve hatta korporatist tarzda örgütlenmeye evet dedikleri anlamına gelir. Yani organik bir toplum. Senin iddian tam olarak bu.

    Peki nasıl oldu da 1989-90’da bu işler oldu dediğimizde, senin CIA yaptı demekten başka çaren kalmaz. Ki bu da senin Marxist değil, gerçek tarih yapıcı özneleri profesyonel katiller olarak gören klasik bir burjuva ideologu olduğun anlamına gelir. Ya yardan, ya serden geçeceksin. Yok arası. Bu kadar basit bir ilişkiyi görememen ve hala elindeki o veriler yığınını anlamsız yere savurup durman gerçekten can sıkıcı.

    Ve son olarak, ben stalinistler yapmıştır demedim. 1989 öncesi ya da sonrası dönemi işaret ettim. Eğer stalinistler yaptı deseydim, stalinistler yaptı derdim. Ben diyorum ki “CIA’in bu kadar uyduruk bir resimle milleti yemeye çalışması mı, yoksa sıradan SSCB ya da post-SSCB görevlilerinin görevlerini ifa edebilmek için yaptıkları zoraki bir iş mi?” Sen
    Amerika’nin tümünün azgın kapitalizm yanlıları olduğunu sanıyorsan, benim dediğimi de SSCB görevlilerinin ve hatta SSCB yıkıldıktan sonrakilerin bile (post-SSCB sözü o demek) azgın stalinistler olduğu şeklinde anlaman normal tabi. Ki bu da senin tarih anlayışına uyuyor. Ama benimkisine hiç uymuyor.

  38. Bekir Öğretici

    Arkadaşlar kusura bakmayın ama işi iyiden iyiye bir Sherlock Holmes öyküsüne çevirdiniz, katil kim? Bence sorunu başka bir yerlere taşısak mesela “Sosyalizm Ne.” Eğer sosyalizm sadece bir ekonomik kalkınma programı ise Ahmet arkadaş yerden göğe kadar haklıdır yok ama sosyalizm yeni bir yaşam için, bütün hayal güçlerimizi ortaya koyup, tartışmak, çabalamak,paylaşmak,hatta tembellik bile etmek yani kafamıza göre takılmaksa eğer iş değişir olur a canım kimi ferrari ister kimi de şarap, her kim ki bir başkasının isteğine karşı çıkıp bu günah bu ayıp, bu vesaire derse nokta nokta nokta.

  39. Bekir Hocam ,
    Şüphesiz sosyalizm sadece bir ekonomik kalkınma programı değildir ama onu da içerir. Doğrudur, SSCB de Lenin’den Troçki’ye, Bukharin’den Stalin’e kadar herkes daha bir ‘determinist’ idiler. Yani öncelik ekonomik kalkınmaya veriliyor, sosyalist altyapı geliştikçe bunun sosyalist üstyapıyı da geliştireceği en azından umuluyordu. Bu konuda aralarında ki ayrım noktaları bu hedefe nasıl varılacagı noktasındadır, yoksa hepsinin, en azından kısa dönem hedefler açısından amacı sovyet ekonomisinin bir an önce geliştirilmesidir. Bu anlamı ile SSCB nin kuruluşunda ki liderlerin Troçki’den Stalin’e Lenin’den Bukharin’e kadar determinist olduklarını söylemek yanlış olmaz.

    Ekonomik kalkınma zorunlu idi, ama sosyalizmi sadece ekonomik kalkınmaya indirgemek yanlıştı. O zaman SSCB nin ekonomik olarak hızla geliştirilmesi konjoktürel bir sorundu. Asıl sorun sovyet demokrasisinin geliştirilmesi sorunu idi. SSCB de sovyetler ile ( sovyetler komite demektır ve sovyet iktidarı halk komitelerinin iktidarı anlamına gelir teorık olarak) Parti arasındaki var olan çelişki zaman içinde parti lehine çözüldü. Bu ise partiyi ayrıcalıklara sahip bir kast durumuna düşürdü.

    Bu arada şunu belirtmem gerek bu sorun sadece SSCB ye özgü bir şey değildir sadece. Çin’den Kuzey Kore’ye Küba’dan Arnavutluk ya da Yugoslavya’ya kadar hemen tüm sosyalist ülkelerde devrimin başında oldukça güçlü olan halk komiteleri giderek iktidarda ki güçlerini yitirmişler , tüm bu sosyalist devletler sonuç olarak komunist partilerin tek başına iktidar olduğu devletler haline dönüşmüşlerdir. Bu noktada benim açımdan mesela bir Kuzey Kore ya da Küba açısından pek fazla fark yoktur. İkisinde de komünist partisinin kesin hakimiyeti vardır. Elbette halk komitelerinin hala bir çok konuda yetkileri vardır ama, ana karar alma süreçlerinde her ikisinde de halk komiteleri büyük oranda devreden çıkarılmıştır, ve çoğu durumda sadece yerel konularda karar verir pozisyondadırlar.

    Ama bu durumdan örneğin bazılarının iddia ettiği gibi komünist partilerinin ve parti liderlerinin zaten yapı olarak baskıcı olduğu, tek amaçlarının iktidar olduğu vb gibi sonuçlar çıkarmak ve devrimci partilere karşı çıkmak saçmadır. Elbette her yerde olduğu gibi KP lerde de kariyerist bir sürü insan vardır ama diğer yanda kendini devrime adayan bir sürü de insan vardır ve devrim öncesi fedakar ve makam ya da kişisel çıkar gözetmeyen kadroların ve liderlerin sayısının çok daha fazla olduğu kesindir. Ama o zaman niye tüm devrimlerde sosyalist iktidar tedricen Komunist Parti’ye geçiyor ve daha sonra kapitalizme geçiliyor? İste sorulması gereken soru budur.

    Yukarıda da söylediğim gibi sadece SSCB de değil ama tüm devrimlerde olan bir şeydir bu, hatta hemen tüm devrimci hareketler, Marks’ın partisi olan Alman sosyal demokrat partiden tutun, Dunya’nın en ücra köşesinde ki devrimci hareketlere kadar zaman içinde bürokratlaşmışlar, kastlaşmışlardır. Öyleki Marx’ın Partisi 1920 ler Almanya’sında iktidara geldiğinde, Rosa Luxemburg da içinde olmak üzere yüzlerce komünisti öldürmüş, onbinlercesini cezaevlerine tıkmıştı.Sosyal Demokrat Hükümetin onlarca işçiyi katlettiği 1929 1 Mayıs katliamı bizim 1 Mayıs katliamına rahmet okutur. Bu yüzden 3. Enternasyonal onları sosyal faşist olmak ile suçlamıştı. Şu anki komünist partilerinin durumu Alman Sosyal demokrat partisinden pek farklı değildir. Birçoğu neoliberal politikaların doğrudan destekçisi durumundadır.

    Yukarıda soruya cevap verilmeden önce Halk Komiteleri (tartışmada kolaylık olması açısından ben tüm halk komitelerini ister Komün, sovyet ya da direniş komitesi halk komitesi olarak adlandıracağım) ve parti arasındaki ilişkiye kısaca bakmakta fayda var.

    Karl marx haklı olarak proletarya diktatörlüğü yani emekçilerin demokrasisi olarak Paris Komününü işaret etmiştir. Ama Paris Komünü bu alanda ne ilktir ne de sondur. Son olarak Tunus ve Mısır’da emekçiler mahalle ve fabrika komiteleri oluşturmuşlardır. Paris komününden çıkarılan ilk derslerden birisi de eğer ayaklanmaya ve komitelere ne yaptığını bilen, bilinçli devrimcilerden oluşan yapılar önderlik etmezse sonucun yenilgi olacağıdır. BU doğru bir tesbittir, Paris Komününde yenilgiye sebeb olan faktörlerin en önemlilerinden birisi budur. Keza Mısır ve Tunus ayaklanmalarında devrimci örgütlenmelerin olmadığı ya da liderlik yapacak kadar güçlü olmadığı için gericiler bu ayaklanmaların kontrolunu ellerine geçirmişlerdir. Şu an her iki ülkede de emperyalizm ile içiçe çalışan faşist yönetimler vardır. O yüzden Halk komitelerinin ya da ayaklanmaların başarıya uaşabilmesinin ön koşulu devrimciler örgütüdür. Ya ni Parti.

    Sovyetlerde ki halk komitelerini ve onu ortaya çıkaran ayaklanma da Paris Komününe benzer bir şekilde kendiliğinden gelişti. Ne bolşevikler ne de herhangi bir sol devrimci hareket özel olarak bu ayaklanmayı hazırlamamıştı. Savaş ve kötü ekonomik koşullar devrimci bir ortam yaratmıştı ve emekçi kitleler sarayda oluşan iktidar çatışmasını fırsat bilip ayaklandılar. Ama bu ayaklanma da oluşan komiteler Paris komünü gibi neye karşı çıktığını iyi bilen ama ne yapılması gerektiği konusunda kafası karışık emekçilerden oluşuyordu. İktidar ellerinde olmasına rağmen iktidarı burjuvaziye verdiler. Ancak Burjuvazi ayaklanan ve silahı ellerine geçirmiş emekçilerin sorunlarını çözebilecek durumda değildi. Hızla değişen burjuva hükümetler emekçilere yeniden savaş ve açlıktan başka bir şey vermeyince Ekim Devrimi ile bolşevikler sol sosyalist devrimciler ile beraber iktidara geldi. Daha doğrusu silahlı halk komiteleri iktidarı Bolşeviklere verdi ve onlar da sol sosyalist devrimcilerle hükümet oluşturdular.

    Bu arada şunu belirtelim. 1917 Ekim’i sosyal anlamda bir devrimdir, hedefleri varolan kapitalist sistemi yıkmak ve sosyalist bir sistem kurmaktır ama politik olarak çok büyük savaşların sonucu oluşmamıştır. İktidar tekeli zaten silahlı gücü elinde tutan halk komitelerindedir ve onlar da bu gücü bolşeviklere vermiştir. Yani halk zeten en önemli silahlı güç olduğu için küçük çaplı çatışmalar dışında öyle büyük çatışmalar yaşanmamıştır. Öyleki devrim olduğunda burjuva Bakanlar Kurulu bile tutuklanmamış, Keresnkı’nin emri ile Petersburg’a saldırmaya kalkan bir generali askerleri önce tutuklamışlar sonra da bir daha yapma diyerek serbest bırakmışlardr. Ekim Devriminin önemi yaşanan çatışmalarda değil yol açtığı sosyal gelişmelerde yatar.

    Ekim Devrimi bu hali ile hem sosyalizmin yolunu açmış hem de burokratlaşmanın yolunu açmıştır. Bunun nedeni Halk Komiteleri ile Parti’nın ilişkisinde yatar. Bolşevikler Halk Komitelerinin taleplerini ( barış, ekmek toprak vs. ) en iyi şekilde savunduğu için iktidara getirilmiştir. Ama Parti ile Halk Komiteleri aynı şey değildir. Bolşevik Parti ile Halk KOmitelerini bir araya getiren şey ortak talepleri savunmalarıdır. Ancak halk komitelerine göre oldukça eğitimli ve daha örgütlü ve disiplinli olan parti kadroları kısa zamanda yönetenler pozisyonuna yükselmişlerdir.

    BU durum büroklaşmanın temellerinden birisidir. Ayaklanan ve iktidarı ele geçiren kitleler ve onların Halk Komiteleri ve ne yaptığını bilen disiplinli bir devrimciler örgütü. Bu ikisi arasındaki çelişki zaman içinde tüm sosyalist ülkelerde Parti yararına çözüldü. Bunda sonrası detaydır. Tabi bu süreç her ülkenin tarihi ve toplumsal koşullarına göre farklı şekillerde gelişti ama sonuç aynı oldu. Parti’nin diktatörlüğü.

    Aslında bu süreçlere karşı güçlü direnişler de oluştu. Gerek SSCB deki 1930larda yaşanan tasfiyeler gerekse de mesela Çin de Kültür Devrimi bu mücadelelerin sonucudur. Lenin de başlamak üzere hemen tüm devrmci önderler gelişen bürokrasiye karşı nasıl önlem alabileceklerini tartıştılar. Öyle ki Mao Kültür Devrimi sırasında halkı partiye karşı ayaklanmaya çağırdı. Bir çok şehirde halk parti iktidarını alaşağı ederek halk komiteleri iktidarini kurdular. Bunların en önemlisi 1967 Ocak’ında Paris Komünü kuralları çerçevesinde kurulan Şanghay Komünüdür. Ama sonunda Parti ve bürokrasi hepsinde galip geldi.

    Aslında Parti diktatörlüğüne ya da bürokrasiye karşı en önemli muhalefet yine parti içinde gelir. Özellikle devrime ve sosyalizme yürekten bağlı bir çok komünist ve lider burokratlaşmaya karşı mücadele etmiştir. Mesela yukarda da söylediğim gibi Kültür Devrimi sırasında Mao halkı partiye karşı kışkırtır. Mesela bir çok gencin tişörtünde yazan ‘İsyan Haklıdır” lafı onun sözüdür, ve gençlerin partiye isyanının haklı olduğunu belirtmek için söylenmiştir. Keza Isaac Deutscher Stalin’in hem bürükrasiden nefret ettiğini söyler hem de 1937 tasfiyelerinin bürokrasiye karşı yapıldığını söyler ki bir dereceye kadar haklıdır. Ama hem 1937 tutuklamaları hem de Kültür Devrimi Bürokrasinin daha da güçlenmesi ile sonuçlanmıştır.

    Bence asıl sorun devrim öncesinde yatmaktadır. Devrimci bir parti, kendini 24 saat devrime adayan sınıf biliçli devrimciler tarafından değil, şüphesiz bu önemli bir noktadır ama bizzat emekçilerin her gün kurduğu halk komitelerinin içinden çıkmalıdır. Geçmiş sosyalizm deneyimlerinde partiler ve halk komiteleri birbirlerinden bağımsız olarak kurulmuşlardı. Bu noktada oldukça deneyimsiz oluşan halk komiteleri parti kadroları karşısında oldukça zayıf kalıyorlardı.

    Devrimciler örgütü daha şimdiden kurulan halk komitelerinin içinden çıkan kadrolar tarafından oluşturulmalıdır. Bu konuda en iyi deneyimlerden birisi DY ve onun Halk Komitelerini ( Direniş Komiteleri) gelecğin iktidar nüvelerin şimdiden oluşturulması olarak algılayan anlayışıdır. Partileşme süreci ve kadro anlayışını halk komitelerinin örgütlenmesi ile aynı bağlamda ele alan DY nin parti anlayışı bu noktada bildiğimiz klasik Leninist Parti anlayışlarından da ayrılır. DY bu nokta da hem leninist parti anlayışının bir eleştirisi idi hem de o anlayışın bir devamı.
    DY nin DK anlayışı çerçevesinde oluşan en önemli örnek Fatsa Belediyesidir. Fatsa da devrimci kadroların çoğu ( merkezi olarak atanan bazı kadrolar hariç) orada ki Direniş Komitesi örgütlenmesinin ürünüdür ve hem devrimci örgüt hem de halk komitesinin oluşumu diyalektik bir bütünlük içinde ele alınmıştır. Sonuçta belediye başkanı hareketin önemli kadrolarından birisi değil ama Fatsa da terzilik yapan bir emekçidir. Kendisi Fatsa da DK lerin oluşumuna öncülük etmiştir ve ama aynı zamanda devrimci bir kadro olarak oradan çıkmıştır ve bu haliyle hem Fatsa DK lerin en önemli kadrolarından birisidir hem de önemli bir devrimcidir.

    Bu yüzden sol hareketlere ait bir çok belediye deneyimi olmasına rağmen Fatsa halk demokrasisi bakımından ilk ve tek örnek olmayı sürdürüyor. Sadece halk demokrasisi açısından değil ama devrimci örgütlenmeler ile halk komiteleri arasındaki ilişkinin diyalektik olarak nasıl kavranması gerektiği açısından da çok önemli bir deneyimdir.

    Son not; Bekır Hocam sosyalizm nasıl bir ekonomik kalkınmaya indirgenemezse aynı şekilde herkesin kafasına göre takılacağı bir şey de değildir. Aslında sosyalizmde insanların kafasına göre takılmasını engelleyecek hiç bir şey yoktur, yani teorik olarak. SSCB boşanmayı çok basitleştiren, homoseksüelliği yasal hale getiren, idamı hemen kaldıran kadın erkek emeğini eşit hale getiren bir çok karara imza attı. Hatta 1960 larda hippiler tarafından kurulan uyuşturucu ve seksin serbest olduğu ilk komünler 1920lerde SSCB de kurulmuştu. Ama yine de isteyenin ya ben hem çalışmıyorum tembellik yapacağım ama hem de şarap istiyorum diyebileceğini sanmıyorum. O zaman ”ya sana bedava şarap verecek bir arkadaş filan bul yoksa git ve şarap parası kazan-:)” filan derler.O yüzden SSCB de kural olarak herkesin çalışması teşvik ediliyordu ama çalışma cezaevi kamplarında bile zorunlu değildi. Ama çalışmayanlar asalak olarak görülüyordu. Mesela Svetlana Stalin belli bir yaşta hala babasından harçlık aldığı için babasının kendisini asalak olarak gördüğünü söyler. SSCB ve Çin en özgürlükçü devrimlerden birisidir ama zaman içinde bürokrasinin güçlenmesine bağlı olarak mesela homoseksüellüğü yasaklayan idamı geri getiren vb aileyi güçlendirici boşanmayı zorlaştıran bir çok baskıcı yasa getirilmiştir.

  40. Bekir Öğretici

    İşte bütün mesele bu Ahmet arkadaş, senin sosyalizminde insanlar kafalarına göre takılamaz, illaki bir yol gösteren olacak, oysa benim sosyalizmimde herkes kafasına göre takılacak, isteyen bana bir şişa şarap yeter deyip bir saat çalışacak, isteyen ben viski içerim deyip 4 saat çalışacak ha belki de birileri ben daha fazlasını isterim deyip 10 saatte çalışabilir, kime ne. Yeter ki birileri insanların nasıl yaşamaları gerektiği konusunda karar verici ve daha ötesi uygulattırıcı olmasın.

  41. sahte madalyalı mezartaşı resminin olduğu bağlantı uçmuş:)

  42. Berlin notları (1): Berlin Duvarı

    Serdar KAYA

    [Geçtiğimiz haftayı Berlin’de geçirdim (1,2,3,4). Şehre dair ilginç bulduğum bazı detayları dört yazılık bir dizi ile paylaşmaya çalışacağım.]

    Berlin

    Berlin, siyasi geçmişi itibariyle son derece kendine özgü bir Alman şehri. Bu kendine özgülük, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşananların bir sonucu.

    1945′te Almanya yenilgiye uğradığında, dört muzaffer devlet (Sovyetler Birliği, ABD, Britanya ve Fransa) başkent Berlin’i işgal eder. Buna ek olarak, Sovyetler Birliği, Doğu Almanya’yı da işgal altında tutar. 1949 yılında, Almanya’nın doğusunda, Sovyetler Birliği’nin kontrolü altında olan Demokratik Alman Cumhuriyeti adlı komünist bir devlet kurulur. Ne var ki, diğer üç muzaffer devlet, Berlin’in işgal altında tuttukları bölgelerinden çekilmezler. Bunun sonucunda, komünist Doğu Almanya’nın orta yerinde “Özgür Dünya“ya ait küçük bir kurtarılmış bölge doğar.

    Batı Berlin

    Dört tarafı Doğu Almanya ile çevrili olan bu “kurtarılmış bölge”, Batı Berlin olarak anılagelir. Batı Berlin, resmen Batı Almanya’ya bağlanmaz. Ama de facto olarak Batı Almanya’nın (ve de ABD ve müttefiklerinin) bir uzantısı olarak faaliyet gösterir.

    Başlangıçta, Batı Berlin ile Doğu Berlin (ya da Doğu Almanya) arasında sert bir sınır politikası bulunmaz. Ancak, Doğu Almanya üzerindeki Sovyet etkisinin giderek belirginleşmesi üzerine, Batı Berlin, Doğu Almanyalıların önemli bir kısmı için bir cazibe merkezi haline gelir. Doğu Almanya’nın 1949 yılındaki kuruluşunu takip eden 12 yıl içinde ülkenin 18 milyonluk nüfusunun yaklaşık üç milyonu, (gerek çok iyi kontrol edilmeyen noktalardan geçerek, gerekse sınıra yakın evlerin çatılarından, pencerelerinden atlayarak) bir şekilde Batı Berlin’e ve oradan da hava yoluyla Batı Almanya’ya kaçar. Bu kaçışların bir sonunun gelmemesi üzerine, Doğu Almanya, Batı Berlin’in etrafına bir duvar örme fikrine varır. Duvarın örülüş amacı her ne kadar Doğu Alman halkını hapsetmek olsa da, komünist hükümet bu adımı, ülkeyi faşizmin etkisinden ve kapitalist dünyanın ajanlarından korumaya yönelik bir çaba olarak sunar.

    Berlin Duvarı

    155 kilometrelik Berlin Duvarı, 1961 yılında örülür. Duvar, Batı Berlin’i tamamen çevrelese de, şehirde yaşayanların hayatına çok ciddi bir değişiklik getirmez. Zira, Batı Berlinlilerin Doğu Almanya’ya kaçmak gibi bir niyetleri zaten yoktur. (Sadece akrabalarını ziyaret amacıyla zaman zaman Doğu Berlin’e geçmek isteyenler vardır.) Bu nedenle, duvarın kontrolü daha çok tek taraflı olur.

    Bu durum, duvarın niteliğine de yansır. Duvarın Batı Berlin’e bakan yüzü grafitilerle boyandığından, rengarenktir. Duvarın diğer yanı ise, hep renksiz kalır. Zira, Doğu Almanyalılar, duvara yaklaşamazlar. Doğu Almanya yönetimi, vatandaşlarını duvardan uzak tutabilmek için ciddi önlemler alır. Duvarın Doğu Berlin’e bakan tarafı, ikinci bir bariyerle çevrelenir ve ilgili bariyer ile duvar arasında kalan kısım, gözetleme kuleleri, tel örgüler ve mayınlarla donatılır. Bu şekilde, iki Berlin arasında bir ölüm hattı (death strip) ortaya çıkar. Bu ölüm hattının inşası ile birlikte, Batı Berlin’e kaçışlar büyük ölçüde sona erer. Ancak yine de duvarın yıkıldığı 1989 yılına dek geçen 28 sene boyunca çok sayıda insan duvar ve civarında hayatını kaybeder.

    Duvarın mirası

    Berlin Duvarı 1989 yılında yıkılsa da, duvara dair tarihi miras yok edilmez. Almanya, duvarın çeşitli noktalarını koruma altına alır. Bu çerçevede, Bernauer Caddesi ve civarı, çeşitli anıt, heykel ve fotoğraflarla, bir açık hava müzesi haline gelir. [1] Bunun dışında, eskiden duvarın geçtiği yerlere pembe taşlar döşenerek, artık varolmayan duvarın zeminiişaretlenir.

    Duvar her ne kadar Berlin’in ikiye bölünmesine dair en büyük sembol haline gelse de, ilgili döneme ait başka önemli öğeler de vardır. Örneğin, Batı ile Doğu Berlin arasındaki en meşhur geçiş noktalarından biri olan Checkpoint Charlie, bu öğelerden biri olması nedeniyle korunur. [2] Bir diğer benzeri öğe ise, Berlin’in bölünmesinin ardından kullanımdan kalkan “hayalet istasyonlar“dır. [3]

    Kaçış öyküleri

    Batı Berlin’e kaçışlara dair çok sayıda ilginç ve meşhur öykü de yok değil. Bu öykülerin muhtemelen en ünlüleri, Conrad Schumann ve Peter Fechter’ın kaçışlarına dair olanlar.

    Conrad Schumann, 19 yaşında bir Doğu Alman askeridir. Duvarın inşasının üçüncü gününde, sınırda nöbet tutmaktayken, dikenli tellerin üzerinden atlayarak Batı Berlin’e kaçar. Schumann’ın teller üzerinden atlarken Batı Berlinlilerce çekilen fotoğrafı meşhur olur. Berlin’de, Schumann’ın bu anını yansıtan bir heykel de bulunur.

    Bir diğer meşhur öykü olan Peter Fechter‘ın öyküsü ise hazindir. 18 yaşında bir duvar ustası olan Fechter, 1962 yılında arkadaşı Helmut Kulbeik ile birlikte Batı Berlin’e kaçmaya karar verir. Askerlerin nisbeten uzakta bulunduğu bir anı bekleyen ikili, ilk önce dikenli telleri aşar, ardından da duvara doğru koşmaya başlar. Helmut Kulbeik, duvarı da aşarak Batı Berlin’e geçmeyi başarır. Peter Fechter ise, tam duvarın üzerindeyken vurulur ve Doğu Berlin tarafına düşer. Fechter yaralıdır. Ancak, askerler (muhtemelen diğerlerine ibret olmasını istedikleri için) ona yardım etmezler. Batı Berlinliler de olayı izlemektedirler, ancak Doğu Almanya askerlerin ateş açmasından korktuklarından, duvarı aşamazlar. Duvarın dibindeki Fechter herkesin gözü önünde takriben bir saat kan kaybeder ve orada ölür.

    Fechter’ın ölümünün ardından, hayatını kaybettiği duvarın arka tarafına Batı Berlinliler bir anıt dikerler. Duvarın yıkılmasının ardından, Fechter’ın (artık ulaşılabilir olan) öldüğü noktaya yeni bir anıt yerleştirilir.

    Türkiye

    Peter Fechter’ın öldüğü yerde bugün itibariyle ne bir duvar, ne dikenli teller, ne gözetleme kuleleri, ne de askerler var. Hatta, ilgili anıt ve Berlin Duvarı’nın eskiden bulunduğu yeri işaretleyen pembe taşlar orada bulunmasa, şehrin bu noktasını günlük hayatın akıp gittiği herhangi bir diğer yerinden ayırt etmek mümkün olmaz. Zira, Fechter’in öldüğü yer bugün itibariyle bir kafenin önündeki kaldırıma karşılık geliyor. Bir başka deyişle, Fechter 1962′de vurulduktan sonra çekilen fotoğraf ile aynı yerin bugünkü hali arasında büyük bir uçurum var.

    Bu noktada sormak gerekli: İnsanlar çok sayıda rahatsız edici anıya sahip olan bir duvarın mirasını neden korumak isterler? Neden o duvarın eskiden bulunduğu yerleri renkli taşlarla işaretlerler? Ya da, neden o duvar nedeniyle hayatını kaybeden insanların fotoğraflarını anıtlaştırır, anılarını yaşatırlar? Başarılı ve başarısız kaçış hikâyelerine konu olan insanların heykellerini, anıtlarını neden dikerler? Hatta, neden kimi zaman bu anıtların herhangi bir yerde değil de, ilgili olayın yaşandığı noktada olmasını isterler?

    Bu sorulara verilen cevapların hepsi, herhalde medeniyet kavramı ile bir şekilde ilgili olmak zorunda. Hafızasız bir medeniyet pek mümkün değil. Hatta, medeniyet, ancak bir şehirde yaşayanların kollektif hafıza taşıyor olmaları ile mümkün. Heykeller, anıtlar, gözetleme kuleleri ya da bir zamanlar milyonlarca insanı bir açık hava hapishanesine hapsetmiş olan bir duvarın yerini işaretleyen renkli taşlar, bu kollektif hafızayı canlı tutmaya yönelik kaygıların bir ifadesi.

    Bu noktada, Türkiye’ye dönerek başka sorular sormak da mümkün: Köklü bir tarihe sahip olmakla övünmek, Türkiye’de en yaygın rastlanılan tavırlardan biri. Peki bu tarih, şehirlerimize gerçekten yansıyor mu? Peki ya tarihimizdeki rahatsız edici hadiselere yaklaşımımız nasıl? Kimi rahatsız edici tarihi gerçekleri bilmek bir yana, bildiğimiz ve kabul ettiğimiz kadarını dahi caddelerimize, meydanlarımıza yansıtmak hiç aklımızdan geçiyor mu?

    ‘Biz çok süperiz’

    Türkiye’nin caddeleri, meydanları, okulları, günümüzün Almanyasını değil, Doğu Almanya’yı çağrıştırıyor. Peki böyle bir Türkiye gerçekten güzel mi? Her yere hep aynı heykelleri dikerek, her yerde hep Türklüğü ululayan sözleri ve anıtları görerek, tarihimizdeki korkunç hadiselere kamusal alanda kolay kolay yer vermeyerek ve geçmişte kim bilir neler yaşanmış olan mekânlarda hiçbir şeyden habersiz olarak oturup çay kahve içerek acaba daha iyi bir toplum mu oluyoruz? Sürekli birbirimize çeşitli şekillerde “Biz çok süperiz” demeye çalışmak nasıl bir arkaplanın ürünü? Günümüz Almanyası böyle yapmıyor. Ama gerçi bu kadarını Doğu Almanya da yapmıyordu. Zira, Doğu Almanya’da devlet halka bu yönde telkinlerde bulunsa da, insanlar bu propagandayı her fırsatta birbirlerine tekrar etmeyi meziyet addetmiyorlardı.

    Bu noktada bir parça iyimser davranarak şöyle bir soru sormak da mümkün: Türkiye bugünkü haliyle mi daha güzel olur, yoksa (sözgelimi) Hayvan Partisi’nin 2012 yılında Sivriada’ya 1910′daki köpek katliamına atfen diktirdiği anıt gibi yapılar çoğalırsa mı? Daha da önemlisi, geçmişiyle yüzleşmiş, hafıza kaybından kurtulmuş ve kollektif hafızasını olumlu ve olumsuz bütün öğeleri ile mümkün mertebe canlı tutma kaygısı duymaya başlamış insanlar mı daha güzeldir, yoksa sürekli birbirlerine kendi propagandalarını yapanlar mı?

    Sonsöz

    2012 yılında Taraf gazetesinde Gazeteci-Yazar Ali Kemal’i değerlendiren beş yazılık bir dizi yazmıştım. İlgili dizinin ilk yazısında, (1) İzmit’in Saray Kapısı’nda gerçekleşen Ali Kemal Bey cinayetinden, (2) şehrin, Ermeni mimar Mihran Azaryan tarafından inşa edilen meşhur Saat Kulesi’nden, (3) Nurettin Paşa’nın İzmit Körfezi’nden açtırdığı top ateşi ile yıktırdığı Aya Pandeleimon Manastırı’ndan, (4) katliamlarla yok edilen ya da kaçırılan İzmit Rumlarından, (5) bir zamanlar İzmit nüfusunun yüzde 17′sini oluşturan Ermeni azınlıktan ve (6) bir zamanlar Saray Yokuşu’ndan başlayarak batıya doğru uzanan Ermeni mahallesinden söz etmiştim.

    Bu gerçeklerin neredeyse hiçbirinin İzmitlilerin (ya da diğer Türkiyelilerin) kollektif hafızasında yer almadığını ya da İzmit’te bu gerçeklere dair anıtların bulunmadığını söylemeye herhalde gerek yoktur. İlgili yazının Sonsöz’ünde bu noktaya dikkat çekmek istemiş ve pek de hoş sayılamayacak tepkilerle karşılaşmıştım. Ama aradan takriben iki yıl geçti. O günden bugüne belki fikirler bir parça değişmiştir:

    “Ali Kemal Bey’in ölü bedeninin yerlerde sürüklendikten sonra bırakıldığı yerde bugün bir Atatürk Heykeli var. İlgili heykel, kültürleri, tarihi eserleri ve muhalifleri sistemli olarak yok etmiş olan bir rejimin ne inşa ettiğinin bir sembolü gibi. Eğer geçmişiyle yüzleşebilmiş bir toplum olabilseydik, bugün orada Ali Kemal Bey’in heykeli olurdu.” (4 Kasım 2012 /Taraf)

    ______

    [SONRAKİ YAZI: Berlin notları (2): Doğu Almanya’da hayat]

    ______
    Notlar:
    [1] Örneğin, Anma Penceresi (Fenster des Gedenkens) adlı anıt, Berlin Duvarı nedeniyle hayatını kaybettiği bilinen 136 kişinin fotoğraflarını içerir.
    [2] Soğuk Savaş döneminde çekilen pek çok filmde yer verilen Checkpoint Charlie, bugün itibariyle, Amerikan üniforması giyen aktörlerle insanların önünde fotoğraf çektirdikleri bir turist atraksiyonu durumundadır.
    [3] Şehrin bölünmesinin ardından, Batı Berlin’in tren hattının bir kısmı Doğu Berlin sınırları içinde kalır. Bölünmenin ardından, trenler yine seferlerine devam eder, ancak Doğu Berlin’de kalan duraklarda durmazlar. Yolcular, hareket halindeki trenlerin içinden Doğu Berlin’e bakarlar. Bu duraklar, 1990 yılından itibaren yeniden faaliyete geçer.

    Fotoğraf: Berlin Duvarı, Topography of Terror Müzesi (24 Haziran 2014, Serdar Kaya)

    http://www.duzceyerelhaber.com/Serdar-KAYA/26315-Berlin-notlari-1-Berlin-Duvari