Mahir Çayan…

 

 

Tarihteki idolleştirilmiş kişilikleri, elden geldiğince objektif ele almak ve değerlendirmek, içinde yer aldıkları olayları, gerçekten yaşadıkları biçimiyle aktarmak dünyanın en zor işlerinden biridir. Çünkü bu kişiler, ideolojiler tarafından çarpıtılarak idolleştirilirler ve etraflarında oluşturulan bir ideolojik haleyle dokunulmaz kılınırlar ya da karşıt ideolojiler tarafından şu ya da bu şekilde çarpıtılarak çamura bulanır ve karalanırlar. Bütün bunların içinden o kişiliğin gerçek karakterini, eylemlerini, düşüncelerini çekip çıkarmak iyice zorlaşır.

Mahir Çayan’ı tanırdım. Ben tanıdığım zaman o henüz “bilinen” Mahir Çayan değildi. Onu ilk nasıl tanıdığımı Yarılma’da şöyle anlatmışım: “O yılın [1967 yılı oluyor, G. Z.] bahar aylarında, Kıbrıs konusunda, solcuların ağırlıkta olduğu bir yürüyüş düzenlenmişti. ‘Solcuların ağırlıkta olduğu’ diyorum, çünkü, bazı milliyetçi temalar taşıması dolayısıyla, bu kalabalık yürüyüşe sağcılar da katılmıştı. Öyle sanıyorum ki, bu yürüyüş, 1960’lı yıllarda, sağcılarla solcuların birlikte seyrek olarak yer aldığı yürüyüşlerin sonuncusuydu. Nitekim, yürüyüş kolu Genelkurmay’ın önlerinden geçerken, sağcılarla solcular arasında büyük bir kavga çıktı. Kalabalık dolayısıyla uzaktan izleyebildiğim kavgada, sağcıların üzerine saldırıp esaslı yumruklar indiren, parkalı, yakışıklı bir genç dikkatimi çekmişti. Daha sonraları, bu gencin adının Mahir Çayan olduğunu öğrenecektim.” (s. 252)

Fikir Kulüpleri Federasyonu’nda (FKF) çok ön planda bir arkadaş değildi. Yakın arkadaşı Yusuf Küpeli eylemlerde daha ön plandaydı. FKF içindeki MDD’ci-Sosyalist Devrimci çekişmesinde de geri planda yer almıştır. 1969 yılının başında, İstanbul’da yapılan FKF Kongresinde MDD’cilerle SD’ciler arasında çetin bir mücadele yaşandı. MDD’ci kesimin başkan adayı bendim. SD’ci kesimin lideri konumunda olan Veysi Sarısözen, kongrenin ikinci gününün akşamı yapılacak seçimlere doğru MDD’cilerin kongrede kesin hâkimiyet sağladıklarını görünce (çünkü en çok delegeye sahip olan ODTÜ ve SBF, iki günlük tartışmaların sonucunda topluca MDD saflarına geçmişti), MDD kesiminin lideri konumundaki Doğu Perinçek’e gelip “yenilgiyi kabul ettiklerini, bölünme istemediklerini” söyleyerek aday listemizi istedi. Adaylarımızı öğrenmeliydiler ki, kendi taraftarı delegelere o adaylara oy vermelerini söylesinlerdi. Ama aslında bu bir savaş hilesiydi. Doğu Perinçek’ten MDD listesini alan Veysi, kendi taraftarlarına 1. sıradaki adaylara değil, 2. sıradaki  adaylara oy vermelerini söyledi. 1. sıraya kendi adaylarının adlarını yazacaklardı.

Böylece Veysi Sarısözen, ustaca bir manevrayla hem örgütün bölünmesini (çünkü MDD’ciler seçimi kazanmasalardı, FKF’den ayrılıp yeni bir örgüt kuracak ya da Deniz Geçmiş’in DÖB’üne katılacaklardı) önlemiş hem de MDD’cilere bir Pirüs zaferi sağlamış oldu. Diğer önde gelen MDD’cilerle birlikte ben de Genel Yönetim Kurulu’na seçilemedim. Böylece MDD’ciler Genel Yönetim Kurulu’nun seçeceği başkan adaylarından yoksun kalmış oldular. Bunun üzerine GYK’na SBF listesinin 2. ismi olarak seçilen (1. isim  olan Cengiz Çandar keza seçilememişti) Yusuf Küpeli, MDD’cilerin başkan adayı oldu ve FKF Başkanlığı’na seçildi.

İşte bu olay, Mahir Çayan’ın yıldızının parlaması için tarihi bir andır. Çünkü Mahir, Yusuf’un yakın arkadaşıydı ve Yusuf her ne kadar eylemlerde ön plandaysa da, Mahir teorik olarak ondan ilerideydi ve Yusuf o andan itibaren Mahir tarafından yönlendirildi. Mahir bu sayede, 1969 yılında FKF’nin ad değiştirmesiyle oluşan Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’na (Dev-Genç) hâkim oldu.

Mahir, 1969 Şubat’ındaki Ege tütün mitinglerinde de yer aldı. Daha o zamandan örgütçü biri olduğu anlaşılıyordu. Fiili eylemlerde ön planda gözükmese de eyleme katılan Dev-Genç’liler arasından seçtiği gençlerle özel olarak ilgilendiği, onlarla arkadaşlık bağları geliştirdiği dikkatimi çekmişti.

İmran Öktem’in cenazesine dinciler tarafından yapılan saldırıyı protesto etmek için Anıtkabir’e yapılan büyük yürüyüşte meydana gelen bir olayda Mahir Çayan ön plandaydı. Bir grup SBF’li ve ODTÜ’lü, yürüyüş kolunda ODTÜ’lü öğretim üyeleriyle birlikte yer alan ODTÜ rektörü Kemal Kurdaş’ı protestoya giriştiler. Bu protestonun nedeni, rektör Kemal Kurdaş’ın, “Vietnam Kasabı” olarak bilinen Amerikan Elçisi Kommer’i ODTÜ’de kabul etmesiydi. ODTÜ’lü gençler buna tepki olarak Kommer’in arabasını yakmışlardı. Şimdi de SBF’li ve ODTÜ’lü bir grup genç Kemal Kurdaş’ın Anıtkabir’e giremeyeceğini ileri sürüyordu. Aralarından Mahir Çayan ve Cengiz Çandar’ı hatırlıyorum. Sanırım Atıl Ant ve Münir Aktolga da protestocular arasındaydı. Böyle bir özel protestonun o büyük yürüyüşte ne kadar gerekli olduğu epey tartışmalıdır.

1969 yılının Mayıs’ında bir akşam, Mihri Belli’nin annesinin Demirtepe’deki evinde, o zamanın gençlik önderlerinin (Ankara ve İstanbullu MDD kesimi) neredeyse tümü bir araya geldi. Oradaki tartışma, altı ay sonra MDD hareketi içinde gerçekleşecek Kırmızı Aydınlık-Beyaz Aydınlık yarılmasının prelüdü gibiydi. Orada esas çatışanlar Doğu Perinçek’le Yusuf Küpeli oldu. Mihri Belli arabulucu rolündeydi. Deniz Gezmiş de birleştirici bir tutum takınmaya çalışmıştı. Mahir Çayan ise sessiz kalmış, tartışmalara katılmamıştı. Yusuf Küpeli’nin arkasında Mahir Çayan’ın olduğuna kuşku yok.

Mahir’i, DTCF’de faşistlerle bizim aramızda cereyan eden önemli bir çatışmadan da hatırlıyorum. 1969 işgallerinde DTCF de ön plandaydı. Fakülteyi işgal etmiştik. Sabaha karşı faşistlerin okulun ön tarafında toplandığını ve saldırıya hazırlandığını gördük. Bir arkadaşı acilen SBF’ye gönderip yardım istedik. Faşistler saldırıya başladığında SBF’den de yardım geldi. Yusuf Küpeli’nin attığı Filistin bombası faşistleri fena halde panikletti ve SBF’den gelen arkadaşlarla Fakültenin bahçesine çıkıp faşistleri kovalamaya başladık. SBF’den yetişen arkadaşların arasında Mahir Çayan da vardı ve en öndekilerden biriydi.

Mahir Çayan’ın şahsen imdadıma yetiştiği bir başka olay da hatırlıyorum. O zamanlar Kürt arkadaşlar, sanırım MDD’cilerin milliyetçi ve Atatürkçü eğilimlerine tepki olarak TİP yönetimini destekliyorlardı. O günlerde bir grup arkadaşla baskın havasında bir TİP mitingine gidip MDD’ci sloganlar atmıştık ve sanırım Kürt arkadaşların husumetini çekmiştim. Bu olaydan bir hafta kadar sonra, kız arkadaşımla SBF’den çıkmış aşağı doğru inerken yolun başındaki kahveden bir grup Kürt arkadaş çıktı ve içlerinden biri bana birkaç yumruk savurdu. Dayak yemek o kadar önemli değildi de, insanın kız arkadaşının yanında dayak yemesi oldukça onur kırıcı bir şeydi. Dayak yemeye razı olmak yerine gerisin geri kaçıp SBF kantininde bulunan arkadaşlardan yardım istedim. Tesadüfe bakın ki, o akşam vakti Deniz Gezmiş de Mahir Çayan da oradaydı. Hep birlikte (yirmi kişilik bir grup halinde) kahvenin oraya indik. Kürt arkadaşlar orada beklemekteydi. Her an kavga çıkması işten bile değildi. Fakat her iki tarafın da pek kavga etmekten yana olmadığı kısa sürede anlaşıldı. On dakika kadar süren bir tartışmadan sonra uzlaşmaya varıldı. Orada Deniz de, Mahir de, diğer arkadaşlar da hem beni savunmakta hem de uzlaşmaya varmakta gereken cesareti ve bilinci gösterdiler.

1970 yılının başında Aydınlık dergisinin bölünmesiyle MDD hareketi de Kırmızı Aydınlık ve Beyaz Aydınlık olarak bölündü. Mahir Çayan, Kırmızı Aydınlık’ın teorik yazılarını kaleme alıyordu. Çok genç yaşta olmasına rağmen neredeyse bütün Marksist klasikleri okumuştu. Dev-Genç kongrelerinde de iyi ve soğukkanlı bir konuşmacı olarak parlamıştı. 1971 Kongresi’nde yaptığı 4 saatlik konuşma gerçekten bir rekordur. O konuşmada bütün Marksizm-Leninizm ve devrimler tarihini anlatmıştı diye hatırlıyorum. Kırmızı Aydınlıkçılar, SBF’de yaptığımız tartışmalarda bizim üstün geldiğimizi hissettiklerinde koşup Mahir Çayan’ı çağırırlardı, bizim hakkımızdan gelmesi için.

 

Mahir Çayan’la ilgili doğrudan anılarım burada bitiyor. Söke’nin Beşparmak dağlarındayken radyodan, Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in, kuşatıldıkları bir evde keskin nişancılar tarafından vurularak öldürüldüklerini duydum. Daha sonra bu bilginin yanlış olduğunu, Mahir’in yaralı olarak ele geçtiğini öğrenecektim. Mahir, ele geçeceğini anlayınca silahı göğsüne doğrultmuş, fakat mermi kalbine isabet etmemişti.

Bu olay, bekleneceği gibi, polis tarafından spekülasyon konusu yapıldı. Mahir Çayan’ın “numaradan” intihara kalkıştığını ileri sürdüler. Bu spekülasyonun Mahir Çayan’ı çok yaraladığını, hapishanede yazdığı bir şiirden anlamak mümkündür. Hatta belki de bu olay, Mahir Çayan’ın bundan sonraki intihari eylem çizgisinde bile etkili olmuş olabilir.

Mahir Çayan’ın, silahlı mücadele konusunda izlediği çizgi ve bu çizgiyi savunmak için yazdığı teorik yazılar ayrı bir incelemenin ve tartışmanın konusudur. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, içinde çok önemli teorik saptamaları da barındıran (örneğin emperyalizmin dışsal değil içsel bir olgu olduğunu ileri süren teorik saptaması bugün de değerlidir) çalışmaları, esasen, izlediği acil silahlı şehir gerillası eylemlerini desteklemek üzere biraz da aceleye gelmiş (çoğu kaçak olduğu ve sürek avına tabi tutulduğu koşullarda yazılmıştır) çalışmalardır.

Mahir Çayan’ın bence en büyük hatası, ne şu ne de bu, örgütünün mensubu yüzbaşı İlyas Aydın’ın ölümüne yol açan mesnetsiz bir açıklamada bulunmuş olmasıdır. İsrail Elçisi Efraim Elrom’u, rehin alındıktan sonra vuran ya da vuranların kesin olarak idam edileceğini düşündüğünden (o sırada henüz Maltepe Cezaevi’nden kaçış örgütlenmemişti) suçu, yakalanmamış bir arkadaşa atmayı tek çare olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Bu, devrimcilerin zaman zaman başvurdukları bir çaredir; işkenceden ya da ölümden kurtulmak için suçu yakalanmamış arkadaşlarının üzerine yıkarlar; bu kadarı o koşullarda hoşgörülebilir bir şeydir. Ne var ki Mahir, bunu yaparken aynı zamanda İlyas Aydın’ın MİT ajanı olduğunu ileri sürmüştür. Buna gerçekten inanıyor muydu, yoksa eylemi bir “MİT ajanının” sırtına yıkarak devletin kafasını mı karıştırmaya çalışmıştı, bilemiyorum ama sonuçta, tamamen suçsuz olan İlyas Aydın sığındığı Filistin’de, o sırada orada bulunan birkaç vicdansız işgüzar tarafından, Mahir Çayan’ın beyanlarına dayanılarak sorgulandı, işkence edildi ve sonunda nahak yere kurşuna dizildi.

Mahir Çayan’ın silahlı mücadele çizgisi, Ergun Aydınoğlu’nun deyişiyle bir “ileriye kaçış” olarak görülebilir; Devrimin ilerleme döneminin bitip gerileme dönemine girdiği bir aşamanın umutsuz bir çığlığı gibidir. “Yenildik ama teslim olmadık” diyebilmek için girişilmiş kahramanca ama umutsuz, hatta son Kızıldere eylemini dikkate alırsak intihari eylemlerdir. İşin bütün yaldızını kazırsak ortada kalan gerçeklik şudur: Özellikle hapisten kaçtıktan sonraki dönemde Mahir Çayan kesin bir yenilginin söz konusu olduğunu görmüştür. Madem kesin yenilgi söz konusudur, o halde ölelim ve ölümlerimizle gelecek mücadeleye örnek bir destan bırakalım demek istemiş ve bunu pratiğe koymuştur. Yoksa ben, rehin aldığı üç İngiliz uzmanla ve yanında kalan son grubuyla Kızıldere’de bir köy evine sığınırken Mahir Çayan’ın, ileri sürdükleri taleplerin devlet tarafından pazarlık konusu yapılacağına ve oradan sağ çıkacaklarına dair en ufak bir umut beslediğini sanmıyorum.

Peki, Mahir Çayan, bugün kendi idolleştirilmiş adını benimseyenlerin ortaya koyduğu birtakım eylemleri öngörmüş olabilir mi? Ya da bu tür eylemleri (örneğin mahallelerde “hayat kadını” kovalamak ve “cezalandırmak” gibi) yapanlar gerçekten Mahir Çayan’ın çizgisinin bugünkü temsilcileri midir?

Aslında ideolojik iddialar üzerinde tartışmak saçmadır. İleri sürülen ideolojik iddiaların o ideolojinin başlangıcı kabul edilen insanı gerçekten temsil edip etmediğini kim bilebilir ya da kim ispatlayabilir? Ama benim bildiğim bir şey var ki, o da hepimiz gibi Mahir Çayan’ın da içinde yaşadığı ve yetiştiği kültürel ortamın niteliğidir. Mahir Çayan da bizler gibi, modern bir kültürel ortamda yetişmişti ve zaten Marksist oluşu da bu kültürel ortamın bir ürünüdür. Böyle bir kültürel ortamda yetişmiş bir insanın “hayat kadını” kovalamak ve “cezalandırmak” türü, son derece geri ve kapalı bir kültürün ürünü olduğu apaçık meydanda olan türden eylemleri onaylayacağını düşünmek, bir örnek vermeme izin verin, J. P. Sartre’ın, kadınlara uygulanan “recm” cezasının ne kadar yerinde olduğunu savunan bir makale yazacağını düşünmek kadar saçmadır.

 

Gün Zileli

27 Temmuz 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

12 Mart ve Sol

Artıgerçek Ümit Zileli, Tele-1’deki programın başında “Neydi 12 Mart?” diye sormuş, ben de bugüne kadarki …

101 Yorumlar

  1. mahirden bu son olaya baglayisin biraz temelsiz kalmis gibi gün. ” modern bir kültürel ortam” tanimida bence anarsizmde yer bulabilecek bir argüman degil…biraz fala aydinlanmaci bir yaklasim gibi geldi… Ama Halk cephesinin bu halki kurtarma, temizleme, ahlaklastirma söylemi ayrica ele alinmali.Halk için yada parti için (halkin geneli için iyi bile olsa) örgütlerin neler yapabilecegini günümüzde tekrar gösteriyor. Halk Cephesi bunu taktiksel ve pratiksel bir manevra ve halkla tekrar bütünlesme eylemi olarak görüyor sanirim. Bence Taktigin icerisinde cok ciddi ideolojik kirilmalar yasiyorlar. 1-Bunu CHPnin Eklemeddini aday göstermesinden hicbir farki yok, yani madem halkimiz tutucu bende tutucu aday göstereyim kazanmak icin, Cephede diyorki madem halkimiz ahlakci bende onun degerlerine göre ahlakcilik yapayim . 2- Cephe Ahlak normlarinin nereye dayandigini hangi ideolojiden beslendigini gözden gecirmeli bence, Kant Ahlaki mi, sosyalist ahlak mi, köylü ahlak mi, dinci ahlak mi, ahlaksizlik(ahlak karsitligi) mi, bu savrulma birazda son sürecteki ideolojik kirilmadan kaynakli kanimca. 3- Son olarakta ahlak zabitaligi eyleminin yöntemini masaya yatirmali, teshir ve siddet nasil ve kime karsi uygulanir yada uygulanmaz..Burada tabiiki deginmedigimiz bazi ana iç etkenlerde var-> örgütsel yapi, kadro anlayisi, ideolojik arka plan ve de Dis etkenler-> Tayyiban rejim, devlet eliyle apolitiklestirme, uyusturulma ve fuhusturulma…
    Ama bu olay yalnizca cepheyle sinirli kalacak bir ic sorgulamayi acmali ve mercek diger sol örgütlerede yöneltilmeli
    Tartismada detaylari acabiliriz…

  2. ben modern kültürle ilgili objektif bir değerlendirme yaptım, modern kültürü onayladığımdan değil. Onun eleştirisi ayrı bir husustur. Ama şunu görelim ki, modern kültür, batı kültürü, bütün eleştirilerimize rağmen, bağnazlık kültüründen çok çok ileridir ve keza bir o kadar da daha özgürlükçüdür. Mahir’in bir okul partisinde kızlarla çekilmiş bir resmi vardı, yanında da Yusuf Küpeli. O tür partilerde kızlarla erkekler batı müziğiyle slow türü (pek yakın planda) danslar ederlerdi. Mahir’in böyle dansları bildiğinden ve yaptığından eminim. Şimdi bu arkadaşlar Mahir’in o hallerini görselerdi ne diyeceklerdi acaba? “Yoz” falan der çıkarlardı herhalde işin içinden. Diğer yandan, ben halkın bu arkadaşlar kadar tutucu olduğunu sanmıyorum. Halk dışa karşı öyle görünür ama kendi içinde birçok şeyi sessiz sedasız tolere eder. Bu ahlak bekçiliği kenar mahalle külhanbey kültürüdür ve bu tür külhanbeyler bir süre sonra yasakladıkları eylemlerin tekelci patronları olarak ortaya çıkarlarsa hiç şaşmam. Böyle şeylerin sonu buraya varır.

  3. hocam ben soldaki bölünmelerin sebebini anlayabilmiş değilim. örneğin mahir çayan deniz gezmiş ve ibrahim kaypakkaya arasındaki fikri-ideolojik farkları araştırmama rağmen anlayabilmiş değilim. bu üçlü arasındaki görüş farklılıklarını anlatabilirmisiniz

  4. bunu anlatması çok uzun sürer. Benim Yarılma kitabını okursan orada ayrıntıları var ayrılıkların. ama kısaca söyleyecek olursam, Kaypakkaya Maocu çizgiyi savunuyordu. Mahir ve Deniz ise acil silahlı mücadeleyi. Deniz dağ gerillasını savunuyordu, Mahir şehir gerillasını ama bu kadar bir açıklama çok yetersiz tabii.

  5. Tezer Özlü Yaşıyor!

    Sayın Zileli,

    Yazınızın son bölümü ile bağlantılı şu bilgilerden haberdar değilseniz; şimdi dikkate almanızı tavsiye ederim:

    1. Yazı: 20 Temmuz 2014 Pazar

    Başlık: “Seks işçileri” kimlerdir ve bazı solcular köleliği neden savunur?

    Yazan: Barış Yıldırım

    Kaynak: http://www.yazilama.net/seks-iscileri-kimlerdir-ve-bazi-solcular-koleligi-neden-savunur/

    2. Yazı: 21 Temmuz 2014 Pazartesi

    Başlık: Fraksiyon: “Önemli Açıklama”

    Yazan: Barış Yıldırım’ın siteden kaldırılan yazısına cevaben “fraksiyon.org” editör kurulunun 1. metni

    Kaynak: http://fraksiyon.org/fraksiyon-onemli-aciklama/

    3. Yazı: 23 Temmuz 2014 Çarşamba

    Başlık: Fraksiyon’dan Zorunlu Açıklama: “Sansür, Darbe, İlke”

    Yazan: Barış Yıldırım’ın siteden kaldırılan yazısına cevaben “fraksiyon.org” editör kurulunun 2. metni

    Kaynak: http://fraksiyon.org/fraksiyondan-zorunlu-aciklama-sansur-darbe-ilke/

    4. Yazı: 23 Temmuz 2014 Çarşamba

    Başlık: Bazı Fraksiyon.org editörlerinin mini “18 Brumaire”i

    Yazan: Barış Yıldırım

    Kaynak: http://www.yazilama.net/fraksiyon-sansur-darbe/

  6. Gün Hocam kuşak olarak sizin kuşağınızdan bir sonraki kuşaktanım ama 68 ile ilgili okumam çok fazladır .Yazınızın bir anı yazısı içeriğinden ötürü o döneme ilişkin okuduğum iki anı kitabından Mahir ÇAYAN ile ilgili bana ilginç gelen sanırım sizlerinde ilgisini çekecek iki alıntıyı aktarmak(hiç bir yorum katmadan olduğu gibi) istedim.

    – Birinci alıntı Sadun AREN in anılarını yazdığı ”Puslu Camın Arkasından” kitabından TİP Genel Merkezi’nin basılması olayı.

    Şimdi Genel Merkezimizin basılması olayına değinmek istiyorum.Olay 1970 te 4.Kongreye öngelen Ankara 2.kongresi sırasında oldu.O sırada yapılan bütün kongrelere MDD ciler saldırmışlar,yaptırmamaya çalışmışlardı.Dolayısıyla Kongreleri sağa karşı değil MDD cilere karşı korumak mecburiyetinde kalmıştık.
    Ankara Altındağ civarında bir yerde İl Kongresi yapılıyordu.Ben katılmadığım için tam bilemiyorum ama orada birtakım olaylar olmuş.Onlar Kongreye girmek istiyorlar,partili arkadaşlar sokmuyor.şimdi TKP de bulunan Yalçın Cerit i konuşmak için dışarı çıktığı sırada arkadaşlarından ayırıyorlar ve fena halde dövüyorlar.Ama içeri de giremiyorlar.Giremeyince bir kısmı o kızgınlıkla Genel Merkeze gelmişler.Ben de evden Genel Merkeze geliyordum.O zaman Genel Merkez Mithatpaşa Cad.üzerinde,Meşrutiyete gelmeden bir iki apartman önce sol taraftaydı.Ben aşağıdan Mithatpaşa Cad.girdim.Baktım Partinin önünde bir sürü insan var.MDD cilerin basmak istediklerini anladım.Gideyim mi gitmeyeyim mi biraz tereddüt ettim.O sırada MDD cilerin gözü dönmüş durumdaydı ama birçoğu da genç çocuklardı,beni tanıyorlardı.Benim geldiğimi gerçi kimse görmemişti,ama gözümün önünde Parti basılırken gitmemek kendime karşı ayıp olurdu,onun için gittim.Beni görünce üzerime doğru koştular.Başlarında Mahir var.Onunla biraz konuştuk,baktım içeri girilemeyecek,döndüm,gidiyorum,partinin penceresi açıldı,içeride kalan arkadaşlarımızdan Savaş Al,bir numara söyledi,o numaraya telefon etmemi,arkadaşlara haber vermemi istedi.Çünkü bunlar Partide üç beş kişi kalmışlar,gerçi içeri sokmuyorlar ama dışarıya da çıkarmıyorlar.Savaş Al bunu söyleyince ben yürümeye başladım,aşağıya doğru gidiyorum,arkamda bir bir koşuşma oldu.Birisi sopa ya da demir çubukla sırtıma vurdu.Kim olduğunu göremedim.Elastiki olmayan bir seydi galiba,biraz kulağımı kanattı.Başlarında Mahir var.Sonra koluma girdiler ve beni siper ederek partiye girmek istediler.Daha önce de girmek istemişler,Şaban Yıldız bunlaraı tabancayla kovalamış.Şaban Erik dışardaydı.Ben koluma girilip götürülürken bir hamle yaptı ama başarılı olamadı.Beni bir çeşit siper yaparak Partinin içine girdiler.İçerde Şaban Yıldız ın elinde tabanca var.Onun boğazını sıkarak tabancayı almak istediler ve sanıyorum aldılar da.Elli altmış kişi kadar vardılar.Şaban Yıldız ameliyat geçirmiş,boynundan nefes alıyordu,boynunu sıkarken farkında olmadan ölümüne neden olabilirlerdi.Ben boynunu sıkmayın bırakın diye müdahale ettim,bıraktılar.Partide Savaş Al,Şaban Yıldız ve benden başka kimse yok.Bizi bir odaya koydular.Odada bizden başka onlardan bazı gençler de var.Saldırgan bir tavır içindeler,bize saldırmak,dövmek linç etmek ister gibi bir havadalar.Öyle anlaşılıyor ki Mahir bunu istemiyor.”Dışarı çıkın”dedi.Çıkmadılar.Bunun üzerine ”Kim çıkmazsa polistir”dedi.O zaman çıktılar.Bundan tabii şu sonucu çıkarıyorum.Mahir aralarında polis olduğunu biliyordu.Ben adını bilmediğim,fakat yüzünü tanıdığım bir çocuğun sonradan polis olduğunu hatırlıyorum.Biz içeride kaldık.Sonra bunlar dışarıda telefon ahizelerini kopardılar,muhasebeci bir arkadaştan ödünç alınmış,elle çalışan bir hesap makinemiz vardı,onu aldılar.TİP in mallarını kamulaştırıyoruz diye bunları kamulaştırdılar ve çıkıp gittiler.Dışarıda Savaş ı dövmüşler.Onlar gittikten sonra çıkıp baktık,durumu hiç iyi değildi.

    – İkinci alıntı Ertuğrul KÜRKÇÜ ile yapılan röportajlardan oluşturulan Pratiğin aklı teorinin heyecanı kitabından Kürkçü nün Bedri Baykam ile yaptığı söyleşi…

    B.BAYKAM -Peki eyleme katılanlar ve katılmayanlar,katılanlar ve onları saklayanlar veya fikirlere olmasa inanmamasına rağmen bu tip olaylara bulaşmamayı tercih edenler arasında kırgınlıklar veya korkular veya zor konuşmalar oluyor muydu ?Ya da örgüt içerisinde bir eyleme katılamak bir terfi olarak mı algılanıyordu.Psikolojik olarak gençlik içerisinde ”hala bir eyleme katılmadı” diye kendilerine kızanlar var mıydı *
    E.KÜRKÇÜ – Bir eyleme katılmış katılmış olmanın bir kişisel gurur kaynağı olduğunu tahmin edebiliriz.Tahmin edebiliriz diyorum.Çünkü hiçbir zaman bunları çok açık bir biçimde konuşmadığımızı hatırlıyorum.Çünkü bizim edindiğimiz ahlaka göre ister bildiri dağıt,ister insan sakla,ister eyleme katıl,eşitsin.Dolayısıyla bu hiçbir üstünlük sağlamaz.Fakat eylemin en yüksek mertebesi silahlı eylem olduğu için,bir ölüm tehlikesi bulunduğu için,kendilerini daha çok vicdan huzuru içerisinde hissettiklerini,ötekilerin de onlara kısmen imrenerek baktıklarını söylemek mümkün.Fakat eyleme katılmanın bir imtiyaz doğurduğu düşüncesinin her zaman şiddetle reddedildiğini hatırlıyorum.Fakat pratikte,tabi eyleme katılmış olanlar sözlerini daha çok dinletir hale gelmişlerdi.Yusuf hiçbir eyleme katılmadan yakalandı ve ayrılıkta öbür tarafta kaldı.Yusuf aslında bizim harekette silahlı eylemler başlayana kadar gençlerin gözünde daha önemliydi.Çünkü FKF Başkanı iken çok militan bir insan olarak biliniyor,hapislere girip çıkmış.Talat Aydemir darbesinde Harp Okulu öğrencisiymiş,bir Harp Okulu geçmişi var falan,bütün bunlar gençler için eylem,
    romantizm,macera çağrıştıran şeyler ve cüsseli,posbıyıklı bir adam,o yüzden Yusuf çok önemliydi.Fakat eylemler başladıktan sonra,teorisyen olmasının yanısıra,bu eylemleri de yaptığı için Mahir bizim gözümüzde daha çok dikkat edilmesi gereken bir insan haline geldi.Mesela ben Yusuf un ”aslında Mahir beni bilerek eylemlere katmadı,çünkü söz sahipliğini benden almak istiyordu” dediğini hatırlıyorum.Bunları birkaç kez söyledi.O yüzden dedikodu da yapıldığını düşünmüyorum.Sizin sorduğunuz sorunun cevabı bütün bunlara yol açıyormuş yani.Ama bizim aramızda,kendini daha rütbesiz,kıdemsiz görenler arasında daha sade ilişkiler olduğunu söyleyebilirim.

    B.BAYKAM – Peki o eyleme kim katılacak kararını alanlar arasında Yusuf un olmamasının nedeni neydi ? Neden kararı Mahir alıyordu * Yusuf neden bir adım geri kalmıştı?
    E.KÜRKÇÜ – Çünkü her zaman Yusuf a şu söyleniyordu”Sen asabisin;şimdi bir şey olur.Bu sefer değil,bir daha ki sefere”

    B.BAYKAM – Mazereti var,asabi.Gerçekten öyle miydi ?
    E.KÜRKÇÜ – Uydurulmuş,ona karşı bir efsane değil.Yani ben o zamanlar her şeyin yüksek bir değer yapısı içinde yaşandığını düşünüyorum.Mesela ortadan kaybolanlar,o güne kadar irtibatı olup,irtibatını kesenlere sadece biraz küçümseyici nazarla bakılıp,bir daha onlarla hiç konuşulmadığını düşünmüyorum.Yani onları suçlayan,”hain,terk etti,görüldüğü zaman onları küçümseyin”şeklinde bir propaganda bile izlenmedi.Küçük bir hayal kırıklığı.”madem öyle buraya kadar”diye düşünüldü.Burada çok saygıdeğer bir yerde durulduğunu,insanlara dürüst davranıldığını düşünüyorum.Fakat o zamanlar beni çok üzen şeyler de oldu.Kimi zaman,kimi arkadaşların evlerinde biraz da onların bize olan duygusal bağlılıklarını zorlayarak kaldık.Kendimizi başlarını derde sokmuşuz gibi hissettiğimiz oldu.Çünkü insanla,hapse girdi,işlerinden atıldı.Belki kendi kendilerine kalsalardı,yazılı bir soru sorulsaydı,hayır diye yazıyı geri gönderebilecekken karşılarında bizi görünce buyurun demek zorunda kaldılar.Oysa bunun doğrusu bu olabilir mi diye onlara sormak,onaylarını almak gerekirdi.Fakat biz kapılarını çaldık,onlar da bizi geri çevirmediler.

    B.BAYKAM – Belki de olayların akışından dolayı o kadar vaktiniz yoktu.
    E.KÜRKÇÜ – Öyle diyelim.Sokakta kalamayacağımıza göre bir kapıyı mutlaka çalacaktık.Bu çaldığın kapının da tanıdık birisinin kapısı olması normal belki..

    B.BAYKAM – Ama Yusuf hakkının yendiğini düşündü.
    E.KÜRKÇÜ – Yani en azından o da silahlı eylemlere katılmış olsaydı,daha sonra böyle sürdürmeyelim,başka bir şey yapalım dediğinde,fikrinin,öteki fikir kadar kabul göreceğini düşünüyordu.Çünkü Mahir lerin firarından sonra bir kere daha silahlı eylem kampanyası tartışması gündeme geldi ve Yusuf orada kaybetti.Mahir in tezleri kazandı.Yusuf kişisel olarak kendi sözünü dinletemedi.

    B.BAYKAM – Niye kaybetti”Katılmayalım” mı dedi.
    E.KÜRKÇÜ – Yusuf külliyen bir hat değişikliği teklif etti.

    B.BAYKAM – Nasıl yani ?Yurtdışına kaçıp yeniden yapılanma gibi mi ?
    EKÜRKÇÜ – Yurdışı küçük bir ayrıntı olabilir.Çünkü bana sorarsanız,ben aslında o tartışmada Mahir in yanında durdum ama Mahir de yurdışına çıkmalıydı bana göre.Yusuf un tezi şuydu;”Bizim tuttuğumuz istikamet,silahlı propaganda istikameti,aslında dünyanın hiçbir yerinde devrime götürmemiş bir yoldur.Klasik Leninist örgütlenme biçimini sürdürmek ve hareketi yeniden örgütlemek gerekir.Silahlı saldırıdan kendimizi korumak açısından silaha başvurulabilir.onun dışında,silahlı propaganda yapılmamalı ve biz bu yolu terk etmeliyiz”.Deniz lerin çektiği yere giderek,zaten bir sürü yanlış yaptık”dedi.Bu tez komitede tartışıldı.Hüseyin Cevahir öldürüldüğü için komite 10 kişi kalmıştı.Bu tez aslında beşe beş kalmıştı.Fakat militanların çoğunun gözünde Mahir in fikirleri kabul görüyordu.

    B.BAYKAM – Beşe beş kaldı,başkanın oyu iki oy mu sayıldı ? Başkan yoktu.
    E.KÜRKÇÜ – Başkan yoktu ama sanki o daha ağırlıklıydı.O ağır bastı,Yusuf un tezi ya da Yusuf la Münir in tezi dışlandı.Biz Mahir lerin yanına geçtik.Ban göre bunun siyasi olduğu kadar ahlaki bir nedeni de vardı.Size başlangıçta söylediğim gibi bir kere silahlı mücadele yolu açılınca ”ihtilal başlattık”gibi bir deklarasyonda bulununca bunu yapmamış gibi davranamazsınız.Ben kendi payıma halen öyle düşünüyorum.O zaman yola çıkılmış,insanlar ölmüş,insanlar öldürülmüş.Siz yolun yarısında sizi izleyenlere ve halka diyorsunuz ki”Bir saniye,aslında yanlış bir ihtilal başlattık,bu yoldan dönmemiz lazım”.Ben bunu makul bulmuyoum.Yusuf un söyledikleri teorik olarak tamamen doğru olsa bile,bu moral,etik ve psikolojik açıdan katlanılmaz geldi.bir anlamda da başkalarıyla siyasi rekabet içindeydik.Bir sürü insanla bağlarımızı koparmış ve onları bu tür mücadeleyi reddediyorlar diye dışlamıştık.Kimi insanlarla şöyle bir tartışmaya girmiştik.”Sizin yaptığınız gibi değil,bizim yaptığımız gibi olur ”demiştik.Sonuçta,en azından bu tezlerin doğruluğunun kanıtlanması gerekiyordu diye düşündük..

    B.BAYKAM – Kısaca dönülmez bir yoldaydınız.
    E.KÜRKÇÜ – Evet bu noktadan sonra dönülmez diye düşündük.

  7. Şimdi Halk Cephesinin ahlaksal tavrı: yeni kültür kuruluna, kuralları hayat içinde yeşerene kadar geçmişe, kapitalizm tarafından yozlaştırılmamış halkın tarihten gelen geleneksel kültürüne sahip çıkmaktır, halkla birleşmektir.
    Bunun çerçevesinde mahalleden hayat kadınlarını kovarlar çünkü mahallenin kızlarını korurlar, erkeklerini korurlar. Koruyabildikleri alanlara yoz kültürü sokmazlar.
    Geçmişte burjuva kültüründen nasibini almış , şehirli devrimciler özellikle gettolara, gecekondu mahallerine yerleştirilirlerdi ki o bölgenin emekçi halkın sorunlarıyla yüzleşsinler ve yaşasınlar, tutum geliştirsinler diye.
    Devrimcilik kitaplardaki gibi yapılmıyor. Her yörenin her bölgenin kendi sorunları var. Peru Aydınlık Yol Hareketi, Kokain ekimine yasak koyan, bu kararıyla halkı açlığa mahkum eden hükumete karşı YAŞASIN KOKO sloganıyla yürüyüş eylemişti. Şimdi devrimciler burada kokaini mi savunmuşlardı? Devrimcilik yada Mahir Çayan’ın izinden gitmek bulunduğun bölgede yalnızda olsan , tek başına da olsan oradaki bölge halkını devrimden uzaklaştıran insanlıktan çıkaran koşullara karşı devrimci tutum almaktır, tek başına parti gibi davranmaktır.

  8. dünyanın hiçbir yerinde devrimciler “hayat kadınlarına”, eşcinsellere vb. saldırmazlar, tam tersine onlarla bağ kurarlar, onlar da devrimci mücadelenin bileşenlerindendir.

  9. Tezer Özlü Yaşıyor!

    “Fraksiyon.org” ile “Barış Yıldırım” arasında geçen tartışma ile birlikte sayın Zileli’nin yazısının son bölümü merkeze alınarak yapılmış bir yorum:

    22 Temmuz 2014 Salı

    Kaynak: http://fraksiyon.org/fraksiyon-onemli-aciklama/

    (a) “Halkların namus bekçiliğini yapmak” ile

    (b) “Halkların namus bekçiliğini yapmaya mecbur kalınan sistemi ortadan kaldırmak” arasında ince bir çizgi vardır.

    İki eylem de elzemdir fakat; ikincisi(b) birincisini(a) kapsar.

    Bu sebeple; Barış Yıldırım’ın

    http://www.yazilama.net/seks-iscileri-kimlerdir-ve-bazi-solcular-koleligi-neden-savunur/

    yazısı http://www.fraksiyon.org a geri dönmelidir!

    Eğer verimli bir tartışma yürütülmesi amaçlanıyorsa bu yazı http://www.fraksiyon.org a geri dönmeli, ve tartışmaya katılmak isteyenler yazının kendi sayfasında müzakereye devam etmelidir.

    Konu çok önemli ve “twitter”da bir atımlık mesajlarla elle tutulur olası bir sonuca ulaşmak mümkün değil.

    Konu mutlaka ama mutlaka “kapitalist sistemin ortadan kaldırılması” amacı ile “kuramlar” temeli üzerinden müzakere edilmelidir; tarafların birbirlerine taş atması ile değil!

    Şimdi okuyacağınız her ne kadar az yaşanmışsa da, Türkiye’deki “sol” geleneğe bu örnek üzerinden çok taş atılır; “sol” bu örnekle/soruyla lekelenmeye çalışılır:

    “1960’ların sonu 1970’lerin neredeyse bütününde ve hatta 1980’de ‘sol’ içinde ‘devrim nikâhı’ yok muydu?!

    Peki buna ne cevap vereceksiniz?!”

    Size son örneği iki gazeteci arasında geçen bir atışmadan aktarayım:

    Tarih: 7 Haziran 2013 / Hürriyet / Ertuğrul Özkök

    Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23451173.asp

    “Benim gençliğimde Marksizm adına bir ahlak vardı. Bugün ise, İslam adına bir ahlak var. İkisi arasında hiç fark yok. Benim gençliğimde, 70’li yıllarda ODTÜ’de devrimciler, kızlarla erkeklerin el ele gezmesini yasaklamışlardı.”

    Tarih: 7 Haziran 2013 / OdaTV / Doğan Yurdakul

    Kaynak: http://www.odatv.com/n.php?n=ertugrul-ozkok-keske-isyan-etseydi–0706131200

    Ertuğrul Özkök’ün bugünkü yazısında bir cümleye takıldım: “70’li yıllarda ODTÜ’de devrimciler kızlarla erkeklerin elele gezmesini yasaklamışlardı…”

    Gençlik isyan etmek demektir.

    Diyelim ki yasakladılar, sen niye o “yasağa” isyan edip sevgilinin elini tutmadın be kardeşim?!

    Yirmi yaşında da altmış yaşındaki gibi “yasaklara” uymak zorunda mıydın?!

    Gençlik isyan etmek demektir.

    O zamanlar isyancı olan her birimiz bir siyasi hareketin içindeydik. Benim de kiminle evleneceğime, ne zaman çocuk yapacağıma, çocuğumu hangi kreşe vereceğime karıştılar. Hiçbirini dinlemedim, isyanımı sürdürdüm.

    Özkök de o yasağa başkaldırsa bugünün gençliğini daha mutlu anıyor olurdu.

    1968’de Hukuktaydım. “Üssü mizan” vardı. 10 üzerinden 7 tutturamazsanız kaç aldıysanız alın bütün derslerden çakardınız. Kürsüleri Cebeci caddesine çıkarıp attık. Okulda nöbet tuttuk. Sonuçta “üssü mizan” kaldırıldı, öğrenciler üniversite yönetimine katıldı.

    İsyan ettik; kazandık.

    Özkök ara sıra 1970’de FTÖB’de (Fransa Türk Öğrenci Birliği) benden sonra yönetimi devraldığını yazıyor. Herhalde öyledir, çünkü ben doktoramı bırakıp “Deniz Gezmişleri” idamdan kurtarmak için yurda dönmüştüm, arkama bakmadım!

    O günlerde birlikte mücadele ettiğim arkadaşlarımın hepsini isim isim biliyorum. Bazılarıyla her gün beraberiz. Ama nedense onun ismi bana bir şey hatırlatmıyor!

    Gençlik isyan etmek demektir.

    Geçmişi olmayanın geleceği olamaz.

    Selam olsun isyan eden gençlere.

    * * *
    Tunuslu “Muhammed Buazizi” evine ekmek götürmeye seyyar satıcılık yaparak mecbur bırakıldı.

    Belki de hayatının büyük bir kısmında “ceberut devletin belediyesinden lisans!” alamadan satış yapmaya mecbur bırakılıyordu.

    Zabıtaya haraç vermeyi reddetti,

    Günbegün yoğunlaşan tacizlere daha fazla dayanamadı;

    Ve ne vahimdir kendini benzinle yakarak 4 Ocak 2011’de “Arap Baharı!” isimli akımı başlattı!

    Kapitalizmin Muhammed Buazizi’ye yaşattığı vahşet ile HC’nin twitter hesabı üzerinden kimliği teşhir edilen “o kadın!” a kapitalizmin yaşattığı vahşet aynıdır!

    Bir otomobil montaj fabrikasında ekmek parası kazanmak uğruna vardiyalı çalışarak kemiklerindeki iliği yıllarca sömürtmeye mecbur bırakılan bir “işçi!” nin yaşadığı vahşet ile

    Ekmek parası kazanmak uğruna şu ceberut kapitalist sistemde vücudunu satmaya mecbur bırakılan “o kadın!” ın yaşadığı vahşet

    aynıdır!

    “Fuhuş” ismiyle yaftaladığımız sadece o mağdur insan değil; yüzbinlercesi daha var!

    “İllegal!” atfedilerek pazarlığı daha çok sokaklarda yapılan “fuhuş!” ile,

    Devletin denetiminde ve “legal!” olduğu iddia edilen “genel ev!” lerde yapılan eylem aynıdır:

    Her ikisi de kapitalizmin sonucudur ve mağdur yine insandır!

    Sistemin en kanatıcı yaralarından birine parmak basmış olduğumuzu anlamamız gerekiyor,

    Problemlerin “kapitalizm”in en ortasından etrafa savrulduğunu artık idrak edip, hizipleşmeyi derhal terk etmemiz gerekiyor.

    Devletin bir uzvu olan “polisin!” sokakta yürüyen insanın kafasına biber gazı kapsülü fırlatması ile

    “Kapitalizm” denen illetin ne yazık ki en vehim alanlarından birinde ekmeğini kazanmaya mecbur bırakılan bir mağdur arasında fark vardır.

    Unutmayınız:

    Burada asıl mesele “bir eskortluk acentasında!” gönüllü veya gönülsüz çalışarak para kazanan bir kişi ile,

    “Fuhuş” adı ile ekmek parası kazanmaya mecbur bırakılan kişinin aynı sistem içinde yaşadığının farkına varılmasıdır!

    “Devletin polisi olmak” durumu ile

    “Kapitalizmde ekmek parası kazanmak uğruna vücudunu satmaya mecbur bırakılmak” durumu arasındaki farkı lütfen görünüz!

    Meseleye ister “eskortluk” deyin, ister “fuhuş” deyin;

    Asıl kaynağın “kapitalizm” olduğunu,

    İnsan onurunu yok eden sistem olan “kapitalizmin” ortadan kaldırılması için mücadele etmek olduğunu kendi aramızda daha fazla hizipleşmeden, amip gibi bölünerek daha fazla parçalanmadan hemen, şimdi idrak etmeliyiz!

    İlk önce kendi içimizdeki bilinmezlikleri giderelim.

    Bu yorum kutularına “Ahlak” kelimesine yüklediğimiz anlamları;

    Çekinmeden,

    Uzun uzun,

    Cesurca

    Ama

    Kırmadan/dökmeden,

    Birbirimizin kafasına taş atmadan

    deklare edelim.

    Sonra ne tür eylemlere başlamamız gerektiği ile ilgili ciddi ciddi kafa yoralım.

    Unutmayınız; üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ediyoruz!

    Saygılarımla.

    * * *
    Konuyla ilgili iki görüş:

    20 Temmuz 2014 / Ekin Baltaş

    “Aman tanrım dünyada onlarca meslek var neden fuhuş yapıyorum ki en iyisi gidip mühendis olayım”

    Kaynak: http://jiyan.org/2014/07/20/fuhus-pazarligi-ve-halk-cephesi-devrimci-ahlak-kimin-ahlaki/

    22 Temmuz 2014 / Buğra Kuddaş

    “Aile ve Fahişeyi Dövmek”

    Kaynak: http://jiyan.org/2014/07/22/aile-ve-fahiseyi-dovmek/

  10. Sizin hiç kız kardeşini getto’da pezevenkler tarafından kaçırıldı ve satılmaya çalışıldı mı? Devrimcilerin olmadığı mahallenizde gidip mecbur kalıp gidip katil polisten yardım istemek zorunda kaldınız mı?
    Siz hiç devrimcilerin olmadığı gettolarda yaşadınız mı? Köşe başlarında kızların kıyafetlerini gizlice değiştirip, mercedeslerle alındığını gördünüz mü?
    Devrimciler seks emekçileri ile birleşirler, sokak kadınları ile değil. İkisi arasında dağ kadar fark vardır.

  11. +Çünkü kapitalist sistem her yoksul kadını sokak kadını yapmaya çalışır. Ve evlilik maskesiyle de bunu saklar. Yoksul kadınların iki seçeneği vardır ya orospu olurlar ya emekçi

  12. Yazınızın son bölümü ile ilgili olarak ta ben sözü asıl sahiplerine bırakıyorum..
    https://www.youtube.com/watch?v=23JUtZxePVA

  13. Ben Mahir Çayan’la ilgili sadece kendi tanıklıklarımı anlattım.

  14. o farkı bilemedim doğrusu.

  15. “orospu” bir erkek egemen söylemidir.

  16. baader meinhof

    sosyalist sol siyaset, gelenekçi sosyalist sol düşünceye bırakılmayacak kadar önemli bence. Toplumun ahlak değelerini belirleyenlerin başında kültürel yapı geldiği söyleniyor. Ve çok kültürlü bir toplumda cephenin bu yaptığını hangi tarafa koyacağımıza ben karar veremedim. Muhafazakar-ahlakçı bir kültürel yapıdan fark göremiyorum, en iyisi kendi içlerinde bir sosyalist devrim yapsınlar, sonra bakalım sosyalizm için neler yapabiliyorlar.

  17. hocam bunlar varoş çeteleri. sol örgütlerin kendileri değil ama bu mahallelerdeki pratikleri ve kadro tipleri nesnel olarak varoş çetesidir. bu semtlerde inanılmaz bir çürüme var sosyolojik olarak. herkes bundan etkileniyor.

    solcular o gençleri dönüştürmek yerine ortam solcuları dönüştürüyor. bugün uyuşturucu satıcı diye dövdükleri adam geçen bir mayısta kendileriyle yürümüş. böyle onlarca örnek var. hiç bulaşmamak lazım bu işlere. tam bir lağım çukuru.

    gerçi çürüme üniversiteli veya beyaz yakalı kesimlerde de güçlü ama başka biçimlerde sürüyor.

    burada tüm toplumu eleştirel tarzda bu açıdan analiz etmek lazım.

  18. özgürlükçü

    hapisteki devrimcilerin(denizler) idam sehpasına götürüldüğü ortamda dışardaki devrimcilerin neler yapması gerektiğini sorgulamadan mahiri anlaman mümkün değildir???bu iklim ve ortamı görmemezliğe gelmen senin gibi klavye devrimcilerin tarzıdır????ne olduğunu kendini tanıyabildinmi zileli???işin gücün asıl özgürlükçü toplumsal devrimcileri itibarsızlaştırmak devam et efendilerin seni yakında ödüllendirir hürriyete başyazar olursun?????bu yaştada münasıptir

  19. Bandispanya kendi sacma arabesk metoduyla yasananlari hakli gostermeye calisiyor. Ayip be. Senin hic karini sampanya ve havyarla tavlamaya calistilar mi Bandispanya? Iste bu soru kadar sacma soylediklerin. Cunku acikca ahlaksizlik ve komunizmde bile suc olacak “kisinin hurriyetini kisitlama” sucuyla, bir kadinin alanen asagilanmasi sucunu ortmeye calisiyorsun. Durum o degil guzelim. Durum bir kadinin asagilanmasi. Tecavuz sayilir. Toplu tecavuz hem de.

    Kapitalizm kadinlari fahise yapmaya calismaz guzelim. Sen nasil bir yel degirmeninden devle savasiyorsan artik. Yanina da almissin Sanco Panco’nu. Dulsina’ya askinla ovunuyorsun. Uyan lan uyan!

  20. Hürriyet’e başvurdum ama almıyorlar 🙂

  21. Mabir Cayan ve ayni akibeti paylasanlar herne denirse densin yaslari birikimleri konjoktur ve karsilarinda ki devasa guc birikim dusunuldugunde tum hata yalis asirliklari masumdur.

    Tum bu guc ve sartlardan bir seklde murtulup yasayanlar esas sorgulanmali. Digerleri bedelini canlari ile odedileri bir yolu zonuna kadar izlediler.

    Ayrilmalari kopuslari yarilmalari sapaklari tamamen masumdur 20 li yaslarda insanlar sonucun da. Ayni yasta ve halen gul gibi yasayanlar ve aralarinda turlu ahlaksizlilara tesne olanlar var. Hangileri masum hangleri hain ve isbirlikci yasayanlar cok iyi biliyor.

    Gun Zilelinin uclemesi cesur ve bu konuda cok okudugunuzda aydinlatici.

    Ama su bir gercek o yasta yasamini feda edenlerin cesareti iyi niyeti ve masumiyeti asla zorgulanamaz.

    Cunku tum eylem dusunce ve planlarini savunacak veya ozur dileyec ek veya pisman olacak yasam haklari verilmedi onlara tanimadi.

    Umarim bircugu tabii yasam surecinin sonuna gelmis bu insanlardan biri acik net samimi bir ozelestiri berrak gercek ifsaati yapar.
    20 li yaslarda cok zey vaadeden bir yasami feda edenlerin bir ayagi cukurda bir yasami biraz riske etmesi o hareketten bunca nemalanmislar icin cok buyuk bir ozveri olmasa gerek.

    Kim ne derse desin Mahir Huseyin Deniz Yusuf I
    Brahim vd leri tarihteki yerlerini aldilar ve bu hic degizmeyecek.
    Evet cok az yasadilar ve ilelebed yasayacalar.

    Ancak bugune kadar yasayanlar da o kervana katilmak istiyorlarsa onlar kadar olmasa da bir bedel odemek zorundalar.
    Gun Zileli yazdigi ucleme cok sey aydinlatti en azindan malum aydinligi karartti.

    Digerleride biraz samimi olmali.

    Bu yolda o gencecik yasta yasamini yitirenler ve isi.lerinin bakiligi hep umudumuz oldu. Moralimiz oldu..

    Ruhlari sad olsun hepsi ile gurur ve onur duyuyorum. Tum kusurlari meziyetlerini yucelten birer iyi niyetten ote birsey degil benim nacizane nezdimde.

    Keske yasamalarina musade edilseydi.

    Ayni kusaktan devletin tepesinde olanlar veo zamanki duzeyleri

    Asla tabii seler degil

    O donemin safralari dahi simdinimet gibi dolanip basbakan azarlayabiliyor ve o da cevap dahi veremiyor.

    Cok dusundurucu ibret verici ve manidar.
    Levent kansiz

  22. Merhaba Gün, anıları canlandıran ilginç bir yazı yazmışsın, ancak bir iki noktayı düzeltmeme izin vermeni rica edeceğim. 1969 yılındaki Ege tütün işçileri eylemine Mahir katılamamıştı, nedeni de Siyasal yurdunda arkadaşlar bomba imal ederken bir patlama sonucu ayaklarından yaralanmıştı. Bu yaralanma sonucu üç ay kadar teliklerle yürümek zorunda kaldı. Nitekim Cengiz Çandar 1970’deki Dev-Genç kongresinde bu katılamama olayını kullanarak, ‘biz Ege köylüleri arasında eylem yaparken, Mahir Çayan odasında teorik çalışma yapıyordu’ diye demagokik bir saldırıda bulundu.
    İkinci nokta da Yusuf Küpeli ile Mahir’in arkadaşlığı Yusuf Filistin’den döndükten sonra başladı. Ben 1970 yılında İleri dergisi için söyleşi yapmak amacıyla Ankara Merkez CezaevindeCezaevinde Yusuf’u ziyaret ettiğimde daha henüz yakınlıkları uzaktandı. Mahir’in en yakın arkadaşının rahmetli İlhan Kalaylıoğlu olduğunu burada dile getirmeyi görev biliyorum. Bu ayrıntıya ilişkin açıklamayı yapmayı görev bildim. Selam ve Sevgiler

  23. Tamerche adlı yorumcunun Sadun Aren’in anlattıklarıyla ilgili bir açıklama yapma gereği duydum. Evet TİP basıldı ve şiddet uygulandı, ama o olayda kesinlikle Mahir Çayan yoktu, bu tamamen Yusuf Küpeli’nin eseridir. Sadun Aren’in anlattıkları gerçeği yansıtmıyor. Bir anımı daha anlatayım. Olayın olduğu akşam Mihri Belli bunu duyduğunda son derece öfkelendi ve ‘bu bu yapılan ‘şerefsizliktir’ dedi. Bu sözcükler kulağımda hala yankılanır. Umarım Fehmi Erbaş arkadaşım da bunu hatırlar.

  24. O zaman 1970 tütün mitingleri olmalı. Çünkü Mahir’i oradan kesinlikle hatırlıyorum. Yusuf’la Mahir’in yakın arkadaşlıkları dediğin tarihte başlamış olabilir ama 1969 başında da arkadaştılar. Anılara katkıların için teşekkürler Ersin.

  25. Konuyla alakali dehil ama hep merak ettim ve sizden baskasina da soramam,Gulten Cayan Kocasi oldukten sonra Fransada hapis yatti.Bagdata sinirdisi edildi.Ilyas Aydin’in Filisyin de oldurulmesinde soz sahibi oldu.Abisinin durumu malum Orhan Savasci hapiste oldu.Gulten Cayan sonrasinda ne yapti?Dondu mu, oldumu,Mahir Cayan’dan sonra tekrar evlendimi? Bilginiz var mi??Cevap yazmasanda canin sagolsun.O hikayede kafamda bir tek Gulten Cayan eksik kaldi.

  26. Ben Mahir Cayan’in Deniz Gezmis’i sevdigine de inanmiyorum.O kizildere eylemi basarili olsaydi,ben enbuyuk devrimcimciyim, thkpc butun ilegal sol orgutlerden buyuk deme sansi olucak.Mahir Cayan misliyle Deniz’in Thko’ya kendisini almamasinin bedeli odetecekti.Zaten orgutlerde en son asamada birlesdi.Mahir tek lider olucakti.Bence bu boyle,bende hep bu algiyi olusturdu.

  27. Orhan Savaşçı yaşıyor, sağlığı yerinde. Gülten Çayan da öyle. Sanırım İtalya’da yaşamakta.

  28. Gün Hocam affınıza sığınarak Ersen Olgaç arkadaşıma yanıt vermek gereğini hissettim.

    Alıntılarımı paylaşırken baştan ifade etmiştim.68 kuşağının fiilen içinden gelen birisi değilim.Yalnızca okuduğum kitaplardan edindiğim belki de taraflı bile olabilecek kitaplardan edindiğim bilgiler.Burada amacım ne Mahir i yüceltmek ne de suçlamaktı.
    Burada tüm ismi geçenler Türkiye Devrimci tarihinin unutulmaz temel taşları, yanlışları ve doğruları ile.Hatta iletileri gönderirken dikkat edilirse yorum yapmamaya da özen göstermiştim.Hatta Ersen Olgaç beyin takıldığı alıntıyı, yazınızın ana temasına atıfta bulunmak amacıyla Mahir in diğer gençlere nazaran Sadun Hoca yı korumak için devrimci etiğini göstermek için aktarmıştım.

    Ancak; Sadun Hoca yı SBP sürecinden itibaren en azından parti çalışmalarından itibaren tanıyan birisi olarak ölümünden 1,5 yıl önce kaleme aldığı hatta anılarını yazmasının zorla yaptırıldığı bir kitapta Mahir hakkında neden bunları yazma duyduğu konusunda Ersen Olgaç beye katılamayacağım.

    Konu ile ilgili olarak Ersen Olgaç beye T.Feyzioğlu nun Fikir Kulüpleri Federasyonu isimli kitabından Yusuf KÜPELİ nin sözlerini aktarmak istiyorum.
    ”Sabahleyin SBF’ye geldim. SBF’nin bahçesinde bir toplulukla karşılaştım. 8–10 kişi var. Başlarında Mahir. Bana, ‘Hadi sen de gel’ dedi. ‘Ben de gelmek istemiyorum’ dedim. Gerçekten istemiyorum. TİP’lilerle karşı karşıya gelmek istemiyorum. Arkadaşlarım var. Kötü bir şey olsun istemiyorum. ne olacağını da bilmiyorum. ‘Yok bir şey olmayacak. Gel’ dedi. Sürüklüyor. İtiraz edemedim. ‘Hadi hadi gel’ diye kolumdan çektiler. Aldılar TİP’in önüne götürdüler. Ben de ne sopa var, hiçbir şey yok. Ben öyle duruyorum. Bekliyorum ki, herkes tanıyor beni. ‘Gel gir’ desinler, kapıdan. Kapıya bir takım adamlar koymuşlar. O arada Mahir, bunlarla itişip kakışırken kafama bir zincir yedim. Koşarak Aydınlık dergisine geldim. aydınlık dergisine gelince yukarıda TİP’e bağlı SGÖ’ye gittim, kapıyı çaldım. Birileri çıksa onlara, ‘niye böyle yaptınız?’ diye kavga edecektim. Kapıyı kimse açmayınca, kapıyı kırarak içeri girdim. Elime ne geçerse kırmaya başladım. İnsan sinirlenince nasıl kaldırır tabakları atar, kırar falan. Onun gibi bir tepki. Boşalma. Ben kırmaya başlayınca öbürleri de kırmaya başladı. Beni şef diye görüyorlar ya. Ne yapıyorsam taklit ediyorlar. Kimler olduklarını bilmiyorum, hatırlamıyorum. Sakinleşince bıraktım her şeyi. Üzgün vaziyette, canım sıkkın çıktım oradan. Ondan sonra öğrendim olayları. Mahir, arkadan Aydınlık’a iki yazı yazıyor: Stalin’i örnek gösteriyor vb. Stalin muhalefeti temizlemiş, bunlarda TİP’i öyle temizleyecekler”..

    Yine dönemin MDD yanlısı gençlerinden DEV-GENÇ li Zihni Çetiner in Ölümü Paylaştılar Ama isimli kitabından kendi ifadesi
    ”Yine Ankara’da bulunduğum günlerden birinde TİP’in Kongresi vardı. Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Hüseyin Cevahir, Hüseyin Onur ve Oktay Etiman, Zafer Kutlu ile daha bir çok DEV–GENÇ’in önde gelen isimleri ve üyeleri kalabalık bir grup olarak, mongrenin yapılacağı Dışkapı’daki salona gitmeye karar verildi. Dar bir kapıdan sonra, salona gitmek için ince uzun bir koridordan geçmek gerekiyordu. Kapı TİP görevlileri tarafından tutulmuştu. Bizim arkadaşlar içeri girmek istiyorlardı. Kapıda bulunan Zülküf Şahin, Mümtaz Kotan ve Attila Arsoy kapıyı kapattılar. Bizlerin girmesine izin vermiyorlardı. Mahir, Yusuf ve Hüseyin Cevahir kapıyı çok zorladılarsa da içeri bir adım atmaları mümkün olmadı. Mahir ve Yusuf çaresiz kalmışlardı. Bunun üzerine, “ bırakalım burayı, gidip Genel merkezi işgal edelim” dediler. Orada bulunan herkes arabalara atlayarak Mithat Paşa Caddesi’ndeki TİP genel Merkez binasına hareket edildi. Üçer beşer kişilik bu gruplar, sonunda bina önünde toplandılar. Herkes bir yerden binaya girmek için saldırıyordu. Giriş kapısını Attila Aşut tutmuştu. Kendisini İLK–SEN’in Trabzon Kongresi’nden tanıyordum. İçeriye kimseyi bırakmıyordu. Boş bulunduğu sırada kendisini dışarı çektiler ve belindeki silahı aldılar. Birinci katta merdivenin başında Şaban Yıldız ve yanında Savaş Al duruyorlardı. Şaban Yıldız elini beline atarak silahını çekti. O anda gerçeği söylemek gerekirse kan gövdeyi götürecek diye korkmuştum. Hemen Savaş’a bağırarak, “söyle silahı beline koysun, başkaları da çekerse kan akar” dedim. O da siz kapıyı boşaltın mesele kapanır gibilerden şeyler söyledi. Kapıda büyük olay olmadı. On–on beş kişilik bir grup buldukları boş kasaları üst üste koyarak pencereden içeriye girmeye çalışıyordu. Sıçrayarak pencereye yaklaştım.

    İşin doğrusu manzara utanç vericiydi. Çoluk çocuk koca Sadun Aren Hoca’yı aralarına almış, vuruyorlardı. Pencere kapalı ve açmak da mümkün olmuyordu. İstediğin kadar bağır sesini duyan olmazdı. Ben arkada bulunduğum sırada ön tarafın kapısını açan arkadaşlar içeri girmişlerdi. Odanın birinde Prof. Sadun Aren dövülmüş bir vaziyette sandalyede oturuyordu. Yan tarafta başka bir odada diğer bazı arkadaşlar, iyi bir arkadaşım ve sağlam devrimci karaktere sahip Savaş Al’ı dövüyorlardı. Odada bir masa vardı. Masanın başındaki sandalyeye Savaş başını dayamış, elleriyle de başını korumaya çalışıyordu. “Bırakın ulan, ömrü bu yolda geçmiş birini dövmek bize yakışır mı?” gibilerden sert bir çıkış yaptım. Tam o sırada Hüseyin Onur içeri girdi. Ona da “durdur şunları” dedim. O zaman Hüseyin DEV–GENÇ Merkez Yönetim Kurulu üyesiydi. İçerdeki grubu masanın etrafından, dolayısıyla Savaş’tan uzaklaştırdım. İkisinin arasında da ben durdum. Uzun bir bekleyişten sonra Savaş Al bana dönerek, “Zihni bir sigara ver” dedi. “Olmaz” diye cevap verdim. O ise “çok canım istiyor, ver “diyerek üsteledi. Ama ben, yine vermedim. Oysa Savaş da kim bilir kaç paket sigara almıştım, İzmir’de birlikte girdiğimiz eylemlerde. O an bir sigara versem, bizimkiler hemen, “bak bu da onların işbirlikçisi” derler korkusuna kapılmıştım. Bu olayı hatırladıkça çok utanıyorum. Ayrıca ne derece aptal ve kısır bir düşünce içerisinde sıkışıp kaldığımızı düşünüp üzülüyorum. Ya bir de o olgunlaşmamış halimizle devrim yapsak, kim bilir kaç dostumuzun canını yakardık?..

    O gün bugün geçen süre içerisinde hala düşünüyorum ki Mahir başta olmak üzere Yusuf Küpeli ve bizler onca insanı ne amaçla davetli olmadıkları bir kongreye götürdük. İçeri giremeyince bir siyasi parti merkezine saldırttılar Kavramış ve anlamış değilim. Çünkü içeriye girilse bile, bir süre sonra polise haber verilecek ve polis bizleri zorla da olsa dışarı çıkaracaktır. Eğer bu bir gözdağı vermek idiyse TİP’ler zaten çok azınlıktaydılar, buna da gerek yoktu. Sekterlik sanki içimize işlemiş, bir gelenek olmuştu. Bu sekterlikle giderek kendimizi anlatamaz duruma geldik. DÖB geleneğinde bulunan, “nerde hareket orada bereket” anlayışı TİP kongresine saldırıda da kendisini göstermişti. Belki bu böyle algılanarak yapılmamıştı. Ama sonuç başka bir şekilde açıklanamazdı. Amacı belirlenmemiş bu saldırı bir güç gösterisinden ve gözdağı vermekten başka bir anlam taşımıyordu. TİP baskını elbette ki devrimci hareketi ve kadroları karalamak bağlamında anlaşılmamalıdır. Ancak benim yüreğimde olduğu gibi devrimci hareketin tarihinde de unutulmaması gereken yaralardan biridir”

  29. Sanırım Seks Kölesi en uygun terim.
    Ama mazlum sonuçta. Bir kurban…
    Mazluma, kurbana vurulmaz… (Ama ‘pezevenk’ ise o da ‘devrimcilik’ değil, bir mahalle içi ‘otonomcu’ hareket diyebiliriz ki, buradan yola çıkılarak devrimci nutuklar atmak, 15 yaş çocuk zekasına aittir!)
    ***
    Sonuç etkin sosyalist hareketin, politikanın yokluğunda bir çürümüşlüğe ait gidişatın ipuçlarıdır bu “vahşilik!”
    Salt eylem arayan gençlik güruhunu tatmin etmek için…
    Bu kafa ile kendilerine daha çok sahte hedef bulurlar; kendilerine de devrimciliklerini kanıtlamak için kim bilir daha neler yapmak zorundalar…

  30. Sol örgütler de insan egosuna, egonun en sığ-bir başka insanı yönetme, onun hayatını ve önceliklerini belirleme- arzusuna yeniliyor.

    Egemenler suni ve sahte gündem dayatıyor diyen arkadaş, kendi gündemimizi dayatmalıyız diye ekliyo…

    Sol örgüt liderleri en devrimci benim demenin hazzını yaşamak için birbiriyle rekabet halinde, kavga edip durmuşlar..

    Bunları farketmek lazım: ))

  31. @9 Tamerche

    Kısa videoyu izledim, dahası Kırmızı Şemsiye’nin seks işçiliği üzerine “Mitler ve Gerçekler” broşürünü de birkaç gün önce paylaşıldığında indirip okumuştum. (http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/ebulten/ebultenagustosekim2013/pdf/seksisciligimitlergercekler_kitapcik.pdf)

    Açıkçası özünde serbestleştirmeye, “dokunmayın”a odaklı bir politik çizgi var bu yaklaşımın ardında. Bir iki kondoma, tedaviye erişim gibi ekonomik haklar vurgusu varsa da tam tamına liberal bir yaklaşım. Açık Toplum Vakfı ile ilişki içinde bu çalışmanın yapılması da bu açıdan cuk oturdu.

    Şimdi, haliyle bu yaklaşım toplumun “genel-ahlakçı” muhafazakar yaklaşımından tabii ki çok daha iyi. Cephecilerin anlayışı zaten genel-ahlakçı devlet yaklaşımının devletin yeterince polislik yapmadığı tespiti üzerine “biz gerçekten yaparız” düşüncesi ile tekrarlanması. Mağdura yüklenmek ne kadar kolay “yoz kültür”e karşı.

    Şimdi Kırmızı Şemsiye’nin pozisyonuna dönmek istiyorum. Üstte mağdur kelimesini özellikle kullandım, çünkü Kırmızı Şemsiye derneğinin broşüründe özellikle “biz mağdur değiliz” vurgusu vardı. Sanki seks işçiliğinin (bu arada pezevengi veya genelev patronu gibi bir sömüreni yoksa seks işçisi değil, bireysel hizmet satan bağımsız bir üreticidir ve işçi değil seks emekçisi gibi birşey denilmeli). Broşürü okudukça sanki fahişelik yapanların genelini tanımlayan durumun bu işi gerçekten bir çok imkan içinden kendine en uygun meslek olarak seçmiş, sadece “rahat bırakılmaya” ihtiyacı olan orta sınıf bireylerden bahsediyoruz gibi bir hisse kapıldım.

    Yahu, bu işin büyük çoğunluğunun yoksullukla, başka imkanı kalmamakla ilgisi olduğunu gizleyerek nereye varabiliriz. Biz burda Tarlabaşı’nda sokaklarda gezinenlerden mi bahsediyoruz, fahişelik “de” yapan zengin işinsanlarına çalışan eskortlar, mankenlerden mi.

    Bunun “ağır iş” olduğu haklı şekilde vurgulanıyor, tıpkı maden işçiliği gibi bu açıdan, başka şansı olanların çok azı bu işi özellikle tercih eder. Dolayısıyla fahişelik yapanların, seks emekçilerinin durumunun iyileştirilmesi sadece yasallaşma, rahat bırakılma ve “bırakınız etsinler” yaklaşımına sıkıştırılamaz. Bir toplumsal adalet meselesi var. Aşağılamanın, baskının, yasadışına itilmenin çözülmesi acil bir ilk adım olabilir ancak bunun ötesine geçecek birşeylere çok ihtiyaç var. Bu açıdan Cephe’ci muhafazakar-baskıcı yaklaşımın eleştirisi Kırmızı Şemsiye’nin liberal pozisyonu ile sınırlı kalmamalı, seks emekçilerini diğer emekçilerle beraber ortak noktaları üzerinden içerecek devrimci bir örgütlenmeye yer var. Kırmızı Şemsiye’nin liberal politik hattı bu ihtiyacı karşılayamaz gibi duruyor.

  32. Bu arada, Gün, “Filistin bombası” nedir?

  33. Fahişelik konusunda liberal yaklaşımın kısıtları, sömürülmenin ötesine, dışlanmaya doğru geçen, yoksulluk ile ağır şekilde yaralı mahallelerde uyuşturucunun rolü için de geçerli.

    Evet de-kriminalize edilsin ama, ortada bir sağlık sorunu olduğu ve bunun için negatif özgürlükler yaklaşımının ötesine geçen pozitif bir çözüm yaklaşımı da lazım. Maddi bir zorluk içinde olmayan orta sınıf ve üstü insanların haftasonundan haftasonuna “rekreatif” madde kullanımı ile, gettolarda yoksulluk içinde sürüdürülemez şekilde “ölene dek birkaç yıl haz alayım veya gerçekliğimi unutayım” kullanımı arasında çok büyük farklar vardır. Zaten umutsuzluk durumu içindeki yoksul mahallelerde bir de uyuşturucu bağımlılığı, tamamen maddi-manevi göçertici bir etki yapıyor. Bağımlı olan artık iş de aramıyor, kimi kendisi torbacı oluyor, yamyamlaşıp kendi sınıfdaşlarının sırtına binmeye çalışıyor, en olmadı bağımlı genç babasının evinde ne var ne yok çalıp satıyor vs. bunlar uyuşturucuyu özgür bırakmak ile otomatik olarak çözülecek şeyler değil. Dolayısıyla devrimcilerin, aktivistlerin olduğu her yerde bu konularla şu veya bu şekilde mücadele edilmeye çalışılması tesadüf değildir. Kara Panterler’in (belki Cepheciler’e zaman zaman benzeyen) pratiklerinden en amatör siyah rapçilerin sürekli bu uyuşturucu-fuhuş mevzusu ile ilgili çelişkili boğuşmalarından bunu rahatlıkla hissedebilirsiniz. Kimi zaman çıkış stratejisi olarak övülür, kimi zaman bunları bırakmaya yemin edilir, kimi zaman devlet ve sistem suçlanır vs.

    Bugünlerde eski solcu odunluklarını eleştirenlerin, eleştiri noktalarını kendi orta sınıf deneyimlerine dayandırmamaya, en azından bununla sınırlamamaya dikkat etmeleri lazım. Semptoma saldırmak üstelik bunu mağduru cezalandırarak yapmak ne kadar saçmaysa, hastalığı (bunu mecaz olarak söylüyorum, madde kullanımı hastalık demek değil amacım) görmezden gelmek de o kadar eksik.

  34. etkisi görece az, küçük el bombası. Sanırım Çin malı.

  35. Mahir Cayanin o dönemde en teorik biri olmasi dogrudurda..

    Genede Mahirin fikirleri Latin amerika-Fidel.Chenin vb. ye dayanmiyormuydu?..

    Mahirin yurd disinda ozamanlar parisde yasamis olmasi bilgi edinmesindede önemli neden olmustur..

    Pratigine gelince; Kelimenin tam anlamiyla Tüyler ürpertici bir Kapus..vahset..
    Mahir Cayani tartismak cok fitilli bir bomba gibi birsey..
    yazik…yazikk..

  36. gün abi öncelikle yazı için teşekkür ederim, eline sağlık. tarihle günceli harmanlayan yazılarını özlemiştik. bu arada aklıma takılan bazı sorular var:

    mahir çayan ve deniz gezmiş için stalinist ifadesini kullanmak politik açıdan hatalı mıdır?
    çayan, kaypakkaya, gezmiş, cevahir, sinan savaşarak öldükleri için iyi stalinist, diğerleri kötü stalinist mi?
    türkiye sol tarihinde stalinizm ayrımı neye göre yapılmalı?
    anarşist, liberter bir duruş için türkiye’de sosyalist sol geleneğin hangi miraslarını nasıl sahiplenmek gerekiyor?

  37. Sayın Mülayim Sert

    Kırmızı Şemsiye’nin yayınladığı klibi yalnızca cephenin klasik patriyarkal etik anlayışına karşı ekstrem bir yayın olduğu için göndermiştim…:)

    Kişisel olarak görüşlerim sizinkinden pek farklı değil.Tarihin son 6000 yıllık süresince sorun olmaya devam eden kadın(erkek egemen bakış tarzıyla fahişe) sorunu çözülmeden,ataterkil devletin ortak ideolojisi olan erkek egemen yapı kırılamadan bu sorunun ve tüm ötekileştirilenlerin sorunu çözülemez.
    ”Kadının erkeğin egemenliğinden kurtuluş derecesi,
    özgürlüğünün en temel göstergesidir” K.MARX.

    Yalnız bu ne Devrimden sonraya bırakılabilecek, ne cephenin klasik patriyarkal etiği ile düzeltilebilecek, ne de Küba nın yaptığı gibi jineteroları görmezden gelerek çözülebilecek bir konu değil kanımca.
    Toplumsal sömürü,ezme ve soyutlama sistemleri birbirini destekleyerek sistemin güçlenmesini sağlar ve varoluşunu garanti altına alır.Bireylerin özgürlüğü kısıtlanarak ezilenlerin özgürlük savaşı engellenir.Bunu aşabilmenin ön koşulu da tüm bireylerin cins,ırk,ulus,yaş.yaşam tarzı ve sağlık koşulları ayrımı olmaksızın eşitliğini savunabilmektir.

    Son dönemlerde yetersiz ama iyiye gidiş gördüğüm,en azından geçmişteki bu alanın ele geçirilmesi gereken bir alan olmaktan çıkarılıp,hızla demokratikleştirilmesi gereken bir alan olarak algılanmaya başlanması olması ve kadın,feminist,LGBT örgütleri ile eşitlerarası ilişkilerin kurulabilmiş olması değerli.

  38. O dönemde Stalinizm genel bir haldi Türkiye solunda. Yani solcu olan otomatikman ve sorgulamasız Stalinist olurdu. Batıda başlayan Stalinizm tartışmalarının Türkiye yansımasına daha 20 yıl vardı. Bu nedenle bu arkadaşları Stalinist olarak nitelendirmek doğru olmaz. Yani diyebiliriz ki, o dönemde solda genelde herkes stalinistti, özelde hiç kimse stalinist değildi. ayrıca Deniz ve Mahir, klasik, stalinist solun dayattığı çerçeveye karşı çıkmış arkadaşlardı. Batıdaki komünist partiler, bu TÜR EĞİLİMLERE GOŞİST DİYORDU. o SIRADA BİZDE DE BÖYLE KLASİK BİR KOmünist partisi olsaydı, bu arkadaşları goşist diye dışlardı. Keza Kaypakkaya da bu klasik solun dışında bir arkadaştı. O dönem klasik stalinizme en yakın eğilim olarak örneğin Mihri Belli çizgisi alınabilir ki, o bile ortodoksinin oldukça dışındaydı. Yani bilinen türde Stalinist bir parti Mihri Belli’yi de “sapma” nedeniyle ihraç ederdi. Bizdeki klasik stalinist parti ise zaten o sırada sadece yurt dışında Moskova’ya bağlı bir büroydu. Anarşist bir duruş, bu arkadaşların devrimci çıkışlarını benimsemeli, Leninist yanılgılarını ise elbette eleştirmelidir ama elbette tarihselliği göz önüne alarak ve insaf sınırları içinde.

  39. Mahirlerin nere leninist?onlar leninistse lenin neci?adamlar bildigin fokocu.guya eylemlerle suni dengeyi yikacaklar.nerde leninizm?mahirlere stalinist dememek icin leninizmi cope atma Gun.baska sey icin atacaksan at.ama kisiler icin yapma bunu.ersende ne carpitmaci cikti.bomba imal ederken ha?yalaninizi yiyim.cocukca sakalasirken ayaklarinda barutlu tukenmez kalem patladi be.ne bomba imalati?nasilda carpitma hersey?yuh be!!!!!hepiniz oradaydiniz be!!!!!!!!!!!!

  40. Leninisti genel anlamda kullandım, Marksist gibi. Leninist derken, genel planda öncü parti (ya da öncü güç) fikrini benimsemelerinden hareket ettim, Orijinal Lenin’le elbette birçok uyuşmazlıkları bulunabilir.

  41. Gün, biz adımızla sanımızla yazıyoruz. Çok seyrek de olsa bazı gerçekleri dile getirmek için zorunlu açıklamalar yapıyorum. Bu ‘Anonim’ denilen haddini bilmez, adını gizleyen kişiye bu sayfalarda yer verdiğin için bir daha yorum ve açıklama yapmama kararı aldım. Mahir’in o bomba olayından sonra üç ay terlikle gezdiğine tanık olduğumu yalancılık olarak niteleyen bu kişinin başka safların mensubu olduğuna kanaat getirdim. Gülten Çayan hayattadır ve bunu doğrulayacak konumdadır. Selamlar ve elveda.

  42. peki gün abi, deniz gezmiş yaşasaydı chp’li olurdu, çayan yaşasaydı şöyle şöyle yapardı tarzında muhabbetler vardır bizim solcu tayfada. 68 kuşağını içerden tanıyan sen bu konularda ne düşünüyorsun? o kuşağın liderleri öldürülmeselerdi, bugün nerede olurlardı sana göre? senin gibi keskin bir kopuş yaşarlar mıydı?

  43. bu tür şeylerin hepsi spekülasyon olarak kalır. Yaşanmamışı bilemezsin.

  44. Selam Ersen, bu sitenin bir ilkesi var. Açık hakaret ve küfür olmadıkça her türlü yorum basılır. Sen bu kadarından alınıp çekildin, peki ben ne yapayım. Bu sitede bana ne laflar ediliyor ama yayınlamamak aklımın köşesinden geçmiyor. Herkesin bilinci var değerlendirecek, yazılanı okur ve kararını verir. Tutumunu gereksiz bir alınganlık olarak gördüm.

  45. Ayrıca, yorumu yazan kişi, Mahir’in yaralanmadığını ya da üç ay terlikle gezmediğini söylemiyor. Yaralanma olayının bomba yaparken değil, şakalaşırken ayağının ucunda içine barut konmuş kalemin patlamasıyla olduğunu söylüyor ki, ben de olayın böyle olduğunu hatırlıyorum, doğrudan tanık olmasam da duyduğum bu.

  46. Sakin ol ersen.kirdiysam kusura bakma.bi nevi saka bu.yoksa hakaret degil.oyleyse bile takilma.ben gunun dedigi tukenmez kalem olayini dedim.gercege siki siki bagli kalmak zorundayiz.kirginliklar gecer.gercekler kalir.duruttiyi fasistler vurmadi.kendini kaza sonucu vurdu.nice frengiden delirdi.felsefeden degil.nevton abazanin tekiydi.kalpazanlara idam verirdi.bunlar tarihsel kisiliklere helal getirmez.onlari gercek insan yapar.mahirdede oyle.tekrar kusura bakma.ama sende gercege bagli kalmayi unutma.

  47. Durruti’nin nasıl öldüğü kesin değil. Dört iddia var: 1. Tüfeği arabanın koluna takıldı ve kendi silahıyla kaza sonucu vuruldu; 2. Bozguna uğrayan milis birliklerinden biri vurdu; 3. Faşistler vurdu; 4. Stalinistler vurdu. Bu olasılıkların içinde şildilik gerçeğe en yakın gözüken, kaza sonucu vurulduğu olabilir ama yine de olay tam aydınlatılmış değildir. Kestirmeci olmamak gerekir.

  48. bir de küçük bir düzeltme yapmama izin ver. “Helal” getirmez değil, “halel” getirmez olacak. Bu ikisi sık sık karıştırılıyor da.

  49. Mahir Cayan saklanip yasayabilirdi,isim degistirir yasayabilirdi.,yurdisina kacar gene yasayabilirdi..

    Vede aklibasina gelincede ona soruldugunda olanlari hatirlamak bile istemiyorum diyecekti .. kimbilir..

  50. Gun Zileli okulu,Gün Zileli hastanesi.. Gün Zileli devleti..

  51. Seks işçiliğinde “genel-ahlak”çı resmi yaklaşımı yeniden üreten “yoz kültür” yaklaşımına karşı liberal yaklaşım ile gerçek bir sosyalist yaklaşımın farklarını irdeleyen bir yazı:

    http://kaosgl.org/sayfa.php?id=17203

    Yukarıda dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığıma çok yakın tezler içeriyor. Sadece diyebilirim ki azıcık fazla ileriye gitmiş, sosyalizmde hiç seks emekçisi olmayacak diye düşünmek mantıklı değil, emek gücü ile hizmet vermek ile “beden kiralamak” ve “benlik hasarı” arasında ayrım yapmaya çalışmak da bilimsel değil.

  52. hortlak…
    bana öyle geliyor ki…
    arada kalmışsın sen!
    zekanın hayatta karşılığını alamamışsın… Veya aldığını umursamıyorsun. Her koşulda elbette bu üzülecek bir şey değil; bu “faşist” dünyada erdemli olan zekasının, emeğinin karşılığını alamaz zaten… Bu hayıflanacak bir şey değil… Erdem’dir! Almışsa ve bunu da önemsiyorsa burada yazı yazmaz zaten…
    *
    Bir ara uygun zaman olduğunda açıkla lütfen…
    33 no’lu yorumunu açımla…
    Bu saptaman bir “kısır döngüye” ait eleştiri sayılmalı…
    aşabilmemiz için açıklamanı rica ediyorum…

  53. “Seks işçiliği” tanımı genel olarak doğru değil…
    Ancak…………
    Bu işi yapan bireyin kendisini bu şekilde tanımlamasına da müdahale doğru değildir…
    Bir insanın bedenini bu şekilde “haz satarak” geçimini sağlaması öncelikle hem onun bedenini, hem “ruhunu” ilgilendirir. Böylece geçimini sağlamanın “ruhunu kirlettiğini” söylemekte sakınca görmüyorum… (bir ateist olarak.. insan tinselliğini…)
    Bugünün dünyasında bu “seks kölesi” tanımını hak ediyor… Büyük bir çoğunluğun bir zorunlulukla bu işe başladığını, itildiğini, zorunlu kaldığını kabul ederek…
    Ama “özgür ve sosyalist bir toplumda” bu şekilde bir seçim yapanları nasıl değerlendireceğiz.?
    Bence “sen bilirsin” diyerek anlayışlı davranmak en doğrusu… Bunu yapmak zorunda olmadığı halde yapmak istiyorsa… HIV, Hepatit C vb. bulaşıcı hastalığı olmadığı sürece en çok kendine zarar veren bir faaliyet ise bu…
    “sen bilirsin” demek en doğrusu….
    ama… ama….
    seks işçiliği…. evet belki bu rezil, iki yüzlü kapitalist dünyada bu tanıma karşı çıkmak haksızlık olabilir! Nice işçiler var! İşkenceciler, reklamcılar, kimi köşe yazarları, milletvekilleri, bürokratlar… Patronunun kölesi, köpeği adamlar…Bu insanlara seks işçileri denilmesinde bu koşullarda hiç sakınca yok!

  54. küçük burjuva

    hocam yetti artık ya örgütlenelim bir şeyler yapalım bu ne goygoydur ya valla sıkıldım bir bitmedi analiz kelam retorik biraz devrim ya çok az

  55. degerli arkadaslar,konuyla ilgili yazilari okudum.asil konu biraz farkli noktalara giderek dagilmis 68 kusagive o günki deneyler vesaire.bunlar ayri tartisma konulari.bence.ben halkan biriyim.bu sayfayida söz konusu kadina uygulanan”devrimci siddet”le ilgili yazilara göz atarken gördüm. halktan biri olarak yazma ihtiyaci duydum bulundugum noktadan gördüklerimle.fuhus elbetteki bu günün meselesi degil.toplumda acik ve gizli fuhus tavan yapmis durumda.fuhusun disinda eslerini aldatan binlerce insan var.hic bir kadin durup dururken para icin en asagilik insanlarla birlikte olmaz.bilindigi gibi bu bir sektördür.zavalli bir kadina uygulanan bu siddet onlari fuhusa zorlayan,pezefenklere uygulanamiyor ne hikmetse.kendini savunmaktan aciz bir kadina uygulanan bu siddet fuhusu engelleyebilecekmi?cevremizde bu olaya dogrudur diyen tek bir insan duymadim ve genel düsünce asil hedef bu isi organize eden mafialar olmali.zavalli bir kadina gücü yetenler bu isi acikca organize edenlere gücü yetmiyormu?seklinde.devrimciler bu sekildemi halki yanlarina alacaklar?halkin kurtulus meselelerinden biride bu isler degilmi?sefaletten veya zorlamalarda dolayi bu pisliklere bulasmis insanlar bu yöntemlemi dogru yola gelecekler.?kizilkmerler binlerce halktan insani bu anlayisla öldürdüler.neyi kurtardilar?80 öncesi birbirleriyle catisan ve birbirlerinin taraftarlarini öldüren örgürlere halk soruyordu hepiniz solcusunuz birlik olup düsmanla savasacaginiza birbirinizi öldürüyorsunuz.bu düsmanin cikarina hizmet etmiyormu?solcular kahvelerde oyun oynanmasini yasakladilar hatta bazilarini dögdüler cogu fasistlerin bölgelerindeki kahvelere gittiler,oradada mhp li oldular.devlet halki eziyor dövüyor,öldürüyor aynisini solcularda yapiyor bu nasil farklilik?gecmiste insan avi basladiginda bu “orospu”denilen insanlar bir cok devrimciyi evlerinde sakladilar.onlarin camasirlarini elleriyle yikadilar orospuluktan kazandiklari para ile onlara yemek yapip karinlarini doyurdular.önce insan olup öyle düsünmek lazim.gücünüz yetiyorsa etraf belinde silahli pezevenlerle dolu.insanlarin kellelerini koparan isid ciler istanbulda acik acik gövde gösterisi yaptilar.bu garibanlar onlardan dahami suclu?insanlari dogru yola yöneltmenin yolu onlari egitmekten gecmiyormu?demekki bu anlayis kazara devrim yapsa simdiki devletten daha agir baskilar uygulayacak.gele gidin sokaktaki insanlarla konusun bakin neler söyleyecekler.korku zoruyla bu yapilani dogru buldugunu söyleyen insanlar gercekte ne düsünüyor.mahallelerde ufak capli uyusturucu satanlar sadece parmaklar.parmagi kirsan nolacak?ac olan binlerce parmak var.asil koparilmasi ezilmesi gereken büyük kafalar degilmi?savunmasiz olanlari halletmek kolay.bu büyük kafalari herkes taniyor.onlarin inlerini niye basmiyorsunuz?bu insanlar bu sistemden dolayi bataga düsmüs insanlar.kac insanin bu bataktan kurtulmaya calistigini biliyormusunuz.sivrisinekleri öldürmek yerine batakligi kurutmak icin care düsünülmesi gerekmiyormu?kac tane kadin bir kac kurus icin kim oldugu belli olmayan ,agzi salyali insanlarin altina yatmayi göze alir?cok okumak cok mürrekep yalamak marifet olsaydi sisteme yalakalik yapan yüzlerce aydin adam olurdu.gezi direnisinde olan gaza copa karsi direnenlerin icindede vardi bu fahise denilen insanlar.önce insan olmak lazim.ANLAMAZ HALI PERISANI HALI PERISAN OLMAYAN:bu halk deyisiyle noktaliyorum.sürcülisan ettiysek affola.saygilarimla,
    halktan biri

  56. mahir cayan ve deniz gezmis’in isim ve resimleri gazetelerin ilk sayfalarini doldurdugunda ben ortaokul ogrencisiydim. eve cocuklugumdan beri her sayfasini yutarcasina okudugum cumhuriyet gazetesi alinirdi. o gunlerin posterleri icinde bir tanesini cok iyi hatirlarim, ataturk’un kalpakli bir resminin altinda sablon fontu ile ve yanlis hatirlamiyorsam kirmizi harflerle devrimci yazili idi. bunlar beni cekerdi ama ne mahir cayan’in ne de deniz gezmis’in yaptiklari bana akillica gelmemisti. sibel erkan, efraim elrom, ve kizildere olaylarindan sonra mahir cayan benim icin neredeyse o cocuk aklimda yanlislar icinde yuzen birisi oldu. 1970lerin ikinci yarisinda universite ogrencisi iken de bazilarinin uzerinde sahip oldugu inanilmaz karizmayi hic anlamadim ve onun cizgisinde olma tutumunu birakmayan gruplara da hic iyi gozle bakmadim. yakin zamanlarda okuduklarimla kendi orgutu icinde bile olumunden sonra mahkemede buyuk parcalanmalara neden oldugunu, ve takipcisi olmak iddiasinda olan gruplarin (orn. dev yol ve kurtulus) bile dusuncelerini degilse bile tutumunu reddettiklerini goruyorum. bu boyle iken, kendisinin hala yuceltilmesini anlamiyorum. turkiye’ye sol 1960larda buyuk bir umut olarak geldi ve simdiye gore inanilmaz bir guce ulasti. mahir cayan ve benzerleri ise benim kanimca sorumsuzca o umutu yokedecek tutumlara yoneldi. bugunun olumsuzluklarindaki paylari buyuk ve saygiyla anilmalari gereksiz, yine benim sahsi kanimca.

  57. Ne sürç-ü lisanı “Halktan biri” arkadaşım, tam da halktan biri olarak dobra dobra gerçeklerin üzerine gitmişsin. Her satırına her harfine katılıyorum. Sevgiler, saygılar.

  58. Anonim 35 sagol yazdigima yazdigin icin..

    Elestiriden kirilanlar elestirmege kalkmasi hastalik olarak görüyorum..
    O yüzde zeka kitligiyla okula,devlete karsi olan Zilelinin sitesini okula,hastahaneye,sonundada devlete dönüstürmek zorunda kalacak espirisini yapmak istemistim..

    Kisilerin,hastaliklari,delilikleri cok incelendiginden beni pek ilgilendirmiyor.. Beni ilgilendiren günün birinde tolstoy gibi bir peygamber gelecek,Dünya tarihini detaylarina düsmeden dogal felaketlerdende beter olan Toplumsal hastaliklarin,cilginlarinin,toplumsal delirmelerinin nedenide aciklayacagidir..

    Hep toplumsal zaferlerden,kisisel deliliklerden bahsederiz..

  59. Sormak isterdim.. Bu insan kacirmak,ucak kacirmak fikri filistin yadirasimiydi acaba?

    O dönemde aynin yilda münih olimpiyadlarindada 11 israil sporcusu filistinliler tarafindan rehin aliniyor…Sonuctada Alman yöneticilerinin akil almaz hatasi sonucu katliamla son buluyor..

    Dikkate degr bir seyse; Disisleri bakani H.D.Gencher esirlere karsilik kendini rehin olarak sunmasiydi..
    Varmiydi böyle yigit bir politikaci ozamanlar türkiyede..?

  60. küçük burjuva

    Nurtepe de ortalık birbirine girdi.Ydg h Cephe kavgası.Biz bu örgütlenmeler olduğu sürece bir bok yapamayız.Allahını veya marksını seven şunların bir twitter hesabına baksın.Gerçekten çok devrimciler.evet.

  61. yeni yazı ne zaman geliyor ve hangi konuda olacak gün abi?

  62. Şimdiden bilemiyorum doğrusu.

  63. http://www.sendika.org/2014/07/hdp-halk-cephesi-geriliminde-uzlasma-aciklamalari/

    “Sosyal medya denen kirli ortam”

    RTE’nin “Twitter denen bir bela” açıklamasını hatırlattı.

  64. her şeye rağmen HDP’nin bildirisi daha sempatik. Cephe ise sertlikle devrimciliği karıştırmaya berdevam. Ne kadar sertsen, ne kadar korkutucuysan o kadar devrimci olursun sanıyorlar. Torbacıların karşıdevrimci olduğunu da bu sert bildiriden öğrenmiş olduk. Bundan sonra sakın ola ki karşıdevrimci torbacılara karşı mücadeleyi ihmal etmeyelim. Yine de çatışmanın sona ermesi iyi olmuş. Gerçi buna yol açanın aklıselim değil, zorunluluklar olduğu çok açık.

  65. Bir de şu “tarihimiz temiz” söylemi yok mu 🙂

  66. Taraflarla ilgisiz 16 yaşında bir genç işçi kurşunla öldü.

    http://www.radikal.com.tr/turkiye/halk_cephesi_hdp_kavgasinda_kan_akti-1204610

    Diyecek bir şey bulamıyorum.

  67. Günlerdir istanbulun cesitli yerlerinde cepheciler vehdp nin catismalari yasaniyor ve iki taraf biribirini suclayan kendini akliyan bildiri ve aciklamalar yayinliyor..insanlardan taraf olmalari bekleniyor.Halbüki cok iyi bildigimiz,tanik oldugumuz gercekler var.Her iki cenahta kendi ” cöplügünde” horoz istemiyen bir pratige ve gelenege sahip..

  68. Cepheciylerin, “biz burada siyasi partilere izin vermiyoruz” tutumu olayların esas başlatıcısıdır bence. Kim ki kendi çöplüğünde jandarmalığa soyunur, o diktatördür, hem de en kötüsünden. Ve gelecekte tahayyül ettiği toplumu ele verir.

  69. küçük burjuva

    Halk Cephesi: HDP’li Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder ve Levent Tüzel’le görüştük
    “Neden?
    HDP’lilerin Halk Cephesi’ne yönelik, Çayan Mahallesi’nde başlayan ve ardından Gazi, Okmeydanı ve Sancaktepe’de devam eden silahlı, ses bombalı, bıçaklı, sopalı, taşlı, örgütlü saldırısı sonrasında HDP’li Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder ve Levent Tüzel’le görüştük.
    Saldırıların boyutunu anlatarak, bu saldırının neresinde olduklarını sorduk.
    HDP heyeti ile yapılan görüşmede gelinen son noktada, sitelerinden sağduyu çağrısı yapacaklarını, bizim de yapmamızı istediler.
    Biz de bizim kitlemizin en başından beri sağduyulu olduğunu, bu konuyla ilgili açıklama yapacağımızı söyledik.
    “Tartışmamız anlık olarak olayları durdursa da, yarın yine açsak ne olacak?” diye sordular.
    Bu cümle açık bir tehdittir… Stand açamazsak saldırılarımızı sürdüreceğiz demektir…
    Bizim açımızdan şu anda tartışılması gereken konu yapılan saldırıdır. Stant tartışması, saldırmadan önce yapılması gereken tartışmaydı… Biz standınıza gelip konuşmak istediğimizde karşımızda demir çubuklarla, sopalarla saldırıya hasır HDP’lileri bulduk. Ve daha tek bir kelime konuşmadan saldırdılar. Standın konuşulacağı zaman o zamandı. Şimdi konuşulması gerek saldırılardır.
    Onca yaralı, onca kır, dök, yak, yık ondan sonra gel tartışmayı tekrar stand açma meselesine getir…
    Hayır! Önce saldırının, yakıp yıkmanızın, tekbir getirerek yaptığınız saldırıların hesabını vermelisiniz… Pompalı tüfeklerin, molotofların bombaların hesabını vermelisiniz…
    Okmeydanı’nda HDP’nin standı yoktu; Sibel Yalçın Parkı’na saldırdınız çay ocağını molotoflarla yaktınız…
    Gazi’de HDP standı yoktu, Yürüyüş Dergisine saldırdınız… Muharrem Karademir Parkı’ndaki çaybahçesini yaktınız… Derneklerimizin camlarını kırdınız…
    Sancaktepe’de de HDP’nin standı yoktu, derneğimizi bastınız, camlarını kırdınız, molotoflarla yaktınız…
    Ne siyaset yasağından bahsediyorsunuz?
    Siz haydut musunuz? Önünüze gelen yeri yakıp yıkıyorsunuz…
    Ne siyaset yasağından bahsediyorsunuz?
    Daha size konuşmak için geldiğimiz ilk anda demir çubuklarla saldırdınız… Siz önce bunların hesabını vermelisiniz…
    – Mahallelerimizde, yaratılan değerlere saygı göstereceksiniz. Yapılması mahallelerde yaratılan değerleri korumak olmalıdır fırsatları kollamak değil… Mahallelerimizi yoğun bir emekle kurduk, uğruna tutsak düştük, şehit verdik. Buna saygı duyacaksınız.
    Çayan ve Armutlu bizimdir. Devrimcilerin yaşadığı, düzenin her türlü saldırısına karşı örgütlü olan bu mahallelerde düzenin seçim aldatmacasına izin vermeyeceğiz elbette.
    Biz devrimi büyütmek isterken; emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleyi yoksul mahallelerinde yükseltirken, örgütlü olduğumuz bu mahallelerde halkımızın düzen içine çekilmek istenmesine izin vermeyeceğiz.
    – Biz oligarşinin seçimlerle faşizmi maskeleme, düzene nefes aldırma oyununun içinde yokuz. Siz Kürdistan hayalinden vazgeçip, ülkeyi bölmeyeceğinizin garantisini veriyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı adaylığımız, ülkeyi bölmek istemediğimizin göstergesidir diye burjuvaziye sözler veriyorsunuz. Mahallelerimizi, bu uzlaşma politikalarınıza kurban etmeyeceğiz.
    – AKP mavi boncuk dağıtıyor. Seçimler geçene kadar “barış” taraftarı olduğunu gösteriyor. Siz de buna kanıp, rüştünüzü, devrimcilere saldırarak gösteriyorsunuz. Buna izin vermeyeceğiz.
    – Demirtaş, “Türkiye’nin cumhurbaşkanı adayı olarak böyle ortamların kendisini üzeceğini” söyledi. Hangi düzenin, hangi cumhuriyetin bekçisi olacaksınız? Katil, işkenceci, hırsız bu düzenin cumhurbaşkanı mı olacaksınız?
    – Kürt milliyetçileri, kendi kitlelerini düzen içinde tutabilmek için dini argümanları kullanıyor. Bu yüzden Çayan’da saldıran çeteler, tekbir sesleriyle saldırdı. Milliyetçilik, gericiliktir. Gelinen nokta ise işte “Allah Allah” nidalarıyla devrimcilere ve halka saldırmaktır.
    – Levent Tüzel, ortamı gerginleştirenin Halk Cephesi olduğunu söyleyerek, kendine devrimci, sosyalist diyen bir hareketin nasıl olur da stant yasağı koyduğunu, bu durumun yanlış olduğunu söyledi.
    Sen kimin avukatlığını yapıyorsun Levent Tüzel?
    Stant yasağını geç, size Dersim’de siyaset yasağı koymadılar mı, 4 TDKP gerillasını şehit etmediler mi? Bunun hesabı sorulmadan, siyaset yasakçılarının kuyruğuna takıldınız. Üstelik bir de akıl veriyorsunuz, bize karşı provoke ediyorsunuz. Kimden alıyorsunuz bu aklı?
    Çeteler bize silahlarla saldırıyor, ses bombaları patlatıyor, Tüzel stant açmamıza engel olamazsınız diyor. Devrimcilere karşı silah kullanılabilir mi peki? Orada neden ağzınız lal, gözünüz kör? Neden, standa konuşmaya gelen Halk Cephelilere, ellerindeki hazır sopalarla saldıranların HDP’liler olduğunu söylemiyorsunuz?
    HDP, bilinçli olarak gerçekleri çarpıtıyor. Yalanlarla gerçeklerin üstünü kapatmanıza izin vermeyeceğiz.
    – Emperyalizme tek kurşun sıkmayanlar, emperyalizmin işbirlikçileriyle uzlaşıp, silahlarını toprağa gömmeye hazırlananlar, sıra devrimcilere gelince pompalı silahlarla mahallelerimizde boy gösteriyorlar. Devrimcileri yaralıyorlar. Siz kimin safındasınız? Kime kurşun sıkıyorsunuz farkında mısınız?
    Bize sıktığınız her kurşun, kaldırdığınız her sopa size, tarih sahnesinden yok oluş olarak geri dönecektir.
    HDP’yi kurarak, Türkiye solunu kendi yedeğinize almak istediniz. Cepheyi yedeğinize alamayacağınız için onları da saldırarak bitiririz umuduna kapıldınız. Bu hayali ilk kuranlar siz değilsiniz. Hayal kırıklığına ilk uğrayan da siz olmayacaksınız.
    Boş hayallere kapılmayın, kendi ayağınıza kurşun sıkmayın.
    – Faşizme ve emperyalizme karşı savaşmayanlar bugün bize karşı savaşıyorlar. Emperyalistlerin böl, parçala yönet politikası milliyetçiliğin içine düştüğü bu durumu açıklıyor aslında. Saldırgan güruhun, “Pis Aleviler” bağrışlarıyla, tekbir getirerek mahallelerimize saldırısı, emperyalizme atılmayan tek taşın açıklamasıdır…
    – Sol artık “sol” olma misyonunu yitirmiştir. Provokatörce davranıyor, sorun çözmek yerine sorunu büyütmeye hizmet etmiştir. Tüzel’in, saldırıyı meşrulaştırması, Kürt milliyetçilerinin gölgesinden çıkmamak için yaranma çabasıdır. Kraldan daha kralcıdırlar… HDP’yi açıkça bize karşı provoke ediyorlar.
    – Tüzel neye göre konuşuyor? Saldırıların ardından gözleri parlayarak ellerini ovuşturan Atılım neye göre konuşuyor?
    Hangi bilgiler var elinizde… Neye göre bizi “stant açtırmamak”la suçluyorsunuz? Nereden biliyorsunuz, stant açtırıp açtırmadığımızı?
    Bizden kimi dinlediniz, bizden kiminle konuştunuz…
    Konuşmadınız… Tek bir kelime bile konuşmadınız Halk Cephesi’nden hiç kimse ile…
    Bu yaptığınız ne anlama geliyor, sıradan bir demokrat gibi bile davranmıyorsunuz. Adaletsizsiniz.
    Burjuvazinin mahkemelerinde bile söz hakkı vardır. Siz onu bile yok ediyorsunuz? Bu telaşınız niye? Biz yok olursak meydan size kalacak diye mi?
    Olmaz ya, hadi diyelim ki bizi yok ettiniz… Bu halk sizin yüzünüze bile bakmaz, emin olun… Düşmanla uzlaşmaya güzellemeler yapanlar halkı örgütleyemezler. Ne anlatacaklar, ne söyleyecekler de örgütleyecekler?
    Zaten bu yüzden, yani örgütleyemeyeceklerini bildikleri için, örgütlü mahallelere göz dikmiş durumdalar. Hazır örgütlü bir halk var diyerek, hazıra konmak istiyorlar. Daha çok hayal kurarsınız…
    Milliyetçilik böler… Kendinden olmayanı yok sayar. Milliyetçiler Alevisi Sünnisi, Türkü Kürdüyle bu halkı birleştiremezler. “Türkiye Solunu” yanlarına alma çabası da nafiledir.
    – Demirtaş, Cephelilere saldıran kitlenin kendileriyle alakasının olmadığını, devletin provokasyon yaratmaya çalıştığını, iki taraf çekildiğinde ortada provokasyon yaratmak isteyenlerin kalacağını söyledi.
    Bunun üzerine, “Eğer bu kitle bize ait değil derseniz ve ortada provokasyoncular kalır diye bir ifade de bulunursanız, bu çok tehlikeli bir durum alır. O zaman biz de bu ortada kalanlara karşı farklı bir tavır sergileriz. Sonra bize bunlar bizim arkadaşlarımızdı demeyin.” dedik.
    “Nasıl olur da sadece faşistlerde duyduğumuz tekbirleri HDK’lılar kullanır aklımız almıyor.” deyince, kitlelerinin çok büyük olduğunu, HDK’nın büyük bir bileşen olduğunu, bu tür şeylerin olabileceğini söylediler. Biz de bu durumu normal görmediğimizi bir an önce daha fazla kan akıtmadan bu sorunu çözmelerini istedik.
    Eğer, merkezi bir kararları olmadığını söylüyorlarsa o zaman açıklama yapmalılardır. Böyle bir kararımız yoktur, bunları yapanlar bizden değildir demelilerdir.
    Yok sahip çıkıyorlarsa o zaman sahip çıktıklarını açıklamalılardır.
    – Ölüm Orucu gazilerimizi yakmaya çalıştığınızda da, Diyarbakır’da kurumumuzu kapatmamız için kafamıza silah dayadığınızda da, yolumuzun üzerine pusu kurup bizi Kürt halkına linç ettirmek istediğinizde de, kurumlarımızı molotoflayıp insanlarımıza kurşun yağdırdığınızda da aynı yalanları söylemiştiniz. Önce ‘bizimle ilgisi yok, böyle bir kararımız yok’, sonra ‘kitlenin tepkisini zaptedemeyiz’, sonra ‘ama siz de eleştiriyorsunuz-çalışma yaptırmıyorsunuz’ nakaratları da provokasyonları da sürdürüyorsunuz, kışkırtıcılık yapıyorsunuz.
    Bu yoldan vazgeçin.
    – Saldırıları durdurun diyoruz, ‘siz de stand kurdurun’ cevabı alıyoruz. Bu siyaset tarzını kimden öğrendiniz, vermeniz gereken cevap bu mudur? Hem yaşananlardan hoşnut değiliz diyeceksiniz hem de stant kurdurmazsanız saldırılar devam eder diyeceksiniz. Biz emperyalizme ve faşizme karşı mücadelemizde tek adım gerilememiş, dostunu düşmanını karıştırmamış, eli devrimci kanına bulaşmamış tertemiz bir tarihe sahibiz. Saldırdınız diye doğru bildiğimizden şaşacak, değerlerimizi unutacak, mahallemizde işleyen hukukumuzu yok sayacak değiliz. Aksine siz saldırıları durdurmakla yükümlüsünüz ve halklarımıza hesap vermesi gereken durumundasınız.
    – Emperyalizm ve işbirlikçi oligarşiyle barışabilmek için, devrimcilere saldırarak rüştünüzü mü ispat ediyorsunuz? Sizin saldırdıklarınıza biz de saldırıyoruz, aynı saftayız mı demek istiyorsunuz? Yalanı ve demagojiyi bırakın, dürüst olun, gerçekleri açıklayın, saldırıları derhal durdurun ve hesap verin!
    Sonuç olarak;
    HDP’liler açıklamalıdır: Emperyalizme tek bir taş dahi atmazken, neden Cephelilere saldırıyorsunuz?
    Neden, masa açmaya elinizde sopalarla, demir çubuklarla geldiniz? Hangi masalarda tezgahlandı bu saldırı?
    Derhal saldırılara son verip, özeleştiri vermelisiniz. ”
    31 Temmuz 2014
    Halk Cephesi

    Admin: Özgürlük ilkemiz gereğince sitemize gelen açıklamayı yayınlıyoruz. HDP kesiminden de bir açıklama gelirse aynı şekilde yayınlayacağız.

  70. http://www.sendika.org/2014/08/halka-zarar-veren-bu-catismayi-durduralim/

    Sol içi şiddete karşı çağrı filan da, zaten çatışma patlar verdiğinde kimse diğerini sol olarak görmüyor ki, anında soldan şutluyor. Biri kürt milliyetçisi çete diyor diğeri kontra örgüt. İP ile çatışma olunca da onlar faşist biz emperyalizm kuyrukçusuyduk. Ha belki de doğru tanımlamalar ama, “yapmayın din kardeşisiniz” diye seslenmenin de boşluğa düşmesi bundan.

    İktidar eleştirisi olmayan solun onulmaz hastalığı. Bu kafadakilerin büyümesi de sol içinde kanserli hücrenin büyümesi gibi (arkadaşımdan alıntıdır), büyümek iyidir sanıyorsun aslında ölüm getiriyor.

    Yine de sağduyu çağrısından başka ne yapabilirsin.. Eleştirsen ya kulak tıkayacak, ciddiye alsa gelip seni de tehdit edecek dövecek. Devletin daha tahammülsüz, daha kaba taklidi.

    Biraz medeni bir muhalefet içi kültürümüz olsa şöyle olabilirdi:

    Cepheciler HDP masasının karşısına kendi bakışlarına göre onları teşhir eden bir başka masa açabilirdi. Belki orada iş biterdi.

    İş herhangi bir tarafın işi kavga noktasına götürmesine gelirse, diğer taraf geri çekilip teşhir etme yöntemini seçebilirdi. Çek kameraya saldırıyı tehdidi, ver sol basına sosyal medyaya. “Tehdit yüzünden çalışma yapamıyoruz, muhalif devrimci kamuoyunu bu grubu izole etmeye çağırıyoruz” de. Utandır. Böyle ezikçe hareket eden bir rakip zaten bize tehdit olama

    Fiziksel özsavunmaya daha doğrusu karşı saldırıya ilk tepki değil en son seçenek olarak geçilebilirdi. Tabii belki de bu işin arkası var ve bu saydığım adımlardan zaten çoktan geçildi.

    Bu yüzden Lenin değil Bakunin demek lazım zaten baştan.

  71. “Cepheciylerin, “biz burada siyasi partilere izin vermiyoruz” tutumu olayların esas başlatıcısıdır bence. Kim ki kendi çöplüğünde jandarmalığa soyunur, o diktatördür, hem de en kötüsünden. Ve gelecekte tahayyül ettiği toplumu ele verir.”

    pkk’nin güçlü olduğu yerlerde ona sormadan adım atamazsın. atmaya çalışanları zamanında tek tek katlettiler. bugün korkusundan kimse cesaret edemiyor zaten. bunu görmeyip cepheci mepheci diye sayıklaman artniyetli olduğunu gösteriyor.

  72. son cümlen hariç, saptamana katılıyorum. Yani Nasreddin Hoca gibi, “sen de haklısın sen de haklısın” demk zorunda kalıyorum ama böyle bu. Karşıtı doğruyu söyler.

  73. küçük burjuva

    Bizlerin en büyük hatası kendi tarihimizle eylemimizle yüzleşmemiş olmamız.Böyle olunca kısırdöngü içine giriyoruz.Ne zaman bir birliktelik sözü geçse gözüdönmüş yorumlar havada uçuşuyor.Gerçekten merak ediyorum Türkiye de Sol ve Anarşizm kendine güvenen önü açık ve battığı bu küçük burjuva politikasından çıkabilecek.

  74. şiddet konusunda genelde anadolu ve kürdıstan solunun özelde ise pkk ve dhkpc nin sicili son derece bozuk.
    umarım bu son yaşanan olaylar herkese ders olur.
    yoksa mıt e gün dogacak. malum ;kurt puslu havayı sever. halkın gözunde devrımcılerın degerı dusecek. ılerıcılerın moralı bozulacak.
    pkk geçmişde kendıne rakıp olarak gördüğü bir çok kürt ve türk devrimcisini öldürmüştür. dhkpc “darbeci” dedigi bedrı yağan grubunu vura vura bitirmiştir.
    masa basından yazmıorum bır mayıs alanlarında guclu sol grubun saldırdıgı zayıf sol grubu devrımcı ahlakımın gerektırdıgı sekılde korumaya calısırken kafama sopa yemıs bırı olarak yazıyorum.

    olan olmus gıden gıtmıstır. yarayı kasımak anlamsızdır. derdım kara çalmak degıl ayna tutmak. soruna ısaret ederek bılınce tasımak tekrarlanmasını önlemek.

    sol ; şiddet ile çözemediği bir sorunu tartışarak çözebilir.
    ama tartışarak çözemediği bir sorunu asla şiddet ile çözemez.
    Savaşlarda kazanan taraf kendi içinde en iyi uyum sağlayan taraftır.
    devrimcilerin şırnak da örgütlenme yapması kürtleri üzeceğine sevindirmelidir.aynı şekilde kürt halkı nurtepe de örgütlenmek istiyorsa devrimciler buna köstek değil destek olmalıdırlar…

    futbol maçlarını kendıiçinde en iyi paslaşan,dayanışan takım kazanır.
    emperyalizmin ; ‘ortadoğuda kaos çıkartıp petrolü çalabilme taktiğinin’ başarısının altında yatan temel neden halkları birbirine kırdırmakdaki yeteneğidir. arap halkının buna imkan verecek kadar bilinçsiz olması emperyalizmin ekmeğine yağ sürer.
    israil in son saldırısının nedenlerinden biride geçmişte birbirine düşürttügü hamas ve el fetih hareketlerinin yeniden barışmasıdır.
    saldırı biraz da bu dostluğu bozmak niyetlidir.
    sol içi ve dısı şiddete karşı çözüm: diyalog, meşru müdafa ,halkı bilgilendirmek,solduyu cağrısı,halka açık toplantılar ve haksızlıgı teşhir gibi yöntemler olmalıdır.

  75. not: bu tür kavgaların son on-on beş yıldır çogunlukla tabandan başlaması ilginçtir. (eskıden tersı bır durum söz konusuymus ) örgütler taraftarlarına hakım degiller. adeta parkta oynarken kavga eden çocukların babaları da kavgaya karısıyor. bu durumu en azından semtlerde calısan uyelere egıtım vererek acıl ve gecıcı olarak cözmek zor olmasa gerek.

  76. 12 numaralı nefret dolu yorumun sahibi despot özgürlükçü arkadaş lafım sana ; devrimciliği katagorıze etme. devrımcı her yerde devrımcıdır. gezı parkında da , hapıshanede de ,multecı kampında da,yer altında da,dagda da ,klavye basında da, ıs yerınde de ,,, devrımcılık bır butundur bölünemez.
    senın yorumundan da (benım ımla yoksunu yorumlarımdanda tabı) anlasılacagı uzere her adam klavye devrımcısı olamaz. kalem kılıctan keskındır. sungunle bır aklınla bın kısıyı alt edersın. jules verne aya yolculuk romanını yazdıgında ucak yoktu dunyada. hem ne var gun agabeyın yasında? azcık sac ektırdık mıydı, bırde bılge basında cıkan sacları sıyaha boyadık mı senden daha yakısıklı olur bence…

  77. aman aman kalsın Devrim. Saç ektirme denen olaydan nefret ederim 🙂

  78. gün abi parasızlıktan dolayı saç ektirme olayından nefret ediyor sanırım. nereden baksan iki bin lira vardır. o parayla adalarda üç ay yaşanır mı gün abi?

  79. hayır, her türlü yapaylığa karşı olduğumdan.

  80. En son Dev-Genç kongresi 9-10 Ekim 1969 da oldu.O Kongrede Mahir Çayan’ı bende dinlemiştim.

  81. latifeydi saç konusu. devrimciler kendileri ve diğer insanlarla barışık insanlardır. üç gözlü evrimleşseydik iki gözü olana “engelli “derdik. en guzelı dogal olan. aslolan kafanın içinde nasıl bir beyin oldugu. dıger yandan bırılerının çirkin dedıgı ınsan devrımcı ıse bence guzeldır.

  82. “Devrimcilik” iyi güzel de yerine ne konulacak?
    Stalin de, Pol pot da, Mao da devrimciydi.
    (Eleştiri değil bu cümle… Ortak algı-ortak kusurumuz…)

    İnsanlara daha az şiddet, daha az zulüm, daha az tahakküm ve daha çok ekmek, daha çok özgürlük, daha çok merhamet, daha çok neşe sunacak mısın?
    Buna emin değilsen “otur, oturduğun yerde!”
    Zahmet etme…

  83. bu chp dene grup kiblesini sasirmis vaziyette.solculugu alevicilikle karistirmaya basladilar.

  84. alevi mahallelerinin disinda varolabiliyorlar mi.hatta alevi mahallelerinda dahi ne kadar varolabiliyorlar.

  85. bunlar mi simdi devrim yapacak.biri bunu yanitlasin.

  86. bu kızıl faşistlerden de yancı sempatizanlarından da bıktım artık. her türlü marksist leninist devrim anlayışı barbarlığa varıyor. diğer solcular, eş dost beni ayıplar mı diye düşünmeden devrim kavramını yeniden tanımlamak lazım artık. marx giren eve özgürlük girmez.

  87. en begendigim yorum 63 nolu olani, hay eline saglik ne diyeyim..

  88. Marx giren BEYNE iyi, KELİMENİN her anlamıyla İYİ bir şeylerin girdiği kesin de her marx marx diyenin ne ve nasıl olacağı elbette kesin değil ama bu böyle diye dünya insanlığının en değerli kazanımı olan SINIFLI TOPLUM analizleri ve aslolanın EKONOMİ denilen beladan ve onun kısıtlamalarından kurtulmak olduğunu bilen, bildiren bir TOPLUMBİLİM ve YÖNTEMBİLİM olarak marxism asla ve kat’a gözardı edilemez bir SİLAHtır ve onunla teçhiz olunmadan ancak bir EYLEMin AJANI olabilir kişi ne AKTÖRü hele hele ne de ÖZNEsi olabilir…

    Dostlukla, Dayanışmayla…

  89. Sayın Zileli,

    Mahir Çayan’ın ideolojik kimliğini sizin de geleneği bozmayarak “profesyonelce” (aslında trajik bir amatörlükle) perdelemenize şaşırmadım 🙂

    Bugün Mahir Çayan’ın mirasçısıyız diyenlerden ve Mahir’i güya objektif bir şekilde 🙂 anlatmaya çalışanların yılışık lafazanlıkların dan geçilmiyor.

    Mahir Çayan köküne kadar Milliciydi.Millici olmayanların, ayakları bu topraklara basmayanların ve Kemalizme (Atatürk’e ) sahip çıkmayanların bu topraklar da Bilimsel Sosyalist değil, ancak soytarı olabileceğinin farkındaydı.

    Mahir Çayan’ ın THKO Davasındaki savunmasından:

    “Kemalizm, emperyalist boyunduruk altında olan yarı sömürge ülkelerin devrimci milliyetçilerinin bir kurtuluş bayrağıdır. Kemalizm’e ruh veren, onu yaşatan, Milli Kurtuluşçuluğun yani, antiemperyalist ve antifeodal tavır alışıdır.”

    “Kemalizm soldur, Milli Kurtuluşçuluktur, emperyalizme karşı bu zümrenin isyan bayrağıdır.”

    “Milli Kurtuluşçu bir tutum yansıtması açısından bizler sapına kadar Atatürkçüyüz. Onun Milli Kurtuluşçuluk bayrağını, hayatımız da dahil, her şeyimizi ortaya koyarak biz dalgalandırıyoruz.”

    Gazi Mustafa Kemal’ in emperyalizme ve kapitalizme karşı savaş açmasına rağmen sosyalist olmamasını iç ve dış dinamiklere bağlayan Mahir Çayan, “Bu nedenden ötürü hiçbir sosyalist O’nu kınayamaz, yargılayamaz diyor ve ilave ediyor:”O’ nun o ortamda anti-emperyalist ve anti-feodal düşünce ve aksiyon içinde olması bile önemli bir şeydir.Uluslaşma ve ulus olma aşamasında ki bi ülkede sosyalist bir liderde bundan başkasını yapamaz.” diyor.

    Kaynak: 1) THKO Savunma, 68’liler Birliği Vakfı Yayını,THKPC Savunma, 68’liller Birliği Vakfı Yayını, 2001,THKO Davası, Halit Çelenk 68’liller Birliği Vakfı Yayını 2008

    Ve son olarak Mahir Çayan’ ın izinden gittiğini iddia eden şarlatanlara Mahir, mahirce cevabını veriyor, ” 20’nci Yüzyıl devrimci pratiği, sosyalist olmayan devrimcileri kaydettiği gibi, tüzük ve programlarında “Marksist-Leninist” yazan pek çok örgütün (ve de mensuplarının) devrimci olmadıklarını da belirtmektedir. “

  90. Merhabalar Gün bey. Benim size sormak istediğim iki soru var;
    1- Mahir Çayan ile İ. Kaypakkaya arasında bir iletişim var mıydı ? Mahir, İbo’nun düşüncelerine nasıl yaklaşıyordu?
    2- Bazı 68’liler Deniz ile Mahir arasında bazı sorunlar olduğunu ve Deniz’in Mahir’i küçümsediği ya da kendi hareketi içerisinde güven eksikliğinden dolayı istemediği şeklinde beyanlarda bulunuyor. Böyle bir durum var mıydı? Varsa buna ne yol açtı ?

  91. İnsanları yaşadıkları dönem içinde ele alırsak bugünden baktığımız gibi görünmezler ve değillerdir de zaten. O dönemde ne Kaypakkaya bugünkü Kaypakkaya olacağını biliyordu ne de Mahir bugünkü Mahir olacağını. İkisi de gençlik hareketinin içinde yer alan, teoriye meraklı birer gençti. Aralarında özel bir bağlantı olduğunu sanmıyorum. Zaten ayrı şehirlerdeydiler. Fraksiyonlar iyice oluştuktan sonra Kaypakkaya PDA kesiminde yer aldı, yani Maocu oldu. Dolayısıyla, öyle sanıyorum ki, Mahir’in fikirlerini, o zamanki Maocu bakışa uygun olarak “küçük burjuva devrimciliği” olarak görüyordu.

    Böyle bir durum olduğunu sanmıyorum, yani küçümseme falan gibi şeyler sonradan üretilmiş şeyler. Fakat şu vardı: Mahir de Deniz de o dönem silahlı mücadele vermeye hazırlanan iki örgütün lideri durumundaydılar. aslında anlayış olarak birbirlerine ikiz kardeş kadar benzedikleri halde örgütsel rekabet nedeniyle birbirlerine uzak duruyorlardı ve hiçbir şekilde birleşmeye yanaşmadılar. Ama hayat bu iki örgütü birlikte hareket etmeye zorladı. Kızıldere’de birlikte öldüler.

  92. ahmet kemal büyükada

    O şunu demiş, bu bunu demiş .. geçin bunları. Bugün neredeyiz, ne yapmalıyız mesele budur.

  93. örgütün eylem pratiği sanki sadece “hayat kadınlarını dövmek”ten ibaret…

  94. anarşist komunist isyan

    bir kadının fabrikada bedenini satması ile sokakta bacak arasını(ben am yazmak isterdim de saçma sapan bir polemik doğmasın istedim) satması arasında bir fark bulunmuyor…biri fabrika işçisi diğeri seks işçisi…ortak düşman fabrikada patron sokakta pezevenklerdir…yani seks emekçileri ile temas kurmanın yolu işçilerle temas kurmanın yolu gibi aynıdır…nasıl ki fabrikada çalışan bir işçiyi dövmüyorsunuz seks emekçisinide dövemezsiniz…ha bacımız seks emekçiliğine özeniyor derseniz bacınız fabrika işçiliğinede özenmesin denir…

  95. almanya 68kusagi siddet ve silah kullanmak konusunda cok tedirgin ve etik kurallara göre hareket edmek durumundaydi
    elbette türkiye standardlari farkliydi ama türkiyenin 68 kusagi neden silahli mücadeleyi öngördu???
    okudum kadar fasist cetelerinin siddet eylemleri bunda bir rol oldunu ve tip konusunda birlesik bir fikir üretebilmemek görüyorum.tip varken neden bu kadar fraksiyonlnar cikti ve tip icinde mücadele neden rededildi??? örnegin almanyada parlamentoda bir sosyalist bir parti yoktu ama türkiyenin bir silahli mücadelye karsi ciddi bir sosyalist partisi vardi.aciklik getirirseniz mutlu olurum.

  96. Tamamen o zamanın atmosferiyle ilgili bir durum bu. Sol, eski hikâyelerden hareketle silahlı mücadeleyi fetişleştirdi açıkçası.

  97. Madem Rusyşa’da, Çin’de oldu, biz de aynı şeyi yapmalıyız saplantısı, kısacası.

  98. bugüne bakilinca iyi bir miras birakilmadi silhali mücadeleyi secerek malesef siddet ve güc kullanilimdan vazgecilmedi
    bütün sol icin söz konusu degil amabi yönde gencleri etkiliyorlar aciklik getir tiniz icin tesekür ederim.