Suriye Politikası Değişmedikçe…

AKP iktidarının Suriye politikası net bir şekilde değişmedikçe, bu iktidarın IŞID’la ya da “terör”le ilgili yapacağı her açıklamanın sahtekârlıktan başka bir anlamı olmayacaktır.

Suriye’de hükümet devirmek ve iç savaş kızıştırmak için dışarıdan yapılan her devlet müdahalesi, isterse IŞID’ı doğrudan doğruya desteklemediğini, bir başka “muhalif” örgütü desteklediğini ileri sürsün, somut durumda objektif olarak IŞID’a destek anlamına gelir. Kaldı ki, AKP iktidarı IŞID’a doğrudan doğruya destek verdiği konusunda üstünde var olan şaibeyi bile ortadan kaldırabilmiş değildir.

IŞID, büyük ölçüde Suriye’deki iç savaştan beslenen bir örgüttür. Dolayısıyla bu iç savaşı şu veya bu şekilde kışkırtmış ve bugün de kışkırtmakta olan hiçbir devlet, IŞID’ın eylemlerinden sorumlu olmadığını iddia edemez. Buna sadece Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt ve Türkiye değil, ABD ve Avrupa ülkeleri de dâhildir.

AKP, Suriye’deki iç savaş kışkırtıcısı politikasını değiştirmediği sürece bu partiyle yapılacak her türlü işbirliği ve koalisyon ortaklığı, onun bu politikasına zımni olarak katılmak anlamına gelecektir. Eğer varsa, AKP ile koalisyon kurmayı düşünen partilerin bu noktada son derece net olmaları gerekir.

Gerçi AKP’nin aslında kimseyle koalisyon kurmaya niyeti olmadığını, sadece orta sahada top dolandırdığını, fiilen yeni seçim kampanyasını başlattığını ve bu seçime yine %10 barajıyla girmeyi düşündüğünü de saptamak gerekir.

Suruç’ta 32 devrimci kardeşimizin IŞID tarafından katledilmesinin ardından, büyük üzüntümüzün ve yasımızın orta yerinde acilen söyleyebileceklerim bunlar.

Gün Zileli
21 Temmuz 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Ne Yazmalı?!

Artıgerçek Bu, periyodik olarak yazmak zorunda olan yazarların değişmez sorusudur. Gençliğimde her gün büyük bir …

80 Yorumlar

  1. n. karatekin zurich

    gun–akp nin surye politikasini degistimesini beklemek abes ile istigaldir——bu saatten sonra beklemelere yatmak yerine yeni yapilanmalara dogru yol alinmaliiii—-yeter ve yettttiiiiiii

  2. matiz dartanyan

    hatalı bir bakış açısı. kısaca açıklayayım:

    türkiye’nin suriye politikası hatalıdır ve eleştirilmesi doğrudur. ancak;

    1- diğer muhaliflerin desteklenmesi ışid’e “objektif destek” anlamına gelmez. diğer muhalifler esad’dan çok ışid’le savaşmak zorunda kaldı. o kadar ki, ışid esad’a çalışıyor izlenimi doğdu.

    2- akp’nin ışid’e destek verdiği iddiası çeşitli asılsız deliller ve ithamlarla birlikte yürüyerek bir şaibe hâline dönüştü. şimdiye dek bu konuda net ve somut bir delil sunulabilmiş değil.

    3- bu iddialarda o kadar ileri gidildi ki, en somut örneğini figen yüksekdağ’ın, “akp ışid’i desteklemediğini ispatlasın” lafında buldu. yani ispat mecburiyeti itham edilenden bekleniyor.

    4- türkiye ışid’e destek vermiş olabilir de. bunu bilmiyorum. ama bu yöndeki iddiaların temelsizliğine, dedikodu düzeyini aşamayan sığlığına bakında sanki desteklememiş gibi bir izlenim uyanıyor bende. yine de bilmiyorum ve bu nedenle bir fikrim yok. Ancak boyundan büyük laflarla destek verildiğini iddia edenlerin de bilgisi ve aslında fikri yok. ama yıkılmaz önyargıları var tabii.

    5- ışid sadece suriye’deki iç savaşdan değil, ırak’daki abd işgali sonrasında oluşan boşluktan da beslenen bir örgüttür. asıl gücünü de ırak’daki bazı aşiretlerden almaktadır. eski saddam rejimi subaylarının örgütlediği bir güç oldukları söyleniyor ışid’in.

    6- suriye’deki iç savaşın kışkırtılması elbette bir suçtur. ama bu kışkırtmaya kanlı esad rejimi en başta dahildir. kendi halkına bombalarla saldırıp kendi şehirlerinde taş taş üstünde koymayan bir rejim, bütün bu yaşananların en önde gelen sorumlusudur.

    7- ancak bizde sözüm ona solda ve pkk eksenli harekette suriye rejimine yönelik eleştiriye pek rastlanmadığı gibi, tam tersine, o rejimle işbirliğine, o rejime desteğe, o rejime en bayağı övgülere rastlanmaktadır. o kadar ki, gezi’de 7-8 gencin ölümünün sorumlularından erdoğan’a “katil”, “diktatör” vb diyenler, kendi halkından yüzbinlercesini kimyasal silahlarla katlettiği aşikar olan esad rejimini “vatanını savunan kahraman” ilan edebilen, utanmaz-sıkılmaz bir sol var ülkemizde.

    8- akp’nin barajı koruyacağını düşünmen de çok yanlış. haberleri takip etmiyorsun herhalde. akp barajın düşürülmesi için önerge vermeye hazırlanıyor. zaten barajın düşmemesi hdp’ye yaradı. baraj düşerse hdp’nin oyları azalacaktır.

    9- 32 canımıza yanmamak elde değil. insan olanın canı yanar. ama ben, suruç katliamının ardından yapılan kızıştırmacı, tahrikçi, hedef gösterici, provokatif değerlendirmeleri yapanların o gençlerin ölümüne zerre kadar üzülmeyip, aksine sevindiklerini düşünüyorum. insan kendi çocuğu öldürülse böyle yorumlar mı yapar yoksa üzütüsünü, yasını mı yaşar? bu provokatif yorumları yapıp hemen devleti ve hükumeti suçlayanlar üzülmeyip sevinenlerdir. katliamı pekala dış güçler de planlayıp organize etmiş olabilir. ama bu ölüsevici beyler-hanımlar hemen adresi gösteriyorlar. nereden biliyorlar ve neye hizmet ettiklerini bilerek mi böyle davranıyorlar?

  3. öyle bir şey beklemiyoruz zaten.

  4. oldukça akp yanlısı bir yorum. Olsun. Bu tür yorumlara da gerek var.

  5. oldukça akp yanlısı bir yorum.

    “oldukça” da hatalı bir türkçe. kelimelerimizi de bozdu bu delik demirli kahpe düzen. “oldukça”, “gayet” ve “epey” kelimelerine karşılık önerilmiş bir “sözcük” idi. ama “çok” anlamında ve hatalı biçimde, her yerde kullanılır oldu.

    tıpkı “olası” gibi…

  6. Sayfayi harflerle doldurmus kendince.

  7. AKP yanlısı yorumcu herhalde Bahçeli’nin şu açıklamalarını da doğru buluyordur:

    Devlet Bahçeli’den Suruç saldırısı açıklaması

    MHP lideri Devlet Bahçeli, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde meydana gelen ve 31 vatandaşın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan acı olay sonrasında açıklamalarda bulundu. “İnsan hayatına kasteden canileri ön şartsız lanetliyorum” diyen Bahçeli, “Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu isimli paravan bir oluşumun, “Kobani’yi beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz” kampanyası çerçevesinde toplanan kalabalığın Suruç’a hareketi felaketle sonlanmıştır.” diye konuştu. Bahçeli, “Eğer Sayın Davutoğlu teröre karşı tavır alacaksa ve de imza atacak bir ortak arıyorsa öncelikle çözüm sırdaşı HDP’nin kapısını çalmalı ve bu PKK imalatını ikna etmelidir.” dedi.
    Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Adıyaman Merkez/Doğanlı ve Çatalağaç bölgesiyle Şanlıurfa Suruç İlçesinde Meydana Gelen Terör Saldırıları” hakkında yazılı açıklama yaptı.
    Bahçeli’nin açıklaması şu şekilde:

    “SALDIRILAR ARKA ARKAYA BAŞ GÖSTERMİŞTİR”

    “Ortadoğu’da uzunca bir süredir sahnelenen ve küresel bir arka planı olduğu tartışmasız olan kaos ve karmaşanın giderek çıtayı yükselttiği anlaşılmaktadır. Komşu coğrafyalar istikrarsızlık ve isyan parantezine sıkışmış ve hapsedilmiş haldedir. Terör saldırıları tahammül sınırlarını ve hazmetme ölçülerini çoktan aşmış durumdadır. Bu karanlık tablo ülkemize yansımakla kalmayıp doğrudan doğruya tesir etmektedir. Nitekim Türkiye’nin milli güvenlik ve asayişi yüksek yoğunluklu risk ve tehlikelerle karşı karşıyadır. Mübarek Ramazan ve bayram günlerini geride bırakır bırakmaz sanki düğmeye basılmışçasına felaketler, ölümler ve saldırılar arka arkaya baş göstermiştir. Terör kanlı yüzünü, acımasız yanını, hain niyetini Adıyaman ve Şanlıurfa’da bir kez daha açığa vurmuştur.
    Adıyaman Merkez/Doğanlı ve Çatalağaç bölgesinde bölücü Terör örgütü militanlarının açtığı ateş sonucunda bir vatan evladı şehit olurken, ikisi de yaralanmıştır. Kahraman askerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, yaralılara acil şifalar temenni ediyorum. “Analar ağlamayacak, terör bitti, bayrağa sarılı tabutlar gelmeyecek” yalan ve istismarına artık aldanacak kimseler kalmamıştır. Bilakis bölücü terör örgütü, imkan ve kabiliyetini ileri bir aşamaya taşımış, eylem yapma, pusu kurma ve silahlı saldırı kapasitesini daha da güçlendirmiştir.

    “BU GERÇEĞİ YOK SAYMAK…”

    Geçtiğimiz 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de toplanıp İmralı canisinin on maddelik ihanet metnini yol ve müzakere haritası olarak benimseyenler bölücülüğün ve terörün aldığı mesafede pay sahibi olan sorumsuzlardır. Bu gerçeği inkar edip tevil yoluna sapmaya çalışan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bayramın ilk günü yaptığı eften püften açıklamalar sadece göz boyamanın ve suçluluk telaşının eseridir. Çözülme süreci PKK’nın hain taleplerine kuluçka işlevi görmenin yanında; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ağır hasar vermiştir. Bu gerçeği yok saymak, işlenen suç ve cinayetlere kılıf aramak hiç kimseye bir fayda sağlamayacağı gibi, iç huzur ve kardeşlik ikliminin lehine de olmayacaktır.
    Şiddete bulaşanlar, terörü politika vasıtası yapanlar, bölünmeyi çözüm sananlar, pazarlık masalarına oturup Türkiye’nin parçalanmasına açıktan hizmet edenler elbette emellerini gizlemeyeceklerdir. Maalesef ki Türkiye, kaynak ve kökeni malum olan her türlü terör örgütünün saldırı ve tahrik kuşatması altına alınmıştır. Ülkemizin çevresindeki çember giderek daralmaktadır. Ortadoğu’nun yeni baştan haritasını tanzim ve çizimini vahşet projelerine sabitleyen odaklar Türkiye’yi Irak, Suriye, Lübnan ve Libya’ya dönüştürmek için olağanüstü nitelikli bir provokasyonun içindedir. Kaldı ki, bugün öğlen saatlerinde Şanlıurfa ilimizin Suruç ilçesi Amara Kültür Merkezi bahçesinde meydana gelen kanlı terör saldırısının başka türlü izahı olmayacaktır. Bu kapsamda bedenine bomba saran azılı bir cani 31 kişiyi öldürmüş, 100’ü aşkın kişiyi de yaralamıştır.

    “ÖN ŞARTSIZ LANETLİYORUM”

    Kim olursa olsun, neye inanırsa inansın, hangi bahaneye sığınırsa sığınsın insan hayatına kast eden canileri ve terörist hedefleri tartışmasız, amasız ve önşartsız lanetliyorum. Terörle huzur arasında tarafsız ve yalıtılmış bir bölge olmadığını herkes görmeli, kabullenmelidir. Suruç’u kana bulayan terör saldırısının tüm boyutlarıyla aydınlatılması, iç yüzünün fail ve azmettiricileriyle birlikte ortaya çıkarılması milletimizin en haklı ve yerinde beklentisidir.

    “SGDF İSİMLİ PARAVAN OLUŞUM”

    Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu isimli paravan bir oluşumun, “Kobani’yi beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz” kampanyası çerçevesinde toplanan kalabalığın Suruç’a hareketi felaketle sonlanmıştır. Kobani’deki sözde devrimi savunma amacıyla bir araya geldiklerini söyleyenleri; HDP, ESP gibi terör şubesi partilerle birlikte bölücülüğün yanında saf tutmuş bazı sivil toplum kuruluşları desteklemiştir. İstanbul’dan Suruç’a Kobani bahanesiyle yola çıkanların bir defa amaç ve yöntemleri halis ve ahlaki görülemeyecektir. Kobani aşkıyla yanıp tutuşanların bu aziz millete karşı mensubiyet sancısı, bu kutlu vatana yönelik muhabbet ve sevgi bunalımı yaşadığı kuşkusuzdur.

    “GERİYE BİR TEK KOBANİ Mİ KALMIŞTIR?”

    Türkiye’de yardım edilecek yer ve insan bitmiştir de geriye bir tek Kobani mi kalmıştır? Bu sorunun samimiyetle cevaplandırılması lazımdır. İstanbul’dan kafilelerle Suruç’a gidenlere izin verilmesi, gerekli tedbir ve güvenlik önlemlerinin alınmaması ayrıca sorgulanması ve değerlendirilmesi gereken bir muammadır. Terör örgütü PYD’ye yardım ve yataklık hevesiyle Kobani’ye açılan koridordan geçme gayesi taşıyanları ateşin içine iten, canlı bomba alçaklığıyla muhatap yapan ilişki ve irtibatların sis perdesi de mutlaka aralanmalıdır. Karşımızda çok ciddi bir istihbarat ve güvenlik zaafı olduğu ortadadır. Türkiye’nin canlı veya cansız bomba kazanına çevrilmesinde hiç şüphe yok ki hükümet her yönüyle mesuldür.

    “HDP’NİN ELİ SAZLI EŞBAŞKANI…”

    AKP’nin ikircikli, ilkesiz, lekeli ve marazi politikaları teröristlere ümit aşılamaktadır. İstanbul’dan Suruç’a kadar hiçbir yol kontrolüne uğramadan, hiçbir çevirme ve engellemeye maruz kalmadan seyahat eden, neye ve kimin yararına faaliyet gösterdikleri net olan Kobanicilere devlet irade ve idaresi gösterilememiştir. İhmaller zinciri Suruç’taki canlı bombacıya ve arkasında duran alçaklara aradıkları kanlı fırsatı vermiş, sonuçta Türkiye bu menfur hadiseye kilitlenmiştir. Türkiye’yi Ortadoğu kabusuna çekmek ve çivilemek için örtülü operasyon yapıp kutuplaşma ve kavga ortamını tahkim edenler içimizden devşirdikleri kurye ve maşalarla terör kartını yeniden açmışlardır.
    HDP’nin eli sazlı eşbaşkanının “halkımız kendi güvenliğini almak durumunda” ifadeleri Suruç saldırısından kimlerin nemalanma arayışında olduğunu bariz şekilde gözler önüne sermiştir. Başbakan Davutoğlu’nun bugün akşam saatlerinde yaptığı talihsiz ve isabetsiz konuşması da Suruç katliamını anlamlandırmakta zorluk çektiğine işaret etmektedir. IŞİD ve PYD arasındaki çatışmayı Türkiye’ye taşımak isteyenlere koz verircesine, dört siyasi partinin genel başkanlarının bir araya gelerek teröre karşı ortak bir deklarasyona imza çağrısı samimiyet ve gerçeklerden uzaktır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin şiddet ve teröre karşı nerede durduğu bellidir. Bu konuda hiç kimseye ispat yükümlülüğü yoktur.

    “DAVUTOĞLU TERÖRE KARŞI TAVIR ALACAKSA…”

    Eğer Sayın Davutoğlu teröre karşı tavır alacaksa ve de imza atacak bir ortak arıyorsa öncelikle çözüm sırdaşı HDP’nin kapısını çalmalı ve bu PKK imalatını ikna etmelidir.
    Bunun için Dolmabahçe mutabakatından dolayı millet huzurunda özür dilemeli, pişmanlık duymalıdır.
    Milliyetçi Hareket Partisi’nin duruşu deklarasyonlara bağlı olmayıp büyük Türk milletinin bizatihi varlık ve vicdanıyla temellenmiştir.
    Terörle arasına çizgi çekemeyenler, bölücülerle şaibeli ve şuursuz ilişki kuranlar hazırlanacak bir deklarasyona imza yerine Türkiye’nin milli hak ve çıkarlarını savunacak erdemi gösterebilmelidir.
    Milliyetçi Hareket Partisi kaynak ve gerekçesi ne olursa olsun her türlü şiddet, terör ve bölücülük zehrine hasımdır ve bunların karşı cephesindedir.
    Bu çerçevede partimiz, konum ve durumundan taviz vermeyeceği gibi sahte oyalamalara ve imza tuzaklarına kapalı duracaktır.”

    http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29596865.asp

  8. AKP’nin IŞID’a desteği konusunda, hangi tip deliller “net ve somut” karakterde olabilir acaba?

  9. "akp yanlısı" diye itham eden anonim'e

    hayır anonim. devlet bahçeli’nin o açıklamasını doğru bulmuyorum elbette. çünki ben “akp yanlısı” değilim. “oldukça” da değilim, birazcık da değilim. ama kendini akp’ye ve akp karşıtlığına endekslemiş bir tuhaf solculardan da değilim.

    oturdum 8-9 maddelik bir yazı yazdım. gerekçeler sundum. ama bunlara değinip çürütmek yerine gün zileli gibi kaç yaşında bir insan bile hemen beni etiketledi: “oldukça akp yanlısı”.

    ama yine de sağolsun, yasaklamaya kalkmadı. zaten gün’ün bu özgürlükçü kültürünü beğeniyorum. başka “solcu” yerlerde yasaklıyorlar aykırı fikirleri.

  10. Suriye’de rejimi zor ve iç savaş yoluyla yıkmak üzere devletin imkânlarını, istihbarat örgütünü vb. seferber etmek sonuçta IŞID’a yardım anlamına gelir.

  11. "hangi tip deliller" diye soran anonim'e

    mesela o durdurulan tırlardaki silahların gerçekten ışid’e gittiğinin ortaya çıkması hâlinde çok net ve somut bir delil olurdu.

    ama öso farklı, el nusra farklı ve ışid farklı. kamyonlar, tırlar bunlardan hangisine gidiyorsa gitsin, ışid’e gitmiş sayılmaz.

    sokakta sakallı birini gösterip “işte bak, ışid türkiye’de” demekle olmaz. 🙂

    mesela hdp’liler açıklıyor, “ışid’in türkiye’de kampı var”, “falanca yerde ışid’li biri kalıyor” diye. işte ispatlama imkanı. buyursunlar göstersinler. nerede? suçüstü yapsınlar, baskın düzenlesinler. ispatlamış olurlar.

  12. PENCERE

    Oldu mu?…

    18 EKİM 1985

    İlhan Selçuk

    Dil yaşayan, değişen, gelişen bir kurumdur; kimi zaman da bize karşın değişir; istemediğimiz sözcükleri, deyişleri, deyimleri elimizde olmadan kullanmaya başlarız.
    Son zamanlarda hiç sevmediğim bir sözcük dilime dolandı; telefonda konuşurken, “peki” yerine “oldu” diyorum. Karşımdaki soruyor: Yarın saat 3’te buluşalım mı? Oldu. Ben “oldu” demesem ne yazar!.. Çevremde herkes “oldu” diye konuşuyor. Her nedense “peki” sözcüğünü defterden sildik. Niçin? Bilemiyorum.
    Türk Dil Kurumu artık tutucuların elinde olduğuna göre dilimizi bozamaz, yeni sözcükler, deyimler, deyişler bulup komünistlik olsun diye piyasaya süremez. Peki, kim yaptı bu işi?.. Bir yeraltı örgütü mü var ki Türkçemizi değiştiriyor; şimdiye değin duymadığımız konuşma biçimlerini halkın diline “pelesenk” ediyor?
    Lokantaya gidiyoruz, masaya oturuyoruz, garson takımları dizdikten sonra soruyor: İçki ne alırsınız? Hay Allah!.. Eskiden ne denirdi: Ne içersiniz? Frenkler içkiyi “alırlardı”, Türkler “içerterdi”, değil mi? Şimdi biz de kahveyi, rakıyı, suyu alıyoruz; üstelik garson inadına konuşuyor: Rakının yanında soda mı alırsınız, su mu? Salata alır mısınız? Yok, bu kadarı fazla…
    Konuk olarak çağrıldığın eve gidiyorsun; ev sahibi saygıyla yol gösteriyor: Sizi böyle alalım… Eskiden ne denirdi: Şöyle buyrun… Sofraya oturacaksın, acaba hangi sandalye senin? Ev sahibi imdada yetışiyor: Sizi bu tarafa alalım… Mis gibi kurufasulye geliyor, dumanı üstünde, helmelenmiş, iştahın açılırken soruyorlar: Kurufasulye alır mıydınız? İştahın kesiliyor.
    “Oldu, tamam, alır mısınız?” diye süregelen konuşma biçimi ortalığı sardı. Her dönemin kendine göre bir raconu vardır; Cumhuriyet Türkiyesi, Dil Devrimi’ni yaşadı; geldik “aldımsattım” Türkiye’sine: Malı yükledin mi? Tamam. Eh, öyleyse bir içki alalım… Oldu. “Dışa açılma” politikası nedeniyle başımız göğe erdi; eskiden zenginimiz otomobil alır; orta hallimiz otobüse, dolmuşa, tramvaya binerdi. Vergi iadeleri nedeniyle ortadirek öylesine zenginleşti ki, artık dolmuşa binmiyor: Şuradan bir otobüs alalım… Al bakalım!..
    Kim bozuyor konuşma dilimizi? Atatürk’ün vasiyeti çiğnendikten sonra Türk Dil Kurumu’nun başına geçen Sayın Paşamız, bir emirname yayımlasa da şu gidişi durdursa…

  13. 7 nolu yoruma cevap

    AKP’yi ve genel olarak TC’yi ve bütün kapitalist devletleri devirmek için her yol mübah olduğuna göre IŞİD’e destek iddiası yalan bile olsa bir silah olarak kullanılması doğrudur. Bu nedenle argümanlarınızın doğru olup olmaması önemli değildir.

  14. deminki mesajımda “tırlar bunlardan hangisine gidiyorsa gitsin, ışid’e gitmiş sayılmaz.” demişim. bu, hatalı anlamaya müsait bir ifade. demek istediğim, öso’ya ve el nusra’ya gitmişse ışid’e gitmiş sayılmayacağı idi. malum, ışid bunlarla savaşıyor.

    ama bizim solumuzun ilgi alaka düzeyi aradaki farkı ayırdetmekten uzak. sakallı mı, hımmm, ışid!.. 🙂

  15. Geçmişten Dersler

    Lenin ve Stalin Taktikleri

    Lenin ve Stalin söylediklerinin tersini yapmada epey usta idi.

    Lenin bir taraftan işçilerin Taylorcu usullerle çalışmasını eleştirir uygulamada ise işçileri Taylorcu usullerle çalıştırırdı. Bir yandan demokrasiden söz eder, diğer taraftan da demokrasiyle alay ederlerdi.

    Yani bunlar laflarla hep bir şeyler yaparlardı ama uygulamada ise tam tersi yapmada çok usta idiler.

    AKP de bu Lenin ve Stalin yöntemlerini iyi öğrenmiş görünüyor.

    Lafla her şeyi ispatlıyorlar: en gelişmiş demokrasi vb. savunuyorlar. Lafla yapmadıkları yok. Lafla inkar et, aksini söyle ama uygulamada tam tersini yap.

  16. @2 matiz dartanyan

    Çarpıtma. İD öncelikli olarak (ABD ve İran destekli) Bağdat rejimine, sonra Esat’a, sonra da Esat ile saldırmazlık içinde olan Kürt güçlerine karşı savaşıyor. Daha düne kadar El-Nusra ve İslami Cephe gibi diğer şeriatçı örgütler ile diyalog arıyordu. Son birkaç ayda çatışma noktasına geldi.

    Son derece somut ve kesin olan şu: Esat’ı devirme hırsıyla ÖSO adlı gevşek ve kifayestsiz koalisyona azami askeri, politik, lojistik destek verildi. Bu desteği alan güçler tüm para ve teçhizatlarıyla beraber önce El-Nusra, sonra İD’e katıldı. İD, AKP’nin gönlündeki müttefik olmasa da, PYD’ye karşı tercih ediyor, siyaseten de ideolojik olarak da kolluyor. ABD zorlamasıyla bu tavrını çok hafif değiştirmeye başladığı anda da bumerang etkisi ile İD ülkemizin içine etmeye başladı.

    Bu adamları ağır bir yumruk ile ezmeden, örgütçülerini içeri tıkıp kaçaklarını dışarı sürmeden, eylem hücrelerini paramparça etmeden bu illetten kurtulamayız, bu gidişle kan gölü yaparlar ülkeyi. (İD ile hiç bir stratejik ortaklık aramayan güçler ve bu güçlerden oluşan bir iktidar bloku bunu yapmaya başlayabilir ancak).

    “AKP İD’i desteklemediğini ispatlasın” sözü AKP’lilerin sürekli olarak “HDP PKK’yi kınasın” söylemine cevap olarak söylenen retorik bir sözdür.

    Son olarak da bizde yas öfke ile tepkiyle tutulur.

  17. Ayrıca AKP hain ve beş para etmez politikalarıyla bu belayı gencecik solcularımızın başına getirdiği gibi, tek bildiği şey olan mağduru ezmeye devam edecek hamleler yaptı. Urfa’da eylem yasağı, Taksim’de katliam protesto edene, yas tutana gaz plastik mermi, taziye çadırlarına yasak vs.
    Normal bir ülkede ulusal yas ilan edilir devlet töreni yapılır taziye çadırlarına gösterilere polis koruması verilir.
    AKP = Aşağılık köpekler

  18. Düzeltiyorum AKP = Aşağılık Katiller Partisi

    + Yanlış anlaşılmasın katliam genel olarak TR’ye karşı yapılmadı. PYD müttefiki sola yapıldı. Bumerang dediysek TR topraklarında meydan okunarak yapılması boyutunu kast ediyorum. Yoksa AKP’nin, RTE’nin bir an için üzüldüğünü düşünmeyin. İşbirliği veya yol vermiş olma ihtimalleri de yüksek. Üzülmüyorlar ama bunlar kontrolden çıktıkça kaygılanacaklar.

  19. dartanyan'dan 7 no.lu yoruma cevap verene cevap

    “AKP’yi ve genel olarak TC’yi ve bütün kapitalist devletleri devirmek için her yol mübah olduğuna göre IŞİD’e destek iddiası yalan bile olsa bir silah olarak kullanılması doğrudur. Bu nedenle argümanlarınızın doğru olup olmaması önemli değildir.” demişsin.

    bunu bir espri olarak yazdığın hissine kapıldım. eğer öyleyse esprindeki ironiye katılıyorum. eğer ciddi yazdıysan yazık ve vahim. devrimciler “her yol mübah” demezler.

  20. dartanyan'dan mülayim sert'e cevap

    mülayim, ışid konusunda yazdıkların benim görüşlerimle çelişmiyor. sen de ışid’e doğrudan bir yardım iddiası dile getirmemişsin. id’e sonradan katılan dinci örgütlerden söz etmişsin. id’e katıldılar ama sonra bir kısmı ayrıldı. id kendisine katılanları da öldürüyordu çünki.

    şu sözün yanlış: “AKP İD’i desteklemediğini ispatlasın” sözü AKP’lilerin sürekli olarak “HDP PKK’yi kınasın” söylemine cevap olarak söylenen retorik bir sözdür.

    hayır, mantık olarak eşdeğer değil. hdp şiddet yolunu terk etmeyen pkk’yi ve onun silahlı eylemlerini eleştirmeli ve kınamalıdır. artık çocukça ve şımarıkça silahlı eylem fetişizmini terketmek gerekiyor. pkk alsın silahını, gidip ışid’le savaşsın. bu açık gerçeği olanca netliği ve sertliği ile söylemeliyiz. yeter artık!

    ama onun dışında, dediğim gibi, “hdp pkk’yi kınasın” lafı ile “tc ışid’e destek olmadığını kanıtlasın” lafı eşdeğer ve benzer mantığa sahip değil. kimse de öyle anlamadı (sen hariç). figen yüksekdağ o lafı ironi olarak söylemedi. maalesef cahilliğinden öyle bir laf etmiş oldu.

  21. dartanyan'dan mülayim sert'e 2. cevap

    akp’ye yönelik eleştirilerinde haklısın. bunlara katılıyorum (hakarete hariç). ancak eleştirmek ayrı, akp’nin ve tc.nin id’e destek olduğunu iddia etmek ayrı. özellikle son katliamı, sıcağı sıcağına akp’nin üzerine yıkmak, akp’nin bu katliamı düzenlediğini iddia etmek sorunlu.

    çünki arkasında dış güçler de olabilir. amaç içeriyi istikrarsızlaştırmaksa, kaosu tırmandırmaksa, işte tam da öyle oldu. çeşitli ihtimalleri bir tarafa atıp, sırf içindeki nefreti tatmin edebilmek için olayı akp’nin üzerine yıkmak, sosyalist-solcu davranışı değil. tepkisel bir tavır.

  22. Suriye’de iç savaşı kim kışkırttıysa bu bombalamanın da sorumlusu odur.

  23. Dartanyan şöyle yazmış: “mesela o durdurulan tırlardaki silahların gerçekten ışid’e gittiğinin ortaya çıkması hâlinde çok net ve somut bir delil olurdu.
    ama bizim solumuzun ilgi alaka düzeyi aradaki farkı ayırdetmekten uzak. sakallı mı, hımmm, ışid!”

    Bunu okurken solcular acaba iktidarda mı diye düşündüm? Çünkü dartanyan büyük bir olay olmuş, olayı da bırakmış bırakmış, arka planı da bırakmış, iktidarda kimler olduğunu da bırakmış solcuları eleştirmeye başlamış.

    Şimdi ilgi alaka vb. diyor Dartanyan. Urfa valisi yakın bir zaman önce işid ile ilgili soru soran gazetecilerin tutuklanmasını istemişti. Güvenlik yasası ile valilere bu yetki de verildi ama vali bu yetkiyi nasıl kullanıyor? Soru sorulmasına bile izin vermeyen bir zihin var, dartanyan solculara ilgi alakadan söz ediyor, bunu biraz da AKP’ye sorsaydı keşke.

    AKP’nin dolaylı olarak IŞİD’e ideolojik destek verdiği söylenebilir: Nasıl bir destek bu. Öncelikle ideolojik destek. Çünkü ikisi de aynı ideolojiyi paylaşıyor. Paylaştıkları birçok ortak nokta var. AKP’ye İslam yüzünden sempati ile bakan biri bir sonraki aşamada IŞİD’e sempati ile bakabilir. Daha sonraki aşamada da destek olabilir. Bu çok zor değil ve bir sonraki aşama çok uzakta değil. İşin bu tarafı var. Çevresinde olaylara İslamcı bakışı ile yorumlayan bir genç, şartların oluşması ile, kolayca IŞİD’in tuzağına düşebilir.

    AKP asıl vahşi kapitalizmi destekleyerek (içerde ve dışarda) ve yine vahşi kapitalizmin politikaları uygulayarak IŞİD’e dolaylı destek oluyor. Vahşi kapitalizm sorunlu, işsiz gençler üretiyor. Yani IŞİD’ın büyümesi için gerekli şartların oluşmasını sağlıyor. İslamcılığın yükseldiği ortamda, milyonlarca Arap göçmeni de sayarsak bu sorunlu gençlerin IŞİD’e katılması beklenen bir şey olmalı aslında.

  24. Ne kaosu tırmandırması HDP’nin PYD’nin müttefiki ESP’li solcular toplu olarak katledildi, buna karşı yükselen tepki de her zamanki polis şiddeti ile bastırıldı.

    Tırlar ortada, rehine olayında İD gibi katliamsever örgütten görmeye alışmadığımız yumuşak çözüm ortada, sınırın cihatçılara kevgir gibi olduğunu herkes biliyor, İD militanları ile TR askerlerinin sınır muhabbeti ortada, son Kobane’deki katliama TR tarafından geçiş yapılmış, ülkede İD’e militan örgütleme faaliyetleri son birkaç güne kadar hiç bir engel olmadan yapılıyor. İD hakkında Davutoğlu’nun apolojetik konuşmaları ortada (“”IŞİD dediğimiz yapı radikal, terörize gibi bir yapı olarak görülebilir” ”Ama oraya katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu.”). İD’den ele geçirilen mevzilerde TR mühimmatı, erzakları ele geçiriliyor.

    Sen herhalde dünya hegemonu ABD’nin 1 numaralı düşmanı olan örgüt konusunda RTE’nin çıkıp açıktan biz bunları destekliyoruz demesini bekliyorsun.

    Dış güçler var evet şu kaçAKsaray’da oturan ve meclise doluşmuş toplumun bağırsaklarından dışarı bırakması gerekenlerden oluşan güçler.

  25. İnsanlık dışı güçler içimizde.

  26. TR’nin Suriye ve İD konusundaki insanlık dışı güç rolünü okumak için zıt düştüğü ABD’nin perspektifini yansıtan yazarlara bakmak yeterli, büyük analist, büyük devrimci olmak gerekmiyor anlamak için :

    http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/32_guzel_cocugun_kaninin_yerde_kalmamasi_icin-1401209

    http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat_yetkin/sorun_sadece_isid_degil_ki-1401380

  27. dartanyan'dan anonim'e cevap

    bir algı operasyonuna dikkat çekiyorum. bu sizce önemsiz bir konu mu? solcu dediğin insan algılarının başkaları tarafından belirlenmesine kayıtsız kalan insan türü müdür? solcu demek, (başka özelliklerin yanı sıra) sorgulayan kişi demek değil midir?

    tırların ışid’e gitmesi ile (o bölge ışid’in değil, öso’nun kontrolünde) öso’ya gitmesini önemsiz bir ayrıntı gibi görüp, “işte ışid’e desteğin delili” diyebilir miyiz? artık “sol” bunu diyebilen bir ruh hâlinde.

    tırların suriye iç savaşını kızıştıran, körükleyen bir şekilde öso’ya silah göndermesini eleştirmek ayrıdır (buna katılırım), bu silahların ışid’e gönderildiği yalanını sürekli tekrarlamak ayrı.

    demirtaş, türkiye sınırları içinde ışid kampı olduğunu iddia ediyor. neden bunu kanıtlamaya çalışmıyor? neden o bölgeyi gündeme getirip ısrarla takipçisi olmuyorlar? önemsiz bir konu mu bu?

    sokaktaki sakallı adamı ışid’ci diye linç etmek yerine neden ışid kamplarını, misafirhanelerini ortaya çıkarmıyorlar?

    trenle ışid’e tank taşındığını iddia edenler neden mobil telefonlarıyla da olsa videosunu çekmeyi akıl edemiyorlar?

    geçenlerde özgür gündem’de, urfa’da veya başka bir ilde patlayıcı kimyasal silah imal eden ışid’lilerin haberi(!) vardı. meğerse adamlar çamaşır suyu imalatçısıymış! 🙂

    urfa valisinin gazetecileri tutuklatması diye bir olay olmuş mu acaba? emin miyiz?

    evet, islamcı bir genç, şimdilik karşı çıktığı ışid’e, güçlenmeye devam etmesi hâlinde sempati duyup katılabilir. ışid profesyonelce örgütleniyor ve savaşıyor. solcular nasıl, başarıya ulaşan bir pkk’ye zamanında sempatiyle yaklaştılarsa, islamcılar da ışid’e zamanla sempati duyabilir ve ışid’in tuzağına düşebilir.

    vahşi kapitalizm ile ışid arasında kurduğun ilişki de sorunlu. şid’e katılım en alttaki ezilenlerden değil, okumuş, eğitim görmüş kesimlerden oluyor.

  28. “vahşi kapitalizm ile ışid arasında kurduğun ilişki de sorunlu. şid’e katılım en alttaki ezilenlerden değil, okumuş, eğitim görmüş kesimlerden oluyor.”

    Pek sorunlu olduğunu sanmıyorum…Asıl sorun vahşi kapitalizmde sorun görmemekte. Anladığım kadarıyla sen bunda bir sorun görmüyorsun. Sorun görmediğine göre vahşi kapitalizmi destekliyor da olabilirsin. Tabii bu sistem birilerine, yakınlarına vb. iyi kazandırıyor. Onlar için para kazanmak kolay, rant alasını almış, para tatlı geliyor tabii. Onlar için sorun yok

    Eğitimli insanlarda IŞİD’e destek verebilir ben veremez demedim. Zaten şu anda eğitimli insanlar daha ciddi sorun yaşıyor. İş bulamıyor, iş bulsa bile çok kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyor.

    Tabii işin iki boyutu var:bir ideolojik boyutu bir de vahşi kapitalizm boyutu.Ben ikisi de var diyorum. İkisi yan yana. Eğitimli hatta maddi durumu çok iyi olan biri de radikal islami destekleyebilir. Usame Bin Ladin buna örnek. Ama bir de işin başka boyutu var, ezilenler kısmı da var, her ne kadar görmek istemesen de. IŞİD Irak’ta milyonlarca insanın öldürüldüğü ve işgal edildiği yerde açığa çıktı. Bir ölçüde tepki idi. Ve aynı zamanda yoksul ve ezilmiş insanların da ideolojisi oldu. O yüzden tespitlerimde sorun olduğunu sanmıyorum.

    Sorun senin bunları ısrarlı biçimde yok saymanda.

    Bu arada AKP’li değilim diyerek AKP’yi bir AKP’liden daha çok desteklemeye çalışman da dikkatlerden kaçmıyor.

  29. Dartanyan'a cevap

    “evet, islamcı bir genç, şimdilik karşı çıktığı ışid’e, güçlenmeye devam etmesi hâlinde sempati duyup katılabilir. ışid profesyonelce örgütleniyor ve savaşıyor. solcular nasıl, başarıya ulaşan bir pkk’ye zamanında sempatiyle yaklaştılarsa, islamcılar da ışid’e zamanla sempati duyabilir ve ışid’in tuzağına düşebilir.”

    Burada haklısın da. Sorun aynı zamanda İslamcıların çok daha fazla güçlenmesi. Üstelik iktidarda olmaları. Yani güç yozlaştırır mutlak güç mutlak yozlaştırır.

  30. Dartanyan'a cevap

    Şanlıurfa Valisi soruya kızdı, 4 gazeteci gözaltına alındı
    http://www.radikal.com.tr/turkiye/sanliurfa_valisi_kizdi_4_gazeteci_gozaltina_alindi-1380133

  31. İD’e katılım tabii ki en alttaki ezilenlerden oluyor. Ne okumuşu. Dergilerinde “kafir patronun işçisi olmak zulümdür gel İD’e katıl iyi bakılacaksın” diye yazıyor (Dabıq). Türkiye’deki adam kafalamaların hangi dökük gecekondu mahallelerinde olduğuna dair bir sürü haber çıktı.
    Liberal ekonominin yoksulluğa mahkum ettiği kesimlerden her türlü radikalizme kitle çıkar. Normal hayatı o kadar kötü ki İD gibi hastaların toplumunda militan olmak daha yeğ gözüküyor.

    + Sen NATO teçhizatları törenle İD’e teslim edilmediği için destek yok sanıyosun. Esat’a, PYD’ye karşı, hafif dikenli, ılıman bir destek var. Bu bariz bir şey. Kusursuz bir ortak demedik.

  32. vahşi kapitalizmde sorun görmediğimi nereden çıkardın eyy anonim?!?

    işte tipik bir günümüz solcusu hatası! vahşi kapitalizmde sorun görmediğimi hangi cümlemden anladın? böyle bir ifade kullandım mı? ışid’e katılanlar en alttakilerden değil, eğitimliler arasından çıkıyor demek vahşi kapitalizmi savunmak veya onda bir sorun görmemek mi oluyor?

    vahşi kapitalizm günümüzde ne ölçüde var? bu da tartışılır. günümüzde kapitalizm sadaka ve cemaat kapitalizmine dönüştürülmekte. iç dayanışma ile belli yerlere bağlı ve bağımlı kılınmaya çalışılan emekçi sınıflar söz konusu. vahşi değil, vahim bir kapitalizm. emekçilerin uyuşturulduğu, tepkisizleştirildiği bir kapitalizm.

  33. Dartanyan'a cevap

    Edit: “Eğitimli insanlarda IŞİD’e destek verebilir ben veremez demedim. Zaten şu anda eğitimli insanlar daha ciddi sorun yaşıyor. İş bulamıyor, iş bulsa bile çok kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyor.” diye yazmıştım.

    Tabii tüm eğitimli insanları kastetmiyorum, eğitimli olup iyi iş bulanlar da var. Demek istediğim eğitimli insanlar arasında da işsizlik ya da sorunlu insanların olabileceğidir.

  34. evet, islamcılar çok daha fazla güçleniyor.

    ve doğru, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır.neyse ki mutlak iktidar diye bir şey yoktur. 🙂

    ben de bunlara karşıt sözler etmedim zaten. peki neden islamcılar daha fazla güçleniyor? gericilik ve dinci gericilik neden daha fazla ve pıtrak gibi bu bölgede boy veriyor? emekçilerin ideolojisi sayılan sosyalizan, anarşizan, sınıf düşünceleri neden emekçi kesimlerce dikkate alınmıyor da, sadece dar öğrenci gençlik kesimlerinin ilgi alanı oluyor?

    düşünülmesi ve sorgulanması gereken bir sorun bu.

  35. "şanlıurfa valisi"nden cevap.

    kardeşim, benim münferit vakalarda tutuklama emri verme yetkim yok ki. bilmeden konuşuyorsunuz. o gazetecilerin tutuklanması emrini vermedim. zaten onlar da tutuklanmadılar. tutuklanmış olsalar tutanak tutulurdu. tekerleme gibi oldu: “tutuklanmış olsalar tutanak tutulurdu.” 🙂 var mı tutanak? yok! ee?..

    kardeşim, her okuduğunuza, her duyduğunuza inanmayın. biraz şüpheci olun. dine, tanrıya inanmayan sorgulayıcı insanların günümüzde her okuduğuna inanması beni müthiş şaşırtıyor ve kara kara düşündürüyor.

    not: şaka… elbette şanlıurfa valisi değilim. ben, dartanyan…

  36. dartanyan'dan mülayim'e

    mülayim, elbette ışid’e en alt kesimlerden de büyük katılım var. ama bunun vahşi kapitalizmle ilgisi yok. mesela ırak’da aşiretler yönüyle bir katılım ve karşı çıkış var.

    mesela dün okudum; ışid’in iletişimci profesyonelleri, sevimli kedi görüntülerini internette yayarak, araya da onları seven, okşayan ışid’li görüntülerini katarak epey bir süre internetten sempati toplamışlar. internet paylaşımlarını “beğendi” yapan gençlerle irtibata geçerek onlara tuzaklarına düşürüyorlar. kim bu gençler? en alttakiler mi? hayır, internet kullanan, düzenin eğittiği ama iş bulamadığı, marjinalize ettiği genç kişiler.

    bunlar okul okumuşlar. ama kültürel dünyaları o kadar sığ ki, internette oynadıkları öldürmeli oyunları gerçek hayatta uygulama şansı veren ışid’e oyun oynar gibi koşabiliyorlar. sentetik ve gdo’lu yetişmiş, sığ ve boş bir gençlik.

    ışid’e destek batı’dan gelmiyor. abd ışid’i bombalıyor. hatta büyüyen ışid tehlikesine karşı abd ve batı, esad’ı destekleme eğilimine girip girmemeyi düşünüyor.

  37. Dartanyan'a cevap

    Dartanyan sorgulamacı olmayı olumsuz şekilde kullanıyorsun.

    Vahşi kapitalizm deme, istersen cici kapitalizm, ya da başka türlü kapitalizm de, AKP kapitalizmi de, kapitalizmi yok sayarak sonuca gitmeye çalışıyorsun.

    İyi taktik….Konuyu dağıt sonuca git, şüphe oluştur, binlerce soru sor..

    Ve aslında bir konuda zor durumdaysan en iyi ikna yolu şüphe etmedir. Bu da şüphenin olumsuz anlamda kullanılmasıdır. Bunu çevreyi kirleten kapitalist şirketler yapar. Nereden biliyorsun, elinde delil var mı, gördün mü, konuştuklarında orada mıydın, yazılanlara neden inanıyorsun, başka araştırmalara baktın mı, belgeleri inceledin mi diye bin türlü soru sorarlar. Amaçları şüphe oluşturarak haklı çıkmaya çalışmaktır.

    Dartanyan bunu yapıyor. Güya AKP’li değil. AmaAKP’ye gelen her türlü eleştiriyi bertaraf ediyor: gördün mü, orada mıydın, belgen var mı, ispat et…. Sonsuz tane böyle sorulabilir.

    Ama tersine şüphe etmek diye bir şey var: gücün ve yetkinin iyi kullanıldığını nereden biliyorsun, kanıtın var mı? O yüzden ispatı olmasa bile tersine şüphe etmeyi bazı durumlarda daha sağlıklı buluyorum. Çünkü salt şüphe ile otoriteyi, gücü, sömürüyü, hatta kapitalizmi kolayca her türlü durumda haklı çıkarabilirsin: gördün mü, orada mıydın, belgen var mı? (Bunu söyleyenler amaçlarının bu olmadığını söyleyebilir, bu bir şeyi değiştirmez.)

    David Michaels 2008 yılında yazdığı bir kitapta şüphenin sanayi tarafından nasıl ustalıklı ve kötü biçimde kullanıldığına ilişkin bir kitap yazmıştı. Kitabın ismi: Doubt is Their Product How Industry’s Assault on Science Threatens Your Health. İlgili olanlar okuyabilir.

  38. silahli mucadele yanlilarini hep kanla beslenen örgütler olarak suclamak Reformist solda gelenektir. Bence, artik ne idugu belli olmayan bir baris muzakere sureci adina , kendilerini mecliste var eden bir sol Politik Aristokrasiden bahsetmenin vakti geldi. Öyleki bu Politik Aristokrasi bazen silahli mucadelesinin bir ürünü olarak kiclarini Geyik derisiyle tanistiran PKK ya bile kafa tutmaya kalkisabilmekte. Devrimci orgutlerin hiyerarsik yapilarinda diktatorya görüp bu humaniter Reformist Politik aristokrasiye laf etmeyen e ne demeli?

  39. Trollere yanıt vermeyin

    AKP’yi destekleyen bir sürü trol var. Bu trollerle zaman kaybetmeyin.

  40. Ortalama proleter bugün zaten lise diplomasıan sahip, yani eğitimli. Önemli bir kısmının kıytırık da olsa üniversite diploması da var.
    İnternette kedi resmi “beğen”erek vakit geçirmeyi alt sınıf olmama alemeti sanıyorsan 20 yıl geriden geliyorsun. İnternet çoktan proletaryanın ucuza sosyalleşme ve vakit geçirme mecrası haline geldi. Oyun oynayanların da kafelerde ömür çürütenlerine hitap ediyor hilafet yaşamı, milyon dolarlık ödül kazananlarına değil.
    İD’in militanlarının önemli bir kısmı uluslararası kanallardan geliyor. Yaklaşık %30’u civarı deniliyor. Bunların Batı’dan gelenleri ezilen, entegre olamamış müslüman azınlıklardan. Batı dışından gelenler zaten şiddet, savaş, terör ile haşır neşir olmuş unsurlardan (Orta Doğu, Afrika, Çeçenistan, vb.). Diğer %70 zaten savaş ve yoksulluk ile tarumar edilmiş ülkelerin sünnileri.
    Önünde çalışma ve yaşam imkanları, düzgün bir geleceği olan kimse katılmıyor İD’e. Kitleden bahsediyorum. Kariyerist savaş lordları vb. girişimciler her sınıftan her silahlı güçte bulunabilir.

  41. IŞİD’e “anlayışlı” bakışın işareti, sayısız açıklama, politika var. Rüşvetin belgesinin olmaması gibi direkt desteğin belgesi de sadece Türkiye’de değil dünyada da genellikle olmaz. Belgesi (genellikle) yoktur ama CIA’nin Nikaragua’da, Kolombiya’da, Şili’de karşı devrimci çeteleri, Pakistan’ın Afganistan’da Taliban’ı desteklediğini, kullandığını herkes bilir. Kimsenin en ufak bir şüphesi yoktur bunlardan.
    “Anlayışlı” bakışın sayısız işaretine gelince.. Onlardan sadece birini Sol.org.tr bugün hatırlatmış:

    1) 22 Eylül 2014’te Anadolu Ajansı’nın geçtiği haberde Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Herkesin saygı duyduğu IŞİD’in de üzmek istemeyeceği geniş bir kesim var” dedi. Bu demecin üzerinden henüz bir yıl geçmedi. IŞİD’e duyulan sempatinin gizlenmediği bu cümlenin sahibi olan Başbakan’ın Suruç katliamına dair üzüntü beyanlarını inandırıcı buluyor musunuz?

  42. Dartanyan'a cevap

    Açıklama:

    Olumsuz anlamda da şüphe edilebilir, edilemez değil.

    Ama çevreye kirletmeye çalışan şirketlerin yaptığı gibi bu sık sık ve kötü bir şekilde kullanıldığında kötü bir amaca da hizmet ediliyor. Ya işin böyle bir boyutu da var diyelim.

  43. Dartanyan'a cevap

    Edit 36. iletideki son paragraf aşağıdaki şekilde olacak:

    David Michaels’ın 2008 yılında şüphenin sanayi tarafından nasıl ustalıklı ve kötü biçimde kullanıldığına ilişkin bir kitabı yayınlanmıştı. Kitabın ismi: “Doubt is Their Product How Industry’s Assault on Science Threatens Your Health”. İlgili olanlar okuyabilir.

  44. AKP dış politikada çok fena halde çuvalladığı su götürmez bir gerçektir..Suriyeyi AKP karıştırdı demek haksızlıktır..AKP Amerikalı dostlarının verdiği ayarla gazına hakim olamadı ve bir Nasrettin hoca ve fil hikayesine maruz kaldı…Hani yahu isteseydi böyle olmazdı demek hiç gerçekçi değildir. Türkiye’nin emperyalizmi ne engelleyecek gücü var nede öyle kıvrak bir zekası.Bu savaş Türkiye istedi diye çıkmadı istemeseydi çıkmayacak diye de bir durum söz konusu değildir..Diğer taraftan işid-akp ilişkisi kurup pkk güzellemesi
    yapmakta kimseye bir şey kazandırmaz hele anarşistlere hiç yakışmaz.. Kobane’de Türkiye neden pasif kaldı ve yardım etmedi diyenler acaba Türkiye’yi pyd saflarında savaşa davet ettiğinin farkındamıdırlar..Surçtaki patlamanın ise gerçek failleri belli değildir.Öyle her olayı işid ile açıklmaya çalışmak işin kolayına kaçmaktan başka bir şey değildir.Bu noktada başbakan ve hdp tarafından yapılan tüm açıklamalar yalandır.Bütün bu gelişmler devlet aygıtının üstüne binmiş akp vampiri ve bu aygıttan pay almaya çalışan diğer vampirler arasın da ki savaştır…Dış etmenlerinde bu aygıtla ilgili projeleri elbette ki var…Şimdi halk olarak bize düşen ne güzelleme yapmaktır ne de orantısız yermektir….Bu aygıtın(devletin),üstüne çöreklenmiş olanların ve etrafında pay almak için dolananların top yekün hesap verir hale getirmektir..Bunun içinde önce aydınlar ve akabinde halklar ortak ve tarihi bir uzlaşmayla bir araya gelmesi kaçınılmazdır.

  45. Dilaver Demirağ diyor ki:
    “Sosyal medya denen yer için çok umut bağlanmıştı, burada yeni bir demokrasi tahayyül edilmişti ama görülüyor ki sosyal medya her geçen gün daha da fikir ve kanaat çöplüğü, curufu haline geliyor.
    Burada okuduklarım adına insan denilen mahlukatla aynı tür olmaktan utanç duyuyorum. ben bir diğerini aşağılayan bir timsah bilmiyorum, ama insan gelişkin zekası ile bunu yapıyor.
    AKP’nin Suriye politikasına giydirenler, ABD’nin bölge poltikalarının borazancılığını yaptıklarının farkındalar mı bilmiyorum, ‘ama kimlik siyaseti’ denen şeye duyduğum tiksinti her geçen daha da artıyor.
    Şu hale bakın sosyalistler, anarşistler ne hale geldiler.. bir anda Kürtleri koruyalım onlarla dayanışalım derken resmen etnisite mühendisliğinin bir parçası oluverdiler.
    Ne oldu beyler hanımlar emperyalizm, kapitalizm, neo liberalizm, yeni faşizm laflarınıza içinizdeki kemalist artık çabucak yüzeye vurdu.
    Sizden bir cacık olmaz bu ülkeye ancak yama olursunuz kendiniz olamazsınız
    Alevilere bulaştınız Aleviliği zengineleştirmek yerine Alevliği bozdunuz, şimdi Kürt siyasi hareketini sola çekelim derken siz çekip kısa don lastiği oldunuz. Çünkü bu düşüncelerin hakkını hiçbir zaman verecek bir düşünce zenginliğiniz olmadı, Ezberlerle sloganlarla kısır ideolojik açıklamalar ile sadece bir taklit oldunuz.
    Oysa o zenginliği taşıyor olsaydınız bugün Ortadoğu Kürtlerin mezar taşı olmak yerine gerçek bir özgürlük coğrafyası olurdu.
    Bir çift sözümde siz Kürt siyasetindeki dostlara..
    Evet şu an içinde olduğunuz hali siz seçmediniz, ama su kurnazlığı yaparak IŞİD’e duyulan nefreti kendi lehinize kullanayım derken emperyalist senaryonun figuranı oldunuz, farkında mısınz?
    Her geçen gün Conileşiyorsunuz. ABD özel kuvvetleri gibi olmaktasınız.
    ABD sizi buraya çekti, sizde hemen teşne oldunuz.
    Peki bu denli çok hınç ürettiğiniz coğrafyada Kürdistan bölgenin özgürlük yurdu olacak mı sanıyorsunuz?
    Hayı,r varlığınız bölgedeki İsrail gibi olacak.
    Çaresizliği anlarım ama bari bunu bu kadar heveskar bir şekilde içselleştirmeyin.
    Deyin ki ‘biz milliyetçiliklerin yok ettiği bu topraklarda denize düşmüşler olarak emparyalizm yılanına sarılmak zorunda kaldık. Eğer bir gün fırsatımız olursa sizler ile birlikte bu bölgeden tüm emperyalistleri kazımak için mücadele vereceğiz.’ (Dilaver Demirag)

  46. Delil filan bunlar için işin hikâye kısmı. Gözünle görsen, kulağınla duysan senin gözün iyi görmüyor, kulağın iyi duymuyor derler. Sana mı güvenelim derler. Kamera ile kayıt altına alsan montaj derler. Belge göstersen sahte derler. Yani her türlü durumda inkâr edecek son derece kararlı bir kitle ve bir partiden söz ediyoruz. Hala delil filan diyorlar.

  47. Dilaver Demirağ’ın anarşizmine itibar etmemenizi öneririm. Kemalizm eleştirisi olarak YAE tarzı anarşizm ekolünden, kripto-islamcı bir perspektife sahip.
    Bu kanaatimi şu üstteki yarı-doğrularla bezeli kötü analizinden önce oluşturmuştum.

  48. Ayrıca AKP yanlısıdır.

  49. Anarşistinden marksistine, liberalinden akademisyenine ne tahribat yaptı şu son 15-20 yıl. postmodernizm, sivil toplumculuk, sol-liberalizm…
    “islami faşizme karşı otonomlar oluşturalım” kapaklı Apolitika’dan buralara geldik. Gerçi içinden geçtiğimiz yıllar (2013-) bu dönemin kapanış sancıları.

    Bakın kendimizden konuşalım, sene 2007’de Gün ne yazmış:

    http://www.gunzileli.com/2007/11/08/turkiyede-anarsizm/

    “Apolitika’nın, 1. sayısında yayımlanan, “Apolitika” imzalı, “İslami Faşizme Karşı Otonomlar Oluşturalım” adlı yazısında, Refah Partisi’nin iktidara gelişiyle, özellikle orta sınıflarda gözlemlenen “şeriat geliyor” paniğinin bir benzerini yansıttığı ve bu paniğe uygun bir “faşizme karşı birleşik cephe” taktiği geliştirdiği görülmektedir :”

    Aynı dönemde, Mülksüzler adında bir aylık ajitasyon dergisi çıkarıyor, İstiklal’de filan sokakta satıyorduk.
    http://www.anarkismo.net/article/4628
    Bir kapağımızda asker postalı kullanmış Cumhuriyet’in ulusalcı şeriat karşıtı kampanyasna ironik bir gönderme ile “Tehlikenin Farkındayız” yazmıştık.

    Tehlikenin büyüğünü görememişiz. 2007’de gerçekten bunu görmek zordu, ve bence 2007 kırılma senesiydi. Eski rejim darbe mi yapacak diye endişeleniyorduk, ve AKP henüz iktidarını konsolide etmemişti.

    Mülksüzler tayfasından daha sonra, aşırı işçici (işçi sınıfını olduğu gibi yani gerici düşüncelerini eleştirmeden kabul etmeci) ve anti-elitist yönelimimizin sonucu olarak içimizden birkaç kişi daha sonra Numan Kurtulmuş’un HAS Parti’sine katılmıştı !

    Bu da bir mini özeleştiridir. “Ulusalcılar haklı çıktı”dan öte, sarkaç bir o yana bir bu yana salınırken doğru çizgiyi görmenin zorluğu üzerine bir hatırlatma.

  50. AKP tarafından IŞİD’e doğrudan destek verilip verilmediği konusuyla ilgili olarak, Cumhuriyet gazetesinde bundan aşağı yukarı bir ay önce, otobüslerle Suriye tarafına IŞİD militanlarının taşındığına dair bir haber çıkmıştı. MİT tırları mevzusu kadar ilgi uyandırmadı ama önemli bir iddia bence.

    http://haber.sol.org.tr/turkiye/isid-militanlarini-tasiyan-soforler-bizim-sucumuz-yok-devlet-isi-yapiyorduk-119340

  51. dartanyan'dan eleştirilere toplu cevap

    sırasıyla cevaplayayım. ama bütün hepsini değil, sadece bir kısmını…

    “sorgulamacı olmayı olumsuz şekilde” kullanmak mümkün. ama ben öyle yapmıyorum. sırf şüphe uyandırarak akılları bulandırmaya çalışmıyorum. aksine, akılları açmaya, çalıştırmaya çalışıyorum. mesela ben, tc’nin ışid’e yardım etmediğini söylemedim. sadece bunu bilmediğimi söylüyorum. bilen varsa açıklasın, delil sunsun. delil sunulamaz diye bir şey olamaz. iddia ediyorsanız kanıtlayabilirsiniz de. bakın abd’nin nikaragua’daki kirli işlerini yürüten oliver north adlı askerin olayını hatırlarsınız. o olaylarla ilgili sorumlular ceza da aldı. çünki kanıtlandı ve belgelendi.

    orası abd. evet, burası da türkiye. orada deliller, kanıtlar geçerli, burada ise güçlü ve güçlendirilmiş önyargılar. 🙂

    ben şüpheyi, kendim şüphe duyduğum için dile getiriyorum. aklımı karıştıran, sürekli asılsız iddiaların sahte belgelerle sunulması ve bunlarla bir algı oluşturulmaya çalışılmasıdır. sahte belgelerin sahteliğini görüyorsam, ne yapayım? görmezden mi geleyim? gerçek belge muamelesi mi yapayım? böylece genel koroya mı katılayım? yapamam. siz de yapmamalısınız.

    şüphe, aklın motorudur. sırf bu nedenle ben Ahmet Davutoğlu’nun, “Herkesin saygı duyduğu IŞİD’in de üzmek istemeyeceği geniş bir kesim var” dediğine şüpheyle yaklaşırım. ama sizler hemen inanıyorsunuz. bense araştırıyorum. işte şimdi yine araştırdım ve sadece 1 dakikamı aldı. işte sonucu:

    ahmet davutoğlu meğer şöyle demiş: “Herkesin saygı duyduğu, IŞİD’in de Musul’daki konumu gereği üzmek istemeyeceği bir kesim var.”

    iki ifade arasındaki 7 değil, 1 farkı bulun. o minik fark her şeyi değiştiriyor. ama farkı fark edemeyenler o sözden hemen ışid’e yönelik “gizlenemeyen sempati”yi anlıyorlar.

    delil istemekten çekinmeyin. delil veya veri olmadan iddiada bulunanlara şüpheyle yaklaşın. özellikle büyük harflerle, yüksek perdeden dile getiriliyorsa daha bir kuşku duyun. delil isteyenlere “delilmiş” diye dudak bükenlere inat, siz delil arayın, sorun. orada ışid kampı varsa hep birlikte oraya gidilip bakılmasını talep edin. delil diye sınırdaki askerlerle ışid’liler arasındaki el kol hareketli videodan fazlasını sunamayanlara ikna olmadığınızı söylemekten çekinmeyin.

    mesela delil diye erdoğan’ın “kobane düştü düşecek” lafını pişirip sunuyorlar. o konuşmanın videosunu izleseniz bile o lafın nasıl çarpıtıldığını göreceksiniz. ama izlemiyorsunuz, araştırmıyorsunuz, düşünmüyorsunuz.

    orada adam, kara harekatının yapılmasını istiyor. havadan bombalamalarla ışid’in bitirilemeyeceğini söylüyor. ama o sözü alınıp, kobane’nin düşmesinden zevk aldığı şeklinde çarpıtılarak yorumlandı.

    bunu diyorum diye erdoğan’ı savunmuş mu oluyorum? hayır. sadece doğruları, hakikati savunuyorum. yoksa erdoğan’ın ve akp’nin suriye ve kobane politikasını çok kötü buluyorum. suriye’nin bugünki durumundan esad rejimi kadar, iç savaşa gaz veren erdoğan rejimi de sorumludur. kısa sürede sonuçlanacağını düşündükleri bir savaşa gaz verdiler ama felakete benzin dökmüş oldular.

  52. Dünya medyasında onlarca örnek verildi TR üzerinden Suriye’ye ‘gizlice’ gönüllü militan aktarımı için. Malum olan birşeyi temel tartışma konusu haline getrmenin en ufak bir anlamı yok. Hele “ISID kadar hardcore olmayanlara yardım edildi, ama onlar aslında ISIDçı değil, delil yok” tırıvırı ise, fazlasıyla ciddiyetsiz. Bu ülkenin idarecileri bir komşu ülkeye şiddeti resmi açıklamalarıyla taşıdı. Binlerce insan öldü. Hergün de TR’nin -en azından siyasi- katkılarıyla ölmeye devam ediyor.

  53. Benim o yazı hatırladığım kadarıyla 1990’larda yazılmış olmalı.

  54. @ GZ

    Yazıyı sitede 2007’de bulunca o ara yazılmış sandım.

    Fakat yine de, 28 Şubat öncesi dönemde “İslami Faşizme Karşı Otonomlar Oluşturalım” çağrısı, bugünden bakıldığında “orta sınıflarda gözlemlenen “şeriat geliyor” paniğinin bir benzerini yansıttığı ve bu paniğe uygun bir “faşizme karşı birleşik cephe” taktiği geliştirdiği” şeklinde eleştirilmeli miydi?

    Bence AKP öncesinde Kemalist olmayan solda büyük bir kör noktaydı İslamcı sağ. Bizzat bazı “şef”lerden “İslamcıların bir çoğu solculardan daha onurlu” gibi şeyler duyduğumu hatırlıyorum. Kemalist görünümlü orduya karşı sivrilmiş olan bilinç, bu popülist karakterli sağa karşı nötr ile hafif sempati duymak arasında gibiydi sanki. Erbakan’ın “Adil Düzen”i de bu arada “kapitalizmin eksik eleştirisi”nden ibaretti (Nazi’lerin kapitalizm eleştirisinin çok benzeridir bu, faizci yahudiler’in yerini faizci finans sermayesi alır sadece).

  55. İslami Faşizmea karşı yazı (sanırım Tayfun Gönül tarafından yazılmıştı), bugünden bakılınca çok önemli bir yazı olarak göze çarpıyor.

  56. @49 Davutoğlu’nun iki açıklaması arasındaki “büyük” farkı gerçekten göremedim. IŞİD’in terörist değil öfkeli bir grup insan olduğunu söyleyen de Davutoğlu’ydu mesela, orada da bizim göremediğimiz ince bir nokta olabilir mi acaba? 🙂 Oliver North ve İran-kontra skandalı, CIA’nın suçüstü yakalandığı çok az sayıdaki olaydan biri. Buzdağının görünen kısmı. Ama Oliver North skandalı ortaya çıkmasa Amerika’nın Nikaragua’da Sandinistalara karşı faşist çeteleri destekleyip desteklemediğinden şüphe mi duyacaktık yani? Şunu biliyoruz: Amerika, 20. Yüzyıl boyunca arka bahçesi Güney Amerika’da devrimci güçlerin iktidara gelmesini engellemeye yönelik strateji izledi. Genel stratejiyi bildikten sonra Kolombiya’da, Şili’de, Nikaragua’da, El Salvador’da neler yaptığını tahmin etmek kolay. Tümden gelim de bilimsel bir yöntem ne de olsa… Ankara’nın Suriye politikasını biliyoruz. Cihatçıların desteklenmesi. Ha Nusra ha IŞİD, ne fark eder… Bir fark mı var aralarında?

  57. Sünnîler Suriye’den İbret Alamadılar
    M. Şevket Eygi

    DİKTATÖR Saddam Hüseyin zamanında çok baskı vardı ama Irak bu kadar kötü durumda değildi. Ülkede birlik vardı, üniter devlet yapısı vardı. Bugünkü gibi parçalanmamıştı. Sünnîler ve Şiîler birbirinden bugünkü kadar kopmamıştı.

    Suriye’de de dört sene önce devlet vardı, güvenlik vardı, oldukça yumuşama vardı, meselâ bendeniz arkadaşlarımla birlikte oraya gidip keyf içinde gezebiliyordum. Bugün ise korkunç bir iç savaş var, ülke yangın yerine, harabeye dönmüş vaziyette.

    Yemen’in durumu da oldukça iyiydi, orada da güvenlik vardı, gidebiliyorduk.

    Libya’da diktatörlük vardı ama bugünkü gibi iç savaş yoktu, birbiriyle çarpışan iki ayrı devlet ve hükümet yoktu.

    Irak hakkında kesin konuşamam ama Suriye’nin bugünkü duruma düşmesinin asıl sebebi, çoğunlukta olan (yüzde 75 veya 80) Sünnî Müslümanların gafletinden ve birlik olmamalarından ileri gelmiştir. Onların en ölümcül hatâsı (imkân varken) istidatlı ve kabiliyetli çocuklarının yeterli kısmını subay yetiştirmemeleri olmuştur.

    Onlar orduyu ihmal etmiş, yüzde onluk Nuseyrî azınlığı orduya sızmış ve sonunda kanlı bir diktatörlük kurulmuştu.

    Sünnîlerin müzmin hastalıklarından birincisi ittihadsızlıktır, yâni tek bir Ümmet çatısı altında bir ve beraber olmamalarıdır.

    Yekûn olarak nüfusun yüzde seksenini oluşturuyorlar ama birbirinden kopuk bir sürü hizbe, fırkaya, cemaate ayrılmış oldukları için azınlık durumuna düşüyorlar.

    Haçlı seferleri başladığında Ortadoğu Müslümanları bir sürü küçük devlete ayrılmıştı, bunlar birbirleriyle rekabet ve çekişme halindeydi ve sonunda Haçlı ordusu geldi, hepsini hallaç pamuğu gibi attı ve Kudüs’ü zabt etti.

    Aradan yüz yıla yakın bir zaman geçtikten, çok acılar çekildikten, çok kanlar döküldükten sonra Salahaddin Eyyubî birliği sağladı da Kudüs ondan sonra istirdat edilebildi (tekrar ele geçirilebildi.)

    Sadece Ortadoğu’da değil, bütün İslam âlemindeki Sünniler ittihattan uzaktır, gaflet içindedir.

    Suriye’de olup bitenler onlara ders vermemiştir, ibret almamışlardır.

    Türkiye Sünnîleri arasında hiçbir derlenme, toparlanma, tek bir Ümmet olma, bu Ümmetin başına râşid bir Halife seçme, güçbirliği yapma niyeti teşebbüsü ve faaliyeti görülmüyor.

    Birilerine küçük saltanatlar çok zevkli geliyor.

    On, yirmi, otuz Sünnî cemaat tarikat hizip fırka sivil toplum kuruluşu başkanının bir araya geldiği görülmemiştir.

    Tek bir Ümmet olma yolunda dişe dokunur bir çalışma yoktur.

    Böyle bir çığır şu mübarek Ramazan’da açılabilirdi. Lakin bu konuda hiçbir şey yapılmadı.

    Türkiye parçalanıyor, güneyimizde birkaç Kürt devleti kuruldu, ordu sınıra yığılmış ve teyakkuz durumunda, yarın bizim topraklarımızda da çok vahim gelişmeler olabilir ama Sünnî çoğunlukta bir toparlanma, birleşme yok.

    İftar ziyafetleri gırla gidiyor. Birlik mi, Ümmet mi, Halife mi?.. Kalsın…

    Bu durum hep böyle gider mi?

    Suriye Nuseyrilerin eline düşmeden önce Sünnîler derin bir gaflet içindeydiler. Durum biraz yumuşadıktan sonra gaflet yine devam etti.

    Bizdeki birileri ne diyor biliyor musunuz? Suriye’de olabilir ama bizde olmaz…

    Balkan harbinden önce de bazı gafil Osmanlılar bir şey olmaz bir şey olmaz demişlerdi ve sonra beş asırda aldığımız Rumeli’yi üç haftada kaybetmiştik.

    İttihadsızlık, Ümmetsizlik, İmamsızlık, şuursuzluk, gaflet gerçekten büyük beyinsizlik ve felaket.

    http://www.gazetevahdet.com/sunniler-suriyeden-ibret-alamadilar-2894yy.htm

  58. Dartanyan'a cevap

    Şüphe aklın motorudur. Delil aramak da gerekir. Haklısın ama bu işin sadece bir kısmı, bir de kalan kısmı var onu da ben yazayım:

    Şüphe olumsuz biçimde yapılırsa her türlü suçlu kolayca aklanabilir. Veya otoritelerin, iktidarların söylediklerini delil kabul edip tersini görmemeye çalışmak da sorunlu.

    ABD’den söz etmişsin. Sorumlu olanların, hatalı olanların, yanlış iş yapanların cezalandırılmasından söz ediyorsun sanırım. Bir de ABD Irak’ta kimyasal silah olduğunu söylüyordu. Ellerinde güçlü deliller olduğunu söyledi ABD’li yetkililer; ABD buna dayanarak Irak’a saldırdı. Şimdi şüphe edip soralım, nerede bu kimyasal silahlar? Böyle bir şey yok, kimyasal silahları hala ABD göstermiş değil. Peki sorumlular ceza aldı mı? Irak’ta bu karar yüzünden milyonlarca insan öldü, IŞİD ortaya çıktı. Irak paramparça oldu, ülke çöktü. Hani bu ülkeye demokrasi gelecekti? Bu kadar büyük bir olayın sorumlusu neden ceza almıyor?

    Yani belgeni getir, delil getir tamam da. Kime göre? Adam belge gerçek olduğu halde kabul etmese ne olacak? Ya da belgeler gerçek olduğu, kanıtlar da epey güçlü olduğu halde şüphe edip olayları yok mu sayacağız? Tam tersi de mümkün belgeler gerçeği göstermediği halde gerçeği göstermiş gibi kabul da edilebilir. Örneğin sigara şirketlerinin durumu, yine çevreyi kirleten sanayinin durumu. Binlerce delil ve kanıt sunulduğunda senin mantığınla şöyle denilebilir: Şüphe etmek aklın motorudur, şüphe edelim, şirketlerin çalışması tersini söylüyor, bir de onların görüşlerini bakalım, belki onlar doğrudur. Sonuç kararsızlık ve çok büyük zaman kaybı, şirketlerin bu süre içerisinde istedikleri gibi at oynatması. (Ki ABD’de yaşanmış olaylar bunlar vakti zamanında. Üstelik ABD devleti de yıllarca şirketleri desteklemiş ve hala da aslında bazı konularda destekliyor ve şirketlerin çevreyi kirletmesine göz yumuyor. Yani buna benzer olaylar, bazı şirketlerin çevreyi kirletmesi ABD’de halen devam ediyor, tabii bunlara karşı mücadele yok değil.)

    AKP’nin algı operasyonundan söz ediyorsun, tamam haklı olabilirsin. Bu konuda AKP’ye karşı bir algı operasyonu yapılmış olabilir. Ama bu tür algı operasyonlarının çok daha fazlasını AKP’de yapıyor. Bunların çoğu algı operasyonu diyorsan AKP’nin yandaş basınla birlikte algı operasyonlarının alasını yaptığını görmek gerekir.

    Ayrıca Türkiye’de bu işleri araştırmak gerçek ve objektif bilgiye ulaşmak çok daha zordur. Örneğin valiye gidip bir şeyler sorulduğunda vali konuyla ilgili yeterli ve doğru bilgi vermeyebilir. Üstelik bu işi yapacak bağımsız basın Türkiye’de yok gibi bir şey. Şimdi sen dersen ki arabanla Urfa’ya git, oradaki adamları bul, onlarla konuş…İyi tamam da bu o kadar basit değil. Çünkü bu tür şeyler benim tek başıma yapacağım şeyler değil. Bağımsız ve özgür basının olmadığı bir yerde bunlar çok zor. Basın özgürlüğünde ise Türkiye’nin yeri belli, oldukça kötü durumda.

    Bir başka ve çok önemli nokta. Kompleks olaylarda nedenler direk görülmeyebilir. Direk görülmediği veya sonuçları çok zaman sonra değişik şekillerde hissedildiği için bunları görmezden gelmek çok kolaydır. Ayrıca bu tür karmaşık olayların ispatı da kolay değildir. Hava kirliliğinden dolayı ölen insanların durumu buna örnek verilebilir. Bir çalışmaya göre hava kirliliği sadece Londra’da binlerce kişinin ölümünden sorumlu. Peki neden önlem alınamıyor veya bundan kim sorunlu? Bu tür olaylar konusunda insanlar son derece bilinçli bile olsa kapitalizmin egemen olduğu dünyada bunlara dur demek kolay değil. Hava ve çevre kirliliğinden dolayı bazı insanların ölmesi ilk bakışta insanlara saçma ve alışılmışın dışında gelebilir. İşte önemsiz diye küçümsenen kapitalist politikalar zamanla bu tür içinden çıkılmaz büyük sorunlar oluşturuyor.

    Şirketler ve onların egemenliğindeki politik güçler uyduruk bahanelerin arkasına saklanarak Irak’ın petrollerini el koymak için IŞİD vb. oluşmasına göz yumuyor veya neden oluyor, Irak’ı demokrasi bahanesi ile bölüyor. ABD Irak’ı işgal etsin diye İncirlik üssünü kullananların izinleri ve onlar için duacı olmaları da görmezden geliniyor. Biz de burada bunların bedeli ödüyoruz bazıları da bu arada çok yaşa kapitalizm, her şeyden şüphe et ama kapitalizm buna dâhil değil demeye devam ediyor ya da bunu ima edecek sözler söylüyor.

    Bir başka nokta daha var. Birçok konuda gerçekler bulunsa ve detaylarla ortaya konulsa bile toplumda birçok insan bunları anlamayabilir, üstelik karmaşık ilişkileri tüm yönleri ile anlamak, neden sonuç ilişkilerini ortaya koymak kolay değildir. Ayrıca insanlar anlamak için büyük çaba sarf etmeye gerek de duymayabilir, ne de olsa birileri onların yerine düşünüyor: yani aslında kimse öyle senin dediğin gibi kılı kırk yararak, her şeyden şüphe ederek olayları araştırmıyor, bir kere bunları yapacak zamanları yok üstelik karmaşık bir sürü binlerce olay var. Bu yüzden insanların çoğu bir sürü konuda işbölümü içinde otomat gibi yaşıyor, herkes kendilerine verilen emir ve görevleri yapıyor: otorite veya güç odaklarının belirlediği çerçevede, bu çerçevenin dışına çıkmak mümkün değil gibi. Bunu ancak bağımsız ve özgür basın ve araştırma kurumları yapabilir: onların gücü ,sayısı ve etkinlikleri de son derece sınırlı.

    O yüzden “delil, kanıt getir ikna et bizi” çok defa egemen sınıfın kullandığı bir retorik olabilir. (Yanlış değil belki ama egemen sınıf için oldukça kullanışlı biçimde kullanılabilir. Ne de olsa ispatlamak o kadar basit değil.) Biz de sanacağız ki egemen sınıf delillere çok büyük değer veriyor. Hayır egemen sınıf çok defa kendi işine gelen delilleri kabul eder, işine gelmediği zaman delilleri görmezden gelir, bazen kamu oyunun tepkisini dindirmek için bazı delilleri görür ya da görmek zorunda kalır ama yine de kendi çıkarını en öncelikli olarak değerlendirir. “Ama ben şüphe ile bakıyorum her türlü delili çok titiz biçimde değerlendiriyorum.” sözünü egemen sınıfın sıradan insanları ikna etmek için kullandığı bir retoriktir. Hadi bakalım şimdi rahat uyuyun, egemen sınıf delillere bakıyormuş .

  59. Sayın zileli sizde hdp yanlısısınız böyle yaftalamalarla stlanist bir anarşizmin kapılarını açıyorsunuz…

  60. dartanyan'dan barış'a ve "dartanyan'a cevap" yazan kişiye.

    barış, aradaki ince fark bir virgül idi. artık gençlerimiz noktalama işaretlerine hiç dikkat etmiyorlar. birileri de onları özellikle kaldırarak algı operasyonuna hizmet ediyorlar. virgüle dikkat et lütfen.

    ayrıca ben amerika’nın kirli işlerine delil istemiyorum. amerika’nın kirli işlerine delil gerekmez. ben ağar’ın yargısız infaz operasyonları ve çiller’in kürd işadamlarına karşı operasyonlar için de istemiyorum. ben bir delil tutkunu değilim.

    ben sadece algı operasyonuna dikkat çekiyorum ve “madem öyle, hani delilleri” diye soruyorum. çünki ortaya konulan delillerin sahteliğini görüyorum ve buradan bir sonuç çıkarıyorum; neden sürekli sahte deliller sunulur? yok mudur hiç gerçek bir delil?

    ikinci cevabım, amerika’nın iddialarını savunmadım ki. ırak’da kimyasal silah konusunda gerçekleri abd gayet iyi biliyordu. ama algı operasyonu yönetti. karabatak kuşunu o nedenle günlerce yayınladı. ben de bu tehlikeye işaret ediyorum.

    evet, akp de algı operasyonu ile karşılık veriyor. bunlara da kanmayalım. ama zaten “biz” bunlara kanmıyoruz, değil mi? ama karşı cephenin operasyonlarına istekle, iştahla kanmaya koşuyoruz. öyle değil mi? hiç bunları sorgulayanları gördün mü? hiç sadece soru soranları, “acaba öyle olmayabilir mi?” diyenleri gördün mü? gördünse onlara tepkiler nasıl oluyor, dikkat ettin mi? ben ettim. hatta ben yaşadım. sadece “32 canımızı akp değil de başka bir güç almış olamaz mı?” dediğim için ânında tepkilerle karşılaştım.

    kısacası ben delil takıntılısı biri değilim. sadece dikkatimi çeken bir aykırılığa sizlerin de dikkatini çekmeye çalışıyorum. hatırlarsınız, scherlok holmes da resmî polisin ulaşamadığı gerçekliğe bu şekilde, aykırı olanı, normalden sapmayı izleyerek ulaşıyordu.

  61. Ortadaki tek şüphe 32 ESP-HDP’li güzel insanı İD kendi inisiyatifiyle mi öldürdü, AKP/kaçAKsaray’ın onayıyla mı öldürdü. Onayı varsa fuatavni’nin iddiası gibi aktif örgütleme mi, yol verme şeklinde mi. İD AKP/kaçAKsaray’ın sözünü dinliyor mu, yoksa TR’nin tavır değişikliği nedeniyle kontrolden iyice çıktı mı? Meselenin özü değişmiyor. Bu belayı başımıza yezid ve dahi çocuk Davutoğlu’nun, AKP’nin “Suriye Politikası” sardırmıştır. Devrimci politika istihbari bilgiler üzerinden yapılmaz, genel eğilimler üzerinden yapılır.

  62. AKP’li diye suçladığınız Dilaver DEMİRAĞ’ın bugün facebook sayfasından yaptığı paylaşım..Yani bilmeden insanları suçlamak hiç insaflı değil..Eğer diyorsanız müslüman anarşist olmaz o zaman sizin yolunuz açık olsun demekten başka bir şey gelmez elimden…Aşağdaki yazı Dilever Demirağ’a ait……..T.D

    AKP Medyasının sıkı kalemşörlerinden Abdurrahman Dİlipak PKK ve onunla dayanışma içinde olduğunu düşündüğü sol,alevi vd kesimleri Sünnelerde DAİŞ’le beraber olur diyerek aba altından sopa gösteriyor. Bu olgulara bakarak sizce AKP trollerinin IŞİD’i desteklemediği söylenebilir mi? Bu kafadakilere Faşist demek yanlış mıdır? Hükümet IŞİDİ PKK’ya karşı bir bariyer olarak mı görüyor bu durumda. O zaman Hükümetin IŞİD’i desteklediği, ona göz yumduğunuu söyleyenler bu durumda haklı çıkmış olmayacak mı? Çünkü Dlipak AKP’nin kuruluşuna destek vermiş onu mümkün kılmış olan bir isim olarak hem bununla övünen, hem de partide söz ağırlığı olan biri. Bu yazıdan yola çıkarak AK Faşoların (yani AKP-MHP koalisyon kursun diyenler) artık gizleme gereği duymadıkları IŞİD sempatizanlıkları-ki MHP’liler arasından destek bulduğu gibi ulusalcılar bile PKK’ye vuran IŞİD’i olumlamaktalar-nedeni ile bundan sonra IŞİD’le savaşın cephe gerisi olarak görülmeyecekleri mi? Soruları çoğaltmak mümkün ama bu yazı sıradan faşizm için harika bir örnek teşkil etmekte.D.Demirağ…

  63. Bugune kadar AKP bizim sayemizde iktidar oldu,iktidarda kaldi diyen bir parti pkk ve yasal temsilcisi hdp var.Sizce isid in yaptiklarindan kim daha cok sorumlu ?

  64. Suriye politikasının beklenen iflası

    Türkiye Cumhurbaşkanı Recep T.Erdoğan gazetecilere misilleme yapmayı âdet haline getirmiş bir lider. Mesela, gazeteciler işten atılabiliyor.

    Bu kez talih kuşu(!) Milliyet Gazetesi yazarı Kadri Gürsel’in başına kondu. Gürsel, 2002’den beri iktidarda olan bu partiye ve otoriter eğilimlerine karşı yükselen muhalif seslerden biriydi. Perşembe günü gazetede yönetimin Gürsel ile çalışmaya son verdiği açıklaması karşısında “Bu karardan dolayı şaşırmadım.” dedi.

    Suçu; Suruç’ta IŞİD teröristlerinin canlı bomba saldırısı sonucu 32 kişinin öldürülmesi hakkında attığı bir tweet… Gürsel, bu katliamdan sonra yabancı liderlerin taziyelerinden söz ederek “Yabancı liderlerin, Türkiye’deki IŞİD terörünün bir numaralı sebebi olan kişiyi arayıp Suruç için başsağlığı dilemeleri utanç verici.” diye yazdı. Bunun üzerine sosyal medya hareketlendi ve gazete yönetimi ile gazetenin sahibi olan iktidara yakın işadamı Erdoğan Demirören ile bazı telefon görüşmeleri yapıldı.

    Bu örnekte işten çıkarmanın şaşırtıcı hızı –ister hükümet tarafından zorlansın ister gazete yönetimi böyle bir baskıyla karşılaşmamak için erken davranmış olsun- bu ülkenin liderinin içeriden ve dışarıdan kendisine yöneltilen IŞİD karşısında muğlak tutum alma ya da en azından boş vermişlik suçlamaları konusunda öfkesini tasvir etmektedir.

    Türkiye’deki iktidar, Suriye’deki çatışmaların kendi topraklarına yayılmasından endişeli. Suruç saldırısının ertesinde PKK, iki polis memurunu soğukkanlılıkla IŞİD ile bağlantılı olduklarını iddia ederek öldürdü. Perşembe sabahı da İstanbul’un Sarıgazi ilçesinde PKK’ya bağlı Yurtsever Gençlik örgütlenmesi kendi internet sitelerinden bir esnafa yönelik suikast hakkında “IŞİD’e karşı operasyonlarımızı sürdüreceğiz, birçok militanını belirledik ve cezalandıracağız” açıklamasını yaptı.

    Suriye’deki savaşın sıçraması ihtimali, Türkiye’nin sınırları içinde 2 milyon Suriyeli göçmenin olduğu da düşünülürse, gerçek bir risktir. Türkiye toplumunun fay hatları da güney komşusunu kasıp kavuranlar gibi. Bu hem Kürt sorunu (70 milyon civarında nüfusu olan Türkiye’de 15 milyon Kürt yaşamaktadır) hem de nüfusun yüzde 15 ila 20’sinin Alevi olması dolayısıyla Şii-Sünni çatışması sorunu için de geçerli bir durum.

    AKP’yi her şeyden önce ideolojik ajandasının dayattığı Suriye’de maceracı politikaya yönlendiren politikası artık tümüyle çıkmaza girdi. Başka türlü de olmazdı. Daha 2013 yazında Amerikalılar Esed rejimine karşı silahlı saldırıyı, bu rejimin kendi halkına karşı kimyasal silah kullanmış olmasına karşın, girişmeyeceğini açıklamıştı. ABD hükümeti Fransa hariç Batılı güçlerin neredeyse tamamı gibi bu konuda ılımlı davranmaktadır. Bu yüzden defalarca Suriye sınırı boyunca sığınmacıları yerleştirmek için tampon bölge kurulması hususundaki ısrarlı önerilerini de hep reddetti. Türkiye, ağır ağır bir çatışmaya doğru sürükleniyor. Gazeteci Kadri Gürsel’in yıllardan beri yazılarında belirttiği durum da buydu. Ama onu susturmak için gazetesinden attılar.

    Marc Semo, Libération, 23 Temmuz 2015

    http://www.zaman.com.tr/yorum_suriye-politikasinin-beklenen-iflasi_2307259.html

  65. Hüsnü Mahalli ile Söyleşi/ Türkiye’yi Büyük Tehlike Bekliyor

    Gazeteci yazar Hüsnü Mahalli, IŞİD tehlikesinin, Suruç katliamının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın halifelik hayalinin sonucu olduğunu söyledi, Türkiye’yi IŞİD tehlikesinin büyüklüğü konusunda uyardı.

    Aslen Suriyeli olan gazeteci yazar Hüsnü Mahalli, IŞİD tehlikesinin, Suruç katliamının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın halifelik hayalinin sonucu olduğunu söyledi.

    Suruç’taki canlı bomba saldırısından bir gün önce IŞİD komutanlarının Reyhanlı’da toplantı yaptığına dikkat çeken Mahalli, “Türkiye’yi bekleyen tehlike kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük” uyarısında bulundu.

    Türkiye’yi büyük tehlike bekliyor

    Mahalli, Sözcü’den Özlem Gürses’in sorularını yanıtladı. Sözcü’nün haberine göre; Suriye Cerablus doğumlu olan, 40 yıldır Türkiye’de yaşayan, 38 yıldır gazetecilik yapan Mahalli, hep Ortadoğu’yu izledi, yazdı.

    En karanlık adamları da tanıyor en güçlüleri de… Liderlere de ulaşıyor bir telefonuyla, örgüt evlerine de… Olup bitenleri endişe ve acıyla izliyor.

    “Bu coğrafyada genetik bir sorun var, bu coğrafyada hep kan vardır, hiç iyi bir haber yazmadım ben” diyor.

    “BU ADAMLAR HER ŞEYİ GÖZE ALMIŞ”

    Mahalli’nin sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

    – IŞİD savaşı Türkiye topraklarına taşınır mı?

    Yüzde 100. Daha hiçbir şey görmedik! Bu adamlar her şeyi göze almış. Her tarafta eylem yaparlar, bomba patlatırlar. Eğer Batı, IŞİD’e ve radikal İslam’a karşı tavır almazsa, Türkiye bu işbirliğinin içine girmezse, bu coğrafyanın göreceği kan hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar derindir!

    “OTELLERDE KRALLAR GİBİ YAŞIYORLAR”

    – İran anlaşması çözüme yardımcı olamaz mı?

    Hayır. Önce Suriye sorununu çözecekler. Onun da çözülmesi için Türkiye önce Suriye politikasını değiştirmek zorunda. Sınırını kapatacak, IŞİD, Nusra, Özgür Suriye Ordusu ne kadar örgüt varsa her türlü ilişkisini kesecek, buradaki temsilcilerini kovacak, hepsinin ofisleri var burada, otellerde krallar gibi yaşıyorlar, örtülü ödenekten paralar aktarılıyor…

    BUNLAR ÇOK TEHLİKELİ OYUNLAR

    – IŞİD-PYD denkleminde Türkiye’nin tutumu ne olmalı?

    Türkiye baştan hata yaptı. Baştan hata yapınca bu yanlışlar seni korkunç bir noktaya götürür. Çünkü o yanlışlıklar, çok karanlık ilişkiler içindeki yanlışlıklar. Davutoğlu bile kaç kere Erbil’e gitti, kaç kere Salih Müslim Türkiye’de misafir edildi. Ne dediler adama? “Esad’a karşı ayaklan, sana istediğini verelim.” Fakat Müslim ikna olmadı. Onun üzerine Türkiye IŞİD’i destekledi PYD ve Kürtleri sıkıştırsın diye. Çok tehlikeli oyunlar bunlar!

    “YAVUZ SELİM ADI BOŞUNA SEÇİLMEDİ”

    – Bunun sebebi olmalı. Nedir bu, ego mu?

    Ego ikincisi. Birincisi hayal: “Ben bu bölgenin lideri olacağım.” Buna yüzde 100 inanıyorlardı. Arap Baharı başlayınca bunlar Osmanlı hayalini canlandırmak istedi. Araplar da bir süre gaz verdiler, coşturdular. Yavuz Selim adı köprüye tesadüfen mi verildi? Bu mesaj Ortadoğu’dakilere, İslamcılara ve Müslüman Kardeşler’e… “Hey Müslüman Kardeşler, ben Tayyip Erdoğan, Yavuz Selim’im!” dedi, “Gireceğim Mercidabık’tan, Emevi Camii’nde namaz kılacağım, sonra halife olacağım.” Hep bu düşünce vardı aklında, böyle örgütlendi her şey. Bütün o örgütlerden binlerce insan Türkiye’ye getirildi ve eğitildi. Mısır’dan, Tunus’tan, Suriye’den, Libya’dan…

    TÜRKİYE, BUNLARIN HİÇBİRİNİ HAK ETMEDİ

    – Tümünü reddediyor hükümet iddiaların!

    Suruç’tan bir gün önce IŞİD’in ve Suriye’de savaşan tüm örgütlerin komutanları Reyhanlı’da toplantı yaptı, kendileri servis ettiler bu fotoğrafları. 9 Haziran 2011’den beri bu örgütlerin liderleri, üyeleri Türkiye’ye giriyor çıkıyor, telefonunu, donunu, pantolonunu, yemeğini, çikolatasını her şeyini buradan alıyor, yaşıyor, geziyor! Müslüman Kardeşler’in binlerce lideri, komutanı var Türkiye’de. Her hafta bir otelde toplanıyorlar. Türkiye’yi bekleyen tehlike kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük! Yıllardır söylüyorum bunu ve hep söyleyeceğim. Çünkü hak etmiyor Türkiye bunu. Çağdaş, demokratik bir ülke, hiç hak etmiyor. Çünkü ben karşı tarafı biliyorum, iyi tanıyorum, ne kadar hasta, sapık olduklarını biliyorum. Arap coğrafyasında ve dünyada IŞİD’i destekleyen, seven, inanan, dayanışma içerisinde olan 150 milyon insan var. Bu Türkiye için büyük tehlike!

    TÜRKİYE’DE BİNLERCE IŞİD HÜCRESİ VAR

    – Suruç’ta yaşanan nedir?

    Suruç’ta olan bekleniyordu. IŞİD’in Türkiye içinde yüzlerce belki de binlerce uyuyan hücresi vardı, bundan eminim. Son 4 yılda buradan Irak’a ya da Suriye’ye binlerce Türk gitti. IŞİD’in başkenti olan Rakka’da artık insanlar Türkçe konuşuyor, buradan giden Türklerin yoğunluğundan dolayı…

    – Kim kurdu El Kaide’yi, Nusra’yı, IŞİD’i? Kim kullanıyor şimdi bu örgütleri?

    Suudi Arabistan, Pakistan, CIA. Amaç şu; Sovyetler Afganistan’ı işgal edince Sovyetler’i dağıtma projesi altında “Yeşil Kuşak” teorisi oluştu. Nitekim de başarılı oldu. Sovyetler dağıldı. Yeşil Kuşak’ın hedefi şuydu: İslam’ı yozlaştırıp siyasi amaçlarımız için kullanalım. İslam coğrafyasını perişan edelim. Bugün İslam Konferansı içinde 57 Müslüman ülke var, 57 ülkenin İslami görüşü birbirine benzemez! 57 ülke birbirleriyle kavgalı.

    – İyi de bu proje kurulurken bunun kontrolden çıkacağı öngörülemedi mi?

    Kazaya uğrasa da bunu kuran ülkelere bir zarar gelmiyor ki. CIA’nın ne zararı, Amerika’nın ne zararı var? Gücünü nereden alıyor CIA? Bu coğrafyada var olan işbirlikçilerden. Krallar, emirler, şeyhler; bizim coğrafyada hayal edemeyeceğin kadar tehlikeli! Yeşil Sermaye dediğimiz kurumların sayısı 720 ve bu 720 kurumun toplam parası 2 trilyon dolar. Yani sen, ben 2 trilyon dolara karşı savaşıyoruz.

    – Peki paranın kaynağı ne?

    Suudi Arabistan, Katar ve oradaki zenginler. Bugün IŞİD’i sadece devletler değil bu zenginler destekliyor, acayip para akıttılar IŞİD’e, Nusra’ya… Çünkü şöyle inanıyor ruh hastaları; “Bizim düşmanımız Şiiler, Aleviler, bunlar kafir.” Bu oyun değil.

    – Sünni İslam’la Şii İslam’ın oranları nedir?

    Yüzde 80’e yüzde 20’dir. Devlet olarak bir tek İran. 56 devlet Sünni’dir. 11 Eylül, Amerika sistemi içinde bir tartışmaya neden oldu: Demek ki bu sistem de bir yanlışlık var. Yeni bir proje yapsak mı? İran ve Şiilerle de dost olmaya çalışalım.

    SEVR’İN 100. YILINDA KÜRT DEVLETİ

    – Kürtlere burada düşen görev ne?

    İşte asıl soru bu! Çünkü 100. yılına yaklaşıyoruz Sevr’in, 2020. Sevr’­in 100. yılında burada bir Kürt devleti kurulmuş olacak. Bir önceki yüzyılda İngilizler Yahudilere devlet verdi, şimdi de Batı diyor ki; “Kürtlere devlet verelim…” Suriye­’de olan biten Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt bölgesi kurulması için yaşanıyor.

    – Türkiye neyi hatalı yaptı?

    Her şeyi… Türkiye değil, Erdoğan ve Davutoğlu. Davutoğlu kendine göre bu coğrafyayı kurgulayabileceğini sandı. Oysa Davutoğlu’nun birlikte hareket ettiği Suudi Arabistan ve Katar Türkiye’den ve Türklerden nefret eder. Zaten kazık atmış sana tarih boyunca. Ayrıca Araplar sana Müslümanların liderliğini vermez, Kuran Arapça’dır. Suudi Arabistan diyecek ki: “Mekke bende yahu, sen kimsin?”

    -Yolsuzluğun dış politika ile bir ilgisi var mı?

    Yüzde 100! Çünkü AKP iktidarının başından beri Suudi’lerle ve Katar’la olan ilişkilerinin tümünde yolsuzluk var. Milyarlarca dolar geliyor buraya “IŞİD’e verin, Nusra’ya verin, ÖSO’ya verin, tank alın, tüfek alın, donlarını verin, şekerlerini verin.” Kim kontrol ediyor bunu? Var mı bunu denetleyen bir kurum? Suudi Arabistan kaç para gönderdi? Meclis biliyor mu, bu gazetenin okuyucuları biliyor mu? Niye örtülü ödenekler Başbakanlığa verildi?

    27 Temmuz 015-Kurdistan aktuel

    http://devrimcidemokrat.com/serbest-kuersue/1785-muekemmel-bilgili-biri-huesnue-mahalli-ile-soeylesi-tuerkiye-yi-bueyuek-tehlike-bekliyor.html

  66. Robert Fisk: Türkiye Pakistan’ın Yolundan Gidiyor

    ‘Kürtlerin ihanete uğramak için yaratıldığı’ ifadesiyle başlayan yazıda, I. Dünya Savaşı’nın ardından Orta Doğu’nun şekillendirilme sürecine atıfta bulunuluyor…

    Independent gazetesinin tecrübeli Orta Doğu muhabiri Robert Fisk’in Türkiye’nin hava operasyonunu değerlendirdiği yazısı “Bölgedeki tüm güçler Kürtlere ihanet etti, bu yüzden Ankara’nın bombardımanı da sürpriz değil” başlığını taşıyor.

    ‘Kürtlerin ihanete uğramak için yaratıldığı’ ifadesiyle başlayan yazıda, I. Dünya Savaşı’nın ardından Orta Doğu’nun şekillendirilme sürecine atıfta bulunuluyor.

    Fisk o zamanlar bölgedeki küçük devletlerin hemen hepsine bağımsızlık sözü verildiğini hatırlatıyor ve ‘Kürtlerin trajedisinin 1923’teki Lozan Antlaşması’ndan bu yana sürdüğünü’ belirtiyor.

    Yazı şöyle devam ediyor:

    “1970’Lerin başlarında Irak’ta Saddam Hüseyin’e karşı ayaklandıklarında Amerikalılar ve İran’daki Şah yönetimi onlara destek vermişti. Ardından ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger İran ile Irak arasında bir anlaşma inşa etti ve Kürtleri yalnız bıraktı. ABD silah yardımını kesti ve Saddam 182 bin Kürt’ü katletti.”

    ‘Kürtlerin bundan ders almış olmasının beklenebileceğini’ yazan Fisk, böyle olmadığını, Kürtlerin benzer ihanetlere yeniden uğradığını belirtiyor. 1. Körfez Savaşı ile ABD’nin 2003’teki Irak işgalinde yaşananlardan örnekler vererek günümüze gelen Fisk, şöyle devam ediyor:

    “Iraklı Kürtler geçen yıl IŞİD’e karşı savaştığında, Türkiye Kürdistan’ın Batı’nın savaşının öncü birliği haline gelmesini uzaktan islemişti. Kobani’deki Kürt savunması, Türkiye’nin aşağılanmasını daha da sancılı hale getirdi. PKK yanlısı savaşçılar, Suriye ve Irak’ta kahraman olarak görülmeye başlandı. Buna izin verilemezdi.”

    “Türkiye tamamen yozlaşma yolunda”

    Fisk Türkiye’nin bu nedenle IŞİD’in Suruç’taki saldırısı ve onu takiben PKK’nin iki Türk polisini öldürmesiyle, Türkiye’nin “IŞİD’e yönelik bombardıman görüntüsü altında PKK’ya saldırmaya başladığını” belirtiyor.

    ‘Türkiye’nin son hava operasyonu ile Pakistan’ın geçmiş olduğu “tamamen yozlaşma” yoluna girmiş bulunduğunu’ yazan Fisk, şu satırlarla devam ediyor:

    “Pakistan, 1980’lerde, ABD’nin de teşviğiyle Afganistan’a silah ve gerilla akışının sağlandığı kanal haline gelmişti. Pakistanlılar mücahiddin, Taliban ve diğer İslamcı grupları desteklemişti”.

    28 temmuz 015- BBC

    http://devrimcidemokrat.com/haberler/ortadogu/1784-robert-fisk-tuerkiye-pakistan-n-yolundan-gidiyor.html

  67. Bizans döneminde, Suriye’nin geliri İstanbul’a akar idi. Vergi gelirlerinin yanı sıra, Bizans vâlileri eyalette edindikleri servetleri İstanbul’da harcarlardı. Şam’da Emevî İmparatorluğu kurulmasıyla, bu servet Suriye’de harcanır. Onun için Suriye, Emevîlere bağlı kalır. Osmanlılar ise, Bizanslılar gibi davranırlar.
    (Doğan Avcıoğlu – Türklerin Tarihi – Üçüncü Kitap – s.1328)

  68. Ali Bulaç’tan acı Suriye gerçekleri!
    Suriye’de yaşanan iç savaşta herkes kaybetti. Bu müdahalede de hem Türkiye hem Müslüman ülkeler kaybedecek. Savaşın tek galibi İsrail olacak.

    İNTERNET HABER – Türkiye “gönüllüler koalisyonu” ile bir savaşa hazırlanıyor.
    Peki ama bu savaş bizim ne işimize yarayacak?
    Karlı çıkacak olan kim?
    ABD mi İngiltere mi Fransa mı yoksa İsrail mi?
    Bir muhabese yapma zamanı…

    Zaman yazarı Ali Bulaç bugün köşesinde Suriye’yle ilgili acı gerçekleri önümüze serdi. Bugüne kadar izlenen politikadan, Suriye üzerinde oynanan batı oyununa kadar itirazsız kabul edeceğiniz tespitler bunlar.

    İşte Bulaç’ın okunması gereken yazısı;

    HAÇLILAR KAZANDI

    Hepimizin gözü önünde ölmekte olan Suriye’ye bir darbeyi de Batılı güçler vuracak. Amaçları belli: Suriye’de ne Müslüman gruplar, ne de İran-Hizbullah inisiyatifi ele geçirsin.

    Operasyon, Afganistan ve Irak gibi Suriye’yi de sonu belirsiz bir kaosa sürükleyebilir. Suriye’de herkes kaybetti. En başta Türkiye, İran, İslamcılar, hepimiz! Şimdilik krallar, emirler, şeyhler, İsrail ve belki de bölgede yerleşmeyi planlayan postmodern Haçlılar kazanmış görünüyor.

    GERÇEKLER

    Bir muhasebe yapmalıyız:

    1) 2011’den bu yana Türk dış politikası “Suriye’de zalim bir lider var, halkını katlediyor, biz mazlumlara yardım ediyoruz” diye üzerimize estirdiği hegemonik söylemi kritik etmenin zamanıdır. Evet zalim bir rejim var, ama onu devirmenin yolu bu değildi. Üç ay dendi, 30 ay geçti; insan zayiatı olmasın dendi, 100 bin insan hayatını kaybetti; Suriyeli milyonlar çil yavrusu gibi dağıldı. Kadınları ve çocukları fuhuş ve organ mafyasının eline düştü.

    2) Suriye değişiyordu, Türkiye Suriye için yol haritasıydı. Sivil muhalefet militarize edilmeseydi, Esed ve yönetimi yavaş da olsa olumlu yönde değişecekti, ama krallar bundan korktu, çünkü sıra onlara gelecekti. Türkiye, kralların ve Batı’nın tuzağına düştü.

    3) Sünni ekolün yönetim değiştirme yöntemi harici ayaklanma ve kan akıtma değil, “temkin”dir. Türkiye, Mısır muhalefetine ve İhvan’a tavsiye ettiği doğru aklı Suriye’de neden esirgedi? Akademisyenlerin, hocaların, İslamcı yazarların aklı nasıl tutuldu?

    4) Dışişleri, Suriye’nin sosyo-politik ve askerî yapısını A’dan Z’ye yanlış okudu: Baas rejiminin arkasında nüfusun yaklaşık yüzde 45’ini oluşturan a) Nusayriler, b) Hıristiyanlar, c) Sünni laik-Arap milliyetçisi kalabalık bir kitle var; bunlar Esed’in yanında. d) Kürtler stratejik olarak ne Esed’e karşı oldular ne tam olarak yanında durdular. e) Sünni alimler silahlı mücadele ile Esed’i devirmeye kalkışmanın yanlışlığını ısrarla vurguladılar, Türkiye’ye yalvardılar.

    SURİYE DEMEK 4 ÜLKEYLE SAVAŞ DEMEK

    5) Bölgesel olarak İran, Irak, Suriye ve Lübnan Hizbullah’ı bir blok oluşturmuşlardır. Türkiye’nin askerî bir müdahalede bulunması halinde bu dört ülke ile savaşa girmeyi göze alması gerekirdi ki, bu mümkün değildi.

    6) Suriye’nin arkasında apaçık Rusya ve Çin var. Amerika, Suriye için Rusya ile savaşı göze alamaz. Onunla anlaştığı oranda adım atabilir ancak.

    SAVAŞ ÜÇ GÜN DEĞİL ÜÇ AYDA DA BİTMEZ

    7) Suriye’de bir iç savaş Türk hariciyesi, bilgiden yoksun düşünce kuruluşları ve fevri-propagandist dailerin hesap ettiği gibi “üç ayda” bitmez. Suriye iç savaş sonunda ya bitkin düşer, dış bir müdahaleye maruz kalır veya Irak gibi parçalanır, artık Suriye kalmaz.

    8) Suriye’de iç savaş mezhep çatışmasını derinleştirir; Sünni-Şii; Şii-Vehhabi, Sünni-Alevi çatışmasını büyütür, çatışmalar bölgeyi cehenneme çevirir, çeviriyor da.

    9) Bölge ülkelerini rekabete ve savaş tehlikesine sürükler; vekalet savaşları yoluyla veya doğrudan birbirlerine zararlar vermeye başlarlar.

    KAZANAN SADECE İSRAİL OLUR

    10) İslam ülkeleri birlik olup bir iç savaşı önleyemiyorlar. Aralarındaki aptalca rekabet, mezhep taassubu ve çıkar çatışması Batılı güçlerin askerî işgallerini biraz daha genişletir, kalıcı hale getirir. Geçmişte nasıl Müslümanlar arası ihtilaflar Haçlıların bölgede iki asır hakimiyet kurmalarına yol açtıysa, bugün de Türkiye, İran ve Suudiler arasındaki rekabet Batı’nın işgallerini kolaylaştırmaktadır.

    11) Söz konusu rekabetten en büyük zararı Filistin davası görür, İsrail en büyük kazancı elde eder.

    http://www.internethaber.com/ali-bulactan-aci-suriye-gercekleri-577348h.htm

  69. Ortadoğu’ya “bulaşmama” neyin karşı tezidir?
    M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

    İki hafta önce yayınlanan Ortadoğu’ya “bulaşmama” konulu yazım üzerine değişik yorumlar dile getiren elektronik posta mesajları aldım. Bu mesajlar Türkiye’de “aidiyet” konusunda mevcut ciddî bir kafa karışıklığını yansıtmakla kalmayarak toplumun bir bölümünün coğrafyasını “dışlama”nın mümkün olduğunu düşündüğünü de göstermektedir.

    Ne oluyor?
    “Ortadoğu” benzeri Avrupa merkezli bir kavramsallaştırmayı, haklı olarak, anlamsız bulabiliriz. Buna karşılık adını ne şekilde koyarsak koyalım Türkiye’nin de içinde olduğu coğrafyada son derece kapsamlı bir dönüşüm yaşanmaktadır.
    Yüz yıl önce Londra ve Paris’de tasarlanan “Ortadoğu” daha sonra önemli değişimlere uğramasına karşılık yapay sınırlar ve ülkeler yaratılmasına neden olmuş, bu gerçekleştirilirken de bölgede yaşayanların istekleri kaale alınmamıştır.
    Örneğin toplumsal yapı ve demografik özellikleri farklı, birbirlerinden ziyade çevredeki diğer alanlarla yoğun ilişkileri olan üç Osmanlı vilâyeti (Musul, Bağdat, Basra) birleştirilerek ve başına Hicaz’dan kral getirilerek Irak oluşturulmuştur. Benzer şekilde Fransızlar kaç devlet kuracaklarına oldukça zor karar verdikleri Suriye’de idaresi güç bir yapılanmaya gitmişler, bir İngiliz diplomatının “bir tarih kazası” olarak adlandırdığı yeni ülke Ürdün’ün başına Şerif Hüseyin’in bir diğer oğlu geçirilmiş, Filistin’de ise günümüze uzanan büyük bir sorunun altyapısı inşa edilmiştir. Bu gelişmeler, doğal olarak, etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyaseti tahkim etmiştir.
    Ortadoğu’nun 1914 öncesinde sömürgeleştirilmiş ya da o sene onaylanan Anglo-Turkish Convention ile İngiliz nüfûz alanı olarak belirlenmeyen alanlarının önemli bir bölümü ise daha sonra çatışacağı İhvan’ı vurucu güç olarak kullanan Abdülaziz ibn Sa’ud’un denetimine girmiştir.
    Bu ise Necd merkezli Vahhabi ideolojisinin başta Hicaz olmak üzere Ha’il, Asir, Necran gibi diğer mezheplerin yaygın olduğu alanlarda egemenlik kurmasıyla neticelenmiştir. Dolayısıyla Ortadoğu’da bölge sakinlerinin rızası hilâfına oluşturulan sınırlar ve kimlik temelli siyaset yerel aktörlerin denetimindeki alanlarda da geçerli olmuştur.
    Uluslararası müdahaleler ve Arap Baharı’nın yapay sınırları totaliter yöntemlerle koruyan diktatörlere karşı eylemlere dönüşmesi zorlukla muhafaza edilebilen düzenin yeniden inşa edilmesi işlemine ivme kazandırmıştır. Irak ve Suriye ile başlayan bu gelişme diğer alanlara da yayılacak, yeni sınırlar ve devletler ortaya çıkacak, bunların yanı sıra pek çok rejim de değişecektir.

    Coğrafya değişirken
    Sınırlarının ötesinde yeni devletlerin kuruluşuna yol açacak gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin bunlara sırt çeviren bir içe kapanmacılığı benimseyebileceğini varsayabilmek güçlü bir Oryantalizm kadar realpolitik konusunda yaşanan kafa karışıklığını da ortaya koymaktadır.
    İran, Suudi Arabistan benzeri diğer bölgesel aktörler gibi Türkiye’nin de yeni düzenin oluşumunu etkilemeye çalışma dışında bir seçeneği yoktur. Bu açıdan bakıldığında “Ortadoğu’ya bulaşmama” tezi Rusya’nın Doğu Avrupa’daki gelişmelere sırtını dönmesi ya da Fransa’nın Batı Avrupa’nın geleceğiyle ilgilenmemesi benzeri bir yaklaşımdır.
    “Ortadoğu’ya bulaşmama” tezinin anlamlı, gerçekleştirilebilir ve “realpolitik” ile uyumlu bir yaklaşım olarak savunulabilmesi onun kendisinin “karşı tezleri” olarak yarattığı kavramsallaştırmalar ve Erken Cumhuriyet döneminde izlendiği iddia olunan siyasete dayandırılmaktadır. Bu ise mevcut olmayan bir seçeneğin ciddî şekilde tartışılmasına yol açmaktadır.

    Neyin karşıtı?
    Genellikle savunulanın tersine “Ortadoğu’ya bulaşmama” yaklaşımının karşı tezi “savaş” değildir. Onun karşı tezi yeni Ortadoğu ile ilgili bir tasavvur geliştirilerek buna ulaşılmasını sağlayacak ya da bunun bütünüyle zıttı bir düzenin oluşmasını önleyecek siyasetlerin geliştirilmesidir.
    Bu alandaki gelişmelere sırtımızı dönmemizi tavsiye edenlerin “Türkiye’nin bölgeye nizam veremeyeceği” tezi realpolitik açısından doğrudur; ama bu, ülkemizin “gelişmeleri etkileyemeyeceği” anlamına gelmez.
    Yeni Ortadoğu düzeni 1916 sonrasında yaşanan sürecin tersine tüm küresel aktörler, bölgesel güçler ve yerel yapıların katkısıyla belirlenecektir.
    ABD’nin dahi kendi başına oluşturamayacağını acı deneylerle öğrendiği bir düzeni Türkiye’nin dilediğince şekillendiremeyeceği ortadadır.
    Ama bu düzenin kendi tasavvuruna en yakın biçimde şekillenmesini sağlayabilmek tüm aktörler gibi Türkiye’nin de temel hedefi olmalıdır. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu da “savaş” ya da askerî güç kullanımı değildir. Daha doğrudan bir ifade ile “Ortadoğu’ya bulaşmama”nın karşı tezinin tanklarımızın sınırlarımızın ötesine gönderilmesi olduğu yaklaşımı yanıltıcıdır.
    “Ortadoğu’ya bulaşmama” tezinin kurucu ideoloji tarafından yaratıldığı iddiası da doğru değildir. Türkiye’nin Erken Cumhuriyet dönemindeki en kapsamlı iki sorunu “Ortadoğu” komşularıyla yaşanmıştır. Çözümü Cemiyet-i Akvam’a bırakılan Musul Vilâyeti’nin geleceği Büyük Britanya’nın istekleri çerçevesinde belirlenmiş, buna karşılık İskenderun Sancağı Suriye’den ayrılarak Türkiye’ye katılmıştır. Türkiye bunun yanı sıra Ortadoğu’da varlığını güçlendirecek değişik talepleri gündemde tutmuştur. Örneğin Suriye’de hava şehitleri Fethi, Sadık ve Nuri Beylerin mezarları gibi değişik alanların Süleyman Şah Türbesi benzeri statüye kavuşturularak Türk toprağı sayılması girişimleri ortaya konulmuştur.
    Amit Bein’in yakında yayınlanacak Not So Distant Neighbors: Kemalist Turkey and the Middle East (Fazla Uzak Olmayan Komşular: Kemalist Türkiye ve Ortadoğu) kitabı, Türkiye’nin Erken Cumhuriyet döneminde Ortadoğu ülkelerinde iktidar ve muhalefetteki değişik aktörler ve yerel unsurlarla yürüttüğü kapsamlı ilişkileri ortaya koymakla kalmayarak bu dönem siyasetinin Ortadoğu’ya “fazlasıyla bulaştığını” da göstermektedir.

    Ne yapmalı?
    Türkiye’nin içinde yaşadığı coğrafyanın yeniden düzenlenmesi sürecine katılmaması mümkün değildir.
    Yapılması gereken Türkiye’nin ahlâkî ve “realpolitik”i göz ardı etmeyecek bir “Ortadoğu tasavvuru”nu çoğulcu bir tartışmayla şekillendirmesi ve bu çerçevede üretilen siyasetlerin hızla değişen koşullar ve beliren yeni aktörler çerçevesinde gene çoğulculukla değiştirilmesidir.
    “Kimlik siyaseti”nin Türkiye’deki hızlı yükselişinin bunu zorlaştırdığı, bu tartışmanın dahilî fay hatlarında kırılma risklerini ortaya çıkaracağı doğrudur. Ancak “bulaşmama” bir seçenek değildir. Onun karşıtı ise “savaş” değil “siyaset üretimi”dir.

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/08/02/ortadoguya-bulasmama-neyin-karsi-tezidir

  70. Yeni Ortadoğu’da nasıl varolacağız?
    M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

    Türkiye’nin etnik ve mezhepsel eksenlerde oluşma eğilimi güçlenen yeni Ortadoğu düzeninde ne biçimde yer alacağını “siyasal toplum”unun gücü belirleyecektir

    Türkiye zorluklarla dolu bir dönemden geçmektedir. Karşılaşılan zorluklar iki temel eksende gerçekleşmektedir. İlk olarak coğrafyamızdaki devletler kompozisyonu ile sınırlar uluslararası, bölgesel ve yerel aktörlerin dahil olduğu bir mücadele ile yeniden şekillenmektedir.
    Bu uzun sürecek, acılarla dolu süreç sadece Türkiye’nin yeni güney komşularının kimler olacağını değil ülkemizin oluşacak yeni “status quo” içindeki yerini de belirleyecektir. Türkiye’nin coğrafî ve kültürel nedenlerle bu mücadelenin dışında kalacağını ummak gerçekçi olmaktan fazlasıyla uzaktır.
    Yeni Ortadoğu düzeni mücadelesi Türkiye’nin büyük zorluklarla karşılaştığı ikinci eksenin daha açık biçimde farkedilmesini de sağlamıştır. Zikrettiğimiz süreçte toplumumuzda “kiminle ittifak yapılacağı,” “hangi siyasetlerin üretileceği” benzeri konularda etnik ve mezhepsel çizgiler çerçevesinde şekillenen keskin bölünmeler üstü örtülmeye çalışılan temel fay hatlarının ne denli belirleyici ve kırılgan olduklarını ortaya koymuştur.
    İlginç olan çok sayıda aktörün müdahil olduğu birinci sorunun, “halının altına süpürmeyi” tercih ettiğimiz diğer meseleyi açığa çıkartmasıdır.
    Türkiye’nin etnik ve mezhepsel eksenler çerçevesinde oluşma eğilimi güçlenen yeni Ortadoğu düzeninde nasıl yer alacağını belirleyen ise “siyasal toplumu”nun gücü olacaktır.

    Kimliklerin belirleyiciliği
    Toplumumuz bireyin statüsünün uzun süre dinî kimliklerle belirlediği bir mirası devralmıştır. Taşınan kimliğin bireyin hangi renkte elbise giyebileceğinden, evinin yüksekliğinin ne olabileceğine, hangi oranda vergilendirileceğinden davasını nerede gördüreceğine varan bir yelpazede belirleyici olduğu bir toplumda “vatandaşlık” kültürü fazlasıyla zayıf kalmış ve “dinî cemaatler”in üzerinde kapsayıcı bir “siyasal toplum” tasavvuru gelişmemiştir.
    1789 sonrası dünyasına ayak uydurma amacıyla ivme kazandırılan Osmanlı modernleşmesi pek çok alanda olduğu gibi “eskiyi de yeninin yanında muhafaza eden” bir dönüşüm süreci başlatmıştır. Bunun neticesinde bir yandan “eşit vatandaşlardan oluşan bir siyasal toplum” oluşturulması için toplumdaki hiyerarşiyi törpüleyici, aidiyetlerle ilişkilendirilen farklı muameleleri ortadan kaldırıcı düzenlemeler yapılırken, öte yandan da farklı dinî gruplara verilen yeni nizamnâmelerle inanca bağlı kimlikler tahkim olunmuştur.
    Bunun sonucunda “aynı vatanı paylaşan (compatriot)” anlamında “vatandaşlık” yaratılmasına karşılık “bir siyasal toplumun üyesi olan (citizen)” mânâsında “vatandaşlık” tasavvuru oldukça cılız kalmıştır. İnşa olunan “Osmanlı” üst kimliği de büyük çapta birinci tür “vatandaşlık”a atıfta bulunmuştur. Yarattıkları dönüşüm küçümsenemezse de Tanzimat ve İkinci Meşrutiyet deneyimleri “kimlikleri ikinci plana iten” “eşit vatandaşlık temelli” bir “siyasal toplum” yaratma alanında yetersiz kalmışlardır.

    Cumhuriyet ve kimlikler
    İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde “statü” talebiyle ortaya çıkan “etnik” gruplar “siyasal toplum” yaratılması alanında Tanzimat’ın ilerleyen yıllarına kıyasla daha sorunlu bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Erken Cumhuriyet ideolojisi “ethnos inşa edilmesi” ve bu amaca ulaşabilmek için toplumun tektipleştirilmesini hedeflediği için söz konusu alanda Tanzimat sonrasında gözlenen gerilemeye ivme kazandırmıştır.
    Cumhuriyet yasakçılığı farklı etnik kimlikleri “konuşulamaz” hale getirmiş, buna karşılık onların etkinlik ve belirleyiciliğini fazlasıyla artırmıştır.
    Benzer şekilde “kamusal” alanın inşa edilen yeni kimliği benimseyenler dışındakilere kapatılması, “siyasal toplum” tasavvurunu güçlendirmemiş, “siyaset” ile “kimlik” arasında doğrudan ve belirleyici bir ilişki tesis etmiştir. Cumhuriyet siyasetleri bunun yanı sıra “kimlik”lerin belirleyiciliğini engellemeyi hedefleyen araçların yeni “kimlik”ler üretmelerine de neden olmuşlardır. Örneğin dinî farklılıkların kamusal alanda gözönüne alınmamasını amaçlayan “laiklik” bir “inanç sistemi” biçimini alarak yeni bir “dinî kimlik” yaratmıştır. Bunun neticesinde “kaynaşmış bir kitle” olmasının gerekli olduğu düşünülen toplum, etnik ve dinî kimlikler etrafında örgütlenen, dışarıya kapalı gruplaşmaları barındırmıştır.
    Bu tabloda çok partili yaşama geçiş sonrasında yaşanan değişim oldukça sınırlı kalmış, Türkiye egemen olanlar dışında kalan “kimlikler”in kolaylıkla ifade olunamadığı ama “siyaset”in onlar üzerinden yapıldığı bir toplum olma özelliğini sürdürmüştür.

    Yeni düzende varolabilme
    Türkiye’de son yıllarda “kimliklerin özgürleşmesi” alanında kapsamlı bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Bunun neticesinde sadece adları ağza alınamayan “kimlik”ler özgürleşmemiş, yakın zamana kadar “üstü kapalı” biçimde yapılan “kimlik siyaseti” de aleniyet kazanmıştır. Buna karşılık “siyasal toplum” tasavvuru güçlenmemiştir.
    Kanlı Suriye iç savaşı sırasında etnik ve mezhepsel aidiyetler çerçevesinde alınan tavırlar Türkiye’nin “siyasal bir toplum oluşturma” alanında ciddî anlamda geri kaldığını ortaya koymaktadır. Coğrafyasındaki örneklerle kıyaslandığında Türkiye’nin bu konuda hatırı sayılır yol katettiği yorumu yapılabilir. Ancak bu alanda başarı sağlamış yapılara bakıldığında karamsar olabilmek de mümkündür.
    Değerleri, sembolleri farklı, siyaseti ait olunan hüviyetin toplumsal ağırlığını artırma aracı olarak gören, ortak paydaları fazlasıyla zayıf kimlik adalarının oluşturduğu toplumun yeni Ortadoğu’nun oluşum sürecinden nasıl etkileneceğini öngörebilmek zordur.
    Yeni Ortadoğu köşeleri törpülenen kimlikler üzerinden inşa edilirken, “siyasal toplum”u güdük kalmış, üstü örtülü ya da açık kimlik siyasetinin hükümferma olduğu Türkiye’nin bu süreçten etkilenmemesi kolay değildir. Senfoni orkestrasına sahip olması, Batılılaşmasını ileri seviyeye taşımış bulunması nedeniyle “Avrupalı” olan Türkiye’nin Ortadoğu’daki yeni düzen oluşumunun dışında kalacağını zanneden literatinin savunduğunun aksine mevcut dengeleri altüst edecek, yeni sınırlar ve devletleri ortaya çıkaracak büyük dönüşüm ülkemizi de derinden etkileyecektir.
    Ortadoğu’daki çatışmalar bölgenin havası, suyu, topografik özellikleri, popüler müziğinin kalitesi nedeniyle değil “siyasal toplum”ları olgunlaşmamış yapılardaki “kimlik mücadeleleri” nedeniyle yaşanmaktadır. Aynı özellikler diğer coğrafyalarda da benzer neticelerin doğmasına neden olmaktadır. Örneğin “Avrupalı” olması, 1923 yılında Belgrad’da filarmonik orkestra kurulmuş bulunması kimlikler etrafında çatışan Yugoslavya’nın Irak’dan daha kolay biçimde dağılmasını önleyememiştir.
    Türkiye’nin yeni Ortadoğu’da ne şekilde yer alacağını belirleyecek olan da “Batılılaşma derecemiz” değil başarılı örneklerin bir hayli gerisindeki “siyasal toplumumuz”un kimliklere dayalı kırılmalara gösterebileceği direnç olacaktır.

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/10/18/yeni-ortadoguda-nasil-varolacagiz

  71. Suriye’de muhalifler Menbiç şehir merkezine girdi

    Suriye’de YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri’nin, terör örgütü IŞİD’in elinde bulunan Menbiç’in şehir merkezine girdiği açıklandı.
    Suriye’de ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin ilk kez IŞİD’in elindeki Menbiç kentinin içerisine girdiği bildirildi.
    İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Kürt ve Arap güçlerinin şehir merkezinde 2 km ilerlediğini duyurdu.
    PKK’nın Suriye kolu PYD’nin silahlı kanadı YPG ve Suriye Arap Koalisyonu, geçen ay Türkiye sınırı yakınlarındaki Menbiç’i IŞİD’in elinden almak için operasyon başlatmıştı.
    Suriye Arap Koalisyonu, YPG’nin öncülük ettiği Suriye Demokratik Güçleri çatısı altında yer alıyor. ABD yönetimi Türkiye’ye, Fırat Nehri’nin batısındaki güçlerin büyük bölümünün Arap unsurlardan oluştuğu, inisiyatifin Suriye Arap Koalisyonu’nda olduğu ve PYD güçlerinin geri planda bulunduğu güvencesini vermişti.

    http://www.hurriyet.com.tr/muhalifler-menbic-sehir-merkezine-girdi-40121264

    http://i.hurimg.com/i/hurriyet/90/359×294/576bcd2467b0a91cb8c1a044