Terazi ve Siklet!

--1786292

7dcb01a63ab32aeb73cd183bcfa4616a

Bugün yarın hükümet sözcüleri Kanlı Cumartesi’nin ardındaki “örgüt” ya da “örgütleri” açıklayacak. Bu sabah kısa bir twit attım: “Bir örgüt alana ikincisi bedava…” Acımız öyle büyük ki artık ironinin eski tadı yok. Güldürmüyor bile. Ya da dudaklarımızda acı bir gülümseyiş beliriyor sadece.

İki örgüt varmış arkasında! Kimlermiş acaba? Bekleyelim de açıklamadan sonra bir kez daha acı acı gülümseyelim. İnsanın, gözünün içine baka baka aptal yerine konduğunu görmek iyice acı verici. Dün, Finlandiyalı gazetecinin hangi gazeteden olduğunu sorarak gülemediğimiz şu ortamda bizi bir kere daha gülümseten kişi, “Suriye” imasında bulundu. Yani bu Suriye, joker gibi bir şey. Elinizde ihtiyaç duyduğunuz kart yoksa onu kullanabilirsiniz. Herhalde birinci “örgüt” Suriye güdümlü bir şey olacak. İkincisini de bulurlar nasıl olsa. Kumarda, çok iyi bilmiyorum ama, galiba ikinci bir joker kullanma hakkı yok. O zaman belki de her oyun döndüğünde ellerinde hazır tuttukları “PKK” kartını kullanacaklardır. Işıd mı? O kartı gizlemeye gerek yok. Onu herkes biliyor zaten. O kartı geçmişte Suriye oyununda kullanmışlardı. Şimdi de duruma göre, yeni oyunlarda kullanıyorlar ve kullanacaklar.

Bu kumarbazlar, Kanlı Cumartesi’nin meydana geldiği katliam alanından “geçerken”, sanki birden akıllarına gelmiş gibi (hep karanfillerle mi dolaşırlar), “basına da haber vermeden” gidip, yüzlerindeki üzüntü maskeleriyle karanfil koymuşlar. Orada can veren kardeşlerimiz iyi ki görmüyorlar bu sahtekârlık manzaralarını diye neredeyse sevineceği geliyor insanın. Bu konuda da bir twit atmıştım dün: “Katil dönüp dolaşıp cinayeti işlediği mahalle gelirmiş.”

İnsanın topluma göstermek istediği törensel yüzüyle iç yüzü tamamen farklı olabilir, hatta genellikle böyle olduğu bile söylenebilir. Fakat bir yerde çehre insanın içini dışa vurabilir, istemeden de olsa. Örneğin bir bakanın sırıtışıyla dışa vurabilir. Ya da ne bileyim, “başarısızlık” kıyaslaması yapmaya kalkışıp yüzden fazla insanı katleden bombalamayı “önleyememe” başarısızlığıyla, seçimlerde gereken başarıyı gösterememeyi kıyaslamak gibi bir saçmalık ve vicdansızlık yaparken ortaya çıkabilir. Böylece olayın ne kadar hafife alındığı, aynı o bakanın sırıtışı gibi pat diye ortaya dökülüverir anında. Daha da korkuncu, bunu kendi taraftar kitleniz, neredeyse “çocuktan al haberi” denebilecek bir saflıkla, örneğin Konya’daki bir futbol maçında, katliam dolayısıyla saygı duruşuna geçen futbolcuların ıslıklanması ve yuhalanması ve ardından da tekbir getirilerek protesto edilmesiyle en çirkin ve en yalın bir şekilde ortaya koyar ve böylece karanfil koyma sahtekârlığınızı bile geçersiz kılar şu yas içindeki toplumumuz karşısında.

Ben küçükken babamla ağabeyim (benden 13 yaş büyüktü) din konusunda, felsefi konularda çok ilginç tartışmalar yaparlardı. Biz küçükler de bu tartışmaları sessizce izlerdik. Tartışma, gelip hayatın ve evrenin anlamı gibi iyice derin konulara saptığında babam derin bir nefes alır ve “efendim, bu terazi bu sikleti çekmez” diyerek tartışmayı sonlandırırdı.

Şu son katliamdan beri babamın bu sözleri dolaşıp duruyor beynimde. Öyle görünüyor ki, bu toplum bu kadar büyük bir acıyı çekemeyecek. Tek başına acı olsa belki çeker de, o acıyı katmerleştiren ikiyüzlülük, riyakârlık, sahtekârlık, kabalık ve acımasızlık da olunca yanında iyice çekilmez oluyor. Emel Kitapcı’nın yüzündeki, acı ve metanetin bileşimi olan o insanı büyüleyen asaletle, öldürülen insanlar için yapılan bir saygı duruşuna bile tahammül edemeyen, acımasızlık, kabalık ve bağnazlık nasıl bir arada yaşar, bilemiyorum.

Galiba bu terazi bu sikleti çekmeyecek.

Gün Zileli
14 Ekim 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

XX. ve XXI. Yüzyıllarda Üç Reaksiyon Dönemi

Artıgerçek Geçmişte ve günümüzde bütün reaksiyoner ve baskıcı rejimlere kolayca faşizm deyip geçmek oldukça yaygın …

34 Yorumlar

  1. Bir sitede yorum yazılmış.
    “Yeni bir dünya var karşımızda ve bu dünyada ayakta kalabilmek için yeni bir toplumsal kimlik oluşturmak gerekli. ..Bu çağda ayakta kalabilmek için mikro kimliklerin asimile olması şart. …Kemalist kimlik örneğin, bu bicimdeki bir yeni kimlige guzel bir ornektir.”
    **
    Bu adam “okumuş” bir adam. Hem de çok okumuş! Hem de insan ruh hastalıkları tedavisi konusunda sertifikası bile var! “Mikro kimlik” saydığı Kürtlerin asimile olmalarının şart olduğunu yazıyor; nasıl olacağını da biliyoruz! Mengele de okumuş adamdı; araştırmacı bilim adamı!
    Son tahlilde Asimilasyon, sonuç olarak eğer 1970’lere kadar becerilebilmiş olsaydı.. “olmuş artık” denilerek, tarihin geriye dönüşsüz olmuş-bitmiş korkunç acımasızlıklarından biri olarak sadece anar-geçerdik.” İyi de olmuş” da denilebilirdi!
    Olmadı ama! Ve bu saatten sonra asimilasyon politikalarının bedeli ne olabilir? Kaç bin ölü; ya da kaç on bin! Bunu göremeyen (görmek ve umursamak istemeyen) ya taş yüreklidir; ya zerre tarih bilinci olmayan ağır cahil; en korkunç olanı; okumuş cahil!
    *
    O “okumamış cahiller”, işte bu okumuş acımasız, cahillerden güç alıyorlar.
    Tekbir getiren, “ne mutlu Türküm” diye terör estirenlerle, utanmadan kendine sosyalist diyen faşist, ırkçılar arasında fark yok. Bir de insan-merhamet güzellemeleri yapar utanmazlar.
    *
    Utanmazca hep yaparlar bunu; aynı kaba koyarlar; kirletmek, malum cahillerin kafasını karıştırmak için. Zavallılar dönüp dolaşıp A. Öcalan-PKK meselesi ile 20 milyon halkın kimlik-onur mücadelesini hep aynı bağlamda ele alır, aynılaştırır.
    Kürt halkın çok isyanı vardır; bunlardan hep A. Öcalan-PKK mı sorumludur? Biliyorlar; bu isyanların arkasında bir ezilmiş halk vardır. Önderlerinin kişiliği, karakteri, yanlışları veya isyanlarındaki vahşet vb. eleştirilebilir ama bu gerçek değişmez. 1920lerden beri köle-köpek muamelesi görmüş bir halkın isyanına saygı duymayan benim gözümde insanlıktan çıkma yolundadır; okudum, yazdım sananları da çıkmıştır zaten.
    *
    Zaman zaman MHP mitinglerinde 17-18 yaşlarında, başlarında bayraklı bandanalar, kurt işareti ile bağıran gencecik
    çocuklar, gençler görürüm. Olur da böyle bir şey onların başına gelse ne üzüntüm ne tepkim değişirdi. Onların da protesto mitinglerine katılmak isterdim. Katılamasam da o acıya ortak olurdum.
    *
    Bu adamlar “katılmazdım” diyor. Katılanları aşağılıyor. Katılanlara (herhalde özellikle Türkleri kast ederek) A. Öcalan’ın kölesi diyorlar. Tipik bir kırsal MHP’lisi gibi bizi zor duruma düşürmek için, A. Öcalan’ı zerre kadar sevmese, güvenmese de, en ağır şekilde eleştirse de, ama yine Kürt halkının haklı taleplerini destekleyenlere böyle hakaret ediyorlar.
    Sosyalist sanıyorlar kendilerini; MHP kafası ile düşünüyorlar. Kürtleri döve, öldüre “asimile edelim” diyorlar. Sanki başarma şansları varmış gibi; bunu bile göremiyorlar.
    Onları da D. Perinçek gibi utanç dolu savrulmalar bekliyor..
    *
    Yahudilere ağlayanların kimi, bu Kürtlere neden ağlamaz? Merak ediyorum? O paramparça cesetler hangi din, millet olsalardı ağlarlardı acaba? Yalnızca kendilerinden mi olmalıydı?
    *
    Bir de hümanistik şiir okuyup, söylemezler mi?
    *
    Evet, “terazi” böyle işte! Dayanıyor; ve sürekli “yük” biniyor. kırılma olasılığı da az değil; evet.. çekmeyebilir de.
    O zaman belli…
    emperyal batı’nın planına göre yaşanılacak; vasat-ortam bu olunca, “onlar” bu koşullarda “kendilerine en uygun” süreci bize yaşatacak.. .
    Bu işi biz halledemeyeceğiz! Bu sorunu başkası bizim yerimize çözecek.. Sonra da çıkıp “kahrolsun emperyalizm” diye yırtınacağız.. Kabahatin “çoğu senin be kardeşim!”

    Sanrım hikaye böyle şekillenecek..

  2. 1 kasımda da 7 hazirandan farklı bir sonuç çıkmayacak gibi görünüyor … sonra ne olacak peki, nereye varacak düşünemiyorum .. ne olacak??

  3. reha gönenç

    İlk kez bir yazınızın her cümlesine katılıyorum.

  4. Türk toplumu hiçbir zaman bir toplum olma özelliği göstermedi,yeni bir durum değil,kimi konjonktürlerde kralın çıplaklığı görünüyor sadece.

  5. Mülayim Sert

    Yazıyı çok beğendiğimden değil, yeri geldiğinden:

    “Ne Olacak”cılık

    “Devrimci örgütlenme gerilememiş olsaydı, bugün bütün bunları konuşmak yerine, “eldeki mevcut güçlerle ne yapılması gerektiği” sorusu konuşuyor olurduk. Eğer bugün, eldeki mevcutt güçlerle ne yapmalı sorusunu konuşamıyorsak, bunun temel nedenlerinden birisi de “ne yapmalı” yerine, kahinlikten muzdarip “ne olacak” sorusunun sorulmasının bir alışkanlık haline gelmiş olmasıdır.”

    http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc146_1.html

  6. yolladığın linke girilemiyor Mülayim.

  7. Mülayim Sert

    Siteye erişim engelli demek ki. Malum yöntemlerle (proxy, vpn, tor vb.) erişebilirsiniz. Yine de yazının esas içeriğini oluşturan son kısmını kopyalıyorum:

    AKP iktidarı koşullarında “memleketin hali” pek de umursanır olmadığı gibi, “merak” konusu bile olmadı.
    Bu ortamda 2010 referandumu yapıldı ve 2011 seçimlerini AKP, bir kez daha açık ara kazandı.
    Bu sıra ülkenin ekonomik, toplumsal ve siyasal yapısı, kimsenin umurunda olmasa da, kendi yolunda ve kendi yasalarıyla olacak olana doğru ilerlemeyi sürdürdü. Kendi gücünün zirvesinde olan AKP’nin giderek şeriatçı “dava”sını daha fazla öne çıkartması ve bu yönde icraatlara başlaması bu süreçte belli bir kırılmaya ve kaygıya yol açtı. Böylece Haziran 2013’e, Gezi Direnişi’ne gelindi.
    Her ne kadar insanlar ve “solcular”, ne olacağını bilme derdinde olsalar da, olacak olanın olmaması için bir şey yapma derdinde olmadılar. Olmadıkları için de, “ne yapmalı” diye bir soruları da yoktu. Gezi Direnişi bu hava içinde başlayıp sonlandı.
    Artık bir şeyler kırılmıştı. AKP’nin gücünün zayıflıkları yavaş da olsa ortaya çıkmaya başlamıştı. Artık bu gücü kırmanın zamanı gelmişti. Ama sadece geleceğin “ne olacağı”nı bilmekle yetinenler, böylesi bir zamanda “ne yapılacağı”nı bilebilecek ve düşünebilecek durumda değillerdi. Herşeyleriyle legalize olmuş “sol”un legalite dışında “bir şeyi” düşünebilmesi de olanaksızlaşmıştı.
    Soru yine aynıydı: Ne olacak?
    Bir kez daha kahinlik, medyumluk revaç buldu. “Ne olacak” sorusuna, bir dizi senaryolarla, onlarca olasılıklarla yanıtlar verilmeye başlandı. Şöyle olursa böyle olur, böyle olursa şöyle olur türünden köşe yazarlarına özgü bir dil ve söylem gelişti. “Ne olacak” sorusu, günlük gazete manşetleriyle değişen bir “değişken” olarak ortalıkta dolaşmayı sürdürdü.
    İçinde yaşanılan somut koşulların somut tahlilinin yerine günlük olaylara “endeksli” yazılar solun tek “besin” kaynağı haline geldi. Hararetli televizyon tartışmaları teorik ve ideolojik polemiklerin yerine geçti. İdeolojisizliği politikasızlık izledi. Devrimci mücadele çoktan unutulduğundan, devrimci mücadelenin taktiklerine yön verecek durum tahlilleri zaten unutulmuştu. Devrim stratejisi de, dünyanın ve ülkenin tahlili olmaktan çok, “taktik hevalım” mantığı içinde öylesine konuşulan bir “şey” haline geldi. Dünyayı değiştirmek yerine yorumlamakla yetinenler bile mumla aranır oldu. İçinde yaşanılan koşulları anlamakta zorlanıldıkça, “ne olacak” sorusu daha fazla sorulmaya başlandı.
    Bununla da yetinilmedi. “Ne olacak” sorusu, giderek “mikro”laştı. Her seçim öncesinde seçim sonuçlarının “ne olacağı” merakı başlı başına siyaset konusu olmaya başladı. 7 Haziran seçimlerinde görüldüğü gibi, “HDP barajı geçecek mi” türünden sorular, HDP’nin barajı geçebilmesi için ne yapması gerektiği sorusunu bile gölgede bıraktı.
    Böylesi bir ortamda “seçimlerde devrimci tavır ne olmalıdır” sorusu buharlaşırken, “bu seçimde hangi partiye oy verilmeli” sorusu da pek sorulmaz oldu. Kendi programının ve söyleminin herhangi bir yerinde “sosyalist” sözcüğü geçmeyen bir parti, bu ortam içinde kolayca “sol” ve “sosyalist” parti olarak “algı”latıldı.
    Böylece solda ajit-prop söylem egemen olurken, seçimlerle “bir şeylerin değişebileceği” beklentisi her yanı sardı.
    Devrim yapmak rafa kaldırıldı. Kimilerinin film malzemesi haline getirdiği gibi, devrim, devrimcilerin ve halkın sabah kalktıklarında öğrendikleri bir “şey” olarak sunuldu. Devrimin “olurluğu” bile “ne olacak” sorusunun “kapsama alanı” içinde yer almıyordu.
    Devrim yapmak bir yana konulunca, devrim için örgütlenmek de, kitleleri bilinçlendirmek de bir yana konuldu. “Ne olacağını” bilme isteği politik pasifizme yol açtı.
    Devrimci örgütlenme geriledikçe, devrimci mücadele de o ölçüde geriledi. Devrimci örgütlenmeyi geliştirmek ve harekete geçirmek de o kadar zorlaştı. Devrimci örgütlenme ve devrimci mücadele zorlu ve yoğun bir çabayı ve zamanı gerektirir hale geldi. Çaba göstermekten uzaklaşanlar ya da bir şeylerin hemen olmasını isteyenler, çabanın yoğunluğu ve zamanın uzunluğu karşısında karamsarlığa kapıldılar. Böylece devrimci mücadele biraz daha geriye itildi. Devrimci mücadelenin güç kaybetmesi ve geriye itilişi arttıkça, onu örgütlemek o ölçüde daha fazla çabaya ve zamana ihtiyaç duyar hale eldi.
    Böylece içinde yaşanılan somut tarihsel koşullarda “ne yapmalı”yı konuşmak yerine, “ne olduğunu” tahlil etmeye ve anlamaya çalışmak zorunda kalındı.
    Devrimci örgütlenme gerilememiş olsaydı, bugün bütün bunları konuşmak yerine, “eldeki mevcut güçlerle ne yapılması gerektiği” sorusu konuşuyor olurduk. Eğer bugün, eldeki mevcutt güçlerle ne yapmalı sorusunu konuşamıyorsak, bunun temel nedenlerinden birisi de “ne yapmalı” yerine, kahinlikten muzdarip “ne olacak” sorusunun sorulmasının bir alışkanlık haline gelmiş olmasıdır. Bu koşullarda 777 bin kilometre kare ve 72 milyonluk bir ülkede devrim yapmak için daha fazla çaba göstermekten ve zamandan başka bir araç, yol yoktur.

  8. İç savaş için S. Demirtaş süikasti son ve yeterli neden olabilir. Bu manyaklar bunu yapabilecek karaktere sahip. O kadar insanı paramparça edecek kadar canavarlaşanlar için ne ki?
    Ve bu suikast amaçlarına hizmet eder. İç savaş başlar ama…
    *
    Dilerim, umarım bunu önleyebilecek organizasyon vardır.
    *
    Hani o bilinen hikaye. “Macar veliahtini öldüren bir sırp milliyetçisi”.. böyle miydi.. Ve 1. dünya savaşı başladı.
    Bu yalaka tarih yazıcılığına güleriz; sebep elbette bu değil ama.. dolu bardağa düşen son zerre damla.
    ve Demirtaş suikasti de bu işlevi görebilecek potansiyeli taşıyor.
    **
    Ne salakça.
    diyelim ki S. Deimrtaş’ı öldürdüler. Sonra ne olur?
    On binlerce insan ölür. Bu ölümler bu cinayeti azmettirenlerden de katılanlar olacaktır.
    Konjonktür’e göre Birleşmiş M. işe el atabilir; o büyük Kürdistan kurulmasının zamanı gelmiş olabilir….
    Bölünmek, ayrılmak istemeyen insanlara başka seçenek bırakılmamış olur. RTE ve suç ortakları rezil rüsva olur.
    **
    Başına bir şey gelmesin diye üzerine titremeleri gerekir ama….
    bunlarda bu zekâ, öngörü olsaydı bugün ülkeyi bu hale getirirler miydi?
    Her şey ama her şey, en çılgınca, en acımasızca, en manyakça her cinayet ve katliam mümkündür; Ankara katliamı da kanıtıdır…

  9. sanırım 10 yıl önceydi.. Bu sağcı, dinci, milliyetçi güruh için şunu yazmıştım bir tarafa.. “Bu ülkeyi mahvetmeden durmayacaklar.”
    Bu “imkan” ellerinde şimdi. Kullanırlarsa şaşırmamam gerekir!
    **
    İtiraf edeyim.
    Çok ama çok masum insan da ölecekse de.. tarihsel süreçler böyle “fay hatlarına” evler yapanların, o evleri satın alarak oturanların gözünün yaşına bakmaz…
    “total”, “tümel”, “genel” olarak biz bu fay hattında “evciğini” satın alarak, ulemasına, başkanına, ilçe başkanına, muhtarına, kömür-makarna verenine haysiyetini bedel olarak vermişlerin ülkesi olarak bu trajik sonu hak etmiş durumdayız.
    Kürt halkının çektikleri ve haklı isyanı ile PKK’nın acımasız savaşımını aynılaştırmak isteyen prof, doktor, psikiyatrist.. sol’cu.. alçaklıklarının ülkesi tarihsel olarak rezil olmayı hak eder… Tarihin Terazisi bu kadar topyekûn alçaklıkların sıkletini çekemez…
    Ve bu alçaklar kuşkusuz yine kendilerinden başka herkesi suçlayacak..
    RTE orada bu kadar güçlü ise bu aynı zamanda bizim de dahil olduğumuz toplumun ne denli sefil, zavallı, utanılası bir halde olduğunu gösterir.
    Ve olası bir S. Demirtaş cinayetinde, çıkacak iç savaşta, solcu geçinen, sosyalizm adına gevezelik eden ama Ankara Katliamı protesto toplantılarına katılmam diyen,hatta katılanları aşağılayan zihniyetin de suç ortağı olacağı benim için tartışılamaz.
    **
    Ne acı.
    Tarihte olmuş-bitmiş, zamanında bu kasaplıkları ile güç ve zaman kazanmışlara nefret kusanlar; bugün bir anlamda olmuş-bitmiş insan-soy kırımlarına göz yaşı döken nice insan şimdi “ölü balık gözleri” ile seyrediyor Ankara’da 10 ekim’i…
    Bu “seyir” RTE’nin gücüne katılan güçtür! Hala vicdanı kalmış olanlar çok geçmeden utanç içinde kalacaklar; utanamaynalar da gerçek katillerin yanında saf tutacak; D. Perinçek gibi…

  10. özgürlükçü

    Dikkat edersek Suphi’lerden günümüze mahirler,cevahirler denizler ekmekciyanlar berkinler ali ismayiller sakineler ceylanlar sürekli özgürlükçü devrimcilerin katledilmesini izliyoruz.Bütün bu katliam tarihinin temel aktörü bildiğimiz hemen en ilkelinden en modernine biz insanların üretimi olan devlet olmasına rağmen devlet algısının bu seviyede olumlanıp rıza üretebilen olabilmesi toplumsal muhalefetin ideolojik mücadelede yetmezliklerı olarakta okunabilir.Son süreçte devrimci geleneklerdeki yarılmada özgürlükçü toplumsal devrimci akımların aksine devleti genel olarak ele geçirilecek kurum biz yönetirsek sorunsuz devlet olabilir anlayışına oturan geleneklerin ağırlıklı oluşu sosyalist damarın doğası gereği kendi devletinin kutsallaştırılması anlayışınında etkisiyle devlet teorisi ve iktidar hegemonya konusunda geçmiş performansı sorunlu bir toplumsal muhalefetimiz olduğu pratikleriyle ortadadır.Maçtaki bu tablo biriktirdiğimiz insani değerlerde çok sorunlu olduğu gibi bu sorunu devlet-iktidar egemen hegemonyaya yıkıp sıyrılamayız onların işi bu demekki işlerini iyi yapmışlar biz yeterikadar işimizi yapamamışız gibi duruyor.Yaşadığımız acıları anıp yas tuttuğumuz bu günlerde karşılaştığımız bu şuursuz şöven ırkçı millici gayrı insanı kalabalıkların aslında sosyolojisi gereği objektif olarak toplumsal muhalefetin en dinamik kesimleri olması gerektiğinide bilebilmeliyiz hatta çok uzak olmayan yakın gelecekte belkide bu zulum düzeninin devlet-iktidar hegemonyasını onlarında isyan ve itirazı ile yıkabileceğimizi unutmadan yetmezliklerimizden olan ideolojik mücadelenin yeni pratiklerine yoğunlaşmamız belkide yitirdiğimiz devrimci yoldaşlarımızın beklentilerine hizmet edebilen en iyi anma olacaktır.

  11. Kurtuluş Cephesi’nin sitesine erişim engeli olduğu için K-Tunnel’dan girmeyi deneyin Gün bey;

    http://www.ktunneli.com/

  12. Her zamanki çok üsttean, haşlayıcı bir dili var. Sonuçta lafı getirdiği yer, bizim dediğimiz şekilde örgütlenmezseniz, bizim irademize uymazsanız başınıza bunlar gelir. İnsanlar onları neden dinlesin ki?

  13. Mülayim Sert

    Yazı sadece bizim eski “Ne yapmalı”nın yerini “Ne olacak”ın almış olmasını tespit ettiği için dikkatimi çekti. Yukarıda bir mesajda hepimizin aklından sürekli geçen “Ne olacak” sorusu da dillendirilince…

    An itibariyle “Ne yapmalı”ya 3 yanıt görüyorum:

    1. Seçimlere kadar “fırtınaya tahammül etmek”. Seçimlerden sonra durumun olumlu yönde değişeceğini ummak. Liberal cenah açıkça bu noktada, fakat aslında tüm sol, kürt örgütsüz halk muhalefeti de örtük olarak böyle bakıyor. Endişem, seçimlere dair çokça belirsizlik ve muhtemelen daha iyiye değil aynı noktaya döneceğimizdir.

    2. Demir Küçükaydın’ın inisiyatifindeki “Erdoğan İstifa” kampanyası. Güzel bir girişim ve katılırım fakat milyonlarca insan bile üzerine Erdoğan istifa yazarak dolaşsa, nasıl olacak da sihirli bir şekilde bu bir şeyleri değiştirecek o kısmını anlayamadım. Yine de denemeye değer bakarsın bir üst eylem halini kitleselleştirir, bütün dünya medyasının gözü buraya döner vb.

    3. Ankara katliamından sonra ortaya çıkan Pazartesi ve Salı günkü 2 günlük grev girişimi. KESK, DİSK, TTB, TMMOB olağan dörtlüsüne ek olarak bunu sendikalar dışından desteklemeye çalışan küçük girişimler oldu Halk Evleri “Halk Grevi”, bizim cenahtan “Cenazemiz var Çalışmıyoruz” vb. Fakat en iyi ihtimalle işçi sınıfının %5’ini bu şekilde harekete geçirebiliyoruz. Sendikaların üye sayısına küçük doğrudan eylemci eğilimleri ekleyince en fazla bu sayı çıkıyor. Nasıl kitleselleşeceğiz?

    1’i şu veya bu şekilde yaşayıp göreceğiz, oyları HDP ve CHP’ye vereceğiz izin verilirse. Onu bir kenara koyuyorum. Acaba 2’yi harekete geçirip pasif bir kitleselleşme yaşayabilirsek, bir noktada 3’ü tekrar deneyip bu sefer kitlesel bir 3 yaşayabilir miyiz?

    Başka bir (ilerici) önerisi olan var mı?

  14. Demir eski alışkanlıkla, ortaya mantıki bir öneri atarsa herkesin o yöne doğru hareketleneceğini umuyor ama bence çocukça bir beklenti bu. Bugünü anlamak lazım. Artık kimse şu ya da bu örgütün gösterdiği yönöde ya da üstün bir aklın önerisiyle hareket etmeyecektir. Toplumsal olaylar iradeyle şekillendirilemez. Şu sol örgütlerin “bugünkü durum ve görevlerimiz^” tekerlemesi de bir yana bırakılmalıdır. Bence ağır ağır bir kabarış var iktidara karşı ama aynı gezi gibi bunun ne zaman patlayacağını, ne seyir izleyeceğini bilmek mümkün değildir. Kısacası klasik öncü havalarını bırakmak gerekir. öngörü mü? Evet, öngörü diye bir şey vardır ve yerinde çok işe yarar. Örneğin şu patlamayı kimse öngöremedi. Ben büyük bir provokasyon, bir patlama bekliyordum ama bunun zamanını ve yerini bilmem mümkün değildi elbette. Ama böyle bir noktada öngörü uyanıklık şeklinde tecelli edebilirdi. Demirtaş da söyledi gerekli önlemleri alamadıklarını. Oysa orada uyanık 200 kişilik bir kolluk kuvveti oluşturulsaydı, o bombacının oraya sızması bence mümkün olamazdı. Yarın için ne mi diyorum. Beklemek, kollamak, uyanık olmak, yılgınlığı gidermeye çalışmak, bağları güçlendirmek vb vb.

  15. Mülayim Sert

    Benzer şeyleri ben de düşündüm. Sanırım 80 öncesinde kortejlerde güvenlik oluşturuluyordu. Halk Evleri üyelerinin bir kaç gün önce metal detektörü ile arama yaptığı görüntüler vardı. Bu tip önlemlere geri dönmek gerekiyor gibi.

    Suruç’ta HDP ile TR solunun temas noktası hedef alınmıştı. Bir sonraki hedefin HDP ile TR solunun en çok kaynaştığı, Gezi’nin ana üslerinden Kadıköy olacağından şüphe ediyordum. Ankara oldu. Dikkat çeken, daha önceki Barış Bloku mitingleri değil de Ankara olması. Bence yine manidar olan, Ankara mitinginin Barış Bloku’ndan daha geniş bir TR solu katılımına sahip olması. Tıpkı Suruç gibi, yine HDP ve en yakınındaki TR solu yani SGDF hedef alındı. Bu kaynaşmadan korkuyorlar. TR’deki ana radikal muhalefet Kürt hareketi, sol ve ara sıra hareketlenen işçi sınıfı. Bunların ortaklaşması büyük tehdit onlar için.

    Ayrıca Sedat Peker’in birkaç gün önceki “oluk oluk kan” mitingi de dehşet bir şey. RTE ve AKP geçmişin bütün pisliklerini kendi etrafında topluyor. Ankara ile bağlantısı var mı? Doğrudan yok ama “iklim”i tamamlıyor gibi gözüküyor.

    PKK’nin Pazar günü ilan edeceği önceden belli tek taraflı ateşkes de katliamın hedefindeki bir başka olguydu belki de.

  16. Adamlar şu anda büyük bir karartma faaliyeti içindeler, hedefe koydukları şunlar: PKK, DHKP-C, Suriye… IŞID iyice geri plana düşürülüyor.

    Her iki patlamada da hdp ve solun birleştiği noktaların hedef alınması gerçekten dikkat çekici.

    Bundan sonra her gösteride kendi güvenliğimizi kendimizin alması şart.

  17. pardon ya, paralel yapı da varmış. İş iyice komediye döndü. Hükümetin ne kadar karşı olduğu varsa çuvala doldurulmuş.

  18. Gün abi alakası yok ama Aziz sancarın ülkücülüğünü Nasıl değerlendiriyorsun 46 Mardin doğumlu elektrik su olmayan bir köyden çıkan insanın tek siyasi motivasyonunun Sosyalizm gelirse Sovyet işgali gelir Süleymaniye’yi yıkarlar gibi laflar olması Nasıl değerlendiriyorsun

  19. tanımıyorum bile. Kimdir?

  20. googledan baktım. Nobel ödülü almış bu yıl. Bilemsel alanda çok yetkin olan kimi insanlar düşünsel planda çok cahil olabilir.

  21. dunya da emperyalistler arasi bir celiski oldugu ve kimsenin bagimsiz tavir gelistiremiyecegi aciksa, dunya nin eski gerici guclerine kuvvet veren rus pro emperyalizmi yerine, abd ab emperyalizmi, ki ozerkcilik demokrasi yanlisidirlar, ile beraber hareket ettigi icin kimse hdp i pyd suclayamaz..

  22. – Nobel’i alan Aziz Sancar’ın Ülkücülüğünü nasıl değerlendiriyorsun diyor biri, diğeri kim tanımıyorum…

    – 100 Yıllık Ermeni yalanının bir emperyalist yalan olduğunu, her şeye ve herkese karşı mücadelesi sonucu TESCİL ettiren Doğu Perinçek onu nasıl değerlendiriyorsun diye sorsa biri, diğeri o kim tanımıyorum diyecek…

    -İşte fikri sefaletin geldiği son nokta……

    – Sizler bir Ülkücünün Nobel ödülünü almayı bırak, aday bile olamayacağını düşünürsünüz ve kendi diyalektiğiniz içinde olması olanaksızdır….

    -Doğu Perinçek elbette mücadelesinde yalnız değildi. Başta Rahmetli Rauf Denktaş, rahmetli ülkücü Mehmet Gül ve her görüşten değerli akademisyenlerin, siyasetçilerin oluşturduğu Talat Paşa Komitesi emperyalistlere ve sözde ” soykırımcı” içteki emperyalist uşaklarının suratlarına vurduğu tokadın şiddetini ta ABD den ve AB den ve dahi Avrasya dan her halde duymayan kalmamıştır. Bir tek bizim solcu gazeteler pek duymadılar… 🙂

    – Şimdi sizler mi sol, sosyalist, yurtseversiniz Doğu Perinçek mi?
    – Bahçeli mi milliyetçi Doğu Perinçek mi ?
    – Kılıçdaroğlu mu yurtsever, cumhuriyetçi Doğu Perinçek mi?

    Şapkalarınızı koyun önünüze ve düşünün bu ülke için sizler neler yaptınız? Bir şey yapmadınız , bari gölge etmeyin 🙂

  23. Bu arkadaşı ciddiye almaya değmez.

  24. 🙂 ;Doğru haklısınız, zaten bu toplum da siz ve sizin gibi hiç ciddiye almadı ki 🙂 Sizler yüksek dağları bizler yarattık, biz ne dersek o doğrudur… O yüzden marjinal olmaya ve oradan oraya savrulmaya, fikirler arası gezinti ile kendi benliğini bulamayan ve aslında ciddiye alınmaya değmez olduğunuzu bir anlamda itiraf etmişsiniz….

    Solun belki de hastalığı bu , ama sol deyince de tümden haksızlık olmasın, solun içinde de marjinal olanların hastalığıdır bu…

    Saygılar

  25. Bu ülkede ülkücülerin çoğu Gladio ve Amerika’ya hizmet etmiştir. Zaten bunların ideolojilerinin en büyük destekçisi, hatta belki kurucusu ABD’dir. Türkeş ABD’de bu konuda eğitim almış, özel olarak yetiştirilmiştir.

    Bunların görevi şu veya bu şekilde ABD’ye ve kapitalizme hizmet etmek Türkiye’de solu ve sosyalizmi yok etmek üzerine kuruludur. Bunun için ülkede terör çıkarmışlar, darbe ortamı oluşturmuşlar ve 12 Eylül askeri darbesinin önünü açmışlardır. 12 Eylül darbesi ise gerçekte büyük burjuvaya ve kapitalizme bu ülkenin daha çok hizmet etmesi üzerine yapıldı. İşte senin bu ülke için bir şeyler yapmak dediğin şey aslında şu: ülkeyi satmak, burjuvaya ve kapitalizme peşkeş çekmek ve Gladio’ya hizmet etmek.

    Doğu Perinçek’e gelince, ulusalcıdır ama ciddi düzeyde tutarsızdır, içi boş bir ulusalcılığı savunur çünkü aynı zamanda devlet kapitalizmini savunur. Zaten ulusalcıların kapitalizme karşı sağlam ve tutarlı bir duruşları yoktur bu yüzden gerçek anlamda ulusalcı da değillerdir, sadece bunların ulusalcılığı insanları kandırmak için uydurdukları içi boş bir düşüncedir çünkü kapitalizme karşı sağlam ve tutarlı bir duruşları yoktur. Devlet kapitalizmini savunurlar. Örneğin Çin gibi bir düzeni savunurlar ama Çin bugün kapitalizme, ulus ötesi büyük şirketlere en çok hizmet eden, kendi işçisinin amansızca sömürülmesine, çevrenin olağanüstü şekilde kirlenmesine izin veren bir ülkedir. Bir şeyler yapmak demişsin, büyük şirketlere ülkeyi peşkeş çekmek ve ülkenin …. koymak bir şeyler yapmak ise haklısın bunlar bu yolda epey kararlı ilerliyor. Ülkelerinin ve dünyanın …. koyuyorlar.

  26. 15 no Murat..
    dürüst değilsiniz
    1. Irkçı, faşist olmak ile orijinal bilimsel buluşlar yapmak çelişmez. Kimse bunu iddia etmez. Ama evrime inanmayan bir bilim adamının bu tür bir başarısı çok ilginç olurdu! Bu bile mümkün! A. Sancar’ı bilmezdik zaten; ama siyasi görüşü ne olursa olsun saygı duymak gerekli. (Büyük olasılıkla bir “M.Kemal” milliyetçisidir. Ve Kürt meselesinin bilinmediği, çelişkinin yaşanmadığı zamanların insanı…)
    2. Doğu Perinçek Ermeni Etnik temizliğin olmadığını kanıtlamadı; bu olgunun inkârının suç olmadığının kabul edilmesini sağladı. Doğrusu da buydu; Tarihsel olguların tartışılmasında mahkemelerin sınır koyma hakkı olmamalıydı ki, böylece yanlış DP aracılığıyla düzelmiş oldu.
    **
    Bu tür çarpıtmalar kahvehanelerden oy toplayanların işine yarayabilir; yanlış yerde antrenman yapıyorsunuz…

  27. kahrolsun her turden demokrasi, yasasin devrimci diktatorya, kahrolsun her turden devrimci diktatoraynin dusmani olan anarsistler.

  28. kahrolsun her turden demokrasi soylemi, yasin devrimci otokratik hiyerarsik diktatorluk, kahrolsun anarsizm,
    https://www.youtube.com/watch?v=eakiePMbIBU

  29. siz aydinlikcilar, turkiye ozgunlugu, anarsistler ve trockisler, diz dunyanin heryerinde devrimci kalkisma icinde karsi devrimci burjuva cocuklari oldunuz,.. oyle kalacaksiniz, baska bir yerde görülmediniz, nerde bir devrim hareketi var bocek gibi bitersiniz,… trockist anarsist dedigini, neyse:)

  30. anarsizm denen karsi devrimciligin ve trockizmin aydinlikci eskiler de maalanmayasinin tek seysi vardir, karsi devrimcilik…..

  31. kahrolsun baris… diye başlayan yorum, devamındaki küfürleri nedeniyle yayınlanmadı. admin.

  32. bu devletlu faşistlerin bu “marjinaller” sayfasında ne işler var? şu savundukları devlete yönelik eleştirilere bir karşılıkları, yanıtları, ya da ilginç bir fikirleri yok….

  33. Mesele, kapitalizmden de önce, merkeziyetçi devlet aygıtına kimin sahip olacağı kavgasıdır. Uluslar, partiler, hanedanlar yoktur aslında. Tarihte de bunun çok örneği vardır. Bizans prensleri, Selçuklu, Osmanlı, Karamanlı, İran (Safevi) şehzadeleri taht kavgalarında kendi devletlerine karşı anılan diğer devletlere sığınarak müttefik olmuşlardır.