Verita Kitap’taki Söyleşimin videosu

3 Ekim 2015 günü Kadıköy Verita kitabevi’nde yaptığım söyleşinin videosuna aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

https://www.youtube.com/watch?v=RiX5e8hOj2s

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Faik Akçay / Kitap Yorum: Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar, Gün Zileli

Daktilo 1984’ten alınmıştır “Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar”1 adlı yapıt, Gün Zileli’nin titiz bir araştırması. …

5 Yorumlar

  1. söyleşide konu edinilen 12 eylül yenilgisinin nedenleri ve kitlelerin bu olaydaki kahreden , kabullenmeciliğin, edilgen tavrın nedeni hakkında bir kaç cümle ile de olsa gözlem ve yaşanmışlıklardan çıkardığım düşüncem şu:

    kitleleri asıl ruhen teslim alan şey, cuntanın acımasız teröründen daha çok…sol örgütlenmelerin yarattığı hayal kırıklığı olmuştu….hatta bu süreç daha önceleri başlamıştı da denebilir…

    kabaca 1975-76da adeta çalı yangını misali dört bir yana yayılan devrimci kabarma, 77 ve 78de zirvedeyken başlamış ve hayli yaygınlaşmış olan sol içi şiddetin yarattığı büyük hayal kırıklığı bu zirveden hızlı bir düşüşe neden oldu…

    o ana kadar köylere dahi ulaşmış olan dalgaya kapılan kitlelered önce bir duraklama ardından bir geri çekiliş ve “devrimcileri” yalnız bırakma hali belirdi….

    elbet bunda devletin provakasyonları etkisini göz ardı edemeyiz…ama asıl devrimcilik zaten bunları önlemeyi göz almayı ve mücadele etmeyi gerektirmez miydi?

    zamanın otoriter ve hiyerarşik örgüt anlayışı nedeniyle militan ve sempatizanlar ilk darbe anından itibaren, şeflerden talimat beklemeye alıştırılmış olduğu için apışıp kaldı….

    halk ise zaten uzun bir süredir çatışmalardan bezgin ve hayal kırıklığı içindeyken bu örgüt elemanlarından hızla uzaklaştı.

    sonuç, otoriteryen ötgütlere itimat kalmamıştı…

  2. Mülayim Sert

    Dinledim, 80 öncesini yaşamamışlar için aydınlatıcı bilgi ve tartışmalar ile dolu.

    Bir yerinde orada olsam araya girmek isterdim, o da şu: Katılanlardan bir arkadaş, 80 öncesinde Marksizm’in silahlı mücadele olarak algılanmış olmasından, üretim ilişkisi olarak algılanamamış olmasından şikayet ediyordu. Gezi’ye polis saldırısının Gezi’de ücretsiz komünal paylaşımın başladığı günün ertesi olduğunu belirtiyor (sanırım kütüphane kurulması), sistemin esas tahammül edemediğinin bu örnek olduğunu iddia ediyordu. Ayrıca Fatsa, unuttuğum bir örnek ve Kazova’dan bahsederek esas yapılması gereken olarak bunlara işaret ediyordu.

    Birincisi, Gezi’deki paylaşım, kütüphane ile sınırlı da değil, hepsi, elbette çok güzel ve değerliydi. Fakat kendi sembolik örneklememize aşık olup kalmayalım, hükümeti delirten oradaki ücretsiz yiyecek ve kitapler olmasından daha çok kamusal alanı kamunun isyanın merkez üssü için kullanması idi. Ayrıca komünel paylaşımlar Haziran’ın ilk günlerinde başlamıştı diye hatırlıyorum 14’ü veya 15’inde değil.

    Kazova gibi kooperatif örneklerine ve (silahlı mücadeleden öte), toplumsal ilişkilerin “kitle zoru” ile değiştirilmesi arasındaki ilişkiye gelirsek, kitle zoru bir ihtiyaçtan ortaya çıkıyor. Emekçi sınıfların, kooperatif vb. araçlar ile, burjuvaziye karşı piyasa rekabetini kazanmak yoluyla ekonomiyi ele geçirmesi, Marx ve Bakunin öncesi, Marksist ekolde “ütopik sosyalizm”in, anarşist ekolde mutualizmin stratejisidir.

    Ve bu stratejinin tek başına oluru yoktur, çünkü burjuvazinin sermaye birikimi tanımı gereği işçi sınıfından fazladır. İşçi sınıfının “birikim”lerinin gelecek güvencesinden öte sermaye haline gelebilcek ölçüde olması istisnaidir, hatta dürüst olmak gerekirse bu ancak ara sınıf için mümkündür. İşçi sınıfı kabaca ancak kendini yeniden üretecek kadar para kazanır, ücret, emek gücünün yeniden üretilmesi için gerekli olan miktarda olur. Bu mutualist strateji için ilk ve dışsal problem, bir ikinci problem ise içseldir. “Başarılı” olduklarında dahi kooperatifler, kendilerini kapitalist tarza geri döndürecek çeşitli basınçlar altında var olur, piyasa rekabeti, birikim ihtiyacı, gelirin kooperatif üyelerine ücret veya yeni yatırımlara sermaye olarak ayrılması sorunu vs. Hele bir de ortalama kar oranının üzerinde veya altında kar etme durumunun kooperatif üyelerini kolektif olarak işçi sınıfının üstüne veya altına doğru yol aldırması meselesi var.

    Özetle, kooperatifler her zaman var oldu kapitalizmde, özellike emek-yoğun, sermaye ihtiyacının az olduğu sektörlerde. Biraz araştırın, milyonlarca emekçi onbinlerce kooperatif içinde yaşamını kazanıyor. Bu da güzel bir şey, fakat kapitalizmi aşmak için yeterli değil. Aşabilmesi için ekonomi dışı (yani kitle zoru dediğim ve silahlarla bir şekilde ilişkili olabilecek) araç gerekli. Örneğin en basitinden sosyal demokrat parti yerel yönetimde iktidarda olacak ki, yerel kooperatife salt ekonomik değil politik bir kaygı ile çeşitli teşvikler versin. Veya çok daha ileri bir örnek vereyim, eli silahlı proleter militanlar üretim araçlarına el koyacak ki, kooperatifleştirilecek dişe dokunur üretim birimleri olsun. Mesela Rojava’da özel mülkiyete dokunmuyorlar fakat Şam rejiminin eski topraklarını kooperatiflere devrediyorlar, bunun için bile silaha dayanan özerklik gerekti. Kabaca durum böyle yani, politik yani kitle-zoruna dayanan yöntem, kooperatif ilişkilerde belli “niche”lerin ötesine geçebilmek için zorunlu görünüyor. Yani kooperatif benzeri özyönetimleri oluşturup destekleyelim, ama bunun devrimi gereksiz kıldığı yanılgısına düşmeyelim (devrimin ne kadar zor içereceğinden bağımsız olmak üzere).

  3. Tabii orada konuya bu kadar derinlemesine girme olanağımız yoktu. Bunun için ayrı bir tartışma, bir oturum gerekli.

  4. Mülayim Sert

    Bu konuşmadaki bir başka hatalı tez de, bir katılımcının dillendirdiği 80 sonrasında ve AKP döneminde hızlanarak artan muhafazakarlaşmayı toplumun orta sınıflaşmasına, KOBİ’lerin yükselişine bağlamak.

    Böyle bir dönüşüm, algılar ve Birikim’in YAE’ci politik yönelime kaynak olan ekonomik tezlerinin aksine (Rekabetçi Anadolu kaplanları TÜSİAD burjuvazisine karşı yükseliyor vs.) sayısal olarak gerçek değil. Sol-liberal düşünürlerin sola yaydığı bir mit bu.

    Tersine, proleterleşme maksimumda şu anda, bunun da iki kaynağı var. Birincisi köylülük yani kırsal orta sınıflılık / küçük burjuvazi dibe vurdu. İkincisi ev kadınları evlerden çıkıp işçi olarak piyasaya katılıyor. Bu eğilimler çok güçlü, sürekli ve hızlı. Proleterleşenlerin bir azınlığı da giderek yapısal ve kalıcı işsiz kategorisine geçiyor. En hızlı büyüyen kategoriler bunlardır, ücretliler ve işsizler.

    Sadece 2000-2013 arasında ücretli-maaşlı-yövmiyeliler %50’den %65’e çıktı. İşverenler %5’ten %4.5’a düştü (sermayenin daha az elde yoğunlaşması – KOBİ tezinin çürütülmesidir bu). Kendi hesabına çalışanlar (serbest meslek) %25’ten %19’a düştü yani “Orta sınıf” eriyor. Ücretsiz aile işçisi (esasen ev kadınları) da %22’den %12’ye düştü.

    Bunlar dev, tektonik kaymalardır, ve hepsi kapitalizm altında “olması gerektiği gibi oluyor”.

    Muhafazakarlaşma toplumsal sınıflardaki objektif dönüşümde değil, sübjektif politik dönüşümlerde aranmalı, darbe, eğitim sistemi, AKP, neoliberalizm, vb. Yoksa “altyapı” devrim için hiç bu kadar elverişli olmamıştı.

  5. Mülayim Sert

    Üstteki sayıların kaynağı: Türkiye işçi sınıfının maddi varlığı ve değişen yapısı (Meryem Kurtulmuş, Kurtar Tanyılmaz, İrfan Kaygısız)