Cadı Avı ve Solun Baygınlık Hali

Özellikle siyasi iktidarlar tarafından yürütülen cadı avları toplumların dengesini bozar, yalnız toplumların dengesini bozmakla kalmaz, insanların ahlâkını da bozar. Herkes birbirinin ihbarcısı ve polisi olur, toplum büyük bir gerginlik yaşar, toplumsal dayanışma dağılır, huzur diye bir şey kalmaz.

 

Geçmişte, AKP iktidarı, Fetullahçıların polis içindeki örgütlülüğünden ve sahte delil üretme konusundaki becerisinden de yararlanarak özellikle ordu içinde ama basında ve başka kurumlarda da gerek ulusalcı eğilimli subaylara, ulusalcı partilerin mensuplarına, gerekse AKP iktidarının haksız operasyonlarını açık eden gazetecilere karşı neredeyse 5-6 yıl süren bir cadı avı sürdürdü. Ergenekon ve Balyoz davaları uydurma delillerle açıldı ve yıllarca sürdürüldü. İnsanlar yıllarca içeride tutuldu. O zaman bu cadı avına karşı çıkmış ve Ergenekon denen örgütün uydurma olduğunu, yürütülen operasyonların bir cadı avı olduğunu söylemiştik. O zaman, sadece yetmez ama evetçi liberal sol değil, aynı zamanda neredeyse solun tamamı bu cadı avını onaylamış ve “Ergenekoncuların” bir an önce yargılanıp cezalandırılması talebini ileri sürmüştü. Bugün bile, AKP iktidarının özellikle son 3-4 yıldır izlediği çizginin, AKP’nin “Ergenekoncularla” ya da daha genel söylersek ulusalcılarla uzlaşmaktan kaynaklandığını düşünen ve söyleyen epeyce arkadaş var solda.

 

Bugüne gelecek olursak, bugün de, özellikle darbe girişiminden sonra korkunç bir cadı avı başlatıldığını görüyoruz. Bu sefer cadı avı “Fetullahçılara” karşı yapılmaktadır. Fetullahçılardan epey çekmiş olan ulusalcı kesim, biraz da intikam duygusuyla AKP iktidarının peşine takılmış durumda. Hatta, “şurada”, “burada”, “şu da onlardan”, “onu da alın” diyerek AKP iktidarının polisinin önüne düşüp yol gösterenler bile var. Hatta Sözcü adlı ulusalcı varakpare, onca takıntılı Tayyip aleyhtarı başlıklar attıktan sonra, şimdi de Tayyip Erdoğan’ın darbe girişiminden sonraki ilk demecini kendisine vermiş olmasıyla övünüyor. Keskin ulusalcılık yalakalığa dönüşmüş durumda.

 

Dahası bizim solumuz (elbette tamamı değil ama esası diyelim), nasıl geçmişte, “vesayet rejimi” ile mücadele adına AKP iktidarına zımni bir destek vermişse, bugün de “Fetullahçı darbecilere” karşı mücadele adına, AKP iktidarına benzer bir desteği vermektedir. Bu konuda solu kandırmak çok kolaydır. Solun belleğinde askeri darbeler büyük bir travma olarak yaşamaktadır. Özellikle 12 Eylül karanlığının travması solun genlerine işlemiştir. Bu yüzden, dün “Ergenekoncu darbeciler” der peşinize takarsınız, bugün “Fetocu darbeciler” der yine peşinize takarsınız.

 

Öte yandan sol örgütler ya da solda yer alan insanlar, Geziciler vb. cadı avının kendilerine de yöneleceği korkusu içindedirler. Belki de biraz bu yüzden salt “Fetullahçılara” yönelecek bir cadı avına itiraz etmemekte, en azından sesini çıkarmamakta, hatta yer yer bunun öncüsü rolüne girmeye bile yeltenenler olabilmektedir. Ben, örneğin HayatTV’de, tanklara karşı çıkan “halka” hayranlık besleyen solcu konuşmacılara bile rastladım. Fakat esas bu da değil. Yukarıda da belirttiğim gibi, askeri darbe travması nasıl solun genlerine işlediyse, baskının önünde sonunda kendisini vuracağı bilgisi de genlerine işlemiştir. Bunda da hiç haksız değildir, çünkü gerçekten de sol bütün iktidar değişikliklerinde iktidarların  ilk hedeflerinden biri olmuştur her zaman.

 

İşte bu iki durum; yani bir yandan muhayyel ya da hakiki “darbecilere” karşı  çıkma, hatta bu uğurda halihazır iktidarlara destek bile olma güdüsü, bir yandan da baskının ve zulmün değişmez hedefi olma korkusu bugün solda bir baygınlık hali yaratmıştır. Sol, askeri darbe girişiminden sonra fenalık geçirip bayılmıştır ve bugün halusinasyonlar görmektedir. Gördüğü halusinasyonları şöyle sıralayabilirim:

 

  • Halk darbecilere karşı kahramanca ve hayranlık verici bir şekilde direnerek darbeyi önledi; biz de onların yanında olmalıydık.

 

  • Bütün bu darbeleri yapan “Fetöcü” örgüttür. Geçmişte bize de neler yapmadılar. Ama onları besleyen de bugünkü AKP iktidarıdır (bu söylenenler elbette kısmen doğrudur ama halusinasyon bundan sonra başlıyor). Tamam, zayıf bir demokrasimiz var ama bu kadarının bile korunabilmesi için, “halkın iradesine kurşun sıkan” (sanki “halkın iradesi” diye bir şahıs ya da bina varmış gibi) “Fetöcü” darbecilerin temizlenmesi talebini bizzat biz ileri sürmeliyiz. Hatta, o meydanlarda tekbir getirilmese biz de gitmek isterdik “demokrasi” mitinglerine.

 

 

  • Tayyip Erdoğan iktidarı, “Fetöcü” darbecilere karşı mücadele ediyormuş gibi yaparak aslında yine bize saldıracak, bizi hedef alacak, Gezicileri toparlayacak, solcuları işten atacak, bizleri yine hapse dolduracak.

 

Solun bir an önce bu baygınlık halinden kurtulması gerekiyor. Fakat bayılan bir insanı döverek ayıltamazsınız. Bu yüzden solda yer alan arkadaşlarımıza şefkatle yaklaşmalı ve onları ayıltmak için kulaklarına gerçekleri hiç acele etmeden fısıldamalıyız.

 

Birincisi, “halkın” darbecilere karşı kahramanca direndiği ya da darbenin böyle bir direnişle önlendiği tam bir palavradır ve bir stüdyo dizi filmidir. Televizyonlarda gördüğümüz o sahneler ordu darbesinin, şu ya da bu nedenle başarısızlığa uğramasından sonra şaşkına dönen askeri birliklerle ilgilidir. Yani aslında bu sahneler bedava kahramanlıklarla bizlerin gözünü boyamaya yöneliktir. Duran ve ateş etmeyen bir tankın üstüne çıkmak kadar kolay bir şey yoktur. Yeltsin de, Sovyetler Birliği’ndeki son başarısız darbe girişiminden sonra tankın üzerine çıkıp şov yapmıştı. Kaldı ki, bu gösteriyi yapanların çoğu, daha dün polis desteğinde Gezicilere palalarla saldıranlardı. Neden bu güruha hayranlık duyacak ya da onların yanında yer alacakmışız ki.

 

İkincisi, darbeyi yapanın “Fetöcü örgüt” olduğu da tam bir iktidar propagandasıdır ve bizzat Fetullahçıların bu propagandadan şerefyap olduklarını tahmin etmek zor değildir. Yani “ben neymişim be abi” dediklerine kalıbımı basarım. Bu darbe, AKP karşıtı ordu mensuplarının bir darbesidir, Fetullahçılar da bugün AKP iktidarına karşı olduklarına göre, içlerinde Fetullah taraftarlarının olması doğaldır. Öte yandan, “zayıf bir demokrasimiz” (bu da HayatTV’den çalındı kulağıma) olduğu tam bir ham hayaldir. Bence zayıf bir demokrasimiz değil, zayıf bir diktatörlüğümüz var. Dolayısıyla, bizlerin koruyacağı bir şey yok. O işi, tekbir getirenlere bırakmak çok daha akılcı olur. Palalarıyla bizleri doğramaya pek teşne bu kalabalıklarla aynı yerde yer almayı düşünmek bir solcu için ancak utanç vesilesi olabilir. Dolayısıyla, Roni Marguez ve Doğu Perinçek’in el ele vererek bizi çağırdığı yerden aman uzak duralım.

 

Son olarak, AKP iktidarının aciliyetle bize saldıracağını düşünmek de saçmadır. Biz zaten genelde baskı ve saldırı altındayız, bu bir. İkincisi, şu sıra, hele sol, “demokrasiyi koruma” hayalleriyle zımnen iktidara destek verirken, iktidar neden acil olarak sola saldırsın ki. Şu anda onların işi fazlasıyla zor ve fazlasıyla meşguller. Fırsat bu fırsat, bir “baş düşmanı” temizlemek üzere cadı avı sürdürüyorlar. Elbette bu cadı avında sol da bazı darbeler alabilir ama topyekûn hedef alınması söz konusu değildir. En azından kısa vadede. Bu yüzden paniğe kapılmanın bir âlemi yok.

 

Solun bugünkü sorunu, “demokrasiyi koruma” hayallerinden kurtulmak, cadı avına hiçbir şekilde katılmamak, kime yapılırsa yapılsın her türlü işkence, darp ve hukuksuzluğa karşı çıkmak (bugün avukatların, işkenceleri ve hukuksuzlukları hedef alan, avukatsız yargıya geçilmesini eleştiren açıklaması bu konuda çok olumlu bir örnektir) ve kendi mevzilerinde sağlam durmak, AKP iktidarının baskılarına karşı barışçı bir kitlesel direniş için toparlanmak ve esas hedefi şaşırmamaktır. Hatta bu bağlamda, Gezi’nin önemli bir bileşeni olan ulusalcı tabanı cadı avına katılmaktan vazgeçirmeye çalışmak da solun görevleri arasındadır. Bugünün esas görevi, bu toz duman içinde dağılıp her bir parçası bir başka yere savrulan solun ve toplumsal muhalefetin yeniden bir araya gelmesidir.

 

Bu baygınlık halinden bir an önce kurtulmak gerekiyor.

 

 

Gün Zileli

21 Temmuz 2016

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Duyuru: Bugünkü yazı şimdiye dek cep telefonlarından görülemiyormuş ama bu durum düzeltildi.

 

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Yerelden Yenmek!

Artıgerçek YEREL MÜCADELELER Merkeziyet-âdemimerkeziyet tartışması son 200 yılın en önemli tartışmalarından biridir. Marksist sol, her …

250 Yorumlar

  1. Dolayısıyla, Roni Marguez ve Doğu Perinçek’in el ele vererek bizi çağırdığı yerden aman uzak duralım

    Bumudur. Budur…

  2. Akp nin ozel olarak sola (en azindan oncelikli olarak) saldirmayacagi dogru bir tespit diye dusunuyorum. Ama eger sol Bayginlik halinden cikip Dogru bir bicimde sahne alirsa, gercekleri dillendirirse, (darbenin niteliginin Feto cu olmadiginin dillendirilmesi bile yeter) Iste o zaman o dillendiren
    kesimler etkinlikleri itibariyla AKP nin ve pesine takilmis Ulusalcilarin Roni lerin Perincek gillerin hatta solun bilincli bayginlik geciren kesimlerinin ,özel bir hedefi olacaklardir.

  3. Belkide Fethullahcilar bile biz neymisiz diyorlardir tespitinizin Belki si fazla. Fethullahin yabanci basina verdigi demecte böyle kapali bir böbürlenme var. Ben darbeye karsiyim, ama benim konusma ve yazilarimdan etkilenmis olanlar varsa ben neyleyim demek ,örtülü böbürlenmektir zaten.

  4. Bizlerin, yada genel olarak solun , Bakis acisinin disinda, Ulusalcilarin Feto düsmanligi ile AKP ye yaltaklanmasi ,bir Bayginlik hali ,bir yanilgi ile anlatilamaz. Bazen Perinceg in kisiliginde doruga cikmis bir karakterin , bir muzmin ihanet hastaliginin varolduguna, ve dogustan gelen bu kararkterin toplumsal sartlardan bagimsiz olduguna, ama toplumsal mucadeleye etkidigine inaniyorum. ODA tv ye Aydinliga Sözcü ye baktigimda. Bu Ulusalci kesim uyandirilamaz Bayginliktan, cünki baygin degiller .Baska birsey onlar. ABC gazetesi cevresi ve hatta CHP de bile Bayginlik tedavisine yanit verecek kesimler cikar ama bunlardan cikmaz.

  5. Fransiz istihbarati diyorki , hergün Tr den Suriyeye yüz savasci geciyor. ABD nin destek vermekten vazgecebilecegi 12 yasinda cocuklarin kafasini kesebilen `ilimli muhaliflere destek`vermekte bir degisiklik yok. Ama Darbenin sebebi dis politikada eksen kaymasi olarak aciklaniyor Ulusalcilarca.Hatta Rusya ve Irandan bile bu minvalde aciklamalar geldi. Bir ara basinda Perincegin , AKP ve Rusya ve Esad arasinda arabuluculuk yaptigi söylenmisti. Rusyada perincek paralelinde aciklamalar var. Sakin Putin Perincek i ciddiye aliyor olmasin… Ne gülerim ama:) Iki gün sonra Esadi Türkmen katili, Rusyayi da Emperyalist ilan Edip Nato yu göreve cagirir be o:)

  6. Yani bu anlatilanlarin tersi dogru -)) ((-:..!

    Böyle sacma bir darbenin kimler tarafindan baslatildi?

    Bu sorunun icinde cevabi var.
    Diger darbelerde oldugu gibi ordu tümü,basi bu isin icinde yok. Tam maceracayla,hata intihar eylemiyle olsa ola bu hayal dünyasinda yasayan dinciler Feto cularin isi olabilirdi..

    Bir baska nedeni ise; Son zamanlarda Feto cularin üzerine okadar gidildiki onlarda böyle patladilar..

    Herzaman olduklari gibi sinsi,yalanci,inkarci tutumlarinida sürdürdüler..

    Fetocular darbede basarili olsaydi? 12 eylülden beter olurdu!!

    Bu darbeyi durduran halka capulcu demenin alemi yok.

    Gün Zileli iktidara gelse bizim bildigimiz tüm kavramlari unutmamiz gerekecek anlasilan..

  7. Kesinlikle doğru. Sanırım bu noktayı ihmal etmişim yazıda.

  8. Bence de bayılmış falan değiller. Baygın olan sol. Fakat ulusalcıların daha sıradan tabanı farklı olabilir. Onlara, “darbeciler şeriat getireceklerdi” bile demişler. ulusalcı sıradan insanların daha iyi niyetli olduğunu, sadece bakış açıları nedeniyle, ulusaülcı basn tarafından yanıltıldıklarını düşünüyorum.

  9. ben oralarda epey akıl hocalığı yaptıkları kanısındayım.

  10. eh tabii, lütfen yani 🙂

  11. “Ben karimin yatakta fahise gibi, mutfakta asci gibi, salonda da hanimefendi gibi olacagini hayal etmistim” diye baslar derin bir hayiflanmayla adam..

    Ve, devam eder, “hayalim gercek oldu.. oldu; ama, bir faz farkiyla: yatakta asci gibi, mutfakta hanimefendi gibi, salonda da fahise gibi davranan bir karim oldu..”

    Simdi..

    Evet, faz farki onemli.

    Halk sokaklara dokuldugunde, darbecileri; darbecilere karsi da isgalcileri filan destekler duruma dusmek ihtimalini gozardi etmemek lazim.

  12. Nasihatınız kulaklarımızda olsun her zaman. 🙂

  13. Hiç kimse bizden sınır güvenliğimiz ihlal edilmesine sessiz kalmamızı beklemesin…..R.T Erdogan

    Uçağın Vurulması Emrini Bizzat Ben Verdim……A.Davutoglu

    Rus uçağını düşüren pilotlarla ilgili soruşturmanın sürdüğünü belirten Erdoğan, gözaltına alınan iki Türk pilotla ilgili, “Pensilvanya ile bu pilotların bağlantısı olabilir” diye konuştu.

  14. burda yazılanlar medyayla sınırlı. teorik olarak doğrularda içerse; yalnız toplumdaki muhalefetlik aynen devam ediyo. maydanoz satıcısıyla; maydonoz alıcısı arasındaki tartışma hiç de burada yazılanlara benzemiyo. ” iktidar edenler her şeye sahipler neden önlenmedi” (?) diyorlar. detaylar bir tarafa; insanların beklentileri var. o beklentiler akp nin hiç bir zaman hayal edemiyeceği bir dünya. esas detaylar orada..

  15. Zileli, Baskaya hoca tam Baygin degil ama ayik olduguda söylenemez. Bkz ABC gazetesi..

  16. üstüne üstlük; birde ”ohal” çok bekliyorduk. tadından yenmez. hayallerimizin ötesi gerçek oldu. ne büyükmüşüz dünyada eşimiz benzerimiz yok!..

  17. Zilelinin 5. Yoruma verdigi cevaba:
    Eger oralarda ciddiye aliniyorsa Perincek giller, Perincek (ki tr sinirlari icinde dahil artik sarlatan muamelesi görüyor) demekki Amerikalilar hakli Rusya kof bir gücmüs. inanilmaz.:)

  18. “Nasihatınız kulaklarımızda olsun her zaman.”

    Yok. Size nasihat.. ne demek –estagfurullah.

    Dahasi, nasihat olacak olsaydi bile, gec kaldigimi dusunuyorum.

  19. Necip ,Albay Staufenberg in basarili olmasini istermiydiniz istemezmiydiniz?

  20. ABD Emperyalizmi ile Türkiye iliskisi Fethullah Gülen ABD iliskisine indirgendi ya …Gülen teslim ediliyor veee hhhhop tam bagimsiz Türkiye .. Aaaah Mahir aaaaah.

  21. “Rus uçağını düşüren pilotlarla ilgili soruşturmanın sürdüğünü..”

    Irfan Tansel’i bilir misiniz?

    https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0rfan_Tansel

    Wikipedia’daki ilgili bolumde su yaziyor:

    “8 Ağustos 1964 tarihinde Türk Hava Kuvvetleri Komutanı olarak bizzat Kıbrıs’taki Rum hedeflerinin Türk jetleri tarafından bombalanmasını yönetti.”

    Evet, resmi hikaye budur. Gercek hikaye de, sudur:

    Irfan Tansel, kendi kafasina uyup, gitmis Kibris’i bombalamistir. Hukumetin haberi filan yoktur.

    Orduda bu tur ciddi bir disiplinsizlik oldugunu ortmek icin, olay olup bittikten sonra haberi oldugu halde, Hukumet, emri kendisinin verdigini soylemistir. Ve, ‘resmi tarih’ hala daha boyle yazar.

  22. “Albay Staufenberg in basarili olmasini istermiydiniz istemezmiydiniz?”

    Bilmem, hic tanismadim 😉

    Ote yandan, durduk yerde Godwin cekmeden once, isaret ettiginizin icini\altini doldursaniz nasil olur?

  23. Gün Zileli sözüm direkt size değil, söylediklerinizin tamamına yakını yanlış olmasına, her gelişmede çuvallamanıza rağmen rağmen istikrarlı biçimde çizginizi sürdürüyorsunuz. Ama burada yorum yapan, sizin de sık sık paslaştığınız, Doğu Perinçek-Aydınlık düşmanlığından başka hiçbir sermayesi olmayan eski devrimci kırıntılar gerçekten midemi bulandırıyor. Siz bu sahte solcuları iyi tanırsınız, unutmuş olamazsınız. Solculuk devrimcilik adına hiçbir şey yapmazlar, hiçbir bedel ödemeyi göze almazlar, klavye başında içlerini rahatlatırlar. Kendilerini dönek hissetmezler çünkü çevrelerindeki tüm insanlar zaten kendilerine benzemektedir. Roni gibi bir sefille Perinçek’i yan yana düşünmek insanın Roni’den değil Perinçek’ten nefret ettiğinin ispatıdır. Yoğun nefret insanın beynini ve içini çürütüyor. Burada bu çürümeyi çok açık görüyorum.

  24. Biraz alınmışsınız anlaşılan ama Roni’nin sözleri ortada. Her sosyalistin bu “halk direnişinden” heyecan duyması gerektiğini söyledi. Doğu’nun, “halk amerikancı darbeyi bastırdı” sözleriyle aynı anlama gelen Roni’nin sözlerine bu noktada katılıyor musunuz katılmıyor musunuz, onu söyleyin.

  25. Roni’nin Amerikancı bir darbenin bastırıldığı konusunda herhangi bir sözüne yazısına rastlamadım. O hala Ergenekoncu bir darbeden bahsediyor(du). “Halk Amerikancı darbeyi bastırdı” diye kim demişse doğru söylemiş, katılıyorum.

  26. Onunla aynı saftasınız ama… Amerikancı darbe dese ne olur, demese ne olur.

  27. Şu anda “hükümetin askerleri”siniz.

  28. Doğu Perinçek ve Roni’yi destekliyorum. Derhal demokrasi nöbetine katılsınlar. Şöyle bir tablo göz yaşartıcı olmaz mı? IŞID bayrakları altında, dombıra müziği eşliğinde, Doğu Perinçek, Roni, Ufuk Uras kolkola “polise kalkan eller kırılır diye bağırıyor. Bu karanlık günlerde biraz gülmeye ihtiyacımız var.

  29. Necip eskiden de düzeni savunmasına rağmen taraf tutmuyordu. Şimdi açıkça bir tarafı tutar hale geldi.
    Bu durumda kendisiyle de çelişiyor.
    Dünyadaki bu mevcut düzene karşı değil ise, bu darbe girişimini yapanlar da düzenin bir parçası değiller mi?
    Eğer onlar başarılı olsalardı düzeni onlar yönetecekti. Bu durumda ne değişecekti? Düzen değil sadece başındakiler.

  30. Berktay’ı da unutmayın.
    Bence daha fazla gülmeye de ihtiyacımız yok. Bunların kendileriyle çelişmelerini izlemek yeterince gülünç zaten.

  31. ohal bir baskanlik provasi veya ona gecis cok kritik ve tehlikeli durum.
    sokakata simdilik gerici tayfasi dolu sultana canini vermeye hazir ve emirlerini bekliyorlar kisacasi bir “sivil ordu ” kurdu.
    sultan-mhp birligi net olmusdur artik bunlarin disinda bir demokrasi cephesi olusturmak gerek.sözüm ilen chp-hdp ondan sonra liberalere gercek bir laik düzen istiyorsalar gözlerini acsinlar yok sol oy vermem veya onlalara beraber olamam lüksü bu ülkeden kalkmistir!!!
    durum kritik ve gelecek günler artik solun uyanmazinayardimci olacktir.

  32. AKP’yi destekleyen bu ulusalcılara “ulusakçı” diyebiliriz – ulusolcu benzeri bir kısaltma olarak.

  33. Bana yonelik hayal kirikliginizi dile getirirken, aslinda nedenini de pekala ozetlemissiniz:

    “Eğer onlar başarılı olsalardı düzeni onlar yönetecekti. Bu durumda ne değişecekti? Düzen değil sadece başındakiler.”

    Bu durumda, sirf degisiklik olsun, bazi aktorler degissin, ve bu arada da cok daha fazla sayida insan ölsun diye mi desteklemek gerekir?

  34. Sayin zileli uyuyan solcu tanımına hangi solcular giriyor ben anlayamadim.
    Darbenin kimden geldiği çok mu önemli.abd mi, gülen mi, ulusalci mi, Kemalist mi? Dün kürt halkını bodrumlarda yakan bugün darbecisi.nerdeyse tsk siyasi bir eylem yaptı devrim yapacaktı demedigi kaldı bu sayfada.

  35. Tanrim Türkiyede tüm muhalif kesimler ne kadar ilkel ne kadar körmüsler. Budur beni korkutan.Bir devrim olmaya kalksa bunlara devrimi bogdurturlar devrimci nedenler ve devrimci amclar icin.Korku filmi gibi.Korkmuyormusunuz Zileli? Ben Iktidardan cok bu Ruh halinden korkuyorum.

  36. Kürt halkını bodrumlarda yakma emrini veren kim? Bugün “demokrasi kahramanı” olarak kutsananlar değil mi?

  37. Fevzi Aydinlikcilar ne bedel odemis , buraya Aydinligin suclarini yazarim sayfalar yetmez. sahte solmus bi siz solsunuz herkes sahte haaa, agzimi bozdurma benim soven ihbarci

  38. Bu ruh hali gerçekten kötü ama çok sürmeyecek dağılacaktır bu ruh hali, yeniden her şey yerli yerine oturacaktır. Büyük toplumsal alt üst oluşlarda kafaların karışması, kötücül ruh hallerinin su yüzüne çıkması normaldir.

  39. coook ama coook zorda kalsam bir tercih yapmak zorunda kalsam Roni yi tercih ederdim Perincek i asla.

  40. Alev Alatlidan tiksinirim ama kadin hakli galiba. Eksikligi kendinide kendi tespitinin konusu yapmayisi. Sag sol ayrimi, ulusal bölgesel sinifsal ayrimi olmayan genel bir hödüklesme genel bir karaktersizlesme cagindayiz sanki. Bas kötü herkesi dönemsel ihtiyaclara göre sakir sakir kullaniyor, ve herkes bagiriyor simdide bizzi kullan diye. Yok zileli yok bu Bayginlik degil. Rezillik…

  41. Amerikaya kizip Tayyibi destekle Darbeye alerjin var Tayyipi destekle fetoya kinin var Tayyipi destekle Feto seni tasfiye etti yerine gelen subaya kiz tayyibi destekle ve hatta desteklemeyene kiz. Demokrasi icin ayaga kalkan kitleler sol mahallerde alevi mahallelerini taciz ediyor .ne diyeyim bilmemki. iskence ile subaylara evet Fetocuyum dedirtlilmeye calisiliyor. körsün. mesela iskenceye kime yapilirsa yapilsin karsimisin. Tv lerden veriliyor iskence. Adama ben feto cüyüm degil ben aslinda penguenim subay kiligina girdim bile dedirtirler, sen desteklersin. Net soru, Darbecilerin Feto cu oldugunu kanitlarmisiniz? ölü balik sürüleri akintida, dere kokuyor artik.

  42. Rüzgar arkadas sonradan baskaca aciklama yaptilarmi bilmiyorum ama, Pkk nin ilk aciklamasi su minvalde idi: daha önce demokratik bir vesayetci olmayan rejimmi vardida darbeciler den demokrasi kurtuldu.?

  43. Ttutuklanan General Albay larin resim ve videolarina baktim pek azi iskence görmemis. Iskence görmemis olanlarin arasinda Feto cu oldugu kesin olan tek Albay olan Muharrem köse var nedeni ne olabilir? sizmi bulacaksiniz benmi yazayim. beyin sabun degildir, kullaninca azalmaz , kullaniniz.

  44. Yorumsuz:

    AKP Sözcüsü Yasin Aktay, pazar günü Taksim’de düzenlenecek CHP mitingi için ana muhalefetten davet aldıklarını ve bu davete icabet edeceklerini açıkladı. Aktay, “CHP’nin pazar günü Taksim’deki toplantısına bir davet aldık, parti olarak da davet aldık. Bundan dolayı çok çok teşekkür ediyoruz. Bu davete de icabet edeceğiz” ifadelerini kullandı.

  45. kötümser değilim.
    bu günler geçer. Uzun da sürmez.
    Bu ülkeyi yönetemiyorlar. Bu belli. Bunun anlaşılması için bir süre daha gerekli. Yoksulluk derinleştikçe.. Ve emperyalizmin destabilizasyon programı devreye girdikçe…
    Öğretecekler!
    ve gidecekler ..
    Aksi halde Pakistanlaşılacak! Sanırım buna izin verilmeyecek..
    ***
    Toplumsal çürümüşlüğün sonuçları bunlar; iktidar gittiğinde her şey güllük gülistanlık olmaz..
    *
    Kürt siyasal hareketindeki “tazeliğe”, dinamizme bakıyorum.. PKK’yı geçelim! Ama HDP “söylemi” ile birleşemeyen, uzlaşma, “yeni dünya” aramayan Türkiye çok acı çeker…
    Bu “söylem” üzerinden ittifaklar zorunlu!
    Türkiyeli demokrat, seküler, özgürlükçü ve alevi kökenli laik kanat ile Kürt özgürlükçü siyaset bir araya gelmedikçe ödenecek bedel büyüyecek..
    Bu akılsız ve hastalıklı darbe girişimi ve OHAL dilerim “Batı’ya” bu “tek yolu” gösterir..
    *
    Olmadı mı.. Emperyal projelerin deneme tahtası olunacak.. ,ve iyimserim…
    Mafyatik devlet yönetme zihniyeti, düşmana gerek yok; kendi ayağına, karnına kurşun sıkacak…
    **
    Putin’den özür dilemek, domates, salatalık satma; Turist gelsin diye miydi? Despotik dünyaya dahil olma arzusu muydu? ABD suçlamaları sıkıştırmalarının anlamı ne…
    *
    A. Menderes hikayesi.. Rusya’ya dahil olma… ve darbe..
    *
    Ve OHAL… Bu siyaseti gerçekleştirme sürecinde olası engelleri temizleme amacı ile mi? Rusya ittifakını önleyebilecek tüm yerli güç odaklarını etkisizleştirme amaçlı mı?
    **
    İyimserim!
    Budala katil her zaman aleyhine delil bırakır…

  46. “Bu durumda, sirf degisiklik olsun, bazi aktorler degissin, ve bu arada da cok daha fazla sayida insan ölsun diye mi desteklemek gerekir?”

    Öncelikle gerçekten daha fazla insan mı ölürdü yoksa tersi mi olurdu?
    Örneğin, eğer iktidar olunca Suriye ve Kürt savaşlarına son veren bir barış veya ateşkes sürecini başlatsalardı, ülke içinde de bu kutuplaşma ve kriz durumuna -en azından bir süreliğine- son verselerdi böyle olmaz mıydı?
    Ayrıca insanların ölmesi (yani darbeler, savaşlar, katliamlar, linçler, idamlar, iş kazaları gibi durumlar) zaten düzenin bir parçası değil mi? Sadece bazı ülkelerde daha az ve bazı zamanlarda olmuyor veya azalıyor.
    Ama bunların hiç olmadığı bir düzenin imkansız olduğunu söylemiyormuydunuz “kapitalizm” tartışmalarında?
    İmkansız değilse o zaman kapitalizm veya düzen karşıtlığı yanlış değildir -sadece nasıl olabileceği konusunda yanlış düşünceler olabilir.
    Yok imkansızsa, sadece azaltılabilirse o zaman bunun ölçütü bir tartışma konusu olur.

  47. Ben ilk açıklamayı okudum kürt ulusalcililarin orda da taraf olmak gerekmiyor diyordu.bir tercihe getirmemislerdi.

    Bende sizden korktum valla.filler tepsir cimenler ezilir.kürt kähalkini bodrumlarda yakanla o emri veren de aynı tarafın iktidarı ve askeri.ben RTE kızıp darbe den medet uman, gülen e kızıp RTE medet umanlardan değilim.ben solcu tanımı kafasında karışan aydınlığa da chp de sol diyenlerden de değilim.kapitalist sisteme karşı önce bu hslkin politik kodlarının, genlerinin değiştirilmesi gerektiğini savunan bilginin en güçlü silah olduğuna inanan, sistemin biçme hareketlerinde kafası ksrismayip aaaa 60 darbesi, protekiz karanfil devrimi ile aynıdır diyip faşist cuntacilari cihatcilardan daha iyiler deniyeyenlerden mi.bu halim sizi korkutuysa belliki RTE size daha “korkuyu”yasatmamis,çok sürmez yasarsiniz teleslanmayin.

  48. Nuri Maliki: Türkiye’deki darbe girişiminin sebebi Erdoğan’ın maceracı siyasetidir

    Irak Eski Başkanı ve Parlamento Yasal Hükumet Koalisyonu Başkanı Nuri El-Maliki bugün yaptığı açıklamada, Türkiye’de yapılan darbe girişiminin; ister gerçek olsun ister iddia, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın maceracı iç ve dış politikalardan kaynaklandığını belirtti.
    Nuri El-Maliki Türkiye’deki darbe girişimi hakkında sözlerine şöyle devam etti: Bu siyasetlerin devam etmesi yeni darbelerin ortaya çıkmasına neden olacaktır ve bu durum Türkiye’nin Batı Asya’daki rolünü tehlikeye atacaktır.
    Maliki son olarak şu ifadeleri kullandı: Türkiye’deki istikrar ve toprak bütünlüğü bölgenin istikrarı için önemlidir ve bu ülkede meydana gelecek karışıklığın bölgeye olumsuz etkisi olacaktır

    Suriye Gerçekleri

    http://www.suriyegercekleri.com/2016/07/21/nuri-maliki-turkiyedeki-darbe-girisiminin-sebebi-erdoganin-maceraci-siyasetidir/

  49. OPERASYONU YÖNETEN TÜMGENERAL’DEN İTİRAF
    Marmaris’teki saldırıyı yönettikten sonra gittiği Ankara’da yakalanan, gönderildiği Muğla’da da tutuklanan Tümgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, ifadesinde tüm suçlamaları kabul etmesinin yanı sıra, önemli bilgiler de verdiği öğrenildi. Darbe girişimini kabul eden darbeci Tümgeneral Sönmezateş, Fethullah Gülen hareketiyle de ilgisinin bulunmadığını ileri sürdü. Tümgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, “Evet ben darbeciyim. İsterlerse beni idam etsinler. İdam cezamı versinler ama ben FETÖ’cü değilim” dedi.

  50. Yilginlik Psikolojisi… Mucadele ettigi güc karsisinda(AKP Tayyip) sürekli bir yenilgi yasadiginda, o güce biat etmeyi mesrulastirabilmek icin sanki daha kötü daha büyük bir düsmana karsi(Feto-Darbe) , mücadele ettigi gücle(AKP) isbirligi yaptigini söylemek.. Terapisi zordur bunun.

  51. Erdogan ayran milli ickimizdir…

    Sözcü: Ayran`in faydalari saymakla bitmiyor:)

    http://www.sozcu.com.tr/hayatim/yasam-haberleri/ayranin-faydalari-sasirtiyor/?_szc_galeri=1

  52. Cadı avı ve yanında bildik, tanıdık manipulasyon haberlerle yürütüyorlar bu faşist mobilizasyonu.
    Şu anda iktidarın ve yandaş medyasının ürettiği haberlerin tümünün yalan olduğuna eminim.
    İtiraflar yayınlanıyor, altlarında imzalı fotokopilerle. Neymiş efendim, cemaate nasıl girdiğini, emri ne zaman aldığını vs itiraf etmiş.
    Bu filmi daha önce Ergenekon furyasında çok gördük. Hepsinin yalan olduğu sonradan ortaya çıktı.
    Hele şu anda, ortalığın toz duman olduğu bir anda ve sosyal medyada bile beğenmedikleri haberleri yazanları topladıkları bir ortamda. iktidar kaynaklı her bilginin yalan olacağı tek doğru bilgi olarak kabul edilmelidir.
    İktidar kaynaklı bilgileri doğru varsayarak, onlar üzerinden siyasi duruş belirleyen sol çevreler çok büyük yanlışlar yapıyorlar.
    İşin ilginç yanı, yabancı medya bile bunlardan daha gerçekçi yorumluyor olayları.
    Onlar en azından, dikte edilen bilgiler arasındaki çelişkileri sorguluyorlar ve kesin cümleler kurmuyorlar. “Halk demokrasiyi kurtardı” gibi gülünç iddiaları “yetkililer dedi ki…” şeklinde onların ağzından aktarmayı yeğliyorlar.

  53. ulusAKcilara LiberAK sol u da eklemek gerek. Sonra ChPAK cilar sonra sonra..

  54. Hükümeti devrilmesi icin gökten tas düsse kabeye döndüreceksiniz.

    Korkarim isid,Deprem,sel,salgin hastaliklarida bu ugurda desteklersiniz….

  55. Stalin döneminde tasfiye edilen ordu komutanlarının “itiraflarını” hatırlatıyor bütün bunlar.

  56. anti-liberal Solak’ları da unutmayalım. Tüh be bu olmadı, işin kötüsü ben solağımdır … 🙂

  57. Hortlak Isid i destekledigi dünyaca bilinen bir Hükümeti cansiperane savunma serefi size aittir. Kutlu olsun.

  58. hAKpar da var
    Hak ve Özgürlükler Partisi
    12 Eylül referandumunda “yetersiz olsa da evet” demişler (“yetmez ama evet” değil!)

    Diyarbakır’dan “Evet” çağrısı
    Bugün Diyarbakır’da düzenlenen basın açıklamasında HAK-PAR ve bazı Kürt örgütleri 12 Eylül referandumunda “Yetersiz olsa da Evet” diyeceklerini açıkladılar. Halkı ve demokratik güçleri de “Evet” demeye çağırdılar

    Diyarbakır Sanat Sokağı AZC Plaza önünde düzenledikleri basın açıklamasında Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR), Demokrat Kürtlerin Arayışı, Kürt Devrimci Demokratlar Hareketi, Dicle ve Fırat Diyalog Grubu referandumda evet oyu kullanacaklarını ifade ettiler. Basın açıklamasında konuşan HAK-PAR İl Başkanı Arif Sevinç referanduma konu olan anayasa değişikliğini yetersiz bulmalarına rağmen evet demek için, farklı Kürt siyasi kurumlarıyla bir araya geldiklerini belirtti.
    Sevinç, Türkiye’nin en önemli meselesi olan Kürt sorununun demokratik yoldan çözülmesinden yana olduklarını söyledi. Demokratik yöntemlerin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizen Sevinç, Kürt sorunu konusunda daha duyarlı ve daha cesur davranılması gerektiğini belirtti.
    Sevinç ayrıca, demokrasi mücadelesini, demokratikleşme adımlarını önemsedikleri için referandumun yeni bir anayasanın önünü açacağını Kürt sorununu çözümü önündeki engelleri kaldıracağını düşünerek “Yetersiz olsa da evet” dediklerini ifade etti.
    Daha sonra Türkçe, Kürtçe ve Zazaca hazırlanan basın açıklaması okundu. Açıklamada, “Farklı eğilimlere sahip Kürt grupları olarak Türkiye’nin çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü çoğulcu gerçeğini kapsayacak, başta Kürtler olmak üzere bütün etnik ve dini farklılara Türk halkıyla eşitlik temelinde bir arada yaşama güvencesi sağlayacak bir sivil anayasa yapılmadan, gerçek anlamda demokrasi ve barışa kavuşmasının mümkün olmadığına inanmaktayız” denildi.
    Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana izlediği red-inkar ve imha politikalarının, anayasaların da ırkçı-şoven ve anti demokratik karakterini şekillendirdiği belirtilen açıklamada, mevcut 12 Eylül Anayasası’nın da bu ruhla şekillenmiş ve topluma zorla dayatılmış olduğu ifade edildi.
    “Kısmi anayasa değişiklik paketi de mevcut anayasanın ırkçı şoven karakterini esastan değiştirmediği, toplumsal ve siyasal sorunları çözmeyi hedeflemediği açıktır. Ancak demokratikleşme adımlarını da önemsiyoruz” denilen açıklamada, bu adımların Kürt sorununun doğru bir zeminde tartışılmasına olanak sağlayacağına inanıldığı belirtildi.
    Açıklamada, bütün yetersizliklerine rağmen, referanduma sunulan anayasa değişiklik paketine 12 Eylül darbe anayasasında gedik açtığı, Kürt halkının aleyhine şekillenen statükoyu sarstığı, vesayet rejimini gerileteceği, kısmi demokratik açılımlar sağlayacağı, mevcut anayasanın tümden değişmesi yönünde bir adım olacağı için “Evet” denileceği vurgulandı.
    Basın açıklaması, tüm halkın ve demokratik güçlerin referandumda “Evet” demesi çağrısı ile sonlandırıldı.
    (soL-Haber Merkezi)
    http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/diyarbakirdan-evet-cagrisi-haberi-32184

  59. Ben Liberal sol ile yetmez ama evetcileri kasdediyorum. Digerlerini Liberter sol olarak adlandiriyorum. Belki yanlis bir adlandirma. Ama suclusu ben degilim. Liberter dediklerimin kendilerini Liberal dediklerimden iyice ayristiramamasi.Umarim LiberterAK sol demek zorunda kalmam , yoksa bu AK eki beni olmadik müstechen kafiyelere götürecek.

  60. Bir de AKname var galiba,

    Erdoğan’ın Dersim Özrü; ‘Yetmez Ama Evet’ – Nasname
    http://www.nasname.com/a/erdoganin-dersim-ozru–%E2%80%98yetmez-ama-evet

  61. MARKS, HİKÂYEMİZİ; NE OLACAĞINI ÇOK, ÇOK ÖNCEDEN ANLATMIŞTI.. .
    Türkiye’nin “Batısı” yalnız kendine “demokrasi” istiyordu. Kürtler umuru değildi. “Bana ver, onlara verme!” Bu “tutarsızlık” onları mahvetti. Bu ikiyüzlü, çelişkili demokrasi-özgürlük arzusu, onlara hak edilmiş bir köleliği “armağan” etti.
    Ne acı.. bugünlere “göstere-göstere” gelindi… Sosyalist sol’un hayal dünyası; bitmiş ideolojisindeki ısrar; CHP’nin Kürt korkusu ile “devletin” uydu-partisi oluşu; Kemalist Ulusalcıların, demans hali… Yine de, yine de.. hâlâ mümkün…
    Başka bir yolu da yok.. Marks’ın “L. Bonaparte’in 18. Brumaire’ini yeniden anımsatmak istedim.. .
    ——————————————————-
    “Yakın zamanda bir “yandaş” yazdı. “2016 yılında Türkiye kesinlikle parlamenter sistemini çöp sepetine atacak. Bu gerçeği görmemek ve anlamamak için aptal olmak gerekir.” Bekliyorduk. Aptallığa gelince; burada tiksinilecek ve acınılacak aptallık hâlleri de aktarılacak, anlatılacak! Dolayısıyla Bonapartçik’ler de kendini okuyabilir.
    Louis Bonaparte da, 2 Aralık 1851′de Fransa’da Parlamentoyu feshetmişti.”

    Read more: http://www.gunzileli.com/2016/01/10/ogursel-marksin-patatesleri-ve-bonapartizm-1/#ixzz4F7dSG71h

    “Gerici burjuvazinin” siyasal temsilcilerinin saldırgan politikaları karşısında şaşırıyor; ne yapacağını bilemiyor. Egemen “gerici burjuva” siyaset, on yıldır sağın en fanatik, en şoven, en faşist parçaları ile kendini tahkim ederken, onları yutarak büyürken, Sosyal Demokrat Parti, sınıf mücadelelerinden uzaklaşmış. Sınıfı ile canlı bağları yok. Kendini “kimsesiz” bırakmış. Sağından gelen eleştirilerden korkuyor; yine sağa sığınıyor; solunda kalan siyasetlerle olası tüm ittifakları reddederek kendini güçsüzleştirirken, ancak yankısız nutuklar atıyor.”

    Read more: http://www.gunzileli.com/2016/01/27/ogursel-marksin-patatesleri-3/#ixzz4F7fyjfLS
    ————
    “10 Aralık Derneği ” 1849′da kurulmuştu. Bir yardımsever dernek kurmak bahanesi ile Paris lümpen-proletaryası … Bonapartçı bir general tarafından yönetilmek üzere, herbir kolun başına Bonapartçı ajanlar konulmuştu. Geçimlerinin ve hatta kökenlerinin nereden geldiği şüpheli… ‘kibar düşkünler’ yanında, burjuvazinin kokuşmuş serüvencileri ve döküntüleri… başıboş serseriler, yol verilmiş askerler, zindandan çıkmış forsalar, sürgün kaçkını kürek mahkumları, hırsızlar, şarlatanlar, dilenciler, yankesiciler, gözden sürmeyi çeken hokkabazlar, kumarbazlar, pezevenkler, genelev işletenler, hamallar, işsiz yazarlar, org çalıcıları, paçavracılar, bileyciler, kalaycılar… bu ne olduğu belirsiz, çürümüş, kararsız tüm yığın vardı…”

    ———————————-
    “İşte, Bonaparte.. toplumun bütün sınıflarının bu tortusunu, bu döküntüsünü, bu firesini kayıtsız şartsız yaslanabileceği tek sınıf olarak gören bu Bonaparte, gerçek Bonaparte’tır… Bu düzenbaz sefih, halkların yaşamına, onların eylemine ve devletin eylemlerine, sözün en kaba anlamıyla, bir komedi olarak bakar, büyük kostümlerin, büyük sözlerin ve büyük tavırların ancak en bayağı rezillikleri gözlerden gizlemeye yaradığı bir maskeliler alayı olarak bakar… Bonaparte’ın gezilerinde… bu dernek… gittiği yerde, kendisine hemen bir karşılayıcı ve dinleyici kalabalığı sağlamak; yalancıktan halk kendisine sevgi gösteriyormuş gibi yapmak, “Yaşasın İmparator” diye bağırmak ve elbette ki polisin himayesinde cumhuriyetçilere sövmek ve onları dövmek gibi özel bir görevleri vardı. Paris’e dönüşlerinde ise, bir öncü birliği oluşturmak, karşı-gösterileri önlemek ya da dağıtmakla görevliydiler. 10 Aralık derneği, Bonaparte’ın derneği idi, ona aitti, onun eseri, onun en öz düşüncesi idi… fakat yurttaşlar önünde, resmi bir dille açıktan açığa düzenden, dinden, aileden, mülkiyetten söz ederken arkasında alçak ve ne mal olduğu bilinen cemiyetiyle, düzensizlik, hırsız ve fuhuş cemiyetiyle Bonaparte özgün bir yazardır ve 10 Aralık derneğinin öyküsü, onun kendi öyküsüdür.”

    ——————–
    “Düzen partisi ise, anayasa değişikliğine ilişkin kararı ile, ne yönetmeyi ne de hizmet etmeyi, ne yaşamayı ne de ölmeyi, ne cumhuriyete katlanmayı ne de onu devirmeyi, ne anayasayı sürdürmeyi ne de ondan kurtulmayı, ne cumhurbaşkanı ile işbirliği yapmayı ne de onunla tüm ilişiği kesmeyi bilmediğini gösterdi.”
    “Peki düzen partisi, bütün bu çelişkilerin çözümünü kimden bekliyordu? Takvimden, olayların gidişinden. Olaylar üzerinde bir etkinliği olduğunu varsaymaktan vazgeçiyor… Yürütmenin başkanına, kendisine karşı kampanyayı daha rahat hazırlayıp geliştirmesi, saldırı araçlarını güçlendirmesi, silahlarını seçmesi, mevzilerini berkitmesi olanağını vermek için ….”
    Read more: http://www.gunzileli.com/2016/01/27/ogursel-marksin-patatesleri-3/#ixzz4F7btDMkc
    ————————
    “Ancak İkinci Bonaparte zamanındadır ki, devlet, tamamıyla bağımsız olmuş gibi görünür. Devlet makinesi, burjuva toplumun karşısında o kadar güçlenmiştir ki…”
    80 yıllık yarı-askerî diktatörlük, “babalarının“ malı bir devleti, düşman ideoloji taşıyan bir sivil diktatöre, ne kadar “kolay” kaptırdlar; nasıl da gafil avlandılar!
    “Fransa’nın göğsünü sıkıştıran ve soluğunu kesen korkunç yılgınlık ve aşağılanma duygusunu, karanlık umutsuzluğu açıklayan da budur. Fransa kendini namusu lekelenmiş olarak hissetmektedir.”
    Read more: http://www.gunzileli.com/2016/02/17/9922/#ixzz4F7ei4D4M

  62. ‘AK Türkler’i de unutmayalım.
    Beyaz Türkleri yani.
    Zaten hepsi de bu son olaydan sonra darbeye karşı halkın iradesiyle seçilmiş hükümetin yanında durdular.
    Demokrasiyi koruma mücadelesinde onlara başarılar dileyelim. Yüzleri AK olsun.

  63. ozel mahkemeler avukatsiz basina kapali yargi pesindeler. cunki yalan cok buyuk.

  64. “Öncelikle gerçekten daha fazla insan mı ölürdü yoksa tersi mi olurdu?”

    Taraflardan birisi isin en basindan teslim olmus olsaydi, tabii ki, olumlerin daha az olacagini varsaymak mumkun olurdu (garantisi yok; ama, muhtemel).

    Fakat, oyle olmadi. Butun sebeplerini aciklamak beni asar; fakat, ahali sokaklara dokuldu. Polis de, eskiden oldugunun aksine, kalkismacilarin emrine girmegi reddetti.

    Bu durumda, ben, olumlerin cok daha aratacagin varsayimini daha isabetli buluyorum.

    Bu birincisi. Ikincisi, gercekten de neyin degisecegini, neyin yerine daha iyi bir sey getireceklerini gorebilmis degilim. Hele de, ciddi bir ic muhalefet (meshur yuzde elli) sozkonusu ise, indi bir diktatorluk ile neyi cozeceklerdi; goremiyorum.

    “Örneğin, eğer iktidar olunca Suriye ve Kürt savaşlarına son veren bir barış veya ateşkes sürecini başlatsalardı, ülke içinde de bu kutuplaşma ve kriz durumuna -en azından bir süreliğine- son verselerdi böyle olmaz mıydı?”

    Burada cok sayida ‘eger’ var ve hicbiri oyle derhal gerceklesecek gibi degil.

    Suriye ve Kurt savasina kimin sebep oldugu, devam ettirdigi vb gibi seyler cok tartismali. Kim derken, ABD’den bahsediyorum.

    Bu savaslarin durmasi icin yakin zamanda anlamli bir seyler yapmayanlarin, aniden neden tavir degisikligi alacaklarini aciklamak lazim –tabii ki, asil mesele Turkiye’nin belli bir cizgiye cekilmesi degil idiyse.

    “Ayrıca insanların ölmesi (yani darbeler, savaşlar, katliamlar, linçler, idamlar, iş kazaları gibi durumlar) zaten düzenin bir parçası değil mi?”

    Mesruiyeti nereden baslattiginiza bagli. Darbeler ve savaslari baslatmagi (ve sebep ve gerekcelerini) mesru goruyorsaniz, evet, devaminda olumlerin olmasi normal sayilabilir.

    “Sadece bazı ülkelerde daha az ve bazı zamanlarda olmuyor veya azalıyor.”

    Bu ‘bazi’lar kimin baskin kimin de hedef olduguna isaret etmiyor mu?

    “Ama bunların hiç olmadığı bir düzenin imkansız olduğunu söylemiyormuydunuz ‘kapitalizm’ tartışmalarında?”

    Hafizami tazelemek adina, bunu nerede soyledigimi bana hatirlatir misiniz lutfen.

    Sorus sebebim su: ‘Kapitalizm tartismasi’ dediginiz baglamda ben ‘dunya barisi’ vb ile ilgili bir sey dedigimi (vaad ettigimi) hatirlamiyorum. O bambaska bir baglamdi ve bir temel analiz eksikligini dile getirmege calisiyordum.

    “İmkansız değilse o zaman kapitalizm veya düzen karşıtlığı yanlış değildir -sadece nasıl olabileceği konusunda yanlış düşünceler olabilir.”

    Hay allah.. Celiski ve catismalarin olmadigi bir dunyayi tasvir edecek kadar utopist nasil olmusum –nerede, ne zaman olmusum–, merak ettim simdi..

    “Yok imkansızsa, sadece azaltılabilirse o zaman bunun ölçütü bir tartışma konusu olur.”

    ‘Kapitalizm’in nasil anlasildigi ve karsitligi konusunda aslinda (felsefi planda) diyeceklerim bitmemisti. Birkac sey daha vardi ama firsat olmadi. Baska bir zamana kaldi galiba.

  65. Askeri Liseler Milli Egitim bakanligina baglanacak. Bence Imam-hatip-asker liseleri kurulmali.

  66. İslamcıların “Allah de geç” anlayışı gibi Gün Zileli de “Kim altta kalıyorsa onun yanındayım der geçerim” havasında. Mesela Amerikancı-Fetöcü darbe başarılı olsaydı Erdoğan ve AKP’nin yanında olacaktı, onlar altta kalacaktı çünkü. Darbe başarısız kalınca aynı formül gereği şimdi Fethullahçıların yanında. 15 Temmuz’da kim altta kaldığı ve mağdur olacağı anlaşılana kadar birkaç kez karar değiştirmişsinizdir. Belki yarın da değiştirirsiniz. Buradaki kırıntı sahte solcularla al gülüm ver gülüm muhabbeti iyi güzel de ne tarih böyle bir şey ve böyle yaşanıyor ne de gelecek böyle kuruluyor. Sanırım anarşistler de sizi bu yüzden pek ciddiye almıyor.

  67. 15-16 Temmuz Darbe Girişimi ve Devrimci Tutum
    Garbis Altınoğlu
    17 Temmuz 2016

    TSK’ne bağlı bazı birliklerin 15 Temmuz’da başlattıkları ve görüldüğü kadarıyla başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimi, bir dizi soruyu da beraberinde getirdi. Henüz konunun detaylarına ilişkin gerçek verilerin yeterince bilinmediği ve büyük olasılıkla öğrenilmesinin de engellendiği bugünlerde 15-16 Temmuz darbe girişimi hakkında tutarlı ve kapsamlı bir değerlendirme yapmak çok zor. Dolayısıyla ben burada böyle bir değerlendirme yapmaktan çok, bu darbe girişimine nasıl yaklaşmak gerektiği üzerinde duracak ve bu darbe girişiminin ve Erdoğan kliğinin bunu izleyen karşı-darbesinin olası sonuçlarına ilişkin tahminlerimi dile getireceğim.
    Türkiye sol ve devrimci hareketinin çeşitli bileşenlerinin hemen hemen hepsi 15-16 Temmuz darbe girişimini, “Her ikisi de kahrolsun! ” biçiminde özetlenecek bir tarzda değerlendirdi. Birkaç örnek üzerinde duralım.
    1) Halk Cephesi, 16 Temmuz 2016: “ ‘Demokrasi Savaşçılığı’ Faşist AKP’ye Kalmadı!.. ”
    “Demokrasi savunuculuğu ve savaşçılığı AKP’ye kalmamıştır. AKP karşı karşıya kaldığı darbeyi bertaraf etmiş olmakla demokrasi koruyucusu bir güç haline gelmemiştir… Darbeciler gayrı meşru, AKP meşru bir güç değildir.”
    2) Devrimci Proletarya, 16 Temmuz 2016: “Yaşasın İşçi Demokrasisi…!”
    “Sermaye’nin yönetim krizinde bizi taraf etmeye çalışanlara karşı kendi sınıfımızın Özgürlüğünü istiyoruz! ”
    3) Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanları, 16 Temmuz 2016: “Darbenin her türlüsüne karşıyız”
    “AKP liderliğinde yürütülen saray darbesi sürecine karşı olduğumuz kadar, dün ordunun içindeki bir klik tarafından girişilen darbeye de karşı olduğumuzun altını çiziyoruz.”
    4) Halkevleri, 16 Temmuz 2016: “Ne askeri ne sivil diktatörlüğe izin vereceğiz! Özgür, demokratik, laik bir ülke için mücadele edeceğiz! ”
    “Ne tanklarla sokakları işgal edip meclisi bombalayarak darbe girişiminde bulunanların ne de neoliberal-İslamcı bir diktatörlük kurmak uğruna ülkeyi bu noktaya sürükleyen AKP iktidarının Türkiye halklarının çıkarına dönük en küçük bir adım atma ihtimali vardır.”
    5) Birleşik Haziran Hareketi, 16 Temmuz 2016: ”HAZİRAN’dan darbe girişimi açıklaması”
    “Türkiye’nin ilerici, sosyalist güçlerinin ve emekçilerin darbecilerden ya da TSK’dan hiçbir beklentisi olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Demokrasinin ve özgürlüğün ne anlama geldiğini AKP’den ve onun arkasındaki bilcümle sermaye güçlerinden, cami hoparlörlerinden öğrenecek değiliz.”
    Başka bir dizi ilerici ve devrimci grup ta, somut koşulların somut analizi ilkesiyle taban tabana karşıt benzer tavırlar aldılar.
    Öte yandan Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ın HDP adına
    “HDP, her koşulda ve ilkesel olarak her tür darbeye karşıdır” biçiminde bir açıklama yapmakla yetinmesive İslami-faşist AKP, faşist MHP ve Kemalist gerici CHP ile birlikte darbe girişimini kınayan ortak deklarasyona imza atması doğru olmamıştır. Anımsanacağı üzere bu deklarasyonda, diğer şeylerin yanısıra şöyle deniyordu:“Milletimiz, bütün dünyaya örnek olacak şekilde darbenin karşısında durmuş ve kanlı darbe girişimini engellemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve kurumlarını canı pahasına koruyan bu aziz millet her türlü övgü ve takdiri ziyadesiyle hak etmektedir. Bu uğurda canlarını veren şehitlerimize milletçe minnettarız ve o kahramanlarımızı da asla unutmayacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu aziz ve kahraman milletin temsilcisi olarak milletimizin verdiği yetkiyle bombaların ve kurşunların altında görevini ifa etmiş, bir kez daha milletine layık bir Meclis olduğunu göstermiştir. Unutulmamalıdır ki, TBMM, Kurtuluş Savaşı’nı yöneten, Türkiye’nin demokrasiye geçişini gerçekleştiren, demokratik parlamenter sistemi yıllar içinde geliştirmiş, bir milleti yokluk ve yoksulluktan alıp muasır medeniyet seviyesine çıkarmanın mücadelesini vermiş bir meclistir. Meclisimiz tek yürek, tek vücut olarak büyük bir cesaretle darbeye karşı haysiyetli bir duruş sergilemiştir. Darbecilere gereken cevabı, dünyaya da gereken mesajı vermiştir.”
    HDP’nin 15-16 Temmuz darbe girişimin kınaması anlaşılabilir. Ancak HDP açısından doğru olan; Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının düşmanları ve katilleriyle ortak bir deklarasyona imza atmak yerine, kendi imzasıyla bir açıklama yapması ve burada, 15-16 Temmuz darbe girişiminin yanısıra Türkiye Kürdistanı, Türkiye, Suriye, Irak, Yemen, Libya gibi ülkelerde Türk gericilerinin de aktif katkısıyla işlenen cinayetleri ve kıyımları da kınamasıydı.
    * * * * *
    Devrimci grupların açıklamalarına dönecek olursak şunu söyleyebilirim: Aslında bu ve benzer sözleri söylemek, hiçbir şey söylememek ve dahası hiçbir şey söylemediğini gözlerden saklamak anlamına geliyor. Bütün ezilen ve sömürülen sınıf ve katmanların çıkarlarını savunan Marksistler ve tutarlı devrimciler, hangi yolla işbaşına gelmiş olursa olsun burjuva iktidarının bütün biçimlerine (anayasal monarşi, askerî ya da faşist diktatörlük, burjuva demokrasisi vb.) karşıdır. Onlar, büyük çoğunluğu gerici nitelik taşıyan askerî darbelere de karşıdırlar. Çünkü onlar, hepsi de küçük bir sömürücü azınlığın çıkarlarını savunan ve ezilen ve sömürülen işçi ve emekçi yığınları ve ezilen ulustan/ uluslardan sömürülen -emekçiler üzerinde bir diktatörlükten başka bir şey olmayan burjuva devlet biçimlerine karşı Sovyet iktidarını savunurlar. ANCAK bu gerçeği bir papağan gibi yineleyip durmak bizi bir adım bile ilerletmez. Buna, devrimci güçlerin kendi öz güçlerini seferber ederek sokağa dökülmeleri yolunda, altı dolu olmayan ve lafta kalan çağrılar yapmayı da katabiliriz. İlke olarak siyasal gericiliğin tüm biçim ve fraksiyonlarına karşı olduğunu söylemek işin ABC’sidir. Bu kadarını her devrimci sempatizan zaten bilmektedir.
    O halde şu soruyu sormalıyız: 15 Temmuz gecesi itibariyle karşı karşıya gelen güçler kimlerdi ya da kimleri temsil ediyordu? Bu iki taraftan hangisinin zaferi ya da üstün çıkması Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının yararınaydı? Burada bu soruların hepsine doyurucu yanıtlar veremesek de kaba çizgileriyle doğru bir değerlendirme yapabiliriz.
    15-16 Temmuz darbe girişimini yapanların siyasal kimlikleri konusunda AKP gericiliğinin yaptığı yaygara ve bu yaygaranın gönüllü propagandisti konumundaki kişi ve çevrelerin, yani ulusalcıların, neo-Kemalistlerin, liberallerin, muhalefet partilerinin ve Batılı emperyalistlerin söylediklerine bakmanın bizi pek fazla aydınlatmayacağı açık. Ordu, yargı ve devlet aygıtı içinde Fethullah Gülen yanlılarının varlığı bir gerçek; ancak onların etki ve gücünün -bilinen nedenlerle- AKP gericiliği tarafından ölçüsüzce abartıldığı ve Erdoğan’a tam olarak biat etmeyen herkesin; “vatan haini”, “terörist” vb. olarak nitelenmesinin yanısıra “Gülenci” vb. olarak damgalandığı da bir gerçek. 15-16 Temmuz darbe girişiminin Erdoğan kliğinin, TSK içinde yapmaya hazırlandığı geniş-ölçekli tasfiye operasyonuna karşı bir çıkış olduğu anlaşılıyor. Haklı ya da haksız bir biçimde “Gülenci” olmakla yaftalanan 15-16 Temmuzcuların amaçları konusundaki bilgimiz onların, Yurtta Sulh Konseyi adına yaptıkları açıklamanın çok ötesine geçmiyor. Onlar burada şöyle demişlerdi:
    “Türk Silahlı Kuvvetleri, anayasal düzenin, demokrasinin, insani hak ve özgürlüklerinin tekrar temin ve tesis, ülkede hukukun üstünlüğünün yeniden hakim kılınması, bozulan asayış düzeninin tekrar sağlanması maksadıyla ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.
    “Tüm uluslararası anlaşmalarımız ve taahhütlerimiz geçerliliğini korumaktadır. Tüm dünya ülkeleri ile iyi ilişkilerimizin devam edeceğini temenni ederiz…
    “Bu ahval ve şerait altında yüce Atatürk’ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakarlıklarla kurduğu TSK ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesinden hareketle milletin bekasını devam ettirmek, hukuk devleti önündeki fiili engelleri ortadan kaldırmak, yolsuzluğu engellemek, terörizm ve terörün her türlüsüyle mücadele etmek.”
    Peki, karşı tarafta kim var? Nedense herkesin unuttuğu bu gerçeği bir kez daha anımsatmak zorundayım: Karşı tarafta;
    a) Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde en büyük yolsuzluk, yağma, hırsızlık ve rüşvet olaylarının mimarı,
    b) Devlet aygıtının hemen hemen tümünü eline geçirmiş ve varolan anayasayı ve burjuva hukukunu açıkça ve pervasızca ayaklar altına almış,
    c) TBMM’ni içi boş bir kabuğa dönüştürmüş ve burjuva muhalefet partilerine bile katlanamadığını söylemi ve eylemiyle kanıtlamış,
    d) Türkiye’yi, evlere hapsedilen kadınlarına ve işçilerine karşı işlenen cinayetlerde rekorlar kıran bir ülke haline getirmiş,
    e) Alevileri, Kürtleri ve bağnaz Sünni olmayan herkesi açık ya da potansiyel düşman ilan eden, dinsel gericilik ve bağnazlığı toplumsal yaşamın bütün alanlarına yaymak için sistemli bir çaba harcayan ve ve harcamakta,
    f) En masum ve sıradan bir eleştiri ya da protestoyu bile terör eylemi olarak gösteren ve polis zoruyla bastırmayı sıradan bir davranış haline getirmiş ve dolayısıyla ülkede adı konmamış bir İslami-faşist rejim kurmuş,
    g) Türkiye’nin doğal çevresini ve tarihsel dokusunu kendisinin ve yakınlarının bitmektükenmek bilmez kar hırsının kurbanı haline getirmiş ve en önemli kuruluşlarını özelleştirerek yabancı şirketlere satmış,
    h) Son aylarda Türkiye Kürdistanında yaptığı kıyım operasyonlarında binlerce, onbinlerce Kürt emekçisini ve gencini acımasızca katletmiş ve onların yaşadığı köy, mahalle ve ilçeleri birer yıkıntıya çevirmiş,
    i) Beslediği, eğittiği, donattığı cihatçı çeteleri ve Suriye ve Irak’a gönderen ve yüzbinlerce Arap, Kürt, Ezidi, Hristiyan vb. insanın ölümünden ve bu ülkelerin doğal kaynaklarının vb. yağmalanmasından doğrudan sorumlu,
    j) Türkiye ve Kürdistan’ı, Suriye, Irak vb. ülkelerden kaçan ve çoğu, bu ülkelerden gelen/ kaçan mülteciler arasında yuvalanan onbinlerce teröristin ve onların çeşitli düzeylerdeki yöneticilerinin karargahı haline getirmiş,
    k) Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkasya ve Ukrayna’da en gerici ve en şoven parti ve gruplarla ilişki kurarak savaş kışkırtıcılığı yapmış ve yapmakta vb. olan azgın gerici bir klik var.
    Bu durumda Erdoğan kliğinin, en azından son birkaç yıldır Türkiye ve Kürdistan halklarının BAŞ DÜŞMANI olduğu açıktır. O halde bu kliğin devrilmesi ve iktidardan uzaklaştırılması; Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının zararına değil, yararınadır. Erdoğan kliğinin devrilmesi ve iktidardan uzaklaştırılması; en azından ABD emperyalistlerinin onu destekleyen ve neo-con olarak bilinen neo-faşist fraksiyonuna, Britanya ve Fransa emperyalistlerine, Siyonist İsrail’e ve onların da teşvik ve desteğiyle Suriye ve Irak’ı yangın yerine çeviren ve Rojava halkı da içinde olmak üzere bu ülkeler halklarına karşı savaşan İslami terör çetelerine ağır bir şamar vurulması sonucunu verebilir. Ne yazık ki, kendisini solda gören pek çok insan karşımızda; Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bir dizi devletin sınırlarının değiştirilmesini ve bu bölgelerdeki devletlerin birbirleriyle çatışması ve zayıflatılmasını öngören Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanı olduğunu bir çok kez açıkça söylemiş olan bir kişi ve tümüyle onun güdümüne girmiş bir Türk burjuva devletinin olduğunu unutmuş gibi.
    Bu söylediklerime, 15-16 Temmuz darbe girişimini yapanların da bütün bu konularda benzer bir rota izleyecekleri söylenmek suretiyle yanıt verilebilir. Bu, zayıf da olsa mutlaka dikkate alınması gereken bir olasılıktır elbet. Gene de, başarılı olmuş olması halinde Yurtta Sulh Konseyi’nin; Alevi-Sünni çatışmasını kışkırtma, Türkiye’yi bağnaz Sünniliğin egemen olduğu bir ülke haline getirme ve “dindar nesiller yetiştirme” politikalarından vazgeçme, bilim, sanat ve kültür üzerindeki yoğun baskıyı gevşetme, Suriye ve Irak’a cihatçı teröristlerin akınını durdurma, Türkiye içinde yuvalanmış İslami teröristleri kovma ya da etkisiz hale getirme, Rusya, İran, Suriye, Irak, Mısır gibi ülkelerle ilişkileri normalleştirme vb. çizgisi izleme olasılığının çok daha yüksek olduğunu tahmin edebiliriz. Bu Konsey’in iktidara gelmiş olması halinde Kuzey Kürdistan halkına karşı AKP gericiliğinin son aylarda uyguladığı zulüm ve yıkım yolunu aynen izleyip izlemeyeceğini bilemeyiz; ancak bunu da kesin bir olasılık olarak görmemek gerek. Her halükarda; Türkiye devrimci hareketinin nal topladığı ve edimsel olarak var olmadığı bugünkü koşullarda, sömürücü sınıfların cephesindeki çatlakların büyümesi, genişlemesi ve farklı gerici kamplar arasında bir çatışmaya dönüşmesinin ve AKP gericiliğinin etksizleştirilmesinin Türkiye ve Ortadoğu halklarının ZARARINA DEĞİL, YARARINA olduğunu söyleyebiliriz.
    Askerî darbelere karşı olduklarını söyleyenler, Erdoğan kliğinin, en azından 7 Haziran 2015 seçimlerinden, hatta 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı bu yana izlediği yolun bir darbe yolu olduğunu unutmamalılar; yasalara ve anayasaya uymak zorunda olmadığını ve edimsel olarak başkan olduğunu söyleyen, anayasanın zorunlu kıldığı tarafsızlık statüsünü ayaklar altına alan, kullanma hakkı olmadığı örtülü ödeneği istediği gibi kullanan, TBMM’nin çalışmasını edimsel olarak engelleyen, Suriye’ye karşı adı konmamış bir savaş sürdüren, çeşitli İslami terör gruplarıyla kucak kucağa olan ve onlara her türlü yardım ve desteği sunan vb. bir cumhurbaşkanı zaten bir darbe yapmış durumdadır. Daha da beteri; 15-16 Temmuz darbe girişimini lanetleyenler ya da bu darbecilerle AKP gericiliğini AYNI ÖLÇÜDE tehlikeli görenler asıl darbenin ŞİMDİ başladığının farkında değil gibiler. 17 Temmuz itibariyle iki Anayasa Mahkemesi üyesi, 140 Yargıtay, 48 Danıştay üyesi ve 40’ı general olmak üzere 2800’den fazla asker gözaltına alınırken 2745 HSYK üyesi yargıç ve savcı da açığa alındı. Önümüzdeki günlerde bu tutuklama dalgasının genişleyerek süreceğini, başta HDP milletvekilleri olmak üzere tüm muhalif milletvekillerini kucaklayacağın, muhalif TV istasyonları ve gazetelerin susturulacağını ve giderek her tür muhalefetin ortadan kaldırılacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Tabii tabandan gelen bir anti-faşist direniş olmazsa.
    Bitirirken şu, “bütün askerî darbelere karşı olma ya da aynı ölçüde uzak durma” biçiminde betimlenen sözümona ilkeli tutum üzerinde duralım. Burjuva liberallerinden farklı olarak Marksist-Leninistler askerî darbelere metafiziksel bir anlam yüklemez ve onları “tüm kötülüklerin anası” gibi algılamazlar. Böylesi bir tutum, burjuva sosyal biliminin sığlığını ve burjuva liberalizminin ve demokratizminin sahteliğini ve zavallılığını sergiler, o kadar. Askerî darbelerin kural olarak ya da genellikle gerici ve karşı-devrimci bir nitelik taşıdıkları doğrudur. Ama tarihsel deneyim, ilerici nitelik taşıyan ve toplumsal gelişmenin önünü açan darbelere de tanık olmuştur. O halde yapılması gereken, şu ya da bu askerî darbeyi, siyasal-toplumsal içeriğini ve altında yatan sınıfsal güçleri irdelemeden lanetlemek olamaz. Askerî darbeler de sınıf savaşımının biçimleri ya da görüngülerinden biri olduğuna göre Marksist-Leninistler, her toplumsal ve siyasal olguyu olduğu gibi her askerî darbeyi de kendisine öngelen tarihsel süreçleri, meydana geldiği toplumsal koşulları, sınıfsal ve siyasal niteliklerini, siyasal hedeflerini ve yol açtığı sonuçları hesaba katarak ve duygusallıktan uzak durarak analiz ederler. Temel yaklaşımları, işçi sınıfı başta gelmek üzere ezilen/ sömürülen sınıfları bilinçlendirmek ve örgütlemek olan gerçek devrimciler asla, “Aman bize darbeci demesinler!” kompleksi, ilkelliği ve zavallılığıyla hareket etmezler.

    http://gelawej.net/index.php/yazarlar/garbis-altinoglu/2531-15-16-temmuz-darbe-girisimi-ve-devrimci-tutum

  68. Ben de onları ciddiye almıyorum zaten. Tahmininiz, hemen sonrası için değil ama askerlerin iktidara yerleşmesi sonrası için doğru. Çünkü iktidar yozlaştırır.

  69. Darbenin bir mizansen olmadığını, RTE tarafından tezgâhlanmadığını söylemişsiniz.

    Şu olasılığı makul buluyor musunuz:
    Fethullahçı yapının kilit noktaları tutması ve yönlendirmesi ile başlayan darbe teşebbüsünde, 15/16 Temmuz’da darbenin halen devam ettiği anlarda, “RTE’den kurtulmak isteyen” diğer odakların da Fethullahçı yapıya eklemleneceğini Fethullahçı yapı tahmin etmişti. Tahminleri tutmadı. Eklemlenme gerçekleşmediği için, darbe nihayete ermedi. Görüşünüz nedir?

    Son soru:
    Eğer darbe başarılı olsaydı, RTE’yi bile mumla aratacak seviyede bir siyasi iklimin Türkiye’de başlayacağını, RTE’ye yakın olsun/olmasın herkes dillendiriyor. “Türkiye’nin vatandaşları da, Avrupa’ya göç etmeye zorlanan mülteci konumuna getirilebilirdi…”, “Türkiye Suriyelileşirdi…” diyenlerin endişelerini yerinde buluyor musunuz? Sizce bunlar tipik duygusallaşmalar mı?

  70. Anarşizmi en özet ifadeyle tanımlamak istediğinizde, mutlak özgürlükçü olmak, dersiniz. YouTube videolarınızda izlerken birçok demecinizde bunu duydum.

    Gülcencilerin önderliğinde yapıldığı net olan bu darbe girişiminde, eğer iktidara gelselerdi, halihazırda Tayyip ve ekürisi tarafından kırpılmakta olan özgürlüklerin, Gülenci iktidar tarafından daha beter kırpılacağını öngörüyor musunuz, öngörmüyor musunuz?

    Y. Küçük’ün kendi beynine hayranlığını şimdilik bir kenara koyarsak, şu ifadesi doğru değil mi?

    “Ben, 12 Eylül’e giden süreçte hep şunu söyledim: Evren darbe yapacak; darbeden sonra, Demirel’den Erbakan’dan daha fazla dinciliği bu ülkeye yayacak…”

    Bugün geldiğimiz nokta ortada…

    Bugün Kemalistler içinde bile, artık Türkiye’yi terkedip başka ülkelere yerleşme planları yapanlar var…

    Hem Gülencilere, hem Tayyip’e aynı anda karşı çıksak olmaz mı?

    Gülencileri ezilenler statüsüne koymanız gerçek gözükmüyor. Çünkü Gülencilerin, “en tepe noktalara”, düzenbazlıklar yapa yapa yükseldikleri gözüküyor. Stalin’i yerlebir edip, Stalin’den daha beterini yapmaya hazırlanmak gibi bir şeye benzemiyor mu Gülencilerin niyetleri?

    Tayyip özgürlükleri kırpıyor, haklısınız da,
    Gülenciler de kırpmayacak mıydı?

    Niçin ikisinden birine eklemlenmek zorundayız?

    CHP, MHP, HDP, Tayyip’in yanında durduğunu deklare ediyorsa (“sol” da dahil bunlara),
    Biz özgürlükçüler, Gülencilerin yanında durmak veya duruyor gözükmek zorunda mıyız?

    Her darbenin aynı olmadığını yazmışsınız da, “her” ez(i)len de aynı değil. Neler dersiniz?

  71. Bunlar tamamen yanlış. Hiçbir darbe toplumsal gelişmeden kopuk değildir. 12 Eylül bile. 12 Eylül insanların iç savaş nedeniyle can korkusuna kapıldığı ve bunun toplumsal bir panik ortamı yarattığı koşullarda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, bugün Tr’deki darbe de akp iktidarından gına getiren kesimlerin basıncına uygun olarak gerçekleşmiştir. isterse darbeyi yapan subayların hepsi Fetullahçı olsun (ki böyle bir durum yoktur) darbe, bu toplumsal ihtiyaca yanıt vermek zorundaydı. Dolayısıyla toplumun talebine uygun olarak laiklik ve özgürlük yönünde adımlar atmak zorunda kalacaktı (yapanların kişiliğinden ya da ideolojisinden bağımsız olarak). Ne var ki, her darbe ve iktidar, kısa vadede değilse bile orta vadede (27 Mayıs’ın başa getirdiği iktidarlar da buna dahildir) yozlaşır ve giderek diktatörlüğe dönüşür. İşte o zaman bu DEDİKLERİNİZ OLURDU Kİ, BU HEMEN OLMAZDI, EN AZ iki-üç yıl geçmesi gerekir.

    Birinci sorunuz bence pek geçerli değil. Darbeciler hiçbir zaman ihtimallere göre hareket etmezler. Biz girişelim öbürleri de bize katılır demez kimse. Kaldı ki, darbelerde ön tutmadığınız zaman sonrasında avucunuzu yalarsınız. İktidardan zırnık pay alamazsınız. Bence bu başından itibaren bir koalisyondu. Şimdilik başarısız oldu.

  72. Aşağıda bu yazdıklarınıza cevap verdim. Bugün ikisini de aynı ölçüde hedef almak, pratikte AKP’nin yanında yer almakla aynı anlama gelir. Demir Küçükaydın’ın sitede yayınladığım kısa yazısında da buna değiniliyor. Toplumsal mücadele bizim keyfimize ya da pürist ideallerimize göre şekillenmez. Mutlak özgürlükçü olmak, her şeyden önce özgürlüğün acil düşmanı kimse onu hedef almayı gerektirir. Bugün özgürlüğün en acil düşmanı AKP iktidarıdır.

  73. Kim bu darbeyi üstleniyor? Hic kimse! Hicbir grup,parti!

    Burada?

    Burada deli var ha!

  74. 15 Temmuz gecesi cuntacı F-16’lar, Kınalıada’da tam da oturduğunuz koltuğa tesadüfen isabet edecek şekilde bombalar bıraksaydı, ölseydiniz,

    Veya, Irmak Zileli, 15 Temmuz gecesi evine dönüş yolundayken, cuntacı Sikorsky’lerden açılan izli mermilerle tesadüfen paramparça edilip ölseydi,

    Yine, bu darbe girişimini, diktatörlüğe karşı yapılan bir hamle olarak görür ve onaylar mıydınız?

  75. CHP’nin Taksim’de düzenleyeceği “demokrasi” mitingine ilişkin açıklama yapan Komünist Parti, “AKP iktidarını meşrulaştıran, onunla ‘demokrasi’ savunusuna soyunan bir anlayışın mitingine destek vermeyi hiçbir biçimde düşünmüyoruz. Bu konudaki tavrımızı dostlarımıza duyururuz” dedi.

    aferim be , ayik olanlarda var

  76. deliliği akılsızlığa tercih ederim 🙂

  77. 2000 yılında hapishanede kolu kopartılan Veli Saçılık, Twitter’da paylaştığı mesajında “Darbeciler arasında benim kolumu cezaevinde kopartanlar var. Ama hiçbirine linç uygulanmasını, işkence edilmesini kabul etmiyorum” dedi
    —-
    Türkan Elçi, “Bir ihtimal, eşimin katilini gözaltına alırsanız sakın işkence yapmayın. İşkenceye karşı ömrünü adamış birinin katili bile adil yargılanmalı” dedi.

    İşte bunlar.. özgürlükçü sosyalistleri, anarşistleri en iyi anlatan hikâyeler..
    Çoğaldıkça,
    çoğalacağız…

  78. Ben hiçbir şeyi onaylamam kardeş. Bunu anlaman umarım uzun zaman almaz.

  79. Hortlak ve Anonim 65 AKP iktidari etrafinda kenetlenenlerin Irak ve Suriyede ve Bodrumlarda yakilanlara , 12 yasinda basi kesilenlere diyecek ne sözünüz var. bayagi yuzeysel argumanlariniz var.

  80. Konu ile alakasi yok yayinlamayabilirsinizde.

    Farzedin tuttugunuz takim yenilmis ,spor programinda futbol otoritelerini dinliyorsunuz. Birden canli yayina Sirri Süreyya katiliyor ve diyorki: Sayin Ocalanin degerlendirmeleri dikkate alinsaydi skor böyle olmazdi.

    Bir cinayet dedektif filmi izliyorsunuz, en heyecanli yerinde bir ara veriliyor reklamlarmi? Hayir Sirri Sureyya onder, diyorki :Sayin Ocalan ozgur olsaydi katili sip diye buluverirdi.

    Kuantum teorisi ile ilgili bir bilimsel program izliyorsunuz. Sirri Sureyya yine baglaniyor , diyorki: belirsizlik teorisi Sayin Ocalanin ozgurluk anlayisiyla yeni bir boyut kazanmistir… Offf baydiki baydi.Ne yapalim arkadas bu dehaya biat mi edelim.

  81. 68.

    Ne demek istedigini anlamadim.

    Akp elestirlmeli.defedilmeli.ona mücadele edilmeli.
    Kürt sorununda katliamin sorumlusudur. Ahimdede cezalandirilmalidir.. RTE yi akp liler de cekemiyor artik..

    Darbe sorunu ayri bir konudur. Dogru bicimde mücadele verin.
    Sizler akp yi güclendirdiginizden haberiniz yok..
    Delilerin Cezasi olmaz!

  82. Sol cenahın bütünü için bir şey diyemem ama ulusalcıları bahsettiğiniz baygınlıktan kurtaramazsınız.

    Niçin?

    Çünkü:

    Ergenekon örgütünün finansörü, ‘para kasası’ yaftası atılan Kuddusi Okkır’ın hastalanıp ölmesi,

    Yarbay Ali Tatar’ın intihar etmesi,

    Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinde Fethullahçı cemaatin rolü olduğu iddiasının, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha da kuvvetlenmesi,

    Hrant Dink’i öldürenlerin doğrudan Fethullahçı cemaat olduğu mümkün gözükmese de, bu cinayeti de Fethullahçıların kendi iktidar amaçları için manipüle etmiş olabileceği iddiası,

    Koskoca! genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’u terörist ilan edip hapse atanların Fethullahçı cemaat olduğu,

    Doğan Yurdakul’u, Hanefi Avcı’yı, Barış Terkoğlu’nu, Barış Pehlivan’ı, Soner Yalçın’ı, Tuncay Özkan’ı, Mustafa Balbay’ı, Doğu Perinçek’i, Yalçın Küçük’ü, İlhan Selçuk’u, Sinan Aygün’ü, Dursun Çiçek’i, İlhan Cihaner’i, Çetin Doğan’ı, Ahmet Şık’ı, Nedim Şener’i, Türkan Saylan’ı… gözaltına aldırtan veya hapse attıranların Fethullahçı cemaat olduğu,

    Çok uzak değil, yarın öbür gün, Uğur Mumcu’nun öldürülmesinde de Fethullahçı cemaatin parmağı olabileceği iddiasi,

    Bütün bunlar sebebiyle, ulusalcılar baygınlıktan uyanmaz, kendinizi de, yazdıklarınızı okuyan bizleri de kandırmayınız Zileli!

  83. Tehdit nedeniyle yayınlanamadı. Admin

  84. 70’e
    iyi misin? seni iyi mi besliyorlar? Bu yazdıkların ile bir de yazlık mı alacaksın?
    askeri faşizm ile sivil faşizm arasında fark ne? Bu ahmak ve katil askeri darbecilerle biat ettiklerin arasında fark ne kadar; yazlık hırsın bunu görmeye engel mi?
    İyi bak… Son on yılın zenginlerine… Bu mesele bu ülkeyi kimin yağmalayacağına ait kavgadır ve sen de anlaşılan yağlı kapını seçmişsin.. dilerim ruhunu sattığın fiyata değecektir..
    *
    Demek 70 yaşındaki bir adamın kemiklerinin kırılması seni mutlu edecek…
    şu yeryüzündeki milyarlarca insanın acı çekmesi senin gibi yalaka, acımasız, satılık insanların karaktersizliği nedeniyledir; senin gibi insanlar yüzünden insanlık binlerce yıldır sefil, köle…
    ve buna rağmen senin işkence görmeni istemem… kemiklerine, etine acı verilmesini onaylamam…
    sen ki şeytan’ın yeryüzü suç ortağı olsan da…

  85. Er Doğan’ı kurtarmak

  86. 70’e
    zerre zeka ve vicdanın varsa söyle…
    Suruç ve 10 ekim Ankara Katliamı … onayı olmadan mı gerçekleşti…
    İyi bak, bunların hepsi katil, katliamcı ve hırsız…

    kendine dikkat et… senin gibiler çok geçmeden hiç bir insani sevinci, umudu kalmayan sefilliği; rezil ve yalnızca yük haline gelmiş bir hayatı yaşar… sana şimdiden acırım…

  87. GRAHAM E FULLER NE DEMİŞ ?

    THE GULEN MOVEMENT IS NOT A CULT – IT’S ONE OF THE MOST ENCOURAGING FACES OF ISLAM TODAY

    Last week witnessed what may be the last act of an unfolding struggle between two major Islamic movements in Turkey. Turkish President Recep Tayyip Erdogan accused exiled Islamic leader Fethullah Gulen of plotting last week’s failed coup against the government. Immediately thereafter, Erdogan unleashed massive Stalin-style purges and arrests across the country of anyone suspected of any connection with Gulen or indeed of anyone of any ideology who opposes Erdogan.

    First of all, when we talk about Islamic leaders in Turkey, we’re talking about a very different scene than in most of the rest of the Muslim world. In Turkey, it’s basically a struggle among Islamic moderates. Neither Erdogan nor Gulen call for any kind of Islamic State, Sharia law or Caliphate. They both operate fairly comfortably within a primarily secular state structure established a century ago by the country’s modernizing secularist founder, Mustafa Kemal Ataturk. We’re not really talking about Islam or theology but about power and influence. Politics in Turkey has always been a rough game, even within a basically democratic order.

    But there are important differences between the two groups. Erdogan runs a political party while Gulen operates a civil movement called Hizmet (“Service”). Erdogan comes out of a more traditional Sunni Turkish Islamist movement; Gulen comes out of an apolitical, more Sufi, mystical and social tradition. Gulen is interested in slow and deep social change, including secular higher education; Erdogan as a party leader is first and foremost interested in preserving his party’s power, operating in a populist manner, trying to raise the general welfare.

    I believe it is unlikely that Gulen was the mastermind behind the dramatic failed coup attempt against Erdogan last week. Of course, in the absence of evidence, so far no one can speak with certainty. Gulen’s social movement probably has well over a million followers or sympathizers who are not under centralized control. With the arrests of tens of thousands this week and the use of torture already suspected, there is no telling what kind of “confessions” will be generated. Erdogan demands that the U.S. extradite Gulen (he lives in Pennsylvania) to Turkey, but Washington does not usually extradite political figures unless the evidence is highly persuasive in a U.S. court.

    More importantly, Erdogan’s sensational and sweeping charges against Gulen seem to fly in the face of most logic. Consider the following:

    Erdogan had already largely crushed Hizmet before the coup. He was enraged in 2013 at the publication — by Gulen followers — of police wiretap evidence of widespread corruption within Erdogan’s own circles. He undertook a massive and ongoing purge against Hizmet’s members, activists, supporters, officials, financial institutions, television stations, newspapers, educational and social institutions, especially within the police and judiciary. Hizmet institutions were devastated. Its members knew their base had been crippled and understood the need to regroup as a movement, perhaps working more closely with liberal and even secular forces to maintain democracy, to protect against a return of military power and to prevent Erdogan’s widening abuses of authority.

    Gulen has always embraced the importance and dignity of the state, in the best Ottoman tradition. He has supported the state against earlier Islamist movements that raised Islam over the state. He even felt compelled to support the military takeover of the state in 1980 in order to preserve the state in the face of raging guerrilla warfare raging in the streets. Basically, however, he supports democracy over military rule as the surest guarantee for the freedom of Hizmet to exist and conduct its social mission.

    Gulen immediately denounced last week’s coup as well. Was he merely dissembling? Unlikely, since it is consistent with Gulen’s discomfort with military rule over years. Furthermore, Hizmet does not engage in terrorist activities, so support for political violence in this case is extremely unlikely. Erdogan’s charge that Hizmet is a “terrorist organization” is absurd to anyone with the least knowledge of the movement, given its strong emphasis on peace and dialogue.

    Gulen arguably lacked even the capability to organize a serious coup in an army that, over decades, has rigorously weeded Hizmet followers out — indeed, any officers showing any religious beliefs. Turkish intelligence has also been all over the movement for years, amassing massive dossiers. Why would Gulen choose to attempt a coup that’s contrary to all his views and at a time of maximum weakness vis-a-vis Erdogan?

    The coup leaders called themselves the Peace at Home Committee. “Peace at home” (yurtta sulh) is part of a famous slogan of Ataturk’s and not associated with Gulen.

    It beggars the imagination to believe that the now tens of thousands of people purged and arrested — police, army, judges, lawyers, teachers, bankers, journalists — are all terrorist enemies of the state. Clearly Erdogan is seizing the occasion to eliminate any and all opposition to his plans to create a new super-powerful presidency for himself. Erdogan will find many, even within his own party, who are dismayed at his reach for total power — but are cowed into silence. Once objective journalists now watch their words.

    In the interest of full disclosure — it is on public record that I wrote a letter as a private citizen in connection with Gulen’s U.S. green card application in 2006, stating that I did not believe that Gulen constituted a security threat to the U.S. This came shortly after I had finished a book, The Future of Political Islam, that involved extensive travel and interviews with Islamists around the world. In that context, I found Hizmet to be remarkably moderate, tolerant, non-violent, open to dialogue, a social rather than political movement, and a strong proponent of education as the means to empower Muslims in a globalizing future.

    But in the years of Bush’s global war on terrorism, many neoconservatives in Washington were agitating to deport Gulen — among many hundreds of other Muslim clerics — as a security risk to the U.S. I found the charge baseless. Indeed, I still believe that Hizmet as a movement represents one of the most encouraging faces of contemporary Islam in the world.

    I wanted the U.S. Federal Bureau of Investigation to at least be aware of my considered personal opinion as they considered his case. Since then, enemies of Gulen and many conspiratorial-minded Turks decided to connect the dots: the fact that I was a U.S. Central Intelligence Agency official (I had retired from the agency 18 years before) and that I had spoken out in defense of Gulen constituted clear “proof” that Gulen is a CIA agent.

    Gulen’s movement is hardly without its faults. He is an old-school figure, 75 years old, reclusive and often not in touch with daily aspects of the organization. Hizmet has not been a transparent organization — hence it’s viewed as “shadowy.” But in past decades, when membership in Hizmet (or any Islamic movement in Turkey) constituted grounds for possible prosecution, its members kept a low profile, often hiding their affiliation.

    That changed after Erdogan’s Justice and Development Party (known as the AKP) came to power in 2002. Many members of Hizmet then became free to seek positions in government (if qualified). In particular, they sought jobs in the police and judiciary, to a large measure to ensure that police powers would never be wielded against them (or the AKP) again, as in the past. The tide has now turned, and the full powers of the Erdogan-controlled police are being used against Hizmet members. Sadly, the police have regularly been a political football in Turkish politics over the years.

    But in the end, this is not just politics. We are talking about a critical issue: what kind of movements will represent Islam’s future? ISIS? Al Qaeda? The Muslim Brotherhood? As Islamic movements go, I would rank Hizmet high on the list of rational, moderate, socially constructive and open-minded organizations. It is not a cult; it sits squarely in mainstream modernizing Islam.

    Erdogan’s own AKP had once been a remarkable model. Indeed, if Erdogan had retired from politics in 2011 with all the party’s accomplishments, he would certainly go down in history as the greatest prime minister in the history of democratic Turkey. But, as with so many leaders, after a decade in power, corruption sets in, leaders lose their touch and grow isolated and power-hungry. Erdogan is now in the process of destroying virtually everything his party created in the first decade of governance. His sweeping purges and the pall of fear and uncertainty is destroying Turkey itself.

    How will it end? Erdogan has beaten Hizmet decisively. But he is planting the seeds for his own destruction. How and when he will fall remains unclear. Meanwhile, on the international scene, Turkey is rapidly becoming a pariah. The country itself is now his primary victim.

    22nd July 2016
    huffingtonpost

  88. suçlayıcı ifadelerden dolayı ne yazık ki yayınlanamadı. Admin

  89. 70 de bir tehdit yazısı vardı
    silinmiş 73-75 boşa yazılmış oldu

  90. Beni polise ihbar edeceğinizi belirten mesajınızı ne yazık ki yayınlayamadık. Sizi tanımıyorum ama yine de burada fikir serdeden biri olarak saygı duyarım. Sizin adınıza utanç duydum. Bu karakteri uzun yıllar içinde tanımışımdır. Darbe başarılı olsaydı, ilk alkışlayanın siz olacağınızdan o kadar eminim ki. Tabii darbeyi ilk eleştirenlerden biri olacağımdan da. Şu kadarını söyleyeyim. 70 yaşına geldiğim için değil, yüreğim genç olduğu için hiçbir tehditten korkmam. Dediğiniz gibi kemiklerimi kıracak bile olsalar. Sadece insanın bu kadar kötü olabilmesi korkutur beni. Elinizden geleni ardınıza koymayın. Hoşçakalın.

  91. Biliyorum belki gereksiz ama yinede yazayim dedim. Tuggeneral Partigöc un Darbe de cok önemli bir rol oynadigi cok acik. Partigöc hakkinda daha önce bir kac haber paylasmistim. Ergenekon davasindaki tutumu ile ilgili. Darbe nin Cemaat darbesi degilde bir Anti AKP belkide Anti Tayyip karakterli olduguna dair oldukca net somut veriler ortada iken ,Darbeyi Cemaat isi saymanin, nedenlerini Zilelinin cok net acikladigi bir önkabul den baska bir sey olmadigi cok acik.
    Derin arastirmalara Garip polisiye analizler spekulasyonlar yerine Google Partigöc girin haberleri tarayin.

    http://www.abcgazetesi.com/ustegmen-ifadesinde-anlatti-akin-ozturku-arayip-akinciya-gecin-dedi-22791h.htm

  92. Bir eylem bir olay bir olgu, (15 Temmuz darbe girisimi örnegin) da somutunda , desteklemek, onaylamak ayri bir seydir , onun karsisinda Dogru bir tutum takinmak cok ayri birseydir. Skolastik kafalara bunu anlatmak zordur. Türkiye solundaki Skolastik anlayis dincileri kiskandiracak boyutlardadir.

  93. Çok doğru. Yukarıdaki tehdidi savuranın da VP’li bir bağnaz olduğundan eminim.

  94. Dün Ulusal kanal’da AKP’li bir avukatı konuşturdular uzun uzun. Adamın nefretle kasılan ağzından ateş fışkırıyordu neredeyse. Karşısındaki genç sunucu da onu büyük bir huşu içinde dinliyor, dur yahu ne yapıyorsun bile demiyordu. Yazık, çok yazık. Ruhu ölen insan gerçekten yaşıyor mudur?

  95. perincekgilleri, dusunus tarzlari, analiz yöntemleri, olaylar karsisinda Politik tutumlari ayni kalmak kosulu ile 1917 Rusyasina tasisaydik, kesinlikle ve kesinlikle Lenin i Alman ajani ilan eder , birakin mensevik olmayi, çar icin savasirlardi.

  96. Tek Vatan
    Tek Bayrak
    Tek Millet
    Tek Devlet
    Tek Gün

  97. Skolastik dusunce/felsefe, ve skolastik bakis acisi sadece Incil’de yazanlarin dogru, baska herseyin yanlis oldugu anlamina gelmiyor.

    Ogretilen/belletilen ne ise onu aynen kabul etmek, dogmalari sorgulamaktan uzak durmak/kacinmak vb gibi daha genis anlamlari var.

    Buna, bir de, ‘mahalle’nin dogrularini/dogmalarini aynen tekrar etmegi de ekleyebiliriz bence.

    Simdi..

    Gecen gun sormustum; ‘diktator’ kelimesinin altini nasil dolduruyorsunuz diye.

    Ve, bir cevap alamamistim.

    Cevapsizligi onemsemedim; ‘muhakkak bunu daha once yazdigindan dolayi, ayrica detaya girmekle zaman kaybetmek itememistir’ diye dusunup, Google emmiden bu sitede gecen ‘diktator’ kelimelerini arattim.

    https://www.google.com/search?num=100&q=site:gunzileli.com+diktator

    Yorumlar dahil, ‘diktator’ kelimesi 462 defa gecmis.

    Hepsini tek tek okumak mumkun degil, ama sizin yazdiklarinizi (yani, yorumlar haric) elimden geldigince okudum.

    Ilk dikkati ceken, (baslik itibariyle) dogrudan dogruya konuya hasredilmis yazi buydu:

    http://www.gunzileli.com/2014/05/26/diktator/

    Su kismi ozellikle ilginc:

    Bu sistem onlar için çok elverişlidir. Çünkü onlara, “ben diktatör olsaydım… ortalıkta dolaşabilir miydin, bana diktatör dediğin halde hâlâ dışarıda olabilir miydin ya da yaşıyor olur muydun” deme olanağını sağlar.

    Bunu kim söylüyorsa, hiç tereddüt etmeden, onun günümüzün diktatörü olduğuna karar verebiliriz.

    Sonraki bir yazi da bu:

    http://www.gunzileli.com/2014/04/08/merdi-kiptialti-tatava/

    Yani kavram bu olduğuna göre, birisinin diktatör olması için kuvvetler ayrılığı prensibine aykırı olarak tüm kuvvetleri elinde toplaması yeterlidir. Bunun ötesi, artık o diktatörün karakterine bağlıdır ve “Erdoğan diktatör olsaydı, şöyle yapardı,” gibi manasız savunmaların hiçbirinin “Erdoğan diktatör olsaydı kırmızı çorap giyerdi,” demekten hiçbir farkı yoktur.

    Ortada sanki bir diyalog varmis gibi; fakat, muhatabi ne derse desin, elinin tersiyle itmek ne derece dogru bir yaklasimdir?

    Bilemem ama, bana pek de ‘skolastik’ geldi.

    Daha sonraki bir yazida, biraz daha teknikalite ile birlikte cok daha ilginc acilimlar var:

    http://www.gunzileli.com/2014/03/31/plebisiter-diktatorluk-esittir-toplumun-olumu/

    Plebisiter diktatörlükte sanki bir parti seçimleri kazanıyormuş da böylece iktidarını sürdürüyormuş gibi bir görüntü vardır ama bu görüntü aldatıcıdır. Bu diktatörlük, aslında bütün iktidar değişim yollarını sıkı sıkıya kapatmıştır. Örneğin, kendisine karşı darbe yapma ihtimali olan orduyu tamamen denetimine almış ve çevre ülkelerde bir iktidar değişim yolu olarak kullanılan ordu darbelerini devre dışı bırakmıştır.

    Imdi.. bu paragrafin butununu okuyunca, bunu yazanin gercekten ‘anarsizm’ felsefesini mi benimsedigi, yoksa ortulu bir ‘totalitarian’ mi oldugu sorusunu sormadan edemiyorum..

    Hele de su cumle: “[…] çevre ülkelerde bir iktidar değişim yolu olarak kullanılan ordu darbelerini devre dışı bırakmıştır.”

    Bu edilgen bir cumle. Oznesi belli degil.

    Buradaki “çevre ülkelerde bir iktidar değişim yolu olarak kullanılan ordu”yu kimin kullandigi sorusu bir yana, bunun mumkun olmayisinin neden ve nasil bir hayiflanma sebebi olabildigini merak etmemek kolay degil.

    Bir de tabii ki su var: “kendisine karşı darbe yapma ihtimali olan orduyu tamamen denetimine almış” oldugu varsayimi da birkac gun once coktugune gore, artik ‘diktator’ sifati gecersiz mi olacak; yoksa, yaratici baska teviller uzerinden ‘self-referential assertions’ (totoloji de denebilir) devam mi edecek?

    Ya da, itiraza mahal vermeyecek sekilde, ‘diktator’ sifatinin icini dolduracak bir yazi okumak ihtimali var mi?

  98. Haziran eylemlerine katılanlar hakkında beraat veren hakim de gözaltında

    Darbe girişimi soruşturmaları kapsamında Aydın’ın Kuşadası İlçesi’nde tutuklanan 2 hakim ve 1 savcı cezaevine gönderildi. Gözaltına alınan hakimlerden Sebati Sönmez’in, Haziran Direnişi’ne destek eylemlerine katılanlar hakkında açılan davada beraat kararı veren hakim olduğu ortaya çıktı.

  99. Anlamadım ama neyse…

  100. hatırlattığınız için teşekkürler. 2014 yılında “ordu darbesi” ihtimalini tamamen dışlamışım. ama bir de 2015 ve 2016’daki yazılara bakmak gerek.

  101. Darbeye direnen bu toplum özgürlüğü hak ediyor. OHAL’i hak etmiyor, demokrasiyi hak ediyor.

    Selahattin Demirtas

    Darbelere Hayir Demokrasi Mitinginden

    …………….

    darbeye direnen Toplum degil AKP nin diktatoryasini isteyen bir azinliktir. Ustelik onlarda Darbe tavsayinca güya direnmislerdir. hal böyle olunca bu `topluluk`OHAL den gayet memnundur. Selocan rüyami görmektedir ? sanmiyorum?

  102. “2014 yılında ‘ordu darbesi’ ihtimalini tamamen dışlamışım.”

    Hay bin kunduz.. ‘Beni bir kisi anladi; o da yanlis anladi’ya daha iyi bir ornek bulamazdim herhalde.

    Benim isaret ettigim sey “‘ordu darbesi’ ihtimalini tamamen dışlamış” olmaniz degildi.

    ‘Ordu darbesi’nden medet ummagi, olmamak ihtimaline hayiflanmagi, ‘anarsizm’le birlikte nasil telif ediyorsunuz?

    Buna bir cevap lutfedersiniz umidiyle..

  103. ……………
    Dedim ya, korku birleştirir. Bunda korkunun aklı felç etmesinin rolü büyüktür. Felç olmuş akıllardır ortalıktaki gürültünün nedeni. İşkenceyi, adaletsizliği, linçi, kurt ulumalarını, kan kokusunu, üzerine gelen felaketi, havalı korna seslerini, imam düzeninin sela sesleri arasındaki çatırdamasını duymaz olursun bir anda. Çıkıp bildiri yayınlarsın darbeye karşı. Daha dün “hoca efendiye” koşup şirin görünmeye çalıştığını, Abant toplantılarında boy göstermeye özen gösterdiğini, cemaat matbuatında köşe yazısı yazıp maaş aldığını, TV’sinde kadrolu yorumcu olduğunu, her fırsatta cemaatin demokratlığına övgüler düzdüğünü hatırlamazsın.

    Kanal kanal dolaşıp olmayan aklını sergilemeye çalışacağına kırıp dizini okusaydın biraz Feto denilen şarlatanının 1960’lı yıllarda Komünizmle Mücadele Derneğine girdiği yıllardan beri soru işareti olduğunu anlardın. Korkudan başını kuma gömmeseydin, sen demokrasiye destek çağrısı yaparken “seccadeni al gel”den “silahını al gel”e hızlı yatay geçiş yapıldığını anında fark ederdin.

    Boş ver bildiriyi, kışlaları Hafriyat Kamyonları Komutanlığı esir aldı, ne hareketliliği olacak? Bir takım imam hatipliler bir takım imam hatiplilere darbeye kalkıştı ve Numan abi hala orduyu imam hatiplilere açmaktan söz ediyor. Duymamış olmalısın. Ve sen ey aydın, destek verdin sıkıyönetime. Sıkıyönetimle, ohalle sorun çözülseydi 12 Eylül’den sonra ülke cennete dönerdi, unuttun. Cehenneme giden yoldaki ilk duraktır desteklediğin o hal…

    ***

    Bir generali darbenin başı ilan etti desteklediğiniz demokrasi. Belki doğrudur, belki değildir. İki gün boyunca dövdüler generali ki savaşlarda görülmüş şey değildir. Kılıcını alırlar çok çok. Sonra TSK çıkıp “onu biz görevlendirdik” dedi. Belki doğrudur, belki değildir nereden bilelim? Siz bildiri yayınlarken oldu bunlar. Ee ne olacak o kadar aşağılanma, dayak, işkence?
    ……………

    Orhan Gökdemir

    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-gokdemir/titrek-hamsi-bildirisi-163158

  104. Televizyonlardaki bu sahtekârca kahramanlık hikâyelerinden gına geldi artık. Devletin arkanda olduğunu biliyorsun, darbenin tavsadığını da biliyorsun. Ne tanakın üstüne yürümesi ne altına yatması. O “kahramanlar”ın korkağın korkağı olduğuna kalıbımı basarım. Selo’ya da bravo vallahi!!!

  105. Ya Necip, seninle anarşizm tartışacak değilim burada. Ordu darbesinden medet ummak ise tam bir palavra. Ben hiç bir şeyden medet ummam. Hatta gerçek bir devrimden bile. Ona bile kuşkuyla yaklaşırım. Bu konudaki yazılarım bu sitede dolu. Önce onları oku, sonra konuşalım. Pek ağırbaşlı biri gibi görünüyordun ama açık söyleyeyim cıvıtmaya başladın.

  106. Kizmak, gucenmek yok. Ben hakaret etmedim.

    Su paragrafinizi tekrar okumanizi oneriyorum:

    Bu diktatörlük, aslında bütün iktidar değişim yollarını sıkı sıkıya kapatmıştır. Örneğin, kendisine karşı darbe yapma ihtimali olan orduyu tamamen denetimine almış ve çevre ülkelerde bir iktidar değişim yolu olarak kullanılan ordu darbelerini devre dışı bırakmıştır.

    Yukarida siyahlandirdigim kisim size ait degil mi?

    Koalisyon olmayan her hukumete ‘diktatorluk’ deyisiniz ayrica tartisilabilirdir de; burada yazdiklarinizin (koalisyon olmayan her) hukumetin ordu darbesi ile devrilmesini bir mesru yontem olarak konumlandirdiginizi goremiyor musunuz?

  107. Bir kez daha hatırlatalım:

    Necip, Gezi parkı protestolarına da karşı çıkıyor.

    Gün Zileli’nin sitesinde çeşitli nick’lerle yazıyor.

    Kadim Suhte, bunlardan bir tanesi.

    Temmuz 2013’te Zileli’nin ‘Paris Komünü ve Esnaf’ başlıklı yazısında Kadim Suhte nick’ini kullanan kişi bugünkü Necip’tir.

    http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/

  108. Darbe girişimini olumlamayı da, olumsuzlamayı da birkaç dakikalığına durduralım.

    Akın Öztürk darbeyi yapmak isteyenler arasında mı, değil mi?

    “Bu sorunun ne önemi var şimdi”, demeyin. Bu objektif soruya, objektif cevaplarınız nedir?

  109. Bak kardeşim, burada bir tahlil yapılıyor. Çok zeki ve akıldane geçiniyorsun da hiçbir şeyden haberin yok. Burada sadece bir iktidar değişim yolu olarak darbeden söz ediliyor. Herhangi olumlu ya da olumsuz değer yargısı söz konusu değil. örneğin alalım Mısır’ı. Mısır’da ordu yoluyla değişmedi mi iktidar. Şimdi, iktidar Mısır’da ordu darbesi yoluyla değişmiştir dediğin zaman bu darbeye taraftar olduğun sonucu mu çıkar bu satırlardan. Çıkmaz değil mi? Sadece bir saptama yaptığın sonucu çıkar. kendisine karşı darbe yapma ihtimali olan orduyu tamamen denetimine almış ve çevre ülkelerde bir iktidar değişim yolu olarak kullanılan ordu darbelerini devre dışı bırakmıştır. dendiği zaman bundan da darbe taraftarlığı çıkmaz. Sadece bir saptama yapıldığı sonucu çıkar. Cadı kazanına odun taşımaya devam etmeyin. Yoksa burada düzgün bir tartışma yapma olanağı kalmaz.

  110. cevabım: İktidarların yaptığı hiçbir açıklamaya inanmam. Katıldı dediklerinde de inanmadım (adamı nasıl da dövmüşler, sonra da utanmadan televizyonlara servis ettiler görüntüleri. Nerede şimdi o görüntüler? Bir kere bile gösteriyorlar mı? Neden? Çünkü yukarıdan uyarı geldi. Ordu mensupları bu görüntülerden rahatsız dendi.), katılmadı, onu oraya biz gönderdik dediklerinde de inanmadım. Gerçek, ancak açık bir rejimde, insanların serbestçe konuşabildikleri ortamda ortaya çıkar. Stalin, tutukladığı ordu komutanlarını, naziler karşısında sıkışınca hapisten çıkarıp koca orduların başına koydu. Bütün totaliter rejimler böyledir. insanlar bir saniyede “hain”, bir saniyede “vatansever” oluverirler. Totalitarizmin olduğu ve kitlesel histerinin körüklendiği yerde hiçbir şeye inanmam. Ortalık yalan dolandan geçilmiyor.

  111. Bir ülkenin, veya ülkeler topluluğunun, başka ülke(ler)nin yönetim sistemini ve/veya sistemin başındaki kişiyi/leri düşürmek/değiştirmek isteyip/istemeyeceği sorusu, insanların aklına daima gelir. Bazıları böyle sorular sormayı makul bulur, bazıları -komplo bunlar, mantıksız sorular bunlar- der geçer. Siz ne düşünüyorsunuz? Hem bugünkü ülkeler, güç kutupları arasındaki -hegemonyacı- oyunları, hem (yakın tarihten) Tito ile Stalin arasındaki sürtüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Erdoğan taraftarları arasında bir kısım, Rusya’nın (yani Putin’in) Türkiye’den (yani Erdoğan’dan), ABD’nin güdümüne çok fazla yaklaştığını, Rusya’nın ortağı olmasını Erdoğan’dan beklememekle birlikte, ABD’den daha bağımsız davranması için politikalar geliştirmesini istediğini, Rusya’nın uçağını düşüren pilotun, ABD yanlısı, cemaatçi bir pilot olduğuna inandıklarını, eğer Türkiye (yani Erdoğan) kendini ABD’den uzaklaştırıp, daha neutral bir pozisyona çekerse, hem Rusya-Türkiye ilişkilerinin çabuk düzeleceğini, hem de Rusya’nın, Suriye’deki IŞİD problemini çözmek uğruna gösterilen (samimi veya samimiyet dışı) uluslararası konsensüse (örneğin, NATO ile Rusya’nın Suriye özelinde ortak hareket edebilmesi) katılıp, boşuboşuna -güneye- inmek zorunda kalmayacağını (Putin’in Erdoğan’a) belirttiğini söylüyorlar.

    Yine aynı Erdoğancı kısım, Türkiye’de iç savaş çıkarmak pahasına da olsa, -dış güçlerin (ki başını yine ABD/CIA çekiyor)- TSK içinde yuvalanmış her hizbe destek verdiği, bundan sonra da destek vereceği iddiasını ortaya atıyorlar.

    Kısaca özetledim. Böyle senaryoları yaza yaza, cilt cilt polisiye roman meydana getirebiliriz. Gerçek de olabilir, sahte de olabilir…

    Sizce, yukarıda ifade edilenlerin gerçeklik payı var mı?

  112. hepsi uydurma, kısacası.

  113. Tito-Stalin çatışmasına gelince… Salin, kendi bloku içinde ayrı baş çeken Tito’ya tahammül edemedi. Olay budur.

  114. Gün Abi
    Başkanlık sistemi geldiğinde sana oy vermek istiyorum.
    Aday olur musun?

  115. Muzaffer Orucoglu

    9 Std. ·
    ..
    İMAM ÖLDÜ
    YAŞASIN İMAM
    Erdoğan, İmam’ın Darbesi’ni, “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirdi. Bu, “Bana gün doğdu,” demektir. “Bana gün doğdu,” demek de şu demektir:
    1-İmam’ın parmak ısırtan servetini, yani sınai, mali, hizmet vb. kuruluşlarını müsadere edip, dolaylı bir şekilde AKP’ye katmak; 2- İmam’ın tüm basın ve yayın kuruluşlarını, AKP’nin basın ve yayın kuruluşları haline getirmek; 3-AKP’nin polisini, yargısını ve üniversitelerini iyice AKP’lileştirmek; 4- TSK’yı, İmam Hatip okullarının muazzam gücüne açarak, Yeni İmam’ın Yeni Ordu’su haline getirmek; 5- cami, yurt, vakıf ve cemaatlar cemaatını el altından silahlandırarak, kitle tabanını zinde bir güç haline getirmek; 6- başkanlık sistemiyle devlet yönetimini merkezileştirmek.
    Güçlenen bir İmam’ın, “demokrasi” denilen halihazırdaki ucubeyi, güçlenme süreci içinde ve güçlendikten sonra ne hale sokacağını varın siz düşünün.
    ENFÂL Suresi, “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir,” der. Aynı Sure’nin 65. Ayet’i,
    “Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle!” diye buyurur.
    Muzaffer Orucoglu

  116. Fethullah Gülen, danışmanı olmanız için size teklif getirmeye hazırlanıyormuş Gün bey.

    Haberiniz olsun…

  117. Bir düşüneyim 🙂

  118. Fethullah Gülen’in 12 Eylül 1980 darbesini desteklediğini hatırınızda tutarak, bugünlerde yaşananları analiz etmenizi öneririm. Mesele sadece RTE’yi devirip devirmeme meselesi değil!

  119. Yetmez ama hayır 🙂

  120. Daha bu sabah beni polise ihbar edip Akın Öztürk gibi kemiklerimi kırdıracağını söylüyordun. Şimdi de “Gün abi” mi olduk.

  121. Sen 12 Eylül’e karşı mısın? Neden karşısın ki? Onlar da senin gibi “sayın muhbir vatandaşların” ihbarlarıyla insanları yakalıyor, kemiklerini kırıyorlardı.

  122. 28 Şubat döneminde Erbakan’ın gitmesi için TSK tankları kımıldattığında, Gülen TSK’nin yanında oldu. Google’a girip bu bilgilere ulaşabilirsiniz.

    Şu an 2016’da değil de, 1997’de olduğunuzu tasavvur edin:

    Erbakan’la Erdoğan arasında, maya bazında, hiç fark yok. Erdoğan, gömlek değiştirdik, diyebilir, mühim değil, kafa aynı kafa.

    Erbakan hükümeti de dinci rejimin tohumlarını ekiyordu ve TSK’nin homurdanması (ve Gülen’in TSK’ye desteği) ile hükümetten çekildi.

    Erdoğan’a ve rejimine karşı olduğunuz gibi, dinci rejimin mimarlarından Erbakan’ın 1997’de iktidardan düşmüş olmasını da doğru buluyor musunuz?

    Şimdi 2016’ya gelelim:

    3 Kasım 2002 seçimlerinde RTE-Gülen ortaklığı ile Türkiye’nin her uzvuna Gülenciler yerleşti. Ve 15 Temmuz 2016’da bu uzuvlar canlanıp, bu kez, bir sonraki hamle olan, Erdoğan’ı devirip kendi dönemlerini başlatmak için darbe yapıldı. Evdeki hesap çarşıya uymadı.

    Gülen’in TSK konusundaki tavrı, 12 Eylül 1980’de değişmedi, TSK’yi destekledi, içlerine sızabildi, 28 Şubat 1997’de değişmedi, TSK’yi destekledi, içlerine sızabildi, ve yıllar süren bu sızmalar sonucunda TSK’nin ana sütunlarına kendi müritlerini yerleştirmesinin neticesini 15 Temmuz 2016’da alamadı.

    İleride alamayacağı anlamına gelmez.

    Gideni, Erdoğan’ı, biliyoruz ama,
    Geleni, bilmiyoruz…

  123. Beyin jimnastiği yapıyoruz sadece, çünkü elimizde net veri yok.

    Komuta kademesinden darbenin yanında olmaları için imza istenmiş, zorla kabul ettirme yoluna gidilmiş, bazılarına darbe sonrası pozisyon sözü verilmiş vs. vs. vs.

    Komuta kademesinin darbeyi kabul etmemesinin temel sebebi ne olabilir?

    Demokrasiyi savunuyoruz zırvası ile RTE’nin yanında olmak istemeleri pek akla yatkın gelmiyor. Acaba temel sebep, ordu içinde çift-çok başlılık (Gülenciler, Kemalistler ve diğerleri, gibi klikleşmeler) oluşmasın diye mi komuta kademesi darbeyi kabul etmedi? Ordunun genelinden bahsetmiyorum, say say bitmez. Sadece komuta kademesinin tercihinden bahsediyorum?

  124. Misir’da darbe olduktan sonra “darbe yoluyla iktidar degisti” demek, tahlil degil, bir tespit/saptama olabilir. Kabul. Ama, hersey olup bittikten sonra.

    Fakat, sizin ‘tahlil’ dediginiz sey Mart 2014’te yazdiginiz bir yazi.

    Olan biten tek sey su: Birileri, ezici bir fark ile, sandiktan cikmis ve koalisyonsuz bir hukumet kurmus.

    Buna ‘plebisiter diktatörlük’ diyorsunuz.

    Bu, tahlil midir, demonizasyon/iblislestirme midir?

    Ardindan da, turlu cesitli siyasi beceriksizlikler yuzunden basarili olamamis diger partileri elestirmek ve basarili olmalari icin yol ve yontem gostermek yerine, altini doldurmaksizin ‘diktator’ ilan ettiginiz birilerinin alasagi edilmesi icin –baska hicbir yol yokmus gibi– hemen ordu darbesi bahsine (/saptamasi/na) geciyorsunuz.

    Ben, buradan, sandiktan umidini kaybetmis (belki de hic umidi olmamis) birisinin, son care diye –daha da beter bir cozum olan– darbeyi gormesini/onermesini okuyorum.

    Ve, gordugunuz uzere, ben de sizin tahlilleriniz ve saptamalarinizi tahlil ediyorum –ve elestiriyorum.

    Elestiriyi ‘cadi kazanina odun tasimak’ saymanin bu blogun ruhuyla celistigini dusunurum.

  125. İktidarların yaptığı hiçbir açıklamaya inanmam. Zileli
    Ben iktidari demokrasi adina koruyanlarada inanmam etiketleri ne olursa olsun. hele UlusAKcilara hic inanmam manipulsayonda iktidari solladilar.

  126. Darbe çati iddianamesi UlusAKci lar ile Kliseci Sol un retorigi ile soslandirilmis , ortaya karisik. Kürtlere de göz kirpiliyor. ne kurnazca. Bizim muhalefette AKP yine kandiriliyor keske bizi dinlese havasinda. Ay akli evveller AKP kandirilan degil kandiran. Kandirilan, gönüllü kanan sizsiniz. Bir ZOLA ya ihtiyac var.

  127. Hangi vesile ile söylemisti animsamiyorum. Bir defasinda Selda Bagcan, bizim sol mahallede, mahalle baskisi, sagdan daha güçlüdür demisti.

  128. Giden gelen, kar zarar, reel politik önemlidir elbet. Ama ilkeler ideallerden kopunca insan, bir dizi akilllica taktikler yoluyla, kendi ilkelerinin düsmanina dönüsebilir.

  129. Evet, plebisiter diktatörlük olduğunu düşünüyorum.

  130. Necip
    İsterseniz “diktatörlük”, “demokrasi”, “darbe” gibi kavramları kullanmadan da konuyu tartışabiliriz.
    Bir insan AKP iktidarına -ve genelde herhangi bir iktidara- ya tamamen karşı olmak ya da tamamen teslim olmak zorundadır. Çünkü bütün tarih, sınıf çelişkilerinin neden olduğu iktidar mücadelelerinin tarihidir (bu solcu ve klişe bir cümle olsa da nesnel bir saptama olduğundan itiraz etmezsiniz herhalde), dolayısıyla uzlaşmaz sınıf çelişkilerini uzlaştırmaya çalışmak beyhude bir çabadır.

  131. Bir UlusAKci gazete ABC. Coskuyla darbeci Fetö cü cetenin Toplumun bütün alanlarindan tasfiye edilmesini savunuyor. Bir Gazete ABC ülkede beyin kaybi oldugundan söz ediyor. Dogrudur beyin kaybi.

    Yarsav i kapatmislar, Yarsav yetkilisi iyi oldu bize de sizmislardi diyor. Köle ruhlar köle beyinler.

  132. Necip AKP iktidarina kökten karsi olmasi gereken biri Darbeye karsi AKP yi savunmaz, Demokrasi bildirisi ne imza atmaz vs vs

  133. Aman Tanrim ekonomik siyasal askeri olarak Tekelci kapitalizmin bir uzantisi olan Turkiye AKP iktidari tarafindan neutrallestirilecek. AKP Tayyip iktidari ile Batinin celiskisini bu denli abartmak .

  134. Uzlasmaz sinif celiskileri Toplumsal mücadele alanina direkt olarak yansisaydi, bir yanda Proletarya bir yanda Burjuvazi dikilse ve bir savasim bu sekilde saf bir bicimde olsaydi, ne Marxizme gerek kalirdi ne baska bir Sosyalist Anarsit teoriye yada sosyal bilimlere. Klise Necip arkadas, kapsamli bir teorik meseleyi bir cümleye indirgemekle baslar. Evet bu baglamda söylediginiz bir Klisedir.

  135. Bingöl Erdumlu’nun kitabının akıbeti hakkında net bilgi vermiyorsunuz. İstihbarat zafiyetiniz mi var 😉

  136. 102

    Hayat, soyut bir şey değildir. Hayata istediğimiz kadar kavramsal çerçevelerden yaklaşabiliriz, somuttan asla kopamayız. Bahsettiğim, skolastik diyalektik materyalizm anlatıları değil, ki marksist, leninist de değilim.

    İnsanların hayatta, reelde, benimsediği düşünceler, inanışlar, kurduğu ilişkiler, aldığı tekil kararlara bütünüyle etki etmese de, yürüyeceği yollarda yön tayin edici olabilir.

    Zileli 1991, 92’de anarşist olmaya karar verdiğini söyler genelde. Anarşist olduktan sonra ve olmadan önce yaptığı siyasi analizler benzerlik gösterse de, asıl tayin edici saptamalarına anarşist olmaya karar verdikten sonra başlamıştır.

    Erdoğan diktatördür, analiz doğru.

    15 Temmuz darbe girişimi Erdoğan’ın mizanseni değildir, analiz doğru.

    Erdoğan, darbe girişiminin sonuçsuz kalmasının yarattığı rüzgarı fırtınaya çevirmek ve tahtını korumak için, kendisine karşı olanlarla bile, gelin esas düşman FETÖ’ye karşı birlik olalım, aldatmacası ile DİKTATÖRLÜK KOALİSYONU kurmayı planlamaktadır, analiz doğru.

    Bütün bu analizlerin hiçbiri, Fethullah Gülen’i ve onu takip edenler arasındaki operasyon uzmanı müritlerini müttefik görmeye yönelmemeli. Bu tavrın, Hitler’i devirmek için Stalin’e yanaşmaktan farkı yok. Solun baygınlık halini analiz ederken, niçin Stalin’e, yani Gülen’in operasyon uzmanı bazı müritlerinin tasarladığı darbeye yanaşılmadığını sorarak analize başlamak, ideallerle de, ilkelerle de alakalı değil.

    Ortak hedefe, yani Eroğan’a ve dinci rejimine karşı mücadele ederken, kimlerle müttefiklik kurmaya teşne olduğumuzun farkında olmalıyız.

    1945 Nisan, Mayısında, Berlin’deki karargahı bitirmek ve Nazi rejimini nihayete erdirmek için ilerleyen Sovyet birliklerinin, örneğin Khrushchev’in etkisinde olduğu yalanını yayıp, karargah düşer düşmez, daha arkalardaki Stalin birlikleri tarafından bombalanıp yok edilmesi senaryosu, reelde alınan kararların ne kadar yön tayin edici olduğunun ispatı.

    Yurtta Sulh Konseyi’nin yayınladığı birkaç satırlık bildirgenin ne getireceğini görüyorum, demek, müneccimliktir. Analiz, ilke, idealle ilgili değil.

    https://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/2/2a/Yurtta_Sulh_Konseyi_Darbe_Bildirisi.png

    Erdoğan’a karşı mücadele ederken, Fethullah’a yanaşmaya mecbur değiliz. Baygınlık hali analizleri yapılırken yanlış noktadan başlanıyor.

    Ne bildiriler okuduk, barış güvercinleri uçurmaktan gökyüzü gözükmüyordu,
    Ne barış güvercinleri gördük, kan kusturan bildiriler okudular…

  137. Sonbaharda çıkacak diye biliyorum.

  138. İlla tarihi analojiler yapılacaksa bugün Fetullah’ın durumu Troçki’ye, Stalin’in duruma ise Tayyip’e benzer.

    Öte yandan, Nazilere karşı mücadelede Stalin ile müttefik konumuna düşmekten daha doğal bir şey olamaz. Avrupa’daki anti-Nazi partizanların kaçınılmaz olarak Kızıl Ordu’nun müttefiki olduğunu biliyoruz. Kıızıl Ordu ve komutanı Stalin’in ne mal olduğunu bilsek de böyle bu.

  139. Tarihi bugün de tekerrür ettirmek zorunda değiliz. Söylediğim sadece bu Zileli.

    ‘İlla tarihi analojiler yapılacaksa bugün Fetullah’ın durumu Troçki’ye, Stalin’in duruma ise Tayyip’e benzer.’ Analojiniz hatalı.

    Doğru analoji:

    Hitler Tayyip’tir,

    Hitler’i devirmek için mücadele eden bütün özgürlükçü kanatlar gönüllü gönülsüz, Stalin’in piyonu Khrushchev’in yönlendirmesindedir (bu yönlendirmeye, 15-16 Temmuz’daki TSK da diyebilirsiniz),

    Gülen Stalin’dir.

    Gülen, 15 Temmuz itibariyle, sizin gibi, bizim gibi özgürlükçülerle piyon gibi oynuyor Zileli, analiz bu kadar net.

    ‘Öte yandan, Nazilere karşı mücadelede Stalin ile müttefik konumuna düşmekten daha doğal bir şey olamaz. Avrupa’daki anti-Nazi partizanların kaçınılmaz olarak Kızıl Ordu’nun müttefiki olduğunu biliyoruz. Kıızıl Ordu ve komutanı Stalin’in ne mal olduğunu bilsek de böyle bu.’ Madem tarih bize ışık tutuyor, BUGÜN, Fethullah Gülen’e yanaşmak zorunda değiliz.

  140. Can Dündar için bunları yazarken çok endişeliyim ama, cemaat hakkında yanıltıyor…

    Bu yazıyı yazarken çok endişeliyim. Yakın zamanda haksız yere hapsedilmiş, tehdit edilmiş, hedef gösterilmiş, canına kastedilmiş bir aydını eleştirmek çok zor; bu haksızlıkları yapanlarla aynı kefeye konulmak gerçekten de en son isteyeceğim şey. Lakin nerede yanlış bir laf okusa düzeltmek için yanıp tutuşan hocalık dürtüsü de fena bastırıyor.

    Can Dündar hakkında son yıllarda tanışma onuruna kavuştuğum bir çok dostumdan farklı düşünüyorum. Bu dostlarım Dündar’ın Balyoz davasının kritik bir dönemecinde yazdığı o ünlü “başka kapıya!” yazısını unutamıyorlar, elbette ki sitemlerinde yüzde yüz haklılar. Ama benim gözümde Can Dündar bundan ibaret değil. Balbay’ın evinin basıldığı gün onunla gösterdiği dayanışma, Ergenekon davası denen çadır tiyatrosun atanıklık için çağrıldığında savcı/hakim kılıklı çetecilerin gözüne baka baka “buradaki insanlar benim kitabımda yazdığım Ergenekon değil, Mustafa Balbay gazetecidir” demesi Dündar’ı o karanlık dönemde ne mal olduğu meydana çıkan çakma aydın kategorisinden farklı bir yere koymak gerektiğinin kanıtı bence. Lütfen şimdi yazacaklarımı okurken bunları unutmayın.

    DARBEYİ LAİK SUBAYLAR YAPMIŞ!

    Can Dündar’ın 22 Temmuz Cuma günü İngiliz Guardian gazetesinde çıkan yazısını (https://www.theguardian.com/commentisfree/2016/jul/22/biggest-witch-hunt-turkish-history-coup-erdogan-europe-help) eleştirmek istiyorum. Dündar makalesinde başarısız darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü halden, tasfiyelerden ve tutuklamalardan söz ediyor, kendi adının sosyal medyada dolaşan “tutuklanacak gazeteciler” listesinin başında olduğunu söylüyor (ki bundan şikayetçi olmasından doğal bir şey olamaz), ve Avrupa’ya “modern Türkiye’yle dayanışma” çağrısı yapıyor. Bu kısımlarda bir problem yok.

    Dündar’ın yazısındaki sorun şu: Okurlara 15 Temmuz alçaklığı hakkında gerçeğin kendisi değil, 180 derece tersi anlatılıyor! Dündar Türk siyasi tarihi hakkında “Laiklikten uzaklaşılınca ordu darbe yapar, darbeye tepki olarak laiklik karşıtları güçlenir, kışlayla cami arasındaki salınım böyle sürer gider” diye özetlenebilecek tek boyutlu bir analiz yapıyor, sonra da “Yani geçen haftaki darbe girişimi yüzlerce yıllık bir salınımın son örneği sadece” diyerek işi bitiriyor. Gördünüz mü? Darbeyi laik subaylar yapmış! Yazı bu saçma sapan ve yüzde yüz yanlış analiz üzerine kurulu, ve bu bakımdan bir haftadır konuyla ilgili Batı basınında çıkan neredeyse tüm “incelemeler”e birebir benziyor. Haydi Batılılar Türkiye konusunda cahildir, bilgilerini yanlış kaynaklardan alıyorlar diyelim de, hepimiz Can Dündar’ın bu kadar aptal olmadığını biliyoruz.

    TEK KELİMEYLE “FETHULLAH GÜLEN” YOK

    Yazıda Fethullah Gülen’den ve cemaatinden tek kelimeyle bile söz edilmiyor. Bu durumda okurlar tasfiye edilenlerin tamamının çağdaş Türkiye’nin son kalıntıları olduğu kanaatiyle baş başa kalıyor. Doğrusu ben, elbette kurunun yanında yaşın da yanması korkusunu daima muhafaza ederek, Cem Aziz Çakmak’ı, Murat Özenalp’i, Türkan Saylan’ı, daha nice pırıl pırıl insanı ölüme gönderen cemaatçi zombi hakimlerin, 2006’daki ilk kumpasın kurbanı Yüzbaşı Murat Eren’in hâlâ hapiste çürüyor olmasının sorumlusu Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi ve Askeri Yargıtay üyelerinin çağdaş Türkiye’nin değil, onun tam tersinin temsilcileri olduklarını düşünüyorum, ve tasfiye edilmelerinin ne yazık ki çok geç kalınmış yaşamsal bir gereklilik olduğu kanısındayım. Guardian okurları ise bunu bilmiyor.

    Batı basını Cemaat hakkında okurlarını yanıltıyor. Can Dündar da buna katkı yapmış. Umarım bu hatasını bir an önce düzeltir.

    Prof. Dr. Cem Say, OdaTv, 24 Temmuz

  141. “Bir insan AKP iktidarına -ve genelde herhangi bir iktidara- ya tamamen karşı olmak ya da tamamen teslim olmak zorundadır.”

    Felesefi/fikirsel planda ‘karsi olmak’ sorun degil. Ama, uygulmada uzlasmasizlik limitine cekilen karsitlik bence hic de rasyonel degil.

    Dogal da degil –dogada da yok boyle olumune karsitlik (avinin soyunu tuketenin soyu tukenir).

    “Çünkü bütün tarih, sınıf çelişkilerinin neden olduğu iktidar mücadelelerinin tarihidir (bu solcu ve klişe bir cümle olsa da nesnel bir saptama olduğundan itiraz etmezsiniz herhalde), dolayısıyla uzlaşmaz sınıf çelişkilerini uzlaştırmaya çalışmak beyhude bir çabadır.”

    Iktidar mucadelerinin bir tarihi oldugu dogru. Ama, bu kadar siyah beyaz degil.

    Taraflar, mucadelenin sonunda elde edebilcekleri ile mucadele surecinde kaybedeceklerini de hesaba katmalidir –katarlar– ve (tamam, bir sonraki kavgaya kadar; ama) belli bir equilibrium (denge?) noktasinda uzlasirlar.

    Sermayenin yok olmasi isci sinifinin cikarina midir, mesela; yoksa refahin daha kabul edilir sekilde bolusulmesi midir amac?

    Ya da, tersinden bakarsak, isci sinifinin acliktan olmesinde sermayenin cikari var midir?

  142. Sınıf denince aklına sadece “burjuvazi”, “proleterya”, “Marksizm”, “Anarşizm” gibi son 200 yılın Avrupa merkezci kavramları gelen kişilerin söylediklerinden daha büyük klişe olamaz herhalde.
    O yorumda en genel biçimde konuştuğum belliyken bunları kastettiğimi nereden çıkardınız?
    Ayrıca sınıf mücadelelerinin topluma açıkça (herkesin görebileceği şekilde) yansıyabileceğinden söz etmek de başka bir yanlıştır.
    Herşey göründüğü gibi olsaydı bilime gerek olmazdı. Güneş de dünyanın etrafında dönüyor gibi görünür. Eski insanlar da o yüzden böyle zannederlerdi ama gerçek tersidir. Siz de bir gerçeği ters kavrıyorsunuz anlaşılan.
    (K. Marx’tan alıntı: Eğer her ideolojide insanlar ve onların ilişkileri bize camera obscura’da imişçesine başaşağı görünüyorsa, bu olayda, tıpkı nesnelerin, gözün ağ tabakası üzerindeki tersliğinin onun doğrudan fiziksel yaşam sürecinden ileri gelmesi gibi, onların tarihsel yaşam süreçlerinden ileri gelir.)

  143. Halil İnalcık “…devletin tarihini değil, halkın tarihini yazmak…” gerektiğini vurguluyor. İnalcık’ın kendi pratiğiyle kıyaslandığında pek yeterli değil bu cümle. “Halkın tarihini yazmak” düşüncesi tarih bilimi için pek yeni değil. Bertolt Brecht de, tarih üzerine ünlü şiirinde, “bir aşçı da mı yoktu Sezar’ın yanında?” derken aynı düşünceyi vurguluyor. Ama aşçı Sezar’dan aldığı emirleri yerine getirdiği sürece, “aşçının tarihini yazmak” pek anlamlı olmayacaktır.

    Öte yandan birçok Marksist tarihçi için (özellikle Sovyet ve Bulgar tarihçileri) kapitalist ülkelerde “halkın tarihi” olarak yazılması istenen tarih, konu sosyalist ülkeler ve hatta Çarlık Rusyası (özellikle Büyük Petro’yla ilişkili dönemler) olduğunda birdenbire “devletin” ve hatta “partinin” tarihi oluveriyor.

    (Reha Çamuroğlu – Tarih, Heterodoksi ve Babailer)

  144. zaten öyle bir şey de yok. Sadece esas hedefi şaşırmamaya çalışıyoruz.

  145. Can Dündar doğru söylemiş.

  146. Kapitalizm ne demek? / Sevan Nişanyan

    Sevgili Serdar Kaya Taraf’ta bugün düşündürücü bir yazı yazmış. Beğendim, ama bir noktada eksik buldum. “‘Kapitalizm” diye bir şeyin varolduğuna inanıyor musun sen’ diye mail attım. Sonra hızımı alamadım, şöyle devam ettim:

    Bazı ülkelerde kişi hakları – kişi otonomisi – güçlü bir geleneğe sahiptir. Dolayısıyla devletin tecavüz alanı kısıtlıdır. Bu ülkelerde büyük üretim kombinalarının bir kısmını, bu yüzden, bireyler veya bağımsız (kamu müstahdemi olmayan) topluluklar oluşturmuştur. Bu ülkelere “kapitalist” denir.

    Bazı ülkelerde kişi otonomisi geleneği güçsüzdür veya tarihi felaketler sonucu çökmüştür. Bu ülkelerde büyük üretim kombinalarını kurma gücü sadece devlete aittir. Bu ülkelere eskiden “Sosyalist” denirdi. Şimdi daha ziyade “Çapulcu Devletler” deniyor.

    Bazı ülkelerde kişi otonomisi geleneği olmadığı gibi devlet de ciddi boyutlu işlere girişmekten acizdir. Bu ülkelerde büyük üretim kombinalarını yabancı devletler veya şirketler kurar. Bu ülkelere “Afrika” denir.

    Dikkat edersen günümüz dünyasında büyük üretim kombinalarının yapısı, işleyiş biçimi, finansman yöntemleri, işçi istihdam biçimleri, çalışma koşulları, sosyal güvenlik politikaları vs. arasında ciddi bir fark yoktur. Sadece nihai mülkiyetin kompozisyonu farklıdır.

    Yine dikkat edersen, küçük işletmelerin yapısı açısından da ülkeler arasında fark yoktur. Sovyetlerin çöküşünden beri bütün dünyada özel mülkiyete ve özel girişime dayalı aşağı yukarı aynı dükkân-atölye-çarşı-pazar modeli geçerlidir.

    Dolayısıyla bugün dünya ülkeleri arasında “üretim biçimi” açısından farklar olduğunu iddia etmek abesle iştigaldir.

    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2012/03/kapitalizm-ne-demek.html

  147. 20 general darbe girişiminden 1 gün önce toplantı yaptı

    Hava Harp Okulu’nda, darbeden bir gün önce yapılan, 20 general ile subayın katıldığı toplantının ayrıntılarına ulaşıldı.

    Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner’in yaptığı soruşturma kapsamında, 14 Temmuz tarihinde saat 20.00 sıralarında Hava Harp Okulu’nda başlayan ve 20 general ile subayın sivil kıyafetleri ile katıldığı toplantının ayrıntılarına ulaşıldı.

    Toplantıyı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Marmaris’te toplantı yaptığı otele yapılan operasyonu yöneten ve darbe girişiminden tutuklanan Tümgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in organize ettiği belirlendi. Sönmezateş’in, saat 19.53’te sırt çantasıyla Hava Harp Okulu ana komuta binasına giriş yaptığı tespit edildi.

    Toplantının şifresi: Gökhan Şahin Sönmezateş’in misafiriyiz

    Toplantıya katılmak için Hava Harp Okulu’na gelenlerin, “Gökhan Şahin Sönmezateş’in misafiriyiz” şifresini verdikleri, bu şifreyi verenlerin kaydının yapılmadan nizamiyeden giriş yaparak Hava Harp Okulu’ndaki ana komuta binasında yapılan toplantıya yönlendirildiği belirlendi. Toplantıya katılan 20 general ve subayın nizamiye kaydının alınmaması talimatının da Hava Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Fethi Alpay’ın emir astsubayı Burhan Torluk tarafından verildiği öğrenildi.

    Toplantıya katılanlardan bazılarının aynı gece, gece yarısına kadar süren toplantıdan sonra Hava Harp Okulu’nda ayrıldığı, bazılarının da yine kayıt alınmadan okulun misafirhanesinde kaldıkları öğrenildi.

    3 ay önce tüm kameralar iptal edilmiş

    Hava Harp Okulu’nun ana komuta binasındaki kameralar hariç, okulun tüm kamera sisteminin darbeden 3 ay önce iptal edildiği, kamera izleme odasının da dinlenme odasına çevrildiği belirlendi. Hava Harp Okulu’nun nizamiyedeki nöbetçi kabinlerinin, darbe girişiminden bir gün önce kurşun geçirmez kabinler ile değiştirildiği tespit edildi.

    Sarı zarf içinde 1’e dolar dağıtılmış

    Hava Harp Okulu Destek Komutanı Albay Yusuf Özdemir’in darbe günü okulda rütbeli ve rütbesiz askerlere sarı zarf içinde F serisinden birer dolar dağıttığı öğrenildi. F serisi dolarlardan bir tanesi, darbe girişiminden tutuklanan sözleşmeli er Muhammet Ömer Saldanlı’nın üzerinden çıktı.

    4 kişi hakkında yakalama kararı çıkarıldı

    Yarbay Mustafa Serdar Özay, Üsteğmen İsmail Yiğit, Üsteğmen Mehmet Öztürk, Astsubay Halil Çetin’in darbe gecesi araçlarını Hava Harp Okulu’na getirerek otoparkına bıraktıkları ve ardından kayboldukları belirlendi. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, bu kişiler hakkında yakalama kararı çıkardığı öğrenildi.

    CNNTürk

  148. – AK Parti iktidara gelmeden önce de TSK içinde her zaman bir ‘NATO’cu Avrasyacı’ çekişmesi vardı.

    – Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz: Tabii vardı. Hâlâ da var. FETÖ militanı Emre Uslu bu darbe girişiminden sonra ‘Avrasyacılar kazandı’ dedi. Bu aslında gerçekçi bir tespit. Eğer darbeciler kazansaydı Türkiye Atlantikçi jeopolitiğin bir parçası olacak ve büyük kayıplar verecekti. Kürdistan’ın ilanı, Güneydoğuda özerklik, Kıbrıs’ın kaybı gibi. Ben Türkiye’nin Avrasya ile Atlantik arasında bir denge unsuru olması gerektiğini savunan düşünceye sahibim. Zira NATO’nun ya da Atlantik cephenin Soğuk Savaş sonrası Türkiye çıkarlarına hizmet etmediği açıkça ortaya çıktı.

    – ‘Yeni Roma’ ya da ‘Atlantik yapı’ diye tanımladığınız şey ile Cumhurbaşkanı’nın ‘üst akıl’ dediği aynı şey mi?

    – Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz: Evet, kesinlikle. Ama Cumhurbaşkanı bu noktaya biraz geç geldi. Onun da iktidara getirilmesine yardım eden üst akıldı. Türkiye’yi bu şekilde şekillendirenlerdi getirenler. Ancak gerçeği yaşayarak öğrendi.

    – Fetullah Gülen’in kadrolarının belli bir misyon yüklenerek ABD’de yetiştirildiğini düşünüyorsunuz, doğru mu?

    – Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz: Tabii, kesinlikle. Eski Amerikan Dışişleri bakanlarından Colin Powell’ın özel kalem müdürü Wilkerson darbe girişiminden sonra şöyle dedi: ‘Amerika yeni Roma’dır. Hoşuna gitmeyen hükümetleri değiştirmek ister. Bunun için de oyun kurar. Sadece Reagan döneminde 58 tane gizli operasyonumuz olmuştur.’ Bu açık, yeni bir şey de değil. Bunu Pax-Britanica zamanında İngiltere de yapıyordu. Bütün büyük güçler diğer ülkelerde iktidardakinin dışında ikinci bir grup yaratırlar. Bana göre Türkiye’de Amerikan çıkarlarını koruyacak Türklerin sayısı belki görevi bu alanda hizmet etmek olan Amerikalılardan çok olabilir. Aynı şey ordu için de geçerli.

    – Şöyle enteresan bir tablo var. Kemalist olduğunuz için önü kesilip kumpasa uğrayan sizler şimdi ideolojik olarak farklı uçlarda durduğunuz bu hükümetle benzer bir jargon kullanıyorsunuz. Daha ötesi darbe girişimi karşısında onlara sahip çıkıyorsunuz.

    – Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz: Devlete sahip çıkıyoruz. Cumhuriyet’e sahip çıkıyoruz. Çünkü bu gemide hep beraberiz ve gemi batıyor. Demokrasilere bakın. Amerika’da Cumhuriyetçi Demokratı sevmez, küfür de eder ama devlet meselesi oldu mu başka. Biz de devletimizi, bayrağımızı, vatanımızı sevmek zorundayız. Bu gemi battığı takdirde herkes batacak. 16. devlet bu. Devlet şu an ordusuz kalırsa, devletsiz kalırız. O zaman da kendinize yer arayın. Eğer o 15 dakika olmasaydı biz bugün bu görüşmeyi yapamıyorduk. Bambaşka bir Türkiye’deydik.

    – Nasıl bir Türkiye olurdu o?

    – Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz: Humeyni’nin İran’ından beter bir Türkiye. Birincisi, dini bir devlet. Anayasa ve demokrasi kesinlikle askıya alınmış. Bakmayın o bildiride söylenen şeylere. Bu grubun akıl yapısını ve dehşetini birinci darbe dediğimiz kumpas davalarının iddianamelerinde gördük. Bir de halka ateş açılırken, 7 saat Meclisimiz bombalanırken gördük. Ağladım ben hüngür hüngür. Bir devletin yetiştirdiği, maaşını verdiği pilotlar, tankçılar… Hangi havayı soludular, hangi yemeği yediler, hangi suyu içtiler? Bu kadar hain insan içimizden nasıl çıktı? Tabii ki devletime sahip çıkarım, o tankın üstüne atlayan adamın ideolojisi ne olursa olsun ona sahip çıkarım. O adamlar olmasaydı bu vahşiler devleti ele geçirecekti. Bu aslında bir darbe değil içsavaş tetikleme provasıydı. Çok şanslıyız ki Türkiye bu işten sadece 246 şehitle çıktı. Binlerce kişi olabilirdi eğer birlik komutanları yalan emirlere inansaydı.

    http://www.hurriyet.com.tr/emekli-tumamiral-cem-gurdeniz-gulencilerle-mucadele-aczi-atlantik-korkusundan-ust-akil-roma-40167424

  149. özgürlükçü

    V.P li AKP li ve umduğunu bulamayan CHP lilerin yorumları dışında yukardaki yorumların çoğu sancılı,sıkıntılı ruh halini yansıtıyor.Kendi durduğu yerden olup biteni objektif bir tanımlama yaparken aman kimin yanına düşerim endişesiyle yorum yapacağımıza açıkça gerçeği haykıramamanın sıkıntısı bu???
    HDP nin analiz ve tutumu bereketli topraklarda yaşayan halkların gelecek beklentilerine objektif çıkarlarına en uygun Toplumsal ve Politik tutum olduğunu görememek sıkıntılı ruh halimizin yansıması olabilir.
    Necip baydı şu senin diktatör muhabettin!
    Bir demokraside nereye yol nereye köprü nereye cami yapılacağına kimin hain kimin vatansever olduğuna kimin içerde kimin dışarda olacağına kimin zengin kimin fakir olacağına yetmedi kimin ölüp kimin kalacağına hatta kimlerin soykırım hedefi olup yerine kimlerin makbül vatandaş olabileceğine yetmez kendi gibi halkın iradesi ile gelenlerin bile efendinin talimati ile meclisten atılabileceğine bir kişinin karar verdiği rejim diktatörlük bunları yapabileninde diktatör olduğunu çocuklar bile bilir?
    Sanırım bütün bunlara karar verebilen efendiler seningibilerin onayını alıp bunları yapıp rıza üretip halkın iradesinden bilmediğimiz yöntemlerle geçirip bunları yapıyor olabilir.
    Cahilliğimizden bilmediğimizden bunları açıklasada biz de öğrensek yinede Tv lerde yalakalar şefimiz demeye başladı
    benim gibi,lerin şefi olamaz??? ihtiyacıda yok bütün millici zillici eski şefçiler bu sıra peşine takılmış bu iklimde efendinin Necib’e bile ihtiyacı yok?????
    Fesatlanmayalım hepimizin duygu ve düşüncelerine en yakın tutum HDP de varsa marifetimiz orada daha iyisini önerebiliriz.

  150. “Klise [..], kapsamli bir teorik meseleyi bir cümleye indirgemekle baslar. Evet bu baglamda söylediginiz bir Klisedir.”

    Hayir, ‘klise’ (‘cliché’) o degildir.

    ‘Klise’ asiri kullanimdan dolayi yalama olmus, orjinalligini kaybetmis, kelime veya cumlelerdir.

    Yani, papagan misali, baskalarinin soylediginin –yerli yersiz– tekraridir.

    Hadi, hepimiz insaniz, bazan cok da dusunmeden bazi seyler agzimizdan cikar; eyvallah.

    Fakat, tutup bu sifatin (ya da sifat tamlamasinin) isabetliligini desteklemek icin birden fazla baslik altinda yazilar yazarsaniz, mevzu bambaska renkler ve tonlarina burunur.

    Su siralar ortalik hayli yusufcuk yusufcuk oldugundan bu konunun uzerinde daha fazla durmayayim. Ama, ciddi bir ozelestiriyi hak etmedigini de soyleyemem.

  151. Kısaca

    Devlet kimi eziyorsa, onun yanındayım. Hayata aynı pencerelerden bakmıyor bile olsak, ezilenler de zamanında birilerini ezmiş olsa bile, özgürlüğü hak edenler ve hak etmeyenler diye ayrım yapmam. Devlet, bütün özgürlüklerin önündeki en büyük engeldir, bir zamanlar ezen konumunda olanlar bugün ezilen olsa bile, devletin karşısında olanlarla beraberim.

    Görüşünüz bu mu?

  152. Askeri okullarda, cemaat, seçecekleri adayları nasıl ayıklıyor?

    “AZ KALDI AZ…

    yıllar evvel bu adamlar yüzünden hayatım karardığında arkadaşlarım “sen merak etme hak yerini elbet bulur” falan derlerdi. harp okulu’ndan henüz ayrılmıştım o zaman, daha doğrusu ayrılmak zorunda kalmıştım. mal gibiydim lan, boş boş olanları anlamaya çalışıyordum. 10 yaşından beri hayalini kurduğum mesleği ellerimden aldılar. ne yapacağımı bilmiyordum…

    eğitime çıkıyorsun, bir grup rap rap yürüyüş çalışırken adam 10 dakkada haşat ediyor seni. “noluyo lan burda” diyorsun ama anlamıyorsun. komutanına o kadar güveniyorsun ki; gerçekten art niyetli olduğuna inanmıyorsun, kendini düzeltmeye çalışıyorsun… daha hızlı sürünüyorsun, daha hızlı koşuyorsun, daha az uyu… ne daha azı neredeyse hiç uyumuyorsun, daha çok komando dansı, daha çok şınav, daha çok çök-kalk… yok arkadaş bir türlü olmuyor. o sıcağın alnında adam sana “isteksizsin!!” diye bağırıyor. ne isteksizi, hepimize birer kalorimetre taksalar tabur birincisi olacaksın, ama dağın başındasın, savcı da o, hakim de o, bir üst mahkeme bile o…

    pesitilin çıkmış bir halde gecenin bir yarısı çadırına dönüyorsun, millet 4 saat önce uyumaya başladığı için “ses yapmayayım da uyanmasınlar” diyorsun. kamuflaj delik deşik olmuş, yarına dikip temizlemek lazım. oturup sökük dikiyorsun gecenin bir yarısı. 10 dakka sonra ön çadır nöbetçisi geliyor, “kanka 15 dakka kaldı acele et giyin hemen diyor!”. “oha bugün nöbetim vardı de mi” diyorsun. zaten 3’e kadar uyumamışsın, bir de 3-5 nöbetini kitlemişler. e dün de uyumamıştın zaten??

    “NE İSTİYOR BU ADAMLAR BENDEN?”

    ön çadır nöbeti önemli çünkü yola bakan tarafta. bir araba geçer, bir komutan geçer, seni orada göremezse ayvayı yedin demektir. verebileceğin ne kadar dikkat varsa verip nöbete başlıyorsun. ayakta beklerken gözlerin düşüyor. “ayakta uyuyabilir mi insan lan acaba?” diye geçiyor içinden. “atlar nasıl uyuyor acaba ayakta?” falan diyorsun. o zamanlar kendinle başbaşa kaldığın için kafa da çalışmaya başlıyor. “ne oluyo lan burda?” diyorsun. “ne istiyor bu adamlar benden?” ayrılan arkadaşlarını düşünüyorsun gece gece, askeri liseden en yakın arkadaşların ayrılmış, geriye bir avuç arkadaşın kalmış. onlar da sen gibi zaten, birini daha bu sabah hastaneye taşıdın, bayılmış çocuk eğitimde. “iyi mi acaba?” diye düşünüyorsun.

    derken arkadan birisi bağırıyor: “nöbetçi! nerdesin nöbetçi!”. aha! koşup tekmil veriyorsun. yine “nerdesin” diye soruyor. burdayım kardeşim nerde olucam. “burdaydım komutanım, ön çadırı geziyordum” diyorsun. bir sürü soru soruyor, birini bile bilemezsen yarın ayvayı yedin. ama cevaplıyorsun. bu sefer üstüne başına bakmaya başlıyor, bot boyalı, eksik malzeme yok. sonra gözü söküklere takılıyor. “niye dikmedin bunları?” diyor. “a be insafsız! eğitimden gece 2:40’ta geldim zaten, 20 dakkada dikebildiğimi diktim sonra nöbetim başladı” diyemiyorsun. “a be insafsız”ı çıkarıyorsun cümleden, kalan kısmı da kibarca anlatıyorsun. umrunda değil zaten, “bana mazeret üretme” diyor. “yarın eğitim başlangıcında beni göreceksin” diyor. “aha ayvayı yedik” diyorsun. en iyi ihtimalle sabaha karşı 05:00’de nöbet başka vukuat olmadan bitiyor. yeni gün başladı zaten artık, gidip spor içtimasına çıkıyorsun.

    “BİZ SENİ BİLİYORUZ, SIKMA CANINI”

    spordan sonra eğitim başlıyor. gidip kamuflajları giyip eğitim sahasına çıkıyorsun. komutan geliyor. “dün uyardığım nöbetçi ayrılsın” diyor. gidip tekmil veriyorsun. üstüne başına bakıyor. “ben seni nöbette neden uyarmıştım?” diyor. “eğitim elbisemde sökük vardı komutanım” diyorsun. “eee neden dikmedin?” diyor. “arkadaş senin hiç utanman yok mu! ne ara dikeceğim! ne ara dikeceğim!!!!!” diye bağırıyorsun içinden. ama dışa vuramıyorsun. “vakit yoktu komutanım” diyorsun. “ya yeter bıktım senin mazeretlerinden!” diyor. tabura dönüyor. “işte arkadaşımızın üniformaya gösterdiği saygı bu kadar” diyor. askeri liseden arkadaşlarımla göz göze geliyorum. “kanka biz seni biliyoruz, sıkma canını” bakışı atıyorlar. sıkmıyorum zaten. ilk istirahat vaktinde onların yanına gitmek, dertleşmek istiyorum…

    eğitim başlıyor. büyük grup yalandan bir süre “yat-kalk” yapıyor, sonra yürüyüşe devam ediyor. bizim manga ise çılgınlar gibi ordan oraya yardırıyor. çök kalk yaparak anadoluya giriyoruz(1071), cehennem gibi yanan asfaltta “el arabası” yapıyoruz, ellerim dün de su toplamıştı zaten asfalt artık elimi kavuruyor. yarım yamalak yaptığım dikişler daha eğitimin başında yeniden sökülüyor zaten. “şunu yapanı su içmeye göndereceğim, bunu yapanı suç içmeye göndereceğim” diye diye haşatımı çıkarıyor başımdaki, ama su içmeye de bir türlü göndermiyor. sonra “kalk!” diye bir komut geliyor. tam doğruluyorum ki gözler kararıyor…

    bayılmışım. bir arkadaş, ağacın gölgesine taşımış beni, yüzüme su falan vuruyor. kendime geliyorum. başımdaki “ya siz ne zayıf adammışsınız be! burada bütün tabur eğitim yapıyor bir tek siz bayılıyorsunuz. yapamayacaksanız gidin arkadaş, uğraştırmayın bizi” diyor. içinden küfrü basıyorsun. “git ara öğününü ye, su iç gel” diyor. 2 saat önce yemen gereken helvayı açıp 2 ısırıkta mideye atıyorsun. zaten susamışsın, helva resmen apokaliptik bir etki yapıyor. deparla mangana geri dönüyorsun.

    “içtin mi iyice suyunu?” diyor. “içtim komutanım” diyorsun. yok sen yeterince içmemişsindir. şimdi yine bayılma” diyor. elinde 1,5 litrelik su şişesi var. ben zaten o kadar çeşmeden içmişimdir. içmeye çalışıyorsun mide almıyor. “bitecek o şişe!” diyor. “emredersiniz” deyip dikiyorsun. mide balon gibi şişiyor. eğitime dönüyorsun. “yat! başla dönmeye, hadi hadi hadi” diye komut veriyor. dakikalarca yuvarlanıyorsun. kaldırıyor, 12. tüfeksiz hareketi yaptırıyor(jumping jacks’e benzer), komando dansı falan derken senin mide daha fazla dayanamıyor tabi, az önce ne içtiysen kusuyorsun…

    “KAFKA’YI ANIP DEVAM EDİYORSUN…”

    “yaa gene mi sen yaa, oğlum ben bıktım senle uğraşmaktan” diyor. artık içinde öfke falan kalmıyor. ağlamak istiyorsun. annen gelsin istiyorsun. “şurda bir pause tuşu olsa” diyorsun. çaresizlikten başka bir şey hissedemiyorsun. hemen yanında askeri liseden arkadaşın eliyle sana dokunuyor. “kanka dayan biraz” der gibisinden. yarım saat sonra da o bayılıyor… bu sırada büyük grup geçmiş meydana esas duruş çalışıyor. “allah’ım ben niye burdayım, onlar niye orda?” diyorsun. sürünürken yerde böceklerle göz göze geliyorsun, kafka’yı güzelce anıp devam ediyorsun…

    eğitim bitiyor. tabur yürüyerek, sense ellerin bilekte ördek adımıyla ilerlerken çadırlar bölgesinin önünde, üstünde t-shirt altında kot pantolon olan devreni görüyorsun. bütün gün görmemiştin zaten. ayrılmaya karar vermiş. “yapma yaaa” diyorsun. gitmeden vedalaşmak istemiş. sarılıyorsun, o ağlıyor, sen ağlıyorsun. sonra gidiyor. başımdaki geliyor yanıma, “nerde kalmıştın sen?” diyor. devrenle gözgöze geldiğin noktaya gidip kalan yolu bir daha bu sefer ördek adımıyla alıyorsun.

    “Sivil hayatı” düşünmemi. orada daha başarılı olacağımdan bahsediyor”

    gece yastığa başını koyunca aklına hiçbir şey gelmiyor. çünkü yatay pozisyona geçer geçmez sızıyorsun. ama uykundan uyandırıyorlar. “komutan çağırıyor” diyor nöbetçi, hemen kamuflajları çıkarıyorsun, yatağını yapıyorsun, pijamalarını güzelce yerleştiriyorsun. koştura koştura gidiyorsun. kaldırımda oturuyor. bağıra bağıra tekmil veriyorsun. “ne bağırıyorsun lan! arkadaşların uyuyor” diyor. e kardeşim 3 gün önce de aynı sebepten bağırmadım diye fırçalamıştın. susup bekliyorsun. “sana dedim cevap versene!” diyor. soru mu sordun ki, neyi cevaplıyım? “emredersiniz komutanım!” diye patlatıyorum. “ben emir mi verdim?” diyor. “neyse belli sen yeterince almamışsın eğitimini” diyor. elinde bir düdük var; bir kere öttürünce depar, bir daha öttürürse yat. şimdi bakıyorum da, o yaptığımız hareketleri “benim” diyen cross-fit’çi yapamaz yemin ediyorum. 30-35 dakka kadar böyle gidiyor. pestilim çıkıyor haliyle. çin oturuşuna geçirtiyor beni ve “düşünmemi” istiyor. “sivil hayatı” düşünmemi. orada daha başarılı olacağımdan falan bahsediyor. “bak sana bir abin olarak konuşuyorum” diyor. anlatıyor da anlatıyor. ben “subay olmak istiyorum” dedikçe sinirleniyor. “tamam git” diyor. çadıra dönüyorum, botları temizliyorum, boyuyorum, kamuflajı temizliyorum, asıyorum, pijamaları giyiyorum, az önce yaptığım yatağı bozup tekrar yatıyorum…

    20 dakika sonra nöbetçi tekrar geliyor. “komutan çağırıyor” diyor. “emin misin lan şimdi geldim yanından” diyorum. “kanka valla bu çadır” diyor. kalkıyorum, kamuflajı giyiyorum, botu giyiyorum, pijamaları düzgünce katlayıp, yatağı yapıp fırlıyorum. yanına gittiğimde “geç kaldın” diyor. ne geç kaldını amk süre mi verdin ki? susuyorum. bir süre eğitim yapıyoruz. “buraya gelirken çadırını düzelttin mi?” diyor. “düzelttim” diyorum. “bak gidip kontrol ederim, yalan söylüyorsan fena yaparım” diyor. “yaptım” diyorum sadece. inanmıyor, gidip bakıyor, her yerini didik didik ediyor. bulamıyor bir şey. “nasıl yaptın oğlum bu kadar kısa sürede? arkadaşına yaptırmışsın işte” diyor. “yaptım komutanım” diyorum. “ne yani ben sana iftira mı atıyorum şimdi?” diyor. “hayır komutanım” diyorum. “oğlum karar ver ya sen yalancısın ya ben iftiracıyım” diyor. susuyorum. “yarın eğitimde beni göreceksin sen, komutana iftira atmak neymiş göstericem sana” diyor. “emredersiniz komutanım” diyorum. sökükleri dikiyorum, botu yeniden boyuyorum, kamuflajımı temizleyip kaldırıyorum, yatağı o gün bilmem kaçıncı kez yeniden bozup yatıyorum(gece kontrol ediyorlar).

    “OĞLUNUZ SOHBETLERE GELSİN”

    kamp böyle geçiyor. okul dönemi de böyle geçiyor. bu sefer puanlı ceza da almaya başlıyorsun. adam “bu sabah koğuşlarınızı kontrol ettik senin yatağın bozuktu” diyor. nasıl savunacaksın kendini? iddia eden o, karar veren o. yalandan bir şeyler yazıp veriyorsun. anında cezayı patlatıyor. kamp dönemi yürüyüş çalışanların ise yatakları hep düzgün oluyor. onların hiç eksiği olmuyor. her izne çatır çatır çıkıyorlar. disiplin puanın giderek düşüyor. başındaki adam yalandan seni çağırıyor: “oğlum sen adam olmayacak mısın?” diyor. “kampta beceremiyorsun, burda beceremiyorsun, ne olacak bu iş?” diyor. ya sabır çekip çıkıyorsun odadan. bu sırada psikopat izni var, ona çıkmak zorundasın zaten. orada annenle konuşuyorsun; “geçen hafta falanca bir kadın geldi yanıma” diyor. “oğlunuz sohbetlere gelsin dedi” diyor, “inşallah düzelir o zaman durumu dedi” diyor. inanmıyorum, “ne alaka ya?” diyorum.

    “AYRILIK…”

    dayanarak gelinebilecek bir nokta var. o noktadan sonra işler senin elinden çıkıyor. okuldan ayrılmak zorunda kalıyorum. ayrılırken hiç unutamadığım bir anım var, arkadaşlarla vedalaşırken, benim durumumda olan ve 3 ay sonra ayrılmak zorunda kalacak olan bir devrem: “oğlum bize neden böyle davranıyorlar?” dedi. ben de bilmiyorum ki, neden böyle böyle davranıyorlar bilmiyorum. çocuğun yüzünde ne yaşama sevinci kalmış, ne umut kalmış, vatan, matan hepsi gitmiş, 19 yaşında çocuk neden bu halde olduğunu çözmeye çalışıyor.

    biz ayrıldığımızda tüm kurumların kritik noktaları bunların elindeydi. kalanların da büyük çoğunluğu bunları karşısına almak istemiyordu. gidiyorsun derdini anlatamıyorsun. savcıya gidiyorsun, güveniyorsun adama. “sen boşver burdan bir şey çıkmaz” diyor(şimdi tutuklandı). gazeteciye gidiyorsun anlatıyorsun. yazıyor, dinliyor, “yaa, öyle mi, vah vah” yapıyor. sonra haber yapmıyorlar. sivilde iyi bir üniversite kazanıp devam ediyorum. şak! diye askeri okulun tazminat borcu çıkıyor: 45.000 tl. 5-6 sene de süresi var. ailem ödeyemez zaten, iş arıyorum. asgari ücret veriyorlar en fazla. yetmiyor part-time ikinci bir işe giriyorum. sınav zamanı ders notlarını güç bela birilerinden bulup, projeleri bir şekilde verip dersleri geçiyorum. sosyal hayat diye bir şey yok zaten. iş-okul, iş-okul. neyse sonra mecliste yalvar yakar bir araştırma komisyonu kuruluyor. bizimle ilgili yapılan haberlerin yorumlarına bakıyorum. adam “zor olduğunu bile bile niye girmişler o zaman cık cık” diyor, “dayanamamışlar, zor gelmiş, şimdi de borçlarını ödemek istemiyorlar” diyor. “şu haberi bir oku bakalım sayın okur, orda öyle mi diyor” diye sinirleniyorum. daha o zaman cemaat-akp savaşı başlamamış, askeri okul tazminatları, polis kolejleri seviyesine çekilip bırakılıyor. biraz daha azalıyor yani. bilirkişiler açık açık “burada bir sıkıntı var” demesine rağmen daha derine inilmiyor. “neyse buna da şükür” diyip devam ediyorum. bu arada haberler gelmeye devam ediyor.

    “HER YERDELERMİŞ…”

    harp okulu’nda vedalaştığım arkadaşım ayrılmış arıyor “kanka ben ne yapıcam” diye ağlıyor telefonda. “ne yapıcaksın, yeniden kalkıp savaşacaksın” diyorum, moral veriyorum, destek oluyorum. sonra başka haberler de geliyor. “duydunuz mu şu cemaatçiymiş, bu cemaatçiymiş, şu hatta abiymiş” falan. bazıları artık eskisi kadar gizlemiyormuş bile. kimisi kendi de söylüyor. birinci ağızdan öyle şeyler anlatıyorlar ki vay anasını serhat neler dönmüş ya diyorum. bir bakıyorum herifler hakkaten kıçlarına motor takılmış gibi kariyer uçuşu yapıyorlar.her yerdelermiş lan! her yerde. biz mal gibi uyumuşuz etrafımızda kıyamet koparken. annemin yanına gelen kadın bize acımış da yapmış resmen o teklifi. bende de taşlar yerine oturmaya başlıyor. “hayırlısı” diyip devam ediyorum. darbe girişimi olana kadar da samimi düşüncem yaptıklarının bu adamların yanına kar kalacağıydı. çünkü askeri birlikler tamamen kapalı alanlar ve söylediğin her şey havada kalıyor.

    15 TEMMUZ SONRASI…

    darbe girişiminin ertesi günü haberleri okuyorum. benim zamanındaki komuta teşkilatından durumunu öğrenebildiğim 4 komutan da işin içinde, diğerlerinin durumunu da daha bilmiyorum. o adamları ters kelepçeli, kanter içinde ordan oraya götürürlerken gördüm ya, yemin ediyorum benden 2 kilo yağ falan eridi gitti o saniye. o “biz ne yaptık allahım” bakışları var ya suratlarındaki, bir ömre bedel. benim kampta anam ağlarken, kenarda selam çalışan arkadaşlardan da şimdiye kadar iki tanesini gördüm. kimsenin hakkını yemek istemiyorum, o yüzden mahkeme sonuçlanana kadar bekleyeceğim. itiraflar başladı zaten. eğer önemli itiraflarda bulunmazlarsa bir daha gün yüzü görmeleri zor. her akşam dua ediyorum, inşallah insafa gelirler de ne var ne yok dökülürler. mahkeme sonuçlandıktan sonra da bana yapılan işkencelerin hesabını çatır çatır sormazsam namerdim.

    buraya kadar okuyabilmişlere şunu söylemek istiyorum: hakkınız olmayan hiçbir şeyi talep etmeyin kardeşim. inanın bunu; “karakterli olun, dürüst olun” anlamında söylemiyorum. bir şekilde çıkıyor ve çıkarken misliyle çıkıyor. o çocuklar belki kendi haklarıyla pilot olamayacaklardı, çiğ köfteci olacaklardı. ama kafaları rahat olacaktı. onları seven insanlarla bir arada yaşayıp gideceklerdi. şimdi yüzlerce kişinin kanı, binlerce kişinin hakkı ve milyonlarca kişinin ahı boyunlarında “bu işi buralara kadar nasıl geldi?” onu düşünüyorlar. anaları babaları nasıldır düşünmek bile istemiyorum. çocukları ne durumdadır. merak etmeyin açlıktan ölmüyor kimse, dürüst namuslu adamsanız, ekmeğinizi de bulursunuz bir şekilde. yeter ki; hırslanmayın, kendi durumunuzu başkasının insafına bırakmayın. bugün soruyu verirler, yarın sicilini şişirirler ama en sonunda bir yerden çıkar sevgili kardeşim. bence bu yaşananlardan çıkarılması gereken en büyük ders o.

    bu cemaatçilerdeki kibri de midem kaldırmıyor artık. ülkede yüzlerce insan ölmüş, binlerce insanın hayatı mahvolmuş, adam hala “okullarımızı kıskandılar” diyor. “acaba?” bile demiyor. “varsa aramızda böyle bir grup en yüksek cezayı alsın” bile demiyor. yuh, yemin ediyorum yuh. size söylenecek laflar tükendi artık.”

    “FETÖ DARBESİNE KARŞI ASKERİ ÖĞRENCİLERDEN AÇIKLAMA”

    Konunun binlerce mesajla Twitter Türkiye TT listesine girmesinin ardından Ekşi Sözlük yazarları cemaat yüzünden yaşadıkları sorunları “Fetö darbesine karşı askeri öğrencilerden açıklama” başlığında anlatmaya başladı. İşte yazarların anlattıklarından bir kısmı:

    “…şimdi ben bu yaşananları anlat bi çözüm bulunsun diyenlere diyorum. ben-biz bu yaşananları bir tek buraya yazmıyoruz. 2 sene önce milli savunma bakanlığında açılan gizli bir soruşturma kapsamında 50 den fazla kişi bize yapılan bu mobbing, işkence ve herkesten ayrı uygulamaları anlattık. sonuç ne mi oldu. ifade verdiğimiz savcıda cemaatçi çıktı. kovuşturmaya gerek olmadığı şeklinde karar alındı…”

    thisisend

    “2002 yilinda hho intibak kampinda nami diger kupeliyi duşta domuz bagi yapip uzunca bi sure piskolojik ve fiziksel olarak iskenceye tabi tutmuslardi. okuyosan bunu beni bul kupeli. tabiki dayanamayip ayrildi.”

    cesve

    “benim de bir öğrencim heybeliada deniz lisesi’ni kazanıp tam son sınıfa geçecekken (2012 yılında olması lazım) ayrılmıştı. sebebini sorduğumda ise pek detaya girmedi ama hocanın biriyle anlaşamadık mecburen ayrılmak zorunda kaldım demişti yavrum benim. eminim onu da böyle şerefsiz biri canından bezdirmiştir.”

    mewluth

    “somut olarak belirtmek isterim ki özellikle asker kökenli öğrencilerin fişlenmesi, psikolojik ve fiziksel baskıların yanı sıra isimlerinin gazeteye “darbe planı yapanlar” adı altında verilmesi ve öğrencilere ayrılmaları için baskı yaptıkları isimsiz mektupların gönderilmesi benim bildiğim birkaç olaydır. daha nice yaşanmış, anlatılmamış olayın olduğundan şüphe yoktur.”

    zona pellusida

    “…özel olarak yaptırdıklarını daha da artırmaya çalışıyorum, hatrımda kaldığı kadarıyla. sanırım bir çoğunu hafızamdan silmişim. bu entryi de bilinç akışı yöntemiyle hiç silmeden yazmaya çalışıyorum aynı zamanda. bir an önce aksın gitsin ve tükensin istiyorum. birkaç gece uyurken bu ismet tarafından uyandırıldığımı 2 dkda kamuflajları giyinip 1 saatlik eğitimlere tabi tutulduğumu hatırlıyorum. benim halimi gören herkes “abi sen özel kuvvet mi olacaksın ne iş, niye ayrılmıyorsun?” diye soruyorlardı. fiziksel işkencenin yanında ismet’in bir de psikolojik işkencesi de vardı. tek dayanak olan “abi bura bitsin rahatlayacağım ve subay olmaya bir adım kalacak” fikrini bile, “senden bir b.k olmaz, seni harbiye’ye gidince eğer buradan ayrılmazsan ilk dönem ama en geç ikinci dönem atacağım” diye tehdit ederek bitiriyordu…”

    promoshevek

    ekşisözlük, odatv

  153. Biraz kabalaştırılmış ama genelde böyle de söylenebilir. Kabalaştırma derken, (bir kere, yanlış bir ifade var: “bugün ezilen olsa bile” olmayacak.) Ayrıca “beraberim” diye bir şey yok. Ben kimseyle beraber olmam. Kısaca, “tek at tek mızrak olmaktır benim tutumum. Şöyle ifade etmek daha iyi olabilir: Devletin başında kim varsa, o, paranoyanın ve siyasi suçlamanın başında yer alır. Dolayısıyla hedeflerine aldıkları kesimlere saldırmam, saldırılmasını da doğru bulmam. Fakat bu, saldırılan kesimlerin niteliğini unutmam ya da geçmişte, iktidardayken ya da iktidarın yanındayken yaptıklarını bir kenara atmam anlamına gelmez. Özetle, sadece özgürlüğü savunurum.

  154. Geçmişte, bu mantıkla, “Ergenekon”dan yargılananları da savundum. Cemaatin gazeteci tutuklamaları üzerine, Yayın Kolektifi olarak facebook’ta büyük bir kampanya başlattık. “Ahmet Şık’ın kitabı bende de var” kampanyasıydı bu. Bir haftada 100 bin kişi katılmıştı. Bugün roller değişti. Ulusalcılar hükümetin yanına geçti. Cemaatçiler alta düştü. Her şey değişir ama özgürlükçü tutum tavrını değiştirmez. Kesinlikle tutarlıdır. Siyasi hesaplara göre hareket etmez. Çünkü bilir ki, siyasetler değişir, siyasi mevzilenmeler değişir ama özgürlük her durumda yanında durulması gereken tek değerdir.

  155. “Bir demokraside nereye yol nereye köprü nereye cami yapılacağına […] bir kişinin karar verdiği rejim diktatörlük bunları yapabilenin de diktatör olduğunu çocuklar bile bilir?”

    Alakali alaksiz bir suru seyi bir torbaya doldurup, ardindan da suret-i haktanmiscasina hukum veriyorsunuz. [Once ilk kismini elleyeyim, digerlerine sira geldikce deginiriz.]

    Iskaladiginiz da, dolayisi ile, bir suru sey var:

    1) Icra makamindaysaniz, bir makama secimle gelmis (ve tekrar secilmek istiyorsaniz) secmenlerinize vaad ettiklerinizi gerceklestirmege gayret edersiniz.

    Siz, mesela, Ovacik Belediye Baskaninin (hani, su ilk ‘Komunist Belediye’ dedikleri) her icraatini tek tek oradaki secmek kutugune kayitli olan insanlara danisarak mi yaptigini saniyorsunuz?

    Tabii ki, hayir. TKP’nin belli bir ogrusu vardir; ve onu da –cok cok– bir yere kadar esnetirler; bunlarin arasinda, mesela, Ovacik’a bir cami daha yapmagi gormezsek sasirmayiz –talep olsa bile.

    Bu da normaldir, cunku secimi %36 ile TKP kazanmis. %33 ile BDP ikinci, % 15 ile CHP ucuncu, ve %12 ile AKP sonuncu.

    Sonuncu, ama yine de %12 almis AKP’nin Ovacikta sizce ne kadar sozu dinlenir?

    Iktidar partisi olsa bile, kimsenin tinmadigina eminim. Dikator olsa, boyle mi olurdu? Ilk is, belediye baskanini gorevden alip, yerine AKP mensubu birisi atanmaz miydi?

    Simdi donelim sizin taktiginiz cami ve kopru meselesine:

    Daha once yazdim. Ben deistim. Benim icin butun inanclar folklorik unsurlardir. Dini amacli binalar da oyle.

    Fakat, Taksim konusunda –tam olarak tanimlayamadigim– bir kesimin durusunu cidden yadirgiyorum.

    Bu kesimin (ki, sayisal olarak cok da onemli bir yuzde olmadiklari ortada, aksi halde oradaki belediye secimlerini onlar kazanirdi) ‘burasi bizden sorulur, bizden izinsiz bir civi dahi cakamazsiniz’ tavri cok ilginc.

    Fevkalade ilginc.

    Ben bunu anlamaga calisiyorum. Nedir bu, neye dayanarak boyle bir hak ve yetki beyaninda bulunuyorlar?

    O kadar ki, aksini ifade eden, ya da icra etmege yeltenen kim olursa, otomatik olarak ‘diktator’ oluveriyor?

    Bu tavrin demokrasi yanyana yazilmasi bence mumkun degil. Cunku, bildigimiz demorasilerde, bir iktidarin yaptigini begenmiyorsaniz, siz iktidara gelir ve onun –sizce– dogru olanini yaparsiniz.

    Bu kadar basittir: Secmenin cogunlugunu ikna edebiliyorsaniz, iktidara gelirsiniz, ve vaadlerinizi yerine getirirsiniz.

    Oyunun kurallarinin basinda bu gelir. Fakat, Taksim sozkonusu olunca bir suru fincanci katiri peydahlaniveriyor. Bu tavrin acikca dile getiril(e)meyen sebepleri olsa gerek. Henuz cikarsayabilmis degilim.

    Ayni sey, kopru filan icin de gecerli. Kim tarafindan nasil secilmis, kac kisi tarafindan secilmis, ne tur bir mekanizma ile isbasina gelir ve giderler belli olmayan bir-iki oda, birkac sendika, kerameti kendinden menkul birkac ‘aydin’, nereden yeterli mesruiyeti aliyorsa, Istanbu’da %48 oy ile birinci secilmis AKP’nin (CHP %30, HDP %10) butun icraatlerinin onay makami olarak kendisini gorebiliyor.

    Madem neyin yapilacagi veya yapilmayacagi bir-iki oda, birkac sendika, birkac ‘aydin’ taraindan kararlastirilacak; secim-mecim icin bunca masrafa ne gerek var?

    Dikatorlukten dem vuranlarin asil bakmasi gereken yer burasi degil mi?

    Sizin tahayyulunuzdeki demokrasi modeli, dolayisi ile, akliniza yatinca (ya da isinize gelince) sorun yok; ama, oyle olmazsa, ‘diktatorluk’ oluveriyor.

  156. Sayın Zileli, her gün yeni bir gelişme ortaya çıkıyor. Meğer Akıncı Üssünün komutanı olan tuğgeneral, kaçırılan genelkurmay başkanına “sizi kanaat liderimiz Fetullah Gülen’le görüştürelim” teklifinde bulunmuş. Bu durum, darbenin beyninde bir Fetullahçı organizasyon olduğunu göstermiyor mu? Bu gelişmeler ışığında değerlendirmenizde bir değişiklik olacak mı? Sizin yazınızda fetullahçılara çok az bir önem atfediliyor çünkü. Sanırım yurtta sulh konseyinin bildirisindeki kemalist tını sizi yanılttı.

  157. “Ben bunu anlamaga calisiyorum.” Ama anlayamıyorsun. Belki de anlamak istemiyorsun. 🙂

  158. Ben hiçbir ifadeye inanmam. Kimi ifadeler zor altında, kimileri de kendi paçasını kurtarmak için verilir. İstisnasız polisin aldığı tüm ifadeler fabrikasyondur. Ben, Yassıada savcısı, Altay Ömer Egesel’in, “Menderes’in özel kasasından çıkmış kadın külotlarını” teşhir ettiğini bile hatırlarım. Moskova show trilalleri, sahte ifade ve itirafların şahikasıdır. Sonuç olarak, iktidarların zoru altında alınan ifadelerin ve açılan davaların hepsi sahtedir. Bu konuda septik tutum çok önemlidir.

  159. “Belki de anlamak istemiyorsun. :)”

    Neyi ‘anlamadigim’i anlamamissiniz 😉

    Bir onceki rejim boyunca imtiyazli olanlarin ayni imtiyazlari devam ettirmek istedikleri ortada.

    Bunu anlamak icin cok fazla beyinsel efor gerekmiyor.

    Buna karsilik, anlasilmasi zor olan sey su:

    Artik, eskisi gibi, kerameti kendinden menkul ‘ben aydinim, dogrusunu ben bilirim, bana birakin’ diyerek her turlu iradeyi gaspedebildikleri devirler gecti.

    Gecti o gunler.

    Bu boyle iken, bahsettigimiz bu zumrenin, bunu neden idrak edemiyor oldugunu (idrak etmegi reddettigini) anlamiyorum.

    Anlamak isteyisim, anlayisla karsilayacagim anlamina gelmiyor. Sadece bir tur akademik merak benimkisi.

  160. Gerçekten anlamak ancak vicdan ile mümkündür.

  161. Sol dahil bütün ideolojilerin yetersizliğinin temel nedeni şu olsa gerek:
    İdeolojilerin kapsamı, içeriği sonlu-sınırlı iken insanın ihtiyaçları sonsuz-sınırsız denebilecek kadar çoktur.
    Burada ihtiyaç derken maddi/zorunlu olanlar ve bunları temin eden teknik-bilim gibi araçlardan çok, sosyal yapının ürünü olanlar (duygusal-manevi, kültürel, sanatsal, felsefi gibi) anlaşılmalı -ki insanı diğer canlılardan ayıran da bunlardır. İdeolojilerin yetersiz kaldığı asıl alan da bu ikincilerdir zaten.

  162. “Gerçekten anlamak ancak vicdan ile mümkündür.”

    Imtiyazlarini kaybedenlere (ve bunu da farketmek dahi istemeyenlere), benim de vicdanim sizliyor tabii ki.

    Cunku, bunlar ilahi bir el tarafindan basimiza ‘patrici’ tayin edilmislerdir ve ‘pleb’lerin zapt-u rapt alinmasi onlarin kutsal gorevleridir.

    ‘Pleb’ler tarafindan secilmek gibi bir seye tenezzul bile etmezler.

    O yuzden, artik eski lavaslarini/pastalarini bulamayanlari bundan boyle ezilen sayip hepimiz onlarin tekrar eski gunlerine kavusmasi icin seferber olmaliyiz.

    Vicdan bunu emreder.

  163. bakıyorum kapitalizm savunusundan plebyen edebiyata geçiş yapmışsın.

  164. “[…] plebyen edebiyata […]”

    Sizin ‘pleb’ diyerek kucumsediginiz o kitle, o gun de bugun de asil ‘ezilen’lerdir.

    Onlarin yaninda degil de, ‘patrici’lerin yaninda yer almak, bir omur ‘solcu’ takilmak ve sonunda da seckinci/imtiyazli birilerini savunur duruma dusmek aciklanmasi zor olan bir savrulma olsa gerek.

  165. Son darbe girişiminde Fethullahçıların etkisinin abartıldığını söylüyorsunuz. Şu and asıl tehlikenin sokak hareketi ile desteklenen diktatörlük olduğunu ben de kabul ediyorum. Ama bu girişimde gerçekten Fethullahçıların ağırlıklı olduğunu düşünüyorum. Girişimin gözükaralığı, toplum desteğini vb. hiç hesaba katmaması da Fethullahçıların devletç tarzına uygun düşüyor. Seküler-kemalist benzeri kesimler daha stratejik ve rasyonel davranırdı diye düşünüyorum. Fethullah’ın devlet, polis, ordu içinde örgütlenmesi yıllardır hepimizin kulağına gelen şeyler.

    Ordu içinde yıllardır dindar/dinci gruplar, bireyler de var. Mesela ben 80’lerin sonunda (tahminimce) tarikat bağlantısı olan islamcı birkaç emekli generalle tanışmıştım. Aynı yıllarda tanıştığım sol eğilimli bir harbiye öğrencisi de harp okulunda yoğun “dinci” faaliyet olduğundan bahsetmişti. Siyasi mevzuara hiç girmeden, “kuran mucizesi” evrim vb. temalarla. Fethullah örgütlenmesi ilerledikçe orduda sessizce varlığını sürdüren dindar/dinci bireyleri de içine almış olabilir.

    Son darbe girişiminde ordudaki seküler muhalif kesimleri bir emrivaki ile kendilerini destekler pozisyona sokmak için böyle aleleacele bir işe girişmiş olmaları muhtemel.

  166. Zulme karsi cikmak, zulm görenin kimliginden bagimsiz olarak , zulme, organize olmus iktidar olarak örgütlenmis zulme karsi olmak.

  167. (125’e devamla)
    Bir de bu ihtiyaçların bazen birbirleriyle çelişmesini de eklemek gerekir.
    Bu sadece çıkarları çatışan farklı kesimlerin/kişilerin değil, bireylerin kendi içlerinde de gerçekleşir zaman zaman.

  168. Plebi hiçbir zaman küçümseyerek kullanmam. Plebler toplumun en alttaki, ezilen kesimidir. Ne var ki, plebleri sevmek, onlara yakınlık duymak başkadır, iktidarlara destek olan bir kitle olduklarında onların sırtını sıvazlamak başkadır. Popülizm her zaman faşizmin ikiz kardeşi olmuştur.

  169. özgürlükçü

    Necip sende arıza varmı????
    ülen %80 lerle seçilmiş belediye başkanlarını görevden almadınızmı??????
    Ülen ıstanbula bld bşk nı diye seçmen kadiri seçti hangi kararı kadir veriyor????
    Bütün kararları efendi almıyormu???
    Mecliste HDP halkların ilgisini çeken performans gösterdiğini gören efendi hemen tv lerde tiz bunlar atıla dedi 3.gün anayasa teklifi hazırlanmadımı???
    Başbakanın sorumluluğu olan bir çok konuyu başbakanın haberi olmadan böyle olacak diye efendi buyurmadımı?
    Bakınız Davutoğlu başka cumhurbaşkanı başka dediklerine ne oldi???kimin dediği oldu???
    Sendeki arıza bayağı ilerlemiş Necip tedavisi mümkün olmayan refleksler veriyor??
    Kim kimi kaç kişi seçmiş ülen bu gariban millet senin efendinin bunları yapıp tek adam parti faşizmi yapacağını bilse o oyu verirmiydi diye hiç sordunmu??????
    Bu yaptıklarını yapacağım diyemi seçimi kazandı ???
    Hem son seçimde halk meydanlara başbakan adayı olarak çıkan Davutoğluna hükümet kur dedi tayip haziranda sahnedeydi yenildi kasımda sahnede davutoğlunu seçti halk eefendi halkın seçtiği başbakana darbe yapmadımı?????kim kimi seçmiş????halk ne zaman erdoğana bu yetkiyi verdi??????bunu yapacağını bilse kasımda halk davutoğlunu başbakan yapan oyu verirmiydi????
    Ülen birkaç sendika aydın karar verirmiş kim bunu önerdi savundu?????
    utanmaz insanlar siz demokrat biz anti demokratmı olduk?????
    Aldığımız %13 oya bile fesatlanıp seçimi iptal için bütün yasal anayasal ve teamülleri efendin çiğnemedimi???
    Hala ona demokrat banamı diktatör diyorsun?
    Alman gazteci soruyor işid için ne yapacaksınız??
    Tek cümle işid yok siz pkk ye destek veriyorsunuz cevabı veriyor???
    necip efendi yakında sende işid ağzıyla efendin gibi konuşmaya yazmaya başlarsın iyisimi tez elden bu site yerine daha iyi hizmet edebileceğin yerlere taşın???
    anlamak vijdan nerde insan olabilmek bile sana zor gelebilir????

  170. Sayın Zileli, gelişmeleri yakından takip etmemeniz okurlarınız adına büyük talihsizlik. Genelkurmay başkanını Fetullah Gülen’le görüştürmek isteyen tuğgeneral işkence altında bu olayı itiraf etmemiş. Bizzat Hulusi Akar’ın ifadesinde geçiyor bu anekdot. “Sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen’le görüştürelim” demiş Akıncı üssünün komutanı.

  171. “Plebi hiçbir zaman küçümseyerek kullanmam.”

    ‘Plebisiter diktatorluk’ dediginiz zaman, ya bunun ne anlama geldigini bilmiyorsunuz, ya da ‘pleb’lerden uzak durdugunuz icin onlari baskalarinin ‘kazandigina’ cemkirir oluyorsunuz –bkz klasik cahil halk soylemleri.

    Bir de tabii, ‘plebisit’ yani ‘referandum’ ile secimleri birbirine karistiyorsunuz.

    Bunu bilerek yapmadiginizi ummak istiyorum; cunku, ‘plebisit’lerden secmene ‘evet/hayir’ cinsinden cevaplayacagi bir soru sorulur (bkz en son Brexit konusu); burada parti yoktur.

    Secimlerde ise bir program (vaadler butunu vs) sozkonusudur.

    Ikisinin arasindaki fark (hadi, Ingilizceden aktarmis olayim) beyaz peynir ile tebesir kadar genistir.

    Ama, siz, ‘ogurluk’ savunuculugu ardinda, cok daha genis ve ezilen bir kitlenin ozgurluk taleplerini –fiyakali sifat tamlamalari uzerinden– unutuveriyorsunuz.

    Baska bir deyisle, tebesiri beyaz peyni diye sunuyorsunuz.

    Boyle bir durumda, herkes yemiyor diye sikayet etmemek gerekir.

    “Popülizm her zaman faşizmin ikiz kardeşi olmuştur.”

    Secimle isbasina gelinir; hemen bir Godwin cekersiniz: Hitler de oyle olmustu. Derman olarak da ordu darbesini yazarsiniz cumlenin devamina..

    Azizim, size gore, fasizmin ikiz kardesi olMAyan ne var?

  172. olayları mümkün olduğufnca takip etmeye çalışıyorum. Bu beyanın Hulusi Akar’a ait olduğunu biliyorum da, Akar’ın bu beyanına neden inanayım?

  173. plebisiter diktatörlükle kastedilen halk oylaması yoluyla yürütülen diktatörlüktür. Bunun tarihte birçok örneği vardır, siz de bilirsiniz. Faşizmin popülizme dayandığını siz de biliyorsunuz ama anlamak istemiyorsunuz. Kısaca söyleyecek olursam, devleti arkasına alarak bedava kahramanlık taslayan ve anında gariban erlerin boğazını kesen kara kalabalıkların sırtını sıvazlamanın devrimcilikle veya solculukla her neyse hiçbir bağı olmadığını düşünüyorum. Bu 50 yıl önce de böyleydi benim için bugün de böyle. IŞID’ı yaratan tabanın de pleb olduğunu unutmayalım.

  174. “plebisiter diktatörlükle kastedilen halk oylaması yoluyla yürütülen diktatörlüktür.”

    Siz bunu boyle soyleyince, acaba ben mi yanlis biliyorum diye supheye dusmedim degil.

    O yuzden bakinip arastirdim.

    Son 20 yilda kac tane halk oylamasi yapilmis bu memlekette?

    Bir.

    Evet, ceman ve sayiyla 1.

    https://tr.wikipedia.org/wiki/2010_Türkiye_anayasa_değişikliği_referandumu

    Baska varsa ben bulamadim, hafizami tazelemek isteyen varsa memnun olurum.

    BIR TEK TANE halk oylamasindan (plebisitten/referandumdan) hangi mantikla bir diktatorluk cikariyorsunuz?

    Yoksa, sorulan soru “RTE sonsuza kadar basimizda kalsin mi?” miydi da, halk da “evet” mi demisti?

    “Faşizmin popülizme dayandığını siz de biliyorsunuz ama anlamak istemiyorsunuz.”

    Hersey, bir sekliyle, populizme baglanabilir. Baska bir deyisle, neye ‘populizm’ diyorsaniz ona baglayabilirsiniz.

    Ote yandan, secim sandigina dayali sistemler tam da budur: Oyun tribunlere oynanir; tribunlerde de turlu cesitli cikar ve beklentileri olanlar vardir. Buna da ‘halk’ diyoruz.

    Baska bir deyisle, populizm, sizin konumlandirmaga calistiginiz sekilde tukaka ya da gayrimesru degildir.

    Hatta, adama, ‘becerebiliyorsan sen de yap’ da denir.

    “Kısaca söyleyecek olursam, devleti arkasına alarak bedava kahramanlık taslayan ve anında gariban erlerin boğazını kesen kara kalabalıkların sırtını sıvazlamanın devrimcilikle veya solculukla her neyse hiçbir bağı olmadığını düşünüyorum.”

    Bu bogaz kesmek edebiyatini gecelim. Buna dair hicbir kanit olmadigi gibi, daha onceleri olmus bir trafik kazasi (mi neymis) onun resimlerini yayinlamis birileri. Bu kadar gullible olmak yakismiyor –ozellikle bu tur seylere inanmaga tesne degilseniz tabii ki.

    Ikincisi, ‘devleti arkasina almak’ da ne oluyor; daha dogrusu nasil oluyor?

    Elimden geldigi kadar –son gunlerde– her turlu tartisma programini takip etmege calisiyorum ve neredeyse ittifakla herkes “RTE, AKP tarafindan dahi yalniz birakildi” diyor.. Devleti arkasina almak boyle mi olur?

    “Bu 50 yıl önce de böyleydi benim için bugün de böyle. IŞID’ı yaratan tabanın de pleb olduğunu unutmayalım.”

    Unutmayacak o kadar sey var ki.. Once Aztec/Inca aydinlarini neden kaziga cektiklerinden mi baslasak?

    ‘Selective memory’ denen illete ducar olmak insani aydin degil de paranoid ediyor..

  175. özgürlükçü

    Haziranda seçimi kaybeden muktedir diğer partilere ”’becerebiliyorsan hükümeti sen kur”” dedimi faşo necip?????
    Ne yaptı hani becerebiliyorsan sen yap tı?????
    BU Yaladığın sokaktaki olmayan demokrasi nöbetide sivil bir hareket değildir tam tersine camide selalarla devletin bütün kurumlarının açık çağrısı teşviği yol yemek bedava belediyelerin ses düzeninden sanatçı mehter ekmek arası çay ihtiyaç karşıladığı belediye ve kamu çalışanların izinde olanın bile mecbur tutulup zorla getirilip iştima edildiği toplantılar sivil demokratik toplantılar değil devlet-iktidar zorlamasıdır yakında kimlere saldırılacağının gelecekte neleri nasıl yapabileceklerinin aşağıda halkta inşa edilen faşizmin kitle tabanı yaratma girişimidir
    içinde fetühlahçılar hariç bütün cemaatlerin yer alıp ”’kanımız aksada zafer islamın””ve benzeri irkçi şöven militer çihatçı şeriatçı işidci pankart ve bayrakların test edildiği ilk günlerde geçmiş örnekleri gibi HDP körfez ilçe ve Kocaeli il binasının tahrip edildiği provalar barındıran hareketi savunan demokrat gezi gibi asıl sivil demokratik gerçek halk hareketleri savunan diktatör???
    seveyim seni necip??????????
    sen bunları utanmadan sıkılmadan nasıl savundun???
    Yoksa bereketli, toprakların yiğit evladı Demirtaşın başarılı politik duruşuna fesatlandığından bu halleremi düştün??????

  176. Çok bilmiş ama "vicdansız" Necip'e

    Bu adam böyle iktidar oldu… Demokrasi vaadi ile…

    Geldiği yere bak… Sıkılmadan yazmaya devam et.. Sonra insanları satın aldı. Medyayı susturdu. Muhalefeti komplolarla bitirdi. Sonra sıra korkutmaya geldi..
    Halk oy vermiş! Hımm. Pleb’in önde gideni de böyle söylüyor…
    ——————-
    “Bize göre sınırlandırılmayan, keyfiliğe ve hukuksuzluğa olanak sağlayan, katılımı ve temsili önemsemeyen, bireysel ve kolektif özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter anlayışlar sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır. (…) Bize göre, katılımcı demokrasiden yoksun siyasal davranışlar, devletin sahip olduğu denetim gücüyle, ara kurumlarda geniş tahribat meydana getirmiş ve özgürlüğü büyük ölçüde kullanılmaz hale getirmiştir.” Konuşan göreve yeni gelmiş başbakandır. Yeni kurulmuş hükümetin programını okumaktadır.

    “Sizlere, hükümet etme tekniğimiz üzerine açıklamalar yapmaya girişmeden önce, partimizin kimliği doğrultunda, siyasete, topluma ve hükümet kavramına nasıl yaklaştığımızı açıklamak istiyorum” diyerek başlar. Ardından partisinin çizgisini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlar, bu kimliğin, “siyasal gücün bir kişinin veya grubun elinde yoğunlaşmasını destekleyen, bireysel ve siyasal özgürlüklere karşı olan, siyasal katılımın hemen tüm biçimlerini reddeden, baskı ve güç kullanımını öngören dayatmacı siyasal anlayışlarını reddettiğini” ifade eder. Ve “siyasal otoritenin (devletin ve hükümetin) sınırlandırılması düşüncesi bizim muhafazakarlık temelli siyaset kavrayışımızın en ısrarlı olduğu argümanlardandır” diyerek, partisinin “her türlü dayatmacı, buyurgan, tektipçi, toplum mühendisliğine dayanan yaklaşımları sağlıklı bir demokratik sistem için engel olarak” gördüğünü iddia eder.

    Yeni başbakanın okuduğu hükümet programında, “hukuk devletinin gereği(nin) siyasal iktidarı ve tüm kurumları yasal çerçeve ile sınırlamak” olduğunun altı çizilir. Programın icraat kısmına gelince, iktidar partisinin hükümet etme mantığının “olmazsa olmaz”ları olarak, hukukun evrensel ilkelerine saygı, idarenin hukuka bağlığının sağlanması, bireysel veya örgütlü olarak hak ve özgürlüklerin kullanılması sayılır.

    Yeni başbakan, “sadece sayısal güce dayanan bir yönetim anlayışını” benimsediklerini özellikle vurgular. Hükümet ve iktidar partisi, “toplumsal mutabakattan güç alan bir siyaset anlayışından” yanadır. Siyasal iktidarın en temel dayanağının, “milli iradenin kabulüne mazhar olarak, meşruluğunu milletin genel kabulünden alması” olduğunu iddi eder. Bu çerçevede iktidar partisine göre, hükümetin rolü “topluma tercihler empoze etme gücünü ele geçirmek olmayıp, barışı, anayasal düzeni ve adaleti korumakla sınırlı” olmalıdır.

    18 Mart 2003’de Başbakan Tayyip Erdoğan…

    A. İnsel

  177. 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili cevaplar
    Cemil Gündoğan

    Gazeteci Hülya Yetişen’in 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili sorusuna verdiğim cevaptır
    Bu kalkışma her durumda egemenler arası bir kapışma olarak tanımlanabilir. Konuyu karmaşıklaştıran, çatışmanın, eski Türkiye’nin egemenleriyle İslamcı Türkiye’nin egemenleri arasında alışageldiğimiz ayrım çizgisini izlememiş olmasıdır. Eski Türkiye’nin egemenlerinin bel kemiğini oluşturan güçlerin bir kısmı bu çatışmada dinci iktidarın safında konumlanırken, İslamcı Türkiye’nin bazı güçleri Erdoğan’ı devirmek isteyen güçler arasında yer almıştır.
    Darbecilere ilişkin piyasadaki baskın görüş, bu kalkışmanın Fetullah Gülen’e bağlı askerlerce gerçekleştirildiği yolundadır. Hükümetten Ergenekon davası sanıklarına, ulusalcı çevrelerden bazı liberallere kadar herkes bunu söylemektedir. Fakat bu iddianın gerçeği tam olarak yansıttığından şüpheliyim. Kemalist geleneğe mensup ve Erdoğan’a aşırı kızgın bazı askerler ile bir süreden beri varlığı hissedilen “kesin darbe olacak” havasına kapılmış başka bazı subayların da işin içinde oldukları anlaşılıyor. Daha da önemlisi, Kürdistan’daki savaşı yürüten bazı yüksek rütbeli komutanların darbecilere meyletmiş olmasıdır ki, bu durum, Kürdistan’daki savaşla darbe girişimi arasında bir ilişki olduğunu gösterir. Bu ilişkinin ne kadarının barış özleminden, ne kadarının savaşı daha kanlı biçimlere büründürme isteğinden kaynaklandığını bu aşamada bilemiyoruz. Ancak savaşın yeniden başlamış olmasının, askerlerin devlet içindeki pozisyonlarını yükselttiğini, böylece onların ülkeyi yönetme arzu, imkan ve kabiliyetlerini arttırdığını ve bunun da darbeyi teşvik ettiğini tahmin etmek zor değil. “Darbeyi Gülenciler yaptı” deyip noktalamak, olayın bu tür boyutlarını gizleyen bir rol oynamaktadır. Darbecilerin gerçek bileşimi ve amaçları, yargılama safhasında daha iyi anlaşılacaktır.
    Darbe girişiminin arkasındaki dış güçlere gelince, bu aşamada somut bir şey söyleyebilecek durumda değilim. Darbe girişiminin tam gaz sürdüğü saatlerde bu konuda bir ipucu bulabilirim düşüncesiyle bir yandan da CNN’i de izlemeye çalışıyordum. Orada darbecilerin başarıya ulaşmasını isteyen bir hava sezdim. Fakat buradan hareketle ABD’nin darbeyi desteklediği sonucuna varmak fazla aceleci bir tutum olur. Bunun başka verilerle desteklenmesi gerekiyor.
    Değişik veriler, darbeciler arasında Amerika’ya ve Batı dünyasına yönelik sempatik bir tavrın varlığına işaret ediyor. Ancak bu tavrın ABD ve diğer Batılı devletler nezdinde ne ölçüde karşılık bulduğu henüz açık değil. Benim anlayabildiğim kadarıyla Batılı güçler, ilk saatlerde bekle gör tavrı içindeydiler, fakat darbenin başarıya ulaşamayacağının anlaşılmasıyla birlikte (kabaca gece yarısından sonra) bakışlarını hükümete doğru çevirmeye başladılar. Bu da, eğer başarabilselerdi, darbecilerin Batılı güçlerden belli bir noktaya kadar hüsnü kabul görebileceklerini gösterir ki, bizzat bu durum uzun vadede bir darbe dinamiği olarak işlemeye devam edecektir.
    Darbenin AKP kurgusu olduğu, bir komplo teorisidir. Fakat böyle olması, darbenin başarısız kalmasından en çok Erdoğan kliğinin yararlanacağı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Siyasi mücadelede silah böyle bir şeydir; ya elinize almayacaksınız, ya da eğer alıyorsanız giriştiğiniz işi başaracaksınız. Yenilgi durumunda en büyük zararı kendiniz görürsünüz. Binlerce yıldır şaşmadan işleyen bu basit denklem orta yerde duruyorken darbe girişimini izah etmek için karmaşık komplo teorileri uydurmayı anlamlı bulmuyorum.
    Peki, bundan sonra ne olur?
    Kısa dönemde, İslamcı iktidar ile Kemalist geleneği esneterek sahiplenmek şeklinde bir strateji izleyen ordunun merkez kliğinin beraberce darbeye maruz kalmış olmaktan ötürü daha da yakınlaşmaları beklenebilir. Böyle bir yakınlaşma kısa dönemde muhalifler için zulmün artması anlamına gelecektir. Ne var ki bu türden bir yakınlaşma, ordunun daha fazla İslamcı iktidarın emrine sokulmasını da gerektireceği için aynı zamanda bir gerilim alanı da üretecektir.
    Bu noktada karışıklığı arttıracak bir diğer etken orduda, bürokraside ve poliste yapılacak olan tasfiyelerdir. Bir intikam, kuşkuculuk, bozgunculuk, gammazlama, ayak kaydırma ve fırsatçılık furyasında gerçekleşecek bu tasfiyelerin kaotik bir ortama yol açması mümkündür. Ama yaygın bir kaos ortamı doğurmasa bile mevcut paranoid ortamın Erdoğan’ı diktatörlerin mukadder açmazına doğru sürükleyeceği öngörülebilir: Derin kuşkularla kuşatılmış olarak ipleri daha fazla sıkmadan yaşayamayacağını görmek, fakat ipleri sıktıkça düşmanlarının sayısını çoğaltmak. 15 Temmuz girişimi Erdoğan’ı iyiden iyiye bu açmazın pençesine itmiştir.
    Yukarıda anılanlar kısa vadeye ilişkin muhtemel gelişmelerden birkaçıdır. Bunlara başkaları da eklenebilir. Benim asıl dikkat çekmek istediklerim ise darbe girişiminin uzun vadeli etkileridir. Bu etkiler, hiç de Erdoğan’ın ve Türk devletinin arzuladığı türden olmayacaktır. Zira darbe girişimi uzun vadede Türk toplumunun toplumsal dokusundaki çözülmeyi hızlandıracaktır. Bunu, diğer şeylere ilaveten sıradan Türk’ün sokakta asker öldürmeye başlamasından anlıyoruz.
    Türk denilen kategoriyi oluşturan sıradan insanlar Cumhuriyet tarihi boyunca askerle çatışmamıştır. Türkiye’de askere kurşun sıkan tek İslamcı kalkışma olan Menemen olayının merkezinde Kürt şeyhler önemli bir yer tutmuştur, Türk solcularının 1970’lerdeki çıkışı ise ancak en son aşamasında ve kısmen askerlere yönelebilmiştir ve sıradan Türklerin hareketine dönüşemeyip üniversiteli romantiklerin sapması olarak kalmıştır, 12 Eylülden sonra orduya karşı etkisiz de olsa görece uzun bir süre silah sıkmış tek Türk örgütü olan TİKKO ise Türklerden çok Dersim’in Alevi Kürtlerine yaslanmaktadır. Kısacası sıradan Türkler tarihsel olarak “Mehmetçik”le çatışmamış, tersine onu toplumsal dokunun harcı olarak algılayagelmişlerdir. İşte bu aynı Türkler, 15 Temmuzda arkalarına camilerden yükselen ilahi nağmeleri de alarak sokakta asker avına çıkmışlardır. Bu durumda asker-millet tanımın asli bağlantı noktalarından birini oluşturduğu toplumsal doku nasıl eskisi gibi kalabilir? Özellikle de Ortadoğu bataklığının yarattığı istikrarsızlaştırıcı faktörlerle ve içerdeki kapsamlı tasfiyelerle bir arada düşünüldüğünde.
    Bütün bu gerçeklere rağmen bazı yorumcular, halkın sokaklara çıkışını demokrasinin zaferi olarak yorumladılar. CHP, Doğan Medyası ve buna benzer bazı kurumlar ise birkaç saatlik bir bekle gör tavrının ardından “tankın üzerine çıkan kahraman halk” şarkısını söylemeye başladılar. Birincilerin yorumu boş bir laf yığınından, ikincilerin yaptığı ise Erdoğan’ın iktidardan gitmeyeceğinin anlaşılmasıyla, bari zafere ortak olmaya çalışalım deme kurnazlığından ibarettir. İkisi de karşılıksızdır; zira sokağı kuşatan güruhun demokratik bir yönetim istediğini gösteren hiçbir belirti yoktur.
    Merkezine (Sünni) İslamı veya Türkçülüğü koyan bir kitle hareketinden demokrasi çıktığı görülmemiştir. Hele bu ikisi bir aradaysa, demokrasi bir yana, oradan sadece kitlesel kırımlar çıkmıştır. 1894’ten günümüze kadar yaşanan bütün kitlesel kırımlara bakınız, bunların ya tek başına İslam adına ya da İslamla Türkçülüğün bir sentezi adına kotarıldığını görürsünüz. 15 Temmuz gecesi sırtına Türk bayrağı geçirerek tekbir çığıran güruh tam da böyle bir senteze işaret ediyordu. Bu güruhun benzerlerini Afganistan, Libya, Mısır ve Suriye sokaklarında da görmüştük.
    Öte yandan darbe girişimiyle birlikte hikayenin sonuna bir adım daha yaklaştığımızı da eklemek gerekiyor. Benim Avrupai Türkler ve Asyatik Türkler(*) diye adlandırdığım toplumsal kesimler arasında yaşanan ayrışma bu darbe girişiminden sonra daha da derinleşecek, toplumsal dokunun cemaatler eksenindeki çözülmesi devam edecektir. Erdoğan’la Doğan grubunun yakınlaşmasına bakarak bu ayrışmanın durduğunu veya tersine döndüğünü düşünenler olabilir. Bu yanlıştır. Orada yaşanan yakınlaşma değil, boyun eğdirmedir. Ortadoğu’nun fokurdayan girdabının ortasına savrulmakta olan bir ülkede bu tür onursuzlaştırarak teslim alma operasyonlarından demokratik bir entegrasyon değil, çürüyüp çözülme çıkar.
    Ortadoğu’daki savaş yakın zamana kadar Suriye’nin içine hapsedildiği için, bu savaşın Türkiye’deki toplumsal dokuyu çözücü etkileri açık biçimde görülemiyordu. Fakat son bir yılda Kürdistan’da sürdürülen savaşa ilaveten IŞİD eylemlerinin Türkiye’ye doğru yayılmaya başlaması ve nihayet son darbe girişimi, bu çatışmaları Suriye’ye hapsetmenin artık mümkün olmadığını, Ortadoğu’daki bütün çatışmaların Türkiye’nin içinde kendini üreteceğini gösteriyor. Bunun doğal sonucu toplumun tel tel dökülmesi olacaktır. Bu durumda önümüze iki alternatif çıkmaktadır: Tüm toplumsal kesimlerle uzlaşmayı öne alan demokratik bir yönetimle çatışma ve çözülme ortamından çıkmaya çalışmak ya da şimdiye kadarki politikalarda ısrar ederek hızla Pakistan’a veya Suriye’ye dönüşmek. Gelişmeler böyle bir mecraya doğru akıyorken Mecliste halka boş övgüler düzen ortak bildiriler yayımlamanın mezarlıkta ıslık çalmaktan öteye bir manası olmayacaktır.
    Cemil Gündoğan
    2016-07-20/Stockholm
    —————————————–
    (*) Bu tanımlarla neyin kastedildiğini merak edenler Dönemeç Yazıları adlı kitabıma bakabilirler. Vate Yayınları, 2011, İstanbul.

    gelawej.net/index.php/yazarlar/cemil-gundogan/2538-15-temmuz-darbe-girisimiyle-ilgili-cevaplar

  178. özgürlükçü

    Sitede eskiden son yorumlar bölümünden sıcak tartışmaları takip edebiliyorduk.şimdi son yorumlar gözükmüyor zilelinin dikkatine? daha verimli olması için son yorumları görebilsek iyi olur.

  179. “Haziranda seçimi kaybeden muktedir diğer partilere ‘becerebiliyorsan hükümeti sen kur’ dedimi faşo necip?????”

    Faso Necip’in selamlari var: “Bana gelip soran olmadi” dedi. Ve, ekledi: “Soran olsaydi, aynen oyle derdim”.

    “Ne yaptı hani becerebiliyorsan sen yap tı?????”

    Aynen oyle.

    Guzel kizi kapanin arkasindan cemkirmek marifet degil. Madem sen hakediyordun, gidip kizi sen ayartsaydin..

    Misali..

    “Bu Yaladığın sokaktaki olmayan demokrasi nöbetide sivil bir hareket değildir tam tersine camide selalarla devletin bütün kurumlarının açık çağrısı teşviği yol yemek bedava belediyelerin ses düzeninden sanatçı mehter ekmek arası çay ihtiyaç karşıladığı belediye ve kamu çalışanların izinde olanın bile mecbur tutulup zorla getirilip iştima edildiği toplantılar sivil demokratik toplantılar değil devlet-iktidar zorlamasıdır”

    Anladigim kadariyla, sizi bir PKK/HDP unsiyetiniz var. Eger dogruysa, bu dediklerinizi –fazlasiyla– onlar da yapiyor; hem de silah ve tehdit zoruyla.

    Onlar yapinca ses cikarmayanlarin, baskalari biraz daha usulune uygun yapinca neden celallendiklerini anlamak kolay degil.

    “seveyim seni necip??????????”

    Yok. Almayayim.

    “sen bunları utanmadan sıkılmadan nasıl savundun???”

    Benim ne dedigim belli: Yukarida yaziyor.

    Ama, sizin nerenizden anladiginizi ben tayin edemiyorum.

    O yuzden olsa gerek ki, benim savundugumu dusunuyor, ardindan da miymiylarinizla saldirilara yelteniyorsunuz.

    Siz kendinizi sevin.

    “Yoksa bereketli, toprakların yiğit evladı Demirtaşın başarılı politik duruşuna fesatlandığından bu halleremi düştün??????”

    Hay.. iste bunu sevdim.. Nasil nasil?.. “bereketli, toprakların yiğit evladı Demirtaş”.. he mi.. [bir dahaki sefere virgulu nereye koyacaginiza dikkat edersiniz umarim.]

    Bir de, ardinda, “politik duruş” eklememis misiniz? Tadindan yenmez olmus..

    Bu “bereketli, toprakların yiğit evladı Demirtaş”, liderler zirvesine cagrilmadigina cok uzulmus.. Uzuldugune uzuldum tabii ki.

    Fakat, ote yandan da, ‘lider’ Abdullah Ocalan’la telefon baglantisi yapmislardir diye dusunmustum 🙂

  180. Muyyesser Yildiza bir test yaptirmak lazim. Zeka testi yapilabiliyor. Ama karakter testi. Onu Tarih yapacak. Hala adi gibi emin Darbeyi Fetö nun yaptigindan. Artik bu düsünceyi degistiremezde. Cunki kendi Laik Orducu mantigi icinde ya kendini hain ilan edecektir yada kullanilmis bir Ultra Aptal.

    FETÖ’CÜLER ONU DA HEDEF ALMIŞTI

    Kumpaslar sürecinde sadece Nusret Taşdeler değil, general kardeşi Nevzat Taşdeler de FETÖ’cülerin hedefindeydi. O vakitler Çerkezköy’de Zırhlı Tugay Komutanı olan kardeş Taşdeler sık sık kara propaganda sitelerine “misafir” ediliyordu.

    İşte bu kardeş, 1 yıl önce Harp Akademileri Komutanlığı Kurmay Başkanı olmuştu. Ancak 15 Temmuz’daki darbe teşebbüsünden sonra “FETÖ”cü olduğu iddiasıyla gözaltına alındı ve dün akşam tutuklanıp, Silivri Cezaevi’ne gönderildi.

    Ağabey Ergenekoncu, kardeş FETÖ’cü!.. Olabilir mi, herşey mümkün!..

    Lâkin Nusret Taşdeler’i tanıyor, biliyoruz. O da kardeşini. Diyor ki;

    “O askeri değerlere, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerine bağlı, Atatürk’ün samimi bir temsilcisi, pırıl pırıl bir Türk subayıdır. Kardeşim FETÖ’cü olamaz. Albaylığından itibaren FETÖ’cülerin saldırılarına maruz kaldı, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Bana ne yaptılarsa, ona da yaptılar. Suçsuzluğunun ortaya çıkacağına inanıyorum.”

    Ne diyelim?!.

    İnşallah bu büyük furya, “her ihtimale karşı furdim onu” mantığıyla yürütülmüyor, sap-saman, kuru-yaş birbirine karıştırılmıyor ve yeni mağduriyet, zulüm ve haksızlıkların temeli atılmıyordur!..

    Ve de unutulmasın ki; FETÖ’nün en önemli taktiklerinden biri, “sağ gösterip, sol vurmaktır”!..

    Müyesser Yıldız

  181. gerçeklerden kaçmaya gerek yok…
    bir yerde okumuş hak vermiştim..
    RTE bir neden değil, sonuçtur…
    Bu gerçeklik üzerine politika üretilmesi gerekir…

    Pleb’lerin geldiği, getirildiği tarihsel-toplumsal gerçeklikle yüzleşerek…

    Arkaik sol’un kendine çeki düzen vermesi… Stalinist damarlarını bağlaması…
    Kemalist, taş kafalı ulusalcıların faşizmi besledikleri yeterince anlaşılmış değil…
    Kötü olan din’in kendisi değil; iktidarı istemesi… Din her niyetle yenilebilen bir muz; İ. Eliaçık da, F. Gülen de, RTE de… müslüman..

    RTE, “yeni” bir dünya kuramayanların peşine takamadığı halkı, “mecburen” (!), “eski” dünyaya kaçırmak isteyenlerin önderi… Kuşkusuz, bu “idealde” olduğu gibi gerçekleşemez; modernite ile yozlaşmış bir islam retoriği … bir şekilde zihinde geçmişe, pratikte tüketimciliğe, siyasette de “oryantal danslara” sürüklenen islamcı hareket…
    Mafyatik İslamik kültür… ve elbet rezalet…

  182. “Bu adam böyle iktidar oldu… Demokrasi vaadi ile…”

    Bana RTE’yi savundurtmayin.

    Benim odagimda burada gerek blog sahibinin gerekse de yorumcularin soyledigi sozlerin tutarliligi var.

    Ama, madem siz soylediniz, evet, adam ‘demokrasi vaadi’ ile iktidar oldu.

    Bunlarin bir kismini da (basortusu, kilik kiyafet vb gibi seylerde) gerceklestirdi. O yuzden daha da cok oy aldi.

    Ve, evet, benim acimdan da bu dediklerimin cogu enften puften seylerdi; ama, onem kesbettiler, cunku daha onceki iktidarlar ve muktedirler, bu sembolik seyleri o kadar one cikardilar ki, neredeyse butun ulke (yuzde elli bir tarafta, yuzde elli oteki tarafta da olsa) bu tur konulara kilitlendi.

    Hadi, diyelim, ‘yandas’ taife cahildi; kandirildi.

    Peki de, su papuclarimin aydinlarina (solculara, Kemlistlere vs vb) ne diyecegiz?

    Sirf basortusu takiyor diye, adamin annesini nizamiye kapisindan iceri almadilar.

    Kamusal alani insanlarin evlerinin giris kapisina dayayip, orada da kimlerin ne giyecegine karisir oldular.. Okuldan attiklari, okula almadiklari suruyle insani alenen otekilestirdiler.

    Butun bunlara hic gerek yoktu.

    Ama, bizim ahmak ‘aydin’larimiz, dandik bir meseleyi o kadar gerdiler ki, sonunda comlek patladi –baslarina patladi.

    RTE’nin pek de fazla bir sey yapmasina gerek kalmamisti: Bunca mektepli ahmaklarimiz topu dikmisti zaten, ona da vurmak kaldi.

    Gol oldu.

    Gecmis olsun.

    “Sonra insanları satın aldı. Medyayı susturdu.”

    Hala daha farkinda degilsiniz. Hic kimseyi satinalmasina gerek kalmamisti (satin almadi demiyorum, almis olabilir; o ayri).

    “Muhalefeti komplolarla bitirdi. Sonra sıra korkutmaya geldi..”

    Buna da gerek yoktu. Muhalefeti bir yana birakin, ‘iktidar’ bile darmadaginikti. Ecevit’i meczup ve yatalak gosterten de RTE miydi saniyorsunuz?

    “Halk oy vermiş! Hımm.”

    Evet, halk oy verdi. Hala daha da veriyor.

    Sorun siz muhterem aydinlarda: Ya secim sistemini kaldirip (hani, o guya cok elestirdiginiz) ‘diktatorluk’e gececeksiniz; ya da, oyunu dogru durust oynamagi ogreneceksiniz.

    Yani, secim sistemi devam edecekse, halkin ne istedigine bakacaksiniz.

    Aksi halde, omrunuzun tamami boyle yavelerle gecer.

    “Pleb’in önde gideni de böyle söylüyor…”

    Realite ile ilgili sorunlarinizi ben halledemem.

  183. Vicdan konusunda bir iki laf edeyim.

    Ne zaman birisi benim vicdanima hitap etmege kalkissa, derhal cuzdanimi saglama almaga bakarim.

    Sebebi basittir:

    Bir konuyu anlamak analizle baslar.

    Analiz de veri/data/enformasyon uzerinden yapilir.

    Analiz safhasinda duygular degil, akil kullanilir.

    Analiz bittiginde, mesele anlasildiginda, sira hukum vermege –kanaat beyan etmege– geldiginde, duygu/vicdan/kalp vs devreye girebilir.

    Ama, daha once degil.

    O yuzden, benim sordugum sorulara, yalap-sap ve icinde vicdan filan gecen cevaplar verildiginde, aslinda ya cevap vermek istemediklerini, ya da gercekleri (artik, her ne iseler onlar) ortmek/gizlemek istediklerini dusunurum.

  184. VAZİYET BU’DUR…
    Olay, dün akşam saatlerinde merkez Meram ilçesinde meydana geldi.

    Sokakta oynayan çocuklara yoldan geçen yabancı plakalı bir araçtan içinde 1’er dolar bulunan 7 zarf verildi.

    Çocuklarının elindeki 1’er doları gören aileleri, darbe girişiminde yakalanan asker ve öğretim üyelerinin üzerlerinde veya evlerinde 1’er dolar bulunması nedeniyle tedirgin olup polisi aradı.

    Polis, verilen ihbar üzerine aracı Antalya çevre yolunda durdurdu. Aracın içindeki Yasin Ç. ve Yasemin Ç. çifti gözaltına alındı.

    Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne götürülüp sorgulana çift, içinde dolar bulunan zarfların bir gün önce yapılan bir yakınlarının düğünden kaldığını yolda da çocukları görünce harçlık yapsınlar diye dağıttıklarını belirtti.

    Polis, yaptığı araştırmada çiftin doğru söylediğini belirleyince, çift ifadelerinin ardından serbest kaldı.

  185. özgürlükçü

    Diktatöre diktatör boynuzunu görmeden diktatör demiyenlerden Necip efendi konuştuğumuzun bu gün olup kimin devletin bütün militer ve bürokratik kurumları ile halkı sokakta zorla tutuğunun cevabını pkk de araması enteresan yoksa devlet ve meşru iktidarlarda pkk gibi örgütleremi dönüştü anlamadık
    Bu seviyede iktidar ve akp yi yalarsan dün darbeci terörist dediğiniz fetö ile devleti birlikte yönetip birlikte semirebilenlerin yarın fetönün yaptıklarının aynısını yapabileceğini çok iyi bilirsin?
    Hem senin burda ne işin var ıktır git yaladığın yalaklara??
    Demirtaşın imraliyla telefonla konuştuğunu söyleyebildiğine göre aradığımız site içi polis mit it sen olmayasın Necip?

  186. özgürlükçü

    Haaa becermeye gelince Bereketli toprakların yiğit evlatlarının neleri becerdiğini nelere rağmen neler yapabildiğini çok iyi bilirsin Necip iyi beceririz biz!
    Bu gün yalakalık sahte demokratlık kolay Eski ekürün darbeciler başarsaydı senin gibiler şimdi onların yalaması olmuştunuz ama biz yiğit özgürlükçü toplumsal devrimciler o gün o cuntaya sokakta sen gayrımeşrusun diye haykıran olurduk.
    işte bunu becerenler devletçi iktidarcı bu gariban halkın malını hakkını hukukunu canını çalanlarıda bir gün becereceklerinden emin ol.Arada sende kaynama!!!! Bak işine burada sana ekmek çıkmaz!!!!!

  187. AKP iktidarına karşı hareketlerin mesela Suriye’de olduğu gibi AKP’den çok daha kötüsünü getirme olasılığı var mı peki Gün bey?
    Suriye’de Esad’ın şeytanlaştırılması sonucu başlayan hareket neye yol açtı görüyoruz. RTE’nin şeytanlaştırılması da buna benzer bir tehlike değil mi?
    Ne Esad’ı ne RTE’yi savunmuyorum, söylememe gerek yok herhalde? Bunların gitmesini istemek herkesin hakkı. Fakat gittiklerinde yerlerine kim gelecek diye şimdiden düşünmemiz gerekmez mi?
    Daha iyisi de gelebilir elbette. Örneğin Almanya’da Hitler’den sonra olduğu gibi. Yine de en kötü ihtimale hazırlanılmalı bence.

  188. Sosyal mücadele böyle korkularla verilemez. Dediğiniz gibi bir durum olursa elbette o duruma göre bir tutum alınır. Ama geleceğe ilişkin korkular bizi halihazır iktidarın yedeğine düşürür.

  189. “Diktatöre diktatör boynuzunu görmeden diktatör demiyenlerden”

    Goruyorum ki, farkinda degilsiniz; ama, ‘siyaset-disi’ konustugunuzu soylemem lazim. bugun degilse bile, ilerde anlayacaginizi umuyorum.

    Siyasette, karsi tarafi iblislestirdiginiz zaman, istediginiz seyi elde etmek sansinizi da sifirlarsiniz.

    Daha sonra da, ‘tarafsiz’ (!) birileri gelir, ve istedigini dayatir.

    Bunu, biz, birden fazla defa yasadik: 12 Eylul (ve oncesi) orneklerden sadece biridir; baska da cok var.

    Boyle bakinca, (yelpazenin hangi diliminde olursa olsun) siyasi anlamda azinlik olanlarin maximalist takilip, herseyin derhal istedikleri sekilde olmasini talep etmeleri, aslinda pek de cozum istemedikleri intibaini anlamina gelir.

    Boyle yaparak kendi tabaninin heyecanini diri tutarlar (ki, o tur tabanda siz de varsiniz gibi gorunuyor); fakat, bu, cok daha kolay/cabuk cozulebilecek sorunun/cilenin uzatilmasindan baska bir sonuc vermez.

    “konuştuğumuzun bu gün olup kimin devletin bütün militer ve bürokratik kurumları ile halkı sokakta zorla tutuğunun cevabını pkk de araması enteresan yoksa devlet ve meşru iktidarlarda pkk gibi örgütlere mi dönüştü anlamadık”

    Anlamadiginiza katilirim; cunku, kurdugunuz cumlede herhangi bir anlam butunlugu yok. Hiddetle degil de daha sakin sakin yazmagi deneyin.

    “Bu seviyede iktidar ve akp yi yalarsan dün darbeci terörist dediğiniz fetö ile devleti birlikte yönetip birlikte semirebilenlerin yarın fetönün yaptıklarının aynısını yapabileceğini çok iyi bilirsin?”

    Siyasete sans vermek gerekiyor. Daha dogrusu, siyaset oyununu dogru durust oynamak lazim. Bu, sizin yukarida isaret ettiginiz tehlikenin (ki, yok demek mumkun degil) ihtimalini bertaraf etmenin tek yolu bence.

    “Hem senin burda ne işin var ıktır git yaladığın yalaklara??”

    Nasil yani?

    Burasi bir size ait ‘kurtarilmis bolge’ midir?

    Siz niye ayni sekilde baska bir yerlere gitmiyorsunuz?

    “Demirtaşın imraliyla telefonla konuştuğunu söyleyebildiğine göre aradığımız site içi polis mit it sen olmayasın”

    Dedim ya, hiddetle okumak ve okudugunu tam anlamadan yazmakla malul olmussunuz.

    Ben, Demirtas’in Imrali ile konustugunu dusundugumu soylemedim.

    Bilakis, Demirtas’i (diger 3 lider + CB) ‘lider’ anlaminda adam yerine koymamis, onun yerine dogrudan Imrali’yla (Abdulah Ocalan’a telefonla –hadi “FaceTime uzerinden” diyelim) baglanip onunla gorusmus olabileceklerini soyledim.

    Bir daha (ya da birkac daha) okursaniz anlayacaginiza guvenim tamdir.

    Goreyim sizi, beni mahcup etmeyin.

    [Ha, bu arada, ben Demirtas’in liderlik vasiflari oldugu kanaatinde hicbir zaman olmadim. Benim baktigim yerden, gecici bir sure icin, vitrine konmis saz calip turku soyleyebilen parlak cocuk modeline fazlasiyla uyuyor. Ama, bu sadece benim kisisel kanaatim. Yanlislanirsam memnun olurum. ]

    “iyi beceririz biz!”

    Kendi aranizda ne yaptiginiz beni ilgilendirmiyor.

    “biz yiğit özgürlükçü toplumsal devrimciler o gün o cuntaya sokakta sen gayrımeşrusun diye haykıran olurduk.”

    Eminim oyle olurdu. Fakat, umit edilen sudur: Bir gun gelecek ve guruhlar halinde sokaklarda haykirmakla bir yere varilamayacagini siz de idrak edeceksiniz.

    “Bak işine burada sana ekmek çıkmaz!!!!!”

    Benim ekmek davami da dert ediniyor olmaniz insanin gozlerini yasartiyor tabii ki.

    Fakat, musterih olun, benim sizin ekmeginizde gozum yok.

    Siz yine, boyle, ucuz sloganlarin amigoluguna devam edebilirsiniz.

  190. Necip'in dünyası

    Necip’in dünyasında güçlü olan haklı. burada harcanıyor. performansı iyi. Siyasetin insanların hayatını nasıl mahvettiğini umursamıyor. Tüm bu siyasetin arkasındaki yağmayı-servet transferini görmek istemiyor; beklentisi olmalı!

    Gevezeliğe gerek yok.

    Basın, örgütlenme, toplantı ve yürüyüş özgürlüğü bulunmayan devletler baskıcı-diktacı rejimdir. Kendi burjuva devletinin yasalarını bile çiğneyenler; asgari meşruiyet aramayan siyasî iktidar faşizme yürüyordur..

    Bunu inkâr edenin ya vicdanı, ya siyasî bilgisi ya da felsefî ahlâkı yok..

  191. “Siyasetin insanların hayatını nasıl mahvettiğini umursamıyor.”

    Di mi yaw..

    Hatta.. o kadar ki, ‘Yurtta sulh; Nato ve dahi Cento’ ekibi daha ilk cagriyi yapar yapmaz, el cumle ehl-i vatan sokaklara/meydanlara kosup “kurtarin bizi bu gaddar iktidardan” deyu destek ve dahi hamd-u senalar sergilediydi..

    Di mi?

    “Tüm bu siyasetin arkasındaki yağmayı-servet transferini görmek istemiyor; beklentisi olmalı!”

    Birincisi, siyasetin isi budur: Kaynaklari paylastirmak. Bunun icinde, evet, yeni zenginler turetmek de vardir.

    Bunlari ilk defa benden duyuyorsaniz, aman dikkat, baska birileri size Galata koprusu filan satmaga kalkabilir.

    Ikincisi, evet, benim beklentim var: Tuzu kuru ‘hayat tarzi’ dayatmacilarina kulak asmayip, makarna ise makarna, TOKI’den ev ise ev.. ezilenlere yardim etmelerini bekliyorum.

    Kendi adima konusacak olursam: Malum, ben ‘kapitalist’im ya, sizlerin derin katkilariyla bir gun gelir de devlet fonksiyonunu yapamaz hale gelirse, ilk gordugum firsati kullanip tekel olmak niyetindeyim.

    “Gevezeliğe gerek yok.”

    Bunu dedikten sonra yazmagi sonlandirmaniz gerekiyordu. Ama, devam etmissiniz. Olmamis.

    “Basın, örgütlenme, toplantı ve yürüyüş özgürlüğü bulunmayan devletler baskıcı-diktacı rejimdir.”

    Bir ornek verebilir misiniz?

    “Kendi burjuva devletinin yasalarını bile çiğneyenler; asgari meşruiyet aramayan siyasî iktidar faşizme yürüyordur..”

    Yuruyordur, ediyordur, odur budur.. Son 100 sene boyunca ya bu lakirdilari duyduk ya da “bu kis komunizm gelecek”leri.. Yeni bir sey akliniza gelmez mi sizin?

    “Bunu inkâr edenin ya vicdanı, ya siyasî bilgisi ya da felsefî ahlâkı yok..”

    Boyle diyenler de ya cok kurnaz, ya madrabaz; ya da akildan yoksundur.

  192. özgürlükçü

    Haa senin liderin lider vasıflın Binali olabilir iyi bindiğindenmi?? yoksa 2 cümleyi bir arada kuramadığındanmı bilinmez liderlerinle sana hayırlı işler.
    Asıl can alıcı sorulara cevap yok tek karar veren efendin diktatör sende diktatör sevici durumdasın.
    Örnek ver diyorsun basın akademik camia yetmedi KCK 10 tutuklu demokratik siyaset engeli?
    utanmaz adam sabah akşam egemen düzenin hizmetkarı bütün medya HDP yi konuşur bir HDP li kendini anlatamaz bu seviyede ağır sansürün olduğu yerde demokratik siyaset mümkünmü?
    Mümkün olan devlet-sistem siyasetini sürekli yeniden üretmek onun dışındakilere neler olduğunu bilmemen mümkün değil ama örnek ver diyerek sanki cevap vermiş oldun
    sen sadece bu efendiler diktatörleri savunmadın bu sistemide savundun farkında olmadan hayırlı olsun
    Yurtta sulh ile kendini gizleyen darbecilerden savunduğun efendilerinin farkı nedir daha düne kadar paylaşım kavgası çıkmasa birlikte yönetiyorlardı. birlikte yönetebilecek ortaklık yapabilenlerin bir birinden ne farkı var
    bunların iktidar kavgasından tam tersine fetöcular kazanıp asıl iktidar onlar olup diğerlerine aynını yapsa sen bu sütunlarda onları savunuyor olmayacakmıydın???
    Bak işine parlak çocuk gibi cinsiyetçi cümleler kurma????
    Siyasetin paylaşım dağıtmak olduğunu bildiğine göre nedense efendin kendi yandaşı ve çocuklara dağıtmak için ne hallere düştüğünü görmemen kasıtlı olabilirmi?
    Dün çocuklarını okutamayıp devlet memurluğuna mecbur insanların siyasetten ehya olup bu seviyede zenginleşmesi seni rahatsız etmemesi efendi hizmetkarı satılmış vijdanınını açık etmiştir.
    Bütün siyasetinde efendilerin gibi olduğunu düşünüp itibarsızlaştırma ve sıradanlaştırma yapmaya gerek yok henüz bereketli toprakların yiğit evlatlarının pratiğini görmedin merak ediyorsan daha önce akp de olup çalmayla bitirilen belediyelere HDP gelince çalma çırpmanın bittiğini ilgili yerel pratiklerden öğrenebilirsin
    Sabah akşam bütün tv lerin yaptığı yalan yanlış algı operasyonuna bu sitede tahammülümüz yok hakikaten ıktır git?????

  193. özgürlükçü

    Meydanlarda tekbir ve ”kanımız aksada zafer islamın”’pankartları cihatççı şeriatçı sologanlarla toplanan ”’demokrasi nöbeti”” sivil hareketmidir???????
    sormuza efendi yalakası Necip cevap vermedi???
    Asıl cevaplardan kaçıp bol laf ebeliği laf salatası yaptın.

  194. “Sabah akşam bütün tv lerin yaptığı yalan yanlış algı operasyonuna bu sitede tahammülümüz yok hakikaten ıktır git?????”

    Ahhh canisiiii, ne kadar da iclenmis; dolmus, uf olmus boyle.

    Size bir (aslinda birden cok) nefret objesi lazim; icinizi dokesiniz ve azicik rahatlayasiniz diye..

    Sahi, ‘özgürlükçü’ sizin mahlasiniz mi yoksa mesleginiz filan midir –‘alip sattiginiz bir sey midir?’ demek istiyorum.

    Degistirmek isteyebilirsiniz; yoksa, mazzallah, baskalari sizin baskalarinin ozgurluklerine de saygi filan duydugunuzu zannederek yanilabilir.

  195. “Meydanlarda tekbir ve ”kanımız aksada zafer islamın”’pankartları cihatççı şeriatçı sologanlarla toplanan ”’demokrasi nöbeti”” sivil hareketmidir???????”

    Yoo.. tabii ki degil, nayir; nolamaz.

    Ellerinde AK47, yuzlerinde de maske olmadigi muddetce, sivil hareket sayilamazlar.

    Hele de kaldirim taslarini sokup vitrinlere haydahlamiyorlarsa..

    Di mi?

  196. “Ellerinde AK47, yuzlerinde de maske olmadigi muddetce, sivil hareket sayilamazlar.”

    Peki, “ellerinde AK47, yüzlerinde maske” olan bu kişilerin ortaya çıkmasının nedeni nedir?
    “Ellerinde AK47, yüzlerinde maske” olan başka bazı kişilere tepkinin bir sonucu olmasın?

  197. Necip, yukarıda verdiğiniz türban yasağı örneği iyi güzel de, öbür yüzde 50’nin sorunları hiç yokmuş gibi konuşmak olayı tek taraflı çarpıtmak değil de nedir?
    Sünniliği finanse eden bu devletin Aleviliği -ve Yezidiliği, Bahailiği vs- tanımamasından tutalım, okullardaki zorunlu Sünni İslam -dinin dayatıldığı her tür ders seçmeli bile olsa yanlış ama neyse- derslerine, ateist veya dinsizleri geçtik, dinin ibadet veya gereklerini yerine getirmeyenlere yapılan devlet/toplum/mahalle baskısına kadar bunca şeye ne demeli?
    Kadınların kafalarındaki örtüye konan bu yasağa yaygara koparanlar, bu baskılara karşı çıkmak bir yana bizzat uygulayanlar değil miydi? (Dahası, bu mahalle baskısını yapanlar arasında öbür yüzde 50’nin bile bir bölümü yok mu? Bunların içinde başı açık kadınlar da var şahsen tanıdığım)

  198. Son yoruma devamla, bahsettiğiniz kitleyi rahatsız eden şeylere türban yasağı dışında da örnekler verilebilir. Batı’nın kültürünü -ahlaksızlığını(!)- almak, müstehcen medya ya da popüler kültür gibi mesela. Fakat bunların sorumlusu olarak -sanki onlar homojen bir bütünmüş gibi- devlet ve öbür yüzde 50’yi göstermek doğru olmaz herhalde.

  199. “Peki, ‘ellerinde AK47, yüzlerinde maske’ olan bu kişilerin ortaya çıkmasının nedeni nedir?”

    PKK’nin acilimi ‘Parasiz Kalan Kurtler’ degil miydi yoksa?

    “‘Ellerinde AK47, yüzlerinde maske’ olan başka bazı kişilere tepkinin bir sonucu olmasın?”

    Olabilir tabii ki. Ama, o ‘bazi kisiler’e ‘sivil hareket’ mi diyorduk?

    Su anda konu bu degil; ama, sunu –aklimdayken– buraya yazayim isterim:

    Temel felsefesinde, ben, PKK’ya karsi degilim. Yapmak istediklerini dusundugum seyler (eger dogru tespit etmissem) bence yanlis sayilmaz –hele de kronolojik perspektif icinde degerlendirirsek.

    Ama, bulastiklari/bulastirildiklari siddet sarmalindan cikamadilar (ya da cikmalarina izin verilmedi).

    Bu bakimdan, bircok acidan, ‘Cemaat’ ile benzer bir akibete ugradilar ya da uzereler.

    Ote yandan, Demirtas ile ilgili olarak cok da olumlu kanaate sahip degilim. Elimde, tabii ki, elle tutulur (‘tangible’) bir delil filan yok; ama, onun da uzerinden ‘F’ (ya da ‘J’ filan) seri numarali bir dolar cikarsa sasirmayacagim.

    Cunku, bence cok kisa surede –ozellikle o zamanlar Cemaat ile muttefik duran– medya tarafindan cok parlatildi; hem yasi cok genc, hem de tepelere cok cabuk tirmandi…

    Ben, siyasette ‘deha’ (‘genius’) olmanin kisiyi aniden one cikarmak icin yeterli olabilcegini pek kabul edemem. Esitler arasinda birinci olabilmek icin hayli zaman gerekir.

    O yuzdendir iskillenisim.

    [Suleyman Demirel de bir cok acidan ‘dahi’ sayilabilir –en azindan cok zeki ve muthis bir hafiza sahibiydi– ama onun tirmanisi da hayli saibelidir. Kendini kabul ettirmesi de neredeyse bir omur surmustur.]

    Bunlari soyledigim icin PKK’ya/HDP’ye sicak bakan arkadaslarimizin bana kizabileceklerinin farkindayim; ama, samimi kanaatim budur.

  200. “yukarıda verdiğiniz türban yasağı örneği iyi güzel de, öbür yüzde 50’nin sorunları hiç yokmuş gibi konuşmak olayı tek taraflı çarpıtmak değil de nedir?”

    Oyle de anlasilmasini anliyorum; ama, benim aslinda isaret etmek istedigim sey baska bir seydi:

    Durduk yerde (sure ve surec hayli uzun surse de) birbiri ile cok da bagdasamayan kitleleri konsolide ettiler.

    ‘Birbiri ile cok da bagdasamayan’dan kasdim, incir cekirdegini doldurmayacak yorum farklarindan dolayi birbirini tekfir eden, perde gerisinde birbirinin dusmani olan bir suru tarikat, cemaat ve benzeri gruplari ortak bir hasim etrafinda birlestirdiler.

    Bunu kimlerin yaptigi hakkinda bir seyler de soyleyebilirim; ama, bence alamet-i farikalari Jakoben/Kemalist ve ‘Batici aydin’ olmak iddialari idi.

    Gecen zaman icinde, yaptiklarinin kasitli oldugunu da dusunur oldugum olmustur –bu kadar salaklik kazara olacak sey degil cunku.

    Ama, artik cok da onemi kalmadi.

    ‘Ortak hasim’ algisi olan buyuk bir kitle ortaya cikti (buna bir de cevre-merkez kapismasini eklememiz lazim) ve nasil ki siz (genel anlamda ‘siz’) ‘seriat’ sozunu (ya da ‘tekbir’) duydugunuzda tuyleriniz diken diken oluyorsa, onlarin da, ‘laiklik’ lafini duyduklarinda, tehdit algilari zirve yapiyor.

    Sunni olmayanlar huzur bulmak icin ‘laiklik’ dedikce bu daha da artiyor. Bu tehdit algisinin geri donusu/beslemesi (feed-back) Sunni olmayanlarin endiselerini daha da tirmandiriyor..

    ‘Endise endisenin mayasidir’ diye bir laf var.. Tam da bu durum icin soylenmis gibidir.

    Bunu bir yerden kirmak lazim; yoksa, once rezonansa sonra da transa girecek ve hepimiz cok zarar gorecegiz.

    Isin kotusu, her iki tarafin militanlari da, bu “hepimiz cok zarar gorecegiz” lafini kendilerine ayri bir tehdit/santaj sayiyorlar..

    Nasil icinden cikacagimizi bilmiyorum…

    “Sünniliği finanse eden bu devletin Aleviliği -ve Yezidiliği, Bahailiği vs- tanımamasından tutalım, okullardaki zorunlu Sünni İslam -dinin dayatıldığı her tür ders seçmeli bile olsa yanlış ama neyse- derslerine, ateist veya dinsizleri geçtik, dinin ibadet veya gereklerini yerine getirmeyenlere yapılan devlet/toplum/mahalle baskısına kadar bunca şeye ne demeli?”

    Ne demeli?

    Istediginizi soyleyebilirsiniz tabii ki. Ve, hic birine itiraz etmem –hatta, coguna da “haklisiniz” derim.

    Derim, ama, neyi cozecek butun bu demeler?

    Tehdit algisini daha da artirmaktan baska neye hizmet edecek?

    “Kadınların kafalarındaki örtüye konan bu yasağa yaygara koparanlar, bu baskılara karşı çıkmak bir yana bizzat uygulayanlar değil miydi?”

    Tabii ki.

    “(Dahası, bu mahalle baskısını yapanlar arasında öbür yüzde 50’nin bile bir bölümü yok mu? Bunların içinde başı açık kadınlar da var şahsen tanıdığım)”

    Benim de tanidigim nice kadin var ki, ‘seriat’i cagristiracak herhangi bir sey duyduklarinda, karsi durmak ve siddetle protesto icin meydanlara firlamaga hazir; ama, ayni kadinlar, basortusu sozkonusu oldugunda ayni heyecanla arkasinda duruyorlar.

    Ben bunlari hem gunluk hayatta, hem de turlu cesitli forumlarda tartistim.

    ‘Ozgur olmak’ ile ‘dinin emrettigi bir kisitlama’ya uymanin nasil bir arada telif edilebildigini, burda cok ciddi bir tenakuz oldugunu cok konustuk.

    Celiskili gibi dursa da, bunu, bir cok acidan, bir feminizmin enteresan bir yanismasi da sayiyorum.

    Ve, bana/size/baskalarina mantiksiz gibi gorunmesinin artik onemsiz oldugu kanaatine vardim.

    [Kadinlarin, guzellesmek adina, kendi vucutlarina uyguladiklari ve adina da ‘estetik’ dedikleri iskenceleri de hic anlayabilmis degilim. Daha da genelleyebilirim: Kadinlari anlayabildigimi soyleyemem. Artik sadece kabul ediyorum. Ama apayri bir konudur.]

    Ortada boyle bir sosyolojik durum var ve ‘ikna odalari’ mantigi ile bir yere varmak mumkun degil.

    Anlamli da degil artik.

    “bahsettiğiniz kitleyi rahatsız eden şeylere türban yasağı dışında da örnekler verilebilir. Batı’nın kültürünü -ahlaksızlığını(!)- almak, müstehcen medya ya da popüler kültür gibi mesela. Fakat bunların sorumlusu olarak -sanki onlar homojen bir bütünmüş gibi- devlet ve öbür yüzde 50’yi göstermek doğru olmaz herhalde.”

    Ben, nacizane, oteki yuzde elliyi daha bir sorumlu tutuyorum butun bu gelismelerden.

    Cunku, kendi ifadeleri ile, daha aydin daha bilgili filan olduklarini soyleye soyleye (ve ustelik de devlet aygiti, genelde, ellerindeyken), bu salakca neticeyi basimiza sardilar.

    Simdi bunun bedelini odeyecekler. Bundan kacis yok –aksi halde “hepimiz cok zarar gorecegiz” hem de cok.

    Sunu da ekleyeyim: ‘Öbür yüzde 50’ artik (epeyi zamandir) cok da anlamli bir tanim degil.

    Fazlasiyla fragmente olmus durumdalar –kendi aralarindaki butun ‘birlik’ cagrilari fos cikti.

    Ama, hala daha ustenci (tepeden bakan) bir dil kullaniyorlar.

    Bu da, kendi elleriyle konsolide ettikleri kitlenin husumetini daha da artirmaktan baska bir seye yaramiyor: Zaten ters tepmis ve artik kaybedecekleri mukadder olmus iken, hala daha bu tavri devam ettirmelerini hic de akillica bulmuyorum.

    Bir anekdot: Kim soylediydi, hatirlamiyorum. Mustafa Kemal ile Enver arasindaki temel fark, ne zaman ricat edilecegi (geri cekilecegi) idi.

    Enver, ricat bilmez bir ‘kahraman’ olarak butun kuvvetlerini harcadi.

    Bu baglamda, bence, ‘öbür yüzde 50’ bunu akilda tutmali. ‘Ricat’ maglubiyet anlamina gelmez her zaman –ozellikle de akil ile yapilmis ise.

  201. Su yukaridaki linkeki “Biz Almayalım da İngilizler mi Alsın?” baslikli [marksist.net] ve Cem Keskin imzasiyla yayinlanan yaziyi okudum. Birkac defa okudum.

    Ama, bir suru seyden bahsetmesine ragmen, tam olarak ne dedigini, nerede durdugunu, ana fikrini anlayabilmis degilim.

    Suriyelilere vatandaslik hakki verilmesine karsi mi degil mi, mesela?

    Marksistler isci (proleterya) sayisini artiracak boyle bir gelismeye olumlu mu olumsuz mu bakiyor?

    Aleviler ve Kurtler Turkiye’nin herhangi bir yerine yerlesebildikleri halde, onlarin ‘aralari’na baskalarinin yerlesmesi neden iyi bir sey olmuyor?

    Alevilerin ve/ya Kurtlerin ‘homojen’ kalmak gibi bir ayricaliklari mi var?

  202. özgürlükçü

    içkillenme bedel öde efendi yalakası değil gariban halkın çıkarlarını savun çalış seninde olsun selocana fesatlanma!!!!
    yok neden bu yaşta bu seviyede parlamış!!!!
    Daha neler!
    ülan bunca zülme yalan talan algı operasyonuna rağmen senin bile fesatlanacağın bir başarı siyaseti profili çizen selocan a hemen dış güçler neden nasıl olurun komplosunu yapacağına bizzat sorunu yaşayan yerel halktan yerel pratiklerden beslenen özgürlükçü toplumsal devrimci başarı siyasetçisi olduğu için bu seviyede başarılı olduğu aklına neden gelmez???
    Fesatlandığından diyecek bir şey bulamayınca vitrine geçici konmuş parlak çocuk cümlesiyle ne mal olduğunu belli ettin seningibi mallar bütün televizyonlarda sürekli bu dediklerinin benzerleriyle bir türlü itibarsızlaştıramadığının nedeni nedir hiç merak ettinmi???
    Eminim selocan ve HDP başardığı zaman sen benden daha ilerde HDP li olursun işte o zaman biz ayvayı yedik!!!!

  203. “Aleviler ve Kurtler Turkiye’nin herhangi bir yerine yerlesebildikleri halde, onlarin ‘aralari’na baskalarinin yerlesmesi neden iyi bir sey olmuyor?”
    “Alevilerin ve/ya Kurtlerin ‘homojen’ kalmak gibi bir ayricaliklari mi var?”

    Bu cümlelerdeki bazı kelimeleri değiştirerek tekrar okuyalım:

    “Ermeniler Osmanlı ülkesinin herhangi bir yerine yerleşebildikleri halde, onların ‘araları’na başkalarının yerleşmesi neden iyi bir şey olmuyor?”
    “Ermenilerin ‘homojen’ kalmak gibi bir ayrıcalıkları mı var?”

    “Yahudiler Almanya’nın herhangi bir yerine yerleşebildikleri halde, onların ‘araları’na başkalarının yerleşmesi neden iyi bir şey olmuyor?”
    “Yahudilerin ‘homojen’ kalmak gibi bir ayrıcalıkları mı var?”

  204. Kirli Necip, burada yıkanmaya çalışıyor

    Necip’in dünyasında güçlü olan haklı. burada harcanıyor. performansı iyi. Siyasetin insanların hayatını nasıl mahvettiğini umursamıyor. Tüm bu siyasetin arkasındaki yağmayı-servet transferini görmek istemiyor; beklentisi olmalı!
    Gevezeliğe gerek yok.
    Basın, örgütlenme, toplantı ve yürüyüş özgürlüğü bulunmayan devletler baskıcı-diktacı rejimdir. Kendi burjuva devletinin yasalarını bile çiğneyenler; asgari meşruiyet aramayan siyasî iktidar faşizme yürüyordur..
    Bunu inkâr edenin ya vicdanı, ya siyasî bilgisi ya da felsefî ahlâkı yok..
    YAZMIŞIM

    CEVABIN DA BU…
    “Siyasetin insanların hayatını nasıl mahvettiğini umursamıyor.”
    Di mi yaw..
    Hatta.. o kadar ki, ‘Yurtta sulh; Nato ve dahi Cento’ ekibi daha ilk cagriyi yapar yapmaz, el cumle ehl-i vatan sokaklara/meydanlara kosup “kurtarin bizi bu gaddar iktidardan” deyu destek ve dahi hamd-u senalar sergilediydi..
    Di mi?
    “Tüm bu siyasetin arkasındaki yağmayı-servet transferini görmek istemiyor; beklentisi olmalı!”
    Birincisi, siyasetin isi budur: Kaynaklari paylastirmak. Bunun icinde, evet, yeni zenginler turetmek de vardir.
    Bunlari ilk defa benden duyuyorsaniz, aman dikkat, baska birileri size Galata koprusu filan satmaga kalkabilir.
    Ikincisi, evet, benim beklentim var: Tuzu kuru ‘hayat tarzi’ dayatmacilarina kulak asmayip, makarna ise makarna, TOKI’den ev ise ev.. ezilenlere yardim etmelerini bekliyorum.
    Kendi adima konusacak olursam: Malum, ben ‘kapitalist’im ya, sizlerin derin katkilariyla bir gun gelir de devlet fonksiyonunu yapamaz hale gelirse, ilk gordugum firsati kullanip tekel olmak niyetindeyim.
    “Gevezeliğe gerek yok.”
    Bunu dedikten sonra yazmagi sonlandirmaniz gerekiyordu. Ama, devam etmissiniz. Olmamis.
    “Basın, örgütlenme, toplantı ve yürüyüş özgürlüğü bulunmayan devletler baskıcı-diktacı rejimdir.”
    Bir ornek verebilir misiniz?
    “Kendi burjuva devletinin yasalarını bile çiğneyenler; asgari meşruiyet aramayan siyasî iktidar faşizme yürüyordur..”
    Yuruyordur, ediyordur, odur budur.. Son 100 sene boyunca ya bu lakirdilari duyduk ya da “bu kis komunizm gelecek”leri.. Yeni bir sey akliniza gelmez mi sizin?
    “Bunu inkâr edenin ya vicdanı, ya siyasî bilgisi ya da felsefî ahlâkı yok..”
    Boyle diyenler de ya cok kurnaz, ya madrabaz; ya da akildan yoksundur.
    ———————————————–
    —————————-
    Çocuklar gibi ağza öykünen sığlıkta laf ebeliği yapıyorsun. Kirlenmiş bir dünyayı kendine layık gördüğün belli; uyum içindesin. Kendini aldatmak için başkalarını ikna etmeye çalışan; insanî temel erdemleri yitirmiş bir insansın.
    Değmezsin sen… Yanlış yerdesin; tiksinti duygusu uyandırdığın bir “mahalledesin!”

    Zorbaların yağmasını,” kaynakları paylaştırmak” olarak okuyorsun. Faşist rejim bir ülke örneği vermemi istiyorsun. Polis misin sen? Kanıt mı arıyorsun? Aptalı mı oynuyorsun?
    —-
    Utanman da yok… Hadi ordan!

  205. “ülan bunca zülme yalan talan algı operasyonuna rağmen senin bile fesatlanacağın bir başarı siyaseti profili çizen selocan a hemen dış güçler neden nasıl olurun komplosunu yapacağına bizzat sorunu yaşayan yerel halktan yerel pratiklerden beslenen özgürlükçü toplumsal devrimci başarı siyasetçisi olduğu için bu seviyede başarılı olduğu aklına neden gelmez???”

    Gelir tabii; gelmez mi?

    Fakat, ‘bizzat sorunu yaşayan yerel halktan yerel pratiklerden beslenen özgürlükçü toplumsal devrimci başarı siyasetçisi’ gibi, upuzun bir sifat tamlamasi zinciri ile pazarlandigini gorunce, bir defa daha “bu iste bir is var galiba, bu fazlasiyla ‘too good to be true’ duruyor” demeden edemiyorum.

    Dahasi da var: Madem bu kadar basarili ve yetenekli ve dahi basiretli bir ‘lider’dir; su ‘hendek’ konusunu nereye koyacagiz?

    Hangi ‘basarili siyasetci’, sonunun bu kadar belli oldugu bir maceraya kendini dahil/angaje eder?

    “Fesatlandığından diyecek bir şey bulamayınca vitrine geçici konmuş parlak çocuk cümlesiyle ne mal olduğunu belli ettin seningibi mallar bütün televizyonlarda sürekli bu dediklerinin benzerleriyle bir türlü itibarsızlaştıramadığının nedeni nedir hiç merak ettin mi???”

    Benim derdim ‘Selocan’i itibarsizlastirmak degil ki.. Hem.. nicin olsun; ne kazanirim bundan ben?

    Eminim cok iyi bir insandir da ustelik. Uzun bir seyahatte yan koltukta olmasini isteyecegim turden –pek de hos sohbetler edilebilecek bir insan…

    Ama, siyaset arenasi sozkonusu olunca, kriterler daha farkli olmak zorunda.

    Iyi ve guleryuzlu bir insan, yetenekli bir sanatci, muhterem bir aile babasi vs vb olmak yetmiyor –bkz Zulfi Livaneli, mesela.

    “Eminim selocan ve HDP başardığı zaman sen benden daha ilerde HDP li olursun işte o zaman biz ayvayı yedik!!!!”

    Ben hicbir zaman hicbir partiye oy vermedim, vermem.

    Dolayisi ile, ‘HDPli olmak’ gibi bir ihtimal goremiyorum.

    Ama, takdir etmek anlaminda soyluyorsaniz, evet, boyle bir ihtimal vardir; ve cikip HDPyi takdir ettigimi soyleyebilirim bir gun (ustelik, gecmiste etmisimdir de); bundan da zerre kadar gocunmam.

    Sizinle aramizdaki temel fark da bu galiba: Siz, siyaset sozkonusu oldugunda, futbol taraftarligi/fanatikligi ornegi sergiliyorsunuz.

    Sizin tuttugunuz takimi tutmayanlari bir tur hasim sayiyor ve agziniza geleni soylemekte hicbir sakinca gormuyorsunuz.

    Boyle olunca da, benim baktigim yerden, siz, –malesef– heyecani aklinin onunde giden siradan bir taraftar/fanatik konumunda kaliyorsunuz.

    Ote yandan, eminim, siz de iyi bir insansinizdir; ama, siyaset konusmak kalibresi sozkonusu oldugunda, iyi insan olmak, iyi niyetli olmak yetmiyor.

    Baska seylerle birlikte, sakin ve sogukkanli da olmak gerekiyor.

  206. “Bu cümlelerdeki bazı kelimeleri değiştirerek tekrar okuyalım:”

    Evet, o sorular da mesru sorulardir.

    Ayni soruyu, sosyoloji lingosu kullanarak, ‘ayricalik’ kelimesini kaldirarak, soyle de sorabiliriz:

    ‘XXXX’lerin gettolasmasini savunmak, onermek dogru bir yaklasim midir?

  207. “Kirlenmiş bir dünyayı kendine layık gördüğün belli”

    Benim kendime neyi layik gordugum neyi degistirir; degistirecek?

    Ben, var olanin (mevcudun) icinde hayatta kalmaga calisan milyarlarca insandan sadece biriyim. Ve, bunun da farkindayim.

    Siz kendinize pir u pak bir dunya layik gorebilirsiniz; sorun degil. Ama, bunu sizin adiniza yaratmagi baskalarindan isterseniz –ki, oyle yapiyorsunuz–, kendinizi cok abartiyorsunuz.

    Kimse sizin muhayyel sartnamelerinize uygun bir devrim yapip sizi de layik oldugunuzu dusundugunuz hayata kavusturacak degil.

    Gercek bu. Aci olabilir; ama, gercek.

    “Kendini aldatmak için başkalarını ikna etmeye çalışan; insanî temel erdemleri yitirmiş bir insansın.”

    Ve, bunlar da erdemlerini muhafaza eden bir insanin klavyesinden cikiyor; he mi?

    “[I]nsanî temel erdemleri”niz, sirf temenilerden ibraret laflar etmek ise, bunu yapmak kolay –kac nesildir ‘sol’ bunu yapiyor ve kimse de ciddiye almiyor artik.

    “Değmezsin sen…”

    Eger oyleyse, neden cevap yaziyorsunuz?

    “Yanlış yerdesin; tiksinti duygusu uyandırdığın bir ‘mahalledesin!'”

    Ait oldugum bir ‘mahalle’ oldugunu dusunmuyorum. Olsa bile, tepki olarak ‘hakk-i aliniz var, azizim’ler (veya, yeni dilde ‘like’lar) alacagim bir ortam beni bayar.

    O oyle de, tam da sizi yaptiginiz gibi, ici bos tepkiler de baymiyor degil, tabii.

    “Zorbaların yağmasını, ‘kaynakları paylaştırmak’ olarak okuyorsun.”

    Sizin utopyanizda baska bir sey olabilir; ama, ayaklariniz yere bastigi andan itibaren, realitenin bu oldugunu gorursunuz.

    Realiteyi gormeden, temennilerle bir hayat surmek istiyor da olabilirsiniz; ona bir sey demem.

    Yok, yok. Derim: Hayatta basarilar dilerim.

    “Faşist rejim bir ülke örneği vermemi istiyorsun.”

    Evet. Istiyorum.

    Bir ornek verin, de, bakalim, dediklerinizin icin ne kadar doluymus.

    Bu kadar zor mu?

    “Polis misin sen?”

    Polis takintinizin ozel bir sebebi mi var?

    “Kanıt mı arıyorsun?”

    Evet.

    Beylik laflar, kliseler filan degil; soyledikleriniz anlamli ve ici dolu mu, onu gormek istiyorum.

    “Aptalı mı oynuyorsun?”

    Degil.

    Sizin soylediklerinize bakiyorum.

  208. Necip, peki şu aşağıda yazılanlarla ilgili ne düşündüğünüzü öğrenebilir miyim? Eleştirilerinizi genelde önemli ve ilginç bulduğum için merak ediyorum da.

    İşçi sınıfının çoğunluğu neden sosyalist fikirlere uzak duruyor?
    Çünkü her sınıflı toplumda egemen sınıflar kendi egemenliklerini yalnızca ekonomik yollarla ya da baskıcı devlet aygıtının uyguladığı şiddetle sürdüremezler. Egemenliklerini sürdürebilmek için toplumun büyük kesimini, kendi egemenliklerinin meşru olduğuna inandırmak zorundadırlar. Gazete-radyo-televizyon-sinema gibi kitle iletişim araçlarından üniversite profesörlerine, cami imamlarından devletin resmi “laik” eğitimine kadar bir dizi kurum ve kuruluşun temel görevi burjuva ideolojisiyle toplumu kandırmaktır. Bu ideolojinin doğru olduğu, kapitalizmin ebedi bir düzen olduğu, bu düzenin değiştirilemeyeceği, daha iyi bir düzen fikrinin boş bir hayalden ibaret olduğu vb. anlatılıp durulur. İnsanlar bu fikirlerin etkisinden kurtulabilmiş olsalar, içinde yaşadıkları dünyanın ne denli insan aklına aykırı, saçma, kaotik, çığırdan çıkmış ve yabancılaşmış olduğunu görebilirler. Ve bu durumda kapitalist dünya bir gün bile yerinde duramaz. Normal dönemlerde bir toplumda egemen olan fikirler, egemen sınıfın fikirleridir. Olağanüstü dönemlerde ise yani devrimci dönemlerde ise bu durum değişmeye başlar. İşte geniş işçi kitleleri böylesi dönemlerde sosyalist fikirlere daha açık hale gelirler. Bu fikirlerin kendi çıkarlarının öz ifadesi olduğunu daha geniş biçimde anlamaya başlarlar.
    Kapitalist devlet bütün halkın devleti midir?
    Hiçbir devlet bütün halkın, yani tüm toplumun devleti değildir ve olmayacaktır da! Geçmişteki tüm devletler gibi kapitalist toplumdaki devlet de, üretim araçlarının mülkiyetini –ister bireysel ister kolektif temelde– elinde tutan sınıfın devletidir. Kapitalist toplumda bu sınıf burjuvazidir. Burjuva devlet burjuvazinin çıkarlarını savunmanın ve burjuva düzeni iç ve dış tehditlere karşı koruyup pekiştirmenin aracıdır. Devlet tarafsız bir hakem değil, sınıf mücadelesinin dişine kadar silahlanmış taraflarından biridir. Ve her grevde, her direnişte, her gösteride işçilerin ve gençlerin karşısına çıkan ordu ve polis, bu dişinden tırnağına kadar silahlanmış devlet aygıtının hangi sınıfın çıkarlarını korumanın bir aracı olduğunu yeterince göstermektedir.
    SSCB’de hiç sosyalizm oldu mu?
    Olmadı, zira sosyalizm ancak dünya ölçeğinde gerçekleşebilir. Başlangıçta SSCB’de olan, sosyalizme doğru bir geçiş döneminin başlamasıydı. Ancak bu geçiş dönemi de 1920’lerin ikinci yarısında Stalinist bürokrasinin karşı-devrimiyle son buldu. O günlerden SSCB’nin yıkıldığı 1990’ların başına kadar geçen yaklaşık 60 yıllık dönem ne sosyalizm ne de geçiş dönemi olup, bürokrasinin işçi sınıfı üzerinde farklı türde bir sınıf egemenliği kurduğu bir bürokratik diktatörlük dönemiydi.
    Tek ülkede sosyalizm olamaz ise, tek ülkede devrim de mi olamaz?
    Tek ülkede sosyalizm kurulamaz, ama devrim olur, olmuştur da. İkisi aynı şey değildir. Tek tek ülkelerde işçi sınıfı devrimle iktidara yükselebilir, bir işçi sınıfı demokrasisi anlamına gelen kendi egemenliğini kurabilir, ve böylece sosyalizme doğru bir geçiş dönemini başlatabilir. Ancak bu geçiş döneminin tek ülkenin sınırları içinde tamamlanması mümkün değildir. Bunun olabilmesi için diğer ülkelerde de işçi sınıfının devrim yaparak iktidara gelmesi ve sürecin dünya çapına yayılması gerekir. İşte ancak o zaman sosyalizme varılabilecektir.
    http://www.marksist.net/sikca_sorulan_sorular

  209. Yukarıdaki yorumumda Necip’in değerlendirmesini sorduğum bu alıntılarla ilgili eklemek istediklerim var. Önemli noktalara değinmiş çünkü.
    Kendi çıkarları için gerçekleri çarpıtan, bencil ideolojilerini halka yayan sermaye medyası ve eğitim sistemine değinmesi önemli, bu nedenle biraz açılmalı.
    Bu örnekler Doğan holding medyasının Ahmet Hakan, Taha Akyol gibi liberal geçinen adamlarından Sözcü’de yazan “Yozdil” gibi şoven-ırkçı-faşist-militaristlere,
    Akit gibi lümpen dincilerden Yaşar Nuri Öztürk gibi pop-ilahiyatçılara,
    İdeolojileri zıt görünse de mide bulandırıcı açıklamalar yapmakta ortak olan Orhan Çeker ve Celal Şengör gibi üniversite profesörlerine,
    Okullardaki din, milli güvenlik, kemalist inkılap tarihi gibi zorunlu derslere kadar genişletilebilir.
    Necip’in “soyut” bulduğu, ne kastedildiğinin anlaşılmadığını söylediği kapitalizmi bunlar (ve bunların devleti, güvenlik güçleri) temsil ediyorsa, o zaman bunlar sorgulanmalı, bunlarla mücadele edilmeli.

  210. Sen değmezsin Necip; ama...

    sen değmezsin ama.. okuyucular değer.

    İnsanlık var olduğundan beri insanlar ikiye ayrıldı; sömürenler, sömürülenler;kazıklayanlar, kazıklananlar. Aldatanlar ve aldatılanlar. Katiller ve kurbanlar…
    Zaman zaman bireylerin rol değiştirdikleri görüldü. (Sen kolay rol değiştireceklerdensin…)

    Evet, ikinciler belki hiç biz zaman iktidar olmadı ama sonuçta ezilenler, sömürülenler ve kurbanların da bir kültürü var.. Burada (bence) çoğu insan bir bir iktidar tarafı olarak değil bir kültürden taraf olarak söz alıyor. Bu taraf olma halinin onlarca yıl sonra ne olacağı; senin gibi benciller umursamayabilir.. Sen geleceğin katliamcılarının ne kadar suç ortağı olabileceğini ve örneğin sevgili torununun katillerini övdüğünü kavrayabilecek derinlikte değilsin… Ve buna uyumsuz çok konuşuyorsun.
    Senin kafa 1000’li yıllarda da dogmatik, acımasız papazları savunurdu; hayatı gördüğü kadarı ile değerlendiren sığlığınla zamanın o engizisyoncu papazları gibi bir AN haklı sanabilirsin kendini… Avun…

    Sen o laf ebeliğine devam et; o para-güç iktidarının yanaşması kişiliğinle yaşamak seni rahatsız mı ediyor ki, burada riyâkâr söz oyunları ile çırpınıp duruyorsun…

  211. “İşçi sınıfının çoğunluğu neden sosyalist fikirlere uzak duruyor?”

    Bunun bence cok basit bir cevabi var:

    Turkiye’de, ‘isci sinifi’ diye bir sey yoktur.

    Bunu da, solcularin yillarca dedigi sekilde, bir hayiflanma olarak soylemiyorum.

    Turkiye’de, kendini bir sinifa hapsolmus sayan insan ya hic yoktur ya da yok denecek kadar azdir.

    Baska bir deyisle, insanlar –el emekleri ile de olsa– calisip kazanip daha iyi bir hayat elde edecekleri umidi tasiyorlar.

    Ben bunu en iyi (bence) kagit toplayicilarla yapilan mulakatlari okudugumda gormustum. Iclerinde gelecek ile ilgili pek de umidi olmayanlar bile, bunun sebebinin sistemik somuru filan oldugunu soyleyen yoktu. Digerleri ise, bu isi bir sure yapacaklarini, sonra da baska bir ise gececeklerini soyluyorlardi.

    Bu soylenenleri onlarin ‘teori eksikligi’ne, ‘bilincsizlik’lerine filan baglamak isteyenler cikacaktir tabii ki. Ama, ben bu teorisyenlerimizin pratikten bihaberligine yormagi daha isabetli bulurum.

    Kendini bir sinifa hapsolmus sayan insanlarin yok denecek kadar az olmasinin arka planinda, bu topraklardaki, tarihsel birikimin onemli bir rolu oldugunu dusunuyorum.

    Bunu aciklamak icin de, bence, Osmanli’ya bakmakta fayda var.

    Osmanli, tabii ki hersey dogru yapmadi; ama, bazi seyleri cok da yanlis yapmadi.

    Bunlarin basinda da, Avrupa’da ve Rusya’da (ve zannimca Cin’de) oldugu uzere, bir asilzade (aristokrat) sinifinin olusmasina musade etmedi.

    ‘Esnaf’ (yani, ‘siniflar) vardi tabii ki; ama, bunlar genelde (ya da her zaman) artizan anlamina geliyordu. Yani, bazi isleri o an yapan insanlar. Bu, onlarin bir nesil sonrasinin da ‘esnaf’a dahil olacagina bir garanti anlamina gelmiyordu.

    Benzer sekilde, Osmanli, bu topraklar uzerinde dogrudan yonettigi yerlerde (bunu, ozerk birakilan Kurdistan’in onemli bir kismini disarida birakmak amaciyla boyle soyluyorum), serf, vassal vb gibi kitlesel koleliklere de yonelmedi.

    Ozel mulkiyet sozkonusu olMAmakla beraber, ‘bir cift okuzun surebilecegi kadar’lik toprak parcasini isleyene/isletene ‘mulk sahibi’ gibi muamele etti.

    Butun bunlar, toplumda, sosyal mobilite umitlerini canli tuttu; hapsolmusluk hissinin dogmasina engel oldu.

    [Bunlar simdilik aklima gelenler, eminim itirazlar da, argumanin desteklenmesi amaciyla eklenecek seyler oldugunu dusunenler de olacaktir.]

    Daha sonra, Cumhuriyet devrinde de, bu aynen devam etti –hatta, daha dinamik bir toplum haline geldikce, artarak devam etti.

    Egitim imkanlari yayginlastikca, ‘devlete kapagi atmak’tan tutun, ‘dunya kirk kulplu bir kazan, bir kulptan da sen tut kazan’ turunden tesebbus imkanlari artti.

    Dolayisiyle, kimse kendisini Marksistlerin tarif etmege bayildigi sekilde, ‘isci sinifi’ mensubu saymadi.

    Gariplerim (Marksistler) bu husranla yanip kavruldular.. Ellerinden gelse, paralari da olsa, eminim parasini verip bir ‘isci sinifi’ olusturmak; boylece, gozleri acik gitmemek isterlerdi..

    [Ha, bir de, talihsizlik gibi gorunse de, bu topraklarda –Avrupa ve Rusya’da oldugu sekilde– cok ciddi ekonomik allak bullaklik yasanmadi. Yani, aniden birileri ‘sanayilesip’ digerlerine tahakkum saglayamadi. Boyle bir durumun ortaya cikaracagi ‘biri yer biri bakar’ turunden ciddi ucurumlar olmadi. En azindan ‘aniden’ olmadi. Yavas yavas olunca o kadar siddetli tepkiler dogmuyor; toplum bir sekilde iliskilerini yeniden duzenlemek icin zaman sahibi oluyor.]

    Aktardiginiz yazinin geri kalan kismina da –tamamina– cok temelden itirazlarim var aslinda. Butun bunlari detaylandirmak isterdim; de, o zaman da bu yazi cok daha uzun olur.

    Yine de, sizin eklediklerinize yonelik bir iki sey soylemeden gecemeyecegim.

    Bu topraklardaki, ‘devlet’ kavrami (‘devlet’ten ne anlasildigi), solcularimizin israrla uzerine fikir bina etmek icin ugrastiklari ithal devlet kavramindan hayli farklidir bence.

    Tamam, musfik oldugunu soylemeyecegim, ama –aristokrasisinin olmadigini da tekrar hatirlatarak– tebasini kole gorecek kadar da ceberrut olmamistir.

    Kendisine isyan eden kitlelere yer yer sert davranmistir tabii ki, ama bu –tekrar– ne Avrupa’da ne de Rusya’da oldugu kadar sert olmustur.

    Bir baska ithal (uzerimize pek de oturmayan) konu da ‘din’dir. Bu topraklardaki hakim dinin bir ruhban sinifi yoktur.

    Baska bir deyisle, olmayan aristokrasi (ve burjuva) ile ittifak yapip halki donuna kadar soyacak, kolelige mahkum olmasi gerektigine halki inandiracak bir ruhban sinifi da yoktur.

    [Tarikatlar uzerinden/sayesinde/yuzunden, aslinda, ciddi bir inanc butunlugunden de bahsedemeyiz.]

    Bu ‘olmayan seyler’, sosyal esneklige isaret eder ve bu yuzden/sayede, toplumun zaman icinde Avrupa ve Rusya’da goruldugu sekilde, hinc/ofke biriktirmesine katki yapmadigindan, bizde oyle buyuk toplumsal kalkismalar ya da devrimler olamamistir. Kolay kolay da olacaga benzemiyor.

  212. “‘soyut’ bulduğu, ne kastedildiğinin anlaşılmadığını söylediği kapitalizmi”

    Meramimi tam anlatamamisim –e, kolay degil; kac senenin tortusu var.

    Ben, ‘kapitalizm’in ‘soyut’ bulundugundan rahatsiz degilim; tersine, ‘soyut’ oldugu halde ‘somut’ gibi konumlandirilmasinin hatali bir degerlendirme oldugunu anlatmaga calisiyorum.

    O yuzden, ‘sehirlesme’ kavramini ornek verdim –malum, ‘sehirlesme’ de ‘soyut’ bir kavramdir.

    Sevan Nisanyan’in buraya aktarilan gorusunune kismen katiliyorum; ama, eksik buluyorum. Daha dogrusu, o da ‘devlet’ kavramindan hoslanmadigi icin, konuyu yanlis yerden baslayarak anlatmaga calismis.

    Ama, dunyanin her tarafinda ‘kapitalizm’in 3 asagi 5 yukari ayni oldugu tespitine katiliyorum.

    Peki, o zaman, ayirici/ayirdeditici unsur nedir?

    Benim buna cevabim sudur: ‘Devlet’in rolune bakmak gerekir.

    Sunu demek istiyorum:

    Ele gelir bir ornek olmasi bakimindan, ABD’ye bakarsak, ABD’de ‘devlet’in rolu oldukca dusuktur. Eyalet ve federal filan cinsinden de hayli fragmentedir. O kadar ki, bugun bile, ahalisine temel saglik hizmeti bile sunamamaktadir. Hukuk bile cok da ‘devlet’in kontrolunde degildir. Savunma haricinde ‘devlet’ bir oyuncu degildir.

    Bu ornegin diger ucunu da, artik aramizda olmayan, ‘komunist’ devletlerde gorebiliriz: ‘Devlet’ hersey demektir. Hukuk, egitim, saglik, barinma, istihdam, savunma.. hersey.

    Bu iki uc arasinda da digerleri var. [Hic devletin olmadigi yerleri kapsam disi tutuyorum; cunku, onlar zaten bugunku anlamda ‘kapitalizm’i de yasamiyorlar.]

    Kisacasi, tasnif edeceksek, kimin ‘kapitalist’ olduguna filan bakmak yerine, oradaki devletin rolune (sekline, tarzina) bakarak degerlendirmemiz gerektigini dusunuyorum.

  213. özgürlükçü

    sansürlenmişiz sinkaflı yerleri ……… noktalayıp yayımlamaya değerdi
    Resmen bu rezil düzenin savunucusu Necip e sinkaf bile yazık!!!!

  214. “İnsanlık var olduğundan beri insanlar ikiye ayrıldı; sömürenler, sömürülenler; kazıklayanlar, kazıklananlar. Aldatanlar ve aldatılanlar. Katiller ve kurbanlar…”

    Bu tur tasnifleri artirmak mumkun tabii:

    Yolcular-hancilar, gelenler-gidenler, duranlar-yuruyenler.. saglar-öluler vs vs vb.

    Tasnifi yapanin isine yaramak icin yapilmis, baska hic bir ise yaramayan kategorizasyonlardir bunlar.

    Sebebi de basittir: Herhangi biz zaman kesidinde cekilmis bir fotografin icinde olan kisiler, daha sonraki bir kesitte cekilen fotografta ya hic yoktur ya da cok azdir yoktur.

    Yani, sahne ayni kalsa bile (ki, o da dogru degil; o da degisir), bugunun mazlumu yarinin zalimi; bugunun zalimi yarinin mazlumu olabilir ve olur.

    Bunu biliyorsaniz, bunun idrakindeyseniz, boyle anlamsiz tasnifler yapmaktan kacinmanin daha dogru olabilecegini de bilmeniz gerekir.

    Ama, yok, siz hala daha, fluid dunyanin resmini cekip kafaniza gore dusmanlar ilan ediyorsunuz.

    “Evet, ikinciler belki hiç biz zaman iktidar olmadı”

    Hayir. Oldular. Hem de cok defalar.

    Fakat, onlar iktidar oldugunda, baskalari ‘ezilen’ oldu ve siz bu degisikligin farkina varmak istemediniz.

    “ama sonuçta ezilenler, sömürülenler ve kurbanların da bir kültürü var.. ”

    Var tabii. Olmasa da ureteceklerdir.

    Bu varliktan darliga dusenlere iyi bir ornek de bizim pasazadelerimizdir.

    Hani, su, Osmanli’da Saray cevresi olup da Cumhuriyet doneminde iskartaya dusenler.

    Ciddi anlamda bir ekonomik zorluk cekmedikleri halde, sirf egemen sinif arasinda yer alamadiklari icin solcu kesilenlerden bahsediyorum.

    Bunlar diger ezilenlerin safinda filan yer almadilar –zul addettiler bunu– ama (iktidarlarini geri getirir umuduyla) onlari istismar ettiler surekli.

    “Burada (bence) çoğu insan bir bir iktidar tarafı olarak değil bir kültürden taraf olarak söz alıyor. Bu taraf olma halinin onlarca yıl sonra ne olacağı; senin gibi benciller umursamayabilir..”

    Malum, Hz Adam Smith, “uzun vadede insanlar olur” diye bir hadis buyurmustur.. Malumun ilani olmakla beraber, yanlis da degildir.

    Uzun vadede ne olacagi uzerinde endiseler sergilemedigim icin beni bencillikle itham etmek yerine, biraz da bu acidan bakmak gerekir bence.

    Yani, bugunu daha iyi anlamak yerine, ileriye yonelik endiselere garkolmak fazlasiyla romantik ve pesimist bir zihin faaliyeti ziyanidir.

    “Sen geleceğin katliamcılarının ne kadar suç ortağı olabileceğini ve örneğin sevgili torununun katillerini övdüğünü kavrayabilecek derinlikte değilsin… Ve buna uyumsuz çok konuşuyorsun.”

    Gelecegin determinist oldugunu saniyor; dahasi, kimlerin katliamci olacagini da biliyor gibi konusuyorsunuz…

    Su meshur ‘Minority Report’taki ‘pre-crime’ cihazini icad ettiniz de sirf kendiniz icin mi kullaniyorsunuz; yoksa kendinizi oyle bir alemde yasiyor mu saniyorsunuz?

    “Senin kafa 1000’li yıllarda da dogmatik, acımasız papazları savunurdu; hayatı gördüğü kadarı ile değerlendiren sığlığınla zamanın o engizisyoncu papazları gibi bir AN haklı sanabilirsin kendini… Avun…”

    Haydaaa.. sadece ‘pre-crime’ cihaziniz yok, bir de ‘zaman makinasi’ kullaniyor ve 1000’li yillara gidip kimin neyi savundugunu beyan ediyorsunuz..

    Sozkonusu teknolojilere sahip degilseniz, sergilediginiz bu halin tedavi gerektirdigini soylemek zorundayim.

    “Sen o laf ebeliğine devam et; o para-güç iktidarının yanaşması kişiliğinle yaşamak seni rahatsız mı ediyor ki, burada riyâkâr söz oyunları ile çırpınıp duruyorsun…”

    Ben, sizi, hem hayali gecmis hem de muhayyel gelecek arasinda jokeylik yapmak yerine, bugune ve bugunku realiteye davet ediyorum.

  215. Doğudaki sınıflaşma sürecinin batıdaki benzerlerinden farkları sınıf gerçekleri adına neyi değiştirir ki?
    Kendileri alkolik olan padişah ve saray erkanı içki yasağı koyup buna uymayanları idam ettirebiliyorlar örneğin.
    Ya da neden padişahın kızı kuma olamıyor da bilmem hangi yurttaşın kızı oluyor?
    Ya bebekken öldürülen şehzadeler, devşirme kapıkulları, cariyeler, İslam inancının bile haram saydığı hadım ağalığı?
    Öte yandan “aristokrasi”, “ruhban sınıfı” gibi kesimlerin hiç olmadığı görüşü de biraz sorgulanmalı.
    Sözgelimi Çandarlı, Köprülü gibi vezir aileleri, Çapanoğulları, Karaosmanoğulları gibi ayanlar, Mevlana ve Hacı Bektaş soyundan gelen dedeler.
    Bunlar batıdaki benzerleriyle kıyaslanamazlar belki. Ama yok da sayılamazlar.
    Bunların bugünkü benzerleri de Koç, Doğan, iktidar yoluyla burjuvalaşan Erdoğan gibi ailelerdir.
    Bunların batılı kapitalistler kadar güçlü olmamaları neyi değiştirir?
    Kaldı ki giderek onlar kadar güçlenme (bazılarının deyimiyle “alt-emperyalist”leşme) yolunda ilerliyorlar.

  216. Satın alınabilen her şey değersizdir.

    Ya da tüketebildiğim kadar kıymetliyim.

    Realist olan ikincisi.
    ***
    İnsanlar senin gibi realist olsalardı dünya daha mı iyi olurdu?

    Daha adil bir dünya için mücadele elbette insanın “müddeti ömrüne” sığmaz ve bu realistçe bir davranış değildir.

    Sen bu 5000 yıllık adalet mücadelesi içinde, “ezilenler arasında ortaya çıkan ve çokça bulunan yanlışları, yozlukları, ahmaklık, hainlik ve acımasızlıkları görüyorsun.
    Ben fedakarlıkları, iyicillikleri, erdemli kalma çabasında olanları, beklentisiz ve daha adil bir dünya için emek verenleri görüyorum. İkisinden de bolca var.

    Bu süreç nihai bir kurtuluşla sonlanamaz zaten; asl’olan yol’dur. Her kuşak bunu deneyecek ve bir “arpa boyu” yol alacak; ya da bir kilometre… Bizim şansımıza “bir arpa boyu” yol almak düşse de bu senin aşağılamalarını hak etmez.
    Senin şansızlığın bu süreçleri kavramana yardımcı olan bir geçmişinin bulunmaması ve böylece bir “empati” duygusundan uzak oluşun.
    Açgözlü kapitalist güruhu, toplumu canavarca yönetmeye kalkışanları hoşgörebiliyorsun ve bunun adı da realizm mi oluyor?
    Dilerim uzun yaşarsın! İnsanlardan daha çok nesnelerin önemsendiği şu “realist” dünyanda insanların neden acı çektiklerine dair kafa yoracak zamanın olur…
    Salt hazcı-bencil bir hayat anlayışın yoksa eğer, belki senin de zamanın gelmemiştir..

  217. “Doğudaki sınıflaşma sürecinin batıdaki benzerlerinden farkları sınıf gerçekleri adına neyi değiştirir ki?”

    Dogudaki ‘siniflasma sureci’ derken, marksist tanima uyacak bir ‘sinif’lasma var midir diye bakmak lazim.

    ‘Maraba’ olmak ile ‘serbest ciftci’ olmak arasindaki mesafeyi, gereken detaylari ile, bldigimi iddia edecek degilim.

    Aradaki fark her ne olursa olsun, bir sosyal patalamaya donusmemis oldugunu not etmek gerekir. Bunu da, ben, sosyal yapida –aniden sayilabilcek bir zaman diliminde– ciddi degisikliklerin olmayisina bagliyorum.

    “Kendileri alkolik olan padişah ve saray erkanı içki yasağı koyup buna uymayanları idam ettirebiliyorlar örneğin.
    Ya da neden padişahın kızı kuma olamıyor da bilmem hangi yurttaşın kızı oluyor?
    Ya bebekken öldürülen şehzadeler, devşirme kapıkulları, cariyeler, İslam inancının bile haram saydığı hadım ağalığı?”

    Bunlar tabii ki vardi. Ama, bunlarin (ve benzerlerinin) hic birisi sosyal dokuya etki edecek seyler degildi –hele de Pay-i taht’ta gunlerce uzak mesafelerdeki ahali icin.

    “Öte yandan ‘aristokrasi’, ‘ruhban sınıfı’ gibi kesimlerin hiç olmadığı görüşü de biraz sorgulanmalı.

    Sözgelimi Çandarlı, Köprülü gibi vezir aileleri, Çapanoğulları, Karaosmanoğulları gibi ayanlar, Mevlana ve Hacı Bektaş soyundan gelen dedeler.”

    Vezir ailelerine dikkat cekisiniz isabetli ama bunlarin hep konjokturel ve ad hoc –hatta gecici olarak, de facto– oldugunu unutmamak lazim.

    Bir donem icin vardilar ama Batida olduguna benzer bir mesruiyet sahibi ol(a)madilar.

    Dahasi, bu –gecici– mini-hanedanlar bir sinif da teskil edemezdiler zaten.

    Dedeler meselesine gelince.. Bunlarin merkezi bir teskilatlari olmadigi gibi, bagis filan haricinde ahaliden bir sey almalari da sozkonusu degildi.

    Dahasi, yanlis bilmiyorsam, kendi aralarindaki mesruiyet kavgalari yuzunden, bunlar da kendilerini devlete (ilgili noktadaki kadilar uzerinden) kayit ettiriyorlardi.

    Yani, (gevsek bir bagla da olsa) bir tur memur gibiydiler; ozerk/bagimsiz davranmalari sozkonusu degildi.

    “Bunlar batıdaki benzerleriyle kıyaslanamazlar belki. Ama yok da sayılamazlar.”

    Yok degillerdi tabii ki; ama, ruhban sinifi da degildiler.

    “Bunların bugünkü benzerleri de Koç, Doğan, iktidar yoluyla burjuvalaşan Erdoğan gibi ailelerdir.”

    Siz, mesela, bunlar asalet iddiasi ile ortaya ciksalar kabul eder misiniz?

    Sizi bilemem; ama, ben, boyle bir seyi kabul etmem. Kimse de etmez.

    “Bunların batılı kapitalistler kadar güçlü olmamaları neyi değiştirir?”

    Cok seyi degistirir. Batidaki orneklerinde, (yillardaki yeni zenginlerin evlilik vb yollarla DA) var/mevcut olan bir katmana yerlesen taife sozkonusu. Bizde oyle bir katman hic olmadi.

    “Kaldı ki giderek onlar kadar güçlenme (bazılarının deyimiyle ‘alt-emperyalist’leşme) yolunda ilerliyorlar.”

    Bizdeki eski zenginler aslinda cok yenidirler ve dahasi, ‘alt-emperyalist’ filan olacak kudret ve ozguvenleri yoktur.

    Askerlikte bir tabir vardir: “Yaverden komutan olmaz” derler. Bir omur boyunca micro-manage edilen kisilerin kendileri mustakil kararlar alamaz anlamindadir; ve bence oldukca isabetlidir.

    Bizdeki eski zenginlerimiz, kokenleri itibariyle, ‘komprador’durlar. Bati sermayesinin buradaki acenteleri vb uzantilari, yani.. Bunlarin burada bir tur ‘aristokrasi’ olusturacak ne cesareti ne de omurgasi ne de altyapisi vardir.

  218. “Bu süreç nihai bir kurtuluşla sonlanamaz zaten; asl’olan yol’dur.”

    Evet. Hatta, konuyu azicik saptirmak bahasina, yakin zamanda yasadigim bir anekdotu aktarayim:

    Ben, cocuklarla fakat daha cok da genclerle sohbet etmegi cok severim; hele de “ay, suramda sivilce cikti; ne yapsam acaba”dan daha yukarida bir seviyede olursa…

    Bunlardan bir tanesi cok ilginc oldu. Kafasini ontolojik/varolussal konular mesgul eden bir kizimiz, sonunda olum olan, aralarda da bazan dayanilmaz acilarin oldugu bir omur sozkonusu ise, bana nicin yasadigimizi sordu.

    Afalladim kaldim. “Haklisin” demem gerekiyordu; ama diyemedim; cunku, yasamanin temelini sorgulayan birisine boyle demek, onu intihara tesvik etmek anlamina geliyordu. Deist oldugum icin de, “Allah boyle emrediyor” filan da diyemezdim.

    Sonunda, sizin yukarida dediginiz gibi, “sonuna cok takma, aslolan yoldur” mealinde uzun bir konusma yaptik. Sonunda da, bir tur teyid icin, Ruhi Su’nun sesinden Karacoglan’in su eserini dinlettim:

    https://www.youtube.com/watch?v=rePycKX1HGg

    “Kimi cennet ister, kimi cehennem
    Cennetten beride, yolda neler var.”

    Ikna etmis olmaliyim ki, daha sonra karsilastigimda, o karamsar hali kalmamisti..

    Diyecegim o ki, evet, aslolan yoldur. Buna herseyimle katilirim.

    “Her kuşak bunu deneyecek ve bir ‘arpa boyu’ yol alacak; ya da bir kilometre… Bizim şansımıza ‘bir arpa boyu’ yol almak düşse de bu senin aşağılamalarını hak etmez.”

    Ben, ne soru soranlari ne de cevap verenleri asagilarim. Fakat, yanlis analizle sakat hukumlere vardigi halde, alternatif analizi dikkate almaksizin surekli ayni seyleri soyleyenleri –en azindan sarsmak umidi ile– baska bir cozum bulamadim bugune kadar.

    “Senin şansızlığın bu süreçleri kavramana yardımcı olan bir geçmişinin bulunmaması ve böylece bir ’empati’ duygusundan uzak oluşun.”

    Bu, esasen dogru bir tespittir. Dahasi, ki bunu kinayeli soylemiyorum, benim pedagojik formasyonum yoktur. Yani, birilerinin kolayca anlamasi gerektigini dusundugum bir seyi, turlu cesitli ornekler bularak onlara anlatmak icin gereken sabrim yok. Bu, bana omrumden omur caliniyor hissi verir. [Bu halimden her zaman memnun oldugumu soyleyemem, ama boyle.]

    “Açgözlü kapitalist güruhu, toplumu canavarca yönetmeye kalkışanları hoşgörebiliyorsun ve bunun adı da realizm mi oluyor?”

    Aha, yine ayni sey oldu..

    Siz, onca nefes (byte) tuketmeme ragmen, hala daha hosgordugumu dusunurseniz, haybeye zaman kaybetmis olurum. Oldum da.

    Yukarida tasvir ettiginiz hicbir seyi hosgoruyor degilim. Bunca lakirdidan sonra bunu anlamis olmanizin bende (kendi adima da) ne kadar buyuk hayal kirikligina yol actigini tahmin bile edemezsiniz.

    “Dilerim uzun yaşarsın!”

    Yok. Almayayim. Oyle bir arzum hicbir zaman olmadi.

    “İnsanlardan daha çok nesnelerin önemsendiği şu ‘realist’ dünyanda insanların neden acı çektiklerine dair kafa yoracak zamanın olur…”

    “[İ]nsanların neden acı çektiklerine dair kafa yor”madigimi mi zannediyorsunuz?

    Sirf bu acilari azaltir –insanlara empati asilamar da acimasizliklar azalir– umidiyle dinler, ideolojiler peydahladik ama yeterli olmadi.

    ‘Empati’ ile ancak belli bir menzile ulasabiliyorsunuz.. Kimi zaman bunu petrole bulanmis bir martiya, kimi zaman da sahile vuran bir balinaya/yunusa teksif edebiliyorsunuz; bu arada, cok daha aci ve acikli seyleri iskaliyorsunuz..

    Dolayisi ile, kisisel empatilerle olacak bir sey degil bu; global ve sistemik olmali..

    Olmali da nasil?

    Bu ‘nasil’in cevabini duygusal bir zeminde kalarak bulacagimizi dusunmuyorum.

    Bunu bir tespit olarak bir yere yazmak yanlis bir sey midir?

    “Salt hazcı-bencil bir hayat anlayışın yoksa eğer, belki senin de zamanın gelmemiştir..”

    Belki de gecmistir coktan… Belki de, artik bu konulara kafa yormak artik anlamsizdir. Bilemem.

  219. Necip sadece bir tek şey diyor.

    -Eğer birileri birşeyler yapıyorsa, referandum, yerel/genel seçim, darbe teşebbüsü savunuculuğu/karşıtlığı, kapitalist tahakküm, fasa fiso gibi,

    -Siz de, yani kendilerini muhalefetten sayanlar, bunlara karşı birşeyler yapın. Hemen kolaya kaçıp, 15 Temmuz ve sonrasında burada tartıştığımız üzre, RTE gitsin de nasıl giderse gitsinci, Fethullahçıların organize ettiği besbelli olan darbeyle de olsa gitsinci, her şeye kabul, yeter ki RTE gitsinci olmayın hemen. Biraz da siz, yani kendilerini muhalefetten sayanlar, kımıldayın. Biraz da siz birşeyler yapın, eklem olmaya teşneleşmeyin.

  220. Necip sol’u -ya da şu popüler deyimi kullanırsak Marks’ı- aşmış anlaşılan.
    Aşmış da nereye gelmiş peki?

    *

    Türkiye’de, moda oldu: Marks’i aştım. Lenin’i aştım diye. Moda, Fransızcadır, bir davranış biçimi de oluyor. Moda, güncelde kalmak içindir: Güncelde kalabilmek için, bir öncekini ”yadsımak” ya da ”inkâr” etmek oluyor. Marks’ı ya da Lenin’i aştığını iddia eden bu modacılar, güncelde kalmanın mücadelesini veriyorlar.

    Marks’ı ”aşanlara” ya da ”kesenlere”, bakıyorum, bir arpa boyu yol ”aşmamışlar!” Nedense, aklıma, Pertev Naili Boratav’ın masal kitabı geldi: Az gittik, Uz Gittik. Evet; “Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz,”
    Marks’ı ya da Lenin’i aşanlara bir bakın:
    ”Marks’ı aştım: Devlet ve ulus istemiyorum!”
    ”Marks’ı aştım: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk oyum Selahattin Demirtaş’a, ikinci turda, Ekmel ed-Din’e veriyorum”.
    Bu mudur, Marks’ı aşmak?
    Bu mudur, politikacı olmak?..
    Ama ne yazık ki, aşmak, Türkiye’de, moda oldu. Güncelde kalmak içindir. Güncelde kalmak için şunu, bunu ”aştım” diyenler, hayatlarında ne dağ aşmışlar ne de dag kesmişler!

    Marks’ı aşanlar…
    Faiz Cebiroğlu
    http://www.gomanweb.org/index.php/yazarlar/172-gomanweb-yazarlari-2/faiz-cebiroglu/11296-faiz-cebiroglu-marks-asanlar

  221. Necip'in UMUTSUZLUĞU

    Bugüne dek gerçekleşmeyen, gerçekleşemeyecek anlamına gelmez.
    Mülkiyetçi toplum ve buna değgin yargılar binlerce yılda yerleştiyse, demirin tersinden bükülmesi gibi bu, kolay olmayacak..
    “Realizm” işin kolayına kaçan, bu rezil adaletsizliklere kolayca suç ortağı olmak demek..

    Tamam; doğrudur; kapitalizme alternatif üzerinde uzlaşı sağlanılan bir ekonomik sistem yok.
    Tamam..19 YY sosyalizmi yetersiz çıktı.
    Doğu’da işçi sınıfı yok.. Modernite öncesi zihin ile “kul” yığınlar siyaseti belirliyor.
    Darbeci-tahakkümcü bir sol zihniyet giderek gerilese de sesi en çok çıkan onlar.
    Milliyetçi, dinci önyargılar insanları daha çok heyecanlandırıyor.. Çok kısa vadede bu sorunlar, doğrudan aşılamaz…

    Ama dinci-milliyetçi güruhun sorunları çözemeyeceği, ülkeyi yıkıma götüreceği de belli oldu. Teşhir oluyorlar. Bu sebeple daha da baskıcı, acımasızlar.
    Yazık ki bu koşullarda hâlâ Demokrat-Toplumcu kesim bir “acil çıkış” önerisi geliştiremiyor.
    Bence her şey çok basit; Türkiye’ye özgürlük; Kürtlere ve Alevilere de özgürlük…
    Daha bu noktaya bile gelemeyince bu umutsuz söyleşiler ağır basıyor..
    Fazla kalmadı.. Bu noktaya gelinecek ve bu bir çıkış yaratacak.. (BENCE!)

  222. “sol’u -ya da şu popüler deyimi kullanırsak Marks’ı- aşmış anlaşılan.”

    Benim Marx’i asip asmadigim onemli degil. Ne oyle bir iddiam var, ne de –oyle olsa bile– onemserim.

    Fakat, asil ilgimi ceken, yukaridaki onermedeki Marx’in aşılamazligi imasi.

    Hz Karl Marx bir ahir zaman peygamberi midir?

    Sozunun uzerine soz soylenemez midir?

    Artik bize dusen Hz Karl Marx’in mubarek hadislerini sadece tefsir etmek midir?

    Kisacasi, fikir hayatimiz Hz Karl Marx ile bitmis midir?

  223. “Bugüne dek gerçekleşmeyen, gerçekleşemeyecek anlamına gelmez.”

    Fakat, su anlama gelir: Bugune kadar –israrla– denenen metodlarla/ideolojilerle, gerceklesmedi; gerceklesmeyecek.

    “‘Realizm’ işin kolayına kaçan, bu rezil adaletsizliklere kolayca suç ortağı olmak demek..”

    ‘Realizm’ de nereden cikti? Boyle bir ideolojiyi savundugumu hatirlamiyorum.

    Realiteyi gormek, ne zamandan beri yanlis –ya da bir seylere goz yummak, suc ortagi olmak– anlamina gelir oldu?

    Ayrica, madem ‘realizm’ dediniz ve begenmiyorsunuz, bunun ‘anti’si (tersi) nedir?

    Romantizm?

    Cozum, romantizm ya da benzer seyler midir (sentimentalizm vb)?

    [Diger dediklerinzde mutabikiz.]

    “Bence her şey çok basit; Türkiye’ye özgürlük; Kürtlere ve Alevilere de özgürlük…”

    Malesef, her sey bu kadar basit degil. Hic bir sey degil.

    Spesifik olarak da, ‘Kurtler ve Alevilere ozgurluk’ (ne demekse) fena bir sey olMAmakla beraber, daha buyuk resimde ciddi bir seyi cozmeyecek; cunku, problemin kaynagi bunlar degil.

  224. Değil Marks, kimse aşılmaz değildir.
    Değildir de, Marks’ı aştığını söyleyenler bir şeyleri değiştirebilmişler mi?
    Yazıda da sadece bunu sorguluyor zaten.
    Yani marksizm, anarşizm vs. yi, veya daha doğrusu genel olarak devrimci solu, anti-kapitalist düşünceyi -Necip gibi- aştığını söyleyenler yerine başka bir düzen veya alternatif bir düşünce koyabilmişler mi?

  225. “Değildir de, Marks’ı aştığını söyleyenler bir şeyleri değiştirebilmişler mi?”

    Azam-i ideoloji Hz Marx’in da pek bir seyi –iyi ve kalici anlamda– degistir(e)memis oldugunu dikkate alirsak, ‘yeni yetme’lerin bu kusuruna cok da bakmamak gerekir bence.

    “Yani marksizm, anarşizm vs. yi, veya daha doğrusu genel olarak devrimci solu, anti-kapitalist düşünceyi aştığını söyleyenler yerine başka bir düzen veya alternatif bir düşünce koyabilmişler mi?”

    Once belki sunda mutabik kalmak gerekecek.

    Nasil ki, bugun, Ibn Sina’yi tibbin (‘tababet’in) bir ‘kutb’u degil de gecmisin menzil taslarindan birisi sayiyorsak, bence Marx’a da ayni sekilde bakmaliyiz.

    Zamaninda onemli bir dusunurdu; onemli seyler soyledi. Ama, onun elinde olmayan seyler vardi. Dunaynin tamamini (ya da yeterince buyuk kismini) yeterince iyi tanimak firsati yoktu.

    Tipki, evrensel ve zamanlarustu iddiasi olan Islamiyet’in cok cok Kureys kabilesi ve yakin civari ile, ve o donemler icin, soz soyleyebilmis olmasi gibi; Marx da, kendi zamani ve yine kendi mekani ile maluldu.

    Hos, oyle olmasaydi, bugun yasamis olsaydi, cok mu farkli olurdu; o da ayri bir tartisma konusudur.

  226. 92 kim? Sen kimsin?

    92 hakkındaki yorumun hakkında;

    O kişi Anonim olarak katılmış olmasına rağmen, nasıl oluyor da daha önce seni tehdit eden kişi olduğunu biliyorsun?

    Yoksa aslında hakkımızda bilgi mi topluyorsun?

    Bu mudur? Budur!

  227. 188 no’daki yazıda General Abdülfettah Sisi’nin adının Muhammed olarak geçmesi -belki de Muhammed Mursi nedeniyle- bir hata veya dalgınlık olmalı. Çünkü yazıdaki bu tespitleri yapanların bilgisizliği olamaz herhalde.

  228. Kimse hakkında bilgi toplamam arkadaş. Ne var ki, bunu bilmem gayet doğal. Çünkü admin’e pim number’lar da ulaşıyor.

  229. İnternette bir kitap eleştirisi yazısı okumuştum, Nişanyan’ın Yanlış Cumhuriyet kitabını eleştiren. Şimdi kalkmış olmalı, link bulamadım. Şöyle bir cümle hatırlıyorum o yazıdan;
    “Kemalistler anlaşılan uzaydan gelmişlerdi, ‘Yanlış Cumhuriyet’ kurmuşlardı.”
    Burada şöyle bir uyarlama yapabiliriz;
    “Erdoğan ve AKP anlaşılan uzaydan gelmişlerdi, ‘diktatörlük’ kurmuşlardı.”
    Demem o ki, taban değişmeden tavan değişmez. Burada Necip’in haklı olduğu bir taraf varsa budur.
    Öte yandan bugünkü taban da -öncekiler gibi- bir şekilde değişecek. Uzun süre böyle devam edemez. Hatta kısa sürede bile çok şey değişebilir. Örneğin bir 15 Temmuz veya Gezi’de olduğu gibi.

  230. “Öte yandan bugünkü taban da -öncekiler gibi- bir şekilde değişecek.”

    O oyle de; bence asil soru su: ‘Sol’umuz icin de boyle bir ihtimal var mi? 😉

  231. bu da muhalefetin cadı avı

    Necip’in o kadar da haksız olmadığını gösteren bir örnek de iktidardan geri kalmayan bir kısım muhalefet. Sadece iktidarla uğraşmaktan bunları unutuyoruz. Kemalofaşist bir yerel gazetenin yazarının şu yazısının başlığı bile ırkçı nefret söylemi;
    “Suriyeli Asalaklar …!”
    http://cesmegunesi.com/yazarlar/makale/2452/suriyeli-asalaklar—–
    Yazıdan şu cümleleri alıntılıyorum;
    “Bu demeçlerden sonra, dağdan gelip bağdakini kovmaya kalkanlar, cinayet işlemeye bile başladılar…! Ülkelerinde, savaş var diye, pılıyı pırtıyı toplayıp, çareyi vatanını terketmekte bulanları biz vatandaş mı yapacağız şimdi…?” [Bu savaş onların mı suçu senin devletinin mi? Haline şükredeceği yerde kendisinden çok daha sefil durumda yaşam savaşı verenlere sövüyor.]
    “RTE efendi TOKİ’deki boş evleri verecekmiş, bu asalak, vatan kaçkınlarına..! Babanın malını mı dağıtıyorsun efendi…? Hangi yetki, hangi sıfatla böyle bir açıklama yapabiliyorsun..?” [Vaktiyle senin babana Rum’un, Ermeni’nin, Yahudi’nin malı dağıtılmadı mı? Sizin babalarınızın çoğu Balkanlar’dan, Girit’ten gelen “vatan kaçkınları” değil mi?]
    “Bu rezalete karşı çıkanlara, “ırkçı” damgası vurarak sindirmeye çalışan ak-trol müdür nedir, maaşlı provakatörlere bir önerim var… Bu ülkenin yarısı Akepeli olduğuna göre, her akepeli aile, bir Suriyeli aileyi evine alsın, isterse evinin tapusunu da versin.. Kendileri bilirler…” [Neden sadece Akepeliler alacakmış da kendisi gibi Cehepeliler almayacakmış? Ülkenin yarısını niye partilere göre ayırıyor?]

  232. ‘TÜRKİYE’Yİ İÇ SAVAŞA GÖTÜRECEK SÜRECİN BAŞLANGICI’
    Mütercimler, 15 Temmuz darbe girişimini, ABD’nin ‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak yorumlarken, “Türkiye’yi parçalayacak sürecin ilk adımı” iddiasında bulundu. ‘İsyan’ diye tanımladığı bu girişimi, Türkiye’yi bir iç savaşa götürecek sürecin provası olarak okuyan Mütercimler, tezini şöyle açıkladı:
    “Çok ağır bir üç yıllık bir süreç bekliyor bizi. Ben üç ayaklı bir amaç-hedef görüyorum. Türkiye’nin, mümkünse bölgede parçalanması ya da parçalatılması, birinci unsurunu oluşturuyor. İkincisi ise ABD Eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın sarfettiği ‘Bölgedeki 22 ülkenin siyasal rejimlerinin sınırları değişecek’ önermesinin adım adım hayata geçmesi. Sonuncusu ise ABD Başkanı Barack Obama’nın ‘IŞİD’le mücadelemiz 30 yıl sürecektir’ cümlesi. Obama’nın bu sözleri ABD bölgede 30 yıl kalacağı anlamına geliyor. Türkiye gibi bölgenin en güçlü ülkesi parçalanacaksa eğer, bunun önceki basamağı bir iç savaş olur. Ülkeyi iç savaşa götürebilmek içinse iki şey yapmak zorundasınız: Bir ekonomisini çökertmek ve suikastler düzenlemek ya da düzenletmek. Darbeyi örgütleyenler kağıt üstünde yapmış oldukları amaca ulaştılar. Amaçları ‘Asker askere savaş açtı. Polis askere savaş açtı. Asker sivile savaş açtı’ görüntüsü oluşturmaktı. Bunun adı da zaten iç savaştır.”

  233. http://gelawej.net/index.php/yazarlar/munzur-cem/2551-ankarada-kardes-kavgasi-ve-sonuclari

    link açılmayabilir, bazen ilk tıklanıldığında adresin başı m.gelawej.net şeklinde çıkıyor çünkü. öyle olursa baştaki “m.” yi silip tekrar denerseniz çıkar.