Dersim Katliamını Tam Bilmiyorduk

Vengma.net sitesinden Ulaş Boz’un Gün Zileli ile söyleşisi.

 

Gün Zileli kimdir?

Gün Zileli, (d. 24 Ekim1946. Ankara)

1970 yılında, DTCF’nin Felsefe Bölümü’nün 2. sınıfından ayrıldı.1960’lı yıllarda, YordamSoyut gibi edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlandı; ayrıca, EmekçiAydınlıkProleter Devrimci Aydınlık dergilerinde görev aldı ve yazdı. TİP, FKF ve Dev-Genç örgütlerinde çalıştı; son ikisinin yönetici organlarında bulundu. 1964 yılının Ağustos ayındaki ilk anti-emperyalist gösterilerde gözaltına alındı. 1966 yılındaki anti-emperyalist gösterilerden dolayı kısa süre hapis yattı. 1968 ve daha sonrasındaki öğrenci hareketlerinde yer aldı, 1969 yılında kısa süre hapis yattı. 1971-74 yılları arasında, üç yılı aşkın, Mamak Cezaevi’nde tutuklu kaldı; TÖS, Dev-Genç ve TİİKP davalarından yargılandı. 1970’li yıllarda AydınlıkHalkın SesiBoraTürkiye Gerçeği dergilerinde, daha çok teorik ve siyasi nitelikte makaleler yazdı ve TİKP’nin yöneticiliğini yaptı. 1975 yılında, Adana’da, İncirlik Üssü’ne karşı yapılan yürüyüşte tutuklandı ve kısa süre hapis yattı.

12 Eylül’den sonra, TİKP davası dolayısıyla arandı ve on yıl kaçak yaşadı. Bu yıllarda, daha çok Mehmet Gündüz takma adıyla teorik yazılar yazdı; UfuklarSaçakve Sosyalist Birlik dergilerinin çıkartılmasına önayak oldu, Yapıt ve Somut dergilerinde yazdı. 1990 yılının başında yurt dışına çıkıp İngiltere’de siyasi mülteci olarak yaşamaya başladı. Bu yıllarda, roman yazdı ve İngilizceden Türkçeye kitap çevirdi. AmargiSosyalizmin SorunlarıYeni ZamanlarBirikimApolitikaAteş HırsızıİmlasızBireyliklerKitap-lıkVirgülKöxüzÖteki İsviçreAçık GazeteÖzgür ÜniversiteHaber CumhuriyetiDevrimci Demokrat gibi dergi ve internet sitelerinde ağırlıklı olarak kitap eleştirisi yazıları yayımlandı. İstanbul Özgür Üniversite’de, “Devrimi Yeniden Düşünmek” ve “Komintern ile TKP” konulu seminerler verdi. Yazı ve röportajları, Aşk ve Devrim (www.gunzileli.com)adlı bireysel sitesinde de yayımlanmaktadır. Şu anda Yayın Kolektifi bünyesinde çalışmaktadır.

 

“İlerideki yıllarda Kürt sorununun ve Dersim katliamının bilincine vardım”

 

Ulaş Boz –Sayın Zileli, sizi yakından takip eden, kitaplarınızı, siyasi geçmişinizi bilen pek çok okuyucu var. Bununla beraber gerek yeni nesilden gerekse de eski kuşaktan birçok insan da belki bu söyleşiyle sizi tanıyacaktır. Dolayısıyla bazı sorularımı “sizi ilk kez tanıyacaklar”ı da göz önünde bulundurarak sormak durumundayım. Sizinle güncel gelişmeleri de konuşacağız ama ben önce biraz geçmişten başlayalım istiyorum. Aydınlıkçılarla ilk kez yolunuz nerede kesişti? Perinçek’le ilk kez nerede karşılaştınız?

 

 

Gün Zileli – Aydınlıkçılarla “yolumun kesişmesi” mümkün değildi, çünkü ben Aydınlık hareketinin beş kurucusundan biriydim. Bu arada, gençler için ben de bir hatırlatmada bulunayım, bugünkü Aydınlık hareketiyle, 47 yıl önceki Aydınlık hareketinin benzerliği çok azdır.

Doğu Perinçek’le karşılaşmam 1968 yılının Şubat ayıdır. Yarılma’da bunu şöyle anlatmışım:

“Ankara’ya döner dönmez Ali OrhanYücelalp beni buldu. Haymana gezimiz sırasında söz verdiği gibi, beni ‘önemli’ FKF delegeleriyle tanıştırmak istiyordu. SBF’de asistanlık yapan Erdoğan Güçbilmez’in odasına gittik. Erdoğan Güçbilmez, kısa boylu, hafif tıknaz, hareketli biriydi. Ali Orhan, beni onunla tanıştırırken, FKF delegesi olduğumu söylemeyi de ihmal etmedi. Odada başkaları da vardı ve Erdoğan Güçbilmez, odasına girip çıkan diğer ziyaretçilerle de ilgilenmek zorundaydı. O sırada  odaya, bir ayağı hafifçe aksayan, yeşil gözlü, gür, sert, kıvırcık saçlı birisi girdi. Ali Orhan, onu görünce, yanına gidip bir şeyler söyledi. Sonra bana doğru gelip, “seni asistan Doğu Perinçek’le tanıştırayım,” dedi. Hukuk Fakültesi asistanı Doğu Perinçek, sanırım, Ali Orhan’ın biraz önce verdiği bilgiden dolayı benimle yakından ilgilendi. İlk sorusu, “FKF delegesiymişsiniz, öyle mi,” oldu. “Evet,” dedim. FKF delegesi olarak önemsenmek hoşuma gitmişti, ancak, bu ilginin, doğrudan bana değil de, o sırada taşıdığım delegelik sıfatına gösteriliyor olması, belli belirsiz bir rahatsızlık da yaratmıştı. Doğu Perinçek’le ayaküstü birkaç laf ettik. Ne var ki, Erdoğan Güçbilmez gibi, o da epeyce meşgul görünüyordu. Odaya yeni girenlerle ilgilenmeye başladı. Biz de, Ali Orhan’la birlikte oradan ayrıldık.” (s. 265-266)

 

UB –Aydınlık hareketinin 5 kurucusundan biriydiniz. Diğerleri kimlerdi? Ayrıca FKF delegesi olmanız niye o kadar önemliydi? Çekişmeli bir seçim mi vardı o dönem?

 

GZ – Diğerleri şunlardı: Doğu Perinçek, Cengiz Çandar, Oral Çalışlar, Ömer Özerturgut.

Evet, çekişmeli bir seçim vardı Mart ayında. MDD’cilerleSD’ciler çekişiyordu. TİP çizgisine bağlı olan SD’ciler (yanisosyalist devrimciler) o zamana kadar FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu; 1969 sonunda Dev-Genç adını aldı) yönetimine hâkimdi. MDD’ciler (yani Milli Demokratik Devrimciler) ilk kez muhalefet olarak bir çıkış yapacaklardı. Muhalif MDD’cilerin başkan adayı Doğu Perinçek’ti.

 

UB – Nasıl sonuçlanmıştı peki o seçim? Perinçek o zaman da baskın özellikleri olan, liderlik vasıfları göze çarpan biri miydi?

 

GZ – Seçimi MDD’ci muhalefet kazandı ve ben de Merkez Yürütme Kurulu’na seçildim. Doğu Perinçek, elbette liderlik vasıfları göze çarpan biriydi. Ama Deniz Gezmiş’ten farklı olarak, kadrolara önderlikte becerikliydi. Deniz ise gençliğin kitle hareketine önderlikte eşsizdi.

 

UB – Siz Aydınlık hareketi içerisinde uzun süre bulundunuz ve ikinci adam konumundaydınız bir dönem. Doğu Perinçek’in kız kardeşi Feyza Perinçek ile bir evlilik yaptınız ve bu evlililikten bir kızınız oldu. Ama öncesinde eşiniz bir çocuk da aldırmış sanırım, Doğu Perinçek’in kararıyla. Doğru mu bu? Doğruysa hangi sebepten?


 

(Gün Zileli, Doğu Perinçek, Oral Çalışlar, bir sıra arkada gözlüklü Halim Spatar, yüzü onlara dönük Nuri Çolakoğlu)

 

GZ – Bu olayı da Havariler’de ben anlattım da oradan biliyorsunuz. Evet doğru ama “Doğu Perinçek’in kararıyla” hükmü insafsızlık olur. Parti’nin o zaman, profesyonel kadrolara ayak bağı olacağı gerekçesiyle çocuk yapmamak diye bir kararı vardı. Feyza hamile kalınca ben durumu o sırada aranmakta olan Doğu’ya mesajla bildirdim. Aslında bir tür izin isteme gibi bir şeydi bu. O ise, parti kararına uygun olarak, yine mesajla, “hemen aldırın” dedi, biz de aldırdık. Gerçi o sırada kendi kızı iki yaşındaydı, yani karara kendisi uymamıştı. Havariler’in 184-186. Sayfalarında olay daha ayrıntılı anlatılır.

 

UB – Perinçek’in kız kardeşiyle evlenmiş olmanız örgüt hiyerarşisi içerisinde size bir ayrıcalık sağladı mı?

 

GZ – O zamanlar örgüt hiyararşisi falan gibi şeylere önem vermezdik. Ayrıcalık diye bir şey de yoktu. 1970’lerde örgüt yöneticisi olmak meşakkatli bir işti. Partinin muhasebecileri bir yere giderken bize o kadar az para verirlerdi ki, lokantada yemek yemeğe bile paramız olmazdı. Öğünleri çoğunlukla simitle geçiştirirdik.

 

Sosyalistlikten Anarşistliğe geçiş…

 

UB – Bugün Doğu Perinçek’le bambaşka kulvarlardasınız. Siz sosyalist bir gelenekten, geçmişten gelip Anarşist oldunuz. Buna nasıl cesaret ettiniz? Zira Perinçek’in terminolojisinde “Dönek” sözcüğü önemli bir yer kaplar. Size dönek denileceğinden adınız gibi emindiniz sanırım… Ne dersiniz?

 

GZ – “Cesaret” ve “korku” sözcükleri bir arada kullanılmadıkça fazla anlamlı olmaz. Bu ikisi her an mücadele halindedir. Dolayısıyla hem korktum hem de cesaret ettim demek daha doğru olur. “Dönek” sözcüğünün ise benim nezdimde pek bir önemi yoktur. Çünkü bunun geçmişte Stalin ve hempaları tarafından nice devrimci insana karşı kullanıldığını en azından otuz yıldır biliyorum. Tarihe de bakın bugüne de bakın, bu tür saldırgan sözcükleri kim ne kadar çok kullanmışsa o sözcükleri gerçek anlamda hak edenlerin onlar olduğu ortaya çıkmıştır. Benim çevirdiğim Anafora Doğru (Pencere Yayınları, 1996) adlı anılarında Eugenia Ginzburg, toplama kampında kendisine, “kızıl generallerin ihanet ettikleri için tutuklandığını” söyleyen bir diğer mahkûma, “herkesin bir kişiye ihanet etmesindense, o tek kişinin herkese ihanet ettiğini düşünmek daha mantıklı değil mi?” demiştir. Önüne gelene “hain” damgası yapıştıran Stalin devrimin tüm ilkelerine ve tüm devrimcilere ihanet etmiştir. Doğu Perinçek de bugün gördüğümüz gibi nasyonal sosyalizm çizgisine kaymıştır. Ben yine de Stalin’e  olsun, Doğu Perinçek’e olsun, bu tür yaftalar yapıştırmaya çekinirim. Onlarla aynı kumaştan dokunmuşum gibi hissederim kendimi ve aynı akıbete uğramaktan korkarım.

 

UB –Anarşizme ikna olmanızda, sonrasında Anarşizmi savunmanızda genel anlamda sol/sosyalist dünyanın uygulamaları mı çok etkili oldu, yoksa bizatihi içinde bulunduğunuz Aydınlık hareketi içinde yaşadıklarınız mı sizi sosyalizmden soğuttu? Elbette bunlardan bağımsız olarak Anarşizmi inceleyip ona ikna olmak da mümkündür.

 

GZ – Sosyalizmden soğumuş değilim, özgürlük ve eşitlik vadeden bir düşünceden neden soğuyayım? Ben sadece sosyalizm adına işçiler ve emekçiler üzerinde baskı kuran, onları amansızca sömüren, özgürlüğün kırıntısını bile bırakmayan bürokrasi diktatörlüğüne karşı çıktım; sonucun, eğer iktidara gelinirse, aynı Stalin diktatörlüğü gibi olacağını gördüm. Anarşizme yönelmem ise, reelsosyalizmin bunalımı sonucu meseleye daha derinlemesine eğilmem ve okumam sonucu oldu. Sovyetler Birliği’ne “revizyonist” diyorduk ama Çin’in de bir bürokrasi diktatörlüğü olduğu 1980’lerde netleşti; Çin’in burçlarında coca-cola bayrağı dalgalanmaya başladı. Bakunin, Marx ve Engels’in tersine, baştan itibaren devlet kurulmasına karşı çıkmıştı. “Devlet kurarsanız bu da halkı ezen bir diktatörlük olacaktır” demişti. “Beni de iktidara getirin, ben de zalimin biri olurum” demişti. “Sosyalizm” adına kurulan rejimler, yüz elli yıl sonra onun haklı çıktığını göstermişti. Bunu anladığım an anarşizme yöneldim 1992 yılında. Devlet kurmak, halkın, emekçilerin kendi kendini yönetemeyeceği anlayışının ürünüdür.

 

UB – Sizin birkaç kitabınızı, sitenizde yazdığınız birçok yazınızı okumuş biri olarak yazdıklarınızdan çok faydalandığımı söylemeliyim. Ama şu Anarşizm konusuna gelince orda takılıp duruyorum. Hazır Anarşizmden laf açılmışken bunu biraz açalım istiyorum. Anarşizmin dertlerimize deva olacağına doğrusu hiç ikna olamıyorum. Diyebilirsiniz ki “bu senin Anarşizme dair bilgisizliğinden kaynaklanıyor.” Ona da “eyvallah” deyip geçebilirim ama sizin yaşıtlarınıza bakalım, örneğin Aydınlık hareketinden kopanlara bakalım, ya da diğer sol örgütlerden kopanlara, hemen hepsi entelektüel insanlar, ama sizin dışınızda, sizin kuşağınızdan Anarşizmi çözüm yolu olarak benimsemiş pek kimse yok gibi. Buradan bakınca bile Anarşizmin çözüm yolu olduğuna pek kimse inanmıyor. Günümüzün bin bir türlü sorununa Anarşizmi nasıl çözüm yolu olarak öneriyorsunuz? Bu bir ütopya değil mi?

 

GZ – Anarşizmi reelsosyalizm gibi bir sistem olarak düşünürseniz elbette çözüm değildir. Yani insanların bin bir sorununa çözüm bulması beklenemez. Bunu hiçbir düşünce, hiçbir sistem başaramaz, zaten anarşizmin de böyle bir iddiası yoktur. Anarşizmin tek önerisi vardır: İnsanlar sorunlarını çözmek istiyorlarsa kendi iradelerine sahip çıkmalı, kendi özörgütlenmelerini yapmalı ve özgür komünler federasyonu halinde özgürlükçü bir toplum kurup sorunlarını kendileri çözmeye çalışmalıdır. Kısacası, anarşizm demek emekçilerin özörgütlenmelerine dayanan toplum demektir. Bu durumda insanlar sorunlarının çözümünü birilerinden ya da süper bir sistemden veya bir parti iktidarından beklemeyip kendileri seferber olacaktır.

Bizim kuşaktan kimsenin anarşizmi benimsemediğine gelince… Bu pek doğru değil. Tanınmış isimler üzerinden gitmeyin. Bizim kuşaktan da anarşizme yönelen birçok insan biliyorum. Öte yandan, her kuşağın bir dönemi, bir ruhu vardır. Gençliklerinde anarşizmi hiç bilmeyen insanların yaşlılıklarında anarşizme yönelmeleri biraz zordur.

 

UB – Toplumun özörgütlerinin sorunlarına çözüm araması derken, somutlarsak, örneğin günümüzde Belediyelerin yerine getirdiği hizmetlerin halkın bir araya gelerek bunu çözebileceğini mi söylüyorsunuz? Para ortadan kalkıyor mu bu sistemde?

 

GZ – Evet, aşağı yukarı bunu söylüyorum. Yerel halk meclisleri (Sovyetleri) halkı ilgilendiren meseleleri kendi kararlarıyla çözebilir. Bu kararların yürütülmesi için yine kendi içinden görevliler tayin edebilir. Bu görevliler geçici ve rotasyon usulü seçilmelidir. Belli bir sürede verilen görevleri yerine getirmeyenler yine yerel halk meclisi tarafından görevden alınmalıdır.

Paranın ortadan kalkması ise o kadar kolay bir şey değildir. Bir değişim değeri olarak uzun süre var olacaktır diye düşünüyorum. Fakat yukarıda söylediklerimin yapılabilmesi için paranın varlığı önemli bir engel değildir. Yerel meclislerin kendi hazinesi ve bütçesi olacak, yine yerel meclisler tarafından denetlenecektir. Elbette bütün bunlar o kadar kolay olmayacaktır. Fakat şu kadarını söyleyeyim ki, bu imkânsız değildir. Örnek verecek olursam, iç savaş sırasında Sovyetler Birliği’nin her tarafında açlık hüküm sürerken, Kronstadt komünü, bilinçli bir kolektif tarım siyasetiyle adada açlığı önlemiş, bununla da kalmayıp, çürüğe çıkmış savaş gemilerini eriterek, köylülere yardım için tarım aletleri imal etmiş ve bunları köylülere aktarabilmiştir. Her şey, halkın kolektif bilincine ve çabasına bağlıdır. Yeter ki başımızda kerameti kendinden menkul bürokratlar, daimi yöneticiler olmasın.

 

UB – Bahsettiginiz komün deneyimleri lokal yerlerde, çok büyük kalabalıkların, çok büyük ekonomik çarkların dönmediği yerlerde geçmişte hayata geçirilmiş olabilir. Ama günümüzde bilgisayar teknolojisinin muazzam gelişimi ve sonuçları, bankacılık sistemi, endüstriyel gelişim vs. düşünüldüğünde milyonların bir arada yaşadığı metropollerde tüm bu ilişkiler ağının yerine komünal örgütlemeleri ikame ederek hayatı idare etmek mümkün mü?

 

GZ – Onların yerine inşa etmeyeceğiz ki, onlara alternatif olarak inşa edeceğiz. Örnek verecek olursak, nasıl kapitalizm feodalizmin içinde yeşerdiyse ve uzun yıllar onunla iç içe yaşadıysa, özgür komünler federasyonu da uzun süre kapitalizmin içinde ve onunla iç içe yaşayacak, onu karınca yuvaları gibi alttan oyacaktır. Bugüne kadarki yeni toplum anlayışımız şöyleydi: Bir devrim olur, kapitalist iktidar yıkılır, kapitalist mülkiyet tasfiye edilir ve onun yerine yeni düzen kurulur. Bunun olamayacağı, hatta oldu sandığımız şeyin total bir diktatörlük olduğu ortaya çıktı. Oysa, kapitalizmi şiddet yoluyla ve birdenbire yıkmak hem mümkün değildir, hem de gereksiz bir zorlamadır. Bunun yerine alternatif toplumu yaratmak gerekir. Onların banka sistemleri varsa bizim de kendi dayanışma ağlarımız var. Üstelik bugünkü teknolojik gelişme bunu çok daha mümkün kılıyor. Eskiden bu mümkün değildi. Şimdi Chipas’taki Meksika köylüsüyle de, Polonya’nın Poznan’ındaki işçi kolektifiyle de, Japonya’daki balıkçı kooperatifiyle de internet aracılığıyla haberleşip her türlü dayanışma bağını kurabilirsin. Kısacası, bugünün dünyası ve bugünün gelişmeleri dayanışmacı bir toplumun ya da dayanışma ağlarına sahip özgür komünlerin kurulmasına çok daha elverişlidir. Yeter ki, kafamızdan total “kurtuluş” planlarını atalım. Bunun olamayacağını geçmiş deneyler fazlasıyla gösterdi. Sonuç olarak “devrim” anlayışımızı da gözden geçirmemiz gerekiyor. Anlık bir şiddetli devrim yok; zamana yayılan, insanların bilinciyle gelişen, uzun vadeli bir toplumsal devrimci gelişme var. Ayrıca, bizim dayanışma ağlarımız içinde kapitalistlerin de söz hakkı olmalı. Özgür komünler federasyonu mutlak özgürlüğün temsilcisidir. Orada bir faşist bile şiddet kullanmadığı sürece sözünü söyleyebilmelidir.

 

UB – Tam bu noktada Halil Berktay’ın Oya Baydar’la Sosyalizmi tartıştığı bir yazısı aklıma geldi. Mealen Halil Berktay, “Barış, kardeşlik, hak, hukuk, adalet, sevgi, hakça bölüşüm diye alt alta yazınca bu sosyalizm mi oluyor? Bir sistem düşünün, birçok yerde sınanmış, çeşitli pratiklerden sonra yürüyememiş ve çökmüş, ama hâlâ kâğıt üstünde birtakım sözcüklerle sosyalizm temize çıkarılmaya çalışılıyor, uygulamalar ise karalanıyor. Bu uygulamalar teoriden bağımsız mı?” gibi bir şeyler yazmıştı. Sizin söylediklerinize gelirsek, Kronstadt komünü eğer çok iyi idiyse yürümesi ve büyüyerek gelişip bugünlere gelmesi gerekmez miydi?

 

GZ – Halil Berktay, hem haklı hem haksız. Haklı yönü şu: Oya Baydar’ı tenzih ederim ama, ne yazık ki, sosyalistlerimizin çoğu yaşanan olumsuz deneylerden ders çıkartmak yerine, durumu idare etme ve reelsosyalizmi parlatma yoluna gidiyor. Stalin’in ceberut uygulamalarına bile dokunmaktan yana değil çoğu. O zaman da cerahatli yara bütün bünyeyi zehirliyor, sarıyor. Bunun ötesinde, elbette uygulamaların teoriyle ilişkisi var. Örneğin “proletarya diktatörlüğü” teorisi son derece yanlıştır; devlet kurmaya kalkışmak da öyle. Haksız olduğu nokta ise şu: Halil Berktay istiyor ki, yaşanan bu olumsuz deneyler nedeniyle sosyalistler dükkânı kapatıp kapitalist düzene entegre olsunlar. Sosyalistlere kızgınlığı biraz da buradan geliyor.

Kronstadtlılarla ilgili soruna gelince… Dünyada iyi olan her şey başarılı olsaydı bugün güllük gülistanlık bir dünyada yaşardık. Ne yazık ki öyle değil. Hatta tam tersine, dünyanın hâkim güçleri öncelikle iyi örneklerin üzerine saldırırlar ki yaygınlık kazanmasın. Yani bu örnek, insanlar onu benimsemediği için başarısız olmuş değil; doğru ve iyi olanın müthiş bir sirayet gücü vardır; bu yüzden onu öncelikle boğarlar. Ama nereye kadar?..

 

UB – Halil Berktay’a haksızlık yapmıyor musunuz? Şunu yazdığını iyi hatırlıyorum (yine mealen) : “Eğer sosyalizmden, sosyalizmin kitleler için bir iktidar alternatifi olabilmesinden söz edeceksek, bir daha o eski sosyalizm anlayışıyla olmaz. Bitti, gitti o tür bir sosyalizm. Artık o bilindik sosyalist teori ve anlayışlarla o işler olmaz. Haa, konusacaksak, yeni şeyler söyleyerek, eskinin ciddi bir eleştirisiyle yola çıkarak konuşabiliriz. Unutun o eski sosyalist anlayışı. O bir daha geri gelmemek üzere tarih oldu.” Bu anlamda siz de aslında yukarda benzer şeyler söylemiş oldunuz.

 

GZ – Eğer böyle şeyler söylemişse doğru şeyler söylemiş ama 1 Mayıs 1977’nin bütün suçunu solun sırtına yıkması ve devleti suçsuz ilan etmesi, üstelik de bu kampanyayı AKP hükümetinin 1 Mayıs’ın Taksim’deki kutlanışını yeniden yasaklamaya hazırlanması sırasında yapması, dahası, en iğrenç yandaş kanallarında programlara çıkması, buraya mealen alıntıladığınız sözlerini de inandırıcılıktan uzak kılıyor.

 

“Doğu Perinçek’i en son  1994’te gördüm”

 

UB – Siz yazılarınızda sadece Doğu Perinçek’i eleştirmiyorsunuz. Eski arkadaşınız Halil Berktay’ı, Oral Çalışlar’ı, Cengiz Çandar’ı da sık sık eleştiren yazılar yazıyorsunuz. Bu arkadaşlarınızla yüz yüze veya en azından telefondan hiç kontağınız oluyor mu?

 

 GZ – Doğu’yu en son 1994 yılında, Londra’da görmüştüm. Bir tartışmada karşı karşıya gelmiştik. Cengiz’i 1974 yılından beri görmüyorum. Bir arkadaş, onu Gezi’de gördüğünü söylediğinde sevinmiştim. Zaten o zamandan beri de iktidara muhalif bir konumda. Oral’ı pek seyrek de olsa Büyükada’da görüyorum. Selamlaşıyoruz ama hiç konuşmadık desem yeridir. Son zamanlarda o da iktidara karşı eleştirel bir tutum almaya başladı, bence sevindirici bir gelişme. Halil Berktay’ı en son Mihri Belli’nin cenazesinde gördüm, benim selam vermeye niyetim vardı ama o kimseyle karşılaşmamaya özen gösterdi. Bu isimlerin içinde bugün AKP iktidarına en yakın olanlar Doğu ile Halil bence.

 

UB – Hiç özlemiyor musunuz bu saydığım isimleri? En azından o eski günleri yad etmek, yıllar yılı konuşulmayanları yüz yüze konuşmak harika bir şey olmaz mı? Belki onlardan da sizinle konuşmak isteyen vardır da teşebbüs etmeye korkuyorlardır. Ne dersiniz?

 

GZ – Evet, benim aksi bir adam olduğum konusunda bir tevatür var ama bunun gerçekle bir ilişkisi yok. Hatta Doğu, yıllar önce, olumsuz anlamda, “senin kadar uzlaşmacı birini görmedim hayatımda” demişti. Evet, işler son bir ilke meselesi noktasına gelinceye kadar gerçekten de uzlaşmacıyımdır. Gereksiz yere ayrılıklar yaratmaktan, çatışmadan hoşlanmam.

Esas mesele şu: Bu arkadaşlarla düşünsel olarak da, hayat tarzı olarak da, sosyal çevreler olarak da çok farklı yerlere savrulduk. Benimle görüşmek isteselerdi ararlardı. Ben ise aramam. Örneğin bugün Halil Berktay’ı aramak, ne bileyim, yandaş Kanal24’ü aramaktan farksız olurdu. Bu kanalın sahibi, medya krallarından Ethem Sancak da eski arkadaşımdır, onu aramam nasıl mümkün değilse Halil’i de aramam. Yine de senin bu konudaki öneri ve düşüncelerinin son derece insani olduğunu düşünüp kendi katı tutumumdan bir ölçüde utandığımı söylemeliyim.

 

UB– Şayet ben Türkiye’de bir televizyon kanalında moderatör olsaydım programımda en çok karşı karşıya getirmek istediğim ikili siz ve Doğu Perinçek olurdunuz. Acayip bir program olurdu diye düşünüyorum. Televizyonculardan size böyle bir talep olmadı mı? Perinçek’le tartışma programına “olur” der misiniz? 

 

 

GZ – Bana kalırsa seni bu halinle televizyon kanalında moderatör yapmazlar. Çünkü fazla yaratıcı düşünüyorsun. Dolayısıyla bana böyle bir öneri gelmediğini tahmin edersin. Elbette “olur” derim, neden demeyeyim?

 

UB – Sizin Feyza Perinçek’le evliliğinizden Irmak adında bir kızınız vardı ve evliliğiniz son buldu, ayrıldınız. Öte taraftan Aydınlık hareketiyle de yolları ayırdınız ve yazdığınız anılarınızla Doğu Perinçek’le kanlı bıçaklı oldunuz adeta. Irmak Türkiye’de, siz Londra’daydınız. Irmak’ın babası Gün Zileli, dayısı Doğu Perinçek… Irmak bir savaşın tam ortasında mı kaldı? Bu durum lrmak’ı nasıl etkiledi? Örneğin size karşı lrmak’ı “doldurdular mı?”

 

GZ – “Kanlı bıçaklı” tabiri durumu biraz abartmış gibi. Öte yandan, Irmak “savaşın” ortasında falan kalmış değil. İradesi olan genç bir insandı. Dolayısıyla kimse onu “dolduramaz”dı. Sorunuzdan biraz mahalle kavgası havası çıkıyor. Irmak’la ilgili durumu açıklığa kavuşturayım: Üniversite yıllarında, Aydınlık saflarında yer aldı. Daha sonra, Aydınlık’ın iyice nasyonal sosyalist saflara kayması sonucu, 2010’lu yılların ilk yarısında giderek bu hareketten koptu. Edebiyata yöneldi ve iyi bir romancı oldu. Bugünkü duruşu, Aydınlık hareketinin tam zıddı bir noktadadır.

 

UB – Irmak’ın nasyonal sosyalist çizgiden kopması nasıl oldu? Bu konuları kendisiyle sık sık tartışıp konuşur muydunuz? Kolay bir kopuş olmasa gerek diye düşünüyorum.

(Gün Zileli, Irmak Zileli)


GZ
 – Şimdi böyle söyleyince biraz tuhaf oluyor. Sanki Irmak nasyonal sosyalist olmuş da sonradan bu çizgiyi terk etmiş gibi bir anlam çıkıyor söylediklerinden. Kelimeler ve cümleler çok önemlidir. Irmak hiçbir zaman nasyonal sosyalist olmuş değil oysa. O saflarda halen bulunan birçok insan için de böyle bir nitelemede bulunmak haksızlık olur. Bir partinin izlediği çizgiyle onu bir süre ya da uzunca bir zaman izleyen insanları özdeşleştirmek hatalı bir bakışın ürünüdür. Öte yandan, Irmak’la bu konuları pek tartıştığımızı söyleyemem. O kendi yolunu kendi bilinciyle çizdi. Geleneksel kültürümüz insanların birbirini gütmesi üzerine kurulduğundan birinin kendi yolunu kendisi çizmiş olabileceği pek akla gelmez.

 

UB – Ne yalan söyleyeyim, bu bana pek inandırıcı gelmiyor. Siz Doğu Perinçek hakkında, gazetesi ve televizyonu hakkında ağır yazılar yazıyorsunuz ve öte taraftan kızınız orda çalışıyorken bu sizi rahatsız etmeyecek ve onu kendi bilinciyle başbaşa bırakacaksınız! Bunu benim mantığım kavramakta zorluk çekiyor.

 

GZ – Ben rahatsız olmadım demedim ki. Bugün hâlâ o saflarda olan arkadaşlarımın bu konumundan nasıl rahatsızsam, o zaman da Irmak’ın konumundan rahatsızdım. Fakat bunun bir baba-kız ilişkisine bağlanması da aynı şekilde rahatsız edici olur. Benim dediğim şu: Herkes kendi bilinciyle ve vicdanıyla kendi yolunu çizer. Nitekim öyle de olmuş ve Irmak o hareketten kopmuştur. Buna elbette sevindim. Ama bu, benim babaca zorbalığımla ya da daha hafif  bir deyim seçelim, babaca telkinlerimle olsaydı hiç de sevinilecek bir durum çıkmazdı ortaya.


UB
 – Yine Doğu Perinçek’le devam etmek istiyorum. İki soruyu bir arada sorayım: Birincisi: Perinçek’in çok keskin dönüşleri olur ve adeta bir uçtan diğer uca kayar ama yine de etrafındakileri bu uçtan uca kayışa ikna eder. Nasıl oluyor bu? Doğu Bey’in ikna kabiliyeti çok mu yüksek? İkincisi her seçim arifesinde barajları yıkıyoruz, “İşçi Partisi’nin baraj sorunu yok” gibi laflar eder. Hatta bir keresinde “seçimin birinci partisi biziz ama ikinci kim derseniz onu söyleyemem” gibi bir cümle de sarf etmişti, sanırım 28 Şubat dönemlerinde söylemişti. Ama her defasında binde 3 veya 4 oy alır. Bu bir değil, iki değil, hep böyle ama. Peki, bu apaçık yalan söylemek değil mi? Bunu sorgulayanlar hiç mi yok partide? Sonuçlar büyük hüsran olduğu halde o hep koltuğunda, hep genel başkan. İşçi Partisi’nde (Vatan Partisi oldu gerçi) yok mu ikinci bir adam, o koltuğa talip?

 

GZ – O “koltuğa” kim oturursa üç aşağı beş yukarı aynısını yapacaktır. Bu Doğu Perinçek’e özgü bir durum değil. Diğer partilerin liderleri çok mu farklı sanki? Neden Doğu Perinçek’e taktınız, anlamıyorum. Öte yandan, politikacılık yalan ve göz boyama üstüne kuruludur. Bütün partilerin başkanları aynı şeyi yapar. Ömrünün 40 yılını bu partiye adayanlardan çok fazla radikal adımlar beklememek gerekir. Aynı, emekliliğine birkaç yıl kalmış bir memurun emekliliğini yakmak istemeyişi gibi. Bu durum ancak çok büyük toplumsal altüst oluş dönemlerinde değişebilir.

 

“Deniz, idam sehpasında Kemalist tutum almamıştır”


UB – 68 kuşağındansınız ve dönemin önde gelen simalarından birisiniz. Deniz Gezmiş’lerin arkadaşısınız. Sizin kuşak sosyalizm davası uğruna çarpıştı, sokaklarda vuruştu, hatta idam edilenler oldu. Gerek Deniz Gezmiş’in içinde bulunduğu örgüt olsun, gerekse de diğer sol fraksiyonlar olsun (İ.Kaypakkaya dışında) hepsi Atatürkçüydü. Bu anlayış Marksizmin özüne ters değil mi? Sol neden Atatürkçüydü, neden milliyetçiydi?

 

GZ – Günümüzdeki Deniz Gezmiş simsarlarından kendimi ayırmak için küçük bir düzeltme yapayım: Deniz’le birbirimizi sever ve aynı gençlik hareketi içinde olmaktan gelen bir sempatiyle birbirimizi selamlardık eylemlerde rastlaştıkça. Ayak üstü birkaç laf ettiğimiz de olmuştur ama şöyle iki arkadaş olarak oturup sohbet etmeye fırsatımız olmamıştır. Bu yüzden ortalıkta, “Deniz Gezmiş’in arkadaşıydım” diye dolaşmayı doğru bulmuyorum. Sadece aynı gençlik hareketinde yer almış iki yoldaştık diyebilirim.

Bence o dönemde Kemalizme bu kadar sempatiyle bakmak bir bakıma “Marksizmin özüne” aykırı değil. Çünkü Marksist teorinin temelinde üretici güçlerin ilerlemesi vardır. Kemalizm de bir modernleşme hareketi olduğuna göre onun desteklenmesi gayet doğal. Ayrıca, Komintern geleneği de yıllar yılı Kemalist iktidarları ve uygulamaları desteklemiş ve TKP’yi de, Kürtlerin ve Dersim’in ezilmesi noktasında bile Kemalizme destek olması için teşvik etmiş, hatta yönlendirmişti. Dolayısıyla, koca komünist hareket böyle bir çizgi izlerken, zaten Kemalist bir eğitimle yetişmiş gençlerin farklı bir çizgi izlemelerini beklemek hayalcilik olur. Öte yandan, dünyadaki anti-emperyalist dalgaya paralel olarak o zamanki gençliğin anti-emperyalist, milli kurtuluşçu yanı ağır basıyordu, bu yüzden de “ilk kurtuluş savaşı”nı verdiği farz edilen Atatürk’e hayranlık duyulması doğaldır.

Bununla birlikte, Deniz Gezmiş, idam sehpasında hiç de Kemalist bir tutum almamış ve taburesini tekmelerken “yaşasın Kürt ve Türk halkları” diye bağırmıştır. İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm konusundaki çıkışı da bu yıllara, 1970’li yıllara rastlar aslında. 1960’lı yıllarda İbrahim Kaypakkaya da diğer solcu gençler gibi Kemalizmin etkisi altındaydı.

Öte yandan, bence Kemalizm iki yönüyle değerlendirilmelidir. Bir yanı, klasik devlet yöneticisi yanıdır. Yani Kürtleri ezen, ulus devlet adına Dersim’i kırımdan geçiren, işçi ve köylüleri amansızca sömüren devlet erkânının ideolojisi olarak Kemalizm; ve dinsel bağnazlığa karşı modernist bir atılımın başını çeken Kemalizm. Bu konularda tefrikçi olmakta fayda var. Örneğin bugün, İslamcı bir diktatörlüğe karşı Kemalizmin bu ikinci yönüne ihtiyacımız olduğu da bir gerçek.

 

UB –Deniz Gezmiş’in idama giderken “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” demesini siz neye yorumluyorsunuz? Deniz’in Kürt sorununu son zamanlarda idrak ettiği anlamına mı geliyor?

 

GZ – Evet, devletçi güdülerle mücadeleye başlayan devrimci gençler 1970’lere doğru, özellikle de 12 Mart darbesinden sonar devletin gerçek niteliğini kendi deneyleriyle anladıkça devletin zulmü altındaki Kürtleri de daha iyi anladılar ve Kürt sorununda olumlu bir gelişme gösterdiler. Sadece Deniz değil, o zamanın bütün devrimci gençleri için söz konusudur bu. Yani gençlik hareketinin bütünü için. Bu da az buz bir şey değildir. Şimdi Aydınlık hareketi, geçmişe atıfta bulunuyor ama işin bu yönünü örtbas ederek.

 

UB – Şu sizin de dikkatinizi çekiyor mu: Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan Türkiye’de solcular için birer sembol iken, İbrahim Kaypakkaya pek akla gelmez, daha geri plandadır. Halbuki İbrahim Kaypakkaya’nın bu iki isimden bir eksiği yok, hatta fazlası var bana göre. Bunun en büyük sebebi Kaypakkaya’nın Kürt sorununda resmi ideolojiden (Kemalizmden) etkilenmiş solun tam zıddına şeyler söylemesi midir?

 

GZ – Bana kalırsa idollere kafayı takmak hatalı olur. O bir dönemdi, yaşandı geçti. Bir takım olumlu ve olumsuz deneyler kaldı geriye. Esas bunların gözden geçirilmesi ve dersler çıkarılması gerekir. Kaypakkaya elbette Kemalizm eleştirisinde ufuk açıcı olmuştur, bu olumlu bir mirastır, yararlanılmalıdır. Fakat Deniz ve Mahir gibi onun da oldukça önemli hataları vardır. Ben şahsen, geçmişte yaşanılan hatalardan dersler çıkarmayı daha önemli görüyorum. Öte yandan, Kaypakkaya’nın gölgede kaldığı görüşüne de pek katılmam. Bir devrimci kahraman olarak o da devrim panteonunda hak ettiği yeri almıştır. Bunun ötesinde, kahramanları hababam parlatmak yerine eleştirmek daha önemlidir. Örneğin anarşistler Bakunin’i hem sever, hem de komplocu yanlarını amansızca eleştirirler.

 

UB – Bize tanıdığınız, hatırladığınız İbrahim Kaypakkaya’yı biraz anlatabilir misiniz? İbrahim Kaypakkaya sizlerden neden ayrılmıştı tam olarak?

 

GZ – Köylü kökenli, sevimli bir gençti. Önce SD’ciydi. Sonra MDD’ci oldu ve o zaman İstanbul’da çıkmakta olan Türk Solu dergisinde aktif olarak yer aldı, yazılar yazdı, bu dergiyi Bora Gözen’le birlikte yönetti. 1970 başındaki Kırmızı Aydınlık-Beyaz Aydınlık bölünmesinde Beyaz Aydınlık, yani Aydınlık hareketi safında yer aldı. Mahir Çayan gibi okumaya, teoriye meraklı bir gençti. Maoculukta kendi köylücü eğilimlerini bulmuştu. Dolayısıyla, hareket içinde köylücü eğilimin temsilcisi oldu. Aydınlık hareketini Kemalizme karşı tutum ve Kürtlerin Kaderlerini Tayin Hakkı açısından soldan eleştirerek TKP-ML adlı örgütü kurdu. Sonraki olaylar biliniyor zaten.

Kararlı ve ilkeli bir insandı. Türkiye’de Mao’yu örnek alarak önerdiği köylü gerilla savaşı stratejisi bence gerçekçi değildi. Bu yüzden, kurduğu hareket ve önerdiği strateji başarılı olamadı, fakat Aydınlık’a yönelttiği eleştiriler, bugünkü gelişmeler dikkate alınırsa büyük bir öngörü olarak değerlendirebilir.

 

“Dersim Katliamını tam olarak bilmiyorduk”

 

UB – Sizin kuşak o dönem Kürt sorununu tam olarak bilmiyor muydu? Örneğin Dersim katliamından haberdar değil miydiniz? Taa 1938’de yaşanmıştı bu olay.

 

GZ –Gerçek muhtevasıyla haberdar olmadığımızı söyleyebilirim. Ona bakarsan, 1930’lardaki  Stalin’in Büyük Temizlik’inden de 1980’lerde haberdar olduk gerçek muhtevasıyla. Toplumsal bellek, ancak kendi gündemine gelen sorunlarla canlanır. Mesele bilmek değil, anlamaktır.

 

UB Genel anlamda sizin kuşağın, 68’lilerin, Kürt sorununa, Stalin devri uygulamalarına bakışında büyük değişim olduğunu söylemek mümkün mü? Siz yazılarınızda çok sık Stalin devrinde yapılanları da eleştiriyorsunuz…

 

GZ – Kürt meselesinde bunu söylemek mümkün. VP dışında solun genel olarak bu konuda duyarlı olduğunu söyleyebiliriz. Bizim kuşak açısından bu konuda durum fena sayılmaz. Elbette ulusalcılığa yönelmiş olanları hariç tutuyorum. Stalin meselesine gelince… Aslında bu konuda da 1960-70’lere göre önemli ilerlemeler olduğunu söylemek mümkün. Bugün Stalin’i savunanlar, küçük bir kesimi hariç, bu konuyu tartışmamayı tercih ediyor, çünkü orada olanları onlar da içten içe biliyor. Fakat bu konu tartışılırsa solun ideolojik temellerinin çökeceğinden korkuyorlar. Dev-Yol taraftarı olanlar bile, aslında Stalinist olmadıkları halde buna dahildir.

 

UB –Ev adlı kitabınızda (s. 28) babanızın Dersim isyanında binbaşı rütbesiyle görevli olduğunu, çok korkunç şeylere tanık olduğunu, yanık türküler çaldığında radyoyu kapattırdığını yazmıştınız. Kaypakkaya’dan, Deniz’den önce sizin bu konunun farkına varmanız gerekmez miydi?

 

GZ – Bir çocuktan çok fazla şey beklemek olur bu. Ne yani, bunu duyduğum an, 7-8 yaşlarında bir çocuk olarak, “Dersim’de meğer bir katliam olmuş efendiler” diyerek ortalığa düşmemi mi bekliyorsun? Eğer bunu beklemiyorsan, annemden duyduğum bu olayı da unutup gittiğimi tahmin etmelisin. Ama dediğim gibi, toplumsal bellek gibi bireysel bellek de toplumsal gelişmelerle uyanır. Yıllar sonra Dersim katliamının gerçek muhtevasını öğrendiğimde elbette çocukluğumdaki bu olayı da hatırladım ve yazdım.


UB Dersim katliamına tepkiyi elbette 7-8 yaşındaki bir çocuktan değil, ilerleyen yıllarda sizden beklerdim. Size bir suçlama olarak almayın, bunu şunun için yazdım. Örneğin İbrahim Kaypakkaya Kürt meselesine değindiği halde, Deniz idama giderken o sloganı attığı halde, babanızın anlattığı o acı olayların sizde bir şeyleri çağrıştırmaması biraz düşündürdü beni.

 

GZ –O zaman beklentini boşa çıkartmayayım. “İlerideki yıllarda” Kürt sorununun ve Dersim katliamının bilincine vardım ve bunu 1973 tarihinde yazılıp 1974 yılında mahkemede bizzat benim de okuduğum (o zaman 28 yaşındaydım; umarım fazla geç değildir!) TİİKP Savunması’nı imzalayarak kanıtladım: “1930-1938 arasında her yıl komünist tevkifatları yapıldı. Ağrı, Zilan, Dersim isyanlarında binlerce Kürt köylüsü katledildi. Emekçi halkın yoksulluk ve sefaleti daha da arttı… Kemalist diktatörlüğün işçi ve köylüleri ezen burjuva karakterini açıkça ortaya koyar ve onunla mücadele ederiz.” (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası – Savunma, 4. Baskı, 1979, s. 208-209)

Savunma’yı okumanı tavsiye ederim. Her satırında Kürt sorunu ve Kemalizmin eleştirisi vardır. Ayrıca İbrahim Kaypakkaya, her ne kadar Kürt meselesi açısından o zamanki Aydınlık hareketini eleştirirse de, Kürt hareketine ve Kemalizm eleştirisine ilk adımlarını Aydınlık hareketi içindeyken atmıştır. Bugünkü Aydınlık hareketi 1970-75 dönemindeki Aydınlık hareketinin tam bir inkârıdır.

 

UB – Bahsettiğiniz TİİKP savunmasını Teori Dergisi 1991 yılının Mart ayındaki sayısında tekrar basmış ve ben de bu sayıyı bir sahafta tesadüfen bulmuş, altını çize çize okumuştum. Size soru sorarken doğrusu bu savunmayı unutmuştum. Bir de Perinçek’in MHP’yi de sollayan ırkçı tavırları, sözleri bana o savunmayı çoktan unutturmuş sanırım. O savunmanın yerinde yeller esiyor şimdi. Siz o savunmanın hâlâ arkasında mısınız?

 

GZ – Marksizm-Leninizm savunusu ve Stalin savunusu dışında, temel noktalarda elbette arkasındayım. Özellikle, bugün Aydınlık hareketinin tam zıt bir noktada bulunduğu, Kürt meselesi, Dersim katliamı, Kemalist diktatörlük, 1915 Ermeni katliamı ve Kıbrıs’ın işgali konularında tamamen arkasındayım.

 

UB – Kürtlerin genişce bir kesiminde artık şöyle bir algı oluşmuş, o da şudur: “Konu Kürt sorunu olduğunda Türklerin sağcısı-solcusu, alevisi-sünnisi Kürd’e karşı birleşir. Hepsinin ortak noktası Kürt karşıtlığı, bunların solcusundan da bir şey beklenmemeli.” Bu tespit çok yaygın. Bunda Vatan Partisi’nin, CHP’nin rolü büyük tabii. Ne dersiniz bu değerlendirmeye?

 

GZ – Bu değerlendirmelerin bazı olumsuz deneylerden kaynaklanan haklı yönleri olmakla birlikte, “Türkün Türkten başka dostu yoktur” Türk milliyetçisi sloganına benzer bir şekilde “Kürdün Kürtten başka dostu yoktur” noktasına kadar uzanacak bir Kürt milliyetçisi bakış açısının ürünü olduğunu düşünüyorum. Değişimleri dikkatle gözlemek gerekir. Hiçbir şey yerli yerinde durmuyor. Bugünkü siyasi ve toplumsal bloklaşmalara bağlı olarak, Kürt mücadelesine karşı olumsuz bir noktada olan bazı güçlerdeki olumlu gelişmeleri görmek gerekir. Örneğin, HDP 7 Haziran seçimlerinde Kürt olmayan kesimlerden önemli destek almıştır. Bu bile böyle bir değişime işaret eder.

 

“Türkiye ve İran ellerini ve burunlarını Irak’tan çekmeli”

 

UB – Güney’de bir referandum oldu ve Kürtler bu referandumda “Bağımsızlık”a EVET dediler. Akp, Mhp, Chp, Vatan Partisi vs. hemen hemen tüm partiler yine tek ses olup ortalığı inlettiler. Ne olacak bu Kürt sorunu? Aslında belki soru şöyle olmalı: Ne olacak bu Türklük meselesi? Bu “Türk’e Türk propagandası” nereye varacak? Güney’deki gelişmeleri de hesaba katarak sizin değerlendirmenizi, çözüm önerinizi öğrenmek isterim.

 

GZ – Sözünü ettiğiniz partiler tipik bir devlet refleksi göstermiştir. Bütün devletler paranoyaktır ve giderek temsil ettiklerini iddia ettikleri “ulus”ları da paranoyak yaparlar. Üstelik bunu pek hayran oldukları “ulus-devlet” projesini inkâr edip ayaklar altına alarak yaparlar. O zaman “ulus”ların haklarını savunmak, aslında bu tür projelere karşı olan bizim gibi insanlara düşer. Kısaca söyleyecek olursam, ben kurulmuş ve kurulacak bütün devletlere karşıyım; fakat kurulmuş devletler (aslında fiiliyatta birbirlerinin gözlerini ve altlarını oydukları halde) bir anda el ele verip kurulmak istenen devleti boğmaya kalkıyorlarsa o “ulus”un ya da müstakbel devletin haklarını, referandum yapma hakkını savunmak bir ilke meselesi haline gelir. Size ne yahu? En azından, olay sizin devlet sınırlarınız içinde cereyan etmiyor. Başka bir devletin iç işlerine karışmak müdahalecilik ve yayılmacılık değil midir? Irak’a gelince… Evet olay bu devletin sınırları içinde cereyan etmektedir ama orada da herhangi bir kesimin ayrılma hakkı söz konusudur. Bu yüzden Irak devletinin müdahalesi de haksızdır. “Bir gece ansızın gelebileceklerini” söyleyenler, böylece işlerini de karanlıkta gördüklerini itiraf etmiş olmuyorlar mı?

Kürt sorunu da dahil bu tür konularda çözüm önermek haddim değildir. Bu konuda söyleyebileceğim tek bir şey vardır: Halkları özgür bırakın ve onlar kendi gelecekleri hakkında serbestçe karar versinler. Eğer böyle özgür bir ortam yaşanırsa hiçbir topluluğun ensesinde boza pişirecek yeni jandarma devletler kurulmasını isteyeceğini de sanmıyorum ayrıca. % 90’lık referandumları her zaman kuşkuyla karşılarım. Ama bunu söylemek, bu referanduma karşı çevre devletlerin zorbaca tutumlarına onay vermek anlamına gelmez hiçbir zaman. Tam tersine… Türkiye ve İran ellerini ve burunlarını Irak’tan çekmeli; Irak da elini Kerkük’ten ve özerk bölgelerden çekmelidir. O bölgedeki Kürt çoğunluğun dışında kalan azınlıkların kendi haklarını özgür ve eşit bir ortamda savunmaları sağlanmalıdır. Şu devlet zorbalığı ve savaş ortamında pek ütopik bir görüş değil mi? Evet, bence de öyle. Fakat, ütopik görüşler aynı zamanda geleceğin buz kırıcı gemileri gibidir.

 

UB – Bir Anarşist olarak devletlere karşı olmanızı anlarım ama öte taraftan pratiğe baktığımızda, devletsiz Kürtler’in hâli, çevresinde devleti olan halklardan katmerli kötü. Kürtler de bu duruma bakıp “Devletimiz olsaydı bugün bu durumda olmazdık” diyorlar. Haksızlar mı? Ve bir de Bahçeli ve Perinçek’lerin “aşiret” diye aşağılamalarından da kurtulurlar belki!

 

GZ – Bu ruh halini anlıyorum elbette, haklılar da. Fakat benim korktuğum, sonradan hayal kırıklığına uğramasınlar. Çünkü bütün devletler baskıcıdır. Devlet demek, hapishane, kelepçe, cop, dayak, izleme, korkutma demektir. Sonuçta, kurulacak devletin kendilerini korumaktan çok devlet elitini korumaya yaradığını göreceklerdir. Fakat ne desek boş. Herkes kendi deneyleriyle öğrenir. Öte yandan, Kürtlerin eşit hak taleplerini son derece insanî buluyor ve destekliyorum. Şimdi bir de “ikinci İsrail” diye bir laf dolaştırıyor Türk nasyonal sosyalistleri. Sanki kendi devletleri bölgede “ikinci İsrail” olarak yıllardır rol oynamamış, bugün de ABD’den yüz bulsa oynamayacakmış gibi…

“Aşiret” saçmalıklarına ise hiç değinmesem daha iyi olur. Halkları aşağılayanlar ancak kendi aşağılık konumlarını ortaya koyarlar.

 

 “Ümit Zileli yeğenim olduğu için benimle aynı yerde olmak zorunda değil”

 

UB –  Ümit Zileli sıkı bir Kemalist ve siz O’nun amcası oluyorsunuz. Şimdi bu röportajı okuyanlar ister istemez soracaklar benim gibi: Nasıl oluyor da Gün Zileli Aydınlıkçılarla, Perinçek’le bu derece birbirleriyle kavgalıyken, yeğeni gidip Aydınlık’a yazar oluyor, Ulusal Kanal’da anchormenlik yapıyor, Perinçek’in partisinde milletvekili adayı oluyor? “Yeğenini bile ikna edememiş” demezler mi? (Bunu sorarken Ümit Zileli’nin artık orda olmadığını, 2015 yılında Perinçek’in Tayyipçi olmasıyla oradan ayrıldığını da belirteyim, sorum Ümit Zileli’nin 2 yıl önceki pozisyonuna yönelik)

 

 

GZ – Ümit, senin de belirttiğin gibi, Aydınlık hareketinden kopalı neredeyse iki yıl oluyor, hatta belki daha fazladır. Kısaca belirtecek olursam, Doğu’nun hapisten çıkıp AKP’yle ittifaka yönelmesi üzerine Ümit bu hareketle bütün bağlarını kesti.

Ayrıca, bu “yeğen-amca” söylemini epeyce yadırgadım. Feodal bir çevrede belki böyle bir dominasyon doğal karşılanabilir ama görece daha özgür bir bireysel gelişmenin yaşandığı ortamlarda bu tür beklentiler bir hayli tuhaf kaçar. Dolayısıyla, Ümit Zileli yeğenim olduğu için benimle aynı yerde olmak zorunda değil ya da benim “yeğenimi ikna etmek” gibi bir zorunluluğum yok.

 

UB – İyi ama, kendi sitenizde sürekli yazılar yazıyorsunuz, hiç tanımadığınız yorumculara cevaplar veriyorsunuz, kısacası onları bir şeylere inandırmaya, ikna etmeye çalışıyorsunuz. Konu Ümit Zileli veya kızınız olunca neden onları da iknaya çalışmayasınız ki? Bunu yapmak neden feodallik olsun ki? Siz bir yazarsınız ama bir yönünüzle de siyasetçisiniz, en azından uzun bir siyasi mücadeleniz var. Neticede siyaset insanları ikna etmek, onları kazanmak değil midir? Bunları söylerken de bu işlerin zorla da olsa karşı tarafa kabul ettirilmesinden bahsetmiyorum elbette. Ama bir amca olarak ya da bir baba olarak insanın bildiklerini yakın akrabalarına anlatması, onları ikna etmeye çalışması kadar daha doğal ne olabilir ki?

 

GZ – Bu politikacıların işidir. Politikacılar, iktidara muhtaçtır. İktidar için de bir parti aygıtı ya da örgüt inşa etmek zorundadırlar. Bu da ancak örgüte taraftar kazanmakla olur. Zor bir iştir bu, onlara kolay gelsin. Benim ise hiç ama hiç böyle bir derdim yok. İnsanlar doğru olanı kendi deneyimleriyle kavrar ve kendileri adına bunun için mücadele ederse bence o kadar iyi olur. Fakat benim kendi “örgütüme” taraftar toplamak veya birilerini ikna etmek diye bir görevim yok. Bazı anarşistler, sol örgütleri taklit ederek bu yolu deniyorlar ama bence bu çıkmaz bir sokak. Ayrıca hayatta en karşı olduğum şey, insanların çocuklarının eline bir pankart tutuşturup fotoğraflarını yayınlamalarıdır. Bu, o çocuğun aklına, geleceğine ipotek koymaktır ve açıkça faşist (aynı zamanda Stalinist) bir bakışın ürünüdür. Bırakın, herkes kendi aklıyla, özgür iradesiyle nasıl bir yol izleyeceğine karar versin.

 

UB – Bize ortalama bir gününüzden bahsedebilir misiniz? Gün Zileli ne yapar, nerelere takılır, boş zamanlarında ne yapar?

 

GZ – Sabah kalkıp, kedilerimizi besler, köpeklerimizle yürüyüşe çıkarım. Sonra internetle oyalanırım biraz. Eğer yazdığım bir kitap varsa o günkü iki sayfalık bölümü yazarım. Sonra geçim için yaptığım çeviriye geçerim. Böylece öğleyi bulurum. Yemekten sonra okumaya çekilirim. Akşam yine köpeklerimizi gezdirdikten sonra internetten haberleri izler ve okumaya çekilirim. Gece on civarında yatarım. Çünkü sabah yedide kalkıyorum. “Boş zaman” diye bir şey yoktur, insanların kendine ayırdığı zaman vardır. Bence en boş zaman geçimini sağlamak için boşuna harcanan zamandır.

 

UB – Şu an evli misiniz? Ben daha evvel iki evlilik yaptığınızı hatırlıyorum, yanlış mı hatırlıyorum?

 

GZ – Üçü ülke dışında olmak üzere altı kez evlendim. Yedi yıldır Ceren Cevahir Gündoğan’la evliyiz. Kendisi, 34 yaşında, tiyatrocu ve yazardır. Dört köpeğimiz ve on kadar kedimizle birlikte Kınalıada’da yaşıyoruz. Herkese sevgilerini yolluyorlar. Bu söyleşi iyi bir zamana denk geldi. Yarın doğum günüm. 72 yaşıma giriyorum.

(Ceren Cevahir Zileli, Gün Zileli, Karaburun)

UB – Doğum gününüz şimdiden kutlu olsun. Uzun ömür diliyorum. Bu arada bu kadar çok evlilik yaptığınızı bilmiyordum. Bayanlarla ilişki kurmakta bir sıkıntı yaşamadığınız anlaşılıyor. Peki evlendiğiniz her bayana geçmişte yaptığınız evlilik sayısını hep söylediniz mi yoksa bundan ürküp sizi kabul etmezler diye sakladığınız oldu mu?

 

GZ – Öncelikle şu “bayan” sözcüğünü kaldıralım ortadan. Nasıl erkek cinsinden “bay” veya “baylar” diye söz etmiyorsak, gereksiz bir “kibarlıkla” kadınlara “bayan” demek de yanlıştır ve bu “kibarlığın” altında kadınları ikinci sınıf gören gizli bir alt metin vardır. Halk, “kadın” derse sanki ayıp bir şeyden söz edecekmiş gibi hissedip bu sözcüğe cankurtaran gibi sarılmıştır.

Evlendiğim kadın arkadaşlardan geçmişteki evliliklerimi saklamak aklımın köşesinden bile geçmedi. Zaten geçmesi de saçma olurdu. Kadınlardan ürkmek yerine onları sevmek ve duygularını anlamaya çalışmak çok daha doğru bir davranış olur.

UB – Cezaevlerinde kaldınız, yıllarca gizli yaşadınız, yurt dışına çıkmak zorunda kaldınız. Epey bir sıkıntı yaşamış insansınız. Ve tüm bunlara, sosyalist bir dünya kurmak uğruna katlandınız. Sonra, ilerleyen yıllarda sosyalizmin değil de Anarşizm’in çözüm olduğunu düşündünüz. Bu durumda verdiğiniz o çabalar, katlandığız o sıkıntılar aklınıza geldiğinde sizde bir pişmanlık duygusu yaratmıyor mu? Ve bu soruya bağlı olarak da, “Gün Zileli’nin gençlere son olarak tavsiyesi edeceği şeyler nelerdir?” diye sormak istiyorum…

 

GZ – Anarşizmle sosyalizm arasında Çin Seddi yoktur. Örneğin Kropotkin, anarko-komünisttir. Kısacası, anarşizmin devletsiz sosyalizm olduğu da söylenebilir. Bu bağlamda, geçmiş mücadelelerin hiçbiri boşa gitmez. Toplumsal mücadelede pişmanlık hoş bir şey değildir. Nasıl ki, yaşanan deneylerden ders çıkartmamak, hataların üzerine gitmemek hoş bir şey değilse. Gençlere söyleyeceğim tek şey, vicdanlarını ve akıllarını hiçbir zaman bir kenara koymamalarıdır.

 

UB – Gün Bey, bize vakit ayırdınız. Çok çok teşekkür ederim bu dobra dobra sohbet için. İyi ki varsınız, iyi ki sizi tanımışım.

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Yerelden Yenmek!

Artıgerçek YEREL MÜCADELELER Merkeziyet-âdemimerkeziyet tartışması son 200 yılın en önemli tartışmalarından biridir. Marksist sol, her …

111 Yorumlar

  1. The Last Jedi

    “Son Anarşist” mi?

    Aralık’ta “Son Jedi” geliyor ya, aklıma gelmişken sorayım dedim.

    Gerçi hikaye burada da sürprizlerle dolu.

    “Son Diktatör” de olabilir mesela.

  2. Gun Abi selam, iyi ki dogdun. Harika bir fotograf. Bakislarin guvenin yani sira sanki korkuda veriyor insana. Yani hic 72 yasinda degilsin,, gibisin.

  3. İhtiyar çoban

    Çok güzel bir yazı-belge buldum sonunda! Şimdi zamanım yok ve bir ara burayı bir güzel inceleyeyim. Helal, Gün Zileli. Teşekkürler.

  4. “Bizim dilde ‘Kürt’ kelimesinin olmadığını biliyorsun. Biz Kürtlere ‘Khurr’ deriz. ‘Kürt’ kelimesini Dersim’e 1970’li yıllarda radikal Türk solu getirdi. Daha doğrusu cahil ve Stalinist Türk solu Osmanlı ve Türk’ün doğuda yaşayan herkese ‘Kürt’ demesini esas aldı. Baytar Nuri’nin incilerinden daha düne kadar kimsenin haberi yoktu. Kendi kendine Seyit Rıza’yı ‘Kürdistan generali’ ilan etmiş.”

    “Bugün PKK’nın MİT tarafından kurulan bir dalga kıran olduğunu herkes biliyor. PKK en büyük zararı Kürtlere verdi. Ama MİT ajanı Abdullah Efendi hâlâ Kürtlerin güneşidir.”

    “Radikal Türk ve Kürt solunun ezici çoğunluğunun Pol Pot’cu bir mentalite taşıdığını biliyorsun. Türk ve Kürt solcuları tıpkı Türk ırkçıları gibi etnik-kültürel toplulukların yaşantısına baştan sona yeni bir şekil vermek isterler. Bizim bizi nasıl tanımladığımızın onlar için hiçbir önemi yoktur. Önemli olan, onların bizimle ilgili ‘bilimsel’ görüşleridir. Kabul etmezseniz hakkınız ölümdür.”

    “PKK TSK ekolündendir. Çok kültürlü toplumlara karşıdırlar. Türk ve Kürt çok kültürlü toplumdan ne anlar? Taraflar oldum olası kendi açılarından homojen bir toplum yaratmak istiyorlar. ‘Kuzey-Kürdistan Kürtçülüğü’ Türkçülüğün bir replikasıdır. Demokrasi, insan hakları ve çok kültürlülükten nefret ederler. Dersim’e düşman olmalarının sebebi budur. Ancak Türk derin devleti PKK’yı öncelikle vicdan sahibi ve medeni bir Kürt direniş hareketinin ortaya çıkmasını engellemek için kurdurdu. Apo Süriye’nin eline düşünce onların uşağı oldu. Böylece PKK’da anti-Türk faktör zuhur etti. Planlanan bu değildi.”

    http://mamikiye.blogspot.com.tr/2006/09/ap-imam-wunin-yoldaiyim-sonsuz.html

  5. “1970 yılında, DTCF’nin Felsefe Bölümü’nün 2. sınıfından ayrıldı.”

    Turkce Wikipedia’ya epeyi bir zaman once baktigimda da, asagi yukari bu yaziyordu.

    O zaman da merak etmistim; sormak icin uygun bir zamanin denk gelmesini bekliyordum da diyebilirim.

    Simdi denk gelmis gibi; ama, zaman uygun olsa da, sorunun kendisi ne kadar uygundur; emin degilim.

    Sunu demek istiyorum: Ozel hayata dair sorular sormak, hele de kamusal ortamda, pek de şık degil. Dolayisi ile, bu soruyu hic sorulmamis sayarsaniz da, hic yayinlamazsaniz da kabulum. Hatta, pesinen, sormak ihtiyacini duydugum icin ozur de dilerim.

    Ancak, merak etmiyor da degilim.

    Hele de ikinci sinifta neden ayrildiginizi merak etmemek elde degil –en azindan benim icin.

    Sebepleri agirlikli olarak, manevi (hayal kirikligi vs) miydi; yoksa, maddi (ailenin maddi desteginin yetersizligi vs) miydi?

  6. kürtler mezopotamya veya anadolu yerlisi halklardan değillerdir. iran halkıdırlar. mezopotamyaya ilk kez 1300 yıl önce, anadoluya ise 1000 yıl önce yayılmaya başlamışlardır.

    bu arada, bir hatayı düzelteyim: bugünkü türkiye sınırları içerisinde yer alan kars, ağrı, van, hakkari ve şırnak coğrafi olarak anadolu değildir. bizim keyfi idari bölünmelerimiz buranın adını doğu anadolu yapmıştır.

    kürtler sanıldığının aksine batı/kuzeybatı iran halkı da değildir. proto-kürtlerin antik anavatanı bugün belucistan diye bilinen bölgedir. ancak 1600 yıldır batı iran’da yaşıyorlar ve batı iran’da ayrı bir halk olarak ortaya çıkmışlardır.

    kürt tarihini sümerlere dayandıran görüş tıpkı kemalistlerin kısa bir süre savunduğu hititler türktür gibi bir safsatadır. birkaç ses benzerliğinin aşırı zorlama yorumuna dayanır.

    genetik ve dilbilimsel araştırmalar kürtlerin belucistan kökenli olduklarını net bir şekilde ortaya koymaktadır. ancak dediğim gibi kürtlerin ayırt edilmiş bir topluluk olarak tarihte ortaya çıkmaları ilk defa batı iran’da olmuştur.

  7. Hayır. Devnrimci mücadele nedeniyle. Yıl 1971 idi.

  8. Bir soru da benden: Sosyalist olma iddiasıyla kurulmuş ama ol(a)mamış (hatta tam tersi yöne dönmüş) sistemlere yönelik eleştirileriniz yoğun. Ancak, demokrasi olma iddiasında olan ama aslında ol(a)mayan ABD, AB gibi batı tipi sistemlere yönelik eleştirilerinizin daha az olduğu izlenimindeyim. Bu izlenimim sizce doğru mu, öyleyse sebebi nedir?

  9. Doğru. Sebebi, onların karşıt düzen olmasıdır. Yani orada düzelteceğimiz bir şey yok. İnsan yıkacağını eleştirmez, aynı safta olduğunu eleştirir.

  10. VP/İP Ve Perinçek’in Dünü Ve Bugünü

    Dün: Postal Yalayıcı Darbeci Ulusolcu

    Bugün: Diktatör Yalayıcı Darbe Karşıtı Ulusakçı

  11. İhtiyar çoban

    ‘Koca Kurt Gün’ adlı bir roman yazmayı düşündüm yazınızı okurken arada. sonra vazgeçtim. Çünkü sizin romanınız önceden yazılmıştı. O roman, Boris Pasternak’ın: DR: JİVAGO.
    Bu saptamama ne dersiniz; kızar mısınız, bunu beğenir misiniz, bilmiyorum. Ancak yazacağım dediğim romanda da ‘dram ve insan’ ; o dediğim romanda da ‘dram ve insan’ var.
    Benim gibi bir serseri bunları söylüyorsa var mıdır bir hikmeti?

  12. Kayı boyu bayrağı Amerikan muhalefeti

    Gerçek
    Ekim 26, 2017

    Meral Akşener, İyi Parti’nin kuruluşunu Ankara’da açıklarken, Erdoğan ve AKP iktidarını ekonomi, eğitim, yargı ve laiklik başlıklarında eleştiren ifadelere ağırlık verdi. Erdoğan ve AKP iktidarını “post-modern milli şef dönemi” olarak tanımlayan Akşener, mevcut yönetimi haktan ve liyakattan uzaklaşmakla, özgürlük alanlarını daraltmakla eleştirdi. Meral Akşener konuşmasında eleştirdiği başlıklarda net çözüm önerileri sunmaktan ve partisinin siyasal programını açıklamaktan imtina etti.

    İyi Parti’nin programına bakıldığında ise Türkiye siyasetinde nereye oturduğu çok daha net bir şekilde görülebiliyor. İlkelerde milliyetçilik ön planda, bir sağ burjuva partisi olarak haliyle emeğin hakkını değil mülkiyet hakkını korumayı amaç ediniyorlar. Programa bakıldığında İyi Parti’nin ekonomi politikasının TÜSİAD, dış politikasının ise NATO ekseninde olduğu görülüyor. Akşener’in konuşmasındaki Avrasya vurgusu da bu anlamda değerlendirilmeli. Turancılık, İyi Parti saflarında Alparslan Türkeş’in ortaya koyduğu orijinal haliyle yani Sovyet coğrafyasında emperyalist Truva atı rolüyle karşımıza çıkıyor. Bu anlamda İyi Parti’nin NATO’culuğu Avrasyacı ve Turancı çizgisiyle de örtüşüyor.

    Bu noktada Akşener’in partisinin esas siyasi işlevi de ortaya çıkmış oluyor. İyi Parti, CHP’den AKP içindeki Gül, Davutoğlu, Gülen çizgisine uzanan Amerikan muhalefetinin, sağ kanadında konumlanacak. Temel işlevi ise Bahçeli’nin MHP’sini etkisizleştirmek olacak. Bu yüzden isim ve simge olarak Osmanlı’nın kurucusu olan Türk kavimlerinden Oğuzların Kayı boyunun bayrağı benimseniyor ve MHP’nin altı oyularak Erdoğan ve AKP’yi iktidarda tutan en önemli müttefik gücü devreden çıkartmak istiyorlar.

    Bu anlamda Amerikan muhalefeti milliyetçi, ülkücü, Turancı partisine kavuşmuştur. Ancak esas hamle Akşener olmayacaktır. Her ne kadar Cumhurbaşkanlığı iddiası ile ortaya çıksa da Amerikan iktidar alternatifinin Akşener etrafında şekillenmesi düşük olasılıktır. Her ne kadar MHP kadroları dışında Milli Görüş’ten, eski DYP ve ANAP’tan kadrolarla, CHP ve DSP kökenli transferlerle bir merkez partisi görünümü verilmek istense de İyi Parti’nin esas etkisi MHP’nin kapladığı alanda olacak bunun dışına kısmen taşacaktır. AKP’den ziyade CHP saflarında heyecan yaratması daha muhtemel görünmektedir. Amerikan muhalefeti, Amerikancı bir iktidar alternatifine Gül ve Davutoğlu ile ABD’nin esas oğlanı Ali Babacan’ı harekete geçirdiğinde ulaşacaktır.

    Tüm bunlar “iyi” mi? Amerika ne kadar “iyi” ise o kadar… Yani kötünün iyisi bile değil… Beterin beteri!

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/kayi-boyu-bayragi-amerikan-muhalefeti

  13. Bu topraklar neden iflah olamaz? (Olmasını ve yanılmayı çok isterim.)

    Çünkü, iktidar partisinin oy deposu olan X ilinin Y ilçesinden “Abdurrahman Zileli” adında bir yazar çıkmıyor.

    Çıksa çıksa, aynı ilçenin Z köyünden “Kemal Mızraktaroğlu” adında bir genel müdür yardımcısı çıkıp bir muhalefet partisinin başına geçiyor.

  14. vardır elbette İhtiyar Çoban.

  15. osmanlı hanedanı kayı boyuna dayanmaz. bu bir uydurmadır.

    timur, anadolu’ya girip osmanlı’yı yenmeden önce anadolu’da osmanlı hakimiyetine boyun eğmek zorunda kalmış türkmen aşiretlerinin desteğini kazanmak için biri maddi diğeri ideolojik iki yaklaşım geliştirmiştir. maddi olanı beyliklerini geri vermekti. ideolojik olanı ise, eski türk töresine göre türk hakanlarının soyunun hanlığa dayanması gerektiğini hatırlatmış ve kendisinin cengiz han soyundan geldiğinin açık olduğunu eklemiştir. osmanoğlunun ise han soyu olmadığını bu yüzden türk hakanı olamayacağını ve türkmen beyliklerinin onun hakimiyetine girmemeleri gerektiğini iddia etmiştir. bu sayede ankara savaşında sırplar dışında tüm osmanlı birlikleri timur’a katılmışlardır.

    timur karşısında alınan ağır yenilgi osmanlı’yı kendini ideolojik ve kültürel bakımdan yeniden kurgulamak zorunda bırakmıştır. 2. murad devrinden itibaren ilk defa kayı damgası kullanılmaya başlanmıştır. 2. murad devri ile osmanlı’nın kuruluşu arasında yaklaşık 150 sene vardır. ve osmanlı’nın ilk 150 yılında yazılı tarih anlayışı bulunmadığından bu kayı efsanesinin tamamıyle hanedan soyunu oğuz han’a bağlayabilmek için yapıldığı açıktır.

    bana 1400’lerden önce kayı sembolü kullanılmış tek bir osmanlı eseri gösteremezsiniz.

  16. Gün abi, AKP/Erdoğan rejimi için 2017 sonuna kadar ömür biçmiştin. En geç 2017’nin ortalarında devrilecekler demiştin. Nerdeyse 2017 bitecek. Bir de ordu sistematik olarak emir-komuta zinciri içinde bir NATO darbesi gerçekleştirebilir demiştin. Bla bla… Dediklerin çıkmadı. Bu öngörü(süzlüğü)ne bir cevap bekliyorum ama pragmat bir yanıt olmasın. Realiteye tezahür edebilecek bilimsel sosyalist bakış açısına dayalı bir cevap. Saygılar.

  17. Sosyal mücadelede öngörülemeyen birçok gelişme odlabilir ve öngörüler genellikle doğru çıkmaz. Öngörü ile falcılığı birbirine karıştırmamak gerekir. Öngörülerimin bu yıl açısından yanlış çıktığını kabul ediyorum. Bunun nedeni şu: Adalet yürüyüşünden sonra iki taraf de mevzilerine çekildi ve konsolide oldu. Bu, iki tarafın da yorgunluk hissetmesinden ve kendi güçlerini düzenleme isteğinden ileri geliyordu. İktidar şu anda küçük saldırılar yapsa da esas olarak gerginlikten yana bir tutum içinde değil, çünkü kendi güçlerini 2019’a hazırlamaya çalışıyor. Muhalefet de karşı taraftan büyük saldırılar gelmediği için bu duruma razı gibi. Fakat çatışma eninde sonunda yoğunlaşacaktır.

  18. “Sosyal mücadelede öngörülemeyen birçok gelişme odlabilir ve öngörüler genellikle doğru çıkmaz.”

    bu retorik cümlenin lafzı doğru ama kendi bağlamı içinde içeriği iki düzeyde yanlış: ilki, akp’yi götürecek olan sosyal mücadele olmayacak. farklı uluslararası veya ulusal güç odaklarının aralarındaki mücadele olacak. ikincisi, sosyal ve siyasi gelişmeler pratik olarak pekala öngörülebilir. ancak bunun için gerçekçi verilere ve istihbarati bilgilere ihtiyaç vardır. solcu aydınlar gerçek veriler yerine ideolojik şartlanmaları, istihbarati bilgi yerine istihbaratın çarpıttığı bilgileri kullanmayı tercih ettiklerinden öngörüleri tutmaz.

    “Adalet yürüyüşünden sonra iki taraf de mevzilerine çekildi ve konsolide oldu”

    adalet yürüyüşü, kılıçdar’ın kendi partisine hakim olma ve uluslararası güç merkezlerine ben hala akp’ye karşı destek vermeniz gereken odağım deme biçimiydi. adalet yürüşüyü hiçbir şekilde doğrudan akp’ye karşı sokak muhalefeti yürütmek için yapılmamıştı.

  19. hiçbir toplumsal mücadele uluslararası ilişkilerden bağımsız değildir.

  20. Bir keresinde ulusalcılara yakın eski ülkücü-faşist bir grubun çıkardığı bir derginin (adını hatırlamıyorum) sitesine denk gelmiştim, epey yıl oluyor.

    Orada okuduğum bir yazı PASOK’a (Pan-Hellenik Sosyalist Parti) değinerek, neden bizim de bir “Pan-Türkist Sosyalist Parti”miz yok mesela? (veya olmalı) diyordu.

    Taklitçiler toplumunun taklitçiliklerinden biri işte.

  21. İhtiyar çoban

    Son atımı hatırladım nedense! Yurdun durumu üzerine bir şeyler düşündüğümden belki. Yaşlı gibi olduğumda, atım da yaşlıydı; durmasını istediğimde ‘şşş!..’ derdim ve o hemen dururdu. Dinar taraflarından almıştım onu, bir çiftlik sahibinden; Seklavi attı. Sonra o Erzurum taraflarında hastalandı; Pertek’ten Hozat’a yakınken öldü; daha doğrusu, sancısından kurtarmak için vurdum. Hala daha canımı sıkar bu konu.
    Bu halk, eziyete, işkenceye şerbetli bir hal arz ediyor. Atım kadar bile mert olsaydı, yiğitçe atım kadar yaşayabilir miydi? Atın ömrü kaç yıldır; bilen çok azdır. Yağız öldüğünde yirmi sekiz yaşındaydı.
    Bir sürü cehalet durmadan kalem oynatırken, bir atın yıllarca bir ihtiyar çobanın yoldaşı olduğundan haberleri yok! Yuh olsun!

  22. ahmet aslan Heybeliada

    sevgili gün zileli, kasr ımualladan laf söylemiş,muradı az imiş ama çok söylemiş.gençler bilir, bu hareket pda dan başlayarak bir provakasyon hareketidir. çocuk küçük kalamaz, büyür ister istemez.perinçekle aynı kumaştanız, liderlik vasıfları olan biridir perinçek.ben anı kitaplarından farklı sonuçlar çıkarmıştım.hatta bu kitaplarda en geniş bilgiyi edinmiştim, perinçekgiller hakkında. dolapta erik saklamalarını bile öğrenmiştim. tımarhanelik perinçekin her hafta çıktığı kendi kanalı var. başka kanallarada çıkıyor.erdoğandan birse o iki tv ye çıkmakta. başka kanallar aklınca muhalefet yada yandaşlık adına çıkarıyorlar.iki hafta önce dolaşıyordum kanallarda ,yılışık rafet ballı soruyordu”bu sahsın iki röportaj kitabınıda okudum”sayın perinçeksizin partinizden de akşener e katılanlar olur mu cevap- bizim partiden halil berktaylar , oral çalışlar, gün zileliler çıkmıştır,şimdi emperyalizme hizmet ediyorlar.aydınlık hareketinin kurucusuyum,faşistlere söz hakkı, kapitalizmi bir andayıkmanın anlamı yok vs vs . bence önemli ve doğru saptama stalin dönemi ve dersim katliamını geç öğrendim , geç farkına vardım.fakat burdaki tavır 19 yüzyıl başında bizim bekçinin yahudi yurtaşımıza siz isa yı öldürdünüz diye saldırmasına benziyor.fransız devrimine benzer hatta ondan önemli olan ekim devrimi tarihin dönüm noktasıdır.ütopya ve idalizm üstüne yükselen devrim, iç ve dış müdahale sonucu baskıya yönelmiş, şiddet şiddeti doğurmuştur.terör zamanla burjuvaziden , devrimci gruplarada yönelmiş.parti birliğini sağlamak için parti içinde özgürlükler kısılmış.zamanla avrupa devrimi olmayınca tek ülkede sosyalizm stalini başarıya ulaştırmıştır.zamanla parti içindeki muhalefete terör yöneltilmiştir.stalin devrinde ülkemizden insanlarda çalışma kamplarında ölmüş, kurşuna düzülenler olmuş, bu kamplardan sağ kurtulanlar olmuştur. daha sonra sağ kurtulanlara aylık bağlanmıştır. stalin devri kurbanlarının anıları önünde saygıyla eğiliyorum. yaklaşan ekim devrimi yıldönümünde ekim devrimini selamlıyorum.anarşizmle sosyalizm arasında çin seddi yoktur bunu hatırladım,kemalizmlede yoktu.

  23. nüfusunun %80’i şii/kızılbaş kökenli olan iran’da nüfusun %10’unu oluşturan kürtlerin ezici bölümünün sünni kökenli olması türkiye’de kendisini alevi kürt olarak adlandıranların durumunu bilinmez yapıyor. oysa iran’da farslar haricinde türklerin de (azeri, türkmen) büyük çoğunluğu şiidir.

    yine ciddi şii nüfus barındıran ırak ve suriye’de de kürtlerin büyük bölümünün sünni olmaları ve bu ülkelere yakın yörelerde yaşayan türkiye kürtlerinin sünni kökenli olmaları, alevi kürtlerin genellikle alevi türklere yakın yörelerde (iç anadolunun doğusu doğu anadolunun batısı) yerleşik olmaları alevi kürtlerin etnik bakımdan ne kadar kürt olduklarını sorgulanabilir kılmaktadır. hiç kuşkusuz bugün alevi kürtler tamamen kürtleşmiş durumdadırlar. fakat bu doğal ve tarihi bir kürtleşme değil, siyasi bir asimilasyondur.

  24. Özel hayatınızı deşip, sitenizi ziyaret edenlere de, ‘sol’dan magazin malzemesi çıkarmak isteyen basın mensuplarına da fırsat sağlamak amacıyla sormuyorum.

    6 evlilik yaptığınızı, bunların 3’ünü yurtdışında yaptığınızı söylemişsiniz.

    Yurtdışında yaptığınız evliliklerle ilgili sorum şu:

    Bilirsiniz, pek çok devletin mevzuatında, siyasi mülteci olarak sığınma statüsü elde etmek için bazı şartlar (ve yöntemler) vardır. Sizin yurtdışında yaptığınız evlilikler, aşk sonucu evlilik mi? Yoksa, sığınma statünüzü garantiye almak için formalite icabı yapmak zorunda kaldığınız evlilikler mi?

    Cevap vermek zorunda değilsiniz elbette.

  25. Hayır. Ben ingiliz pasaportu almıştım. Böyle bir şey benim için söz konusu yok. Ama evliliğimin biri, evlendiğim arkadaşa bu statüyü sağladı. Fakat tamamen kâğıt üzerinde bir evlilik değildi bu da.

  26. İhtiyar çoban

    DERSİM’İ BİRAZ TANIYALIM – 1. Bölüm

    Dersim, Apaçi ya da Seminol yerlilerinin yaşadığı bir yer gibi değil elbette; ancak doğuda, batıda herhangi bir yerdeki yerleşimdekiler gibi de değiller. Batıni/Alevi kültürleriyle ve insancıl, hakçı, özverili, öngörülü tutumlarıyla müthiş bir değerdedirler. Bu özellikleri, her tarihi dönemde aynı.
    Osmanlı’yla bağları kopuktu; onlar Timur’a, Şah ismail’e yakınlık duydular. Biat ve kulluk da ruhlarına aykırıydı. kurtuluş Savaşı sürecinde ve kuruluş evresinde, Atatürk’ü halkın ve geleceğin bir umudu olarak gördüler. Kuruluştan sonra devletleşen güç, sadece Atatürk’ün ve en güvendiği arkadaşlarının kafasındaki devlet olarak oluşmadı. Osmanlı’dan mayalanıp gelen zihinsel doku, Bayar’larla, Çakmak’larla milli-şövenist bir geleneği egemen kıldı. Özgün yapısıyla bu durumu ve bölgedeki askeri ve bürokratik yapılanmayı yadırgayan Dersim, kimi önderlerinin de bakış açılarıyla birleşip karşıt durum oluşturdu. Yeni devlet, bunu ezdi.
    Dersim, sadece şimdiki adıyla Tunceli’nin içerdiği bir bölge değildir. Yukarıdan Erzincan, aşağıdan Elazığ ve Bingöl de bu kültürel yaşayış bölgesinin uzantılarıyla örülüdür. Ancak özellikle Fırat üstündeki bölge insanları göç ettirilmeleriyle ve idari, askeri önlemlerle etkisizleştirilmeye çalışılmıştır.

    (Ben ihtiyar çoban, Dersimli değilim. O bölgede bir zaman ‘baht hakı’nı kullanmış, eski bir dönemde onları tanımış bir yiğidim.)

    Devamını sonra, 2’inci bölümde yazarım.

  27. Reklam-arasi bir bosluk var gibi hazir; bir iki soru sorayim, kanaatlerimi yazayim ben de…

    “Dersim, Apaçi ya da Seminol yerlilerinin yaşadığı bir yer gibi değil elbette; ancak doğuda, batıda herhangi bir yerdeki yerleşimdekiler gibi de değiller.”

    Bununla, dolayli da olsa, Dersim’de yuzeye cok yakin uranyum madeni filan var da, o yuzden insanlar cok yogun nukleer radyasyona maruz kalmislar filan mi demek istiyorsunuz?

    Hayir yani; baska turlu boylesine farkli bir insan alt-turunun olusmasini aciklayamayiz…

    “Batıni/Alevi kültürleriyle ve insancıl, hakçı, özverili, öngörülü tutumlarıyla müthiş bir değerdedirler. Bu özellikleri, her tarihi dönemde aynı.”

    Iyi niyetli oldugunuz muhakkak da, bu, sizin destkesiz salladiginiz gercegini ne degistiriyor, ne de yeterince hafifletici bir sebep olusturuyor.

    Cografi yapisinin dayatmasiyla, iceriye ya da disariya goc pek/hic mumkun olamamis; yine ayni sebeple, ticaret yollari uzerinde de uzerinde olamamis; kendi icinde de kucucuk kucucuk ve birbirine de kapali toplumcuklarin (kabilelerin, asiretlerin vs) uzerinde yasadigi bir toprak parcasindan bahsediyoruz.

    Boyle yerlerde, sizin guzelleme yazmak icin ikindiginiz turden homojenlikler degil; tersine, birbirinden cok farkli cizgilerde topluluklar olusur.

    Ortak ozellikleri de, hic de sizin kocakladiginiz sekilde, insancil, hakcil falan filan degildir.

    Kabile/asiret icinde bir miktar stabilite varsa, o zaman, kendilerine yonelik bu tur seylerden bir nebze bahsedilebilir.

    Ama, ayni kabile/asiret icinde –stabilite saglamak ugruna– ortulu siddetin devam ettigini ve zaman zaman cok da siddetli bir sekilde aciga cikacagini da gormek gerekir.

    Diger kabile ve asiretler ile de, denge, bicak sirtindadir hep. Yani, catismalar, catismalar ve takip eden kisa bir sulh donemi..

    Ortak bir ‘tarih’ten de bahsedemeyiz pek. Bunun saglamasini yapmak da zor degildir. 5-10 farkli yerlesim yerinden birer kisiyi alip anlattirirsaniz, gecmis/tarih hikayelerinin birbiriyle cok az ilintili oldugunu gorursunuz.

    Yazili bri tarihleri de, haliyle, olmadigi icin, “her tarihi dönemde aynı” deyisiniz ozellikle havada kaliyor. Bilmediginiz bir tarihi uydurup ufuruyorsunuz.

    “Osmanlı’yla bağları kopuktu; onlar Timur’a, Şah ismail’e yakınlık duydular.”

    Evet, kapali toplumlarda bu da gorulur. Dis dunyayi hayli geriden takip ederler.

    1400’lerde (kus ucusu 2 bin km uzakta, Kazakistan’in bilmemneresinde) ölmus gitmis Timur ve 1500’lerde (yine, kus ucusu 600 km uzakta, Tebriz’de) ölmus gitmis Sah Ismail’e ‘yakinlik duymak’ buna iyi bir ornek olabilir.

    Buna ‘maziye kacmak’ da diyebiliriz.

    Ayrica, Osmanli’ya yakinlik duymayislarini da ‘tamamen duygusal’ sebeplerle aciklamak hic de zor degil. Vergi ve/ya asker vermege kim gonullu olur ki?

    Boyle seyleri bir ozellik ya da marifet saymak da apayri bir marifet olsa gerek.

    “Biat ve kulluk da ruhlarına aykırıydı.”

    Taaabi, tabi.

    Kabile ya da asiret icinde biattan bahsedebilir miyiz hic?

    Herkes birer bagimsiz ve ozgur bireydi, degil mi?

    “kurtuluş Savaşı sürecinde ve kuruluş evresinde, Atatürk’ü halkın ve geleceğin bir umudu olarak gördüler.”

    Bu da, yukaridaki vergi ve asker baglaminda kolayca aciklanabilecek seylerdendir.

    Mustafa Kemal, o gunlerde, vergi ve asker alan (almagi dayatan) Osmanli’ya isyan etmis birisi olarak goruldugunden, tabii ki, vergi ve asker vermek istemeyenler tarafindan sevilecektir.

    Ama, kazin ayaginin, isyanci gordukleri kisinin yeni ‘devlet’in basina gecmesiyle, farkli oldugunu gorurler. Ama, hala daha anlamak istemeyenler var; o ayri.

    “Kuruluştan sonra devletleşen güç, sadece Atatürk’ün ve en güvendiği arkadaşlarının kafasındaki devlet olarak oluşmadı.”

    Bu kadar ikinmaniza gerek yok. ‘Lider iyi etrafindakiler kotu’ muhabbetinin de hudutlari vardir; siz onu coktan astiniz.

    MKA’nin, her an isyana hazir bir bolgeye ozel bir yakinlik duymak icin ne gibi sebepleri olabilirdi?

    Tabii ki, oyle bir sey yoktu. Ve, ilk firsatta, yer ile yeksan etmegi secti.

    “Osmanlı’dan mayalanıp gelen zihinsel doku, Bayar’larla, Çakmak’larla milli-şövenist bir geleneği egemen kıldı.”

    Dersim Kiyimindan 4-5 sene (hatta, daha da) onceden hazirliklarina baslanmis ve siz hala daha bunu, birileri sanki MKA’yi kandirmis da, kasla goz arasinda yapmis gibi anlatiyorsunuz..

    “Özgün yapısıyla bu durumu ve bölgedeki askeri ve bürokratik yapılanmayı yadırgayan Dersim, kimi önderlerinin de bakış açılarıyla birleşip karşıt durum oluşturdu.”

    Yani, Dersim hep ayni Dersim. Surekli karsit ve muhalif. Bunu demek istiyorsunuz, her halde.

    “Yeni devlet, bunu ezdi.”

    ‘Yeni devlet’in Kurucusu kimdi?

    “Dersim, sadece şimdiki adıyla Tunceli’nin içerdiği bir bölge değildir. Yukarıdan Erzincan, aşağıdan Elazığ ve Bingöl de bu kültürel yaşayış bölgesinin uzantılarıyla örülüdür.”

    Yok, siz cok dar tuttunuz simdi. Horasan’a, Semerkand’a filan da uzansaydiniz bari.

    “Ben ihtiyar çoban, Dersimli değilim.”

    Belli.

  28. “Kabile ya da asiret icinde biattan bahsedebilir miyiz hic?
    Herkes birer bagimsiz ve ozgur bireydi, degil mi?”

    Fert yok, cemiyet var!

    Hak yok, vazife var!

  29. İhtiyar çoban

    Geveze ve ters yüz edici demagog Necip mecip, dağ gibi koskoca eşkıyanın karşısına, haşin bir maltız terrier canavarlığıyla çıkmış ahkam kesiyor. Yandaşlığı, düzen yanlılığı hiç bilmeyen birisi, böylesinin karşısında insanlıktan soğur. ihtiyar çoban bir sigara yaktı ve bu haşin canavara birkaç söz ayıttı, bakalım ne dedi:
    – Apaçi, Seminol… bunlar uygarlık palavrasının yok ettiği yüksek nitelikli topluluk-toplum adları. Kovboy filmlerinde bunlara kafa derisi filan yüzme rolleri biçerler. Necip mecip de Dersimdekilere uranyuma maruz alt insan rolü biçmiş. Kafa yapısı meselesi! Benim söylediğim şudur: Dersimliler konusunda yanılıyorsunuz; değer yönüyle çoklarınızdan üstündürler.
    -Mecip, batıni/alevi konusunda telli turna gibi bam tellerinden sarsılan bir medrese kafada. Üstelik Dersimlileri taş çağındaki mağara kabileleri gibi farz eylemiş; nerelerde okuyup yetiştiyse; Oysa onlar bu meciplere uygarlık ve insanlık dersini kat kat verirler. Kapalı bir toplum niye olsunlar; uzaklara misafirlikleri, misafirlerinden iletişimleriyle yeryüzüne açık zihinde ve anlayıştadırlar. mecip onları ilkel sanıyor, kişi neyse başkasını da öyle ister.
    -Necip mecip, 15. yy’ı ve sonraki Anadolu olaylarını bilmiyor: Beyazıt-Timur kapışmasının ana nedeni, Beyliklerin ve beylerin Timur’a yanaşmaları; ve birkaç bey’in ona iltica etmeleri, Timur’un da Anadolu halkının yanında olduğunu belirterek gelmesi… Doğu’nun, Dersim’in Timur’la irtibatını hayatında duymuş mudur bizim geveze kişi? o, söz konusu bölgeyi, koyun keçi çoban yatağı sanıyor. Şah İsmail de bölge halkının kalplerindeki şah’tır. Pertek kalesi niye oradadır, nereden bilsin bizim lafazan?
    -Mecip, MKA harfleriyle esas sorumlu’yu da keşfedivermiş. Dersim’deki dramın asıl sorumlusu, bürokrasi ve inzibati yapıdır ve olayları onlar başlatmış, onlar geliştirmiş ve hazırlığı,başlangıcı,sonucu bizim maltız’ın canavarlığıyla başarmıştır. Atatürk’ün bir devletin kurucusu olması ayrı bir konu. O anki devletin statüsü ayrı. Dersimliler Atatürk’ü anlarlar. mecip’e öğretlen veya algılatılan şeyi o halk çözüp bilmiş; matematikleri de bizim gevezeden üstün bakınız!
    -Necip mecip, Dersim’i iki kaya iki dağ arası sanıyor. Elazığ da Erzincan da Bingöl de yiğit ve izanlı tavrıyla güzel bir kültürdedir. Evet, Horasan ve Semerkant da güzel tavırlıdır, mecip bunu biraz bilmiş.
    -Demagog çocuk, ben sana demedim mi oralı değilim diye. Oralı biri seni muhatap bile almaz; zaten yy’dır sazında, hikmetinde, deyişinde senin gibi cehaleti, yobazlığı, biatçı kimliksizliği eleştirdiler.
    İhtiyar çobanın bir sigara dumanı üfürüğüymüşsün.

  30. “Dersimdekilere uranyuma maruz alt insan rolü biçmiş.”

    Yok. Yine anlamazliginiz depresmis.

    Ben ‘alt insan’ demedim; ‘alt tur’ dedim –cunku, siz, onlarin insan oldugunu soylemis ve ustun olduklarini da eklemistiniz.

    Soylemistiniz de, sanki baska insanlarda gorulmeyen ozel ve ustun bazi hasletlerin bir arada goruldugu bir (ustun) insan toplulugundan bahsediyorsunuz.

    Bu kadar ozel hasletlerin sadece bir grupta ortaya cikmasi icin ciddi bir evrim sureci gerekiyor. O da, ancak, radyasyona maruz kalmak filanla mumkun –bu kadar kisa zamanda.

    Ortaya cikan da, insan olmakla beraber, insandan onemli farklari olan bir alt-tur (sub-species) olabilir ancak.

    O bakimdan sordum.

    Ama, galiba calismadiginiz yerden sordum.

    Insan yerine, koyun-keci filan gibi daha asina oldugunuz ornekleri mi versem?

    “Benim söylediğim şudur: Dersimliler konusunda yanılıyorsunuz; değer yönüyle çoklarınızdan üstündürler.”

    Nasil, ne acidan ustundurler?

    “Üstelik Dersimlileri taş çağındaki mağara kabileleri gibi farz eylemiş;”

    Benim farzetmeme filan hic gerek yok. Dersim hakkinda azicik okuyan, Dersimlilerin yazdiklarini/soylediklerini biraz takip eden icin bu hic de yadirganacak bir sey degil ki.

    “Kapalı bir toplum niye olsunlar; uzaklara misafirlikleri, misafirlerinden iletişimleriyle yeryüzüne açık zihinde ve anlayıştadırlar.”

    Ayda yilda birisinin cikip gelmesi, o toplumun kapali toplum olmadigina isaret etmez.

    “Beyazıt-Timur kapışmasının ana nedeni, Beyliklerin ve beylerin Timur’a yanaşmaları;”

    Boyle soyleyip gecmek olmaz. Sebeplerini de yazmalisiniz.

    Ve, tabii ki, sebeplerinin basina da ‘inanc’ filan gibi muglak seyleri degil; asil onemli olan ekonomik cikarlari yazmalisiniz.

    Timur, onca yolu, Anadolu’daki ‘gardaslari’ni ozgurluge kavusturmak icin mi savasarak gelmisti, mesela.

    Yoksa, daha zengin yerleri ele gecirmek icin mi?

    [Ankara Savasindan galip ciktigi halde, yerlesmeyip geri donusu size neyi anlatiyor? O tarihlerde Anadolu’nun isgale degmeyecek kadar yoksul oldugunu olabilir mi?]

    “ve birkaç bey’in ona iltica etmeleri, Timur’un da Anadolu halkının yanında olduğunu belirterek gelmesi…”

    Bunlarin, tipik isgalci soylemleri/propogandasi oldugunu bilmiyorsaniz, ABD’nin de Irak’a demokrasi goturmek icin girdigine de inanirsiniz siz –hic sasirmam.

    “Doğu’nun, Dersim’in Timur’la irtibatını hayatında duymuş mudur bizim geveze kişi?”

    Bu bana sunu soyler: Timur’u kendisine kurtarici gorenler hic akillanmamis/degismemis.. Dersim Katliami sonrasinda da benzer ‘irtibat’i devam ettiriyorlar cunku.

    “Şah İsmail de bölge halkının kalplerindeki şah’tır.”

    Bilmez miyim hic.

    Sah Ismail de, sagolsun, bu sevgiye misliyle karsilik verir.

    O kadar ki, Toroslardan kalkip gelen Kizilbaslari, konakladigi yerden bir saatlik yolda durdurtur ve yuzgeri geldikleri yere gonderir.

    Gonderir, cunku, isyancilar ona geldikleri yerde lazim. Yanibasinda degil. Hatta tehdit olarak gorur.

    “Pertek kalesi niye oradadır, nereden bilsin bizim lafazan?”

    Anlatin, ogrenelim.

    Dagin basindaki bu kalenin manzarasininin guzelligi midir Mengucekogullarinin taa Selcuklular zamaninda yaptirmasinin ve Osmanlinin da tamir ettirmesinin sebebi?

    Ve, sahi, dagin eteklerindeki Baysungur camisi, Celebi Ali camisi neyin nesidir?

    Tamami (guya) Alevilerden olusan bir bolgede bu iki ‘bey camii’ ne ariyor?

    Anlatin, ogrenelim.

    “MKA harfleriyle esas sorumlu’yu da keşfedivermiş.”

    Benim ‘kesfet’meme gerek yok ki. Eldeki her belge bunu gosteriyor.

    “Dersim’deki dramın asıl sorumlusu, bürokrasi ve inzibati yapıdır ve olayları onlar başlatmış, onlar geliştirmiş ve hazırlığı, başlangıcı,sonucu bizim maltız’ın canavarlığıyla başarmıştır.”

    Evet, evet.. hep de boyledir zaten..

    Emri veren, harekati baslatan, takviye eden hep masumdur.

    Varsa yoksa, burokrasi falan filan.. suclu hep memurlardir.

    Degil mi?

    “Atatürk’ün bir devletin kurucusu olması ayrı bir konu.”

    Neden ‘ayri konu’? Iyi seyler iyi de; kotu seyler neden ‘ayri konu’ oluveriyor?

    “O anki devletin statüsü ayrı.”

    Neymis ‘o anki’ devletin statusu?

    ‘Gecici devlet’ filan miydi?

    Yoksa.. yoksa.. 1923’te kuruldugu da mi yanlis?

    “Dersimliler Atatürk’ü anlarlar.”

    ‘Batinilik’, yani bir cesit ‘sezgicilik’, iste, bu tur yanilsamalara da yol acabiliyor mu demek istediniz?

    “Dersim’i iki kaya iki dağ arası sanıyor.”

    Yok. 2 degil, 4.

    ‘Dersim dört dağ içinde | Gülü var bağ içinde’ diye turkusu de var, bilmez misiniz?

    “Elazığ da Erzincan da Bingöl de yiğit ve izanlı tavrıyla güzel bir kültürdedir.”

    Kultur dediginiz seyi cok da abartmamak lazim.

    Her kapali toplum, ziyadesiyle kendisine has kulturler gelistirir (daha dogrusu, ‘kultur’ kendiliginden oyle gelisir).

    Iyi taraflari da vardir, kotu taraflari da. Abartmamak lazim.

    “Demagog çocuk, ben sana demedim mi oralı değilim diye.”

    ‘Ora’li olmayan birisi icin fazlasiyla otoriter lakirdilar ediyorsunuz.

    “Oralı biri seni muhatap bile almaz;”

    ‘Ora’li olmayan birisi olarak ‘ora’nin adina boyle raconlar kesmenize hic ama hic orali olmadigimi farketmediniz mi, hala daha?

    Dersimlilere, Cumhuriyetin, Kemalizmin ve nihai olarak da ‘solcu’lugun Gurkalariymis gibi muamele etmekten ne zaman vazgececeksiniz?

  31. İhtiyar çoban

    Necip mecip’te izan sıfır. Çenesiyle yaşayan ve düşünme yönü olmayan, hiç olmayacak hazin geveze. Sadece boş laf! Gürültü patırtı.
    Keçi koyun uzmanıyım; doğru. Ama ben diğer mahlukatın da uzmanıyımdır :
    (Sağır adam ahıra girdiğinde karakaçanı hep esnerken görürmüş. Bu durumu karısına söylemiş. Karısı gidip baktığında, mahlukun esnemediğini, aksine bangır bangır anırdığını görmüş! )

  32. İhtiyar Çoban ile Genç Mühendis’in tartışmasını ilgiyle takip ediyoruz.

    “İhtiyar” ve “Genç” dediysek, kelimenin düz anlamıyla değil elbette.

  33. “Batıni” anlamı mı desek?

  34. “Keçi koyun uzmanıyım; doğru. Ama ben diğer mahlukatın da uzmanıyımdır:”

    Muhakkak oylesinizdir… de, keske dedikleriniz bu iddianizin saglamasina yardimci olsa.

    “(Sağır adam ahıra girdiğinde karakaçanı hep esnerken görürmüş. Bu durumu karısına söylemiş. Karısı gidip baktığında, mahlukun esnemediğini, aksine bangır bangır anırdığını görmüş! )”

    Way be..

    Iste buna, yumurtladiginiz bu ulvi/uhrevi hikmetler iceren ‘darb-i mesel’e, sapka/kalpak/fes/kasket –artik, neyiniz varsa basinizda– cikarilir!..

    Anadolunun kadim bilgeligi, goruldugu uzere, Ihtiyar Coban’in kisiliginde ete kemige burunmus..

    Neymis, neymis..

    Sagir adam ahirda aniran essegini esniyor zannetmis.

    Karisi gidip ‘gör’meseymis, o olumcul hata duzeltilemeyecekmis.

    Iyi de, ahir dedigin o kadar da uzakta olmaz; karisi ‘bangır bangır anır’an essegin yanina neden gidip bakti.

    Duyamiyor muydu?

    Yoksa o da mi sagirdi?

    Kisacasi, hikmetli bir seyler yumurtlamak icin ikinmaga kalkismadan once, en azindan senaryoyu dogru durust olusturmak gerekir.

    Ama, nerdee..

    Ayni seyi –daha da beterini– Dersim konusunda yapiyorsunuz.

    Guya bir zaman gitmis ‘ora’da kalmissiniz. Eyi, inandik.

    Sizi iyi agirlamislar; yemis icmis, donmussunuz.

    Memnun etmisler; yani.

    Ama, aslinda, sadece zaman ziyan etmissiniz.

    Dersim hakkinda dise dokunur bir sey ogrenmeden, ‘yigittirler’, ‘merttirler’ filan gibi bildik cart curtlardan olusan kendi capinizda guzellemelerle/kocaklamalarla kafa utuluyorsunuz.

    Bunlari koyunlariniza kecilerinize anlatin. Onlar, sizi ‘ekmek kapisi’ bildiklerinden sessizce dinlerler.

  35. İhtiyar çoban

    Necip mecip, şeytan ayrıntıda gizli ve çok güzel yakalıyorsun arkadaşın elemanı; onunla da işbirliğinde senceğize hayırlı başarılar. Ama o eleman da zihinsel bir üfürük olduğu için ne yapsan etsen boşuna.

  36. İhtiyar çoban

    DERSİM’İ BİRAZ DAHA TANIYALIM – 2. BÖLÜM

    Sazımla güzel çalıp söylediğim müthiş bir ağıttır:

    Karanlık çöküyor dağıma, bağıma.
    Bombalar yağıyor sağıma, soluma.
    Dersimo, Dersimo…
    Dertliyim Dersimo, yıkığım virano…
    Dermana gelmişim derdo…

    Çalısı çırpısı gül gibi kokar.
    Munzur’un hasreti sinemi yakar.
    Dersimo Dersimo…

    Gariplik hasretlik çökmüş serime.
    Yiğitleri gitmiş, gelmez Dersim’e.
    Dersimo, Dersimo…

    Eveet; devrimci Dersim’i size sonraki bölümde anlatacağım.

  37. “Eveet; devrimci Dersim’i size sonraki bölümde anlatacağım.”

    Anlatin, 80 senedir ‘sen bizdensin’, ‘devrimcisin’, ‘osun, busun’ dolduruslariyla, Dersimlilerin mateminin dahi nasil gasp edildigini..

    ‘Bir can icin beni mahcup etme’nin en sefil ornegi Dersimlilere uygulanandir bence..

    Tipki, ‘sosyalizm geldi; daha ne grevi!’ demek gibi; bu insanlarin yaslarini dahi tutmasina izin verilmedi..

    Dusun Dersimlilerin yakasindan; bitsin bu zulum.

  38. matemini sen mi tutuyorsun dersimin. gülünç necip. işidin ezidiye baktığı gözle mi? çoban o matemi tutuyor. faşist olmak niye bu kadar kolay ey necip insani!

  39. “matemini sen mi tutuyorsun dersimin.”

    Hayir, tabii ki, ben tutmuyorum. Kimse, kimsenin matemini tutamaz; tutuyorum derse de yalandir.

    “çoban o matemi tutuyor.”

    Hayir. Tutmuyor.

    Haricten gazel okudugu bir yana, ustune ustluk, bir de (eskiden daha yaygindi, ‘erkekler aglamaz’ deyip, erkeklerin mateminim baskilanmasi gibi) Dersimilerin matemini ideolojik kanallara (‘devrimci’ filan diterek) yakit ediyor.

    “işidin ezidiye baktığı gözle mi?”

    Niye oyle bakayim? Ne derdim var/olabilir benim Dersimlilerle?

    “faşist olmak niye bu kadar kolay ey necip insani!”

    Degil mi?

    Once katlet, sonra da ‘sen bizdensin’ ayaklariyla mateme dahi izin verme..

  40. 33 numaralı necipe. ihtiyar çoban ve senin yazdığın yazılara baktım ben. ihtiyar çoban gördüğünü yaşadıklarını anlatıyor nesi ideloji bunun. senin yazılarının hepsi ideoloji. yalan iftira karalama yapmışsın hep. o tarih anlatıyor sen bilmededn itiraz filan. adam devrimci deyince senin aklına ideoloji gelip adamı teröristmi görüyorsun. bence o adam çokgörgülü bilgili ve iyi birisidir. sense medya şeytanımısın nesin. ayıp ediyorsun. kitap filan oku iyi bir adam ol.

  41. 33 numaraya; ihtiyar coban adlı kişi çocukken bize nenemgilin bile anlattığı bir adam olabilir ,firar adıyla bilinen eski bir eşkiya.3 , 5 atla dağ taraflarından gelen boncuklar filan yazmalar satan birisiymiş.kazandığı paralarıda hasta adamlara çocuklara vererek gidermiş. ben okuyunca adamın yazılarını o sanki. googla_dan -firar- diye arayacağm onu yada eşkiya firar.yaşıyorsa 70i geçiktir o. yaşıyorda yazıyor ama. anlattım ben. çok yakışıklı dağ gibi bir adam diyor burda yaşlı insanlar hep.

  42. https://eksisozluk.com/devin-kelley–4429311
    “5 kasım 2017 teksas saldırısını yapan isim.
    zaten trump’ın olay hakkında attığı tweet’in içeriğine dair bir söylem analizi yapacak olursak, bu olayın arkasında onun günah keçisi ilan ettiği gruplardan biri tarafından işlenmediği anlaşılabilirdi. eğer saldırganın en ufak bri meksika/islam/göçmen kökeni olsaydı trump bunu tweet’inde mutlaka politikasına alet ederdi.”

  43. İhtiyar Çoban

    ‘Firo’ adıyla bilinenim. Yıllar öncesinin gezgini. Özlemle gözlerinizi öperim, kalbinizi de.

  44. İhtiyar çoban (FİRO)

    DERSİM’İ AZ BİRAZ TANIYALIM,
    İNSANLIK HENÜZ YOK OLMAMIŞKEN! – 3
    -Devrimci Dersim

    Şimdi Yezitli, Kuyuculu, Timurlu, İsmaillli bir ‘ülke’yi geçiyoruz biraz; yakın tarih konumuz. (Bir salak yüzünden biraz geç kaldık, benim kusurum, affedin; kendime saygı duyduğum denli bazılarına yanlışlıkla takılmak zorunda kaldım; ya da benim elimde değil ki!)

    Yaşanan dramdan sonra Dersim uzun süre kalkamadı yerlerden, süründü; kanını, ağrısını, acısını avuttu. Kayalıklardaki dağ keçilerinin meleyişini, ahır yakınındaki kurdun açlıktan sızlayışını, kangal dostun ürüşünü, sıkıntıda yaşayışı bildi. Bilmez miyim bunları, kaçın kurrasıyım!

    O göç, çook uzaklara bile oldu. Avrupa gibi aşağılık bir yaşantı içre gurbetlere uzandı. Ancak, oralarda kazanılabilmiş para, o yurda döndü, üç beş kuruş. Ve ben oralarda bir okul hademesinin bir aylık maaşının bir okul hademesinin bir aylık maaşına denk olduğunu gördüm.

    Peki, sen kimsin diye kakınşanlara diyeyim ki, ben, eşkıya dede çocuğu, asi, deli, gözüyle tam gören, affetmez bir eşkıyayım. Benim bindiğim atlara kimse binememiştir; yıldızları tek tek sayı deseler, ufki. ben hepsini sayarım. Neyse övünmeyeyim, aşağılık insanlar saldırır maltız terrier gibi.

    Canım biraz sıkkın. Ben size, 4’üncü bölümde biraz daha anlatmak isterim.

  45. firo eşkiyam dedem babam, ellerinden öpüyorm. senin yabancı bir hanımın varmış atının terkide. o kim. doktormuydu.

  46. “ihtiyar çoban gördüğünü yaşadıklarını anlatıyor nesi ideloji bunun.”

    Nesinin ideoloji oldugunu yukarida yazdim.

    O bunun farkinda dahi olmayabilir; ama, olmasi gerekiyor artik.

    “adam devrimci deyince senin aklına ideoloji gelip adamı teröristmi görüyorsun.”

    Hayir. O dediginiz ‘resmi’ gorustur.

    Ben, insanlari –‘aydin’/’yigit’ filan diyerek– pasifize eden icsellestirilmis ideolojiden bahsediyorum.

    Dersimlilere yapilan tam da budur benim gozumde. Ve, hala daha da devam ediyor. Rafine olmakla beraber, yine de, zulumdur.

    “bence o adam çokgörgülü bilgili ve iyi birisidir.”

    Olabilir. Muhakkak da oyledir.

    Koyun/keci/at konusunda soracak bir seylerim oldugunda, kiymetli gorgu ve bilgisinden istifade etmek isteyecegim ‘erkan-i harp’in on siralarinda olacagi kesin.

  47. “Yaşanan dramdan sonra Dersim uzun süre kalkamadı yerlerden, ”

    Bu ‘Yaşanan dram’in bir adi, failinin ismi var mi?

  48. Anonim,
    O hanım yabancı sayılmaz; İran toprağındaki Kaşgay bölgesindendi ve Türkçe’yi, Farsça’yı konuşan bir Halaç Türküydü. Doktor değildi; fakat, ottan, kökten, çiçekten doğal ilaçlar yapıyordu.

  49. İhtiyar çoban

    Necip mecip, adı üstünde; o yaşanan dramın adı dramdır. Failler karşılıklıdır. Öfkeli iki kurt sürüsünün birbirlerine hücumuna benzer biraz. Bu yüzden Dersim’den faşizan bir etnik ırkçılık börtlemiyor. Aksine, aydınlanmacı, eşitlikçi, bilim yönlü bir yaklaşım süregelmiştir sonra.

  50. “adı üstünde; o yaşanan dramın adı dramdır.”

    Yahu, bu kadar kivirmaga, ikinmaga gerek yok ki.

    Kendinize durust olamiyorsunuz; bunu anladik. Ama, hic olmazsa, Dersimlilere karsi durust olmagi deneyin.

    “Failler karşılıklıdır.”

    Nasil ‘karsilikli’?

    Her iki tarafin da gaz bombalari, savas ucaklari filan mi vardi?

    Bir de, tabii ki, bu ‘karşılıklı’ byapilan ‘sey’in taraflari kimlerdir?

    Hangi tarafin basinda kim vardir?

    Madem Dersimlilerin hikayesini anlatacaksiniz; 80 senedir anlatilan mavallari bir yana birakip, asil bunlari anlatin ki bir ise yaramis olasiniz.

    “Öfkeli iki kurt sürüsünün birbirlerine hücumuna benzer biraz.”

    Bu ‘Öfkeli iki kurt sürüsü’nden birisi Dersimliler mi oluyor?

    Digeri kim?

    “Bu yüzden Dersim’den faşizan bir etnik ırkçılık börtlemiyor.”

    Bu cok tartisilir bir seydir. Ben nerede ‘xxxx olunmaz, xxxx olunur’ turunden bir lakirdi duyarsam, orada kesif bir irkcilik olduguna kanaat getiririm.

    “Aksine, aydınlanmacı, eşitlikçi, bilim yönlü bir yaklaşım süregelmiştir sonra.”

    Taaabi, taaabi.. Muthis bilimadamlari veya aydinlar falan filan cikmistir bolgeden…

    Tabii ki, Yok oyle bir sey. Ve, sizin bu lakirdilarinizda, methederek pasifize etmenin bir baska seklidir..

    Rakkaseliginize 10 puan.

  51. İhtiyar çoban

    Necip mecip bir ebleh gevezeyle uğraşmayalım artık. İşlerim var.

  52. “bir ebleh gevezeyle uğraşmayalım artık. İşlerim var.”

    Rakkaselikte bunu yeni bir figur saniyorsaniz, yaniliyorsunuz. Bayat bir numaradir: ‘Yerim dar, yenim dar’lar.

    Hic yakisiyor mu bir ‘eskiya eskisi’ne?..

    Sunun surasinda, durust ve vicdanli olup, iki satir yazacaksiniz.

    Cok mu zor?

  53. İhtiyar çoban

    Paçama dalanan bir kurt olsa neyse de maltese teriyer yakışmıyor da!

  54. “Paçama dalanan bir kurt olsa neyse de maltese teriyer yakışmıyor da!”

    Kivirdikca irkciliginiz da siritiyor.

    Soruyu soranin hangi irktan olduguna dair tevilleri bir yana birakip, soruya cevap vermegi deneseniz daha isabetli olurdu.

    Ama, mumkun olmayacak; o asikar.

    O zaman, devam edin; bakalim baska hangi mavallari dinleyecegiz sizden.

  55. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/188628
    “Tarihi seyri içinde kısaca aktarmaya çalıştığımız bu faaliyetler neticesinde hem Kur’ân’ın yanlış okunmasının önüne geçilmiş, hem de Arap dili bozulmaktan kurtulmuştur. Bu bağlamda bazı ilim adamları tarafından dile getirilen “Eğer Kur’ân-ı Kerîm, Araplar’ı tek bir dil üzere birleştirmiş olmasaydı ayrı ayrı bölgelerde oturan Araplar, aynen Latincede olduğu gibi zamanla birbirlerini anlayamayacak hale gelecek, her lehçe müstakil bir dil halini almış olacaktı.” şeklindeki görüşe katılmamak mümkün değildir.”

    Tıpkı Kurmanci, Zazaki/Kırmancki, Sorani, Kelhuri gibi, ayrı diller sayılabilecek Kürt lehçelerinin ayrışmasında olduğu gibi.
    Bunun çeşitli nedenleri arasında da konumuz olan Dersim’in coğrafyası, inancı/mezhebi gibi etkenler de var elbette.

    Arapları ve dolayısıyla dillerini birleştirenlerin başında Kur’an (ve hadis külliyatı gibi benzer yazılı kaynaklar) gelse de, hac (Mekke, Medine, hatta Necef, Kerbela vb) ya da benzer dini mekanlar (Emevi camii vb) gibi ziyaretgahlar da unutulmamalı. Kürtler ve Türki Orta Asya halklarında ise bu seviyede bir ortak tarih yok. O yüzden tek bir Arapça ya da İngilizce gibi tek bir Kürt ve Türk dili de varlığını sürdürememiştir.

  56. İhtiyar çoban

    ”Şeyhler, dervişler, müritler ve mansıplar ülkesi olamaz.” dediği ülkesinde yarın da kalplerde olacak devrimci Atatürk’ü ben de içtenlikle selamlarım.

  57. “‘Şeyhler, dervişler, müritler ve mansıplar ülkesi olamaz.’ dediği ülkesinde yarın da kalplerde olacak devrimci Atatürk’ü ben de içtenlikle selamlarım.”

    Ani defterine sunlari yazmanizi onerebilir miyim: Mutezikaniz emir ve goruslerinize hazirdir, kumandanim..

  58. İhtiyar çoban

    Teriyerlerle aram iyi değil; kurt tabiatlı olduğum için. Vahşetin Çağrısı’ndaki izlerin üzerinde yürüyen evrensel bir canavarım ben ve necip mecipler paçalarıma ısırık atmayı deneyebilirler; ben de yürür geçerim dağlarıma. Emir alan düzenbaz ebleh, firari eşkıyaya nası öneride bulunabilir? Yukarıda birisi yazmış: ”iyi bir adam ol!” Ama ne mümkün; satılık ve kiralık olunca provatör lafazan.

  59. “Emir alan düzenbaz ebleh, firari eşkıyaya nası öneride bulunabilir?”

    Ne ‘firari eskiya’si?

    Gezmis dolanmis donmussunuz.

    Kurkcu dukkanina.

    Bunu da marifet sayiyorsunuz, ustelik.

    Durust olmagi deneyin ve bugun Dersimlilerin agit mi yakmasinin yoksa kutlama mi yapmasinin daha isabetli olacagi konusunda ne dusundugunuzu anlatin bize –mavallarinizin yerine.

  60. Aganin birisi, bir adam vurmus.

    Vurmus da, koskoca aga, yargilanip hapse girecek degil ya.

    Marabalardan birini cagirmis, ona sucu ustlenmesini, coluk cocuguna bakacagini soylemis.

    Sehirde/devlette cok tanidigi varmis; onu kisa zamanda cikartacagini da eklemis.

    Maraba, garibim, evi kit kanaat gecindirmekten bile aciz. Agaya hayir diyecek hali mi var?..

    Nacar; kabul etmis.

    Jandarma gelmis.

    Maraba teslim olmus ve ‘itiraf’ etmis.

    Aga da, marabaya, ‘Bascavusu iyi tanirim, onunla konusurum; karakolda sana kotu muamele etmezler; haftasina kalmaz seni oradan cikartirim’ demis, bir yandan da sirtini sivazlarken.

    Oyle olmamis pek; bir araba dayak atmislar marabaya karakolda.

    Sonra da, ilceye, hapishaneye nakletmisler.

    Savci-mahkeme derken is bayagi ciddiye biner; maraba da habire agaya haber gonderir.

    Aga da, ‘merak etmesin, ben onu hapisten gerekirse kacirtarak cikartacagim; evini de hic merak etmesin; cocuk cocuguna gozum gibi bakiyorum’ cevaplari gonderir aracilarla..

    Sonra, efenim, o olmus, bu olmus.. mahkeme sonuclanmis..

    Idam! {eski devir}

    Temyizdi suydu, buydu.. Sonuc degismez. Itiraf etmis zaten.

    Idam.

    Marabamiz agaya haber gonderir, agamiz da mukebilinden ‘sweet nothings’lerden olusan teskin edici cevaplar ilettirir.

    Ayrica dermis ki, ‘aman, sakin ha, cikip ben yapmadim filan demesin; sevenim sevmeyenim var; cok mahcup olurum; goreyim onu, beni mahcup etmesin’..

    Gunler gecer ve infaz gunu gelir.

    Aga da hapishaneyi tesrif eder.

    Idam sehpasina goturulmekte olan marabamizin sirtini sivazlar ve ‘aman, seni goreyim, bir can icin beni mahcup etme’ der..

    Marabamiz da, cok yigit ve cok da merttir; gikini cikarmadan ipe gider..

    Bir maraba eksilir fani dunyadan.

    Aga, agaligina devam eder.

    Bu hikayenin neresi veya ne kadari Dersimliler baglaminda ortusur; takdir siz sayin ve kiymetli okuyucularin.

  61. On Kasım tezleri

    I.
    Laiklik şarttır ve hayati önemdedir. Bin yıl öncenin hurafelerini kamu yönetiminden dışlamadan, gençleri o zararlı iptiladan az ya da çok kurtaracak tedbirleri almadan, sağlıklı ve uygar bir toplum yönünde adım atılamaz.

    Türkiye laiklik yönündeki en ciddi adımlarını 1850-60’larda ve tekrar 1908’i izleyen yıllarda attı. Ülkede Müslüman olmayan herkesi ve her şeyi imha ettikten sonra Cumhuriyet rejiminin benimsediği “laiklik” politikası sahtekârlıktan ibarettir. Görüntüsü modernleştirilmiş, fakat İslam dininin en çirkin boyutları – kâfir nefreti, milleti hakime kibri, fetih hırsı – korunup pekiştirilmiş bir Devlet İslamı yaratma teşebbüsüdür. Hüsranla sonuçlanmıştır.

    II.
    Cumhuriyetin kurucusu, kelimenin klasik anlamıyla “Büyük” bir adamdır. Olağanüstü siyasi zekâya ve iradeye sahip, büyük riskler almış ve büyük hatalar yapmış, etkileyici bir liderdir. Günümüzde Türk Faşizminin simgesi ve ikonu haline gelmemiş olsaydı, yaşam öyküsünün bir büyük dram veya siyasi destan olarak ele alınmasını savunabilir, hatta o göreve kendimiz talip olabilirdik.

    Ne yazık ki mutlak iktidarın kaçınılmaz olarak getirdiği mutlak cinnetten, en azından selefi Abdülhamit kadar, ve en azından halefi olan bugünkü örnekler kadar, nasibini almıştır. 1920’lerin sonlarından veya 1930’ların başlarından itibaren, ruhsal dengesini normal insanlara özgü ölçüler içinde değerlendirmek mümkün değildir. Mutlak gücün kanlı, paranoyak, akıl ve hukuk dışı üslubu iktidarının son on yılına damgasını basmış; ülkeye, etkileri günümüze dek hissedilen hasar vermiştir.

    III.
    Bugün memleketin ufkunu saran kara kargaların akla ve bilgiye saldırılarına tanık oldukça “Atatürk’ün Türkiye’si böyle mi olacaktı” diye iç geçiren iyi niyetli insanlar, önce 1930’lu yıllarda Atatürk’ün şahsi gözetimi altında toplanan Türk Dil ve Türk Tarih Kongrelerinin tutanaklarını incelemelidirler. Türkiye’de entelektüel ahlaksızlığın ve iktidara yaranma hırsının ulaşabileceği seviyeler hakkında yeterli bilgi sahibi olduktan sonra, günümüz hakkında daha sağlıklı bir eleştiri mümkün olabilir.

    IV.
    En geç 1960’tan bu yana, sağ ve sol çeşitli kılıklara bürünen Kemalcilik, Türk Faşizminin ideolojik sloganıdır. “Ulusal bağımsızlık” kisvesi altında, Batı dünyası ile her türlü ittifakın ve yakınlaşmanın asli düşmanıdır. “Anti-emperyalizm” görüntüsü altında, Türk milletinin genetik kodunda var olan gâvur düşmanlığını durmaksızın körükler. Tarih anlatısı, gerek Cumhuriyetin gerek Osmanlı’nın temel ekonomik gerçeği olan gayrimüslim soygununu meşrulaştırmaktan başka amaca hizmet etmez. Bireysel girişime ve bireysel özgürlüklere karşı daima Devlet’in kahredici gücünden yanadır. Demokrasiyi kendi varlığına ve ideolojik egemenliğine yönelik ölümcül bir tehlike olarak algılar. Tüm totaliter ideolojiler gibi, müktesep hak ve hukuk kavramlarından yoksundur; hakkı ve hukuku, kendi egemenliğinin işine geldiği ölçüde ve işine geldiği sürece bahşedilecek bir ihsan olarak görür. “Vatan” olarak tanımladığı kendi iktidarı mevzubahis ise hukukun ve bireyin, aklın ve vicdanın, terbiyenin ve uygarlığın kolayca harcanacak teferruat olduğuna inanır.

    Dünyanın çeşitli ülkelerinde 1930’larda cinnet halini alan ve günümüzde yeniden yükselişte olan milliyetçi dikta ideolojilerinden içerik açısından ciddi bir farkı yoktur. Dört kuşaktan beri sürdürülen endoktrinasyonla toplumun beynine kazındığı için, ve son dönemde “sol” söylemle aşılanıp olası bir gerçek muhalefet hareketine karşı bağışıklık kazandığı için, dünyanın başka bucaklarındaki Faşist hareketlerin pek çoğundan daha tehlikelidir.

    V.
    Son yıllarda ülkeyi saran İslami azgınlık, Kemalci hegemonyanın doğal ürünü ve doğal tepkisidir.

    Doğal ürünüdür, çünkü doksan yıldan beri sürdürülen “Milli” Eğitim programları, doğal olarak, dünyadan habersiz, yabancı dil bilmeyen, Batı’yı ancak Haçlı Seferi/Viyana Muhasarası/Denize dökülen düşman/Misyoner komplosu olarak algılayan, dünyaya ve medeniyete düşman bir kitle yaratmıştır. 1930’lar veya 1960’lar usulü Türk ırkçılığı bugün fikren yetersiz kaldığı için, o kitle, yakın coğrafyadaki “kardeş” kavimleri de kapsayan bir tür İslami milliyetçiliği dar anlamda Türkçülükten daha doğal ve daha inandırıcı bulmaktadır.

    İslamcı dönüşüm aynı zamanda Kemalist hegemonyaya bir tepkidir, çünkü Faşist-Devletçi ideolojinin dayattığı mutlak ahlaki kofluk (“vatan mevzubahisse…”) insanlarda doğal olarak bir ahlaki dayanak arayışına yol açmış, ve cumhuriyet eğitiminin bıraktığı entelektüel boşlukta insanlar aradıkları dayanağı dededen kalma birtakım hurafelerde bulabileceklerine kendilerini inandırmışlardır.

    O yüzden diyoruz ki bunlar Kemal’in gayrimeşru ahfadıdır. Ve o yüzden diyoruz ki Kemalci tümör temizlenmeden bu ülke dikiş tutmaz.

    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/11/on-kasm-tezleri.html

  62. ZAZA MİLLİYETÇİLİĞİNİN ÖZELLİKLERİ

    SEYFİ CENGİZ

    Burada “Zaza milliyeçiliği” derken, kendisine “Zazacılar” adını veren çevrede egemen olan milliyetçiliği kastediyoruz. Dil eksenli bir faaliyetin belirlediği Ayre-Piya çevresinde, hatta bugün bile bu çevreyle ilişkili tek tek her bireyin tutumunu değil.
    Zaza milliyetçiliğinin özellikleri nelerdir?
    Zaza adını ve dilini eksene koyan, tüm faaliyeti bu adı ve dili dayatmaktan ibaret olan Zaza miliyetçiliği demokratik değildir.
    Bu miliyetçilik,
    1)Hiç bir farklılık tanımaz
    2)Dil eksenlidir
    3)Ulus-devletçidir, tekçidir, dayatmacıdır
    4)Varlık nedeni ve tüm pratiği Kürt hareketi ve Dersim muhalefetine karşıtlıktır.
    5)Bucakçı, Ülkücü, İslamcı ve devletçi öğeler içermektedir
    6)Entellektüel bakımdan son derece geri ve ilkeldir
    8)Ahlaki ve etik değerlerden yoksundur
    Görünüşte Zaza kimliği ve dilini eksene koymakla birlikte, bu konulardaki pratiği devletle değil muhalefetle uğraşmaktır. Devletten adeta hiç bir talebi yoktur.
    Kısacası kendisine “Zazacılar” diyen kesimin milliyetçiliği demokratik değildir. Bu milliyetçilik Kürt-karşıtıdır. Ama özelde Dersimliler’e musallat edilmiştir. Neredeyse tamamen Dersimliler üzerinde çalışmaktadır. Dersim cemaatlerini ve Dersimliler’in etkinliklerini rahat bırakmazlar. Bingöl, Palu, Siverek veya Diyarbakır Zazaları arasında bir faaliyetlerini duyamazsınız. Az çok süreklilik gösteren bir Zaza derneği bile kurduklarına tanık olunmadı. Herhangi bir etkinlikleri, bir gece bile düzenledikleri görülmedi.
    Kendilerine “Zazacılar” diyenlerin kaç kişi olduklarını bilemezsiniz. Aslında hepsi en fazla bir düzine ya var ya yokturlar. Ama her biri en az beş-altı mahlas kullanır ve kalabalık görünmeye çalışırlar. Kim kimdir tanıyamazsınız.
    Kısacası hemen her yönüyle, bileşimleri, kişilikleri, çalışma tarzları ve diğer bakımlardan uzak durulması ve tecrit edilmesi gereken bir çevreyle karşı karşıyayız.
    Her türlü farklılığı tehdit, bölücülük (bölgecilik, mezhepçilik) olarak görürler. Kırmanc terimi, Dersim ve Kızılbaş sözcükleri onların gözünde Desmala Sure’nin bölücü olması için yetti.
    Onlar ittifak nedir bilmezler. Onlara göre tüm Zazalar tek bir parti olmalıdır. Buna karşı olan yurtsever değildir, bölücüdür. Üstelik bu parti onların gönlüne göre olmalıdır. Sınıflardan ve sosyalizmden sözetmek de onlara göre bölücülüktür.
    Kendisini ‘aydın’ zanneden böylesine geri öğelerle karşı karşıyayız. Genelde islamcı ve faşist gelenekten gelmeler. Sınırlı bilgilerle, araştırmaya dayanmadan konuşurlar. Üslupları kaldırılacak gibi değildir. Son derece saygısız bir söylemleri vardır. Söyleneni ya doğru anlamaz, ya da anlamak istemezler. Tüm bunlar bu çevre ile sağlıklı bir diyalogu ve tartışmayı olanaksız kılmaktadır. Bugüne kadar yaşadığımız tartışmalarda tanık olduğumuz manzara hep bu olmuştur.

  63. Nisanyan, bazan, dengeli yazilar yazabiliyor. Ama, cogu zaman da, icsellestirdigi onyargilari metne siziyor.

    Yukaridaki yazisi da oyle.

    Yazinin tamaminda var, ama ben su paragrafi alintilayayim:

    “Türkiye laiklik yönündeki en ciddi adımlarını 1850-60’larda ve tekrar 1908’i izleyen yıllarda attı. Ülkede Müslüman olmayan herkesi ve her şeyi imha ettikten sonra Cumhuriyet rejiminin benimsediği ‘laiklik’ politikası sahtekârlıktan ibarettir. Görüntüsü modernleştirilmiş, fakat İslam dininin en çirkin boyutları – kâfir nefreti, milleti hakime kibri, fetih hırsı – korunup pekiştirilmiş bir Devlet İslamı yaratma teşebbüsüdür. Hüsranla sonuçlanmıştır.”

    Nisanyan, sadece reaksiyona bakip konusuyor.

    Türkiye’nin neden “laiklik yönündeki en ciddi adımlarını 1850-60’larda ve tekrar 1908’i izleyen yıllarda attı”gina deginmiyor.

    Boyle bir sey durduk yerde olacak sey degil. Degisen sartlarin dayatmasi olsa gerek –ki, oyledir. Bunlari gozardi etmek dogru degil.

    Ardindan da, ‘Müslüman olmayan herkesi ve her şeyi imha et’mekten bahsediyor.

    Bu da durduk yerde olacak sey degil. Bunu da, aniden depresmis bir ‘kâfir nefreti, milleti hakime kibri, fetih hırsı’na filan baglamak cok da rasyonel degil, cunku bunlar –eger onemli parametreler iseler– bin senedir var olan seyler.

    Baska bir seyler degismis olmali. Bunlarin adini koymadan, hamasi seyleri asil sebep saymak, digerlerini gozardi etmek dogru degil.

    ‘Müslüman olmayan herkesi ve her şeyi imha et’mege yonelten neydi?

    Nicin –onca sene, asirlardir– boyle bir sey yok da, aniden boyle bir adimi atmak ihtiyaci duydular?

    Acaba, ‘Müslüman olmayan herkes’, ‘Müslüman olan herkes’e karsi ciddi ve yikici bir tehdit haline gelmis ve bu yonde adimlar atmaga baslamis olabilirler mi?

    Cevap: Evet.

    Ama, Nisanyan’in terazisinde bu gorunmez pek. Tarafsiz gorunup tarafsiz olMAmak da ancak bu kadar olur.

  64. “Zaza adını ve dilini eksene koyan, tüm faaliyeti bu adı ve dili dayatmaktan ibaret olan Zaza miliyetçiliği demokratik değildir.”

    […]

    “Görünüşte Zaza kimliği ve dilini eksene koymakla birlikte, bu konulardaki pratiği devletle değil muhalefetle uğraşmaktır. Devletten adeta hiç bir talebi yoktur.
    Kısacası kendisine ‘Zazacılar’ diyen kesimin milliyetçiliği demokratik değildir.”

    Yaw, ben sevdim bu Seyfi Cengiz isimli zat-i muhteremi..

    Demek ki, neymis?

    Devletle degil de baska aktorlerle ugrasanlar demokratik olamiyorlarmis..

    Yani, durun bakayim dogru anlamis miyim diyerek, saglamasini yaparsak:

    Siz, size baskida bulunan devlet-alti yapilanmalara itiraz etmeyeceksiniz.

    O tur devlet-alti bir yapi varsa bile, yoksayip, sadece devletle ‘uğraş’acaksiniz ki, demokratik sayilabileseiniz..

    Aksi halde ‘demokratik’ sayilmazsiniz. Bu da, size yapialacak her turlu melaneti mustehak kilar.

    Ben, bu bakis acisini taniyor gibiyim..

    Baska bir entry/girdi altinda, ‘sol’ icinde ‘Stalinist Totalitarianizm’e kimsenin neden pek de karsi duramayisini bana anlatmaga calisan (kendini cogul zanneden) arkadasimiza yardimci olacak iyi bir ornek bu.

    Demek ki, boyle oluyormus..

    ‘Ben, Fasist olabilirim; o sekilde davranabilirim; ama, devlet ben olmadigim icin bana karsi direnemezsin; direnirsen seni anti-demokratik olmakla suclar ve afaroz ederim’..

    Iyi bir yontem.

    Yerseniz.

  65. Atatürk

    (Bugün Atatürk’ün ölüm yıldönümüymüş. Atatürk konusunda mahalle kavgasına benzeyen paylaşımları görünce farkına vardım. Bu vesileyle 2001 yılında yazdığım Atatürk yazısını paylaşmak iyi olabilir. Bugün yazsaydım muhtemelen başka bir üslup, vurgu ve örneklerle yazardım ama yazının temel fikri değişmezdi. Anlama etki etmeyen birkaç küçük üslup düzeyindeki düzeltmeyle tekrar yayınlıyorum. Kanımca bu kısa Atatürk analizi geçerliliğini korumaktadır. Bir bu analizin dayandığı kavramsal temele bakın bir de bugün Atatürk üzerine yazanların kavramsal temellerine. 10 Kasım 2017 Cuma)
    Atatürk, her şeyden önce bir Bizans-Osmanlı Generalidir. Bizans-Osmanlı ise, Sümerlerden beri gelen uygarlıklar, imparatorluklar ve devletler zincirinin, o Doğulu, Devlet’i her şeyden üstün tutan, bu gün moda deyimiyle “sivil toplum” denen, devlete karşı her türlü halk örgütlülüğü ve inisiyatifinde kendi varlığına bir tehdit gören ve onu yok eden kahredici devletçiliğinin son halkasıdır.

    Dolayısıyla Atatürk de binlerce yıllık bu geleneğin, olağan bir cisimleşmesinden başka bir şey değildir.
    Bu kapıkulları için, varoluşlarının temel koşulu olan devletin varlığı ve devamlılığı kendi başına bir amaçtır. İçe işlemiş temel kavrayışta, Devlet, insanlar, halk ya da ulus için değil, İnsanlar, ulus ya da halk devlet için vardır.
    Atatürk’ün sık sık bir “Jakoben” olduğu söylenir. Atatürk bir Jakoben değil, bir Bonapart’tır. Bir Robespierre ya da Marat değil, bir Napoleon’dur.
    Jakobenizm, burjuva (yani demokratik) karakterdeki tarihsel görevlerin “avamca”, yani geniş yoksul kitlelerin meşrebiyle, gerçekleştirilmesidir.
    Yoksul kitlelerin bu devrimci yükselişleri ise daima, sonradan Bonapartların darbelerinin kurbanı olmuşlardır.
    Bu sadece modern değil, bütün tarihte görülebilecek bir eğilimdir ve iki farklı tarihsel tipe karşılık düşerler.
    Devrimci dalgaların yükselişler, Hazreti Ali, Robespierre, Marat, Lenin, Troçki’leri öne çıkarır; bunu izleyen reaksiyon dönemleri ise Muaviye, Napolyon, Stalin’leri yükseltir.
    Birinde yoksul kitlelerin tarihsel inisiyatifi ve örgütlenmelerinin damgası, diğerinde ise bunların dağıtılması, devletleşme, devletin ve devletçiliğin damgası döneme ve tarihsel kişiliklere damgasını vurur.
    Türkiye’deki burjuva devrimi çok karikatür ölçülerde olmakla birlikte, Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’nın yıkılışı, Anadolu’da çeteler ve öz savunma biçiminde halk örgütlenme ve direnişlerinin gelişimine yol açmıştı. “Kurtuluş Savaşı”ndaki gerilla savaşı dönemi, bir bakıma, İslamiyet’in ilk yükseliş dönemine veya Fransa’daki Paris “san kilot”larının (baldırı çıplakların) Jakoben iktidarı dönemine veya Ekim devriminin ilk yıllarına benzetilebilir. Eğer tarihsel kişiliklerle paralellikler kurmak gerekirse, Robespiyer’lerin, Marat’ların, Lenin ve Troçki’lerin, Ali’lerin Türkiye’deki karşılığı, Çerkez Ethem ve silahlı halktan başka bir şey olmayan çetelerdir.
    Atatürk’ün yükselişi, bu Jakobenizmin ezilmesinin tarihidir. Bu da iki önemli aşamada gerçekleşir. Batılı Emperyalistler’den Londra’da garanti alındıktan sonra, kısa zaman içinde, Ali Fuat Cebesoy, Batı Cephesi komutanlığından alınır, Çerkez Ethem kuvvetlerinin tasfiyesine girişilir ve Karadeniz’de Suphi ve arkadaşları öldürülür. Bu bir bakıma, Türkiye’de Jakoben egemenliğine son veren Thermidor adlı karşı devrimdir.
    Ne var ki henüz, Fransa’da olduğu gibi “Cumhuriyet”, yani “Meclis” yerinde durmaktadır.
    Napolyon’un bütün temsili kurumları feshedip, kendisini imparator ilan etmesinin Türkiye’deki karşılığı ise, Cumhuriyet’in ilanıdır. (Bunun Osmanlı’daki daha otantik karşılığı Enver ve Talat’ların Babıali darbesi’dir)
    Bir bakıma, Atatürk, Jakobenliğin ve Cumhuriyet’in tasfiyesini şahsında birleştirmek ve bunu bir kaç yıl içinde gerçekleştirmek bakımından Napolyon’dan ileridir. Tasfiyenin bu hızla gerçekleşmesi de onun yeteneklerinden ziyade, demokrasi ve kitle örgütlenmelerinin cılızlığı ile devlet ve devletçiliğin güçlülüğünden gelir.
    Ne var ki, İmparatorluğun ilanı, “Üçüncü Meşrutiyet”in ve Padişahlığın tasfiyesi ve Cumhuriyet ilanı biçiminde gerçekleştiğinden, bu biçimsel özellikler onun özünün kavranmasını engellemektedirler.
    Üçüncü Meşrutiyet’te (Yani Ankara’da kurulmuş Büyük Millet Meclisi’nde) millet vekilleri iyi kötü siyasi iktidara sahiptiler.
    Cumhuriyet’te ise onlar, Atatürk tarafından atanan birer basit birer memurdular ve hiçbir gerçek güçleri yoktu. Cumhuriyet aslında, padişahsız bir padişahlıktan başka bir şey değildi.
    Atatürk bir Bonapart’tır. Ama Bonapart’ların bir özelliği, öldürdüklerinin tarihsel vasiyetini gerçekleştirmektir. Napolyon, Fransız devriminin, Bismark 1848 devriminin tarihsel vasiyetini, yukarıdan gerçekleştirmek zorunda kalmışlardır. Atatürk de bir Bonapart olarak öldürdüğü “burjuva devrimi”nin tarihsel vasiyetinin bir gerçekleştiricisidir elbette.
    Yalnız onlardan temel bir farkı vardır. Onların, bulundukları ülkelerde iyi kötü gelişmiş bir burjuvazi ve belli bir güce ulaşmış bir işçi sınıfı vardı.Türkiye’de ise, Ermeni ve Rum katliamlarıyla ve mübadelelerle tasfiye edilmişti bu burjuvazi ve işçi sınıfı.
    Bu nedenle, Türk Bonapartizmi, burjuvaziden ziyade, Ermeni ve Rum burjuvazisinin mallarına konan Müslüman taşra bezirganlığının ve ağalığının, politik iktidardan uzaklaştırılmasıdır aynı zamanda.
    Kalan tek burjuvazi, zaten Rum ve Ermeni burjuvazileri karşısında Türk ulusunu yaratarak kendine bir kitle temeli arayan Yahudi burjuvazidir. Bu burjuvazi ile yaratılmak istenen ulus arasındaki kültürel kopuklukların ortadan kaldırılmasıdır o kıyafet inkılapları. Herkes şapka giyerse kimin Müslüman, kimin “gavur” olduğu anlaşılamazdı.
    Ne var ki, Türkiye’deki Bonapartizm, klasik Bonapartizm’den farklı olarak, daha doğarken, tekelci ve devletçi olarak doğar. Böylece, batıda o burjuvazinin nispi ilericiliği bile yaşanılamaz. Atatürk’ün Devletçiliği de özünde budur.
    Güçlü bir proletaryanın olmadığı ülkelerdeki devrimler Çin’den Yugoslavya ve Vietnam’a kadar, daha baştan bir bürokratik deformasyonla gerçekleşirler. Bunlar hiç bir zaman Rusya’da olduğu gibi, daha sonra karşı devrimle ezilen iyi kötü bir devrimci bir işçi demokrasisi dönemi yaşamazlar. Sınıfın zayıflığı, daha baştan onun yerine ikame olan bir Parti-Devletin egemenliğine yol açar.
    Türkiye’de de siyasi yapı, Çin, Yugoslavya vs. gibi ülkelerle analoji içinde, daha baştan bürokratik bir deformasyona uğramış bir burjuva iktidarı olarak da görülebilir.
    Ne var ki, bu paralellikte onları yıkıma götüren tam da Kemalizm’in ömrünü uzatandır.
    Onların, sosyalist örneği ve esin kaynağı, Sovyetler Birliği idi. Sovyetler Birliği ise, kendisi bizzat, bürokratik bir karşı devrimle sınıfın iktidardan uzaklaştırıldığı bir bürokratik diktatörlüktü. Dolayısıyla, İşçi sınıfının sınıf olarak iktidarı alması, yani bir sosyalist demokrasi, hiçbir zaman bir örnek olarak ortaya çıkamıyordu.
    Kemalizm ise, cılız burjuvazinin yerine ikame olmuş bir bürokratik diktatörlük olduğundan, kapitalist ülkeleri örnek alıyordu ve bunlar aynı zamanda burjuva demokrasileriydi. Dolayısıyla, geri ülkelerdeki sosyalist devrimleri yapanların, demokrasi diye bir hedef ve denemeleri olmaz iken, Kemalizm’in Serbest Fıkra denemeleri ve daha sonra çok partili sisteme geçiş, ona belli bir esneklik kazandırmış bu da onun ömrünü uzatmıştır.
    Eğer Sovyetler Birliği karşı devrime uğramamış bir İşçi Demokrasisi olarak var olabilseydi, İşçi Sınıfının cılız olduğu ülkelerdeki sosyalist yönelimli daha baştan bürokratik çarpılma içindeki iktidarlar için, bir model ve ideal olarak, Batı demokrasilerinin Kemalizm’e örnek olması gibi, onlara benzer bir esneklik sağlayabilirdi.
    Ama Kemalizm’in ömrünü asıl uzatan, ne Atatürk’ün “deha”sı, (ki aslında en sıradan Osmanlı generallerinden biridir, pragmatik bir politikacıdır) ne de uzak görüşlülüğüdür.
    Bugün Stalin’in heykelleri yıkılmış, Mao bir kenara itilmiş, Tito’nun adını kimse ağzına bile almaz iken, Atatürk’ün heykelleri hala duruyor ve Atatürkçülük Türkiye’nin resmi devlet dini olmaya devam ediyorsa, bu Kapitalizmin, Bürokratik diktatörlükler karşısında kazandığı tarihsel zafer nedeniyledir.
    Onun modeli ve ideali zafer kazanmıştır; o modelin temsili niteliği ona esneklik kazandırmıştır. Kemalizm şimdilik bu tarihsel zaferin rantını yemektedir. Yoksa tarihsel ömrünü çoktan doldurmuş bulunmaktadır.
    Henüz öldüğünün farkında değildir. Genelkurmay destekli “Doğuluyuz”, “Asyalıyız” şiarları bu ölümün bizzat Kemalistlerce ilanından başka nedir ki?
    10 Kasım 2001 Cumartesi
    Demir Küçükaydın
    http://www.demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/11/ataturk.html

  66. M. Şevket Eygi’nin (Yapılması Gerekenler – 03 Kasım 2017) yazısında sıraladığı bazı maddeler;

    Türkiye’nin birinci sektörü yapı, betonlaşma sektörü olmayacak; ihracata yönelik sanayi olacak.
    Güney Kore’ninki gibi yüzde yüz yerli ve millî, yüz ülkeye ihracat yapan yüzde yüz millî ve yerli bir otomotiv sanayii kurulacak.
    Samsung ayarında, bütün dünyaya ihracat yapan, Türkiyeye yılda 250 milyar dolar kazandıran cep telefonu ve elektronik eşya sanayii kurulacak.
    Lüks mesken inşaatına son verilecek, herkes ihtiyacına uygun mütevazı meskenlerde oturacak.
    Dünyanın en zengin ülkesi olan Norveç’te olduğu gibi mütevazı otomobillerle gezilecek.
    Her türlü israfa, lükse, azgınlığa, ahlaksızlığa son verilecek.

    M. Kemal’in ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Kemalizm özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın.
    Egemen azınlık vesayet sistemine son verilecek.
    Laikçilik kaldırılacak, din devlet münasebetlerinde İngiliz sistemi kabul edilecek.
    Türkiyenin uluslararası şeffaflık ve temizlik notunun, bugünkü 41’den en az 70’e çıkartılması için gereken her şey yapılacak.
    Aileyi yıkan Medenî Kanun, toplumu yıkan Ceza Kanunu ve bütün gayr-ı âdil kanunlar değiştirilecek.
    Medya, fikir, inanç, haber verme, tenkit etme hürriyeti korunacak ama müstehcen yayınlara, fitne ve fesat çıkartmaya asla izin verilmeyecek.
    Darülaceze devlet sistemine son verilecek; gerekenden fazla memur alınmayacak.
    Toplumu şifahî kültürden, yazılı medenî kültüre geçirmek için gereken bütün tedbirler alınacak.
    Bütün tarihî, kültürel, sosyal kopukluklar giderilecek, İngilterede olduğu gibi devamlılık sistemine dönülecek.
    En kısa zamanda yüz bin küçük ev, küçük atölye işletmesi kurulacak.
    Türkiyenin bütün ekilebilir toprakları ekilecek, biçilecek.
    Ülkemiz bir tahıl ambarı yapılacak, ürün fazlası ihraç edilecek.
    Döküntü, kalitesiz turistler değil, kaliteli ahlaklı turistler celbedilecek.

    Balkanları, Ortadoğuyu, Orta Asyayı, Afrikayı kapsayan (Konfederasyon veya Federasyon şeklinde) bir BİRLEŞİK ÜLKELER ittihadı kurulacak. ( ABD ve AB gibi.)
    Siyasî ve yıkıcı faaliyetleri yapmamaları şartıyla, dünyanın bütün ezilen, baskı altında tutulan mağdur ve mazlum şahsiyetleri Türkiyeye kabul edilecek.

    Türkiyenin, dünyanın en örnek, en erdemli, en huzurlu, en bilge, en yaşanılır ülkesi olması için bütün çareler çözümler bulunacak ve bunlar uygulanacak.
    Egemen azınlık vesayet sistemi, gerçek erdemli cumhuriyete dönüştürülecek.
    Ehliyet ve liyakati olmayanlara hizmet, memuriyet, makam, mevki, başkanlık verilmeyecek.

    (Daha çok maddeler yazılabilir. Bu kadarıyla yetiniyorum. İtirazı olanlar, küfür ve hakaret etmeden, yaygara kopartmadan, şamata yapmadan, gerekçe göstererek tenkit edebilirler.)
    http://www.milligazete.com.tr/makale/1283185/mehmed-sevket-eygi/yapilmasi-gerekenler

  67. Küçükaydın haklı beyler!

    Modern Doğu = Modernizm Öncesi Doğu

    Atatürk/Erdoğan/Esad/Saddam/Kaddafi = Firavun/Nemrut/Halife/Padişah/Sultan
    Şii Molla’lar/Ayetullah’lar = Mecusi/Zerdüşt Rahipler
    Diyanet İşleri Başkanı = Şeyhülislam/Şeriye Ve Evkaf Vekili
    TSK = Yeniçeriler
    TSK’nın “Laik” Din Anlayışı = Yeniçeriler’in Bektaşiliği
    Anıtkabir = Piramitler

  68. Ali'ler Ve Muaviye'ler

    Emevileri yıkan Haşimi-Şii-Mevali devriminin Ali’si Ebu Müslim Horasani, Muaviye’si Abbasi halifesi Mansur’dur.

    Büyük Selçuklular’ın Ali’leri Oğuz/Türkmen’ler, İbrahim Yınal, Kutalmış, Kutalmışoğlu Süleymanşah, Muaviye’leri İranlı/Fars bürokrasi, memluk/kölemen ordu, Tuğrul Bey, Alparslan, Melikşah, Nizamülmülk’tür.

    Osmanlılar’ın Ali’leri Ahiler, Rum Abdalları, Yakup Çelebi, Musa Çelebi, Şeyh Bedreddin, Mustafa Çelebi, Çandarlı Halil, Hurufi dervişleri, Cem Sultan, Muaviye’leri I. Murat, Yıldırım Bayezid, Mehmet Çelebi, II. Murat, Fatih Mehmet, Şeyhülislam Fahreddin Acemi, II. Bayezid, kapıkulu/devşirme/ilmiye bürokrasisidir.

    Fransız Devrimi’nin Ali’leri Jakobenler, Sankilot’lar, Robespierre, Marat, Muaviye’leri Thermidor, Napolyon’dur.

    Ekim Devrimi’nin Ali’leri Bolşevikler, Anarşistler, Lenin, Troçki, Muaviye’si Stalin’dir.

    Üçüncü Meşrutiyet’in Ali’leri Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Çerkes Ethem, Yeşil Ordu, Kuvva-yı Seyyare, Muaviye’si Atatürk’tür.

  69. “M. Kemal’in ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Kemalizm özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın.”
    Yukarıda geçen “(Türkiye Cumhuriyeti İçin) Yapılması Gerekenler” ile aşağıdakiler için “Yapılması Gerekenler” (ve bazılarında zaten “Yapılmış Olanlar”) aynı değil midir?

    Kim İl Sung’un ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Kimilizm özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın. (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti)
    Lenin’in ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Leninizm özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın. (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)
    Muhammed bin Abdülvehhab’ın ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Vehhabilik özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın. (Suudi Arabistan Krallığı)
    On İki İmam’ların ölümlerinden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Şiilik özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın. (İran İslam Cumhuriyeti)
    Zeyd bin Zeynelabidin’in ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Zeydilik özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın. (Yemen Mütevekkili Krallığı)
    Ebu Hanife’nin ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Hanefilik özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın. (Abbasi Devleti)
    Malik bin Enes’in ölümünden sonra fabrike edilmiş olan derme çatma, çağ dışı Malikilik özelleştirilecek, bundan böyle devlet ideolojisi olmayacak. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın. (Endülüs Emevi Devleti)

  70. Aydınlık hareketi Perinçek’ten sonra ne olur sizce?

  71. bir şey olmaz. böyle gider bir süre. sonra da iyice küçülür

  72. Bu sorular daha önce soruldu mu bilmiyorum, yanıtladıysanız bulamadım sitede.

    1. İngiltere’den ayrılıp Türkiye’ye dönmenize sebep olan şeyler neydi? Türkiye’de hakkınızda çıkarılan yakalama ve tutuklama kararının düşmesi mi? Başka sebepler de var mıydı?

    2. Onca yıl dışarıda yaşayıp Türkiye’ye döndüğünüzde adapte olmakta güçlük çektiğiniz durumlar oldu mu, olduysa nelerdi?

  73. 1. Dönmeyi hep istiyordum. Cezam çoktan düşmüştü. Elbette aşk!
    2. Güçlük çekmedim, zaten 2002’den beri gelip gidiyordum.

  74. Bir Grup Arkadaş

    Sayın Zileli,
    Bir grup eski arkadaş aşağıdaki yazıyı kaleme aldık.. Amacımız ülkemizin üretim ekonomisi ile kalkınması ve zenginleşmesi ve gerçek anlamda demokratikleşmesi. Zenginliklerin hakkaniyetle paylaşılması. Halkımızın; Adalet, hürriyet, kardeşlik ve eşitlik içinde birlikte huzurla yaşamasıdır. Bunu sizinle ve izninizle okuyucularınız ile paylaşmak istedik. Eleştirileriniz fikirleri zenginleştireceğine inanıyoruz

    Saygılarımızla

    Hitler Faşizminin İktidar Oluş Süreci
    1900 başlarında Almanya sanayi devrimini yapmış, bilimi teknolojiye dönüştürüp sanayiye aktarmış. Döneminin genç ve modern ağır sanayi ülkesi. Nitelikli bir sosyalist önderliği olan, sendikalarda örgütlü olan güçlü ve gelişmiş bir sanayi işçi sınıfı mevcut. Bu nedenle K. Marks, 1850 den sonra Almanya’yı Avrupa’da sosyal devrimi gerçekleştirmek için nitel ve nicel şartların uygun olduğu iki devletten biri olarak görür.
    Almanya Birinci Dünya savaşında yenilir. 1919 yılında yapılan Versay Barış Anlaşması ile Almanya çok kötü ve ağır yükümlülükler altına alınır. Topraklarının bir kısmını kaybeder, büyük tazminatlara uğratılır. Ordusu sınırlanır. Almanya ekonomik olarak her şeyini kaybettiği gibi her aile yakınlarından en azında bir kişisini kaybetmiş. Milli onuru kırılmış. Morali bozulmuş. 1929 Ekonomik kriz ile ülkede; İşsizlik, sefalet, yolsuzluk ve rüşvet hat safhaya ulaşmış. Bu tarihi şartlarda ağır sanayicisinden, işsiz ve yoksuluna dek herkes bu düzenin ve gidişatın değişmesi ve Almanya’nın ayağa kalkmasını istiyor ve bekliyordu.

    Toplum 1930 dan sonra siyasal olarak Marksist soldan, aşırı milliyetçi Ulusal sola kaymaya çok meyilli hale gelmişti. İşte bu şartlarda Alman milletinin nabzını iyi yakalayan Hitler, NAZİ – Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve doktrini ile zamanının başta güçlü ve modern ağır sanayi işverenleri olmak üzere, işsiz ve yoksullar dahil tüm Alman milleti için gidişatı tersine çevirecek lider olarak görüldü ve 1933 te yapılan seçimde yüzde 33 oy alarak Şansölye oldu. 1934 Haziranda tüm parti içi ve dışı muhalifleri “Uzun Bıçaklılar Gecesi” nde katletti. (Kendi ilk kurucu idealist kadrolarını dahi). Hayatın tüm alanlarındaki en cılız muhaliflerine dahi tahammül etmedi. Tümünü ezdi, sindirdi ve sildi. 1934 Ağustosta Cumhurbaşkanın ölümü üzerine yapılan halk oylamasında yüzde 88 oy alarak hem Şansölye hem de Cumhurbaşkanı olarak tek adam oldu. Irkçı milliyetçiliği had safhaya ulaştı.Buna müsait olan Alman milletini, ırkçılık, vatan, millet, öç almak duyguları ile teslim aldı. Bu sayede kolayca Yahudilerin tüm servet, malları ve mülklerine el koydu. Savaş ekonomisi bütçesine kattı. Kimya, tıp, genetik başta olmak üzere özellikle savaş sanayini geliştirmek amaçlı bilimsel deneylerde kobay olarak kullandı. Toplu kıyım ve soykırım yaptı. Meclisi devreden çıkaran “Olağanüstü Yetkiler Yasasını” yürürlüğe aldı ve tüm kuvvetleri elinde toplayıp Führer olma mertebesine ulaştı. NAZİ partisi doktrini, slogan ve afişlerini internetten incelediğiniz zaman bunların ulusalcı aşırı milliyetçilerin son dönem siyasal söylemlerine ne kadar çok benzediğini hatta örtüştüğünü göreceksiniz.
    Hitler; Milli Devlet Güçlü İktidar şiarı ile Alman ağır sanayini devletleştirdi. Demir, çelik, otomotiv, kimya sektörleri savaşa hazırlık amaçlı olarak devlete çalıştılar. Alman ağır sanayi, modern silah sanayine dönüştü. Savaşa hazırlık için Führere bağlı güçlü tekelci devlet ekonomisi yaratıldı. (Toplumun refahını sağlamak için hizmetin en yaygın ve geniş bir şekilde sosyalizasyonu olan Kamu ekonomisi değil ) Biz de bir gün kalktığımızda KOÇ un otomotiv sanayi TSK araç ve gereç ihtiyaçları için devletleştirildiğini görebiliriz. Ancak bu kamulaştırma değil devletleştirmedir. Şimdi dahi hiçbir mahkeme kararı olmadan on yılların birikimlerine teröristlerle ilişkilidir diye tüm servetlerine, sermaye ve varlıklarına el konmakta ve içeri atılmaktalar.
    Uzatmadan Hitlerin iktidara gelişini ve ülkenin son dönem siyasal gidişatını ve Reisin bugüne dek yaptıkları, açıkladığı hedef ve ütopyasını düşündüğümüzde nereye varacağımız çok açık.

    Mevcut NATO askeri bağımlılıklarına rağmen, Suriye’de Kuzey Suriye halkı varlık olma, halkı söz ve statü sahibi olmasın. Kendi kendilerini yönetmesin. Özgürlük ve onurlarını sahip olmasın diye Rusya’nın kucağına oturma ve Esad için temizlik yapmak pahasına. Reis, ulusalcıların ve aşırı milliyetçilerin telkini ile TSK nin Suriye’ye girmesini sağladı. Bölgenin gerçekten oyun kurucu, güçlü dinamik, kendi kaynaklarına dayanan modern savaş sanayine sahip olduğu zaman daha neler yapmaz.

    Kuzey Suriye’de yaşayan halk bugüne kadar bir kimlik kartına dahi sahip olmadan yaşamakta idi. Batı ve Türkiye’nin lehine yarattığı konjonktür sonucu. Şimdi halk imece, şura, komün usulü yüksek katılımcı ve direkt demokrasi ile kendi kendini yönetmeye çalışıyor. 4000 yakın imece, şura, komün doğrudan halk oylaması ile yöneticilerini seçti. Bu bölgede sadece Kürtler değil; Araplar, Türkmenler, Asuriler, Yezidiler ve tüm Mezopotamya halkları yaşamakta. Arapların ve Türkmenlerin çoğunlukta olduğu yörelerde Araplar ve Türkmenler bizzat veya eş başkan şeklinde şura, komünlerini ortak yönetiyorlar. Bunlar dil, din, mezhep, sosyal katman, aşiret farkı gözetmeden tüm farklılar ile tüm toplum bir arada bölgeye örnek olacak şekilde gerçekten, barış ve kardeşlik içinde birlikte yaşıyorlar. Bu tüm bölge ve hatta Avrupa içinde barış ve demokrasi içinde, kardeşçe birlikte yaşama için örnek olabilir. Ortaçağ ilişkilerinden direkt olarak insanlığın ulaşabileceği en modern, çağdaş, en insani ve demokratik yönetim metoduna sıçramak mümkün. Onlar bu zor ve imkansızı gerçekleştirmek için çalışıyorlar. Bizim bunu öncelikle ve en güçlü bir şeklide desteklememiz gerekir. Bu tüm insanlık için bir kazanım olur. İnsanlık bunu yaşatmalı. Türkiye illaki ben bunları ezeceğim, sileceğim demekte. Kuzey Suriye’de çeşitli dinlerde, dillerde, mezheplerden ve sosyal kesimlerden halk, insanlar yaşıyor. Bunların bizim Güneyimizde yaşayan halkımızla direkt kan bağları var. Biz bunları nasıl ezeriz ve kırarız ve sileriz.

    Hiç düşünmeden doğmatik bir refleksle bunlar bizim Kürtlere de kötü örnek olur. Bu nedenle Bunlar bizim için milli güvenlik sorunu olur denmekte. Her ülkenin ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyolojik şartları çok farklıdır. Halkların talepleri, ülkenin ekonomik, siyasi, sosyolojik gelişmişliklerine, kültürlerine, tarihi gerçeklerine, somut özgül şartlarına göre şekillenir ve değişiktir. Her talebin bir temeli vardır. Havadan uçan talepler dillendirilebilir ancak hayata uymaz. Masa başına oturulduğunda bunlar elenir. Yeter ki bir sorunları barış içinde, bilimsel, insan odaklı ve demokratik bir zeminde ele alınsın. Patates toprak altında, domates toprak üstünde bitki üzerinde, elma ağaçta yetişir. Ağaçta yetişen patates isteriz demek ne kadar abes ise temeli olmayan zorlama taleplerde bulunmakta aynı şekilde abes olur. Bu nedenle Türkiye Kürtlerinin asla ve katta (katiyen) ayrı bir devlet ayrı bir bayrak talepleri yoktur. Türkiye için azami talepleri demokratik özerkliktir. Kürtlerin talepleri öncelikle ana dil ile eğitim ile çağımızın gelişmişlik ve kültür seviyesine göre farklılıkların bir arada barış içinde yaşaması için geliştirilmiş çağdaş, modern ve demokratik yönetim şekli olan AB Yerel Yönetim Şartlarıdır (Avrupa’da çoklu etnisteyi barındıran ulusal devletlerin birlikte yaşamak için geliştirdikleri model) Bu ise hemen olacak bir şey değil. Bunun metodu ve alt yapısını hazırlamada anlaşıldıktan sonra bile beş – on yılı alır. İlk adım barış masasına oturup, sorunları çözme iradesini samimi olarak ilan etmektir. Ama reis, ben reis, ne dersem o olur demekte. Türkiye halkını sadece ben güderim. Halk kendi yöneticilerini kendisi seçemez. Şura yönetimi de ne oluyor. AB şartları da ne. Tek ve biricik söz sahibi benim demekte. Bugüne kadar Türkiye’nin bu kadar düşmanca uğraşmasına, ezerim, silerim demesine rağmen Kuzey Suriye halkı, Türkiye’ye bir çakıl taşı dahi atmamış. Çünkü Türkiye’de yaşayan halk kardeşidir. Kalpler tamamen kırılmadan, savaşmadan uzlaşmak ve anlaşmak istiyor. Eninde sonunda Türkiye ile anlaşmasının şart olduğunu biliyor.
    Başta Esadı devirmek için devşirdiğimiz cihatçıları Suriye’ye göndermiş ve desteklemiştik. Şimdi Esadı iktidarda tutmak için fiilen TSK Suriye’ye girip, daha önce silahlandırdıkları güçlerle savaşıp/anlaşıp, onları İDLİB’te tahliye etmeye ve oraya yerleşmeye çalışıyor. Bu ne yaman bir çelişki. Esadı devirmekle başla, Esadın taşeronu ol. Savaşın tüm manevi ve maddi bedel ve yıkımını Türkiye halkına ödetmek pahasına. Üstelik Suriye’ye Rusya’nın izni ve Esadın menfaati için giren TSK nın bu hareketi Türkiye’nin milli menfaatleri hiçbir ilgisi yoktur. Sonucu Türkiye için yenilgi, şehit verme, ekonomik kayıp ve hayal kırıklığı olur. Sonunda kendimizi millet olarak ihanete ve haksızlığa uğramış varsayacağız. Reis yenilgiyi hazmetmeyip, kindar bir şekilde, hırsını daha büyük ve geniş bir savaşa erteleyip tüm gücüyle savaşa hazırlık yapacağı şimdiden gözükmekte. Aşırı milliyetçi ve saldırgan ulusalcıların da medya yolu ile ateşe benzin dökmek için uğraşacaklar. Bu yaşanan süreçte millet buna inandırılacak. Bu nedenle savaşa hazırlık kapsamında, öncelikle ayak bağı olarak gördüğü aşağıdaki ön temizlikleri yapabilir.
    1. Türkiye Kürtlerini daha geniş bir şekilde temizlemek gerekir. Geçmişte de olmuştu. Bizi sırtımızda vuran ve vuracak Kürtlerin canına, namusuna ve malına çökmek helal. Madem güneyimizde istedikleri oldu.
    Güneydoğudakileri artık Irak ve Suriye’ nin Kuzeyine süpürmek Allahın emri ve hakkımız denecek.

    2. Muhalif parti, kurum, kuruluş, şahsiyet tüm muhalif olarak ne varsa hepsini sindirme, ezmek ve silmek.

    Bu arada;
    Türkiye ekonomisini savaş ekonomisine dönüştürmek. Gerekli devletleştirmeleri yapmak, dolaylı ve direkt ek vergiler koymak. Vergilerin yansıması zamlar halkın sofrasındaki ekmeği küçültecek. Yeniden emekçi, üretici ve emeklilerin kemer sıkma dönemi başlayacak. Bütçe açığı artacak. Halktan milli emeller ve hedefler için manevi ( Kendisinin, çocuğunun, kardeşinin, babasının CANI) ve maddi (Önce maaşının kısıtlanması, ek gelirler ve dolaylı gelirler, giderek malı ve mülkü istenecek) fedakarlıklar istemenin sonu gelmeyecek. Çünkü kolay bir şey mi kendi öz kaynaklarımız ile savaşa hazırlanıyoruz diyecek. Milli onur, vatan, bayrak, Rabia gibi milli duygu ve hassasiyetler ile millet teslim alınacak. Muhaliflerin, FETÖ , Kürt ve Batı yanlısı işadamlarının sermayelerine el altında veya açıkça çökmek, el koymak suretiyle kaynak oluşturmak istenecek.
    1. Konvansiyonel hafif ve ağır silah ile zırhlı araç ve mühimmatı yerli üretmek,

    2. Hava savunma sistemleri ve robot hava savaş araçlarını yerli üretmek.

    Tek adam diktatörlüğü, Türk, Sünni ve aşırı milliyetçilik doktrini 2019 seçim zaferi ile birlikte pekişerek, Ülke içinde temel hak ve özgürlüklerin tamamen ortadan kalktığı, muhaliflerin yok edildiği, içte en saldırgan, gerici ve katliamcı. Dışta ise saldırgan savaş kışkırtıcısı ve çıkarıcısı, tek adam diktatörlüğü kuracağı gidişattan açık. Suriye ve Irak Kürtlerinin varlığını yok etmek amaçlı Suriye’ye, Irak Türkmenlerinin hakkını savunmak adına Ova köy’de aşağıya doğru, Kürt koridorunu yarma ve Musul ve Kerkük’e uzanmak, ilhak etme hırsı ile başlayacak. ABD, Batı ve Rusya’nın da müdahil olduğu daha geniş bir savaş sebebi olmak. Bugün bu yolda yürüyor değil miyiz. Bugün bunlar bir öngörü 2019 seçimlerini de Reis kazanırsa 2023 ten sonra bunların bir gerçek olacağını yaşayarak göreceğiz. Heyhat o zaman çok geç kalmış olacağız.

    Anti –Emperyalizm hakkında;
    Bugün Türkiye’nin ABD ve AB karşıtı olması ve NATO dan çıkması, Rusya ile siyasi, askeri ve ekonomik işbirliğine gidilmesi hedeflenmekte. Türkiye, Rusya‘nın izni ile Suriye‘ye girmiştir. Peki Rusya emperyalist bir ülke değil mi. Kürt düşmanlığımızdan dolayı geçici olarak kızgınlık ile aniden NATO nun kucağından kalkıp, Rusya’nın kucağına oturuyoruz. Bunu da anti-emperyalizm olarak yutturmaya çalışıyoruz. Şunu aklımızda çıkarmamız gerekir. Büyük devletlerin çatıştığı bir bölgede komşularına saldıran ve topraklarını ilhak edecek Türkiye; Ya ABD ya da Rusya’dan birinin taşeronu ve bölgede fedaisi olma, himayesine girmek zorunda kalır. Suriye pratiği böyle olmadı mı. Önce biz, ABD nin görevlendirmesi ile Esadı yıkmak için ÖSO eğitip techizatlandırıp Suriye’ye saldık. Bizde 12 saat içinde Şam Emevi camiinde olacaktık. Esadın Rusya ile ilişkisini hiç hesaba katmadık. Rusya bir dakika ben burada varım ve Esadın yanındayım dedi. ABD ve Batı fren yaptı, durdu. Bizde tabii fren yok. Sadece gaz pedalı olduğu için biz gaza basmaya devam ettik. Durmadık. Sonra ne oldu. Bu kez Rusya duvarına çarptık, durduk ama bu defa Rusya’ya muhtaç durumda kaldık. Rusya ve İran’cı olduk. Şimdi Rusya ve İran’ın himayesinde ABD ye kafa tutuyoruz. Suriye’ye girdik, yerleşiyoruz ve fiilen işgal ediyoruz.
    Rusya Türkiye’yi Batıdan koparmak için her tavizi veriyor gözüküyor. Rusya ve İran; Türkiye’yi Batıdan koparıp merkezinde Rusya’nın olduğu, Rusya, İran, Türkiye asli ülkelerinden oluşan Avrasya bloğunu oluşturmak istiyor. Rusya muhafazakar Ortodoksluğun temsilcisi. İran, bölgede Şiilerin lideri. Ancak bloğun sağlam bir temele oturması için Türk ve Sünni Müslümanlığın da Reis vasıtası ile dahil olması gerekiyor. Türkiye’nin içinde yer almadığı bir Avrasya bloğu güçsüz, işlevsiz ve güdük kalır. Bölgede etkin güç olamaz. Türkiye (Türk ve Sünni halifesi olarak) Rusya’nın kefesinde olursa: ABD-Rusya terazisi dengeye varır. Putin ve İran; Türkiye’yi dahil etmek için Reis’in Sünni alemin halifesi olmasını bile kabul eder, sorun etmez. ABD bölgede öncelikle İsrail olmak üzere, Arap Sünniliğine (Suudi Arabistan, emirlikler ile Pakistan, Mısır ) İstanbul’daki Bartholomeos’un başkanı olduğu Ortodoks kilisesine, FETÖ ve Kürtlere dayanmakta ve kullanmakta. Rusya Moskova Ortodoks kilisesi, İran Şiiliği ve Reis’in Türk ve Sünniliği ve Sünni aleme halifeliği ile ancak Avrasya’da ABD ve Batıya karşı durur. Bu yeni stratejinin ideologu A. Dugin, destekleyicisi ise Putin’in sağ kolu işadamı Malofeev. Bu ekip ile Türkiye’de Reis arasındaki arabulucu ise Vatan Partisidir (VP). VP, Reis 2014 ten sonra bizim yanımıza geldi. Biz Reisin pratik uygulamaları ile iktidardayız. Yargı altın yılını yaşamakta demekte. VP yanılgısı, Rus Slav milliyetçiliği ve İran Şiiliği ile Sünni Türk milliyetçiliğin amaç ve hedeflerinin kapsamı hiçbir zaman örtüşmeyeceğidir. Bu strateji Türkiye halkını ateşe sürme ve ülkeyi çökertme, parçalama ve bölme stratejisidir. Rusya’nın Kürt Koridoru ile sıcak denizlere inme stratejisidir.
    Türkiye, Rusya ve İran ile bunların sahadaki savaşan güçleri ile birlikte aynı cephede olup; ABD ve NATO ile onların sahadaki güçlerine karşı savaşırsa işte bu TC için kıyamet alametidir. Yığınakta yapılan hata düzelmez. Türkiye içinde, en azında yerel olarak bunun yansıması olur. Türkiye içerde iç kargaşa, çatışma şartlarında ile dışta NATO ve bölgedeki uzantıları ile savaşırsa parçalanması bu zeminde mümkün olur. Bu parçalanmanın ötesinde Türkiye’nin toptan tüm haklı ile birlikte çöküşüdür. Gerçek bölücüler ve Türkiye’yi parçalayıcılar akıl ve vicdanı yitirmiş, gözü kararmış ve hırs bürümüş, kindar aşırı milliyetçi ve şövenist ulusalcıların ve bunlara kanan Reisin bu kör politikaları ve bunu sorgulamadan uygulayan güvenlik bürokrasisidir. Rusya ve İran’ın hatta Esad’ın çıkarlarının bölgede taşeronu olmanın Anti-emperyalist olmakla ne ilgisi var.Bu bir emperyaliste dayanarak diğerine karşı çıkmak değil midir.

    ABD, yarın Kürtleri karşısına aldığı zaman yine biz en has NATO cu Türk devleti oluruz.

    Oysa anti-emperyalizmimiz,
    Ne ABD Ne Rusya Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye dir.

    Türkiye Cumhuriyetinin Bekasının Korunması; Bir Ezberi /Paradigmayı Sorgulamak;

    Bu bir analiz ve tespittir. Bizim tercihimiz değil, gerçek bir olgudur. Aşağıdaki duruma karşı bizim tercihimiz; İçerde barış, adalet, özgürlük, üretim seferberliği, hakkaniyet, kalkınma, refaha ulaşmış çağdaş, modern gerçekten demokratik bir toplum. Dışta istisnasız her ülke ile barış içinde birlikte yaşamanın beş ilkesi çerçevesinde siyasi ve ekonomik ilişki kurarak içerde ve dışarıda barış içinde yaşamaktır.
    Türkiye Cumhuriyetinin varlığının ve bekasının biricik teminatı ABD ve NATO’dur. Çünkü Türkiye; NATO’nun Güney kanadı olarak bölgede ABD ve Batının menfaatleri için özellikle Rusya ve İran’a karşı konuşlandırılmış ileri bir jandarma karakoludur. Bu görevi ifa eden Türkiye Cumhuriyetinin (TC) varlığı ve bekasını ABD ve Batı korur ve onlar için hayati önemdedir. Çünkü TC nin bekası demek, ABD ve NATO’nun bölgede bekası demektir. ABD ve NATO, TC nin ve aynı zamanda bölgede kendi bekasını; Türkiye’de NATO merkezli (TSK, TC nin varlık ve bekasının teminatıdır) asker, resmi ve sivil bürokratlar, STK ve medya içindeki işbirlikçileri eliyle sağlar (Devlet Aklı – Derin Devlet) 1960 da Menderes hükümeti Rusya’ya göz kırpmaya yeltendi, NATO hemen sol Kemalistlerin hareketine yol verdi. Sol Kemalistler darbeden sonra ilk bildirilerinde NATO ve CENTO ya bağlıyız dediler( 1960 Darbesi kendi iç tasfiyelerinde sonra; Özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa ve ortamı yaratmıştı) 1971 ve 1980 yıllarında sol ve halk hareketleri TC ve ABD için riskli olduğu şartlarda NATO cu askeri darbeler ile sol bastırılmıştır. 1980 den sonra Kenan Evren, Biz Batının Bir Parçasıyız dedi. 1997 yılında irtica hükümet ortağı oldu, tehlike olarak algılandı ve Erbakan hükümeti askerler vasıtası ile yıkıldı. Bu nedenle bu çerçevede ABD ve NATO nun Türkiye’yi böler denmesi en büyük aldatmadır. ABD hükümetleri, başbakanları devirir, ancak TC yi asla feda etmez. Türkiye’nin bölünmesi demek ABD nin bölgeden tamamen tecrit olması, silinmesi demektir. ABD hiç kendi kendine intihar eder mi. TC ben illaki bölüneceğim dese dahi ABD ve Batı buna engel olur, kendi bölgedeki ikbali için bunu engeller ve Böldürmez.
    ABD bölgede her zaman kullanabileceği birleşik tek ve güçlü bir Türkiye ileri karakolu ister. ABD için hayati ve öncelikli olan bölgede kendi çıkarıdır. Hiçbir güç için, Kürtler dahil. ABD kendi bölge çıkarı için NATO şemsiyesi altında olan Türkiye ve TSK dan vazgeçmez. Başbakan ve hükümetlerde vazgeçer. ABD, Türkiye’yi sadece Kürtlerin çıkarı için gözden çıkarmaz. Türkiye için Kürtlerden vazgeçer. Nasıl Suudi Arabistan için İsrail’den hiçbir zaman vazgeçmeyeceği gibi. Ama ABD, Kürtlerin bölgede tamamen silinmesini de göze almaz, onları da tamamen feda etmez. Türkiye’de TC için; Kürtleri toptan imha, katletmek, ortadan kaldırma ve silmek mümkün olamayacağı için. Türk ile Kürt birbirine mecbur ve mahkumdur. Belki de Allah bunu böyle yarattı. Kürtler de ilelebet Türkiye ile çatışamazlar. Eninde sonunda Kürtlerde TC karşı silahını bırakacak. TC Kürdü ile barışıp anlaşacak. Türk ve Kürt için bu bir doğa yasası kadar mutlak ve zorunlu. Türkiye için kalıcı ve köklü çözüm ABD tepe, taban Türk ve Kürt menfaatleri olan üçgen sahası içinde bulunur. Bunu bu gün hemen kavrayıp masaya oturmak gerekir. TC ve TSK bölgede kapanmayan yara almamak, ayrılığı daha da derinleştirmeden buna mecbur ve mahkum. Kafamıza bu dank edene dek tüm manevi ve maddi kayıplar boşa heba olmuş olacak. Yazık ve günah. Bu Kürtlerle barışmak Reisle de Reissizde olur. Bu siyaset ile Reis gelecek seçimde mutlak iktidarını kaybeder. Batı Türkiye’yi komple kaybetmemek için Reisi de kaybetmesi gerektiğini bilir. Bu güne kadar Reisi seçmen desteği sebebiyle aşamadılar. Ancak bu kez Kürtler seçimde Reisin altını komple boşaltacak. Aşırı milliyetçilerin oyu Reisi kurtarmaya yetmeyecek. Kürtler, Türkiye’nin Reisten kurtulmak ve demokratik düzene kavuşması için seçimlerde Türkiye halkının elindeki manivelasının nirengi -destek noktası olacak. Reisin iktidarı ilk seçimle sandıkta yerle yeksan olur. Reisin tek adam ve diktatör olma hevesi kursağında kalır. ABD Türkiye’de seçimli Parlamenter düzeni tercih eder. Ancak Türkiye’nin gerçekten Demokratikleştirilmesini de asla ve kesinlikle istemez.
    ABD ve BATI son elli yıldır mutedil milliyetçi ve muhafazakarlık fikriyatını yani MERKEZ SAĞI: DP, AP ve ANAP çizgisini destekledi ve iktidar yaptı. Bunların devamı iddaası ile ortaya çıkan AKP yi de iktidar yapmak için yolunu açtı, destek verdi ve iktidar yaptı. VP bugün AKP ve hatta MHP yi kendisi gibi aşırı milliyetçi, siyaseten ırkçı, Kürtlere karşı kindar ve insanlık düşmanı, içte ayrımcı, ötekileştirici, nefret söylemcisi ve katliamcı, dışta ise saldırgan, Rusya ve İran’ın taşeronu ilhakçı ve işgalci durumuna getirdi. Türkiye’yi 50 yıldır yöneten merkez sağın; Bugün aşırı milliyetçi, ayrımcı, ötekileştirici, tek adam diktatörlüğüne dönüşmesi hazin. Siyasi İslamın milliyetçi ve siyaseten ırkçılığa savrulması daha da acı ve ibretlik. VP sağ mutedil milliyetçi ve muhafazakarlara kendi fikri yapısını unutturmayı başardı. Hepsini kendisine benzetti. Bugün Merkez Sağın olmadığını herkesin kabul ettiği bir gerçek. Dış güçlerin oyuncağı olmayan İslam ahlaklı ve insan odaklı, adalet ve hakkaniyet sahibi, mazlum halktan ve haktan yana olan bir siyasi İslam Parti de maalesef YOK.
    Türkiye, bugün bir kızgınlık ve hırsla alt üst oluş şartlarında aniden NATO dan çıkmak, Batıdan kopup, bölgede Rusya ve İran’ın başını çektiği Avrasya bloğunun taşeronu olmak yolunda. İşte bu Türkiye’yi ABD ve NATO için değersiz konuma getirir, düşürür. Kendisinin varlık nedeni olan 50 yıllık asli görevini aniden ve bir hırsla üstelik çatışarak ve düşmanlarının cephesine ilhak ederek terk ederse. Bu şartlarda ABD için TC nin bir değeri kalmaz ve olmaz. ABD, Türkiye’yi bölgede örnek olan, modern, ılımlı İslam ülkesi olmakta çıkardı. Şimdi Suudi Arabistan’ı örnek göstermek için Suudi Veliaht Prensini öne çıkarmakta. Bu açıkça Reisten ümidini kesmesidir ve reise son uyarısıdır. TC nin artık varlık ve bekasının korunması ve kollanması değil. Varlığı ve bekası sorgulanır olur. ABD ve NATO için konjonktür uygun, gerekli ve zorunlu olursa. Yani, Türkiye; Rusya ve İran’ın cephesinde bölgeden direkt ve geniş bir ABD ve Batı karşı bir savaşa girerse. Türkiye’nin bölünme değil, komple çökeceği ve 80 milyon halkın tamamının altta kalacağı açıktır. Bu Türkiye halkı için kıyamettir ve bunun sonucun nereye varacağını kimse kestiremez.
    Bu durum sonucunda ikinci perde açılır. Rusya’nın Avrasya bloku; Bir an için ABD ye karşı başarılı oldu ve ABD bölgede tecrit olduğu, çekildiği, yenildiğini varsayalım. Bu durumda Rusya, Türkiye’yi hemen satar. Putin ABD gibi Reis’in nazını hiç çekmez. Bu kez Kürtlerin hamiliğine soyunur ve İran’dan başlayan ve Akdeniz’e kadar uzanan Kürt koridoru esasen Rusya ve İran’ın petrol taşıma yolu olur. Irak ve Suriye’de aynı yolu izler. Rusya sıcak denizlere KARADAN Kürt Koridoru ile de kolayca iner. İran’da Basra körfezine mahkum olmaz. İran ve Irak daha kolay ve kısa yolda Avrupa’ya petrolünü Kürt koridorunda ulaştırır. İran siyaseten de aşağıya inen Şii Kılıç’ı tamamlamış olur. Bu ikinci perdede Rusya; İyice zayıflayan ve tek başına kalmış Türkiye’den dolayı deniz yolu ile sıcak denizlere kolayca ulaşır. Büyük Rus milliyetçiliğinin stratejik hedefi zaten bu. ABD Kürtleri büyük oranda kaybetti. Kürtlerde şartlar uygun olduğu takdirde, Rusya’nın başını çektiği Avrasya Bloğuna kolayca geçer. Sonuçta Türkiye hem Batıdan hem de Avrasya Bloğunda tam tecrit olmuş halde, sıfır dost ülke yalnızlığını yaşar. İşte VP ülkeyi böyle bir cehennem ateşine atacak siyasetler üretiyor. Reisi bunu uygulamaya ve bu yolda ilerlemeye zorluyor. VP de bunu birde sözde milliyetçilik, vatanseverlik, bayrak ve Atatürk adına yapıyor. Felaket eyyamcılığına ülke değerlerimizi alet ediliyor. Çünkü gözünü ve kafasını Kürt düşmanlığı bürümüş, vicdanını karartmış. Nereye gittiğini görmek ve anlamak dahi istemiyor. Buna ortak olmamak gerekir. Bence Türkiye halkı olarak uyanmak için son çıkıştayız.
    Milliyetçilik ve Sosyalizm üzerine
    19. yüzyılda sömürge, yarı sömürge ve çok milliyetli imparatorluklarda milliyetçilik bilinci ve akımı doğdu. Ulus Devletlerin kurulması ile sonuçlanan bu süreçte, milliyetçilik devrimcilikti. Milliyetçilik o dönem için, toplumsal ilerleme ve modernleşmeyi temsil ediyordu. Çünkü; Alt ve üst yapıda daha ileri toplum ve devlet düzenini temsil ediyor ve kuruyordu.
    1. Sömürge, yarı sömürge ve imparatorluklar yıkılıyor. Milliyetler, bağımsızlığını elde edip ulus devletini kurup millete dönüşüyor.
    2. Sistem olarak feodal, yarı feodal ve imparatorluklar yıkılıp, üretim ilişkileri daha ileri toplumsal düzenler oluşuyordu.
    Avrupa’ya eğitime giden aydınlar ve Rusya da Kafkasya bölgelerinde yaşayan Türkler bu akımdan etkilendiler. Çarlık Rusya’sı döneminde gelen milliyetçiler, milliyetçiliğini muhafaza ettiler. Cumhuriyetten sonra sağa ve muhafazakarlığa savruldular. Bu ekolun milliyetçileri dönemsel olarak kolayca aşırı milliyetçiliğe, işbirlikçiliğe ve faşiste dönüşebildi. Çağımızdaki faşist doktrini savunanların öncülleri olmaya vardırıldılar.
    Ülkemizde ve özellikle çok uluslu ülkelerde hakim ulus milliyetçilik, demokrasi düşmanıdır. Demokrasi lafını ağzına almaz. İnsani olmaktan doğan en temel hak ve taleplere karşıdır. Temel halk ve özgürlüklerin düşmanıdır. Siyaseten en sağcıdır. Milli zulüm uygular, halk düşmanıdır. Çağımızda bugün milliyetçilikten ısrar etmek; Merkez sağdan, aşırı milliyetçiliğe, tüm insanlık düşmanlığı olan Faşist olmaya kadar götürür. Toplumda nefret söylemini geliştirir. Toplumu ayrıştırır, şiddet uygulatır, toplumsal çatışma zemini yaratır. Saldırgan ve katliamcı Faşist olmaya kadar gider. Hakim Ulus milliyetçiliği çağımızda, çağdaş toplumsal vebadır. Bu teorik bir yaklaşım değil. Dünya ve ülkemizin yaşadığı pratikten çıkan bir gerçek olgudur. Tartışılmayacak kadar gerçektir. Milliyetçilik, Balkan ülkelerini ne hale getirdiği açık. Paramparça etti. Avrupa’da milliyetçilik; Ayrımcılık, göçmen düşmanlığı, yer, yer masum insanlara saldıran ırkçılığa varmıştır. Vatan Partisi (VP) kendisini halen sol sosyalist göstermek için. Eski sosyalistler de başta milliyetçiydi. O halde şimdi biz sosyalist ve milliyetçiler olarak tekrar bugün de bir partide bir araya gelelim demekte. Böylece Sosyalizme inanmış azınlığını emellerine alet etmeye devam ediyorlar. Hem de MHP nin bile geçmişinde halka karşı aşırı davranışlarda dolayı partisine kabul etmediği. Geçmişinde halka karşı ne kadar kötü davranmış, işkence etmiş, katletmiş, aklanmamış yargı süreci devam eden, kariyer hırsı olan emekli asker var ise. Bugün VP sözde vatansever olarak onları baş tacı etmekte. VP bunları kahramanlarım diye bağrına bastı. Onlar da MHP yi pasif bulan, aktif insanlık karşıtlarıdır. VP li olan asker sivil bürokrat ve aydın yeni milliyetçi ve sözde vatanseverlerinin tümü barış ve insanlık düşmanları. Çözüm, barış ve Kürt lafını duydukları zaman tepeden tırnağa kızarır veya kararırlar. VP bugün siyaseten vardığı yerde. İçinde halen sosyalizme inanmış olanların kalması bir ucubedir.
    Avrupa’da 1900 yılında itibaren Sosyalizm akımı gelişti. Daha önce milliyetçi olan aydınların bir kısmı sosyalizmi benimsedi. 1917 Ekim devrimi ile SSCB de olan eski milliyetçiler yine sosyalizmi benimsediler. Bu yaşanan dönüşüm o döneme özgü bir gerçek. İnsan düşüncesinin normal bir gelişim içinde yaşayarak pratikte, öğrendiği ve benimsediği doğal ileri toplumsal dönüşüm sürecine karşılık gelir. Kapitalizm çağında, sosyalizme geçiş döneminde Milliyetçilikten Sosyalistliğe dönüşmek son derece doğal toplumsal bir gelişmedir. Batı bu dönemini zaten daha önce tamamlamıştı. Bizde bunu esasen 1913 te tamamladık.
    Osmanlı İmparatorluğunda Türk milliyetçiliğinin 1909 den itibaren devrimci milliyetçilikleri sönmeye başladı. 1913 saray darbesi ile Türk milliyetçileri tek başına iktidar oldular. 1914 te Almanya safında ülkeyi Birinci Dünya Savaşa sokarlar. 1915 başında Kafkasya’da 80 bini donmak suretiyle, 190 bin kişilik bir Orduyu tamamen telef eder ve dağıtırlar. 1915 te Anadolu’da yaşayan 2 milyon Osmanlı Ermenisini tehcir, zorla göç ettirirler ve kırarlar. Canına, namusuna, malına ve mülküne çökerler, el koyarlar. Kırımında ve zorla göç ettirilmesinde birinci derece organizasyon ve tetikçilik yaparak sorumlu olurlar. Bu durumda artık devrimciliklerinin D si kalmaz. 1912-1918 arası Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu’da savaş çıkarıcı, kışkırtıcısı, katliamcı olarak 2 milyona yakın insanın ölümüne bir o kadar insanın sakat kalmasına, bir milyon insanın göç etmesine neden olurlar ve koskoca bir imparatorluk altında kalan toplumun aç ve sefil kalmasının ana nedeni maceraperest Türk milliyetçileridir (İçerdeki sorumlu). Osmanlı tebaası hiçbir dönem ve şartlarda 7 yıl içinde bu kadar yoksul, aç, sefil ve biçare olmadı. Canını, namusunu, malını, mülkünü kaybetmedi. Osmanlı bu kadar toprak kaybetmedi. İşte Türk milliyetçiliğinin yüz yıl öncesi ki başarısı! Yüz yıl sonrası başarısı birlikte yaşayacağız. İlki aratmayacak gibi gözüküyor.
    Allah reis ve aşırı milliyetçi ulusalcıları ISLAH etsin.
    Trup, Putin ve Reis’in Şerlerinde Dünyayı, Ülkemizi ve Dünya Halklarını ve Halkımızı Korusun.
    01 Eylül 2017

  75. Sayıın Zileli
    Gerçekleri bizden 30 yıl önce görmenize karşın halen konunun etrafında dolaşıyor, çocuğun adını koymada imtina ediyor gibim algılıyoruz.
    Baki selam ve saygılarımızla
    Bir grup Arkadaş
    Dr. Doğu Perinçek, Türkiye siyasi tarihinin son elli yılında kendisine özgü bir siyasetçisidir. Bugün vardığı yerin daha iyi anlaşılması ve geleceğe ışık tutması için 50 yıllık siyasi serüvenini yakında gözden geçirme ihtiyacı duyduk. Sizinle de paylaşmak istedik.
    Saygılarımla
    Ortak Hafıza 01 Kasım 2017

    Doğu Perinçek ; Bir Bölen Siyasetçi
    Bizler son elli yılın ilk 30 yılını Doğu Perinçek (DP) ile birlikte, son 20 yılını da yakından izlemiş bir kısım arkadaşlar olarak ortak hafıza kaleminde çıkmış olan bu yazıyı bugüne ve özellikle geleceğe ışık tutması. DP nin bugün ne yaptığı ve yapmak istediğini anlaşılması amacıyla yayımlamak istedik. Asıl neden DP “kötülemek” değildi. Zaten O’nunla akıl, gönül, vicdan bağımız kalmadığı gibi sadece “ O’nun şahsına karşı yazı yazmak” diye amacımızda olamaz.
    Dr. Doğu Perinçek (DP) 50 Yıllık siyasi mücadelesinin her döneminde BÖLEN, ÖTEKİLEŞTİREN ve ÇÖKERTEN olmuştur;
    · 1965-1995 arası altı ana bölünme ile solu paramparça edilmesinde rol aldı.

    · 1995-2002 arası iki ana bölünme ile Kemalistleri böldü. Sol Kemalistleri; Siyasette, kurum ve kuruluşlarda tasfiye edilmesine neden oldu.

    · 2002-2013 arası iki ana bölünme ile TSK, CHP, MHP ile bağımsız, çeşitli kurum ve kuruluşlardaki asker sivil, aydın, Avrasyacı siyasetçileri su yüzüne çıkarttı. Sonra sanki kendisi ile işbirliği içinde olduğunu ve hatta kendisi ile özdeşleşmiş gibi gösterip itibarlarını aşındırdı, zedeledi. Ergenekon sürecinde onlarında tasfiye olmasına neden oldu.

    · 2013 ten bugüne kadar iktidar ile işbirliği yaptı. Muhafazakar milliyetçileri ve İslamcıları, Aşırı milliyetçi, ırkçı ve Sünnici yaptı. Toplumun içte yatay olarak ikiye bölünmesine, dışarıya da ülkeyi maceracı saldırgan bir konumuna getirdi. Türkiye Cumhuriyetini tüm olarak çökmesinin eşiğine getirdi.

    1970 Öncesi Türkiye İşçi Partisi – MDD Milli Demokratik Devrim Ayrışması:
    D. Perinçek; Mehmet Ali Aybar’ın (MAA), ikinci ulusal bağımsızlık mücadelesi diye tanımladığı, demokratik parlamenter siyasi çizgisi; Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesine karşı çıktı. MAA karşı TİP dışında kalan başta Mihri Belli’nin (MB) başını çektiği eski bir grup TKP linin savunmuş olduğu Milli Demokratik Devrimi (MDD) stratejisini savundu. MDD devrim stratejisi; Emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı halk savaşı yolu mücadele ve sonunda genel ayaklanma ile devrimi gerçekleştirmek ve kesintisiz sosyalizme geçmekti. MDD kesintisiz sosyalizme geçişin ilk aşamasıdır. TİP in Parlamenter yolu ile Türkiye’nin somut şartlarında kaynaklanan, güler yüzlü sosyalizmi kurmasını pasiflik olarak nitelendirildi. MDD savunucuları ihtilal yolu ile devrimi gerçekleştirme yolunu seçti. TİP in gençler tarafında pasif bulmasına FKF – Fikir Kulüpleri Federasyonu başkanı (24 Mart 1968 seçildi) olarak ta katkı sağladı. 1968 Gençliğin TİP ten ve demokratik kitlesel siyasetten kopmasına neden oldu. MDD yi savunanlar Kasım 1968 Aydınlık Sosyalist Dergisi etrafında toplandılar. DP en son Kağıthane TİP ilçe kongresinde; TİP i pasif bulan zehir zemberek bir konuşma ile TİP ten koptu. Birinci bölünme TİP in en dinamik kesimi olan gençleri ve aydınları TİP ten uzaklaştırmakla oldu. Bu 1962 den itibaren toplumun siyasi kazanımlarının boşa harcandığı ve heba edildiği en büyük ve en önemli dramatik sosyalist solda ilk bölünme oldu.

    Sosyalist Dünyadaki SSCB-ÇKP bölünmesi ve SSCB nin 21 Ağustos 1968 de Çekoslavakya’ yı işgal etmesi, gençliği tam bir çıkmaza soktu. 1968 Gençliği; Demokratik üniversite, akademik özgürlük, hayatın her alanında temel hak ve özgürlükleri savunması ve bilimsel teknolojik modern yaşam tarzı tercihi yanında. Avrupa gençliğinden farklı olarak, başta işçi sınıfının sendikal ve demokratik hakları ile emekçi ve üreticilerin ekonomik, demokratik ve siyasi hak ve özgürlükleri için onlarla omuz omuza birlikte mücadeleye etti. Kitlesel demokratik, siyasal iktidar olma mücadelesi vermek istedi. TİP ten ayrılan MDD ci gençler D. Perinçek, D.Gezmiş, M. Çayan Mihri Belli’ (MB) nin evinde toplanıp, MB öncülüğünden yasal bir parti kurulmasını istediler. MB “Yasal bir parti kurulma şartları mevcut değil “ dedi ve taraftar olmadı. MDD ciler 1 Kasım 1968 Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD) yi çıkardılar. O dönem DP yakınında bulunan arkadaşları ” DP nin, MB nin başkanlığında birleşik ve güçlü bir yasal parti kurulmasına çok taraf olmadığını” Tespitinde bulundular. Ancak genel MDD ci olmak DP için yeterli değildi. Bunun üzerine DP “Bizim illegal yasal olmayan (gizli) parti kurmamızdan başka çare kalmadı” deyip. 21 Mayıs 1969 da yasal olmayan, gizli Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TKİİP) kuruldu. TİİİKP, 68 Gençliğin illegal, gizli olarak kurduğu ilk partidir. DP, TİİKP pratiği ile 1968 Gençliğinin 1960 Anayasayı çerçevesinde, yasal, kitlesel demokratik mücadele yolunu terk etmesini doğru, doğal ve zorunlu bir gelişme gibi göstermiş oldu. Ayrıca bu DP nin MDD savunan 68 gençliğinin diğer kesimleri ile yani D Gezmiş, M Çayan ve MB ile yollarını ayırmasıdır. 68 Gençliğini bölmesi demekti. 8 Temmuz 1969 İşçi ve Köylü gazetesini çıkardı. Ocak 1970 de DP Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) çıkardı. Parti politika ve siyaseti olarak sosyalist dünyadaki SSCB – ÇKP (Çin Komünist Partisi) saflaşmasında; ÇKP çizgisini seçti (PDA 21. sayı Temmuz 1970 Modern Revizyonizmle Mücadele Proleter Devrimci Mücadelenin Bir Parçasıdır) ve PDA 24. Sayı. Ekim 1970. “Marksizm-Leninizm- Mao Zedung Düşüncesi Bütün İnsanlığın Malıdır. ÇKP yoluyla MDD gerçekleştirilmesi yolunu seçti üstelik o günler ÇKP nin siyasi çizgisi daha itibarlı ve kolay taraftar buluyordu. DP yeni devrim stratejisi; İşçi – köylü ittifakına dayanan, kırsal alanı esas alan uzun süreli halk savaşı yolu ile devrimi gerçekleştirmeydi. DP, bölünmeyi daha da derinleştirmek için; SSCB-ÇKP ayrışmasını ve çatışmasını bir ileri adıma taşıdı. SSCB yi sosyal emperyalist ilan edip. SSCB yanlılarından tamamen koptuğu gibi 1968 gençliğinin tamamından da (D Gezmiş ve M Çayan) TİP ve Yön hareketinden, DİSK ve tüm demokratik oda, dergi çevreleri, aydınlar ve kitle derneklerinden tamamen koptu. Sosyalist bloktaki bu yarılmayı, saflaşmayı ve kavgayı tüm bu kesimlerin gündemine sokup, onları tartışma, bölünme ve mücadeleden soğutmaya vardırdı. 1968 Kitle eylemlerini maceracılık ve küçük burjuva hareketler olarak niteleyip, itibarsızlaştırdı. Sonuçta Türkiye’ de ki tüm Sosyalistleri çok dramatik olarak tekrar tam ayrıştırdı. Karşı karşıya getirdi. DP nin ikinci en büyük ve önemli bölünmesi bu oldu.

    DP ve arkadaşları Marksizm, Leninizm ve Mao Zedung düşüncesi ışığında işçi sınıfının siyasi ve örgütsel önderliğinden, işçi köylü ittifakı temelinde halk savaşı yolu ile devrimi gerçekleştirme stratejisini benimseyip yoluna devam etti. 15-16 Haziran 1970 işçi ve halk eyleminden sonra TİİKP içinde İ. Kaypakkaya ve arkadaşları, DP nin stratejisi, siyaseti ile mücadele tarzı ve yaşantıları farklı olduğu ve SAMİMİ olmadığını gördüler. Bunun üzerine özellikle İstanbul işçi sınıfı içinde, gece kondu semtlerinde ve kırsal alanda örgütlenme çalışmalarını yürüten TİİKP programını samimi savunanlar DP nin bu siyasi iki yüzlülüğünde şikayetçi oldular. DP, İ. Kaypakkaya ve arkadaşlarını TKİİP ten tasfiye etti. İ. Kaypakkaya tasfiye edilen arkadaşları ile TİKKO yu kurdular. Kendi içinde bir bölünme yaşandı. Bu bölünme diğerlerinden çok farklı idi. DP nin kendisinin seçtiği devrim yolunda samimi olarak yürümediği, programını sözde savunduğunu ancak özde fiili olarak program gereği çalışmadığı için olmuştu. Bu ise DP nin fikri ile zikrinin ayrı ve samimi olmadığı. Görev adamı olabileceğinin en somut kanıtıdır. Bu ise DP nin başardığı üçüncü ana bölünme oldu. 12 Martta 1971 askeri darbeden sonra DP tutuklandı. TKİİP’in örgüt kadrolarının tamamını yalnızca DP biliyordu. Özellikle İstanbul TKİİP kadrolarını sadece DP biliyordu. Yurt içinde kalanların dışında tümüne yakını tutuklandı. İçeride bu tutuklanmaların DP nin çok uzun verdiği ifadeden kaynaklandığı düşünüldü.

    1974 ten Sonra Bölünmeler;
    DP, 12 Temmuz 1974 affı ile dışarı çıkınca siyasi olarak en derli toplu siyasi akımdı. Aydınlık, haftalık dergi olarak Kasım 1974’te yeniden yayımlandı. 20 Temmuz 1974 de Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapmasını “İşgale Nihayet, Kıbrıs’a Hürriyet” diye karşı çıkıldı ve protesto edildi. DP, bir dizi şeklinde yazdığı “Türk Ordusunun Kıbrıs İşgali” yazısı sebebiyle aranınca gizlendi ve sonra yurtdışına çıktı. 1975 yılında Denktaş’ı da kastederek Kontrgerillanın Kıbrıs’ta bir ayağı var dedi. 2000 yılların ortasında görevi ve rolü değişmişti. Talat Paşa komitesinde Denktaş’ın arkasında yürüdü. Burada Denktaş ve askerler açısında fikri tutarlılık ve devamlılık vardı. Tutarsız olan DP idi

    DP, 1975 yılında sonra Sosyal emperyalizm teorisi derinleştirildi. 15 Nisan 1975 de haftalık Halkın Sesi dergisini çıkardılar. DP ve arkadaşları Halkın Sesi (HS), D. Gezmiş’in arkadaşları Halkın Kurtuluşu (HK), İ. Kaypakkaya nın arkadaşları Halkın Birliği(HB). Sosyal emperyalizmi kabul eden M. Çayan’ın Niğde cezaevindeki yaşlı kuşak arkadaşları Halkın Yolu (HY), diğer bir kısmı sosyal emperyalizmi kabul etmeyip ne SSCB ne de ÇKP kampında yer aldılar. İyi niyetli, ancak genç ve tecrübesizlerdi. Devrimci Gençlik (DG ), Kurtuluş Sosyalist Dergi (KSD), Devrimci Sol Dergileri ile yollarına devam ettiler. 1974 yılında gençlik hareketi çok güçlü idi. 1968 dönemi gibi çok büyük ve kitlesel eylemler yaptılar. Tüm gençlik sola sempati ile bakıyordu. TİP ve 1968 Gençlik Mücadelesi tüm toplumda solun itibarını en yüksek seviyeye ulaştırmıştı. DP nin Sosyal Emperyalizm teorisi 1974 ten sonra da Gençlik hareketini ve tüm solu tekrar yatay olarak böldü. Devrimci Doğu Kültür Dernekleri de, aynı temada nasibini aldı, Denge Kawa ÇKP çizgisini savundu. Kawa, Rizgari ve diğerleri arada kaldılar. Sol sosyalist ana akımlar 1980 geldiğinden 50-60 parçaya bölünmüştü. Tüm bu paramparça bölünmeler DP nin öncelikle katkı ve mahareti ile olmuştur.

    1976 yılında DP; Aydınlık dergisi ile Sosyal emperyalizmi ve genel olarak devrimin yolu olarak ÇKP yolunu kabule eden “Halkın” ile başlayan dergilere birleşme çağrısı yaptı. D.Perinçek, Aydınlık aylık dergide, ayrı ayrı küçük ırmaklar olarak akmaktansa hepimiz büyük bir nehirde birleşip okyanusta akalım dedi. Bu çok büyük bir heyecan yarattı. Özellikle HY birlik için çok istekli idi. Aydınlık ile ilişkisi, HK ve HB den daha iyiydi. Tam birlik noktasına gelindiği zaman DP “fikir değiştirdi “ DP Aydınlık dergisinde biz ana ırmağız, sizler çaylarsınız. Grup olarak toplu değil, şahıslar olarak özeleştiri yaparak tek, tek bize katılın dedi. Toplu katılmalar şeklinde olmasın dedi. Çünkü önemli olan tam biat ettirerek kendi liderliğini korumaktı. Bugün aynı dönemin ilk çağrı metinlerini bakarsanız DP nin sözüm ona ne kadar birlikten yana olduğunu görürsünüz. Sürecin tamamına baktığınız zaman ise DP; Bölünmenin teorisini yaptığını görürsünüz. Önce bir masaya oturtmak, sonra kafalarını karıştırmak, sonrada biz önce ÇKP safına geçtik. Doğruyu biz en önce tespit etmiştik. O halde önder biziz. Önderliğimizi kabul edip şartsız olarak bize teslim olun şeklinde yaklaştı.

    1977 Bir Mayıs Kutlamalarına hazırlıklar başladı. DİSK yönetimi SSCB yanlılarının elinde idi. DİSK ve SSCB yanlısı İlerici Gençlik Dergisi (İGD) yayınlarında ÇKP yanlısı, Halkın sülalesi Maocu Bozkurtları Taksim alanına sokmayacaklarını ilan ettiler. HS de DİSK revizyonist yöneticilerinin zincirlerini kıralım kampanyası başlatmıştı. HS sonra tavır değiştirdi ve toplu olarak alana girmeyeceğini ilan etti. HS son haftalarda Üçlü Blok dediği HK, HY, HB alana girerse büyük bir çatışmanın çıkacağının propagandasını yaptı. Çatışma çıkacağının ve bunun sebebinin de üçlü blok ile DİSK ve iGD olacağını sürekli propaganda etti. Üçlü Blok Saraç Hanede toplanıp, alana toplu girme kararı aldı. Böylece halk bir çatışmanın çıkacağına inandırıldı. Sahnelenen oyun 1 Mayıs 1977 günü oynandı. Derin devlet DP nin katkısı ile kendisine hazırlanan bu zeminde başrol oynadı. Üçlü blok alana Taksim Sular İdaresi sağında girerken, Bu bölgede konuşlanan DİSK görevlilerinin saldırısı sonucu büyük bir kargaşa oldu ve kavga çıktı. Sonra silah sesleri duyuldu. Alanda büyük bir dalgalanma panik, izdiham ve kargaşa sonucu 37 emekçi katledildi. Emekçilerin bayramı kana bulandı. Bir Mayısların bir daha kitlesel ve coşku ile kutlanması önlendi. Artık bundan sonra ÇKP yanlısı Halkın Sülalesi ile SSCB yanlıları İGD ve DİSK Yönetimi iktidara karşı mücadeleyi bırakıp birbirlerinin karşı mücadele ettiler. ÇKP ve SSCB taraftarları birbirlerini baş düşman ilan ettiler. DP yine rolünü iyi oynamış, sözüm ona katliam İGD, DİSK ile Üçlü Blok (HK, HY, HB) zıtlaşması gerçekleştiğini kanıtlamış oldu. Aslında DP, adeta katliamın gerçekleşmesinin meşruluğunun zemini yaratmış ve katliama çanak tutmuştu. Süreçte kazançlı çıkan solda DP oldu. O dönem darbe yapma hazırlığı içinde olan ve darbeye gerekçe yaratmak için katliamı düzenleyen, fitilini ateşleyen ve panik içinde yüz binleri kontrolsüz dağıtan ve katliamı büyüten darbeci derin devlet kliği (NKE ve AT), Darbeci klik DP sayesinde kolayca kendisi gizledi. Derin devlet kliği katliamda kendisini gizledi.Ancak daha sonra S Demirel darbeci kliği TSK dan tasfiye etti. K. Evren KKK seçildi, daha sonra GKB oldu ve 1980 darbesini gerçekleştirdi. Ne hazin kanlı 1 Mayıstan sonra DP doğru tahlil yapmış ve gelişmeyi önceden anlamış olarak görüldü, Halkın sülalesinde kopmalar başlandı. Ayrılanlar Aydınlık- HS katıldılar. Sosyalistler arasında en düşmanca ve kalıcı, kitlesel bölünme bu olayla olmuştur. Bu bölünmeyi siyasi düzlemde daha da kuvvetlendirmek için DP, ÇKP nin uluslar arası düzlemde savunduğu devlet politikası “ Üç Dünya Teorisini” Türkiye devriminin yolu olarak kabul etti ve Türkiye İşçi ve Köylü Partisi – TİKP i kurdu. Her zamanki gibi HY, HK ve HB olgunlaşanlarını topladı. Özellikle HY bir kaç aşamada TİKP katıldı. Olgunlaşanlarla TİKP ve günlük Aydınlık gazetesini çıkardıktan sonra DP artık kendisi dışında kalan tüm sola düşmanca yaklaştı. Kendi dışındaki solu; Sahte sol, sosyal faşist, maceracı, anarşist olarak ilan etti. Aydınlık günlük gazetede bunların organizasyonlarını ve eylemlerini sözüm ona “Halk Düşmanlarını Deşifre Etme” adına yaptı. Düşmanlık hat safhaya ulaştı. 1980 e sol kendi içinde çatışan ve birbirine şiddet uygular hale geldi. Solun kendi içinde kavgası ve sağ – sol kavgası sonucu tüm toplumda can güvenliği, okulda, mahallede yaşama ve işte çalışma güvenliği tehdit altındaydı. DP 1980 lere gelirken SSCB ve İGD yi baş düşman ilan etti. İktidar mücadelesini erteledi. ABD yi ikincil ve ittifak edilecek güç gördü. DP nin siyasi rotası ile derin devletin kırmızı çizgisi özdeş oldu. İkisi de SSCB ve komünizmi baş düşman ve bertaraf edilmesi gereken baş tehlike gördü.

    1975 ten 1980 kadar SOLU 50-60 parçaya bölünüp PARAMPARÇA olmasına neden olan; Milyonlarca işçi, memur, öğrenci ve aydının emeğini heba eden, hayatını karartan, birbirine kırdıran, ayrıştıran ve ötekileştiren. Sosyal Emperyalizm ve Üç Dünya Teorileri 1980 den sonra sessizce unuttu ve unutturuldu. Sanki 11 yıl hiç böyle tartışmalar olmamış gibi. DP bu argümanlar ile zamanında görevini tam yapmış ve solu paramparça eden rolünü güzel ve tam oynamıştı. Sadece sol paramparça olmakla kalmadı. Sol itibarını da kaybetti. Aileler kendi ve çocuklarının can ve iş güvenliğinden mahrum yaşadılar. Yaşamlarını kaybettiler, okullarını, işlerini, mahallelerini terk ettiler. Sendikalar, odalar, dernekler ve siyasi sol parti, hareketler, dergiler komple itibar kaybetti. Özellikle işçilerin sendikacılara ve halkın derneklere olan güveni tamamen sona erdi. 1980den sonra taşeronlaşma ve sendikasızlaşma ana akım halini aldı. Tüm bunlar solun fikir ve siyaset, parti ve hareketler, gazete ve dergi, sendika, dernek, oda ve kitle dernekleri gibi örgütlenme ve mücadele alanlarının itibarı tamamen sıfırladı. Sola güvenilmez oldu. Sol solu kemiren ve bitiren kurdu olarak nitelendi. Tabii ki solun bu hale gelmesinde en büyük pay DP nin oldu. Solun bu şekilde çöküşünün ana sorumlusu DP dir.
    Dördüncü ana bölünme
    Halbuki; O zaman tüm sol; İGD, Dev Genç ve Maocular (Halkın sülalesi) asgari müştereklerde demokratik parlamenter çizgide bir partiden birleşmiş olsalardı; 1980 askeri darbesi olmazdı. Bunun mümkün olmaması için aslında gerçek bir nedende yoktu. Ayrılık duvarları örmek için hepsi Türkiye ve gerçeklerde azami derecede kopmuşlardır

    1985 ten Sonra Bölünmeler;
    Aydınlık hareketi 1980 askeri darbeyi Rusya, beşinci kol, sahte sol ve anarşiye karşı bir darbe olarak değerlendirdi. Bu nedenle başta darbeyi destekleyici tutum gösterdi. Ama Aydınlık kapatılmaktan kurtulamadı. Aydınlık gazetesi Genel Yayın Müdür 18 Eylül 1980 de Kenan Evren’e bir mektup gönderdi. “ Aydınlık gazetesi, bugüne kadarki yayını ve mücadelesi ile Milli Güvenlik Konseyinin ilan ettiği bu amaçların gerçekleşmesi için hayatını dahi seve, seve feda etmeye hazır olduğunu kanıtladığını…” ifade etti. Buna karşın kapatıldığı için serzenişte bulundu. Ekim 1980 sonunda aranma ve tutuklamalar oldu. DP ilk sorgusunda “ Bizde Rusya, sahte sola ve anarşiye karşı mücadele ettik. Bizi neyle suçluyorsunuz. Biz farklıyız, anarşistlere, Rusya ve beşinci kola karşıyız” şeklinde savunma yaptı. Bu savunma Broşür olarak basılıp el altında okutuldu. Aydınlık yurt dışı bürosu 12 Eylül darbesinin faşist bir NATO darbesi olduğunu savununca DP tarafında azarlandı ve tasfiye edildi. Derin devletin daha önce fikren paralel yürüdüğü ve kullanmış oldukları MHP ile fikren göz kırptığı Aydınlık hareketine artık ihtiyacı kalmamıştı. Halbuki Darbeden çok kısa süre önce Haziran 1980 de Kenan Evren Aydınlık gazetesine beyanat vermişti.

    1981 yılında çıkardıkları yeni Ufuklarda Sosyal emperyalizm ve Üç dünya teorisi ve avaz, avaz bağırdıkları Rusya Türkiye’yi işgal edecek sendromu artık hiç dile getirilmiyordu. Yazmıyorlardı. Sanki hiç böyle bir fikri savunmamış ve böyle bir siyaseti olmamış gibi unutturuldu (Bugün de Kürtler Türkiye’yi bölecek diye avaz, avaz bağırıyoruz). Bilinçaltına attı. Bu büyük bölünme nedeni olan teorik yanlışını hiç hatırlamadı ve hatırlatmadı. Çünkü DP misyon adamı, her dönem görevini yapar.

    1985 te hapisten çıkıldıktan sonra DP çok değişmiş göründü. Sanki 1980 öncesi DP değildi. DP 1985 önce N.Ilıcak ve A Dilipak, M. Belge gibi aydınlarla cuntaya ve 1982 Anayasasına karşı mücadele de dirsek temasında bulundu. Nurettin Sözen’in desteği ile Taksim Toplantılarına katıldı. ANAP ve Turgut ÖZAL’ı sempatik buldu. Daha önce ANAP a oy verilmesini savunmuştu. Bu tutumunu büyük siyasi güçler platformuna çıkma olarak teorileştirdi ve lanse etti. Murat Belge, Nazlı Ilıcak ve A. Dilipak ile üniversitede öğrencisi kızların turban takmasını kişisel temel bir hak ve özgürlük olarak savundu. A Dilipak ile İstanbul Üniversitesi ana binası önüne gelerek turban takan kızlara yapılan baskılara karşı destek verdi. Ali Bulaç bunu TV de anlattı. 1995 yılında Kemalistler ile birlikte olunca turban yasağının en hararetli savunucu oldu. Bunun Cumhuriyete ve Cumhuriyet Kanunlarına karşı bir başkaldırı ve karşı devrimci bir kalkış olduğunu söyledi. DP için ilke yoktu. Görevi için kiminle olması gerekiyorsa Onunla olur ve o zaman zarfında Onun havasını çalardı.

    1986 yılında M A Aybar solda birlik çağrısı ile çalışma başlattı. Pera Palas Otelde aydınları ve eski sosyalistleri toplamak için davetiye çıkardı. DP hemen buna atıldı. MAA düzenlediği solda birlik toplantılarına katıldı. DP yeni birlikçi ve özeleştiri yapıcı ve solun birliği için çalışan biri olarak kendisini gösterdi. Bir kısım solcular DP yi samimi bulmadı. “Siyasi bukalemun yeni döneme özgü siyasi ceketini “giydiğini söylediler. Birlik için sol sosyalistler bir araya geldikten sonra, tartışmaların seyri değişti. Perinçek yine keskin söylemlerine döndü. Özünde asıl amacı önce masaya oturmak, sonra masayı dağıtıp birliği baltalamak. Mevcut yanında kalan eski kadroları ve burada devşireceği yeni kadrolar ile tekrar kendi tekkesini kurmaktı. MAA ın başkanlığında birliğin başarılı olmaması için türlü sözde siyasi gerekçeler üretti. Bu konuda tecrübesi vardı ve bunu sağladı. Kendisine karşı çıkanlara karşı teorik olarak yeterli olmayıp, her söylediğini tartışılmaz kabul eden. Ancak dürüst ve samimi olarak devrime inanmış işçi kökenli kadroları tetikçi olarak kullandı. 14 Aralık 1986 da Harbiye İnci sineması toplantısında MAA ötekileştirdi. MMA kenara çekildi. MAA 1986 den sonra toparlamaya çalıştığıi hayli yol aldığı solda birlik çalışması DP nin “gayreti” ile heba edildi. Başarısızlığa uğradı. 60 yıllık sosyalist uygulamaların neticesi olarak halkın ulaştığı refah ve mutluluk seviyesi. Halkın yönetim ve karar almadaki rolü. Sosyalist ülke uygulamalarının tüm pratik sonuçlarında çıkarılacak dersler. Sosyalizmin felsefeyi, teorik ve örgütlenme sorunları. Sosyalist blok dayanışması adına pratikte yaşanan sorunlar. Bunların ışığında hareketle. Türkiye’ye özgü demokratik halk iktidarı olarak sosyalizmi kurma program ve tüzüğünü yapabilecek bilgi birikimi ve yaşam tecrübesine sahip. Bunun için ekip çalışması yapmaya ve yönetmeye en yatkın ve etkin insanı MAA nın sosyalistleri birleştirme çabası ikinci kez DP tarafında engellendi. MMA başarısız kılındı ve kenara itildi. DP çevresine topladıkları ile Kanatlı Sosyalist Partiyi (SP) kurdu. DP nin beşinci ana bölücülüğü 1980 askeri darbesinden sonra bir araya gelmek isteyen sosyalist solun birikimini dağıttı. Birliğini bozdu ve mücadele azmini kırdı. Ümidini yitirtti. Emekçi, aydın ve öğrencilerin toparlanmasına mani oldu, başarısızlığa uğrattı.
    DP her zaman “kalan sağlar bizimdir” deyip Sosyalist Parti (SP) ile yoluna devam etti. 1989 yıllarında devrim stratejisi PKK serhildanı ile işçi hareketlerini birleştirmekti: Madenci direnişleri, büyük şehirlerdeki Özal ve ANAP Hükümetine karşı oluşan işçi eylemleri ve grevleri ile Güneydoğu’daki serhıldanı birleştirerek genel bir ayaklanma ile ANAP Hükümetini düşürme stratejisini benimsedi. Buradan hareketle kriz ve devrimci durum mevcuttur öznel tespiti yaptı. Devrimin tüm nesnel maddi koşulları hazır dedi. Çelik çekirdek Marksist Leninist partiye ihtiyaç var. Kanatlı gevşek SP buna uygun değildi. Bunun dışında tüm şartlar tamam dedi. Arkadaşları bunun abartılmış, şahsi temenni ve öznel yanılgılar olduğunu. Gerçeği ifade etmediğini ve doğru tahlil olmadığını söylediler. Bunun üzerine kurucu kadro olarak kendisi ve 3 eski arkadaşı dışında kalan hareketin kurucu önder kadrosu ile 500 e yakın ana kadroyu (zamanında okulunu, devlet memurluğunu, işçi olarak çalışmayı bırakıp, evini, barkını, ailesini terk edip profesyonel olarak parti faaliyetini yürüten 30 yıllık çilekeş, cefakar ve fedakar kadrolar ayrıldılar. DP, tartışma toplantılarında en ağır hakaret ve şiddet uygulayarak muhalif kadroların onurlarını kırarak ve toplantıda atmak suretiyle) partiden tasfiye etti. SP, DP in cemaatine indirgendi. Altıncı ana bölünme. Bu DP açısında akde vefa diye hiç bir şeyin kalmadığının kanıtı olduğu gibi, iktidar olmak diye de bir perspektifinin olmadığı, görev adamı olduğunun kanıtıdır. Bu bölünme ile partide denge unsuru olacak ve siyaset üretecek yetenekte ve tecrübe de olan kurucu arkadaşlarını partiden tasfiye etti. Böylece partiyi kendi malı gibi görmesi ve kendisi ile özdeşleştirmiş oldu. DP Ocak 1989 Aydınlık hareketinde tartışılmaz diktatör ve tek adamlığını ilan etti. Entelektüel yönü zayıf olan ve kendisine tam biat edenler ile yola çıkmasının başlangıçı oldu. Artık daha kolay “rota” değiştirecek ve her kılığa çok kolay girebilecekti.

    Kriz ve devrimci durum teorisi çerçevesinde işçi eylem ve direnişleri özellikle maden işçisi direnişi ile Kürt serhıldanı (ayaklanmasını) birleştirmek stratejisine uygun olarak APO ile Ekim 1989 ve Nisan 1991 tarihlerinde görüştü. 15 Eylül 1991 tarihinde 2000’e Doğru dergisinde yayımladığı, Kürt sorunu “Demokratik, Federal, Emekçi Cumhuriyeti” le çözülür Sosyalist Parti (SP) Kürt programı; 1. Kürtlere ayrılma ve ayrı bir devlet kurma hakkı dahil olmak üzere tüm haklarının verilmesini. 2. Kürt illerinde yapılacak referandum ile iki devletli ve iki meclisli federasyona gidilmesinin ayrılmadan daha doğru olacağını 3. Ortak milli bayrak ve marş yanında her federasyonun kendi bayrağı ve marşı olmasını. 4. Devletin Kürtçe eğitimini ilkokuldan üniversiteye kadar serbest bırakmasını. 5. Kürtçenin resmi dil olması ve devlette resmi iki dil olması ve evraklarda bunların alt alta yazılmasını. 6. Vali seçimle işbaşına gelmesi. Köylerde köy birliklerinin kurulması ve bunların silahlandırılarak yurt savunmasının özünü teşkil etmesi ve toprak devrimini gerçekleştiren yerel organlara bağlı olması gibi maddeler içeren bir program dahilinde PKK yı ve tüm Kürtleri etkilemeye çalıştı. PKK bugün bile bunları istememekte. Y Küçük Ulusal Kanal ekranlarında “Ben ve Doğu devlet görevlisi olarak APO ile görüştük.” Dedi. Ancak bu söz sanki hiç söylenmemiş gibi geçiştirildi. DP ye yıllar sonra Ergenekon duruşmalarında APO ile neden görüştüğü sorulunca: APO ile görüşmesinin devlet için çok faydalı olduğunu, bu sayede devletin PKK yı daha iyi tanıdığını. Görüşmesini TSK broşür olarak basıp dağıttığını övünerek söyledi. DP, HADEP in adaylarını Sosyalist Parti (SP) listelerinde gösterilmesini önerdi. HADEP bunu gerçekçi bulmadı ve kabul etmedi. Buna karşılık HADEP SHP ile anlaştı. SHP ile seçimlere gitmeye karar verdi. Böylece DP boşta, açıkta, işsiz kaldı. SP tek başına seçime gitti. Beklentisi HADEP tabanının oyunu almaktı. Ancak sonuç hüsran oldu. Aydınlık hareketi sonuca çok şaşırdı ve Kürtler bize ihanet etti dedi. DP de cemaatini kuvvetli bir Kürt düşmanlığı ve ihanetini gördüğüne ikna ederek bu süreci sonlandırması gerekliydi. Çünkü 1995 ten sonra dönemi için alacağı yeni misyonu çok farklı ve bu düşünceler ile taban tabana zıttı. Bu geçişe uygun hazırlık ve sözüm ona haklılık yaratması gerekiyordu. 1991 Genel Seçimlerde sonra APO ile yollar ayrıldı. Apo “DP üç koyunu dahi güdemez” dedi. SP de bazı kadrolar ne oluyoruz niye kulvar değiştiriyoruz diyenler tasfiye edildiler. PKK katıldılar. Daha sonra DP 2012 yılında Kürtçe ile eğitim olmaz noktasına geldi. SP Kürt Programı içeriği ile Kürtçe eğitim dili olamaz görüşlerini aynı insanın savunması akıl ve vicdana sığmaz. Bir insan kar beyazı ile kurum gibi simsiyahı, en zıt olan ve hiçbir zaman birbiri ile bağdaşmayacak bu iki düşünceyi savunamaz. Bunu dönemle de izah edilemez. Ancak görev adamlığı ile açıklanabilir. Bunu ancak DP gibi hiçbir inancı kalmamış, vicdanı kararmış ve siyaseten duygusuz biri görevi gereği yapabilir.

    1995 ten Sonra bölünmeler;
    1 Mayıs 1993 tarihinde Aydınlık günlük olarak yayımlanmaya başladı. Bu DP için yepyeni bir sürecin başlangıcı oldu. Kürtçülük ve devrim kapıda laflarını bıraktı. Artık yazılarda ve konuşmalarda referans M K Atatürk oldu. Dönemin Stratejisi: Ne ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye oldu. Çünkü yine hedefte uzun vadede Kürtler vardı. Türkiye AB girer Batı standardında temel insan hak ve özgürlük ile gerçek ve tam demokrasiye kavuşursa. Kürtler hak sahibi olurlar. Kürtler hak sahibi olmasın diye gerekirse AB den ve NATO dan da tam kopabiliriz, çıkabiliriz. Bu kez Kürtler bir hak sahibi olmasın hedefine kilitlendi. DP daha önce Atatürk hakkında “ puttu, yük oldu.” Fikirleri hakkında ise “en köhne ideoloji” diye yazılar yazmış ve bu yazılardan dolayı ceza almıştı. 12 Eylül mahkemelerinden askerlere kızdığı için “Bir daha parti binalarına asla Atatürk’ün kalpaklı resmini asmayacağız” (H.Berktay, Aydınlıktan Kaçanlar kitabı) demekten sözüm ona gerçek M Kemal Atatürk ve 6 Oku savunan DP oldu. DP nin yeni dönem siyaset aracı, M Kemal Atatürk, 6 Ok ve aleviler ve alevi dernekleri ( Tamamı samimi Atatürkçüler olduğundan) oldu.
    24 Kasım 1996 Tarihinde İşçi Partisi (İP) Devrim kanunları Uygulansın kararı aldı. Bu kararda sıraladığı talepler. 28 Şubat 1997 günü yayımlanan 28 Şubat kararlarının içinde tamamı vardı ve uygulandı. 04 Ocak 2016 tarihinde VP, HDP Derhal Kapatılsın Bildirisiyle; HDP derhal kapatılsın, milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılsın, belediye başkanları tutuklansın. Sıkıyönetim veya olağanüstü hal uygulansın taleplerini bildirdi. Bildiride talep edilen tüm maddeler fiilen uygulandı. Bu hep DP nin uzak görüşlülüğü ile açıklandı. Taleplerin ve uygulama emirlerinin üstünde bir üst akıl, konsey var mı diye hiç irdelenmedi. Bir yerde birkaç ay önce kararlar alınıyor. Bu kararlar DP tarafında siyasete dönüştürülüyor. VP, Aydınlık ve Ulusal Kanal vasıtasıyla topluma aktarılıyor. Bir ön algı yaratılıyor. Toplum buna hazırlanıyor. Birçok siyasetçi dahi tamam bu mantıklı olabilir diyor. Ancak hiç kimde de kaynağını araştırmıyor. DP, bazen açık bazen imalı olarak bunu devletten ve TSK istihbaratta aldığını söylüyor. Fakat hiçbir zaman DP nin bu öngörüsünün arkasında ne olduğu sorgulanmadı.
    Sol Kemalizm aydınlar arasında revaçta idi. Yeni döneme uygun İşçi Partisi (İP) kurulmuştu. DP Altı Ok ve M K Atatürk’ü sözde yeniden keşfetti. Yeni siyasi ceketini giydi. Sol Kemalizm ve CHP nin Altı Oku siyasette yeni aracı, argümanı olmuştu. Sol Kemalistlerle Sol Güç Birliği fikrini ortaya attı. Sol, sosyalist Kemalistler ile ülke çapında Sol Güç Birliği toplantıları düzenlendi. Özellikle Refah Partisi dindar halk içinde taraftar buldukça ve iktidara geldiğinden laik asker sivil aydın, öğrenci kesimin endişesi arttı. ADD kurulmuştu. İP, ADD içinde örgütlenmeye başladı. Atatürkçülerin tümü ile birlikte aynı yönetimleri paylaşmak ve birlikte yürümek yerine sol Kemalistlerin arkasına sığınarak yönetimlerin tümünü İP li yapmak istedi. Daha önce de aynı şeyi alevi derneklerine (özellikle Pir Sultan Abdal Derneği) yapmıştı. Bu nedenle M K Atatürkçü aydın ve halk ile çatışmaya ve rekabete girdi. ADD içinde sol Kemalistler ile merkez Atatürkçüler arasında ayrım ve kavga çıkmasını körükledi İP in Sol Kemalistlerin desteği ile ADD yönetimini almak istemesi sonucu Sol Kemalistler de toplumda marjinalleşti ve ötekileştirildi. Merkez Atatürkçüler Asker ve sivil bürokrasi “kılıçlarını çektiler” Bu çok önemli bir ayrışma oldu. Sol Kemalist kadroların üniversite, kamuda, güvenlik birimleri ve MİT ten tasfiye olmalarına neden oldular. Sol Kemalistler DP mı kalmış diye toplumda itibar kaybetti. Sonra Sol Kemalistler içinde de İP ile güçbirliği yapanlar ve yapmayanlar olarak ikinci bir bölünme ve ayrışma daha sağlandı. Genel olarak sol Kemalistlerin ADD yönetiminde, MİT te ve toplumda tasfiye olmasına DP sol güç birliği projesi vasıtasıyla katkıda bulundu. ADD kitleselliği ve prestiği DP nin sayesinde dip yaptı. ADD üyeleri; İP lilerin ADD çatısı altında İP in açık propagandasını yapmalarını, Güçlü oldukları yerde İP in etkinliklerine kendilerini katma istemelerini ve dökümanlarını dağıtmasını, parti propagandası yapmalarına, ADD yönetimlerinin tümünün İP lilerden teşkil edilmesi için abanmalarında CHP, DSP, merkez sağ ve partisiz aydınların çoğunluğu rahatsız oldu. Endişe duydular ve ADD den uzaklaştılar. Sosyalist – Kemalist güç birliğini başarısız oldu ve dağıldı. 1960 dönemi sol Kemalistler ve eski TIP li Kemalistlerinin olgunlaşmış bir kısmı ise İP e geçti. Bu Atatürkçüleri bölme ve sol Kemalistleri devlet ve kurumlarda ve siyasette tecrit olmasına ve tasfiye edilmesine neden olan nitelikli yedinci ana bölünme oldu.

    Yine 2003 te MHP nin bile saflarına almadığı eski derin devlet ve eski Jitemcilerin desteği ile İP Öncü Gençlik ve Ülkü Ocakları ile Kızıl Elma ittifakı yapıldı. Artık sol güç birliği dönemi bitmişti. 2002 seçimlerine giderken. Mümtaz Sosyal, D Perinçek, S Tantan TV açık oturumda bir araya geldiler. Mümtaz Sosyal çok açık birlikte yana idi. D.Perinçek, toplantıda birlik pratikte nasıl sağlanacak gibi kontralar çekti. Birlikte yanaymış gibi oldu, ama samimi olmadı. Niyeti onlarla birlik yapma değildi. Çünkü DP nin projesi başka idi; Ecevit’in başkanlığında asker –sivil bürokratlardan oluşan merkezinde İP in olduğu milli bir hükümet kurmaktı. Ecevit’in buna cevabı çok net ve kısa idi mealen “Teşekkür ederim, ben parlamenter demokrasiye inanan bir siyasetçi olarak demokratik parlamenter sistemden yanayım” diye cevap verdi. Tabandan gelen birliği de ret eden DP, Seçime olgunlaşanlarla birlikte 2002 genel seçimlerine girdi. DP barajın üstünde yüzde 15-18 oranında oy alacağını iddia etti. Kendinden çok emindi. TV açık oturumda barajı aşamazsam başkanlıktan istifa ederim dedi. Ancak sonuç yine sıfır nokta oy aldı. Ancak altı ok temelinde solda birlik adına sonuçta Atatürkçüler bölünmüş, tasfiye edilmesi ve yenilmişti. DP sekizinci kez bölücülüğünü başarı ile tamamlamış oldu. 2002 Genel Seçimlerindeki İP in başarısızlığımızdan dolayı tekrar onları da köklü olarak kaybetti. ADD daha sonra başkanlarının tüm iyi niyetli, samimi ve fedakarca çalışmalarına karşılık ilk kitleselliğine ulaşamadı.

    2003 Sonrası Milli Hükümet Programı ile Merkez Sağı Tasfiye etmesi.
    2003 AKP iktidarı sonrası artık 6 Ok temelinde sol güç birliği dönemi bitti. Milli güçler ile Milli Hükümet için Güç birliği dönemi başladı. ABD ve AB ile işbirlikçi irticacı AKP yönetime karşı ordu millet güç birliği gündeme geldi. ABD nin Irak’ı işgal etmesi sonucu oluşan yeni Kürt politikalarına karşı çıkan ve AKP ile mücadele etmek isteyen eski NATO’cu derin devletin aşırı milliyetçi ve merkez sağ kesimleri ile birlikte platformlar kuruldu. İşin doğrusu esas amaç, Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri değil; Asıl amaç ABD nin yeni Kürt bölge politikasına karşı olmaktı. DP nin deyişiyle Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devletinin kurulmasına karşı olma. Ana misyon ve kırmızı çizgi buydu. Türk milletinin Ergenekon da yeniden çıkacağını, Atatürkçü Türkiye Cumhuriyetini yeniden kuracağımızı söyledi. Cumhuriyet mitingleri düzenlendi. 2007 seçimlerinde DP nin siyasetinin ana teması TSK ile birlikte olduğu imajını üzerinde hareket ederek milleti kazanmaydı. Sözde TSK temsilciliğine soyundu ve kendisini öyle gösterdi. Millet bir daha kendisine itibar etmedi. Bu söylem ile 2007 yılından sonra TSK içindeki Avrasyacı kanadın açığa çıkmasına neden oldu. Yol açtı. Avrasyacıların Ergenekon tutuklanmaları ile başta TSK, medya, üniversiteler ve siyasette tasfiye olmasına neden oldu. DP dokuzuncu kez bölücü ve tasfiyeci rolünü oynadı

    DP, Ermenini Soykırımı Yalandır kampanyası ile eski derin devletin kadrolarını kendi önderliğinden birleştirmek istedi. Ancak bu sadece bir sempati düzeyinde kaldı. Ancak bu aşamada eski derin devlet ile bağları olanlarla ve MHP bakiyeleri ile fikri platform (Talat Paşa Komitesi) kuruldu milli hükümeti kurmak için Aydınlık ve Ulusal kanal kullanıldı. Ergenekon da çıkma söylemi de, Ergenekon davaları ile son buldu. 2011 yılındaki seçimlerinde Merkez Güçler; Milli Güç birliğini yaptı. Bağımsız adaylar ile seçime girdi. Seçim propaganda çalışmalarını İP liler kendi politika ve davranışları ile yaptığı için halk bu görüntüde kaygı duydu. İP lilerin etrafında birlik cılız kaldı. Merkez sağ koptu ve CHP yi destekledi. Bağımsız olarak seçime giren asker ve sivil milli güçler de bu nedenle seçimi kaybetti. Merkez sağ ve Avrasyacılar siyaseten bitti. Asker ailelerin dediği gibi “Kaybetmek için DP gösterip, geri çekmeniz yeterlidir.” Evet asker aile ve arkadaşlarının tabanda fedakarca samimi çalışması ve emek vermesi sonucu değiştiremedi. Merkez sağ ve Avrasyacılar kenara çekildiler Çünkü kitleler DP yi yeterli tanıyordu. Merkez sağın silinmesi ve Avrasyacı ana kanadın kenara çekilmesi ile Onuncu bölüm sona erdi.

    2013 Sonrası Milliyetçi Muhafazakarlar ve İslamcıları toptan Irkçı Milliyetçi ve Sünnici Yapması
    2013 Sonunda hapisten çıktıktan sonra 2014 te FETÖ ve Bölücüler baş düşman tespiti ile kılıcını çekti. 2015 başında HDP bölücülük ile özdeşleştirdi ve tüm Kürtleri karşısına alıp bu coğrafyadan silme stratejisini ilan etti ve 2015 Temmuz’unda AKP ve MHP yi de bu çizgiye getirdi. Belediye başkanlarını ve yerel yöneticileri, muhalif gazetecileri, öğretim üyelerini hapse attı. STK, dernekleri kapattı. Çalışan ve öğrencileri işlerinde etti. Türkiye’yi 50 yıldır yöneten merkez sağın; Bugün aşırı milliyetçi, ayrımcı, ötekileştirici, tek adam diktatörlüğüne dönüşmesi ne hazin. Siyasi İslamın milliyetçi ve siyaseten ırkçılığa savrulması daha da acı ve ibretlik. VP sağ mutedil milliyetçi ve muhafazakarlara kendi fikri yapısını unutturmayı başardı. Hepsini kendisine benzetti. Bugün Merkez Sağın olmadığını herkesin kabul ettiği bir gerçek. Dış güçlerin oyuncağı olmayan İslam ahlaklı ve insan odaklı, adalet ve hakkaniyet sahibi, mazlum halktan ve haktan yana olan bir siyasi İslam Parti de maalesef YOK. Muhafazakar, milliyetçi Merkez sağı, Aşırı milliyetçi, ırkçı, Sünnici hale dönüştürmekle On birinci ana görevini tamamladı.

    DP, 5 Kasım 2017 İzmir Toplantısında AKP, TSK, Yargı ve MHP onunda ötesinde Türkiye bizim görüşlerimize geldi tespitini yaptı. DP, AKP eliyle Biz iktidar’dayız. Yargı altın çağını yaşıyor. AKP vasıtasıyla bizim düşüncelerimiz iktidar. Türkiye içte ve dışta bizim düşüncelerimiz ile yönetiliyor. FETÖ devletten temizledik, PKK yı hendeklere gömdük, HDP yi şeytanlaştırdık ve siyasetten sildik. CHP adı var kendisi yok. Rusya, İran, Türkiye, Irak birliğini sağlayıp, Barzanistanı, Barzani’nin başına yıktık. Şu an Devrimi yaşıyoruz, devrim gerçekleşiyor. Mealen; Artık yapacak gizli bir görevim kalmadı. Artık gizlenecek bir şey yok. 50 yıllık hizmetlerim sonucu solu da sağıda, İslamcıları da istediğiniz noktaya getirdim. Biz artık açıkça kadrolarımız olarak fiilen iktidarın merkezinde olmaya adayız ve istekliyiz. Bu hakkımız ve olmalıyız. Biz artık fiilen devletin başına geçmeliyiz dedi. En son olarak ta Türkiye’yi Batıdan koparıp, NATO dan çıkarma ve Rusya ve İran cephesine katma ve onların taşeronu olarak bölgede ABD, batı ve bölgedeki uzantıları ile çatıştırarak ülkenin tümden çökmesini sağlamaktır. İste uğursuz bölücünün en son altın vuruşu bölücülüğü bu olacak. Bunu ilerde daha detaylı açıklamak isteriz.

    Sonuç olarak;
    Bugün geriye dönüp baktığımızda DP nin iyi yapmış diyeceğimiz bir şeyi var mı. Fenalık ve şer den başka bir eser bıraktı mı. Hayır maalesef kötülük ve şerrinden başka bir şeyi yok. Kitap demeyin çünkü her 10 yılda bir öncesini yalanlayan ve yok sayan, tam zıddı bir değerlendirme yapan kitapları var. Bugünkü Vatan Partisinde (VP) olan eski TKİİP liler TKİİP Savunmayı tekrar imzalayabilir mi. 1975 yılında DP nin bizzat yazdığı Kıbrıs Meselesi yazı dizisini savunacak tek bir VP yoktur. 15 Eylül 1991 tarihinde 2000’e Doğru dergisinde, Kürt sorununun “Demokratik, Federal, Emekçi Cumhuriyeti” ile çözülebileceğini belirterek, 15 maddelik çözüm önerisinin kabul eden tek bir VP kimse var mı. Bu sadece 20 yıllık bir zaman dilimi (1970-1990) dahilinde aldığı keskin zikzaklarıdır. Şer bilançosu : Binlerce can yitirildi. Yüz binlerce gelecek karartıldı. Aileler bölündü. Ülkeden, İşten, okuldan devlet memurluğundan atıldılar. Ailelerinde koptular ve kalan aile bireyleri hüsran oldular. Yüz binlerce insan dişinde tırnağında biriktirdikleri her şeyi DP verdi. Evini, tarlasını, bileziğini, nişan yüzüğünü, çeyizini, göz nuru, alın terini, emeğini hibe etti. Bu yetmezmiş gibi DP tarafında muhalif olarak görüldüğü ve eleştiri yaptığı zaman da ötekileştirilip dışlandılar. DP her zaman kendisini gizleyecek kadar zekidir. İçi ile dışı farklıdır. İçinde fırtınalar eser ve lavlar kaynar, bencil, haris ve kindardır. Dışta ise demokratik, sevecen ve saygılı bir görünüm sergiler. DP her zaman yeni ve yüksek mevkili katılımcılara sözde çok saygı duyan ve değer veren olarak davranır. Tabi ki tamamen tekkesinin müriti yapana dek. Sonra gerçek yüzü ile ortaya çıkar. Yalaka olan müritleri dahi bu “iki yüzlülük ve sırtlan sırıtması” halinde çok şikayetçi ve çok mutsuzdurlar.

    Kısacası toplum ve halk için ne yaptı. Birliği ve dirliği mi pekiştirdi. Katılan on binlerce samimi solcuyu, her dönemeçte savurup attı. DP, siyasi yaşamın elli yılında oynadığı rol ile solu bölmenin ötesinde, darmadağan ve paramparça etti. Hepsinde önemlisi de solun itibarının kaybına neden oldu. Elli yıllık bir kuşak hoyratça harcandı ve heba oldu. Sadece solu değil M Kemal Atatürkçüleri toplumun tüm kesimlerinde böldü. Atatürk’ün itibarını zedeledi. Halk Atatürk’ü savunmak DP ye kalmışsa ben Atatürkçü değilim. Bayrağı ve ülkeyi savunma ona düşmüşse, vay halimize biz zaten ölmüşüz demek diye serzenişte bulundular. Halkın bu nükteli uzak görüşlülüğü maalesef gerçekleşiyor. DP nin iç ve dışta Kürt düşmanlığının ülkeyi ve halkı götürdüğü yer göründü. Uçurum ve “İçte kardeş kavgası” ve Ortadoğu bataklığı DP nin amacı birleştirme ve biriktirme değil, bölmek ve dağıtmaktır. Önce solu, sonra M Kemal Atatürkçüleri daha sonra Merkez milliyetçi muhafazakar sağı, TSK, Avrasyacıları, İslamcıları böldü. Toplumda nefret duygusu yaratıp, toplumu paramparça yaptı. Böldü. Türkiye kaybetti. En son olarak ta ülke ve halkın komple yok olması ve çökmesi için çalışmakta.
    DP, Sağcı Yeni Türkiye partisi ile başladı, ihtilalci sosyalist, yasal partili sosyalist, sol Kemalizm, Merkezci milli (sağ ve sol ayrımı yok), Türk milliyetçisi, aşırı milliyetçi ırkçı (faşist) ve Sünnicilik ile en sağcı limana vardı. 50 yıllık siyasi serüveni ile mücadelenin keskinleşmesine paralel olarak adım, adım su yüzüne çıktı. Mücadelenin keskinleşmesi ile tamamen tüm maskelerini attı. Cansiperane bir şeklide RTE ve MHP nin önünde onları arkasına katmış ülkeyi uçurumdan aşağı atmaya çabalıyor. Ama nafile, devlet ve toplum her zaman toptan kaybı göze almaz. Bu durum doğa yasası gibi gerçek ve kaçınılmazdır. Türkiye hayalperestler uğruna silinip, tükenmez. Yöneticilerini değiştirir.

    Dr. Doğu Perinçek, Türkiye siyaset tarihe; Toparlayan, biriktiren, büyüten, çoğaltan, birleştiren ve kazandıran değil. Dağıtan, parçalayan ve BÖLEN olarak geçti

  76. Sayın Zileli;
    Amacımız ülkemizin üretim ekonomisi ile kalkınması ve zenginleşmesi ve gerçekten demokratikleşmesi. Zenginliklerin hakkaniyetle paylaşılması. Halkımızın; Adalet, hürriyet, kardeşlik ve eşitlik içinde birlikte huzurla yaşamasıdır. Bu düzelemde olan düşüncelerimizi sizinle ve izninizle okuyucularınız ile paylaşmak istedik.
    Saygılarımızla
    Bir Grup Arkadaş
    Saygılarımızla
    Milli Yemin 2017

    Hitler Faşizminin İktidar Oluş Süreci
    1900 başlarında Almanya sanayi devrimini yapmış, bilimi teknolojiye dönüştürüp sanayiye aktarmış. Döneminin genç ve modern ağır sanayi ülkesi. Nitelikli bir sosyalist önderliği olan, sendikalarda örgütlü olan güçlü ve gelişmiş bir sanayi işçi sınıfı mevcut. Bu nedenle K. Marks, 1850 den sonra Almanya’yı Avrupa’da sosyal devrimi gerçekleştirmek için nitel ve nicel şartların uygun olduğu iki devletten biri olarak görür.
    Almanya Birinci Dünya savaşında yenilir. 1919 yılında yapılan Versay Barış Anlaşması ile Almanya çok kötü ve ağır yükümlülükler altına alınır. Topraklarının bir kısmını kaybeder, büyük tazminatlara uğratılır. Ordusu sınırlanır. Almanya ekonomik olarak her şeyini kaybettiği gibi her aile yakınlarından en azında bir kişisini kaybetmiş. Milli onuru kırılmış. Morali bozulmuş. 1929 Ekonomik kriz ile ülkede; İşsizlik, sefalet, yolsuzluk ve rüşvet hat safhaya ulaşmış. Bu tarihi şartlarda ağır sanayicisinden, işsiz ve yoksuluna dek herkes bu düzenin ve gidişatın değişmesi ve Almanya’nın ayağa kalkmasını istiyor ve bekliyordu.
    Toplum 1930 dan sonra siyasal olarak Marksist soldan, aşırı milliyetçi Ulusal sola kaymaya çok meyilli hale gelmişti. İşte bu şartlarda Alman milletinin nabzını iyi yakalayan Hitler, NAZİ – Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve doktrini ile zamanının başta güçlü ve modern ağır sanayi işverenleri olmak üzere, işsiz ve yoksullar dahil tüm Alman milleti için gidişatı tersine çevirecek lider olarak görüldü ve 1933 te yapılan seçimde yüzde 33 oy alarak Şansölye oldu. 1934 Haziranda tüm parti içi ve dışı muhalifleri “Uzun Bıçaklılar Gecesi” nde katletti. (Kendi ilk kurucu idealist kadrolarını dahi). Hayatın tüm alanlarındaki en cılız muhaliflerine dahi tahammül etmedi. Tümünü ezdi, sindirdi ve sildi. 1934 Ağustosta Cumhurbaşkanın ölümü üzerine yapılan halk oylamasında yüzde 88 oy alarak hem Şansölye hem de Cumhurbaşkanı olarak tek adam oldu. Irkçı milliyetçiliği had safhaya ulaştı.Buna müsait olan Alman milletini, ırkçılık, vatan, millet, öç almak duyguları ile teslim aldı. Bu sayede kolayca Yahudilerin tüm servet, malları ve mülklerine el koydu. Savaş ekonomisi bütçesine kattı. Kimya, tıp, genetik başta olmak üzere özellikle savaş sanayini geliştirmek amaçlı bilimsel deneylerde kobay olarak kullandı. Toplu kıyım ve soykırım yaptı. Meclisi devreden çıkaran “Olağanüstü Yetkiler Yasasını” yürürlüğe aldı ve tüm kuvvetleri elinde toplayıp Führer olma mertebesine ulaştı. NAZİ partisi doktrini, slogan ve afişlerini internetten incelediğiniz zaman bunların ulusalcı aşırı milliyetçilerin son dönem siyasal söylemlerine ne kadar çok benzediğini hatta örtüştüğünü göreceksiniz.
    Hitler; Milli Devlet Güçlü İktidar şiarı ile Alman ağır sanayini devletleştirdi. Demir, çelik, otomotiv, kimya sektörleri savaşa hazırlık amaçlı olarak devlete çalıştılar. Alman ağır sanayi, modern silah sanayine dönüştü. Savaşa hazırlık için Führere bağlı güçlü tekelci devlet ekonomisi yaratıldı. (Toplumun refahını sağlamak için hizmetin en yaygın ve geniş bir şekilde sosyalizasyonu olan Kamu ekonomisi değil ) Biz de bir gün kalktığımızda KOÇ un otomotiv sanayi TSK araç ve gereç ihtiyaçları için devletleştirildiğini görebiliriz. Ancak bu kamulaştırma değil devletleştirmedir. Şimdi dahi hiçbir mahkeme kararı olmadan on yılların birikimlerine teröristlerle ilişkilidir diye tüm servetlerine, sermaye ve varlıklarına el konmakta ve içeri atılmaktalar.
    Uzatmadan Hitlerin iktidara gelişini ve ülkenin son dönem siyasal gidişatını ve Reisin bugüne dek yaptıkları, açıkladığı hedef ve ütopyasını düşündüğümüzde nereye varacağımız çok açık.
    Mevcut NATO askeri bağımlılıklarına rağmen, Suriye’de Kuzey Suriye halkı varlık olma, halkı söz ve statü sahibi olmasın. Kendi kendilerini yönetmesin. Özgürlük ve onurlarını sahip olmasın diye Rusya’nın kucağına oturma ve Esad için temizlik yapmak pahasına. Reis, ulusalcıların ve aşırı milliyetçilerin telkini ile TSK nin Suriye’ye girmesini sağladı. Bölgenin gerçekten oyun kurucu, güçlü dinamik, kendi kaynaklarına dayanan modern savaş sanayine sahip olduğu zaman daha neler yapmaz.
    Kuzey Suriye’de yaşayan halk bugüne kadar bir kimlik kartına dahi sahip olmadan yaşamakta idi. Batı ve Türkiye’nin lehine yarattığı konjonktür sonucu. Şimdi halk imece, şura, komün usulü yüksek katılımcı ve direkt demokrasi ile kendi kendini yönetmeye çalışıyor. 4000 yakın imece, şura, komün doğrudan halk oylaması ile yöneticilerini seçti. Bu bölgede sadece Kürtler değil; Araplar, Türkmenler, Asuriler, Yezidiler ve tüm Mezopotamya halkları yaşamakta. Arapların ve Türkmenlerin çoğunlukta olduğu yörelerde Araplar ve Türkmenler bizzat veya eş başkan şeklinde şura, komünlerini ortak yönetiyorlar. Bunlar dil, din, mezhep, sosyal katman, aşiret farkı gözetmeden tüm farklılar ile tüm toplum bir arada bölgeye örnek olacak şekilde gerçekten, barış ve kardeşlik içinde birlikte yaşıyorlar. Bu tüm bölge ve hatta Avrupa içinde barış ve demokrasi içinde, kardeşçe birlikte yaşama için örnek olabilir. Ortaçağ ilişkilerinden direkt olarak insanlığın ulaşabileceği en modern, çağdaş, en insani ve demokratik yönetim metoduna sıçramak mümkün. Onlar bu zor ve imkansızı gerçekleştirmek için çalışıyorlar. Bizim bunu öncelikle ve en güçlü bir şeklide desteklememiz gerekir. Bu tüm insanlık için bir kazanım olur. İnsanlık bunu yaşatmalı. Türkiye illaki ben bunları ezeceğim, sileceğim demekte. Kuzey Suriye’de çeşitli dinlerde, dillerde, mezheplerden ve sosyal kesimlerden halk, insanlar yaşıyor. Bunların bizim Güneyimizde yaşayan halkımızla direkt kan bağları var. Biz bunları nasıl ezeriz ve kırarız ve sileriz.
    Hiç düşünmeden doğmatik bir refleksle bunlar bizim Kürtlere de kötü örnek olur. Bu nedenle Bunlar bizim için milli güvenlik sorunu olur denmekte. Her ülkenin ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyolojik şartları çok farklıdır. Halkların talepleri, ülkenin ekonomik, siyasi, sosyolojik gelişmişliklerine, kültürlerine, tarihi gerçeklerine, somut özgül şartlarına göre şekillenir ve değişiktir. Her talebin bir temeli vardır. Havadan uçan talepler dillendirilebilir ancak hayata uymaz. Masa başına oturulduğunda bunlar elenir. Yeter ki bir sorunları barış içinde, bilimsel, insan odaklı ve demokratik bir zeminde ele alınsın. Patates toprak altında, domates toprak üstünde bitki üzerinde, elma ağaçta yetişir. Ağaçta yetişen patates isteriz demek ne kadar abes ise temeli olmayan zorlama taleplerde bulunmakta aynı şekilde abes olur. Bu nedenle Türkiye Kürtlerinin asla ve katta (katiyen) ayrı bir devlet ayrı bir bayrak talepleri yoktur. Türkiye için azami talepleri demokratik özerkliktir. Kürtlerin talepleri öncelikle ana dil ile eğitim ile çağımızın gelişmişlik ve kültür seviyesine göre farklılıkların bir arada barış içinde yaşaması için geliştirilmiş çağdaş, modern ve demokratik yönetim şekli olan AB Yerel Yönetim Şartlarıdır (Avrupa’da çoklu etnisteyi barındıran ulusal devletlerin birlikte yaşamak için geliştirdikleri model) Bu ise hemen olacak bir şey değil. Bunun metodu ve alt yapısını hazırlamada anlaşıldıktan sonra bile beş – on yılı alır. İlk adım barış masasına oturup, sorunları çözme iradesini samimi olarak ilan etmektir. Ama reis, ben reis, ne dersem o olur demekte. Türkiye halkını sadece ben güderim. Halk kendi yöneticilerini kendisi seçemez. Şura yönetimi de ne oluyor. AB şartları da ne. Tek ve biricik söz sahibi benim demekte. Bugüne kadar Türkiye’nin bu kadar düşmanca uğraşmasına, ezerim, silerim demesine rağmen Kuzey Suriye halkı, Türkiye’ye bir çakıl taşı dahi atmamış. Çünkü Türkiye’de yaşayan halk kardeşidir. Kalpler tamamen kırılmadan, savaşmadan uzlaşmak ve anlaşmak istiyor. Eninde sonunda Türkiye ile anlaşmasının şart olduğunu biliyor.
    Başta Esadı devirmek için devşirdiğimiz cihatçıları Suriye’ye göndermiş ve desteklemiştik. Şimdi Esadı iktidarda tutmak için fiilen TSK Suriye’ye girip, daha önce silahlandırdıkları güçlerle savaşıp/anlaşıp, onları İDLİB’te tahliye etmeye ve oraya yerleşmeye çalışıyor. Bu ne yaman bir çelişki. Esadı devirmekle başla, Esadın taşeronu ol. Savaşın tüm manevi ve maddi bedel ve yıkımını Türkiye halkına ödetmek pahasına. Üstelik Suriye’ye Rusya’nın izni ve Esadın menfaati için giren TSK nın bu hareketi Türkiye’nin milli menfaatleri hiçbir ilgisi yoktur. Sonucu Türkiye için yenilgi, şehit verme, ekonomik kayıp ve hayal kırıklığı olur. Sonunda kendimizi millet olarak ihanete ve haksızlığa uğramış varsayacağız. Reis yenilgiyi hazmetmeyip, kindar bir şekilde, hırsını daha büyük ve geniş bir savaşa erteleyip tüm gücüyle savaşa hazırlık yapacağı şimdiden gözükmekte. Aşırı milliyetçi ve saldırgan ulusalcıların da medya yolu ile ateşe benzin dökmek için uğraşacaklar. Bu yaşanan süreçte millet buna inandırılacak. Bu nedenle savaşa hazırlık kapsamında, öncelikle ayak bağı olarak gördüğü aşağıdaki ön temizlikleri yapabilir.
    1. Türkiye Kürtlerini daha geniş bir şekilde temizlemek gerekir. Geçmişte de olmuştu. Bizi sırtımızda vuran ve vuracak Kürtlerin canına, namusuna ve malına çökmek helal. Madem güneyimizde istedikleri oldu. Güneydoğudakileri artık Irak ve Suriye’ nin Kuzeyine süpürmek Allahın emri ve hakkımız denecek.

    2. Muhalif parti, kurum, kuruluş, şahsiyet tüm muhalif olarak ne varsa hepsini sindirme, ezmek ve silmek.

    Bu arada;
    Türkiye ekonomisini savaş ekonomisine dönüştürmek. Gerekli devletleştirmeleri yapmak, dolaylı ve direkt ek vergiler koymak. Vergilerin yansıması zamlar halkın sofrasındaki ekmeği küçültecek. Yeniden emekçi, üretici ve emeklilerin kemer sıkma dönemi başlayacak. Bütçe açığı artacak. Halktan milli emeller ve hedefler için manevi ( Kendisinin, çocuğunun, kardeşinin, babasının CANI) ve maddi (Önce maaşının kısıtlanması, ek gelirler ve dolaylı gelirler, giderek malı ve mülkü istenecek) fedakarlıklar istemenin sonu gelmeyecek. Çünkü kolay bir şey mi kendi öz kaynaklarımız ile savaşa hazırlanıyoruz diyecek. Milli onur, vatan, bayrak, Rabia gibi milli duygu ve hassasiyetler ile millet teslim alınacak. Muhaliflerin, FETÖ , Kürt ve Batı yanlısı işadamlarının sermayelerine el altında veya açıkça çökmek, el koymak suretiyle kaynak oluşturmak istenecek.
    1. Konvansiyonel hafif ve ağır silah ile zırhlı araç ve mühimmatı yerli üretmek,

    2. Hava savunma sistemleri ve robot hava savaş araçlarını yerli üretmek.

    Tek adam diktatörlüğü, Türk, Sünni ve aşırı milliyetçilik doktrini 2019 seçim zaferi ile birlikte pekişerek, Ülke içinde temel hak ve özgürlüklerin tamamen ortadan kalktığı, muhaliflerin yok edildiği, içte en saldırgan, gerici ve katliamcı. Dışta ise saldırgan savaş kışkırtıcısı ve çıkarıcısı, tek adam diktatörlüğü kuracağı gidişattan açık. Suriye ve Irak Kürtlerinin varlığını yok etmek amaçlı Suriye’ye, Irak Türkmenlerinin hakkını savunmak adına Ova köy’de aşağıya doğru, Kürt koridorunu yarma ve Musul ve Kerkük’e uzanmak, ilhak etme hırsı ile başlayacak. ABD, Batı ve Rusya’nın da müdahil olduğu daha geniş bir savaş sebebi olmak. Bugün bu yolda yürüyor değil miyiz. Bugün bunlar bir öngörü 2019 seçimlerini de Reis kazanırsa 2023 ten sonra bunların bir gerçek olacağını yaşayarak göreceğiz. Heyhat o zaman çok geç kalmış olacağız.

    Anti –Emperyalizm hakkında;
    Bugün Türkiye’nin ABD ve AB karşıtı olması ve NATO dan çıkması, Rusya ile siyasi, askeri ve ekonomik işbirliğine gidilmesi hedeflenmekte. Türkiye, Rusya‘nın izni ile Suriye‘ye girmiştir. Peki Rusya emperyalist bir ülke değil mi. Kürt düşmanlığımızdan dolayı geçici olarak kızgınlık ile aniden NATO nun kucağından kalkıp, Rusya’nın kucağına oturuyoruz. Bunu da anti-emperyalizm olarak yutturmaya çalışıyoruz. Şunu aklımızda çıkarmamız gerekir. Büyük devletlerin çatıştığı bir bölgede komşularına saldıran ve topraklarını ilhak edecek Türkiye; Ya ABD ya da Rusya’dan birinin taşeronu ve bölgede fedaisi olma, himayesine girmek zorunda kalır. Suriye pratiği böyle olmadı mı. Önce biz, ABD nin görevlendirmesi ile Esadı yıkmak için ÖSO eğitip techizatlandırıp Suriye’ye saldık. Bizde 12 saat içinde Şam Emevi camiinde olacaktık. Esadın Rusya ile ilişkisini hiç hesaba katmadık. Rusya bir dakika ben burada varım ve Esadın yanındayım dedi. ABD ve Batı fren yaptı, durdu. Bizde tabii fren yok. Sadece gaz pedalı olduğu için biz gaza basmaya devam ettik. Durmadık. Sonra ne oldu. Bu kez Rusya duvarına çarptık, durduk ama bu defa Rusya’ya muhtaç durumda kaldık. Rusya ve İran’cı olduk. Şimdi Rusya ve İran’ın himayesinde ABD ye kafa tutuyoruz. Suriye’ye girdik, yerleşiyoruz ve fiilen işgal ediyoruz.
    Rusya Türkiye’yi Batıdan koparmak için her tavizi veriyor gözüküyor. Rusya ve İran; Türkiye’yi Batıdan koparıp merkezinde Rusya’nın olduğu, Rusya, İran, Türkiye asli ülkelerinden oluşan Avrasya bloğunu oluşturmak istiyor. Rusya muhafazakar Ortodoksluğun temsilcisi. İran, bölgede Şiilerin lideri. Ancak bloğun sağlam bir temele oturması için Türk ve Sünni Müslümanlığın da Reis vasıtası ile dahil olması gerekiyor. Türkiye’nin içinde yer almadığı bir Avrasya bloğu güçsüz, işlevsiz ve güdük kalır. Bölgede etkin güç olamaz. Türkiye (Türk ve Sünni halifesi olarak) Rusya’nın kefesinde olursa: ABD-Rusya terazisi dengeye varır. Putin ve İran; Türkiye’yi dahil etmek için Reis’in Sünni alemin halifesi olmasını bile kabul eder, sorun etmez. ABD bölgede öncelikle İsrail olmak üzere, Arap Sünniliğine (Suudi Arabistan, emirlikler ile Pakistan, Mısır ) İstanbul’daki Bartholomeos’un başkanı olduğu Ortodoks kilisesine, FETÖ ve Kürtlere dayanmakta ve kullanmakta. Rusya Moskova Ortodoks kilisesi, İran Şiiliği ve Reis’in Türk ve Sünniliği ve Sünni aleme halifeliği ile ancak Avrasya’da ABD ve Batıya karşı durur. Bu yeni stratejinin ideologu A. Dugin, destekleyicisi ise Putin’in sağ kolu işadamı Malofeev. Bu ekip ile Türkiye’de Reis arasındaki arabulucu ise Vatan Partisidir (VP). VP, Reis 2014 ten sonra bizim yanımıza geldi. Biz Reisin pratik uygulamaları ile iktidardayız. Yargı altın yılını yaşamakta demekte. VP yanılgısı, Rus Slav milliyetçiliği ve İran Şiiliği ile Sünni Türk milliyetçiliğin amaç ve hedeflerinin kapsamı hiçbir zaman örtüşmeyeceğidir. Bu strateji Türkiye halkını ateşe sürme ve ülkeyi çökertme, parçalama ve bölme stratejisidir. Rusya’nın Kürt Koridoru ile sıcak denizlere inme stratejisidir.
    Türkiye, Rusya ve İran ile bunların sahadaki savaşan güçleri ile birlikte aynı cephede olup; ABD ve NATO ile onların sahadaki güçlerine karşı savaşırsa işte bu TC için kıyamet alametidir. Yığınakta yapılan hata düzelmez. Türkiye içinde, en azında yerel olarak bunun yansıması olur. Türkiye içerde iç kargaşa, çatışma şartlarında ile dışta NATO ve bölgedeki uzantıları ile savaşırsa parçalanması bu zeminde mümkün olur. Bu parçalanmanın ötesinde Türkiye’nin toptan tüm haklı ile birlikte çöküşüdür. Gerçek bölücüler ve Türkiye’yi parçalayıcılar akıl ve vicdanı yitirmiş, gözü kararmış ve hırs bürümüş, kindar aşırı milliyetçi ve şövenist ulusalcıların ve bunlara kanan Reisin bu kör politikaları ve bunu sorgulamadan uygulayan güvenlik bürokrasisidir. Rusya ve İran’ın hatta Esad’ın çıkarlarının bölgede taşeronu olmanın Anti-emperyalist olmakla ne ilgisi var.Bu bir emperyaliste dayanarak diğerine karşı çıkmak değil midir.
    ABD, yarın Kürtleri karşısına aldığı zaman yine biz en has NATO cu Türk devleti oluruz.
    Oysa anti-emperyalizmimiz,
    Ne ABD Ne Rusya Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye dir.

    Türkiye Cumhuriyetinin Bekasının Korunması; Bir Ezberi /Paradigmayı Sorgulamak;
    Bu bir analiz ve tespittir. Bizim tercihimiz değil, gerçek bir olgudur. Aşağıdaki duruma karşı bizim tercihimiz; İçerde barış, adalet, özgürlük, üretim seferberliği, hakkaniyet, kalkınma, refaha ulaşmış çağdaş, modern gerçekten demokratik bir toplum. Dışta istisnasız her ülke ile barış içinde birlikte yaşamanın beş ilkesi çerçevesinde siyasi ve ekonomik ilişki kurarak içerde ve dışarıda barış içinde yaşamaktır.
    Türkiye Cumhuriyetinin varlığının ve bekasının biricik teminatı ABD ve NATO’dur. Çünkü Türkiye; NATO’nun Güney kanadı olarak bölgede ABD ve Batının menfaatleri için özellikle Rusya ve İran’a karşı konuşlandırılmış ileri bir jandarma karakoludur. Bu görevi ifa eden Türkiye Cumhuriyetinin (TC) varlığı ve bekasını ABD ve Batı korur ve onlar için hayati önemdedir. Çünkü TC nin bekası demek, ABD ve NATO’nun bölgede bekası demektir. ABD ve NATO, TC nin ve aynı zamanda bölgede kendi bekasını; Türkiye’de NATO merkezli (TSK, TC nin varlık ve bekasının teminatıdır) asker, resmi ve sivil bürokratlar, STK ve medya içindeki işbirlikçileri eliyle sağlar (Devlet Aklı – Derin Devlet) 1960 da Menderes hükümeti Rusya’ya göz kırpmaya yeltendi, NATO hemen sol Kemalistlerin hareketine yol verdi. Sol Kemalistler darbeden sonra ilk bildirilerinde NATO ve CENTO ya bağlıyız dediler( 1960 Darbesi kendi iç tasfiyelerinde sonra; Özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa ve ortamı yaratmıştı) 1971 ve 1980 yıllarında sol ve halk hareketleri TC ve ABD için riskli olduğu şartlarda NATO cu askeri darbeler ile sol bastırılmıştır. 1980 den sonra Kenan Evren, Biz Batının Bir Parçasıyız dedi. 1997 yılında irtica hükümet ortağı oldu, tehlike olarak algılandı ve Erbakan hükümeti askerler vasıtası ile yıkıldı. Bu nedenle bu çerçevede ABD ve NATO nun Türkiye’yi böler denmesi en büyük aldatmadır. ABD hükümetleri, başbakanları devirir, ancak TC yi asla feda etmez. Türkiye’nin bölünmesi demek ABD nin bölgeden tamamen tecrit olması, silinmesi demektir. ABD hiç kendi kendine intihar eder mi. TC ben illaki bölüneceğim dese dahi ABD ve Batı buna engel olur, kendi bölgedeki ikbali için bunu engeller ve Böldürmez.
    ABD bölgede her zaman kullanabileceği birleşik tek ve güçlü bir Türkiye ileri karakolu ister. ABD için hayati ve öncelikli olan bölgede kendi çıkarıdır. Hiçbir güç için, Kürtler dahil. ABD kendi bölge çıkarı için NATO şemsiyesi altında olan Türkiye ve TSK dan vazgeçmez. Başbakan ve hükümetlerde vazgeçer. ABD, Türkiye’yi sadece Kürtlerin çıkarı için gözden çıkarmaz. Türkiye için Kürtlerden vazgeçer. Nasıl Suudi Arabistan için İsrail’den hiçbir zaman vazgeçmeyeceği gibi. Ama ABD, Kürtlerin bölgede tamamen silinmesini de göze almaz, onları da tamamen feda etmez. Türkiye’de TC için; Kürtleri toptan imha, katletmek, ortadan kaldırma ve silmek mümkün olamayacağı için. Türk ile Kürt birbirine mecbur ve mahkumdur. Belki de Allah bunu böyle yarattı. Kürtler de ilelebet Türkiye ile çatışamazlar. Eninde sonunda Kürtlerde TC karşı silahını bırakacak. TC Kürdü ile barışıp anlaşacak. Türk ve Kürt için bu bir doğa yasası kadar mutlak ve zorunlu. Türkiye için kalıcı ve köklü çözüm ABD tepe, taban Türk ve Kürt menfaatleri olan üçgen sahası içinde bulunur. Bunu bu gün hemen kavrayıp masaya oturmak gerekir. TC ve TSK bölgede kapanmayan yara almamak, ayrılığı daha da derinleştirmeden buna mecbur ve mahkum. Kafamıza bu dank edene dek tüm manevi ve maddi kayıplar boşa heba olmuş olacak. Yazık ve günah. Bu Kürtlerle barışmak Reisle de Reissizde olur. Bu siyaset ile Reis gelecek seçimde mutlak iktidarını kaybeder. Batı Türkiye’yi komple kaybetmemek için Reisi de kaybetmesi gerektiğini bilir. Bu güne kadar Reisi seçmen desteği sebebiyle aşamadılar. Ancak bu kez Kürtler seçimde Reisin altını komple boşaltacak. Aşırı milliyetçilerin oyu Reisi kurtarmaya yetmeyecek. Kürtler, Türkiye’nin Reisten kurtulmak ve demokratik düzene kavuşması için seçimlerde Türkiye halkının elindeki manivelasının nirengi -destek noktası olacak. Reisin iktidarı ilk seçimle sandıkta yerle yeksan olur. Reisin tek adam ve diktatör olma hevesi kursağında kalır. ABD Türkiye’de seçimli Parlamenter düzeni tercih eder. Ancak Türkiye’nin gerçekten Demokratikleştirilmesini de asla ve kesinlikle istemez.
    ABD ve BATI son elli yıldır mutedil milliyetçi ve muhafazakarlık fikriyatını yani MERKEZ SAĞI: DP, AP ve ANAP çizgisini destekledi ve iktidar yaptı. Bunların devamı iddaası ile ortaya çıkan AKP yi de iktidar yapmak için yolunu açtı, destek verdi ve iktidar yaptı. VP bugün AKP ve hatta MHP yi kendisi gibi aşırı milliyetçi, siyaseten ırkçı, Kürtlere karşı kindar ve insanlık düşmanı, içte ayrımcı, ötekileştirici, nefret söylemcisi ve katliamcı, dışta ise saldırgan, Rusya ve İran’ın taşeronu ilhakçı ve işgalci durumuna getirdi. Türkiye’yi 50 yıldır yöneten merkez sağın; Bugün aşırı milliyetçi, ayrımcı, ötekileştirici, tek adam diktatörlüğüne dönüşmesi hazin. Siyasi İslamın milliyetçi ve siyaseten ırkçılığa savrulması daha da acı ve ibretlik. VP sağ mutedil milliyetçi ve muhafazakarlara kendi fikri yapısını unutturmayı başardı. Hepsini kendisine benzetti. Bugün Merkez Sağın olmadığını herkesin kabul ettiği bir gerçek. Dış güçlerin oyuncağı olmayan İslam ahlaklı ve insan odaklı, adalet ve hakkaniyet sahibi, mazlum halktan ve haktan yana olan bir siyasi İslam Parti de maalesef YOK.
    Türkiye, bugün bir kızgınlık ve hırsla alt üst oluş şartlarında aniden NATO dan çıkmak, Batıdan kopup, bölgede Rusya ve İran’ın başını çektiği Avrasya bloğunun taşeronu olmak yolunda. İşte bu Türkiye’yi ABD ve NATO için değersiz konuma getirir, düşürür. Kendisinin varlık nedeni olan 50 yıllık asli görevini aniden ve bir hırsla üstelik çatışarak ve düşmanlarının cephesine ilhak ederek terk ederse. Bu şartlarda ABD için TC nin bir değeri kalmaz ve olmaz. ABD, Türkiye’yi bölgede örnek olan, modern, ılımlı İslam ülkesi olmakta çıkardı. Şimdi Suudi Arabistan’ı örnek göstermek için Suudi Veliaht Prensini öne çıkarmakta. Bu açıkça Reisten ümidini kesmesidir ve reise son uyarısıdır. TC nin artık varlık ve bekasının korunması ve kollanması değil. Varlığı ve bekası sorgulanır olur. ABD ve NATO için konjonktür uygun, gerekli ve zorunlu olursa. Yani, Türkiye; Rusya ve İran’ın cephesinde bölgeden direkt ve geniş bir ABD ve Batı karşı bir savaşa girerse. Türkiye’nin bölünme değil, komple çökeceği ve 80 milyon halkın tamamının altta kalacağı açıktır. Bu Türkiye halkı için kıyamettir ve bunun sonucun nereye varacağını kimse kestiremez.
    Bu durum sonucunda ikinci perde açılır. Rusya’nın Avrasya bloku; Bir an için ABD ye karşı başarılı oldu ve ABD bölgede tecrit olduğu, çekildiği, yenildiğini varsayalım. Bu durumda Rusya, Türkiye’yi hemen satar. Putin ABD gibi Reis’in nazını hiç çekmez. Bu kez Kürtlerin hamiliğine soyunur ve İran’dan başlayan ve Akdeniz’e kadar uzanan Kürt koridoru esasen Rusya ve İran’ın petrol taşıma yolu olur. Irak ve Suriye’de aynı yolu izler. Rusya sıcak denizlere KARADAN Kürt Koridoru ile de kolayca iner. İran’da Basra körfezine mahkum olmaz. İran ve Irak daha kolay ve kısa yolda Avrupa’ya petrolünü Kürt koridorunda ulaştırır. İran siyaseten de aşağıya inen Şii Kılıç’ı tamamlamış olur. Bu ikinci perdede Rusya; İyice zayıflayan ve tek başına kalmış Türkiye’den dolayı deniz yolu ile sıcak denizlere kolayca ulaşır. Büyük Rus milliyetçiliğinin stratejik hedefi zaten bu. ABD Kürtleri büyük oranda kaybetti. Kürtlerde şartlar uygun olduğu takdirde, Rusya’nın başını çektiği Avrasya Bloğuna kolayca geçer. Sonuçta Türkiye hem Batıdan hem de Avrasya Bloğunda tam tecrit olmuş halde, sıfır dost ülke yalnızlığını yaşar. İşte VP ülkeyi böyle bir cehennem ateşine atacak siyasetler üretiyor. Reisi bunu uygulamaya ve bu yolda ilerlemeye zorluyor. VP de bunu birde sözde milliyetçilik, vatanseverlik, bayrak ve Atatürk adına yapıyor. Felaket eyyamcılığına ülke değerlerimizi alet ediliyor. Çünkü gözünü ve kafasını Kürt düşmanlığı bürümüş, vicdanını karartmış. Nereye gittiğini görmek ve anlamak dahi istemiyor. Buna ortak olmamak gerekir. Bence Türkiye halkı olarak uyanmak için son çıkıştayız.
    Milliyetçilik ve Sosyalizm üzerine
    19. yüzyılda sömürge, yarı sömürge ve çok milliyetli imparatorluklarda milliyetçilik bilinci ve akımı doğdu. Ulus Devletlerin kurulması ile sonuçlanan bu süreçte, milliyetçilik devrimcilikti. Milliyetçilik o dönem için, toplumsal ilerleme ve modernleşmeyi temsil ediyordu. Çünkü; Alt ve üst yapıda daha ileri toplum ve devlet düzenini temsil ediyor ve kuruyordu.
    1. Sömürge, yarı sömürge ve imparatorluklar yıkılıyor. Milliyetler, bağımsızlığını elde edip ulus devletini kurup millete dönüşüyor.
    2. Sistem olarak feodal, yarı feodal ve imparatorluklar yıkılıp, üretim ilişkileri daha ileri toplumsal düzenler oluşuyordu.
    Avrupa’ya eğitime giden aydınlar ve Rusya da Kafkasya bölgelerinde yaşayan Türkler bu akımdan etkilendiler. Çarlık Rusya’sı döneminde gelen milliyetçiler, milliyetçiliğini muhafaza ettiler. Cumhuriyetten sonra sağa ve muhafazakarlığa savruldular. Bu ekolun milliyetçileri dönemsel olarak kolayca aşırı milliyetçiliğe, işbirlikçiliğe ve faşiste dönüşebildi. Çağımızdaki faşist doktrini savunanların öncülleri olmaya vardırıldılar.
    Ülkemizde ve özellikle çok uluslu ülkelerde hakim ulus milliyetçilik, demokrasi düşmanıdır. Demokrasi lafını ağzına almaz. İnsani olmaktan doğan en temel hak ve taleplere karşıdır. Temel halk ve özgürlüklerin düşmanıdır. Siyaseten en sağcıdır. Milli zulüm uygular, halk düşmanıdır. Çağımızda bugün milliyetçilikten ısrar etmek; Merkez sağdan, aşırı milliyetçiliğe, tüm insanlık düşmanlığı olan Faşist olmaya kadar götürür. Toplumda nefret söylemini geliştirir. Toplumu ayrıştırır, şiddet uygulatır, toplumsal çatışma zemini yaratır. Saldırgan ve katliamcı Faşist olmaya kadar gider. Hakim Ulus milliyetçiliği çağımızda, çağdaş toplumsal vebadır. Bu teorik bir yaklaşım değil. Dünya ve ülkemizin yaşadığı pratikten çıkan bir gerçek olgudur. Tartışılmayacak kadar gerçektir. Milliyetçilik, Balkan ülkelerini ne hale getirdiği açık. Paramparça etti. Avrupa’da milliyetçilik; Ayrımcılık, göçmen düşmanlığı, yer, yer masum insanlara saldıran ırkçılığa varmıştır. Vatan Partisi (VP) kendisini halen sol sosyalist göstermek için. Eski sosyalistler de başta milliyetçiydi. O halde şimdi biz sosyalist ve milliyetçiler olarak tekrar bugün de bir partide bir araya gelelim demekte. Böylece Sosyalizme inanmış azınlığını emellerine alet etmeye devam ediyorlar. Hem de MHP nin bile geçmişinde halka karşı aşırı davranışlarda dolayı partisine kabul etmediği. Geçmişinde halka karşı ne kadar kötü davranmış, işkence etmiş, katletmiş, aklanmamış yargı süreci devam eden, kariyer hırsı olan emekli asker var ise. Bugün VP sözde vatansever olarak onları baş tacı etmekte. VP bunları kahramanlarım diye bağrına bastı. Onlar da MHP yi pasif bulan, aktif insanlık karşıtlarıdır. VP li olan asker sivil bürokrat ve aydın yeni milliyetçi ve sözde vatanseverlerinin tümü barış ve insanlık düşmanları. Çözüm, barış ve Kürt lafını duydukları zaman tepeden tırnağa kızarır veya kararırlar. VP bugün siyaseten vardığı yerde. İçinde halen sosyalizme inanmış olanların kalması bir ucubedir.
    Avrupa’da 1900 yılında itibaren Sosyalizm akımı gelişti. Daha önce milliyetçi olan aydınların bir kısmı sosyalizmi benimsedi. 1917 Ekim devrimi ile SSCB de olan eski milliyetçiler yine sosyalizmi benimsediler. Bu yaşanan dönüşüm o döneme özgü bir gerçek. İnsan düşüncesinin normal bir gelişim içinde yaşayarak pratikte, öğrendiği ve benimsediği doğal ileri toplumsal dönüşüm sürecine karşılık gelir. Kapitalizm çağında, sosyalizme geçiş döneminde Milliyetçilikten Sosyalistliğe dönüşmek son derece doğal toplumsal bir gelişmedir. Batı bu dönemini zaten daha önce tamamlamıştı. Bizde bunu esasen 1913 te tamamladık.
    Osmanlı İmparatorluğunda Türk milliyetçiliğinin 1909 den itibaren devrimci milliyetçilikleri sönmeye başladı. 1913 saray darbesi ile Türk milliyetçileri tek başına iktidar oldular. 1914 te Almanya safında ülkeyi Birinci Dünya Savaşa sokarlar. 1915 başında Kafkasya’da 80 bini donmak suretiyle, 190 bin kişilik bir Orduyu tamamen telef eder ve dağıtırlar. 1915 te Anadolu’da yaşayan 2 milyon Osmanlı Ermenisini tehcir, zorla göç ettirirler ve kırarlar. Canına, namusuna, malına ve mülküne çökerler, el koyarlar. Kırımında ve zorla göç ettirilmesinde birinci derece organizasyon ve tetikçilik yaparak sorumlu olurlar. Bu durumda artık devrimciliklerinin D si kalmaz. 1912-1918 arası Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu’da savaş çıkarıcı, kışkırtıcısı, katliamcı olarak 2 milyona yakın insanın ölümüne bir o kadar insanın sakat kalmasına, bir milyon insanın göç etmesine neden olurlar ve koskoca bir imparatorluk altında kalan toplumun aç ve sefil kalmasının ana nedeni maceraperest Türk milliyetçileridir (İçerdeki sorumlu). Osmanlı tebaası hiçbir dönem ve şartlarda 7 yıl içinde bu kadar yoksul, aç, sefil ve biçare olmadı. Canını, namusunu, malını, mülkünü kaybetmedi. Osmanlı bu kadar toprak kaybetmedi. İşte Türk milliyetçiliğinin yüz yıl öncesi ki başarısı! Yüz yıl sonrası başarısı birlikte yaşayacağız. İlki aratmayacak gibi gözüküyor.
    Allah reis ve aşırı milliyetçi ulusalcıları ISLAH etsin.
    Trump, Putin ve Reis’in Şerlerinde Dünyayı, Ülkemizi ve Dünya Halklarını ve Halkımızı Korusun.
    01 Eylül 2017

  77. Zilleli ne der bilemem; ama, ‘Bir Grup Arkadaş’in metinlerini olumcul buluyorum ben.

    Keferenin ‘bore to death’ dedikleri turden, okurken esnemekten canim cikti.

  78. İhtiyar çoban

    Necip mecip, ”Bir Grup Arkadaş markadaş”, hepiniz lafazan, demagog, eli boş tayfasından, yararsız, hatta çerçöp tiplersiniz. Ya yetiştiğiniz toprak zehirlemiş sizi; ya siz zehirli ürünlersiniz. Yazık!

  79. “Necip mecip, ”Bir Grup Arkadaş markadaş”, hepiniz lafazan, demagog, eli boş tayfasından, yararsız, hatta çerçöp tiplersiniz.”

    Her mahallenin bir ‘deli’si, bir ‘aksi ihtiyari’, bir ‘huysuz moruk’u olur; yani, olmalidir.

    Bu acidan, sizin, bu ihtiyaclarin en azindan birini gidermenizi takdirle karsiliyorum.

    Bir de durust olabilseniz..

  80. Faşist Diktatörlüklerin Değişen Biçimleri Ve Değişmeyen Özü

    Dün: “Kemalist devlet askerî-faşist bir diktatörlüktür” (Kaypakkaya)

    Bugün: “Erdoğanist devlet İslâmî-faşist bir diktatörlüktür” (Zileli)

  81. AKP rejimi, iktidarının bileşenleri, ideologları (Seyfi Cengiz’in başka bir bağlamda kullandığı ifadelerle) ; “Ulus-devletçidir, tekçidir, dayatmacıdır”, “Bucakçı, Ülkücü, İslamcı ve devletçi öğeler içermektedir”, “Entellektüel bakımdan son derece geri ve ilkeldir”, “Ahlaki ve etik değerlerden yoksundur”.

  82. İhtiyar çoban

    Necip mecip, hadi bil bakalım, o yılanın türü ne? Engerek, çıngıraklı filan değil. İpucu; olay Güney, Doğu, aşağı Toroslar uzantısında geçti.

  83. Necip bey
    Aylık gideriniz ne kadar?

  84. “Bir grup arkadaş” diyor ki;

    “1915 te Anadolu’da yaşayan 2 milyon Osmanlı Ermenisini tehcir, zorla göç ettirirler ve kırarlar. Canına, namusuna, malına ve mülküne çökerler, el koyarlar.”

    300 binle başlamış zamanında, sonra sırasıyla 400, 500, 600,700,800,900 ve son geldiği nokta 1 milyondu.

    Şimdi 2 milyon olmuş!!!!!

  85. “Aylık gideriniz ne kadar?”

    Nicin sordunuz?

  86. “İpucu; olay Güney, Doğu, aşağı Toroslar uzantısında geçti.”

    Cevap: E. Gecmis iste. Gecmis olsun.

    Simdi de durust olup Dersimi anlatin bize.

  87. “Zari, zehirlenmeyeceksin ama biraz hasta olacaksın, dedi ve kanlı yaramı ateşlediği tütünle yaktı. Oraya bal sardı. Önceden yapmış olduğu ottan, kökten, çiçekten bir ilacı bir hafta içirdi bana. Yarı sarhoş gibi oldum biraz ama, sonra iyi oldu her şey.”

    Her ne kadar, izcilik anilari ilginc olabilirse de, bizim burada konustuklarimiz baglaminda kelalaka olduklari da asikar.

    Neyse. Yine de gecmis olsun.

    Zehir oldurmemis, cok sukur; ama ‘yarı sarhoş’luk konusunda ayni seyi diyebilir miyiz? Zannetmem.

    Sahi.. Dersimlilere ne olduydu?

    Hafizanizi ve vicdaninizi biraz zorlayin; bakalim hatirlayacak misiniz?

  88. İhtiyar çoban

    Necip mecip, zehirlenmşsin; işte eğer anlatmış olduğum tedaviyi uygullarsan ve iyileşirsen sen de, sana Dersim’i anlatırım. Ama iyileşmen şart.

  89. “zehirlenmşsin;”

    Yok. Ben degilim, siz –kendi sozlerinizle, acikca soylediniz– zehirlenmissiniz.

    “işte eğer anlatmış olduğum tedaviyi uygullarsan ve iyileşirsen”

    Siz, iyilestiginizi zannediyorsunuz anlasilan.

    ‘Iyi’lesmis sayilmak icin hem hafizanizin hem de vicdaninizin yerli yerinde olmasi lazim.

    Sizde bu acidan ciddi eksikler var.

  90. Sayin Zileli
    Ilkelerinize ters ama lutfen karakter sinirlamasi getirin.kopyala yapistir pano ve ego pornosuna dondu.

  91. bunun üzerinde düşüneceğim. Gerçekten de belli bir sınırlama gerekebilir.

  92. Necip zıddına dönüşebilir

    Akşener iktidar olsa Necip sıkı bir anti-Erdoğancı ve Akşenerci kesilir.

    Tıpkı dün sıkı bir anti-Ergenekoncu ve FETÖCÜ olan Erdoğan’ın bugün tam bir anti-FETÖCÜ ve Ergenekoncu kesilmesi gibi.

  93. İhtiyar adam adlı kişi çok taktik davranıp Necip’i parmağında oynattığı için, devamlı cevaplar veren, savunmaya geçen bir konuma soktu Necip beyi. Yani, bu saldır çekil taktiğiyle onu yordu, yıprattı.İhtiyar adam süper, Necip ise in mi, aut mu, öyle bir şey. Polemik budur işte.

  94. “İhtiyar adam adlı kişi çok taktik davranıp”

    Degil mi?

    🙂

    Degil tabii ki.

    Hafiza (ve vicdan) malulu olunca, kisi, durduk yerde –farkinda bile olmadan– konuyu degistirip ‘deve guresleri’nden bahseder olursa buna ‘taktik davran’mak demiyoruz.

    Siz diyebilirsiniz, tabii ki; ona karismam.

    Ote yandan, bu konuda benim rastladigim (son 15 gun icinde) iki girdi var aydinlik.com.tr’de.

    16 Kasim 2017 tarihli, ‘Doğu Perinçek’ten önemli açıklamalar’ baslikli:

    https://www.aydinlik.com.tr/dogu-perincek-ten-onemli-aciklamalar-politika-kasim-2017-10

    16 Kasim 2017 tarihli, ‘Tuncelime dokunmayın! Tuncelime dokunamazsınız!’ baslikli, Dogu Perincek imzali yazi:

    https://www.aydinlik.com.tr/tuncelime-dokunmayin-tuncelime-dokunamazsiniz-dogu-perincek-kose-yazilari-kasim-2017

    Ilk yaziya, ‘önemli açıklamalar’a bakalim kisaca:

    “Bunlar cumhuriyete kurşun sıkmış, halka Atatürk’e karşı ayaklanmalar.” deniyor, mesela..

    Ne zaman olmus bu [summe hasa!] ‘Atatürk’e karşı ayaklanmalar’?

    Bilgi yok. Soylenip gecilmis.

    Sonra, soyle bir deginiliyor:

    “Bu tür bas[t]ırma hareketlerinde bazı abartma[lar] olabilir. İstiklal Savaşında da Fransız Devrimi bütün devrimlere aşırılıklar oldu.”

    Neyin bastirildigini ben hala daha bilmiyorum; ama, ‘bu tür bas[t]ırma hareketlerinde bazı abartma[lar] olabilir’ derken tam olarak ne demek istedigini de anlamis degilim.

    Bahsi gecen ‘bas[t]ırma hareket’i tam olarak hangi turdur ve ‘bazı abartma[lar] olabilir’ demekle neyi/neleri kastediyor?

    Devaminda, soyle –uzunca– bir paragraf var:

    “Cumhuriyet Dersim isyanını bastırmasaydı orası feodal eşkiya yatağı olarak devam ederdi. İsmet Paşa’nın da Doğu raporu var. Atatürk beğenmedi. Celal Bayar’ı gönderdi. O daha radikal ve cumhuriyetçi bir rapordur. 12 13 tane böyle raporlar var. Burada bir eşkiylık. aşiret düzeni var. Dökülen kan var. Cumhuriyet ona son verdi. Aşiretler arasında kavgalar var. Neredeyse meydan savaşı var. Aşiretler arasında kadınlara el koyma olayları var, cumhuriyet bunlara son vermiştir.”

    Perincek’in tasvirinden yola cikip, resmi gormege/anlamaga calisiyorum:

    Asiretler arasinda kavgalar var. Neredeyse meydan savasi boyutlarina varmis kavgalar..

    Bu dogru ise, bir kargasa ortamindan bahsediyoruz. Klasik tabirle ‘anarsi’, yani asayissizlik…

    Boyle bir ortamda, aralarinda bir birligin olmadigi asikarken, nasil oluyor da, bunlar bir araya geliyor ve Cumhuriyete, [summe hasa] Ataturk’e isyan ediyorlar?

    Bir de, tabii ki, bu yeni bir sey degil. Belli.

    Cunku, harekete gecinceye kadar, bu konuya yonelik (yaziyla) oniki-onuc rapor hazirlanmis.

    Ilk hazirlananlar begenilmemis olsa gerek ki, sonuncusu (galiba Celal Bayar’in yazdigi) ‘daha radikal ve cumhuriyetçi bir rapor’ esas alinmis.

    Ve.. vurucu kisim surasi: ‘Aşiretler arasında kadınlara el koyma olayları var’..

    Yani, ‘kadinlara el koyma’lari engellemek icin, aralarinda kadin ve cocuklarin da oldugu (sayisi da bir turlu aciklanamayan ama 13 binden cok oldugu soylenen) cok sayida insan bu ‘bas[t]ırma hareket’i sonucunda zayi edilmistir.

    ‘Abarti’ denilen yer de herhalde bu rakamdir. Yani, ‘o kadar’ olmamasi gerekiyordu –herhalde. [Ama, bu bile, onca sene hazirlanan raporlarin ve ‘harekat planlamasi’nin pek de dogru/ciddi olmadigina isaret etmez mi?]

    Simdi, gelelim ikinci –Manifesto benzeri– yaziya:

    “Emperyalistler, Türkiye’nin Kürt nüfusunu, Dersim kampanyasıyla bölücülükte birleştirmek istiyorlar. Yalnız bölücülükte değil, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığında da birleştirmek istiyorlar.”

    Bu tur cumleleri eskiden hakli/gecerli bulurdum. Ama, artik degil.

    Degil, cunku, boyle sozler ede ede, hic olmadik yerlerde bir ‘Kürt’ bilinci yaratildi.

    Sunu demek istiyorum: Dislandikca, horlandikca, sirf ulkenin Dogusunda yasadiklari icin, kuskuyla bakildikca, birakin gercekten Kurt olanlari, Turk olanlar dahi –biriken reaksiyon duygulariyla– kendilerine ‘Kurt’ der oldular.

    Tipki basortusu meselesinde oldugu gibi, horlandikca, insanlar, tepkilerini gostermek icin basortusunu benimsediler. Biraksan, baska herkes gibi, rahatca serbestce kiyafetini sececek kizlar, basortusunu sembollestirdiler.

    ‘Kurt’ konusu da bence oyle.

    Jakoben Kemalizm/Ataturkculuk, kendisine –karsi koyamayacagi– iki buyuk kitle yaratti ve bu yanlis davranis biciminde israr ediyor, hala daha.

    Surekli ‘Emperyalistler’e isaret etmek iyidir hostur da, alinan ‘tedbir’ler ile daha beter sonuclara variyorsak, bir yerlerde ciddi yanlislar yaptigimizi gormemiz lazim.

    Su paragrafa bakalim:

    “Cumhuriyet yıkıcıları, Dersim harekâtını cumhuriyetin ‘budağı’ olarak görüyorlar. Bu açıdan Dersim kampanyası, Kemalist Devrime yöneltilen en kritik saldırıdır.”

    Simdi.. ‘Dersim harekâtını cumhuriyetin ‘budağı’ ol’dugunu gormek icin ‘Cumhuriyet yıkıcıları’ndan olmak gerekmiyor.

    Dersim Harekati, o yillarin moda deyimiyle, ‘irtica’ya karsi yapilmis degildir.

    ‘Irtica’ya, yani ‘tekrar padisahlik/hilafet rejimine donelim’ diyenlere karsi oldugunu iddia etmek havada kalir; cunku Dersim’de boyle bir niyete sahip bir avuc insan bile bulunamazdi.

    Ayrica, Dersim Harekati, Kurtculuk filan gibi ‘boluculuk’ gerekcesiyle de yapilmis olamaz.

    Olamaz, cunku, birincisi, orada boyle bir kalkismaya taban olacak bir bilinc olmadigi gibi, bir birlik de yoktu. Kendi aralarinda catismaktan bu tur seylere firsatlari bile olmuyordu, olamazdi.

    Son olarak, Dersim’i Ingilizlerin, Ruslarin (ya da uzaylilarin) karistirdigi iddialari da anlamli degil. Amiyane tabirle, Allahin unuttugu bir kapali cografyaya Ingilizler, Ruslar (ya da uzaylilar) nereden gelecek ve neyi (oldugundan daha cok) karistiracak?

    Hem, karistirsa ne olacak? Catisan asiretleri birlestirip, bir butun olarak, Dersimliler bir tur ‘huruc harekati’ ile Cumhuriyet ve [summe hasa] Ataturk’un uzerine mi yuruyecek?

    Boyle bir ihtimal var mi? Yok.

    Peki, geriye ne kaliyor:

    “Atatürk’ün Tunceli harekâtı, Kemalist Devrimin Ortaçağ kurum ve ilişkilerine karşı en kritik, en önemli ve doğrudan mülkiyet ilişkilerine yönelik en temel harekâtıdır.”

    Evet, boyle de aciklanabilir.

    Fakat, bu tur bir aciklama ‘ozru kabahatinden buyuk’ olmakla malululdur..

    Cunku, ne ‘Paris Komunu’nden ne de ‘Terzi Fikri’nin Fatsa’sindan bahsediyoruz [nitekim buralarda dahi Dersim’deki ‘abarti’lar sozkonusu olmamistir].

    Dersim’deki ‘Ortaçağ kurum ve ilişkileri’ oradaki halkin ideolojik bir tercihi degildi.

    Yuzyillardir gelisen, devam eden sosyoekonomik bir yapiydi; ve ahalinin belki de tamami, farkli bir seyin var olabilecegini dahi bilmiyordu.

    Hal bu iken, o gunku Cumhuriyet kadrolarinin (baslarinda da MKA var tabii ki) neden israrla 13 rapor hazirlattigini, ve bu ‘problem’i ‘Kolomb’un Yumurtasi’ teknigi ile cozmege karar verip uzerine orduyu gonderdigini iyice aciklamak gerekiyor.

    Iste, o noktada karsimiza sorunlar cikiyor.

    Benim gibi, dinci-minci ya da ‘Cumhuriyet yıkıcı’si filanlikla alakasi olmayan birisini dahi ikna edemiyorsa, bu ‘sorun’ kolay kolay giderilemeyecek gibi gorunuyor.

    Perincek’in ‘Tunceli –> Ataturk –> Cumhuriyet’ seklinde kurup ‘göğsümüzü siper’ etmegi onerdigi ‘cephe’nin ciddi icsel celiskileri var; bu sekliyle muhafazasinin uzun surecegini iddia etmek de zor.

    Boyle bir durumda, ‘tac giyen bas akillanir; akillanmazsa, ya tac gider ya da bas’ sozununu hatirlamak ve ‘tac’i mi yoksa ‘bas’i mi denklemden cikarmak gerektigine sogukkanlilikla karar vermek gerekiyor.

    Sogukkanlilikla, yani ideolojik takintilardan arinarak…

  95. Necip bey, sizde gördüğüm şöyle bir şey: -Ben- basitliğiyle anlatımınız arızalı. İhtiyar Adam isimli kişiyi yazılarınızla kahkahalarla güldürüyorsunuzdur. Karşılıklı konuşsanız, ona atılgan konuşkanlıkla söz bile düşürmezsiniz. Sanırım o da bunu bildiği için, ironik ve tacizli anlatımıyla sizi tuzağına düşürüyor. Sizin yakındığınız konu, o kişinin örneklemeli, somut olaylı figürlerle öykülemeli anlatımı ve hatta bir de kendi söylemek istediklerini size söyletme becerisiyle sizi altetmesi gibi. Maşallah siz de saldırmadık, hedef almadık kişi bırakmadınız İhtiyar Adam sayesinde. Yalnız o iftira ne öyle Kubilay olayında? Pis kelimelerle merhuma dil uzatırken referansınızı da bir yakınınız yaptınız. Bir merhumu da katliamcı yaptınız. Bence sağlık problemleriniz varsa; ve işsizlik, aylaklık sorununuz olup bu sitede avunmak için vakit geçirmeye çalışıyorsanız, kendiniz için önlemler almalı, kötülükten uzak durmalısınız.

  96. İhtiyar çoban

    Necip mecip, sen Eşkıya Firo’ya nasıl malul filan dersin? Ben şu yaşımla bir dağım, sen ise bir fındık kadarsındır. Niye bu kadar çok konuşuyorsun vız vız diye. Seni doğduğun zaman tuzla ovalamadılar mı? Bu ne evinsizlik! Şimdi aklıma geldi: Necip mecip tarzı biri, benim bir bölgede yapmakta olduğum iyileştirme-ıslah ve tamir faaliyetlerime karşı durmadan vızıldar dururmuş ve bir de meydan okur, hakaretler, tehditler savururmuş. Ben tek kişiydim ve yakaladım salağı. Yanındaki yirmi otuz kişi yerlerde secde etmeye kalktı. O ebleh de o anda altına etti. Bir şey yapmadım, yürüdüm gittim; o pis kokulu yerden. Necip mecip, seni biraz sevsinler, beğensinler. satılmak, kiralanmak, zehirlenmek iyi bir şey mi? Anadolu ne güzel bir yer; sen de güzel ol biraz. İç ve güzelleş hatta.

  97. “Tipki basortusu meselesinde oldugu gibi, horlandikca, insanlar, tepkilerini gostermek icin basortusunu benimsediler. Biraksan, baska herkes gibi, rahatca serbestce kiyafetini sececek kizlar, basortusunu sembollestirdiler.”

    Cumhuriyet’in, “(anneannelerimizin) başörtüsü”ne değil, “(siyasi simge olan) türban”a karşı olması meselesine değinen bazı yazı ve yorumlar aklıma geldi.
    Şimdi arayınca ikisini de bulamadım, hatırladığım kadarıyla anlatayım.

    Biri, İslamcı bir blogun ya da orada paylaşılan İslamcı ya da liberal bir köşe yazarının (Etyen Mahçupyan da olabilir belki) yazısı idi galiba.
    Kılık-kıyafetin değiştiği günümüzde, erkeklere “Dedeleriniz gibi giyinin” demek ne kadar saçmaysa, kadınlara “Anneannelerinizin giydiklerini giyin” demenin de öyle olduğunu söylüyordu.

    Diğerini, Ekşi Sözlük’te, “laikçi ile laikdar arasındaki fark” başlığının altında okumuştum, silinmiş.
    “Dinci” ile “dindar”ın örtünme şekillerine (türban / “anneannelerimizin başörtüsü”) gönderme yapmıştı. “Laikçi” ile “laikdar”ın mini eteği giyme şekilleri arasındaki farktan bahsetmişti. “Laikçi” mini eteği şöyle giyer, “laikdar” anneannelerimiz gibi şöyle falan, tam hatırlayamadım şimdi.

  98. “Yalnız o iftira ne öyle Kubilay olayında? Pis kelimelerle merhuma dil uzatırken referansınızı da bir yakınınız yaptınız. Bir merhumu da katliamcı yaptınız.”

    ‘Designated Hero’larimiz (‘Tayin Edilmis Kahramanlarimiz’ da diyebiliriz) kutsaldir.

    Urertilmis ‘sahs-i manevi’lerinin hakkinda baska hicbirsey soylenemez. Soylenirse de ‘dil uzatmak’ sayilir..

    Tamam.

    Tamam da, hangi ‘din’in buyruklarindan bahsediyoruz?

    Ote yandan, bir de soyle bir soru sorulabilir:

    Ege Bolgesi gibi, Yunan isgali sirasinda, onde imam, elinde beyaz bayrakla Yunan’a teslim olmus cok sayida yerlesim yerinin oldugu (ve kimsenin de pek itiraz etmedigi) bir bolgeden bahsediyoruz.

    Yani, ‘din’ denen sey o kadar da etkili degil gibi.

    Fakat, daha sonra, Izmir’in Menemen ilcesinde, nasil olmus da (yine, kimsenin itiraz etmedigi) bir ‘irtica’ kalkismasi oluvermis?

  99. “‘Laikçi’ mini eteği şöyle giyer, ‘laikdar’ anneannelerimiz gibi şöyle falan”

    ‘Laikdar’ anneannelerimize en isabetli ornek, bence, o devirde secilmis ‘guzellik kraliceleri’ olabilir.

    Siz, bunlardan bir tanesinin –birakin mini etegi bir yana– dizinin ustunde etek giyerken cekilmis bir tane resmini gordunuz mu?

    Ben, Keriman Halis’ten birkac sonra boyle bir Turkiye Kraliesi secilmis bir hanimefendi tanimistim. Ogretim gorevlisi olan bir arkadasimin annesiydi. Misafirlige gide gele kendisi ile de samimi olmustum. Albumlerine bakmistik.

    Iclerinde, podyumda mayolu resimler vardi tabii. Ama, gerek Turkiye’de gerekse de yurtdisinda olsun, dizustu bir etekle cekilmis resmi yoktu. Pantolonla da. [Yasliligina yakin, evde cekilmis esofmanli resimleri vardi tabii ki.]

    Cumhuriyetin kadin uniformasinda mini etek hasa yoktur. Diz seviyesinde veya altinda ‘doppiyes’tir Cumhuriyetin kadin uniformasi.

    Buradan, ‘laikci’ kizlarimizin Cumhuriyetin temel degerlerine ihanet ettigigi sonucunu cikarabilir miyiz; bilmem..

    Ama, Nasrettin Hoca’nin da isabetle isaret ettigi gibi, ‘yakisiyor [bazi] haspaya’.. o ayri.

    Hem, ne der o Karadeniz turkusu: ‘Erkeklerin gunahi kizlardan sorulacak’..

    [Dereboyu kavaklar; Kolbasti. {Hayli eski bir turkudur}.]

  100. “Ben şu yaşımla bir dağım”

    Kendini ‘dag sanmak’in bir adi var tibbi literaturde..

    “benim bir bölgede yapmakta olduğum iyileştirme-ıslah ve tamir faaliyetlerime”

    Neymis bu ‘iyileştirme-ıslah ve tamir faaliyetleri’niz?

    Bize de anlatsaniz, aydinlansak, tenevvur etsek..

    Ama, maval anlatmak yok. Onlara karnimiz tok cunku.

  101. Necip Laikdaroğlu

    Necip, bir laikçi değil, bir laikdardır.

    Laikliği çıkarlarına alet eden laiklik tüccarlarına, Siyasal Laikçiliğe, Emperyalizmin – yerli işbirlikçisi Balkan Oligarşisi eliyle – gerçekleştirmek istediği Laikçi Kuşak Projesi, LOP (Laikçi Ortadoğu Projesi) gibi hain emellerine, LOP Eşbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu gibi Balkan Oligarkları’na işte bu nedenle şiddetle karşıdır.

  102. İhtiyar çoban

    Necip mecip başkalarının yazılarından kopyala yapıştırmayla hırsızlık yapan bir zat. Tabii, ağası, patronu soyucu çalıcı olan yandaş da bunu aynen yapacak. Çaldığı cümle veya sözlerden hareketle fikirler geliştirmeye çalışacak sonra. tabii, şeytan ayrıntıda gizli; onu öyle eğitmişler;öyle zehirlemişler. Neyse! Çok söz gevezeliktir; uymayayım şu beberuhiye.
    Bir bölgedeki maceramdan huylanmış geveze. Sanıyor ki, orası Dersim filan. Kurnaz tilkiye bak sen! Yahu ben Dersim’e başka yerlerdeki vukuatımdan sonra gittim; çam ve ardıç ağaçlı bir dağ bölgesindeki doğa ve ağaç katliamını ve halkın durumunu kötüleştiren bir düzeneği yerle bir ettiğimi sana niye anlatayım! Orada sen de o düzeneğin bir parçası gibisin sen; sen de arkasına iki kurşun sıktığım biri gibisindir.
    Necip mecip, koskoca Firo Eşkıya, koskoca dağ; ufacık bir fareyle uğraşıp durmasın. Bıktım senden. Böyle çocuk mu olur yahu! Düş paçamdan!

  103. “Bir bölgedeki maceramdan huylanmış geveze. Sanıyor ki, orası Dersim filan. Kurnaz tilkiye bak sen! Yahu ben Dersim’e başka yerlerdeki vukuatımdan sonra gittim; çam ve ardıç ağaçlı bir dağ bölgesindeki doğa ve ağaç katliamını ve halkın durumunu kötüleştiren bir düzeneği yerle bir ettiğimi sana niye anlatayım! Orada sen de o düzeneğin bir parçası gibisin sen; sen de arkasına iki kurşun sıktığım biri gibisindir.”

    Bunca laf salatasinin ozeti sudur: Isguzarlik ettim. Birilerinin baska birileriyle kavgasinda taraf tutup suc isledim. Simdi aradan zaman gecti, vicdan azabi bastirdi, uykularima giriyor. Itiraf edip rahatlamak istiyorum. O yuzden de Internet’te anonim yaziyorum (yazdigimi saniyorum)…

    Eger derdiniz buysa, kolay: Bence yeterince itiraf ettiniz.

    Ilgili birimlerin sizin yerinizi bulmasi bir saat surmez. Tek yapacaklari, sizin IP adresinizi bu sitenin Servis Saglayicisindan talep etmek. Zileli’nin de baskasinin da ruhu duymaz; cunku 2 sene kadar once cikarilan kanunla bu yetki verildi –coktandir mahkeme kararina filan hic gerek yok.

    Simdi.. sakin olun ve bekleyin. Sizinle ilgileneceklerdir; ‘vukuat’iniz hakkinda daha fazla detay filan itiraf etmek icin bolca vaktiniz olacak.

    “koskoca Firo Eşkıya”

    ‘Firo Eşkıya’ diye bir aratayim dedim, bir cizgi film cikti.

    http://noveelz.com/2017/04/the-rising-of-the-shield-hero-trsh-bolum-36/

    Umarim kendinizi bir cizgi film kahramani gormuyorsunuzdur.

    Ya da, yoksa, yazim yanlisi mi yaptiniz?

    ‘FINO Eskiya’ olmasin?

  104. İhtiyar çoban

    Necip mecipin ne kadar ödlek ve muhbir ruhlu bir maltalı olduğunu da çözmüş olduk. Eşkıya Firo rüyalarına girecek ve ona bir şey yapacak. Yuh!

  105. Kürt kimliğine yönelik bölücü (!) tehdit:

    “Başbakan R. T. Erdoğan, 18.12.2010 tarihinde Muş’ta yaptığı konuşmada “Nasıl ki Alparslan’ın ordusunda omuz omuza verdiysek, nasıl ki Malazgirt’te Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Zaza’sıyla birlikte şehit olduysak, aynı ufka beraber baktıysak yine beraber bakıyoruz.” diyerek, Kürt toplumsal gruplarından Zazaları (Kırd, Kırmanc, Dımıli) Kürtlerden ayrı bir etnik grup olarak tanımlamaya, böylece Kürt milletini parçalamaya çalıştığı apaçıktır.”

    “Türk devletinin Kürtlere yönelik politikası çerçevesinde devlet yetkililerinin bu tür millet-bölücü tabirleri kullanmalarını protesto ediyoruz.”

    “Kürt ve Zaza” Söylemini Protesto Ediyoruz!
    http://www.zazaki.net/haber/kurt-ve-zaza-soylemini-protesto-ediyoruz-728.htm

  106. Türkiye 1915’ten bu yana Nazi diktatörlüğü ile yönetilmektedir:

    – Nazizmin Türkiye’deki karşılığı Kemalizm’dir,

    – Tanrılaştırılmış Führer’in Türkiye’deki karşılığı Tanrılaştırılan Ulu Önder’dir,

    – Yahudi soykırımının Türkiye’deki karşılığı Ermeni ve Dersim soykırımlarıdır.

    Türkiye’nin olağan burjuva demokrasisine geçebilmesi için:

    – Kemalizm Nazizm gibi yasadışı ilan edilerek terörizm ve insanlığa karşı suçlar kapsamına alınmalı,

    – Ulu Önder’in bütün itibarı alınmalı, Führer gibi soykırımcı bir diktatör olarak insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle vicdanlarda mahkum edilmeli,

    – Ermeni ve Dersim soykırımları da Yahudi soykırımı gibi kabul edilerek soykırım mağdurlarından özür dilenmeli, kendilerine tazminat ödenerek veya gaspedilmiş mal ve emlakleri iade edilerek mağduriyetleri giderilmeli.

  107. Atsızcı ırkçı-faşistlerin sitesinden;

    “Rasim Ozan Kütahyalı adında biri var. Kendisi tam bir dalkavuktur ve soytarıdır. Televizyonlarda şaklabanlık yapmayı çok sever. Makara adamdır da. Güldürür, eğlendirir. Orta çağda yaşasa muhakkak bir Kralın soytarısı olurdu. Neyse…

    Rasim Ozan Kütayhalı, laf arasında Kusturmalı Boşnak Saksosu diye bir cümle kurdu ve sosyal medyada kendisi bir anda linç edilmeye başlandı. Aniden ahlak bekçisi kesilenler türedi. Ne yani Boşnaklar sakso çekmiyor mu? Evde karısına ve sevgilisine tatlı tatlı sakso çektiren adamlar gelmiş sanal acunda ahlak bekçiliğine soyundu. Neden? Çünkü sözün içinde Boşnak geçiyor ya etnik damarları kabarıyor. Koduğumun virüsleri! Ayrıca Rasim Ozan Kütahyalı ırkçı olacak zekaya sahip değildir ama sosyal medyada adamı ırkçı ilan ettiler. Ulan ırkçılık bu kadar basit bir şey mi? Gerçi milletin kafasında ırkçılık demek köle (zenci) futbolcuya muz göstermek demektir. Şimdi burada dikkat çekmeniz gereken husus şudur. Etnikler yani Türk olmayanlar bu olay neticesinde anında örgütlenmiştir. Balkan derneklerinden tutun da ünlü sporculardan şarkıcılara kadar hepsinden tepki yağıyor. Neden? Çünkü Türk değiller. Mesela Türkiye’de Türklük kaç defa aşağılandı. Bu virüslerin hiç sesi çıktı mı? Hayır! Hatta alkış tuttular. Bunları zaten çok iyi biliyorsunuz. AKP ilk zamanlarında aşırı bir şekilde etnik severlik yapıyor ve Türklük aşağılanıyordu. Kürtlere açılımlar yapıldı ve ilâh…

    Diğer bir dikkat edilecek husus ise Türkçü-Milliyetçi camia niye bu adama tepki gösteriyor. Güya Türkçüler ırkçıydı. Gece gündüz Nihal Atsız’ın sözünü paylaşan adamlar şimdi Boşnakları savunur oldu. Ulan ortada zaten savunulacak bir şey de yok. Adam Boşnaklara hakaret falan da etmiyor. Ama buna rağmen etnikler anında örgütleniyor. Profillerinde Göktürkçe yazılar yazanlar, Tengri Biz Menen diyenler Boşnakçı Çerkezci kesiliyor. Aşağılık herifler!”

  108. Türk’ün Halid b. Velid’i Atatürk!

    Resul TOSUN

    Star

    17 Kasım 2017 Cuma

    AK Parti’nin Atatürk’ü keşfetmesinden tutun bu sayede 2019 seçimlerini kaybedebileceğine dair lehte aleyhte çok sayıda yorum okuyoruz dinliyoruz.
    AK Parti’nin 10 Kasım münasebetiyle verdiği mesajlar öncekilerden farklı bunda kuşku yok. Ancak bu mesajlar AK Parti’nin Atatürkçü olarak temayüz etmesini sağlar mı sağlamaz mı işte orası tartışma konusu.
    ***
    Öncelikle kabul etmek gerekir ki, Gazi 1924 yılına kadar sadece Türklerin değil bütün İslam ümmetinin kahramanıdır.
    İşgale karşı verilen mücadeleye önderlik ettiği dönemde dünya müslümanları da bütünüyle manen ve maddeten Gazi’nin destekçisidir.
    İşte o dönemin en meşhur İslam şairi Ahmed Şevki, Gazi hakkında yazdığı methiyede onu Hz. Peygamberin İslam’ın kılıcı olarak nitelediği Halid b. Velid’e benzetmiş ve ‘Allahu ekber Ya Halide’t-Türk’ diye başlayan meşhur methiyesini yazmıştır. (Hilafetin ilgasından sonra da Mersiye yazarak tepki göstermiştir!)
    ***
    Hilafet ve saltanatı kurtarmak için yola çıkan, işgalcilere karşı direnen ve ilk iki anayasadaki İslam ahkamını uygulama maddesini kabul eden Gazi, bütün Müslümanların gönlünde taht kurmuştur.
    Saltanatın ilgasına tepki zayıftır. Cumhuriyetin kurucu ilkeleri İslam ahkamını uygulama esasına dayalı olduğu için Müslümanların sevgisi devam etmiştir.
    Fakat hilafetin ilgasıyla başlayıp laiklikle biten süreç Müslümanların Gazi’ye olan muhabbetini muhalefete çevirmiştir.
    Çünkü gerçekleştirilen köklü değişikliklerin hiçbiri halka sorulmamış tamamı devlet eliyle yukardan aşağıya yapılmıştır.
    Deniz Baykal’ın bu konuda, “Tabii ki halka sormadı sorsaydı kabul edilmezdi” mealindeki sözü önemli bir tespittir!
    ***
    Zamanla Halk Partisi’nin ilkeleri cumhuriyetin ilkeleri olarak yasalara ve anayasaya girince özellikle siyasetçiler için zorunlu Atatürkçülük dönemi başlamıştır. Seven de sevmeyen de mecburen kimi ritüellerin icra edildiği resmi törenlere katılmıştır/katılmaktadır.
    Fakat millet asıl tepkisini sessizce vermektedir.
    Millet tepkisini Gazi döneminde kurulan partilere teveccühü ile göstermiş, o yüzden de o dönemde kurulan partiler kısa sürede kapatılmıştır!
    1950 seçimlerinden bu yana Atatürk’ün partisi olduğunu iddia eden CHP’ye gösterilen kırmızı kart da o tepkinin sonucudur.
    ***
    CHP’den milletvekili seçilen ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk, Kuran nefreti iliklerine işlemiş bir yönetime sahip olduğu gerekçesiyle CHP’den istifa etmiştir.
    Gürsel Tekin gibi yeni nesil CHP’li siyasetçiler bu imajı değiştirmek için bayağı radikal adımlar atmış olsalar da maya tutmamıştır.
    Tutacağa da benzemiyor. Söylem ile eylem çelişiyor. En son müftülere nikah meselesindeki tavırları da bu mayanın tutmayacağını gösteriyor.
    ***
    Anıtkabir törenlerine dindarların ilgi göstermemesi de normaldir. Çünkü İslam’da böyle bir anma şekli yoktur. Hele de İslam’a bakışı tartışılan bir şahsiyet hakkında dindar Müslümanların sessizliği anlayışla karşılanmalıdır.
    Rahmetli Erbakan hoca başbakan oluncaya kadar Anıtkabir törenlerine mesafeliydi.
    Başbakanken gitmesi ise bir mecburiyet idi.
    Bu mecburiyetin sıkıntısını alnından damlayan ter tanecikleri çok açık gösteriyordu.
    Bütün partiler gibi AK Parti de kurulduğu günden beri bu zorunluluğu yerine getirmektedir.
    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, darbeler dâhil her türlü menfi fikir, söylem ve eylemlerini Atatürkçülükle kamufle edenleri açığa düşüren mesajı da anlaşılabilir bir boyuttadır.
    Hülasa, muhafazakârlık CHP’liler üzerinde nasıl durmuyorsa ve inandırıcı olmuyorsa, kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan AK Partililer üzerinde de Atatürkçülük durmaz diye düşünüyorum.

  109. Büyülerinin ve hayallerinin ötesini görüyorum ihtiyar!

    (“I see through your spells and visions, old man!”)

  110. Anonim ama pek de anonim değil

    Alakasız ama size bir soru soracağım, sizin hakkınızda, TİİKP Davası’nda yargılanırken savunmayı okuyanlardandınız, acaba size isnat edilen suçlamaları barındıran iddianameyi veya hakkınızdaki son hüküm olan esas hakkında mütalaayı da hiç bireysel olarak okudunuz mu? Yani bu belgeleri “ulan bu savcı bana ne demiş” diye baktınız mı, yoksa “savunma hazırlama komitesi” tarzı oluşum (daha doğrusu sizde böyle miydi bilemem de genelde toplu savunmalar kolektif hazırlanır, çoğu kişiye “daha uzman” oldukları alanda araştırma görevi verilir sonra bu derlenir) zaten siyasi savunma yaptığı için bunlara hiç bakmadınız mı? Nedense okumamış olma ihtimaliniz olası gelmiyor da, ben yine de sorayım.

  111. Okumamıştım. Boş şeylerle kafamı doldurmak istemem.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir