Halil İbrahim Özkurt / KUANTUM, TOPLUM-TOPLUMSALLIK, İŞBİRLİĞİ ve GELECEĞİMİZ

Yalansız sitesinden alınmıştır.

 

Günümüzde birçok alanda olduğu gibi, politik alanda da sağlıklı bir çözüm ve inşa için, maddenin atomaltı parçacıklarının davranışları ( kuantum fiziği ) dikkate alınmalı diye düşünüyorum. Atom altı parçacıklar ki, renkleri, frekansları, davranışları, ömürleri, özellikleri, yetenekleri ve işlevsellikleri tamamen birbirlerinden farklı. Yani, her parçacık özgür davranmakta. Ki, parçacıkların davranışlarını değiştirmeye kalkınca, daha doğru ifadeyle atomun çekirdeğine müdahale edince de atom patlıyor.

Benzer dünyalarda ne tür canlıların olduğunu bilmiyoruz. Oralarda neler olup bittiği hakkında bilgiye de sahip değiliz. Ama dünyamızın doğal halini-işleyişini bozan tek canlı olduğumuzu biliyoruz. Neandertal gibi insan türleri dahil bir çok canlıyı da ortadan kaldırdık. Sıra, dünyamızın mevcut canlı yaşamına mı geldi? Sanırım, atomun patlaması misali gezegenimizi ‘patlatmak’ üzereyiz.

“Atomaltı parçacıkların yukarıya sıralamaya çalıştığım davranışları atomu oluşturuyor ve söz konusu davranışa müdahale edilince atom patlıyor” demiştik. Türümüz bireyleri, ilkel komün yaşamında, toplulukların atomaltı parçacıklar misali özgür davranışa sahipken ve birbirlerini yönetmeksizin, sosyal ve toplumsal varlık halleriyle, doğa ile organik bir yaşam sürdürürken, yaklaşık 12 bin yıl önce yerleşik yaşama geçti. Doğa, önceleri türümüzün ortak eviyken, kendisine ait özel ev yaptı, hayvanları köleleştirdi, toprağı çitlerle bölerek yerleşik yaşama geçmeyen insan topluluklarına karşı kendi toplulukları adına da olsa özel tarlalar edindi. Derken 5 bin yıl önce de, kadını ve zayıf erkeği köleleştirdi, çıkarı adına kendi cinsi dahil her yeri her şeyi yönetmeye başladı, bunun için devletler, imparatorluklar kurdu. Hayal gücü ve aklı ile bilimsel ve teknik gelişmelere imza attı. Atmaya da devam ediyoruz.

 

Türümüzün yerleşik yaşama ( Neolitik çağ ) geçişinin devrim olarak değerlendirildiği herkesin malumu. Ben, yerleşik yaşama geçişle birlikte, toplumsallığın bozulma sürecinin başladığını düşünüyorum. Çünkü insan, neolitik yaşama geçişle sadece kendi toplumsallığını da değil, dünyamızın doğal dengesini de adım adım aşındırıp bozmaya başladı. 5 bin yıl önce kurulmaya başlayan devletli uygarlıkla ise ipin ucu koptu. Süreç hızlanarak devam ediyor. Şayet önlem alamazsak dünyamızın doğal dengesi atomun patlaması gibi, bir dizi reaksiyoner patlamalarla, ( Küresel ısınma ve buna bağlı kasırgalar, yangınlar, salgın hastalıklar, okyanusların su seviyelerinin yükselmesi ve kanserleşme gibi. Belki de buzullaşma…) zincirleme yok oluşuna doğru altüst olabilir. Zira, gezegenimiz de bir atom ve biz insanlar da, diğer maddelerle birlikte gezegenimizin atomaltı parçacıklarıyız ve biz onu patlatmak üzereyiz.

 

Türümüzün diğer parçalardan-canlılardan farklı bir özelliği de, sanki gezegenimizi bozan kanser hücreleri olmamız. Ki, kanser hücreleri dengesiz çoğalıp büyüyerek, hücreleri kanserleştiği gibi, metastaz yaparak diğer organlara sıçrayıp zamanla tüm organizmayı da kanserleştirmekte. Kısacası, Neolitik süreçle başlattığımız bozulma, devletli uygarlıkla kanserleşmeye başladı ve günümüze gelindiğinde ise tüm gezegenimizi sardı. Bu nedenle, bilim insanları “gidişatın iç açıcı olmadığını, gezegenimizin insan kaynaklı kanserleşme ve küresel ısınmaya dayalı büyük felaketlere gebe olduğu” uyarısını yapıyorlar.

 

Yukarıda da değindiğim üzere, toplumbilimciler insanlığın yerleşik yaşama geçerek toprağı işlemeye başlamasını, insanlığın ilk büyük devrimi olarak görmekte. Devrimlerin devam ettiğini, içinde yaşadığımız sanayi devriminin de yerini yapay zekâ devrimine bırakacağını da.. Ne var ki, “uygar” Avrupa’nın egemenleri, Amerika’nın organik toplumlarını ve Avusturalya’nın Aborjinlerini soy kırımla yok etmeseydi, hatta tüm dünyada benzer uygarlıklar gelişseydi günümüz dünyası nasıl bir dünya olabilirdi diye tartışmıyoruz. Barbarca gelişen serüveni devrim olarak okuyor ve yanılıyor muyuz, diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. ( Kastettiğim bilimsel-teknik devrim değil. )

 

Şayet bilim insanları haklı çıkar, gezegenimizi küresel ısınmaya ve kanserleşmeye bağlı mevcut canlı yaşamını altüst edersek, kıyıda köşede yaşamını sürdürebilen insanlar, acaba, insanlığın neolitik yaşamla başlayan ve yapay zekâya değin süren serüvenini devrim olarak mı, yoksa insanlığın doğal yaşamdan uzaklaşarak, neolitik süreçle başlayan ilk sapması, devletli uygarlıkla da, doğanın kanserleştirilme sürecinin başlangıcıydı mı diyecek bilemiyoruz. Üstelik yapay zekâ sürecinin nerelere evrileceğini de bilemiyoruz. Ama gidişatın parlak olmadığı, küresel ısınma ve kanserleşmeyle birlikte yapay zekânın mevcut canlı yaşamın tarumarını hızlandırma ihtimalinin de kuvvetle muhtemel olduğunu hesaba katmalıyız, diye düşünüyorum. Çünkü her şey egemenlerin kontrolünde, çıkar ve kâr adına işliyor.

 

Yanlış anlam çıkarılmasın. Bilimsel ve teknolojik devrimlere karşı olduğumdan değil, aksine, seçkin bir zümrenin elinde ve onların çıkarına işletilmesi nedeniyle yok oluşa doğru gidilmekte olduğunu ifade etmekteyim. Üstelik türümüz, bilim ve tekniği toplumsal yarar adına geliştirip kullanmayı başarabilseydi dünya asla böyle olmazdı. Ki, bundan sonra ortak yarar adına işletilebilir ve gidişat durdurulabilir diye düşünüyorum.

 

EVET, GİDİŞAT DURDURULABİLİR.

 

“Durdurulabilir “derken, bozan türümüz düzeltme gücüne ve yeteneğine de sahip. Çünkü dünyamızda türümüz kadar akıllı ve hayal gücünü işletebilen canlı mevcut değil. Doğaüstü bir kurtarıcı da olmadığına göre, bozulma neden-nasıl başladıysa çözümü de orada aramalıyız.

 

Elbette, yeniden ilkel komün yaşamına geçelim demiyorum. Bu mümkün de değil. Kendimize ait özel evlerimiz olmasın da demiyorum. Aksine, ortak dünyamızda her birimizin açıkta kalmaksızın yaşayacak bir evinin olması gerekiyor. Bütün mesele kaybedilen SOSYALLİĞİN- TOPLUMSALLIĞIN ve aşağıda değineceğim İŞBİRLİĞİNİN yeniden tesisi. Çitlerle çevrilen toprağın etrafındaki çitlerin sökülüp atılması, sınırların kaldırılması. Kısacası, her tür kölelik ilişkilerinin ve egemenlik mekanizmalarının yegâne aygıtı olan devletlerin parçalanıp sonlandırılması. Üretilen bilim ve tekniklerin ise, ortak evimize zarar vermeyecek şekilde kullanılması. Hatta bilim ve tekniğin, bozduğumuz ve kanserleştirdiğimiz dünyamızın tedavi edilerek, doğal haline kavuşturmak için kullanılması. Bunu başarabiliriz ve mecburuz. Ne var ki, bilimi ve tekniği de egemenlerin kontrolünden ve hizmetinden almak gerekiyor.

 

Demek istediğim şu ki; her birimiz içinde bulunduğumuz toplumun-topluluğun atomaltı özgür parçacıklarıyız. O halde, her birimiz atomaltı parçacıklar gibi, renklerimiz, frekanslarımız, davranışlarımız, ömürlerimiz, özelliklerimiz, yeteneklerimiz ve işlevselliklerimizle tamamen birbirimizden farklıyız. Dünyamızda 7,5 milyar insan var ki, birbirinin aynısı iki insan mevcut değil. Bu nedenle, kurumsallaşmalarımızı-örgütlenmelerimizi atomaltı parçacıklar misali, toplumsallığımızın yapısını bozmadan gerçekleştirmeliyiz. Yaşadığımız ve çalıştığımız alanda oluşturacağımız örgütselliğin özgür ve özgün bireyleri olduğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz. Topluluğun-toplumsallığın yapısını bozacak her tür davranıştan da uzaklaşmalıyız. Yani hiçbir birey, bir diğerine müdahale etmeksizin sadece eleştiri-özeleştiri mekanizmasını işleterek özgürce davranmalı, kendisini ifade edebilmeli. En önemlisi de, kimse kimseyi yönetmeye kalkışmamalı.

 

Dikkat çekmek istediğim önemli bir husus ise; özgürlüğümüzü, toplumun-topluluğun özgürlüğünün önüne koymadan kurumsallaşmalıyız. Kimi Anarşist grupların oluşturduğu özgür topluluklar yeterli değil diye düşünürken, Marksistlerin kurguladıkları yöneten-yönetilen mekanizmasının da maddenin yapısıyla, yani kuantum fiziği ile çeliştiğini düşünüyorum. Reel durum ise, her grubun ve çizginin, kendilerini en doğru varsayarak diğerlerini ötelemesi, ötekileştirmesi. Kendimize sormalıyız; ortak mücadele hattı yerine, ideolojiler üreterek, parçacık teorisine aykırı tarzda işlettiğimiz ve işletmeye devam ettiğimiz Marksist-Leninist partiler ve kendilerini en doğru sayan Anarşist gruplar, insanlığa ve doğaya ne kazandırabildi? Bozulan ve hastalanan dünyamıza ara sıra merhem olabildik hepsi o kadar.

 

Diyeceğim şu ki, ortak mücadele hattı oluşturmak istiyorsak, ( ki, başka seçeneğimiz yok) ilk ayrılığın sebeplerini yeniden masaya yatırmalı ve türümüzün tüm özelliklerini ve bilimin geldiği aşamayı, özellikle de kuantum fiziğinin işleyişini de dikkate almalıyız diye, yeniden vurgulamak istiyorum. Zira, günümüzde çözüm bekleyen o kadar çok sorun var ki, bu sorunları bir ideolojinin ve ona bağlı grup ve örgütlerin, hatta bir sınıfın çözmesi mümkün değil. Hele iktidarcı paradigmayla hiç değil.

 

Başarmamız gereken şey, atomaltı parçacıkların atomu oluşturması gibi toplumsallık. Yani, herkesin kendi sözünü özgürce söyleyebileceği, önerisini sunup savunabileceği, herkesin diğerlerini dikkatle dinleyip anlamaya çalışacağı, kimsenin kimseyi ötekileştirmeyeceği, kimsenin kimseyi yönetmeye kalkmayacağı özgün ve özgürlükçü örgütlülükler. Böylelikle, herkesin içinde tuzunun bulunduğu, kimsenin dışlanmadığı ve ötekileştirilmediği kurumsallaşmalar üreterek, ortaklaşa çözüm yolları bulunabilsin. Aksi halde, bölünmek kaçınılmaz olur ve bu da egemenlerin ve egemenliğin devam ederek felaketin kaçınılmazlığı demektir. İddiam şu ki, türümüz kaybettiği toplumsallığını yeniden elde ederek başarılı olabilir. Ne var ki, egemenlik aracı olan ve adına devlet denen yok edici güç aygıtı ile toplumsallığımızı tümden yitirip, yedi küsur milyar yalnız insanlara dönüştürüldük ve türümüz dahil, canlı yaşamın yok edicisi noktasına dayandık.

 

Günümüzün muktedirlerinin başka gezegen ve dünyalara yöneldiğini, oralarda kendilerine başka yaşam alanı olabileceği hayalini kurduklarını biliyoruz. Aslında, uzayın ve maddenin derinliklerini her birimiz merak ediyoruz. Ama gezegenimizdeki canlı yaşamı yok etmeye doğru hızla yol kat eden muktedirlerin aksine, önce kendi gezegenimizi yaşanır kılmanın yolunu bulmak zorundayız. Yani, günümüzün %90’nı oluşturan EMEKÇİ KESİMLERİ, hayal gücümüzü öncelikle kendi evimiz olan dünyamızın mevcut canlı yaşamının yok olmamasına yönelik işletmeliyiz diye düşünüyorum. Çünkü muktedirler kendilerine belki başka bir gezegende yaşam alanı bulabilir ya da oluşturabilir ama orada bize yer yok.

 

Türümüz kendisinden çok güçlü olan Neandertalleri ve diğer insan türlerini yenmeyi hayal güçleri, işbirlikleri ve kurnazlıkları sayesinde “başarmışlardı”. Biz emekçi insanlar ise, hayal gücümüzü muktedirlerden daha hızlı çalıştırmak, birbirimizi ötekileştirmeden, ötekileştirmenin ideolojik ve örgütselliğinden arınarak başarabiliriz. Zira günümüzün iktidar aracı olan klasik siyasi partileri ve diğer gruplar ötekileştirmenin en temel araçlarıdır. Bu nedenle kurumsallaşmalarımızı asla iktidar odaklı kurgulamamalıyız. Toplumun, toplum altı özgür parçacıkları olduğumuzu ve her tür iktidarcılığın, yöneten-yönetilen mekanizmasının, birbirimizi ötekileştirerek toplumsallığımızı zaten bozduğunu, daha da bozacağını bilmeliyiz. Ayrıca, ister işçi ister emekçi, ne olursak olalım, iktidarı ele geçirdiğimiz zaman, diğerlerine ( ötekilerine) karşı asla eşit davranamayacağımızı da öğrenmiş bulunuyoruz. Ama türümüz tehlikelere karşı kuantum fiziğini, yani maddenin işleyişini dikkate alarak, ortak aklıyla, ortak davranış mekanizmaları yaratarak ve birbirlerini denetleyerek, bozduğu, kanserleştirdiği toplumsallığını, işbirliğini ve bozduğu gezegenimizi onarıp, her tür egemenlik ve sömürü mekanizmasını bertaraf edebilir. Ki, bu özelliğe ve kapasiteye de sahibiz. Yani başarabiliriz. Aksi halde muktedirler, dünyamızı seçkinler imparatorluğuna mı dönüştürecek, yoksa başka gezegenlere mi kaçacak bilemiyoruz.

 

Bana göre başarmamız gereken, ötekileştirmenin araçları olan grupçuluktan ve iktidarcı partilerden arınarak, maddenin özgür işleyen parçacık (kuantum) yapısıyla uyumlu örgütlenmeler yaratarak, özyönetimlere dayalı idari yapılar amaçlayıp, komünal ekonomilere dayalı konfederasyonlar inşa etmek ve gezegen çapında AĞLAR kurarak da, mevcut kapitalist-emperyalist imparatorluğu çökertip-parçalayıp, özgür bir dünya kurmak ve bozulmasına izin vermemek adına başta özyönetim ve özsavunma olmak üzere her tür önlemi de almak olmalı.

 

Birleşebilir, kimseyi ötekileştirmeden ortak davranabilirsek, başarmamak için hiçbir nedenimiz yok diye düşünüyorum. Ayrıca, emek sömürüsü, doğanın katliamı ve sömürüsü, kadın sömürüsü, çocuk sömürüsü vb. sömürüleri tek bir sınıf devlet aracılığı ile gerçekleştirmekte. Bu sınıf ki, doğası gereği birbirleri arasında kıyasıya bir rekabet sürdürürken, sömürü söz konusu olunca ortak davranabilmekte. Sömürülen emekçi kesimler ise bölük pörçük. Zira özgürlük ve sosyalizm adına yola çıkan örgütler ve gruplar, enerjilerinin çoğunu birbirlerine karşı ideolojik ve buna bağlı örgütsel hegemonya yarışlarında harcamaktalar. Buna son verip, toplumun özgür parçacıkları olduğumuzu asla unutmaksızın, kuantum fiziğine de en uygun yöntem olan, doğrudan demokrasi ile işleyen kurumsallaşmalar yaratamazsak asla kazanamayız diye düşünüyorum.

 

BİTMEDİ! BİR ŞEY DAHA VAR! İŞBİRLİĞİ…

 

Büyük kalabalıkların kolayca yönetilebileceği halde işbirliği içindeki kendi kendilerini yöneten küçük grupların kolay yönetilemeyeceği bir gerçek. Üstelik işbirliği içindeki küçük gruplar daha başarılı olur. Bütün mesele söz konusu grupları alabildiğine çoğaltmak. Gelelim işbirliğimizi ne zaman, nasıl oldu da bozarak yalnızlaştık, sorusuna yanıt aramaya…

Yerleşik yaşama geçen türümüz daha verimli hasat adına, doğal afetlere karşı ne yapacağı hakkında pek bilgisi olmayınca, Şaman’ın da yetersiz kalması üzerine, daha büyük “Tanrıların” varlığı hikâyelerine inanarak, “Tanrılarla” iletişim kurduğuna inandıkları kurnaz kişileri de kral Tanrı olarak kabullendiler. Kral Tanrılarına tapınaklar yapıp yiyecekler, kurbanlar, araziler sunarak egemenliğini Kral Tanrılara teslim ettiler. Türümüz, yerleşik düzene geçmeden önce, 50-100 kişilik gruplar halinde ve aralarında kuvvetli işbirlikleri kurarak ayakta kalmayı, türlerinin kalıcılığını sağlamayı başarmışlardı. Kral tanrıların yönetiminde ise, aralarında işbirliği yapamaz sayılara ulaşarak, krala tabi olmaya başladılar. Kral Tanrı ise, arazilerin işletilmesi, ürünün saklanması, korunması, yerleşik yaşama geçmeyenlerce arazilere yapılan baskınları önlemek gibi işler adına yardımcılar ve ürün karşılığı adamlar istihdam etmeye başladı. Tüm bunlar, devlet denen aygıtın ilk adımlarının atılmasıydı. Atıldı da. Doğayla uyumlu, İŞBİRLİKLERİ sayesinde ayakta durmayı başararak özgür yaşayan, 50-100 kişilik topluluklar yerleşik yaşamla birlikte sayıları çoğalmasına karşın, adım adım köleleştiler-köleleştirildiler. İsyanları ise, kral Tanrının devlet denen aygıtı ile sürekli bastırıldı.

 

İnsanlık günümüze değin sürekli isyanlarla egemenlik ilişkilerini sonlandırmak istese de yerine ne koyacağı hakkında bilgiye sahip olamadığı için başarılı isyan ve devrimler de zaman içinde, yeni egemenliklerin kurulması ile sonuçlandı.

 

O HALDE BU KONUDA DA BİR ŞEY YAPMALI! AMA NE?

 

Türümüzü GÜÇLÜ kılan nedenin birisi de küçük gruplar halinde ve birbirlerini yönetmeksizin işbirliği kurabilmeleriydi. Günümüzde ise, sosyalizm-komünizm adına tek merkezden yönetilen büyük partiler kurulmakta. Diyeceğim şu ki, türümüz, temsili demokrasi ile yönetilen büyük organizasyonlarla ortak hareket etme yetisine sahip değil. Hele de partilerin üyesi olmayan kitleleri hareket ettirmesi olağanüstü koşullar haricinde hemen hemen imkânsız. Devrimleri de partiler değil kitleler yapacağına göre, mevcut örgütlenmelerle kitleleri sosyalizm-komünizm adına harekete geçirmek olağanüstü durumlar haricinde mümkün görünmüyor. Görünmediği gibi, zaman da daralıyor. O zaman, kitleleri işbirliği yapabilecekleri, kararları ortaklaşa alarak birlikte hareket edebilecekleri gruplar halinde örgütlemek ve gruplar arası AĞLAR kurarak, gruplar içi işbirliğini, gruplar arası işbirlikleri ile büyütmek, detaylandırmak.

 

Unutmayalaım ki, genler 3-5 bin yılda değil, yaklaşık YÜZ BİN yılda değişime uğruyor. Hal böyle olunca, türümüzün büyük gruplar halinde işbirliği yapmasını beklemek doğru değil. Bunun için 90 yıl daha beklememiz gerekecek. Üstelik daha da köleleşmemiz kuvvetle muhtemel görünüyor. Zira işbirliğini tümden unutmuş olacağız. Henüz geç kalmış sayılmayız. Yaşam ve çalışma alanlarında 50-100, hatta 200 kişilik gruplar halinde örgütlenip, her tür işbirliğini yapmamız mümkün. Bütün mesele gruplar arası işbirliğinin organizasyonu. Bunu da başarabiliriz. Bunu başarırsak, belediye yönetimlerini özyönetimimize alarak, federasyon ve konfederasyonlar şeklinde yine, özyönetime dayalı idari birimler ve birimler arası AĞLAR kurarak, içinde yaşadığımız kapitalist devletlerden ve her tür egemenlik ilişkilerinden kurtulup, komünal yaşamı inşa edebiliriz diye bir kez daha vurgulayarak, “şansımızın” devam ettiğini düşünüyorum.

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

MHP Takozu! (ve Artı-Gerçek’teki yazılarımın Sona Erişine İlişkin Kısa bir Açıklama)

Bu yazı, her zamanki gibi cumartesi gecesi Artıgerçek’te yayınlanmak üzere yazılmıştı. Dün, (yani 10 Mayıs, …

356 Yorumlar

  1. Kuantum fizikle benzetmede bir hata var gibi. İhtimallere dayanan denklemlerle kuantum fiziğindeki atom altı parçacıkların davranışları “kontrol” altına alınmıştır. Günümüzde etrafımızı saran sayısız aygıtlar bu sayede yapıldı.
    Tamamıyla evcilleştirilmiş tavuklar bile yaklaştığınızda kaçarlar. Bu nedenden tavukların özgür oldukları iddia edilemez. Aynı şey evcilleşmiş insanlar için de söylenebilir. Hatta insan özgürlükleri anayasalara bile yazıldı.
    Diğer bir bilimsel kaos teorisi yardımıyla hiç beklenmedik olayların olasılık hesapları yapılarak kaos bile kontrol altına girer. Bence, dünya düzeni, insanları daha özgür, daha yaratıcı, daha zeki olmaya teşvik eder.
    Sizin düzenli, siteye yakışır ve bilimsel yazınızın ihtivasındaki benzer fikirleri Pipsqueak adlı bir geri zekalı, dağınık ve istikrarsız bir üslupla bu siteye dökmüştü. Zırvalamalarını anlamaktan vazgeçmiştim ki Gün Zileli hocamızın sayesinde bu şahsın aslında Yeşillik Anarşizm’ini savunan biri olduğunu öğrendim ve dediklerini ciddiye almaz oldum.
    Zapotec, Toltec, Olmec, Maya, Aztec, Andean Civilization, Inca yerleşik yaşama geçenlerden tanınanlar; çok sayıda diğerleri Afrika ve Uzak Doğu’da. Hatta karıncalar ve arılar da yerleşik yaşarlar. Belki sizin bilimsel ve teknolojik hakkında dediğiniz gibi sorun yerleşik yaşamın da “seçkin zümre elinde olmasında”. Bir sorun daha var. Türümüz aynı ama toplumların konuştukları diller ve inanışları ayrı, aynı değil. Doğadan maden elde etmek için toprak altına delip girmeyi anayı iğfal etme olarak gören, hayvanları akraba sanan, doğa-insan ayırımı yapmayan geri kalmış, bilimsellikten uzak, aydınlığa kavuşmamış toplumlar var. Okullar mı açılacak?

  2. Kuantum az, Sorun çok

    Bazı sorunlar var.

    Kuantum fizikle benzetmede bir hata var gibi. İhtimallere dayanan denklemlerle kuantum fiziğindeki atom altı parçacıkların davranışları “kontrol” altına alınmıştır. Günümüzde etrafımızı saran sayısız aygıtlar bu sayede yapıldı.
    Tamamıyla evcilleştirilmiş tavuklar bile yaklaştığınızda kaçarlar. Bu nedenden tavukların özgür oldukları iddia edilemez. Evcilleşmiş insanlar için insan özgürlüğü anayasalara yazıldı.
    Kuantum fiziğe benzer diğer bir örnek bilimsel kaos teorisi. Bu teoriyle hiç beklenmedik olayların olasılık hesapları yapılarak kaos bile kontrol altına girdi. Hatta doğa bilimlerini kendine model edinen sosyal bilim adam ve kadınları aynı teknikleri insanların davranışları ve kontrolünde kullanırlar.
    Bence, dünya düzeni, insanları daha özgür, daha yaratıcı, daha zeki, daha etkin, daha etken, daha insancıl olmaya teşvik eder.
    Bu düzenli, siteye yakışır, ciddi araştırmalar mahsulü ve bilimsel yazının ihtivasındaki benzer fikirleri Pipsqueak adlı bir ucube, dağınık ve istikrarsız bir üslupla bu siteye dökmüştü. Gün Zileli hocamızın sayesinde bu şahsın aslında ‘Yeşillik Anarşizmi’ adlı bir akımın sözcülüğünü yaptığını öğrendim, zırvalamalarını anlamaya çalışmaktan vazgeçtim.

    Diğer bir sorun.
    Zapotec, Toltec, Olmec, Maya, Aztec, Andean Civilization, Inca yerleşik yaşama geçenlerden tanınanlar; çok sayıda diğerleri Afrika ve Uzak Doğu’da. Hatta karıncalar ve arılar da yerleşik yaşarlar. Belki bilimsel ve teknolojik gibi sorun yerleşik yaşamın da “seçkin zümre elinde olmasında”.

    Bir sorun daha var.
    Türümüz aynı ama toplumların konuştukları diller ve inanışları ayrı, aynı değil. Doğadan maden elde etmek için toprak altına delip girmeyi anayı iğfal etme olarak gören, hayvanları akraba sanan, doğa-insan ayırımı yapmayan geri kalmış, bilimsellikten uzak, aydınlığa kavuşmamış toplumlar oldu ve hâlâ var. Böyle fosiller için okullar mı açılacak? Unutmayalım ki dünyanın dört bucuna yayılan modernlik ışığına kavuşanlar eğitimle kendi fosillerini temizlediler. Tabii, bazen fiziksel kırımdan geçirmeyle daha da çabuk, daha da etkin ve modern yöntemler de kullanmak zorunda kalındı. Örneğin: Bu ışıkların çıktıkları yerlerde bile kendi halkları arasında konuşulan dil sayıları yüzlerden teke indirildi.

  3. Kendilerini modern fizik olarak gören ve dünyada kabul edilen bu görüşler i iyi anlamalı.bunlari engels,lenin daha ortalikta yokken ezdigi meseleler.ne fizik nede felsefi değeri vardır.
    Herkes anlamadan kabul ediyor.anlasa asla.. aynı dinde ki durum.karistirma boghu çıkmasın..

  4. Sayın "Hortlak 9 Aralık"

    Sayın “Hortlak 9 Aralık”
    Yazınızı anlamak güç. Bazı sorularla daha iyi anlamak istedim.

    Siz galiba Engels’in ” Doğanın Diyalektiği” ve Lenin’in “Felsefe Defterleri” adlı eserlerini düşünüyor olmalısınız.

    Sizce kuantum fizikde atom altı parçacıkların tuhaf gibi görülen davranışaları da Marks’ın ” Demokritos’çu ve Epikür’cü Doğa Felsefeleri Arasında Fark” yazısında bulunabilinir mi?

    Bir soru daha: ” ne fizik nede felsefi değeri vardır” lafınızla ne demek istediğinizi açıklar mısınız? Doğa yapısı ve çalışmasıyla insan ve sosyal yapısı arasında bağlar yok mu demek istiyorsunuz?

  5. Hortlak'a Katılıyorum

    Marks, Engels ve Lenin’in teorik (ve tabii, pratik) temeli üzerine yapılandırılacak ilerde, bu geri kalmış, bilimsel ve mantıksal düşünemeyen fosiller diyalektik yasalarının icabı gerçek ışığına kendi kendilerine varacaklardır.
    Dünya tarihimize bakıldığında, bir zamanlar bu fosiller gibi yaşayanların günümüzdeki akıl yürütme gücü ve bu gücün mahsülleri bu diyalektiğin doğruluğunu kanıtlar.

  6. Yukarıdaki yazarın toplumsal sorunlara kuantum gibi fizik teorisini diline dolanfirmasi, bana masaya zenginlik olsun gibi, uyduruk geldi. Ama esas uyduruk olanda bu sozde fizik görüşleri..
    Fizige karşı olan bu fizikçilerin görüşlerini anlayabilmek,nerden gelişip,oluştuğunu gorebilmek için,engelsin dogru yanlış, doğanın diyalektigine,leninin işte özellikle bu modern fizikçilerin üzerine yazdığı, esas olarak da arastirdigi, materyalizm mi empriotizm mi? kitabı ndan bahsetmiştim.
    Kitabi bırakın okumayi, konuların başlıklarına bakan, konuların yeni birşey olmadığını farkedecektir.
    Stalinde dahil kendini solda gören herkes,dogaolaylarini, doğanın kural ve yasalarıyla işlediğini,ikirciklige,bilenemezcilige,unschaerfer, belirsizlige,kaosa, tesadüfe, istediği yapmak özgürlüğü vb.vb.kesinlikle karşıdir.
    İnsanlık doğa olaylarını gozlemleyip Newton, Galileo la doğa yasalarini esas alırken,bunu fransizlar, determinizm le taçlandırırken,19.ve 20.yuzyillarin başında tersine döndü..
    Nedeni de, çıkış noktası da elektromanyetik hareketleri (Engels inde dedigi gibi tamamen sır,daha düne kadarda gizemli güç) fizik dünyası bilinen fizik, mantıkla aciklayamiyor ve fiziğin krizi ortaya çıkmıştı.
    Tabi bu krizden yararlanmak isteyenler fiziğin anasını, geçmişini,sulalesini edecekti.

    Fiziğin babası olarak bilinen Newton , kendisine, dünya tarihinin en önemli eserini yazdığıni, nasıl hissettiğini sorulduğunda,kendisini okyanus kenarında ,okyanusun derinliklerinden habersiz,kumsalda bulduğu biriki çakıl taşı,kabukla oynayan bir çocuk gibi hissettiğini soyler..
    Ya Bizim şimdiki sarlatanlar, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki olayları,ondan daha uzak ve karışık olan maddenin yapısı ni aciklamalar?
    Ve bunu yaparken şu bizim wahsimizin yaptığı gibi,madde bir varmış,bir yokmuş,enerjiye,harekete dönüsurmus.hareket maddeye, herşey nispi.degisken,oynak, unschaerfer, belirsiz,kaos, şöyle öyle, böyle.karakedi masalı,tasdevrine dönme!
    Cinnet getirip,bu beyinsizligi savunanlarin kafalarını ucurtup ha işte şu bizim wahsimizin magrasina atasim gelir.o onları totemlerken bizede tabiki taş atacaktır.hep taşlama yaptigindandan bilirim.
    Olsun bizde bu taşı inceleriz,kutsallarızda.onda ,derinliklerine daldigimizda, ışık hızıyla daldigimizda hemen farkedecegizki, milyarlarca, trilyonlarca, tanrılar bu küçük toz parçasının sonunu getiremeyecektir!
    Ne mucizeler var,ne sonsuzluk kar var o tozda!atsin magraci.

  7. Hortlak Yanlış Anlaşılabilir

    Sayın Hortlak
    Ben de solcuyum ve dediklerinize tamamıyla katılıyorum. Yalnız dediklerinizle demek istedikleriniz arasında fark var.
    “Stalinde dahil kendini solda gören herkes, dogaolaylarini, DOGANİN KURAL VE YASALARİYLA isledigini,ikirciklige,bilenemezcilige,
    unschaerfer, belirsizlige,KAOSA, TESADÜFE, istedigi yapmak özgürlügü vb.vb.kesinlikle karsidir”
    Genellikle solcular dogmatik düşüncelere karşı gelirler.
    Eğer yarın bir taşı elimizden bıraktığımızda yere düşeceğine havaya uçarsa veya ateş üzerindeki su kaynayacağına buz tutarsa, doğayı, doğa kural ve yasalarına uymadığı için mahkemeye verecek değiliz. Nedenlerini bulmaya çalışacağız.
    Parçacıkların ayrıldıktan sonra “sanki” birbirleriyle ilişki içindeymiş gibi davrandıkları, bir parçacığın iki delikten aynı anda geçtikleri deneylerle ispat edildi. Daha henüz alışılmış düşünce çerçevesi içinde nedenleri anlaşılmış değil.
    TESADÜF’E dayanan ihtimal hesapları ve istatistik bilimde kullanılan metotlardır. Bilimde, analitik metot yetersizliği veya gereksizliği yerine kullanılır. Bir ilacın etken olup olmayacağını analitik metotla bulup çıkaramayız. Yüz binlerce daha ampirik dünya olguları hakkında bilgiler bu metotlarla elde edilir.
    Antropi artışı termodinamik ikinci yasasından çıkar. Isı kaybıyla KAOS’A, yani ısı farksızlığı ve dolayısıyla değişmenin durmasına, gidiş bilimsel bir teori. Çocuk doğar büyür ama küçülüp annesinin rahmine dönmez, anne ve babasının kromozomları olmaz, biyolojik enerjiye dönüşen gıdalar olmaz.
    Duyularla algılanan ampirik dünya ve teorilerle sandığımız dünya aynı olmayabilir. Ampirik dünya somut varlıklar dünyası. Dünkü somut Hortlak ve bugünkü somut Hortlak aynı. Ama “aynı” bir ilişki ve ilişki var olan ampirik dünyada yok. Yani, “aynı” duyularla algılanan bir somut nesne değil.
    Siz bunlar ve benzeri çok sayıda gözlemleri yapılan olguların açıklamaları sanki Engels veya Lenin’in kitaplarında bulunur gibi yazmışsınız. Eğer öyle olsaydı kapitalist dünya bilim adamları o kitapları sayfa sayfa tarayıp, didik didik ederek bulurlardı. Newton ve benzeri binlerce diğer bilim dahilerinin %95’inden fazlası kapitalist düzenin insanları. Eğer bu dahiler saçma sapan şeylere inansalardı, bilimde ve özellikle fizikte akıl almaz ilerlemeler yapan kapitalist dünya pek böyle zengin olamazdı. Hatta bu dahiler, dogmatik olmaktansa belirli bilgi alanının sınırları içinde, örneğin astronomide, en akıl almaz tuhaf şeyleri bile düşünme özgürlüğünü savunurlar.

    Türkiye ve İslam aleminde ampulden tut uçağa kadar her şeyin Kuran’da şifreli yazılı olduğunu savunanlar var.

    Hz. Ömer’e Kudüs’e girdiğinde kütüphaneyi ne yapmalı sorusu sorulur. Ömer, “yakın, eğer içindekiler Kuran’da varsa tutmaya değmez, yoksa okumaya değmez” der.

  8. Çok gelen,soyut yazmıştım. Konularla ilgilenmeniz güzel.
    Dedikleriniz bugünkü teorik fiziklerle uyuşmadığı gibi tam tersidir.
    Evet tamda öyle, kızgın ,korhalinde tavvaya suyu damlatildiginda önce buz oluyor! Nedenini ya bilemeyiz,yada doğru yanlış açıklarız.spekulatif vari tahminlerde de bulunuruz.
    Ama hiç bir aklı selim biri bundan yola çıkarak doğa felsefesi kurmaya kalkmaz..
    Gene yerçekimi de sırları oldugundan nevton teori. Non fingo demiştir.eger bir anormallik ortaya çıkarsa nedenleri araştırılır.
    Bugünkü lerin yaptığı gibi,yok böyle birşey,o bir mekan eğrisi gibi aciklamaga kalkarsa vede pratikte ne ispat nede farkı ni görürseniz,birinin Newtonun ne kadar dikkatli, diğerlerinin ne kadar spekülatif olduğunu gösterir.

    Magra devrinde insanlar doğal olarak, rüzgarı kafasına göre esen, tesadüfle,hatta istediği gibi esen,kaosla aciklardi.
    Biliyoruz ki rüzgar atmosferin farklı yerlerde isisi sonucu,karada isinan havanın yukarı yükselmesi ve soğuk deniz havasının oraya doğru hareket etmesidir.gecede tersidir.bunun ısıtıcı motoru güneş dir.
    Bu bilimsel aciklamayi tekrar bulandırma gene magra devrine donderirsek, dünyada çok Kara, deniz kutup lar,ve rüzgarlar birbirini iteklediginden kaos,tesadüfler,bilinemez, unschaerfer,vs.vs deyip felsefe yaparız.bugunku teorik fizik felsefesi budur.
    Işık parçacıkları,yada elektrik parçaları niye hedefini şaşırıyormus!?? Kuralları,nedenseligi , mantığı,bozuyormus! Öbür delide ona tanrı Zar atmaz,okadar da atma diyor.kendiside Işık’ın hareketleri anarmol,akilalmaz,tuhaf deyip, onun üzerine mekan,hareket, zaman, maddenin saçmalıkları bina etmesi..
    Başında diyecektim sonunda soyleyim. Kuantum üzerine bir kelime bilmem.bir bakayım dedim,rudherford un böyle zirvalarA zamanimi harcamam sözünü görünce,beni bir tarihte Einsteinin fiziğin evrimi kitabina götürdü.
    Çok dikkatle mercek altında kitabın yarısına geldiğimde, uzunluğunda hareket halindeyken kisalıp, uzayacagini , açıklarken,bu fizik değil psikoloji deyip, kitabın diğer bölümü olan kuantum fiziği ne kafami sundurmustum.ne kokuyordu,ne gorduysem , kitabı fırlatmış tim. Sonradan Kulağıma geldiğinde anlamadigim dualar, ayetler..
    Onları iyi anlayın derim.burda onları somut olarak aciklayip, çürütme gibi bir durumum yok,Tesla in dediği ni,bunlar fizikten ziyade metafizik,olma ihtimali ni gözönünde bulundurarak inceleyin derim..
    Sizin düşünce, tarzınız,felsefenizin onlardan ne kadar farklı olduğunu fark edeceksiniz..

  9. Sayın 8 Hortlak,
    Konu karışık olduğundan bazı basit yanlış anlamaları telafi etmekte yarar var. Şimdilik sadece bir ayrıntıya değineceğim.
    Su kaynaması-buz olması, taşın havaya uçması örneklerle doğa bilimindeki bazı varsayımlara dikkat çekmek istemiştim.
    Birincisi, endüksiyon, indüksiyon veya tümevarım.
    Şimdiye kadar böyleyse, şimdi de böyle olacak.
    Köylü her gün domuzuna yiyecek getirir. Domuz hayatından memnun. Köylü bir gün bıçakla gelir.
    Ben sadece bir veya birkaç defa olan olaylar değil, bundan böyle olmaya başlayan ve devam eden olaylar örnekleri vererek “yasa” kelimesinin insan aleminden doğa alemine yansıtıldığına işaret ettim.
    Tarihte sık rastlanan basit bir örnek: doğa felaketini insanları cezalandırma olarak görmek.
    Bu varsayımsız bilim yapılamaz başka, varsayıma din gibi sarılıp körü körüne inanmak başka.

    İkincisi, bu varsayım diğer bir varsayımı kabul eder: “Doğa Üniformdır veya Düzenlidir veya Tekdüzedir”. Bu varsayıma da bir din gibi körü körüne bağlanmak, mantıksal dünyayla olumsal dünyayı ayırt edememektir.

    Üçüncüsü, izotropi ve homojen varsayımları. Yani, doğa veya evren her yönde aynı ve her yerde homojen.
    Siz Newton’u bilimde model gibi gördüğünüz için dikkatinizi onun söylediği bir lafa çekmek isterim. Newton, “ye Sun and Fixt stars.” (güneş ve sabit yıldızlar) lafıyla dolaylı olarak bu varsayımı yapmıştı.
    Newton, kendisi ileri sürdüğü teoride o zamanki düşünce ve inanış sınırları içinde bazı sorunlar olduğunun farkındaydı. O zamanlar etkileşme ancak temasla olur düşünülürdü. Yerçekim yasası temazsız bir etkileşme. Üstelik yasada zaman elemanı yok. Yani, ve yine o zamanki düşünceler çerçevesinde sanki güneş dünyayı zaman dışı çekmekte.

    Eğer dini inanışlara nedenlerinin bilinmediği olay ve olgular kurguları olduğu gözüyle bakarsak, eski bilim inanışlara bağlılık bilimin yolunu tıkayan bir din olur çıkar.

  10. Eleştirilerinizi geç fark ettim. Bu bir. İkincisi; Kimliğinizi gizlemeniz de sanırım sizin bir ‘haliniz’ olmalı.

    Maddenin katı-sıvı-gaz olmak üzere değişken halleri gibi, atom altı parçacıkların da değişken halleri var. İnsanın da öyle. Türümüz yerleşik yaşama geçmezden önce 50-100 kişiden oluşan gruplar halinde yaşarken, birey, özgür haliyle vardı ve grupla-toplulukla dayanışma, yardımlaşma, paylaşma içindeydi. Biz bu yaşama Komünal yaşam diyoruz. Yerleşik düzenle bu hali bozulmaya başlayarak süreç içinde hiyerarşi başlatıldı. Yine özgür bireylerden oluşan topluluklar yöneten-yönetilen mekanizması ile yavaş yavaş sürü leşti. Devletli uygarlıkla ise köle leşti. Yaşanan devletli uygarlıkla (ki, insanın en kötü hali diyebiliriz.) insanlık çevresindeki hemen her şeyi bozmaya, kanser leştir meye başladı. Günümüzde ise söz konusu özgürlükten yoksun-köle-sürü haliyle türümüz, doğal-canlı tüm varlıkla – yaşamla birlikte, kendi sonununu da getirmek üzere.
    Demek istediğim ise; Türümüz, özgür birey haline dönerek, yarattığı bilimi de kullanarak yaşam ve çalışma alanlarında DOĞRUDAN DEMOKRASİ ile işleyebilecek topluluklar-gruplar-kurumlar yaratarak kanserleştirdiği tüm canlı yaşamı kurtarabilir. Bu mümkün. Aksi halde, türümüz, diğer canlı yaşamla birlikte hangi hallere düşecek bilemiyoruz. Ama mevcut canlı yaşamın alt üst olacağı kuvvetle muhtemel.

  11. Maddenin katı-sıvı-gaz olmak üzere değişken halleri gibi, atom altı parçacıkların da değişken halleri var. İnsanın da öyle. Türümüz yerleşik yaşama geçmezden önce 50-100 kişiden oluşan gruplar halinde yaşarken, birey, özgür haliyle davranıyor, grupla-toplulukla dayanışma, yardımlaşma, paylaşma halindeydi. Biz bu yaşama Komünal yaşam diyoruz. Yerleşik düzenle bu hali bozulmaya başlayarak süreç içinde hiyerarşi başlatıldı. Yine özgür bireylerden oluşan topluluklar yöneten-yönetilen mekanizması ile yavaş yavaş sürü leşti. Devletli uygarlıkla ise köle leşti. Yaşanan devletli uygarlıkla (ki, insanın en kötü hali diyebiliriz.) insanlık çevresindeki hemen her şeyi bozmaya, kanser leştir meye başladı. Günümüzde ise söz konusu özgürlükten yoksun-köle-sürü haliyle türümüz, doğal-canlı tüm varlıkla – yaşamla birlikte, kendi sonununu da getirmek üzere.
    Demek istediğim ise; Türümüz, özgür birey haline dönerek, yarattığı bilimi de kullanarak yaşam ve çalışma alanlarında DOĞRUDAN DEMOKRASİ ile işleyebilecek 50-200 arası topluluklar-gruplar-kurumlar yaratarak kanserleştirdiği tüm canlı yaşamı kurtarabilir (iz). Bu mümkün. Aksi halde, türümüz, diğer canlı yaşamla birlikte hangi hallere düşecek bilemiyoruz. Ama mevcut canlı yaşamın alt üst olacağı kuvvetle muhtemel.

    Dilerim yukarıdakiler toplu bir yanıt vermişimdir.

  12. “Bu mümkün.”

    Degil.

    Insanligin butun tarihi, sosyal evrimi, bunun anlamli bir zaman dilimi icin mumkun olmadigini, ya da arzu edilir olmadigini gosteriyor.

    Evrim surecinde degisiklikler dissal zorlayicilar sayesinde/yuzunden olur. Sizin dediginiz turden bir geri donus icin, ancak ve ancak, cok ciddi iklimsel degisiklikler gerekir.

    O da, eger olursa, insanligin isteyerek yonlenecegi bir sey olmaz –tanimi geregi.

  13. İbrahim Özkurt'a Yanıt

    Sayın İbrahim Özkurt,
    İlkyazınız bende çok sayıda düşünceler yarattı. Ben sadece, kendi aklıma göre, bir lafınıza tepkide bulundum.
    Sizin kansere benzettiğiniz varlığın en temel özelliklerinden biri kültür/doğa, insan/diğer canlılar, düşünce/beden, mantık veya akıl yürütme/mit ayırımı yapması. En kötüsü de tüm dünyayı veya evreni ölü görmesi. Modern bilim ve teknoloji bu görüş üzerine kurulu.

    Ben, kişinin doğadan bir olayı veya varlığı dediklerine açıklık getirmek için kullanmasında sorun görmüyorum. Fakat kişi doğada, fizikte, bilimde olanları ileri sürdüğü ideolojiyi desteklemek için kullanırsa, aklıma ilk gelen hayatta kalma kavgası, ırkçılık ve benzeri çok sayıda çirkin düşüncelerin de meşruluk gayretinde kullanılmış olmaları.
    Üstelik kuantum fiziğinin insanın özgür iradeye sahip olduğunu Nobel kazanan bir kuantum fizikçi ispat etti. Cassirer, felsefe bilmeyen fizikçiye haddini bildirdi. Dünyadan habersiz teknisyenlerin pohpohlandığı zamanımızda çok yaygın.

    Bence çok sayıda sorun var. Kapitalsiz modern bilim-teknolojinin gelişmesi bence imkânsız olacaktı ama günümüzde insanın en büyük düşmanları arasında en başta bilim-teknoloji gelir. Hatta daha da kısaca, teknik. Ve dolayısıyla teknisyenler. Yazı, okul, bilgi, dil, emek, üretim gibi uzun zamandır insan bilincini şekillendiren etkenler hemen ardından gelirler.

    Binlerce verilebileceklerden bir örnek.

    Kolomb’un insan dolu kıtayı keşfinden önceki Avrupa’da, kimseye öğretilmeyen, sadece alış-veriş cennetini arama değil İncil’de adı geçen cenneti arama edebiyatı hayli yaygındı.
    Tarihçiler Avrupalılar için “cenneti buldular ama tanımadılar” derler.
    Aslında bu Avrupalıların kaçtıkları baskı sistemini, düşünce sistemini, insan ilişkilerini beraberlerinde taşımalarını anlaması pek öyle zor değil.
    Beyazlarla yaşamayı seçen yerlilerin %95’inden fazlası kendi halklarına döndüler. Yerlilerle yaşamayı seçen beyazların %95’inden fazlası beyazlara dönmedi. Sonuç gözlerimizin önünde: ABD.
    ABD’li bir yazardan alıntı:
    Kasvetle neşe,
    Yeni bir dünya kurmak için,
    Koşturuyorlardı.
    ABD (ve Avrupalılar) dünyaya neşe ve mutluluk ihracatı yapan ülkelerin başında gelirler. Şimdi bir de Komünist Çin çıktı.
    New York’u gezdirilen bir Eskimo sadece vitrinde gördüğü bir beyaz ayıyı ilginç bulur.
    7 – 10 bin yıldır toplanan pisliklerin iyi niyetlerle temizleneceğine benim kafam yatmıyor.
    Size yakın bir örnek:
    Solcu veya devrimci olmayan Toynbee 1976’da “Ana Toprak ve İnsanlık” adlı kitabıyla sizin yazdıklarınızı anlattı.
    Sahlins taş devrine bolluk devri adı verdi ve bolluk devri olduğunu ispatladı.
    La Boétie 15. yüz yılda, “insanlar hariç nereye baksam özgürlük görüyorum, o halde insanlar köleliği isteyerek seçiyorlar” dedi.

    Binlerce daha var. Ben bunlardan söz ettim. İyi yaşamak için yaşamaktan vazgeçenler hemen saldırıya geçtiler.
    Bakın Hortlak ve Necip’e.
    Necip bir zamanlar “savannalarda olur” demişti. Bu herif devamlı yalan söylediği için yalanlarını unutan bir tüccar.
    Hortlak, Alman ama Türklerde sık sık rastlanan bakireliğe düşkünlük hastası. Saf el değmemiş Marksizm-Engelsizm-Leninizm falan filan peşinde koşturuyor. Allahı Marks, dini bilim ve teknoloji.
    Bence, ümitsizlere ümit dağıtma eski huylarından vazgeçip insanı bu alçaklığa sürükleyen ana nedenleri daha ciddi incelemekte yarar var.
    Bence, bir çocuğun okulda öğrendiği iş bulma safsatalarından dolayı anne, baba, amca, dayı, teyzesini aptal bulmasında büyük bir sorun var. Yüz binlerce dahası sıralanabilir.

  14. Necip Atmış Yine

    Sen çok yalancı ve sahtekarsın. Tarih bilgin atıp tutmak. Ne oldu, unuttunmu “30 bin yıl önce savannahda …” yalanını. Sen bunamışsın. İnsan tarihini Homo sapinlerle bile kısıtlasak 100 000 yıllık bir tarihin 90 000’ini avcılık-devşirmeyle geçti.
    Sen paran kadar çok yalan söylüyorsun, sende utanmak yok, gurur yok, onur yok.

  15. Necip, ben geri dönüşten söz etmiyorum. Sayısı fazla olan örgütler illaki birilerince yönetilir. Mahalle ve iş yerlerinde meclisler adı ile doğrudan demokrasi işletilirse tüm bireyler karar süreçlerine katılır. Böylelikle insanlar yetki ve sorumlulukları da paylaşır. Bütün mesele meclisler arası ağlar kurarak koordinasyonun sağlanması. Bilmiyorum, kurumsallaşmaya karşı mısın? Ben devletli uygarlığın yarattığı tahribatların kurumsallaşmak sızın aşılabileceğini beklemiyorum.

  16. İbrahim usta,yazinizda maddenin halleri gibi katı,gaz ve civikli, hatta pastalı (plazma). lezzetli olmuş.sagolun.by bye..
    Not;İngiliz sitesi olduğu için kimlik.id-card getirmemiştir.ingilterede nüfus cüzdanı, kimlik olmaz.
    Bir dahaki sefere en az 3-5 hatta 9 kimlikle gelirim
    .

  17. Necip Büyüyünce Ne Olacak?

    Necip Büyüyünce Er-Doğan Sarayında Soytarı Olacak.
    Tüccar Necip ıvır zıvır mal satma becerisini tarih bilgisinde yapmaya kalkışınca kendini şöyle rezil etmişti:
    “Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri mumkundu. Savannah’ta, herkes tek basina avci-toplayici halinde yasarken…”
    Şimdi de bakın Necip’e çok benzeyen ama daha hünerlilerin enenayilere dağıttığı “bilgi” kaynağı vikipedi ne der:
    ” Avcı ve toplayıcı, kültüre alınmış bitkilerin tarımını yapan ya da evcilleştirilmiş hayvanları yetiştiren yerleşik TOPLUMLARIN aksine, tarım ve hayvancılıkla uğraşmayan, yabani bitkileri toplayıp yabani hayvanları avlayan TOPLUMLARDIR. Tarımın ve hayvancılığın gelişiminden önce bütün TOPLUMLARIN yaşam tarzı olan avcı ve toplayıcılık, bugün bu uğraşlarla geçimini sağlamayan TOPLUMLARDA görülür. Avcılık daha çok erkeklerce yapılırken, yabani bitki ve meyve toplayıcılık da büyük ölçüde kadın ve çocuklarca yapılmaktadır.”

    “Tarım devrimi ya da neolitik devrim, insan topluluklarının ilk kez tarım yapmasıyla gerçekleşen ve bu toplumların sosyo-ekonomik yapılarında devrimsel dönüşümler yaratan süreçtir. Bu süreç, insan topluluklarının avcılık ve toplayıcılıktan tarıma ve bir daha bırakmamak üzere yerleşik düzene geçişlerini temsil etmektedir. Bu geçiş, kabaca 2,5 MİLYON YILLIK İNSANLIK TARİHİNDE çok önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir. İnsanlık, bu kadar bir süre sürdürdüğü avcılık-toplayıcılık düzeninden, ihtiyaçlarını karşılamak için yaşadığı çevreyi aktif olarak değiştiren bir türe dönüşmüştür. Arkeolojik veriler, çeşitli bitki ve hayvan evcilleştirmelerinin dünya genelinde altı farklı bölgede, birbirinden etkilenmeksizin bağımsız olarak, 10 BİN İLE 7 BİN yıl öncesinde gelişme gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bilinen en eski kanıtlar bu bölgelerin Güneybatı Asya, Güney Asya, Kuzey ve Orta Afrika ile Orta Amerika’nın, tropik ve subtropik kuşaklarında yer aldığını ortaya koymaktadır.”

    Benzeri zırvalamaları asal sayılar, fizik, evrim, trigonometri, simülasyon, sonsuz, analitik geometri, aritmetik işlemleri gibi yalanının ispatı yapılabilir konularda da yaptı. İşi laf ticaretiyle idare etmeye çalıştı, olmayınca sitede başka konu sayfasına kaçtı. Simülasyon zırvalamalarını yakalayıp yüzüne vuran öğrencilerden kaçmak için yer ararken burayı bulmuş gibi.
    Laf ticareti “tek başına”, “30 bin yıl önce”,”savannah’ta” savsaklığı tutmayanca “o da kimmiş” çocuk oyunları yapar.
    İşte Necip’in daha henüz kimsenin duymadığı “iktidar nasıl başladı” teorisi:
    “30 bin sene filan onceleri Savannah’ta filan, tek başına gezen kadın filan, tek basina gezen erkek filana rastlar. Kadın ne yapacağını bilmez, Uzay Zeka’nın yazdığı denklemlere başvurur, çözer. Ama daha henüz konuşmasını bilmediğinden denklemdeki sembolleri bir ağaç kabuğuna yazıp-çizip erkeğe verir.
    Parantez içi ekleyelim, yazı böyle başladı.
    Bundan 50 yıl önce bir paleontolog bu zayyıyı buldu ve çevirdi. Kadın, “ben (Zileliye anarşistlik diploması veren Thatcher) Jayn, sen (diğer bir anarşist Necip) Tarzan, (Er-Doğan) yapacağız”,demiş.
    Bizim gibi ayıbın yorgan altında olduğunu biliyorlarmış ama daha henüz Necip gibi kapı kapı seyyar satıcısı olmadığından, yorgan yok. Çevreye zarar vermeden yaşayan bu ilk tek başına tur atan turist KOMÜNLER ekolojik seks için yeşillikler arasında kaybolurlar.
    Müstakbel anne tekrar tek başına yola düşer. Ama karnı şişince korkar ve daha henüz Necip gibi zeki olmadığından tekrar Uzay Zeka’nın denklemlerine döner. Ama yağma yok. Saçı uzun aklı kısa kadının altta yatmasıyla ilk “ikidar” başlamıştı. Necip gibi kamışı çok güçlü, zekası yüksek haşin ve sert Türk erkeklerinden başka kimse Uzay Zeka’nın denklemlerindeki anlamsızlıklara anlam veremezdi. İşte size “iktidar”ın ikinci kaynağı: Uzay Zeka’sı yukarıda, biz aşağıda.

    Tarih bilgici Necip’e tarihten bir yaprak:
    Bir ülkede bir diktatör her diktatör gibi astığı astık, kestiği kestik. Benim gibi gülmeyi sevenler bu herifin akıl almaz marifetlerini duvarlara yazmaya başlarlar.
    “Liderimiz sayesinde bu yıl yeterince yağmur yağacak, rüzgar esecek!”
    “Liderimiz sayesinde (Necip gibi) bir tavuk, (Necip gibi) bin (altın) yumurta yumurtluyacak!”
    “Liderimiz sayesinde balıklar uçmaya başlayacaklar!”

    Nihayet Necip’ten farklı olarak hâlâ utanma hisleri olan diktatör ortadan kaybolur.
    Her sarayda bir güldürücü soytarı olurmuş. Necip burada Er-Doğan sarayında soytarılığa atanma idmanları yapıyor.

  18. “ben geri dönüşten söz etmiyorum.”

    Oraya cikiyor ama.

    “Sayısı fazla olan örgütler illaki birilerince yönetilir.”

    Dogru. Ama, ideal sayinin ne oldugu pek de belli degil.

    “Mahalle ve iş yerlerinde meclisler adı ile doğrudan demokrasi işletilirse tüm bireyler karar süreçlerine katılır.”

    Simdi soyleyeceklerim bir ‘kural’in dile getirilmesi degil; sadece kendi gozlemlerimin sonucudur:

    Zaman icinde bunyesinde degisik sayida ‘bagimsiz birim’ [kisaltip ‘BB’ diyelim] iceren yerlesimlerde yasadik/yasiyoruz.

    [‘BB’, ‘apartman dairesi’ ya da ‘mustakil bina’ veya ‘ev’ olabilir]

    10 adet BB’den olusan apartmanlarda/sitelerde, durum, 100 adet BB’den apartmanlardan/sitelerden cok da farkli degil bu baglamda.

    Apartman/site yonetimini olusturmak icin bile dogru durust toplanamazlar. Birinci toplantida cogunluk araniyorsa, neredeyse kesin olarak sonuc cikmaz. Ikinci hatta ucuncu toplantilarda da, ancak, katilanlarin cogunlugu ile bir secim gerceklesir. Katilanlar da, bir avuc bile degildir.

    Hatta, bir keresinde, az kalsin apartmana kayyum ataniyordu; cunku, kimse talip olmadi.

    Diyecegim o ki, insanlar, birakin dogrudan demokrasiyi, temsili demokrasiyi bile cok fazla onemsemiyorlar.

    Batida, mesela, secimlere katilim orani giderek dusuyor; malum.

    [Turkiye’de bunun nispeten daha yuksek olmasinin sebebi, bence, ‘ic savas’ yerine, sandikta kapismanin daha az zararli oldugunu dusunuyor olusumuzdur. Ama, bu ayri konudur.]

    “Böylelikle insanlar yetki ve sorumlulukları da paylaşır.”

    Ben, malesef, sizin kadar iyimser degilim. Yonetime katilmak, yetki ve sorumluluklari paylasmak vs cogu insanin ayirmak istemedigi kadar zaman/emek gerektiriyor.

    Bu zor oldugu icin, boyle bir seyde israr edildiginde, katilimcilar birer trol olup cikiyor; boyle bir kakafonik ortamda karar filan cikmiyor. Duzen kurulamiyor, devam ettirilemiyor. Katilimcilar bikip birakiyor ve sonucta (birakin 100-200 kisiyi) ortalikta hic kimse kalmiyor.

    Buna ‘metruk demokrasi’ diyoruz; ‘yok’ anlamina geliyor.

    “Bütün mesele meclisler arası ağlar kurarak koordinasyonun sağlanması.”

    Bu da, bir cesit, ‘kedi surusu gutmek’ ile es anlamli.

    Birden fazla kedisi olanlar benim ne demek istedigimi daha iyi anlayacaklardir. Ben basaramadim. 😉

    “Bilmiyorum, kurumsallaşmaya karşı mısın?”

    Kisisel fikrimi soruyorsaniz; evet, ben karsiyim.

    Bugune kadar gordugum tek faydasi, ilgili ‘kurum’ mensuplarinadir. ‘Kabahat’in top gibi oradan oraya atilmasi, ve sonra da, kimsenin gormedigi bir yerde yere dusup kaybolmasina yarar.

    “Ben devletli uygarlığın yarattığı tahribatların kurumsallaşmaksızın aşılabileceğini beklemiyorum.”

    Daha once burada yazdiklarimi uzun uzun tekrarlamak zorunda kalmadan sunu soyleyebilirim: Sizin ‘devletli uygarlık’ dediginize ben, genel olarak, ‘sehirlesme sureci’ diyorum.

    Yani, once ‘devlet’ gelmedi; once ‘uygarlik’ gelmedi; ama, insanlar, bu tur organizasyonlarin –su veya bu sebeple– daha uygun, daha verimli, daha arzu edilir olduguna karar verdi.

    Insanligin sosyal evrimi bu tur bir cizgide devam etti; ve –anlasilan– artarak da devam edecek.

    Boylesine guclu/kudretli akimlara karsi cikmak zordur.

    Ya da, soyle diyeyim, 15 milyonluk Istanbul’u 100-200 kisilik komunlere bolmek fikrini ciddi ciddi savunacak, hatta kismen uygulamaya koyacak olsam, eminim, ilk olarak kendi hane halkimdan bir araba sopa yerdim. Bunu da, her tasinma oncesinde evde cikmis olan cingarlara bakarak soyluyorum. 🙂

  19. Hatalar tekerrürden ibaret mi?

    Bütün “din”lerin karşı-devrimle sonuçlanması kaçınılmaz mı?

    “Modern toplumun dini olan Aydınlanma ve onun karşı-devrimci biçimi olan Ulusçuluk” (D. Küçükaydın’ın ifadesi),

    Sosyalist toplumun dini olan Marksizm ve onun karşı-devrimci biçimi olan Stalinizm,

    İslamiyet ve onun karşı-devrimci biçimi olan Emeviler,

    Hıristiyanlık ve onun karşı-devrimci biçimi olan Roma İmparatorluğu gibi.

    Gelecekte de mi böyle olacak? Bu önüne geçilemez bir toplumsal yasa mı?

    Bu durumda çözüm “dinsizlik”te midir?

    Yani başarısızlığın nedeni hep aynı (yeni “din” arayışları) mıdır?

  20. Olayın devletleşme değil, şehirleşme olduğuna verilebilecek en güzel örnek Mekke olabilir.
    Orada “devlet” denebilecek bir yapının olmadığı zamanlarda özgür komünler değil, Ebu Cehil’lerin, Ebu Leheb’lerin, Ebu Süfyan’ların liderliği vardı.
    Daha sonra da Ebu Süfyan’ların oğulları ve torunları bu liderliği devlete dönüştürdüler zaten.

    Bu arada, “doğrudan demokrasi” istemek abeslik ise “temsili demokrasi”nin abesliklerini de unutmamalıyız.
    Abeslikler ülkesinin abesliklerinden, katliamlar ülkesinin katliamlarından;

    “Görüşmenin sıra dışılığı (doğru deyimle abesliği) şurada: BBP’nin (MHP’den sonra gelen ikinci faşist/ırkçı parti olmasını saymazsak!) hiçbir özelliği yok, ne mecliste grubu var, ne de herhangi bir ciddi etkinliği. Genelkurmay Başkanı’nın ise, söz konusu kazayla ilgili ne özel bir yetkisi var, ne de bir sorumluluğu. Hatta olayla ilgili savcılığın açmış olduğu soruşturma sürmekte olduğu için aslında konuşması ve yorum yapması bile yasal olarak mümkün değil.

    Ama gelin görün ki burası Türkiye, seçilmiş belediye başkanları, mecliste vekilleri bulunan BDP neredeyse hiçbir kurumda ve hemen hemen hiçbir şekilde muhatap alınmazken, ülkenin askeri aygıtının bir numaralı adamı BBP gibi bir partinin lideri ve yöneticileri ile görüşme yapabiliyor, üstelik basında çıkanlara göre görüşme daha çok “sohbet” havasında geçiyor. Buraya kadarını bile kabul ettik diyelim, asıl bombalar sonra başlıyor. Özel, Roboski (Uludere) katliamı ile ilgili olarak daha önce hiç kimsenin söylemediği şu sözleri söylüyor: “Olayda ölenler arasında silahlı teröristler vardı, biz ulaştığımızda silahlar toplanmıştı. Bu gerçekler yakında ortaya çıkar”.

    Bu sözlerin düpedüz yalan olduğu ve kamuoyunu aldatma amacı taşıdığı gün gibi ortada. Zira Roboski ile ilgili sürekli çelişkili açıklamalar yapan ve sonunda “Biz yaptık oldu, zaten onlar da masum değildi” gibi korkunç ve insanlık dışı bir noktaya gelmiş iktidar ve emrindekiler (bilindiği gibi genelkurmay doğrudan başbakanlığa bağlıdır) katliamla ilgili kendi lehlerine yorumlanabilecek tartışmalı da olsa en ufak bir delil bulsaydı, şimdiye dek bin kere basına servis ederlerdi. Dolayısıyla bu saatten sonra devlet cephesinden sunulacak herhangi bir “bilgi” ya da “belge”nin sonradan uydurulmuş, yaratılmış olacağından kimsenin kuşkusu olmasın.”

    AKP-Ordu elele: yalanların ve kirli hayallerin kardeşliğine!

    Gerçek Gazetesi

    https://gercekgazetesi.net/siar-risvanoglu/akp-ordu-elele-yalanlarin-ve-kirli-hayallerin-kardesligine

  21. DİP’in yayın organı Gerçek Gazetesi son yazılarından birinde şöyle diyor;

    “Amerikan muhalefeti 16 Nisan’ın yüzde 49’unu yüzde 51 yapacak bir aday bulmaya çalışıyor. Devrimci İşçi Partisi ise sömürücü asalak yüzde 1’in karşısında nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi halkın elleriyle Türkiye’yi yeniden kurmaya çağırıyor!”

  22. DİP ,MARKSİST TUTUM KAVGASI!

    “Hep Stalin yanlıları biri birine düşecek değil ya,Troçkistler de birbirine düşüyor.
    Geçmişte,Troçkist Toplumsal Eşitlik cevresi,kendi dışındakileri sahte Troçkist olarak niteliyordu,şimdilerde ise Sungur Savran’ın başında olduğu DİP ,Marksist Tutumu,liberal olmakla itham ediyor.

    DİP’in yayın organı Gerçek Gazetesi’nde Levent Dölek, Marksist Tutum çevresini yerden yere vurmuş!
    Getirdiği eleştirilere baktığımızda,Anayasa Referandumunda Marksist Tutum’un “YETMEZ AMA EVETÇİ” tavrı dışındakiler bize göre biraz abartılı.

    “YETMEZ AMA EVET” tavrı,Marksist Tutum çevresinin bir an önce ÖZ ELEŞTİRİ vermesi gereken bir tavırdır!
    Bugün kimler Sol Liberal diye sorarsınız ilk akla gelenler,Anayasa Referandumunda “YETMEZ AMA EVET “diyen sol siyasetlerdir.

    Levent Dölek, Marksist Tutumu 1 Mayıs’ta Taksim’den kaçmak ile suçlamış ve sormuş,ne işi varmış UİD DER’İN 1 Mayıs’ta Gebze de?

    Aslında yanıt çok açık,UİD DER,son derece doğru bir tavırla 1 Mayıs İşçi Sınıfının Birlik Dayanışma ve Mücadele Gününde,Gebze’de işçilerle beraber olmuştur.
    Diğerleri gibi,Sendika Ağalarının ardında saf tutmamış,50 metre yürüyüp,basın açıklaması bile yapamadan dağılmamıştır.

    Diğer eleştiri noktası ise Gezi Olayları ile ilgili Marksist Tutum’un aldığı tavırdır.
    O günleri anımsadığımızda,Geziyi bir Devrimci kalkışma,iktidarı hedefleyen bir ayaklanma,halk ayaklanması olarak gören siyasetler vardı.
    Hatta bunların bir kısmı,yayın organlarında Devrimci Merkezi Hükümet Programları bile yayınladılar.

    Oysa ,Marksist Tutum tüm bu hamaset dolu söylemler dışında,Gezi Direnişine hak ettiği değeri vermiş ve sınıf hareketinin içersinde olmadığı bir kalkışmanın sönümlenmesinin kaçınılmaz olduğunu dile getirmiştir.

    Eleştirinin birisi de,”neden Marksist Tutum AKP Hükümeti ile ilgili, mitinglerde ve yürüyüşlerde tek slogan atmıyor” şeklinde.

    Komünistlerin hedefinde SİYASİ İKTİDAR vardır,Hükümetler siyasi iktidarın yürütücüleridir.
    İşçi Sınıfı içersinde çalışmak,sınıfı örgütlemek ve onu politikleştirmek,kendi için sınıf haline getirmek,AKP karşıtı slogan atmaktan çok daha DEVRİMCİDİR.
    AKP gider,CHP gelir,bizim asıl işimiz Hükümetler değil,SİYASİ İKTİDARIN eldesidir.

    Bugün Marksist Tutum çevresi bu konuda,yeterli olmasa da,ellerinden geldiğince sınıf içersinde çalışma yapmakta,sınıf içersinde örgütlenme yolunda adımlar atmaktadır.

    Kadıköy sokaklarında gazete satacaklarına,bildiri dağıtacaklarına,küçük burjuva ve orta sınıflara(tuzu kurulara) yöneleceklerine,işçi semtlerinde,Gebze ‘de,Tuzla ‘da,Dil Ovası’nda ve diğer başka işçi havzalarında gazete satarak,bildiri dağıtarak ,işçi sınıfına yönelmektedir.

    İşte ,siyasetin burjuvazinin sınırlarını belirlediği,icazet verdiği alanın dışına çıkarılmasının yolu budur.
    DİP’in bu konularda Marksist Tutum’dan öğreneceği çok şey vardır.”

    http://www.solplatform.biz/index.php?topic=4414.0

  23. “Bu arada, ‘doğrudan demokrasi’ istemek abeslik ise ‘temsili demokrasi’nin abesliklerini de unutmamalıyız.”

    Dogru. Bu da, bizi, ‘demokrasi’nin abesligine goturur..

    Nufus azsa yurumuyor, coksa –baska sebeplerden dolayi–yurumesi daha da zor oluyor.

    “Ama gelin görün ki burası Türkiye, seçilmiş belediye başkanları, mecliste vekilleri bulunan BDP neredeyse hiçbir kurumda ve hemen hemen hiçbir şekilde muhatap alınmazken,”

    Kendi adima sunu soyleyebilirim.

    Ben, hala daha, HDP ile BDP’nin farkinin ne oldugunu bilmiyorum. Isin aslini ararsaniz, merak dahi etmiyorum artik.

    Dahasi, tamam, parti kapatmak kolayken, birden fazla parti kurmak anlamli olabilirdi; ama, simdi (yani epeyi zamandir) bunca alfabe corbasina ne gerek var?

    O hale geldi ki, bu partilerden herhangi birisinin ne oldugunu sordugumda, aldigim cevap, ‘PKKnin uzantisi’ oluveriyor.

    Yani, onca alfabe corbasinin bir faydasi yok; tersine zarari oldugunu dusunuyorum –cunku, PKKnin uzantisi olmasalar bile, bunu kimseye anlatamamislar.

    Bir de, tabii ki, su var: Bunca alfabe corbasi parti kurabilecek yetenekleri olmasina ragmen, bunlarin basinda siyaset yapanlar siyasete fazlasiyla acemi ve uzak.

    Hem ‘Turkiye partisi’ oldugunu soyleyeceksin, hem de (etnikcilik demeyeyim de) balgecilik yapacaksin.. Bu celiski kolay giderilemez. Ya biri, ya da oteki olmali.

    Bir de, secildikleri yerlerde uyguladiklari ve inanilmaz boyutlara varan ideolojik partizanlik (daha hafif bir tabir bulamiyorum) sergileyisleri var ki, evlere senlik..

    Secmene hizmet goturmek gibi bir kaygi yok. Secmen/halk/ahali, ilerdeki –muhayyel– ‘nurlu gunler’ icin herseyden fedakarlik etmek zorunda. Boyle siyaset olmaz.

    Bu ve benzeri bir suru sey yuzunden, evet, ben de olsam bu alfabe corbasi olusumlari ciddiye almam. Almiyorum da.

  24. Necip ve İbrahim: İki Sosyal Mühendis

    Dün akşam iki ünlü Türk sosyal mühendisi, İbrahim ve Necip, insanlığın tarihsel-sosyal-siyasal-evrimsel-iklimsel ölüm kalım konularını televizyonda tartıştılar. Konuşmaların ilk gününü olduğu gibi kesip yapıştırdık. Seri her akşam aynı saatte devam edecek.

    İ: Yaşam ve çalışma alanlarında 50-100, hatta 200 kişilik gruplar halinde örgütlenip, her tür işbirliğini yapmamız mümkün. Bütün mesele gruplar arası işbirliğinin organizasyonu.
    N: Mümkün değil. Ne siz ne ben 2,5 milyonluk insan tarihinde son 7-10 bin hariç yaşamış öndersiz insanları insan sayacak değiliz. Ne de son 7-10 bin değişik coğrafyalarda öndersiz yaşamış insanları insan sayabiliriz. Biz istesek de istemesek de bizi mavi gözlü sarışın yapan Atatürk-Marks çocuklarıyız.
    Bakın mesela “O da kimmiş ibn Khaldun” nasıl saçmalamış.
    “Vahşilik göçebelerin karakter ve doğalarında. Bu onlar için otoriteden uzak, lidersiz yaşamak demektir ve zevkini sonuna kadar çıkarırlar. Bunların bu yaradılış özelliği medeniyetin reddi ve antitezidir.” Bu savannahlarda yaşamış ibn Khaldun salağı ciddiye alacak değiliz. Vahşilik başka siz ve ben gibi uslu terbiyeli orta sınıf demokrasisi başka.
    İ: Ama Necipçiğim, ben sizin her türlü dalda diplomalı ve her dalda da birkaç diplomalı olduğunuzu duydum. Yüksek zekâlılar dernek başkanı olduğunuzu da biliyorum. Tabii, geriye dönemeyiz. Entopiyi siz benden iyi bilirsiniz. Şimdiye kadar doğrudan demokrasiye engel insan sayılarıydı. Bu engel bilgisayar sayesinde aşılabilir. Bilmem sizin şirket daha henüz katıldı mı, ama gittikçe dikey yapıdan yatay yapıya geçilmekte. Artık en küçükten en büyüğe kadar bütün şirketler, firmalar, satış mağazaları birer ortak sayılmakta. Eminim siz de şirketinizde çalışanlara “altınızda” değil “yanınızda”, yani, herkes eşit ama bazılarınız daha eşit, gözüyle bakma sosyal evrimini içindesiniz.
    N: İbrahimciğim, konumuz demokrasi. Bu sözcük jeoloji, coğrafya, astronomi, fizik, matematik, geometri, trigonometri, analitik, analitik geometri, biyoloji, politik, antropoloji, arkeoloji, paleontoloji, astroloji, kozmoloji gibi anti Grek’den gelme. Eğer “o da kimmiş” de Coulanges’ın Medîne-i Evvelîn’ (‘La Cite Antique’ ) eserini okursanız, tiranların demokrasi isteyenler arasından çıktıklarını görürsünüz. Nitekim zamanımızda da, ki ben bile enayilik ederek kanıp katılmıştım, Rusya, Çin ve diğer totaliter ülkelerle de aynısını yaşadık.
    İ: Necipçiğim, konumuz eski demokrasi değil. Biz demokrasiyi her zaman olduğu gibi ilerideki nesiller, gençlerimiz, çocuklarımız ve doğacak çocuklarımız ve hatta hastanelerde ısmarlama yapılacak çocuklarımız için uzun vadeli düşünüyoruz. Evet, belki onlar sizin gibi çok yüksek zekâlı olacaklarından, demokrasi memokrasi gibi saçmalıklarla kafalarını şişirmeyebilirler. Benim ağzıma aldığımda kusacağım domatesi torunum seviyor, benim sevdiğim domatesi o ağzına alınca kusması geliyor. Bundan 10 bin yıl önce sizin havalarda uçacağınızı söyleseydim gülerdiniz. Sizin eşit ama daha eşit üst başkanınız süper zekâlı Kelp Schmaltz’ın lafını ettiği Uzay Zekâ denklemlerini düşünüyorum. Ya orada “ilerde demokrasi mümkün” yazılıysa!
    N: Bakın bunu hiç düşünmemiştim. Bu gece veri bankama bakıp bir cevap arayacağım. Ama işin içinde bir kelime pisliği olduğu hâlihazırda içime doğmuş gibi. Her neyse, “o da kimmiş?” de Saussure ne demiş: “boş, loş, koş, b*k, sok, çok, yok, …”

  25. “Bütün ‘din’lerin karşı-devrimle sonuçlanması kaçınılmaz mı?”

    Bu onermede mundemic (!) olan varsayima katilamiyorum.

    Yani, ‘karsi-devrim’lerin ‘din’leri hedefledigi, ya da ‘din’lerin ‘karsi-devrim’lere maruz kaldigi varsayimina/onermesine.

    Bu, bence, tek yonlu bir yol degil.

    ‘Din’lerin de birer ‘karsi-devrim’ sayildigi devirler/durumlar var.

    Belki de, daha cok da oyledirler.

    Roma bunyesinde Hiristiyanlik boyle bir mahiyet gosterir, mesela.

    “‘Modern toplumun dini olan Aydınlanma ve onun karşı-devrimci biçimi olan Ulusçuluk’ (D. Küçükaydın’ın ifadesi),”

    Kucukaydin’in bu denlemine katilamiyorum. ‘Aydinlanma’nin ve ‘Ulusculuk’un birer ‘din’ oldugunu kabul etsem bile, birbirlerini nakzedecek (birbirlerine zit olan, birbirlerini goturecek) karakteristiklerden bahsetmiyoruz.

    Ya da, soyle sorayim: ‘Aydinlanma’da ‘Ulusculuk’a karsi ne vardi? ‘Ulusculuk’ta da ‘Aydinlanma’ya karsi ne var?

    “Hıristiyanlık ve onun karşı-devrimci biçimi olan Roma İmparatorluğu gibi.”

    Hiristiyanlik, kronolojik olarak, Roma Imparatorlugundan sonra geldi. Dolayisi ile, ‘karsi-devrim’ Hiristiyanlik olmali degil midir?

    “Gelecekte de mi böyle olacak? Bu önüne geçilemez bir toplumsal yasa mı?”

    ‘Yasa’ diyebilir miyiz; bilemem. Ama, boyle bir karakteristik var ve kaninsanacak kadar cok ve yaygin bir sekilde tezahur etmis.

    Bu durumda, insanlik, (sosyal ya da biyolojik anlamda) radikal bir degisiklik gecirmezse, bu trendin devam edecegini varsayabiliriz bence.

    “Bu durumda çözüm ‘dinsizlik’te midir?”

    Bence degil.

    Acayim.

    Ben, ‘mudahil’ bir Allaha da, resul/elci/peygamber gibi sifatli sahsiyetleri –dolayisi ile, onlarin ‘getir’digi ‘din’leri– ve bunlarin uzantisi olarak da ‘ahiret’, ‘sinav’/’imtihan’, ‘cennet’/’cehennem’ gibi kavramlari da anlamli bulmam.

    Bu ifade, cok kisa ozetlemek isteyenlerce ‘dinsiz’ kelimesi/sifati ile karsilanabilir. Bu, hem isabetlidir hem de degildir.

    Degildir, cunku, ben ‘din’lere karsi degilim; sadece –bireysel tercih anlaminda– benimsemiyorum; mensubu olmagi kabul edemedim hic.

    Bu boyle. Ama, bu tercihimin –zaman zaman– ne denli zor bir bosluk dogurdugunu kelimelere dokmek kolay degil. O kadar ki, birakin sevdiklerime, hasimlarima dahi reva goremem..

    Dusunun bir.. Sizi gozet(ley)en birisi/birsey var. Dogrulari yaparsaniz odulleneceksiniz. Yanlis yaparsaniz, o yanlisi gidermeniz halinde cezalanmamak ihtimaliniz var. Ondan birseyler dileyebiliyorsunuz. Layiksaniz muhakkak onu yerine getirir. Degilseniz, layik olmak icin ekstar gayret gostermeniz gerekir.. vs vs..

    Bunun ne denli rahatlatici ic huzuru verdigini dusundukce gipta ederim.

    Ben, kendi elimle kendimi boyle birseyden mahrum ettim. Kimseye diyecek birseyim yok.

    Ama, baska herkesin bu yonde tesvik edilmesini (ya da, ‘dinli’ insanlarin tahkir edilmesini, onlara tepeden bakilmasini) dogru bulmuyorum.

    “Yani başarısızlığın nedeni hep aynı (yeni ‘din’ arayışları) mıdır?”

    ‘Din’ arayislari, bireysel veya toplumsal anlamda hep –benim baktigim yerden– huzur arayisidir. Huzur da mutluluk anlamina gelir; fakat ‘huzur’ ‘mutluluk’tan daha onemlidir –cunku, cogunlukla ‘mutluluk’ bir cesit ‘gaflet’ halidir; anliktir, kisa omurludur.

    [Yukarida dediklerim ‘din’lerin organize yapilarini (ruhban siniflarini, ya da o anlama gelecek hiyerarsisini) methetmek anlamina gelmez. O bambaska birseydir; ve, bence, dikkatle budanmasi, torpulenmesi gerekir.]

  26. “Hem ‘Turkiye partisi’ oldugunu soyleyeceksin, hem de (etnikcilik demeyeyim de) balgecilik yapacaksin.. Bu celiski kolay giderilemez.”

    AKP ve CHP de (her ne kadar üniter devletçi olsalar da, ki HDP ve diğer harf çorbalarının da üniter devletle fazla bir sorunu yok aslında) onlar gibi bir “bölge partisi” sayılmaz mı?

    MHP’de ve hatta onun içinde bile var bu.
    CHP ile aynı bölgelere denk gelen MHP tabanının son referandumdaki ve muhaliflerin kurduğu yeni partideki farklı tutumlarında gördüğümüz gibi.

    “Bölgecilik” dediğimiz şey, biraz da bölgenin doğal koşullarının bir sonucu değil mi?
    “Kapitalizm” dediğimiz şeyin (üç-beş kötü adamın şeytani planı olmayıp) bazı doğal koşulların sonucu olması gibi mesela.

  27. Necip ve Din-Vicdan Demokrasisi

    Ultra modern, süpermakette doğmuş, süpermarkette büyümüş, alış-veriş teknisyeni, bireyci, anarşist Necip Savannahlarda tek başına din seçme süpermarketinde dinci avcılığı-devşiriciliğine çıkmış. Kendine has, özel, Uzay Zeka’dan ısmarlama kişisel bir din, Uzay Zeka bilimsel allahıyla doğrudan bir “link” bulmuş.
    Türk-Müslüman Protestanı Necip her şeyde geri kalmış Türkiye’de yeni çığırlar açmak peşinde, galiba.
    “Bu ifade, cok kisa ozetlemek isteyenlerce ‘dinsiz’ kelimesi/sifati ile karsilanabilir. Bu, hem isabetlidir hem de degildir.
    Degildir, cunku, ben ‘din’lere karsi degilim; sadece –BİREYSEL tercih anlaminda– benimsemiyorum; mensubu olmagi kabul edemedim hic”
    İngilizce bilgi ve klaviyesinin gösterişinden bıkmaz usanmaz bu hödük merak edip “religion”, “re-legion” kelimesinin etimolojisine ve TDK din tanımına baksaydı solipsizm zart zurtu etmezdi.
    Daha da basit olarak din dağılımı haritasına baksaydı insanların dine doğduklarını görür ve kendinin aslında süpermarket dini olan din seçme dinine bağlı (ligare) kişisel dininin aslında süpermarketten aldığı son moda ayıp örtme donu olduğunu, hem de ne kadar örtse ayıbının o kadar açığa çıktığını, belki, görür ve bu konuların allahını bilenler önünde kendini bir daha rezil etmez, Avrupa ve ABD ve yamakları ülkelerde esen “kendi dinini kendin seçme” özgürlüğünü zırvalamazdı.
    Ulan ibiş Necip, din her zaman, her yerde toplumsaldı. Sen hangi bireyci din kara deliğinden fırladın?

    Bu Uzay Zeka dininin mümini çenesinin civatalarını bile sıkıştıramıyan teknisyen, zart zurtuna devam eder.

    “Dusunun bir.. Sizi gozet(ley)en birisi/birsey var. Dogrulari yaparsaniz odulleneceksiniz. Yanlis yaparsaniz, o yanlisi gidermeniz halinde cezalanmamak ihtimaliniz var. Ondan birseyler dileyebiliyorsunuz. Layiksaniz muhakkak onu yerine getirir. Degilseniz, layik olmak icin ekstar gayret gostermeniz gerekir.. vs vs..”

    Yüksek zekalı alçak hafızalı Necip sanki gurusu Uzay Zeka sırrına erişimiş gibi konuşuyor. Ne biliyorsun denklemlerle böyle yazılmadığını?
    Ama anlıyorum, gerçek yaşamda hayatınız kulağınıza fısıldanan emirlere boyun eğmekle geçtiğinden ruhani, özel, kişisel, iç dünyanızda özgür olmak istemeniz doğal.

  28. Hortlak Bakire Galiba

    Bakirelik, sahi Marksizm, sahi Engelsizm, sahi Leninizm falan filanlar peşinde koşan Hortlak meğer her bakire genç gibi hassas ve alınganmış. Bazen sert konuşması bu nedenden.

    Hortlak, doğa muhasebecisi Newton’un çift taraflı kayıtların aynılığı, her etkiye karşı ona eşit bir tepki denge ilkesini kişiliğine uygulayıp iç dünyasıyla dış dünyasını eşitlemek ister.

    Bir dahaki sefer kendini getireceğine sahi solcu devrimci olduğunu ispat etmek için devletin kendine verdiği bir kağıt parçasını getirmeyi düşünmekle Engel amcasının doğa diyalektik, Lenin amcasının materializm, empirio, criticismine bağlı sadık bir yoldaş olduğunu da kanıtlar. Bakire Marksist-Leninistler daima DEVLET ve NASIL OLUR hayali içinde yaşarlar.

    Shang Yang’ın reenkarnasyonu Machiavelli, Machiavelli’nin reenkarnasyonu Lenin, Lenin’in reenkarnasyonu Stalin ve Mao, Stalin’in reenkarnasyonu Putin, Mao’nun Xi Jinping,
    Zavallı Hortlak sıradan bir şakşakçı.

    Üzülme Hortlak, bu bilimsel, genetiksel, alınyazısal kader işi. Sıradan doğmuşsun, sıradan yaşamısın, sıradan öleceksin. Bu bir doğa diyalektiğinin cilvesi: Engels’in doğasından geldin, Engels’in doğasına döneceksin.

  29. “AKP ve CHP de (her ne kadar üniter devletçi olsalar da, ki HDP ve diğer harf çorbalarının da üniter devletle fazla bir sorunu yok aslında) onlar gibi bir ‘bölge partisi’ sayılmaz mı?”

    ‘Uniter devlet’ ile sorunu olmak, yani ‘ayrilikci’ olmak filan bambaska bir baglam.

    Ben, ‘Turkiye Partisi’ denildiginde, Turkiye’de yasayan, ayni tur hizmete ihtiyaci olan herkesin kastedildigini anliyorum.

    HDP’nin soyleminde bu lakirdi vardi; bunu oldukca yuksek sesle de dile getiriyorlardi. Ama, uygulamada bundan eser yoktu.

    Tersine, ne ezilmislerin tamamini, ne Kurtlerin tamamini, ne de Kurdistan cografyasinin tamamini hedef kitle/bolge saydilar.

    ‘Kurtcu’ desen, ‘Kurtcu’ degil; ‘bolgeci’ desen, ‘bolgeci’ degil; ‘ayrilikci’ desen, ‘ayrilikci’ degil; ‘Turkiye Partisi’ desen, hic degil.

    Ne karga, ne leylek.. hatta kus bile degil.

    “MHP’de ve hatta onun içinde bile var bu. CHP ile aynı bölgelere denk gelen MHP tabanının son referandumdaki ve muhaliflerin kurduğu yeni partideki farklı tutumlarında gördüğümüz gibi.”

    Bu tur seyler siyasetin dogasinda vardir. Cesitli figurler, siyaset pazarinda nesv u nema bulacaklarini umduklari kesimleri/dilimleri, oralardan daha cok oy alacaklarini dusunerek, odaklarina alirlar.

    HDP (ve diger alfabe corbalarinda), benim gordugum kadariyla, ‘secmen’ diye bir kavram yok; secmene yonelik bir sorumluluk filan da hic yok. Ortada, sadece, oy vermek zorunda olan, o oylari da, onlara buyruldugu/emredildigi sekilde vermek zorunda olan kalabaliklar var.

    Siyaset oyunu boyle oynanmaz, oynansa da yurumez.

    “‘Bölgecilik’ dediğimiz şey, biraz da bölgenin doğal koşullarının bir sonucu değil mi?”

    Tabii ki. Ama, bunun anlatilabilir bir altyapisi olmasi lazim. Yani, belli bir bolgenin, digerlerine kiyasla, daha bir mahrumiyet icinde oldugunu filan dusunuyorsunuzdur; ve bunu gidermek icin politikalar gelistirmek istiyorsunuzdur.

    Bu kabul.

    Fakat, HDP (ve diger alfabe corbalarinda) ben bunu goremiyorum. Bolge insaninin refahinin artmasina yonelik bir plan hazirligi/teklifi filan hic gormedim.

    Tersine, ne hizmet uretiyorlar, ne de hizmet goturulmesine izin veriyorlar.

    Ben bunun mantigini anlamakta cidden zorlaniyorum.

    Hadi diyelim, soyle dusunuyorlar: “Simdi bu hizmetleri goturursek, ya da goturulmesine izin verirsek, ahali bagimsiz olmak hevesini kaybeder; dolayisi ile, bagimsizlik mucadelemize ket vurur.”

    OK. Bu da bir bakis acisidir; ama, bence son derece ahmakcadir.

    Ahmakcadir; cunku, bolgenin insani, sirf bu tutum yuzunden, daha mureffeh bir hayat arzusu ile, baska bolgelere goc ediyor.

    Yani, bu gidisle, bolgede insan kalmayacak.

    Insanin olmadigi yerde devlet kursan neye yarar?

    Hadi, kurdun diyelim. Somurge olmaktan oteye kaderinde ne olabilir?

    Butun bunlari yazdiktan sonra, benim, PKK’nin amacinin ne oldugunu anlamadigimi soyleyen cikarsa, sonuna kadar hakli oldugunu pesinen soyleyebilirim.

    Sahi, PKK’nin amaci nedir?

    Geride, ‘amac’ denebilcek bir sey kaldi mi?

    Ayni soruyu DHKP-C icin de sorabiliriz, tabii ki.

  30. Şovmen Osman Yine Sahnede!

    PKK/HDP’nin kirli/entegrasyoncu yüzü ortaya çıktığında ve yurtsever tabanı tarafından sorgulanmaya başlandığında hep Osman Baydemir sahneye çıkar/çıkartılır…

    Yılların usta tiyatrocularını aratmayan Osman Baydemir, ihaneti unutturma ve cehşliği “yurtseverlik” olarak yutturma konusunda kendisine verilen rolü eksiksiz yerine getiriyor…

    Halkın duygularına oynayan Osman Baydemir, hiçbir zaman PKK/HDP’nin anti Kürd politikalarına dokunmadı ve asla eleştirmedi. PKK/HDP’nin anti Kürd siyasetine itiraz etmediği gibi hepsinin altında da imzası vardır.

    Osman Baydemir’in “demokratik özerklik” safsatasını eleştirdiğini gördünüz mü?

    “Kanton” adı altında Kürdistan’ın parçalanmasını ve parça parça sömürgecilere peşkeş çekilmesi düşüncesine itiraz ettiğini gördünüz mü?

    Batı Kürdistan’ın Kürdlerden arındırılmasına ve Batı Kürdistan’ın önce “Batı “(Rojava) sonra “Kuzey Suriye Federasyonu” ismiyle Kürdistani kimliğinden koparılmasına itiraz ettiğini gördünüz mü?

    “Ulusal Konger” adı altında yıllardır Süleymaniye merkezli ihanet projesine itiraz ettiğini gördünüz mü?

    Görmediniz!

    Göremezsiniz de…

    Dahası Osman Baydemir denen şaklaban, Kerkük ihanetinin ilmik ilmik örüldüğü Süleymaniye’nin müdavimlerinden biri değil miydi?

    Kerkük ihanetinden sonra sessizliğe bürünen Baydemir’in Kerkük ihanetinin mimarlarına en ufak bir eleştiri yapmaması, bu ihanette oynadığı rol ile bağlantılıdır.

    Kerkük ihanetinden sonra saflar netleşti!

    Bağımsızlık isteyenler ile karşıtları kalın çizgilerle birbirinden ayrıldı. PKK/HDP, bağımsızlık karşıtı tutumuyla Cehşliğini alenen ilan ederken, Osman Baydemir’in TBMM’de “Kürdistan Kalbimde” gösterisini yapması tam bir tiyatro oyunudur. Bu oyunda amaç, PKK/HDP tabanının ihanetçi kurumlarını sorgulamasına engel olmak; yaklaşan seçimlerde tekrar “Kürdlerin Birliği” masalıyla Kürdleri uyutup Kemalistlerin değirmenine su taşımak ve ihanet çizgisinin tekrar tekrar kendisini ulusal zeminde üretmesine zemin hazırlamaktır!

    Bu gerçekliğe rağmen, bazı “okur-yazarların” Baydemir’in oyununa prim vermesi tam bir rezalettir.

    Osman Baydemir’in sözcüsü olduğu HDP programında Filistin’e bağımsızlık yer alırken, Kürdistan’ın devletleşmesine hayır denilmektedir! Baydemir biraz samimi ve biraz onurlu olsaydı, sözcüsü olduğu partinin programına Kürdistan’ı yazdırmak ve Kürdistan’ın da Filistin kadar hak sahibi olduğunu kayda geçirmek için çaba sarf ederdi…

    Yaşanan bunca oyuna rağmen hala “tatlı bir söz” ile cehşleri aklamaya çalışan Kuzey Kürdistanlı politik çevrelerin içine düştüğü rezalet en az Osman Baydemir’in oynadığı rol kadar kirli ve komiktir…

    Haber/Yorum

    14.12.2017

    Nasname
    http://www.nasname.com/a/sovmen-osman-yine-sahnede

  31. Abuk sabuk konuşursanizda ben konuşamam mi?
    Yazar olacak çocuk 920 perde anlatıyor; 16 yaşıma geldim köyden daha cikmamistim.skilmistim.artik şehir görme heycani yaşıyordum. En yakın Berlin geldim.hayir! Ben berline gelmedim.berlin üstüme geldi!
    1,5 yıl sürdü kendime gelmem, sağı solu nispeten öğrenip alismam.

    Bizim wahsiye magra adamı desekte o kendini King Kong saniyor.. herşeyi yıkıyor, köyleri, kasabaları, yolları, köprüleri, şehirleri,kısaca tüm insanligi, medeniyeti.herkez birşeyler üretim derken o yıkar.kendisinide barışçıl bulur bizide hırçın, saldırgan..

    Özelden genele,somutdan soyuta,pratikte teoriye,idee den,fikirden gercege,indirmeden tümevarım,in- enduction ,usdanvarliklara, fizik den metafizik,felsefi sacmaligin özünü olustursada her ikisinde yöntem olarak kullanılır.
    Doğa ve dogaolaylarin tersine toplumsal sorunlara soyut, indirgeme esas alınır. İbrahim hocanın bahsettigi ilkel komunal yaşami bu şekilde aciklanir. İnsanlar doğa karşısında güçlü olabilmek,yasayabilmek için zorunlu olarak toplu yaşarlar.arti ürün olmadığındandır eşit, dayanışma bir yaşam.
    Hepsi boş saçma.

  32. Dikkat edin! Ergenekon her yerde!

    En son “Star Wars The Last Jedi”da görüldü!

    Ben gittiğim halde farketmemiştim. İlgili yorumları okuyunca öğrendim. Üstelik ilk yorumları görünce bile farkedemedim. Nerede olduğunu açıklayan bir yorumu okuyunca anladım.

    İşte görüyorsunuz, Ergenekon çok iyi gizlenebiliyor!

  33. 26 Anonim ve Necip

    26 Anonim Necip’i Kurtardi
    Yerel gedik dedikodusuyla Necip’i girdigi batakliktan kurtardiniz. Tesekkur ederiz.
    Tekrar sormali, PKK’nin amaci nedir?, DHKP-C’nin amaci nedir?, Hatta amaclarin amaci nedir? Evrenin amaci nedir?
    Bu sorulara cevabiniz var mi? Yok, yok tabii. Buyuk sorulara geyik sohbeti cozum getirmez. Iklimler degisirse ne olacak?
    Ibrahim yoldasin devletli uygarlik lafina bakalim.
    Sehir olmasa devlet olmaz, devlet olmasa uygarlik olmaz, her ikisi olsa tahribat olur da olmaz da. Doga, iklim, nüfus, hayvan, gida, deniz, gol, irmak, dil, din ve daha bircok faktorlar var. Sonra, iktidar var mi, yok mi? 50-100 kisiler etrafta gezerken kendi aralarinda doga zorlamasiyle yataga yorgan altina girerlerse ve escinsel degillerse biri anne olur. Benim baktigim yerden baktigimda, anne iktidar olur, iktidar ebedi olur, partiler cikar, kargasalik baslar. Bir 50-100 diger 50-100’e rastlasa ne olacak? Ibrahim yoldas bunun simülasyonunu yapmadan su olur, bu olur demesi de geyik sohbeti.
    Benim baktigim yerden baktigimde, Lavosier’in dedigi gibi, iktidar degismez, iktidara sulananlar degisir.
    Benim baktigim yerden baktigimde tek kurtulus, Avrupa ve Amerika’nin bir an once INSANLIK ICIN doganin yerine gecme teknigini bulmasi ve siz, Ibrahim yoldas, Gun Zileli, Hortlak gibi yuksek IQ’leri insan tanimina uygun bulmasi.
    Benim baktigim yerden baktigimde tek kurtulus, Avrupa ve Amerika’nin bir an once INSANLIK ICIN baska bir gezegene tasinma yolunu bulmasi ve siz, Ibrahim yoldas, Gun Zileli, Hortlak gibi yuksek IQ’leri uzay gemisinin temizligi icin yanina almalari.
    Benim baktigim yerden baktigimde KURTULUS pesinde kosan Avrupalilar ve Amerikalilar, siz, Ibrahim yoldas, Gun Zileli, Hortlak gibi aynı INSANLIK ICIN KURTULUS pesinde kosan yuksek IQ’leri kanatlari altina alacaklari kesin.

    Benim baktigim yerden baktigimde, yasasin yuksek zeka, yasasin yuksek IQ!

  34. 31 Hortlak Çok Az Gevşemiş

    Sayın Turco-Germano Hortlak,
    Yine gücenmişsiniz. Alamanya’da kala kala Alaman çoğunluğu gibi göt*nü çok sıkanlardan olmuşsunuz. Biraz gevşetin, arkanızdan koşan yok.
    Sizin yeni ülkeniz Almanya’dan sizin gibi azılı devrimciler, devrim safsatasını sizin gibi g*tü sıkı, ciddi ciddi görüşmek için bizim oraya gelirlerdi. Bizim orada “Dünya İşçileri Birleşin!” yerine “Dünya İşçileri Eğlenin” sloganını görünce önce şaşırır, sonra anlar, götl*rini gevşetip senin yuttuğun uyku haplarını kusup uyanırlardı.
    Ama sizde biraz gevşetme de var gibi. Köy, şehir, Berlin falan filan.
    Ben Avrupa’yı sık sık gezdiğimde Türkiye’den gelmiş iki türlü artıklara rastlardım.
    Size bu artıklık konusunda bir sorum var. Siz Atatürk artığı mısınız? Yoksa Öcalan artığımısınız?
    Uykunuzdan uyandırmak için Berlin’de duyduğum bir olmuş olayı anlatayım.
    Bizim oraya gelip ayaklarını yorganlarına göre uzatmaya uyanan bazı Alman arkadaşları görmeye gitmiştim. Bir eski fabrikayı işgal edip insan mühendisi İbrahim hocanın komününe çevirip beraber yaşıyorlar ve sizler gibi küçük adamlara hitap eden “Dinle Küçük Adam!” yazarının bazı fikirlerini deniyorlardı.
    Yeni tanıştığım birkaç Alman bana Türkiye’de başlarına gelmiş bir olayı anlattılar. Senin gibi göt*nü sıkan Alamanların Türkiye’den gelenleri nasıl gördüklerini ve ne düşündüklerini bildikleri için korkularından Alman olduklarını gizlemişler ama bir yerde ağızlarından kaçırmışlar. Dinleyenler hemen köyde Alamanya’da yaşamış biri olduğunu söyleyip getirmeye gitmişler. Bizimkiler korkudan titrerken senin gibi artık biri gelmiş, Almanlara sarılmış, Alamanya’yı ne kadar sevdiğini falan filan coşku içinde anlatmış. Bak bir hödük bile aynı senin gibi artıkları bilim ve teknolojisyle çok daha iyi devreye sokan Alamanya’yı takdir etmiş.
    O makul, çalışıp artık para kazanmış. Sen içinde okuyup artık saçma bilgiler kazanmışsın. Kendini dev aynasında insanlığın kurtarıcısı görüyorsun.
    Ben sizleri insan düşmanı, baş belası olarak görüyorum!
    Uyan ibiş uyan, hâlâ artık ürün yerler ve senin gibi köpekliğinin acıları içinde kıvranmayan insanlar var. Kendi alçaklığını başkalarına yansıtmayı “placebo” etmişsen, yalnız değilsin. Dünyayı elinde tutanlar çoktan beri bu “placebo”yu, okul, telvizyon, medyayla boş beyninize doldurmaktalar. Bu çok eski bir uyku hapı.
    Artık ırkçılık genlerinizde, doğuştan getiriyorsunuz. Senin bu tiksindirici ırkçılığını görüp götü*e bir tekmeyle kovalamıştım.
    Ölü ölmez!

  35. Bakirelik deyince…
    Aklıma gelen ustasadan şiir;
    En güzel deniz girilmemiş,en güzel orman eldegmemis..
    Senin peygamber Muhammed ne demiş? Kadınlar tarladir..
    Bilmi, kuantumu, maddenin ve insanin hallerini bilmeyen imamlar bunu aciklayamiyor.
    Bir dizi kadini yere yatirırsan tabiki insan kadınlar tarlasına düşmüş olur.
    Sağlamasında şu; Ayşe hz.retleri bir dizi erkekle ilişkiye girse oda erkekler ormandir diyecek.
    Sanki sexfilm sanoryosu gibi hissetediyor insan kendini..

    4-5 kimlik yapıştırdım şimdiye kadar bana.. uzaylı yapta kurtulalım.

    Kimlik deyince gene aklıma çok paralı bir iş geldi..
    Dinciler ölüler öbür tarafa geçtiklerinde kapıda kuyruğunda ki şifreli mühür den anlasildigina inanıyorlar.sen şu FBI dan falan şu şifre kırma işini bir kap.olmus masum çocukların şifresini vb.yazdirirsak. Köşeyi döneriz.. günahları sifirlariz.cok ayıp yerinden kimlik kontrolü..pisliklerle ugrasinca insan temiz kalmıyor..ortde ölem..
    Kim en fazla saçmalıyor?..

  36. Necip ve İbrahim: İki Sosyal Mühendis II

    Laik, bilimsel, akıl yürütmeyle yürüten, din ilahileri “ileride bolluk, geride b*kluk” olan, reenkarnasyona inanmayan aydın zümremiz tabakasından gelenlere uyarı: epistemolojide ve bilimde inanmak başka, hakikat başka. Renkarnasyona inanmamak, renkarnasyona gerçek değil demek değildir.
    Musa’nın reenkarnasyonu Shang Yang, Shang Yang’ın reenkarnasyonu Machiavelli, Machiavelli’nin reenkarnasyonu Lenin, Lenin’in reenkarnasyonu Stalin ve Mao, Stalin’in reenkarnasyonu Putin, Mao’nun reenkarnasyonu Xi Jinping. Ve nihayet çağdaş “gibi görünen” kopya renekarnasyonlar: Necip, İbrahim, Gün, Hortlak falan filanlar.
    Sorun: “Nasıl Olur?”
    İki sosyal mühendis renkarnasyonu İbrahim ve Necip’in “nasıl yapılmalı” mülakatının ikinci kısmı aşağıda.

    İ: Bütün mesele meclisler arası ağlar kurarak koordinasyonun sağlanması. Ben devletli uygarlığın yarattığı tahribatların kurumsallaşmaksızın aşılabileceğini beklemiyorum.

    N: Yoldaş İbrahim, bildiğiniz gibi iktidar, bürokrasi, devlet, aile, din vs. kurumlardır. Bu kurumlar tanımlarınca ebedidir. İnsanlar ölür kurumlar kalır. Yani kurumlar soyuttur. Newton’u Hortlak kadar seven bir şair soyutluğu şöyle görür.

    And it bears the fruit of Deceit,
    Ruddy and sweet to eat ;

    The Gods of the earth and sea
    Sought thro‘ Nature to find this Tree ;
    But their search was all in vain :
    There grows one in the Human Brain.

    Sonra meclisler arası ağları siz ve ben gibi ileri zekalılar mı kuracak? Daha okuma yazma bile bilmeyenleri ne yapacağız? Okuma yazma bilip saçmalayanları ne yapacağız?
    Bunlar, apartman/site yönetimini oluşturmak için bile doğru dürüst toplanamazlar. Kaç defa siz ve ben gibi politikada kulağı eski kesikler hafta sonu toplantı yapıp ciddi konuları tartışmak istediysek, hepsi toplantıya katılacağına pikniğe veya plaja gittiler. Hatırlarsanız işçileri örgütleyenler de aynı sorun yaşadılar. Hatta bunu simgeleyen bir slogan bile var: “grev ilan ettik, kimse gelmedi!”
    Ben kendim boyun eğmeyi doğuştan getirdim, dissal zorlayicilari iktidar annemin rahminde hissettim ve IQ’üm annemin rahminde bile yüksek olduğundan konuyu çaktım ve bakın ne kadar alçaldım. Bu ayak takımlarına güven bağlanamaz.
    Roma yıkılınca yeni Roma’nın yerini alan Kilise rahipleri ayak takımı Almanlara “Uzayda düzen var, yeryüzünde düzen yok” ilahilerini aşağı yukarı 400 yıl şakırdadılar.
    Biz ayak takımlarına hangi ilahiyi şakırdatacağız?
    Yoldaş İbrahim, Rusya işi becermedi. Şimdiye kadar tek becerenler kapitalistler. Çin kapitalist olunca işi becermeye başladı. Saat gibi çalışan bir düzenin saatindeki akrep ve yelkovanları neden geri çevirmek istiyorsunuz?

  37. İnsanları ancak menfaat [mi] birleştirir [?]

    “[…] Amr, […] Şam’a gitti ve Muâviye’nin fikir ortağı oldu, üst olduğu takdirde ölünceyedek Mısır vâliliğinde kalmasını da şart koşmuştu.
    Amr, Muâviye’den hoşlanmaz, Muâviye de Amr’ı sevmezdi. Böyle olduğu hâlde menfaat, ikisini de Hz. Alî aleyhinde birleştirmişti. Amr, bir gün Muâviye’ye, ikimizi birleştiren, ne Osman’ın yakınlığıdır, ne ona olan sevgimiz; bizi, dünyâya bağlılığımız birleştirdi demişti (38).
    […]
    (38) İbnü’l-Esîr: Al-Kâmil, Kahire, 1290, III. s. 118.”
    Abdülbâki Gölpınarlı, Mü’minlerin Emiri Hz. Ali, s. 135, 136

    Başka bir soru:
    Amr’ın Mısır’ı, Muâviye’nin Suriye’si, ve hatta Ali Şia’sının / yandaşlarının Irak ve İran’ı gibi eski devlet / şehir / medeniyet beşiklerinde Amr’ın, Muâviye’nin ve Ali’nin mensup olduğu dinin eşitlikçi idealleri ne kadar yaşayabilir?

  38. “Okuma yazma bilip saçmalayanları ne yapacağız?”

    O dediginiz, goruldugu uzere, problem degil.

    Onlar da buraya gelip, ipe sapa gelmez seyler yazarlar and we simply ignore them.

  39. “Amr’ın Mısır’ı, Muâviye’nin Suriye’si, ve hatta Ali Şia’sının / yandaşlarının Irak ve İran’ı gibi eski devlet / şehir / medeniyet beşiklerinde Amr’ın, Muâviye’nin ve Ali’nin mensup olduğu dinin eşitlikçi idealleri ne kadar yaşayabilir?”

    ‘Idealler’, bence, hep yasarlar ve yasayacaklar.

    Fakat, yine, her zaman oldugu uzere, sira uygulamaya geldiginde, bunlar, zamanin sartlarina/dayatmalarina uyacak sekilde budanir ve torpulenirler.

    Isin aslini ararsaniz, iyi bir lider (siyasetci) ya da lider kadro, kendi taraftarlarini/sempatizanlarini –yeri geldiginde, ve usturuplu bir sekilde– satan, yani onlara ihanet eden/edebilendir.

    Marifet de buradadir: Hem ‘idealler’den sapacaksiniz, hem sizi desteklemis olan ‘idealistler’i iplemez tavirlar sergileyeceksiniz, hem de butun bunlari –sizi destekleyen– genis kitlelere pazarlayacaksiniz.

    Tabii ki, butun bunlar sadece pazarlama/ambalajlama yetenegiyle olmaz; takipciniz genis kitlelerin asil onemli bulduklari cikarlarinin ne oldugunu iyi okumak ve onu onlara teklif etmek zorundasiniz. Aksi halde, alasagi edilirsiniz.

    Zor is.

    Hele de, butun bunlari, ‘idealler’e sonuna kadar sahip cikar gibi davranarak yapmak..

  40. 35 Hortlak Öğreniyor

    Hortlak, tebrik ederim. Senin gibi ırkçı-faşist ama anarşistlik hevesine kapılmış sağcı ırkçı-faşist Necip gittikçe gevşedi, gülmenin sağlıklı olduğunu öğrendi. Göt*nü sıkıştırıp insan nedir, nasıl ıslah edilir falan filan nutukları çekmiyor artık. Darısı senin boş başına. Hatta ırkçılık madalyası IQ’sünü kıç*na tıkamış ishali ağzında çıkıyor. Senin asimetrik imgen. Sen de öğreniyorsun, aferin, maşallah.
    Sevgilin doğa muhasebeci-emlakçısı Newton ne demiş: “Okyanus Derin!” Yeter ki boğulma! Babanın suladığı tarladan gelmişsin, okyanus dibine değil, ana toprağa dön.
    Berlin maceranızla ilgili bir soru daha: Aileniz dönercilik mi yaptı?
    “Köşe dönme” Türkiye’den Avrupaya gelen insan artıklarının milli marşı olduğundan sordum.
    Her neyse.
    Sağ olsun, sol olsun ırkçı faşistler hep sürü içinde olmak isterler. Seni de gülenler sürüsüne katmayı başardım galiba.

  41. “Isin aslini ararsaniz, iyi bir lider (siyasetci) ya da lider kadro, kendi taraftarlarini/sempatizanlarini –yeri geldiginde, ve usturuplu bir sekilde– satan, yani onlara ihanet eden/edebilendir.”

    ABDURRAHMAN b. HÂLİD b. VELÎD

    Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Hâlid b. el-Velîd el-Mahzûmî (ö. 46/666)

    Meşhur kumandan Hâlid b. Velîd’in oğlu, Hıms valisi.

    Küçük yaşta Hz. Peygamber’i gören sahâbîlerdendir. On sekiz yaşında iken Yermük Savaşı’na katıldı ve 30-40 kişilik bir süvari birliğinin başında büyük başarı kazandı. Hz. Ömer ve Osman döneminde, Suriye Valisi Muâviye tarafından Bizans’a karşı düzenlenen seferde İslâm ordusuna kumanda etti. Bu savaşlardaki başarısından dolayı Suriye’de büyük bir şöhrete ulaştı ve Muâviye’ye bağlı kalarak Hıms valiliği yaptı. Sıffîn Savaşı’nda onun safında yer alan Abdurrahman, 664 ve 665 yıllarında, Bizans’a karşı Anadolu içlerine kış seferleri düzenlemekle görevlendirildi. Oğlu Yezîd’i veliaht tayin eden Muâviye’nin, hilâfet meselesinde oğluna rakip olmasından korktuğu ve şöhretinden çekindiği için, Hıms haracı karşılığında Abdurrahman’ı İbn Usâl adlı bir hıristiyan doktora zehirlettiği rivayet edilir.

  42. Necip-İbrahim-İslah: Fasıl III

    Necip: Yoldas İbrahim, dunyayi ve insani islah etmeye gecmeden once, biz moruklarda eski solculugumuzdan kalma komisarliga hazirlanma huyumuzdan soz etmek istiyorum. Gun hocamiz polislik aliskanligiyle pipisikikin hemen yesillik anarsisti oldugunu, siz de onun hemen kimligini sakladigini caktiniz. Ben en son ve en etkili bir terapiyle bu huyumdan kurtuldum, size de tavsiye ederim. Terapinin adi “cognitive therapy” veya “mindfulness-based cognitive therapy” .
    Not: Ben bu pipsikikle basa cikmak icin bosuna “ignore” kelimesini secmedim. Bag: “Cognition” ve ” ignore”
    Kök = gno. Diger baglar: cognition, ignore, gnomic, gnomon, gnome; gnosis, gnostic, know; knowledge; agnostic, ignoble; ignorant; incognito; cognizance, recognize diagnosis, physiognomy, prognosis, ennoble, nobility, (necip gibi) noble
    Uyesi oldugum Uluslararasi Yuksek IQ’ler Cemiyeti’ndeki butun arkadaslar bu terapinin buyuk yararlarini gorduler. Kendim Turkiye’de bir sube actim, muracat: http://www.mindlessness.tr.com
    Islah etmeye gelince.
    Ibrahim yoldas, siz uzun ve derin tarih bilmediginiz icin islah isini cok sathi bir bilgiyle sunmussunuz.
    MO 800 – MS 200 (600) arası Cinden eski Grek’e Hindistan, İran, Orta Dogu’dan gecerek sayisiz islahcilar cikti.
    Cin’de: Confucius, Laozi, Mencius, Mozi, Zhuangzi, …
    Hindistan’da: Upanisadlar, Siddhartha Gautama, Mahavira, Chanakya, …
    Iran’da: Zerdus, Mazdak, Mani
    Orta Dogu’da: adasiniz Ibrahim, Musa, Isa …
    Grek: Sokrat, Pisagor, Platon, …
    Nihayet en güçlü Avrupa islahi: Kapital-Burjuva-Aydinlari ve Rusya ve Cin gibi komünist taklitcileri.
    Simdiye kadar hic biri dunyayi ve insani islah edemedi, o halde bilimsellik mantigi tumevarimle bundan boyle de olmayacak.
    Yoldasca bir uyari: pipsikik sizi korkutup kacirtmis. Beni de kacirtmisti ama “mindlessness” terapiyle kaca kaca kacmamasini ogrendim.

  43. Döner sat daha çok kazanirsin o saçma sapan satigin şeylerden..
    Millet neler satıyor? olmayan şeyleri bile satıyor..para, olmayan parayı bile, paraların parasıni, bitcoin satıyor köşeyi dönüyor..sanal evlilik satıyor..
    Git pazara milletin sattigini al,onu sat daha iyidir senin sattigindan.olmadi ölmüş ruhları sat olu canları okuyup.
    Ama baktım da senden daha saçma sapan biri daha var .ondan daha fazla kimse saçma olamaz..
    Adama soruyor kız,herseferinde 0,3 alıyorsunuz seçimde ama hep barajı aşacağız,ikdidara geleceğiz diyorsunuz.. dayanamayıp kendinizimi kandırıyorsunuz?
    Cevap; hayır,kendimizi değil, milleti kaldırıyoruz,yoksa hiç oy alamayiz,0,3 de alamayiz..!
    Solculugu kimseye bırakmıyorsunuz, ülkücülerin başı aslında benim diyorsunuz.birini seçin artık! ülkücü müsünüz,solcumusunuz?
    Cevap, hayır biz ülkücü değiliz, ülkücülük, faşizm solculuktur!
    Onlarda senden solcularda senden tiksinsede adam bunları satıyor.alanda oluyor..akıl işimi?
    Kizcağız da şaşkın şaşkın , hayretle adami izliyor,adam bize saçma sapan şeyleri yutturmak için neler anlatıyor…
    Sen kalk tasdevri masalı sat..igitt..

  44. Egemen Sınıfın Kökeni

    Üstad Necip’in üstadı, IQ’sü çok daha yüksek Caleb Scharf orijianal bir simülasyonla (http://nautil.us/issue/47/reals/who-is-the-real-boss) zaman içinde geri giderek egemenliğin, daha kesin anlamda iktidarın, asıl kaynağını bulmuş. Scharf’ın bu yeni şaşırtıcı buluşu karşısında ağzı bir karış açık kalan Necip ağzı açık aval aval dolaşmakta.
    Daha önce IQ’leri yüksekler arasından bir enayiye göre iktidar “30 bin sene filan onceleri savannah’ta, herkes tek basina avci-toplayici halinde yasarken annenin bebeğine süt vermesiyle başlamış.” Caleb Scharf da maşallah enayi olduğundan “30 bin sene filan onceleri savannah’ta …” kısmını, yani, zaman ve mekanı yutmuş ama baş rolü oynayan artistin anne değil erkek baba olduğunu ispat etmiş.
    Bildiğiniz gibi yazın savannah kuru çalılarla kaplanır ve “tek basina avci-toplayici” okunu çok çekip fırlatırsa sürtüşmeden dolayı ok çok ısınır ve düştüğü yerde yangın çıkar. Böylece yangının üzerine kendi yanmadan işiyerek söndürdüğünden “tek basina avci-toplayici halinde” yaşayanlar arasında itibar kazanan erkek iktidar sahibi olmuş. Bu teori zamanımıza kadar gelen, Caleb Scharf, Necip ve Hortlak gibi sıradan erkekler arasında bile kamışı büyük olanların neden hindi gibi kabarıp, asıl iktidar sahipleri gibi dünya ve insanlığı islah etme yavşaklıklarını horozlar gibi öttüklerini de açıklamış oluyor.

  45. Sayın 43 Hortlak

    Sayın 43 Hortlak,
    Ben size bin bir türlü saçmalıklar satıyorum siz de bal gibi yutuyorsunuz.
    Ama her katıksızlık peşinde koşan enayide rastlanan bir hastalık sizde de var. Pisliğine karşıdakinde görme. Tabii, mantık sorununuz da var ama uzatmaya gerek yok.
    Ben, dünyayı temizleme peşinde koşan enayilere gülüyorum. Sizin örgütünüze veya ideolojinize verdiğiniz ad önemli değil. Siz ırkçı faşist solcular, sağcılar, ülkücüler, anarşistler, kapitalistler, komünistler … hepiniz aynı b*kun üstündeki değişik sineklersiniz.
    Daha önce aslınızı üstlenmeniz işinize yaramış. Bal ve süt diyarı Alamanya’ya kapak atmışsınız. Irkçı faşist aslınızı üstlenmek de eminim işinize yarar, dünyanın her yerinde faşistler, totaliterler, ırkçılar hızla artmakta. Üstelik uzaya kaçmaya haırlanan Newton’un torunları sonsuz ırkçılar, seni belki beraberlerine alırlar.
    Bence siz hâlâ kabızsınız veya göt*nüzü çok sıkıyorsunuz. Gevşetin biraz. Belki seversiniz! Deney bilimin temelinde yatar.

  46. Hortlak, Newton, Şair

    İngiliz bir şair:
    “Newton size dünyayı güneş çektiği için etrafında dönüyor dedi, yuttunuz. Dünyayı güneş etrafında melekler döndürüyor!”
    “Çünkü Sevgili Tanrı,
    Merhamet, Barış, Sevgide.
    Çünkü İnsan evladı,
    Tanrı’nın himayesinde.”

    Çocukluğu televizyon önünde öcü filimleri seyrede seyrede geçen bu ucube büyümüş, dünyamızı dolduran yaşayan ölülerden biri olmuş.

    Yaşasın Marks-Engels-Lenin-Üretim-Tüketim-Falan Filan!
    Yaşasın Artıklar!

  47. Sağlıklı Çözümler Uzay Zeka Denklemlerinde

    Sayın Halil İbrahim Özkurt,
    “Günümüzde birçok alanda olduğu gibi, politik alanda da sağlıklı bir çözüm ve inşa için, maddenin atomaltı parçacıklarının davranışları ( kuantum fiziği ) dikkate alınmalı diye düşünüyorum.”
    Aydın Türkler arasında “kuantum” gibi anlamadan sevdikleri cici bici kelimelere zaaf bir yana, size zahmet şu “Günümüzde birçok alanda” sağlıklı çözümlerden örnekler verir misiniz?
    Yoksulluk? Eğitim? Sağlık? Tarım? Toprak kirliliği? Hava kirliliği? Su kirliliği? Taşıt-Trafik kirliliği? Üretim-tüketim kirliği? Ruhsuz insanların kirliliği? Banka kirliliği? İlahileştirilen ekonomi kirliliği? Sağ/sol devrimci politikacılar kirliliği? Sağ/sol devrimci kirliliği temizleme kirliliği? Politika kirliliği? …

  48. Hortlak Yoldaş ve Mağara Adamı

    Sayın Hortlak Yoldaş
    Bu mağara adamıyla zamanını kaybettiğin belli. Bu herifin yaptıkları modern hayatın hız ve kompleksliklerine ayak uyduramayanların ettikleri mızmızlık.
    Belki de Gün hocamızın dediği gibi bu herif beyni sulanmış bir bunak.
    Mesela, geçen gün bir dondurmacıya gitmiştim. Servis yapan kadın-erkek bana tam 14 kişisel seçenek soruları sordu. Gitmeden önce dondurmacının sitesine girip “sorular ve cevaplar” kısmında her türlü pasta, börek, tuzlu, şekerli, hamurlu, hamursuz, glutenli glutensiz, sütlü, sütsüz, organik, inorganik, laktozlu, laktozsuz, şekerli, şekersiz gibi yüzlerce sunular arasından önce dondurma ve seçip uygun seçenek filitrelerinden geçirdim. Dondurma bölümünde kepçe sayısı, aroma seçeneği, külah seçeneği ve diğer kişisel seçenek tercihlerimi akıllı telefonuma kaydettim. Cevaplarımı Servis yapan kadın-erkeğe basitçe ve sadece bir düğmeye basararak okuttum. Servis yapan kadın-erkek de cevapları kendi akıllı telefonuna kaydedip basitçe ve sadece bir düğmeye basarak külahı hazırlayıcı servisçi kadın-erkeğe iletiverdi.
    Gerçi bunu yapmak için Necip hocamız veya Gün hocamız kadar yüksek IQ’lü olmak gerekmez ama mağara devrinden kalmış geri zekalıları ne kadar yıldıracağını tahmin edersin. Berlin’de Afrika, Güney Amerika, Asya geri kalmış ülkelerinden gelenlerin gülünçlüğüne beraberce kaç defa şahit olduk.
    Marks-Engels-Lenin önderlerimizin öğretileryle geri kalmış ülke geri zekalıları ıslah olur ama fazla da abartmıyalım. Mağaralarda yaşayanlara ne Engels liderimizin doğa diyalektiği ne de o yahudi komplocusunun uydurduğu ışık hızıyla varabiliriz. Bunda senin sionist olman da yardımcı olamaz gibi.

  49. Tek Yol Ulussuzluk!
    Uluslar Yoktur Ya Da “İnsanlık”tan Başka Ulus Yoktur!

    “Hazreti Muhammet döneminin totemleri ve putları ne ise bu günün dünyasının ulusal bayrakları, devletleri ve sınırları da aynı şeydir…
    …Bu günün dünyasında, ulusal bayraklar ve uluslar, Muhammet döneminin putlarından ve puta taparlarından bile insanlık için daha karşı devrimciye büyük bir engeldir. Tıpkı Muhammet’in o putlara karşı yürüttüğü devrim gibi bir devrim gerekmektedir. Tıpkı Muhammet’in o putları yakıp yıktığı gibi, bu günün bütün ulusal bayraklarını, devletlerini, sınırlarını yıkacak bir devrim gerekmektedir.
    Bu gün kendine Türk’üm Müslüman’ım, Hıristiyan’ım, Avrupalıyım, Arap’ım vs. diyenlerin hepsi, aslında birer ulusçudurlar ve bu günün dünyasının kâfirledirler, aslında hepsinin puta taparlardan farkları yoktur.
    Bu günün dünyasında Müslüman olmak, tüm ulusal bayraklara, sınırlara, devletlere karşı her dinden, her dilden, her kültürden, her “ulustan” insanların eşitliğini ve kardeşliğini ve buna uygun dünya çapında bir üstyapıyı savunmaktır. Bu günün dünyasının Müslüman veya Hıristiyanları ise aslında birer puta tapardan başka bir şey değildirler. Bunlara karşı “kutsal bir savaş” gerekmektedir.
    Bu kutsal savaşın nasıl bir yol izlemesi gerektiğini yine bizlere Muhammet göstermektedir. O tek tek kabilelerin içinde, kabilelerin kardeşliğini isteyenleri iktidara getirmek gibi bir ham hayalin peşinden koşmadı. Yani çeşitli putların bir araya gelmesi ve aralarında bir uzlaşma yapması için uğraşmadı. Eğer benzetmek gerekirse, sosyalistlerin enternasyonal tasavvurları böyle bir anlayışa dayanır: Her kabilenin içindeki kabilelerin kardeşliğine inananların iktidara gelmesi. Enternasyonalizm bunun ulusal versiyonudur.
    Muhammet çok daha devrimci bir yol ve strateji geliştirdi. Kan kardeşliğine karşı din kardeşliği. Böylece çok farklı kabilelerden tüm insanların kardeşliğine inananları bir tek bayrak altında birleştirerek, kan kardeşliğine karşı, yani putlara karşı savaş açmak.
    Bu gün insanlığın ihtiyacı olan tam da budur. Ulusların kardeşliği yerine tüm insanlığın kardeşliği. Ulusal devletlere, ulusal sınırlara, ulusal bayraklara, ulusçulara, yani bu günün kâfirlerine, puta taparlarına ve putlarına karşı kutsal savaş. Ulusçulara ve uluslara karşı kutsal savaş.
    Ve bu devrim de tıpkı Muhammet’in devrimi gibi, bayrağına tüm insanların kardeşliğine inananların kardeşliğini yazacaktır. O günün diliyle bu parola: “La İlahe İllallah!..” idi.
    Yani, ne ulusal ne de dinsel ayrılıkları, sınırları, devletleri bayrakları tanımıyoruz. Tüm insanların kardeş olduğuna inananların kardeşliğine inanıyoruz. İnsanların kardeşliğine inanmayanlar biyolojik olarak insan olsalar bile insandan sayılmazlar. Bugün dünyaya bunlar, bu insan olmayan insanlar egemendir. Bu egemenliği yıkmak için mücadele ediyoruz. Buna göre bir toplumsal üstyapı için mücadele ediyoruz.
    Ama bunun için de önce İnsan olmayan insanların kendi nefislerine karşı mücadeleye girişip İnsan olan insanlara dönüşmesi gerekiyor.
    İnsanlar İnsan olmadan, insanlığın varlığını sürdürmek için hiçbir şansı bulunmamaktadır.”

    Gezi’nin Yeni Bir Yıl Dönümünde Bir Kez Daha “La İlahe İllallah”
    Demir Küçükaydın
    http://www.demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/05/gezinin-yeni-bir-yl-donumunde-bir-kez.html

  50. Mahabharata ve Sinema

    Önümüzdeki 10 yıl boyunca (2018-2028), Hindistan sinemasının en önemli aktör & yapımcılarından olan ‘Aamir Khan’, dünyanın en eski destanlardan biri olduğu söylenegelen ‘Mahabharata’yı seri halinde sinemaya uyarlayacakmış.

    Pipsqueak, sizce böyle bir hamle, ‘Mahabharata’yı da, popüler kültürün tüketim canavarına kurban eder mi?

    Yoksa, ‘Raj Kapoor’ kalitesinde, ‘Satyajit Ray’ kalitesinde, ‘Ingmar Bergman’ kalitesinde, ‘Akira Kurosawa’ kalitesinde, ‘Luis Buñuel’ kalitesinde, ‘Andrei Tarkovsky’ kalitesinde, yapıtlar mı ortaya çıkar? Ne dersiniz pipsqueak?

  51. Ulussuzluk Özlemi

    Ulusların olmadığı bir dünya istiyorum.

  52. Ölüler ölmez.ama güler.sen ölmüşsun haberin yok.olunun ölüsü.
    Bak millet bu dünyayı satıyor.peygamber lerde öbür dünyada birşey ler satıp köşeyi dönmüşler.
    Bak demiraydin bile bu din bezirganlarin arkasına düşmüş.
    Dünyanın , evrenin sonsulugu yetmezmiş gibi birde daha kisir,fakir cennet satmışlar.asya ve eski dinlerde dünyada herşey olduğunu, cennet cehennem de bu gerçek dünyada olduğu nu bildiklerinden böyle bir sanal dünya gerek duymamış lar.
    Satış buya.. peygamber ler birşey ler satacak.alicida çok.
    Sen kalk cehennem sat.o işte çok para cikiy.
    Cehennem de Tolstoy un dediği gibi en iyi,en karekterli, dürüst,guzel,bilimle sanatla uğraşan lar orda.orada tüm bilimi alanında orada d
    ahada geliştirerek cennetten daha iyi yaşam sağlamışlardır.
    Cennede ise, tüm yobaz,cahil,isigucu, yalvarıp dilenen vs.. orada.
    Köşeyi dönersen benide gör.dunyadan kopugum..
    Merak ediyorum bu senin satigin amerikada kaç kilo insan var.how much eder hepsi? how how lamadan cevap pl.

  53. Hep diyorum ya, ben, Kucukaydin’in arayislarini seviyorum.

    Arayislarini seviyorum; peki, ya buluslarini?

    Not so much…

    Suradaki kismini elleyeyim sadece.

    “O günün diliyle bu parola: ‘La İlahe İllallah!..’ idi.”

    Evet, bu ‘parola’ (slogan?) o gun tutmustu.

    Neden tuttugunun sebepleri asagi yukari belli; ama, aciklamakta da yarar var –var, da benim o kdar vaktim yok; bir baskasina birakiyorum.

    Kucukaydin’in bu parolaya/slogana atifta bulunmasini isabetli bulmakla beraber, kendisini ayagindan vurdugunu farketmemis olmasini, onun genclik heyecanina veriyorum.

    Cunku, ‘La İlahe İllallah!..’in ‘ulus’ baglaminda Arapcasini yazsaydi, eminim onun Turkce karsiligi ‘Ulustan baska ulus yoktur!..‘ gibi bir sey olurdu.

    [Iki ulustan birincisi buyuk harfle, ikincisi de kucuk harfle yazilir.]

    Yani, ‘ulus’lari (cogul ve kucuk harf) ilga/lagv/tard edip, yerine ‘Ulus’ (tekil ve buyuk harf) getirmekten bahsetmis oluruz

    Yani (tekrar, ‘yani’), butun milliyetciliklerin (sovenizmlerin) en sehvani/sehevi/wet ruyasi olan seyden bahsediyor oluruz.

    ‘Ulussuzluk’ diye lafa baslayip, bu noktaya gelmis olmasini farketmeyisini, evet, Kucukaydin’in genclik heyecanina vermemizi zorunlu kiliyor.

    Aksi halde, Kucukaydin’in cozum onermek konusunda yetersizligini/yeteneksizligini filan konusmak, dolayisi ile, son derece nahos degerlendirmeler yapmak zorunda kaliriz.

    Garibim, zaten Gezi’ye guzellemeler yapmis, o yeter. Bir de bunlari dile getirmek yaraya tuz basmak olur.

    Ben oyle seyler yapmam, malum.

  54. Al kaida,isid dan biri yazıyor sandım..

  55. Al kaida,isid dan biri yazıyor sandım..bu ne akilalmaz birleştirme?
    Böyle atom parçaları ni birleştirilen altın madeni çıkmaz,atom bombası ndan daha şiddetli patlamalar çıkar..cookda iğrenç mahluk. Ortaya çıkar marksla Muhammed i birleşince..
    Akla gelebilecek en iğrenç fikir..
    Yukarıdaki yazıda denilen in tam tersine Muhammed, savaş demektir,kolecilik demektir,başka ulkeri zapt etmek demektir,ırkçılığın katmerlestirilmesi demektir.kadinlarin ezilmesidir.cocuklarin ırzına gecilmesidir.barbarligin dünyaya hakim olması dir.ve en kötüsü de bunun tecellisi olduğundan her türlü gelişmeyi önünü kapatmasidir!

  56. “Ulussuzluk Özlemi
    Ulusların olmadığı bir dünya istiyorum.”

    İnsanların olmadığı bir dünya da istiyor musun?

  57. IQ-49 Anonim IQ-Necip'e Rakip

    Medya beyin yıkama makineleri uzun bir süredir enayilere, yalnızlar kalabalığında IQ’leri yüksek olanlara, okur-yazar orta sınıftan b*kunda boncuk bulmuşlara, politikada asıl işleri becerenlere özenenlere sayısız çiklet dağıttı.
    Yaratıcılık, gazete köşeciliği, medya artistliği, ilklik, orijinallik, şekeri çok makale ve kitaplar yazmak, “o da kimmiş?” nakaratıyla otoriteleri hiçe alma anarşistliği, …
    Bu çılgınlığa kapılan enayi dümbeleklerinde ortak özellik: işi asıl becerenleri taklitle dolaylı ve sanal boşalma.
    Dünya ve İnsanı Kurtarış ve Islah ve Yeniden Yapılama (DİKIYY) merkez komitesi Necip, İbrahim, Zileli, Hortlak yüksek IQ’lere yeni bir üye katıldı.
    49 anonim “Tek Yol Ulussuzluk!” kişisel, özgün, tarihte ilk, yaratıcı mutfak tarih bilgi çorbasını DİKIYY’e verdiği rüşvetle katılmış.
    Çorbaya lezzet veren orijinal malzemeler arasında olanlar ve olmayanlar listesi:
    “Savaş”ın güncelleştirilmiş tanımı.
    İsa’nı 600 yıl önce daha da radikal mesajının unutulması.
    Devlet kurmayla ulussuzluğun aynı olması.
    Binlerce yıldır saat gibi çalışan aşiret sisteminin Uzay Zeka emriyle çalışmaz olması.
    Muhammet’ten önce Arapların dinle “ulussuzluk” sağlayan Bizans ve İran ordularında paralı askerliği.
    Muhammet’ten önce iki Arap devleti.
    Muhammet’ten önce çok sayıda kişilerin çare aramaları.
    Necip’in Uzay Zekası’nın Hortlak’ın mağarasında Necip gibi IQ’sü çok yüksek bir tüccara “ulussuzluk” sırrını fısıldaması.
    Arap aşiretleri arasında zaman zaman mahalle kavgasına benzeyen çatışmaların çok daha kan dökücü Arap devletçikleri arasında savaşlara dönüşmeleri. Ve hâlâ devam etmesi.
    Mekke tüccarlarının çatışmaları yarımada dışına çıkarmakla daha çabuk daha zengin olmaları.
    Binlerce daha “o da kimmiş”ler tarafından salakça gözlemler.
    Sayın çorbacı “49 anonim” senin bu satmaya çalıştığın çorbaya su kata kata su oldu. Seni ancak senin gibi çorbacı Necip, İbrahim, Zileli ve Hortlak ciddiye alır.
    Sayın “49 anonim” bu siteye sonsuz yakışan yazınız için sizi tebrik ederim.
    Pipsikik köşemden bir tavsiye: en azında ulusçulukla uluslar arası masallarının tarihine bir bakın.
    Ulusçuluk dolandırıcıyla enayiyi kardeş eder.
    Ulussuzluk enayilerin hepsini ulussuz-bilgisayarla kardeş eder.

  58. Ote yandan, Kucukaydin’in her dedigine itiraz ediyor degilim.

    Zaten daha once de yazmistim: Evet, tarihte (ya da efsanede) ismi gecen, ya da var oldugu iddia edilip de ismi bilinmeyen, her peygamber birer devrimcidir.

    Burada ayrismiyoruz.

    Hz Muhammed’in macerasini Marksist/Materyalist gozle anlatisina da itirazim yok. Hz Isa ve Pavlos konusunda da mutabik olabiliriz.

    Fakat, Kucukaydin’in gunumuz devrimcilerini ve (eger sayabilirsek) Marx’i da birer ‘peygamber’ saymasini sorunlu buluyorum.

    Itiraz etmek zorundayim.

    Peygamber gelenegindeki ozelliklerin bir cogunu bugunku devrimcilerde gormuyoruz.

    Kendisine devrimci diyenlerin ezici cogunlugu, ‘sulh’ icin yeterince gayret edip –olmazsa– siddete yonelmek yerine, kestirmeden gidip dogrudan dogruya silaha sarildilar/sariliyorlar.

    Yani, ‘yapmak’ degil; amaclari ‘yikmak’.

    Ben bunu gelenekten ciddi bir sapma olarak, hatta acikca gelenege aykiri goruyorum.

    Bunun belki de temel sebebi, kendi ‘devrimci’liklerine sectikleri tamlayicida: ‘Marksist’ tamlayicisinda.

    Yani, ‘Marksist su’ veya ‘Marksist bu’ olarak kendilerini konumlandirmalarinda..

    ‘Yapmak’ yerine ‘yikmak’i benimseyislerini boyle mesrulastirmaga calisiyorlar.

    Bu da bizi, ister istemez, Marx’a yeniden bakmaga goturuyor.

    Ben, nacizane, cagimiz devrimcilerinin neredeyse hepsi kendi soykutugunde, soyagacinda, seceresinde (ya da ‘silsile-i meratip’inde) zikretmekte birbirleri ile yarisiyor olsa da, Marx’i bir ‘peygamber’ sayamiyorum.

    Dahasi, Marx, Pavlos misali ‘bir peygamberin pazarlayicisi’ (‘yeniden ambalajlayicisi’) da degil.

    Marx, benim gozumde, bir ‘arzuhalci kahin’ olabilir en cok –‘kahin’ligi tartisilir, tabii ki.

    Engels’e, ‘buralarda bu tur seyler oluyor, sizin oralarda da olacaga benziyor’ diye arzuhaller yazdiktan sonra, ‘bu gidisle sunlar da olabilir’ diye kendi bazi goruslerini (buna ‘kehanet’ diyebiliriz, zorlarsak) yazmasi, Engels’in de bunlara baska seyler eklemesi sonucunda ortaya cikan kulliyeyi, onlardan sonra gelenler ‘tedbir alinmasi gereken kotu ihtimaller’ saymak yerine, ‘gerceklestirilmesi gereken adimlar’ olarak yorumlamasi ve bu yolda yontem ve taktikler gelistirmesi, normalde komik olabilirdi; ama, sonuclarina bakinca, komik bulmak surecte yasananlari hic bilmemek anlamina gelir.

    Kehanetlerinin bir kismi (takippcilerinin zorlamasiyla da olsa) gerceklesmis olsa bile, Marx’a ‘peygamber’lik payesi vermek bence hic de dogru olmaz.

    Bu da, fikri^/ideolojik soykutugunu Marx’a baglayan ve kendisine ‘devrimci’ diyenlerin ‘peygamber’ sayilmasina engeldir.

    Ote yandan, Kucukaydin’in muhtelif dinlerin analizindeki
    dinlerin birer ‘ust yapi’ oldugu gorusune de katiliyorum.

    Ayrica, gelen (daha daogrusu basarili olan) her dinin bir oncekinden bir adim daha ileri gidip, aile -> akraba -> kabile -> kavim -> irk -> ulus cizgisindeki bir kademeyi sanallastirdigi tespitine hem katiliyorum, hem de degerli buluyorum.

    Fakat, ki burasi ciddi bir talihsizlik, Kucukaydin bu analizi (sanki, kasten) tamamlamiyor.

    Halbuki, hic de zor degil: Bahsettigi sanallasmanin sonucunda ‘ummet’ vardir.

    Ama, Kucukaydin’in yazisinin hic bir yerinde ‘ummet’ kelimesi gecmiyor. ‘Ulus’ kelimesi etrafinda debelenip duruyor.

    Sebeplerini ve detaylarini anlatmasa da, ‘ulusculuk’un yanlis oldugunu ihsas edip, yerine baska bir sey getirilmesinin cozum olacagini soyluyor.

    Halbuki, ‘ulus’un sanallastirilmasinin dogal sonucudur ‘ummet’.

    Kucukaydin’in bunu iskalamasini onyargilarina maletmek durumundayim.

    Ama, “biz ‘ummet’i denedik; cok da basarili olmadi” diyenleri de duyar gibi oluyorum.

    Dogrudur.

    Dolayisi ile, bugun kafa yorulmasi gereken sey, bence, ‘ummet-ustu’ bir yapinin ne olacagidir.

    ‘Insanlarin kardesligi’ filan gibi muglak lakirdilardan bahsetmiyorum; isleyebilecek sosyo-siyasi bir yapi gerekiyor.

    Yeni bir din cikacaksa, ve basarili olacaksa, once bu ‘ummet-ustu- yapinin nasil bir sey oldugunu tarif etmek ve uygulamaya koymakla ise baslamali.

  59. “Ulusların olmadığı bir dünya istiyorum.”

    Malesef paket servisimiz yok. 😉

  60. İnsanların olduğu bir dünya

    “İnsanların olmadığı bir dünya da istiyor musun?”

    Bunun cevabını Küçükaydın yukarıdaki yazısında vermiş;

    “İnsanların kardeşliğine inanmayanlar biyolojik olarak insan olsalar bile insandan sayılmazlar.”

    “İnsanların kardeşliğine inanmayanlar”, yani kendilerini bir “ulus”a ait görenler.

    Dolayısıyla, aksine, İnsanların (büyük harfle “İnsanlar”, küçük harfle – yani biyolojik – insanlar değil) olduğu bir dünya istiyorum.

  61. Hortlak Yoldaş, 55&56 Yazılarınız Üzerine

    Hortlak Yoldaş, dost acı konuşur.
    Biz Marksistler verilerden yola çıkarız. Dünya nüfusunun beşte biri Müslüman. Biz halis ve gerçek Marksisler parmakla sayılacak kadar azız.
    Siz Bilimsel Marksizm yerine Ütopik Marksizm ideolojik üst yapı veryansın etme, tumturaklı konuşmayla mağara adamına koz veriyorsunuz.
    Unutmayın bizim bakire Marksizmi seçmemizin temel nedeni nasıl Muhammed deyince akla akıl almaz gaddarlıklar gelirse, bütün Marksist devletler de Marksizim deyince de insanlara bin bir türlü benzeri gaddarlık, soy kırımı, barbarlık hatırlatmasıydı. Bu hususu merkez komitemizde uzun uzun tartışmıştık.
    Üstelik, bilimsellikteki tecellinin dinlerdeki tecelliden daha da güçlü olduğunu bilmez gibi konuşuyorsunuz. Hiç değilse dinlerde dua ve yalvarma tesellisi var. Bilimde ne kadar dua etseniz de marsıvan eşeği olmaktan kurtulamazsınız, çünkü genlerinzde öyle yazılı.
    Böyle enayi dümbeleği gibi konuşmalara devam ederseniz, merkez komitesi sizin bilimsellikten yobazlığa kaydığınız gerekçesiyle sizi aramızdan afaroz edecek, kişiliğinize daha uygun Al kaida ve isid örgütlerine teslim edecek.

  62. “Ümmet” ve “Halklar” fantezisi İflas Etti!

    Kürdistan’ı işgal altında tutan İslam devletlerinin barbar politikalarına karşı durup Kürdlerin ulusal haklarını savunan bir tane İslami örgüt bulamazsınız! Hepsi de şu veya bu şekilde işgal politikalarına “Ümmet” söylemiyle dini referanslarla (dini işgal aracı yaparak) destek veriyorlar…

    Yine işgalci devletlerin sol söylemli örgütleri de “halklar” söylemiyle işgal devletlerinin birliğini savunarak Kürdlerin ulusal haklarına/devletleşmesine karşı duruyorlar…

    Dün Saddam’ı ve İran Mollalarını, bu gün de Esad’ı “halklar” adı altında kutsayan ezen ulus solcuları, sırf devlet istemiyor diye PKK/PYD’ye methiyeler diziyorlardı. Hem PKK/PYD hem de Esad’a methiyeler dizen bu kesim şimdi zor bir viraja girdi. Çünkü katil Esad PYD/YPG/SDG’yi “vatan haini” ilan etti.

    Düne kadar Rusya/İran/Esad ittifakının parçası olan bu güçler ABD’yle yakınlaştığı için “vatan haini” oldular. Demek ki kendilerine hizmet ettiği sürece “vatansever”, hizmet bitince de “hain” oluyorlar!!!

    Bu durumda Kemalist sol ve Şii mezhepçiler Esad ile PYD/YPG/SDG arasında seçim yapmakla karşı karşıyalar. Kuşkusuz aynı ikilemi PKK/HDP Yönetimi de (Sol Kemalistler) yaşayacak!

    Esad’ın “hain” nitelemesine SDG’den yine beklenen Kürdistani bir tepki gelmedi. Belki de esas sorun buradadır!

    “Suriye’nin birliği” adına Kürdlerin ulusal haklarına karşı duran PYD, Esad tarafından hain ilan edilince “zoraki Kürdistani” olur diye bir beklenti olması doğaldır. Bu beklenti, ‘işgalciler için ne yaparsanız yapın yine onlara yaranamazsınız; sizi kullandıktan sonra çöpe atarlar’ gerçeğinden kaynaklıydı. SDG adına yapılan açıklama bu beklentiyi hemen suya düşürdü. Çünkü söz konusu açıklamada Esad’a tepki gösterilirken, “bu rejim ülkenin bölünmesine yol açacak; buna izin vermeyeceğiz” gibi absürt, tuhaf bir ifade kullanıldı. Sanki PYD/YPG Suriye devletinin esas sahibiymiş gibi. Bu söylem, Tayyip’e karşı çıkarken “Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz” söylemiyle örtüşüyor!!!

    Demek oluyor ki, işgalciler ne yaparsa yapsın PKK/PYD ve türevleri işgalci devletleri korumaktan vazgeçmeyeceklerdir. Çünkü örgüt/kurum olarak misyonları budur…

    Her şeye rağmen Esad’ın “hain” nitelemesi tabanda ciddi soru işaretleri oluşturacağı için önemlidir! Ve tabii ki PKK/PYD yönetimlerine hala ısrarla “Kürdistani” bir gömlek giydirmeye çalışanlar da yeni durumdan bir ders çıkartmak zorunda kalacaklardır…

    Ne olursa olsun “Halklar” fantezisini savunanlar bir çıkmazdalar ve hiçbir gerekçeleri mevcut tuhaflıklarını açıklayamaz…

    Hiçbir filozof bu paradoksu çözemez: “Enternasyonalist Birlikler ABD’nin silahlarıyla ve koordinasyonunda Ortadoğu’daki Anti emperyalist devrimci(!) güçlere (Esad v.s.) karşı savaşarak halkları özgürleştirecek”!!!

    Sonuç olarak;

    Ortadoğu’da her an dengeler ve ittifaklar değişebiliyor. Bu nedenle mutlak zafer ve mutlak yenilgi analizleri anlamsızdır; çünkü her an bağımsızlık olanağı da doğabilir, her an Kürdistan’ın boğulma ihtimali de… Yapılması gereken şey, bağımsız Kürdistan amacına odaklanmak ve bedeli ne olursa olsun bu haklı davadan asla vazgeçmemek…

    Kürdistan’da silahlı bir güç isen, ya Kürdlerin ulusal haklarını savunursun ya da bu haklara karşı savaşır ve sömürgecilere tetikçilik yaparsın! Hiçbir “Tanrı” ve “Filozof”un gizemli ve fantastik söylemleri bu gerçekliği değiştiremez…

    Ya Kürdleşirsiniz,

    Ya da Kürd düşmanı olursunuz…

    Haber/Yorum

    18.12.2017

    Nasname

    http://www.nasname.com/a/ummet-ve-halklar-fantezisi-iflas-etti

  63. Necip bir ulusçudur.
    Hortlak bir ulusçudur.
    “Bizim wahsi” bir ulusçudur.
    Arif bir ulusçudur.
    İbrahim Özkurt bir ulusçudur.
    Zileli bir ulusçudur.
    Başkaya bir ulusçudur.
    Küçükaydın bir ulusçudur.
    Ben bir ulusçuyum.
    Sen bir ulusçusun.
    O bir ulusçu.
    Hepimiz birer ulusçuyuz.

    Sorun da budur.

    Dünyadaki herkes ulusçudur.

    Ulusçu olmamak mümkün değildir.

    Soru şu olmalı: Ulusçu olmamak nasıl mümkün olabilir?

    Bu durum nasıl değiştirilebilir?

  64. Wahsi,bak bu son yazın iyi olmuş galiba.hayret..
    Biraz daha gayret ed akillan artık. Eskiden habire dünyanın derdini ona anlattigin oda bıkmadan cevap verip ilgilendigi Dr.muzda duyulmaz oldu..

  65. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7-8 Aralık’taki Yunanistan ziyareti sırasında ortalıkta görünmeyen Savunma Bakanı Panos Kammenos, yaklaşık 2 haftalık sessizliğini bozdu.

    Erdoğan’ın ziyareti sırasında, hiçbir yerde görülmemesinin Yunan medyasının da dikkatini çektiği Kammenos, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen 11 Aralık’da TBMM’de yaptığı konuşmasına değindi.

    Selanik’te konuşan Kammenos “Ana muhalefet lideri yine 18 adanın Yunanistan tarafından işgal edildiğini söyledi. En iyi durumda, Uluslararası Hukuk’un ve anlaşmaların hükümlerinden haberi yok. En kötü durumda ise Yunanistan’ın egemenliğinden şüphe ediyor, topraklarımızı talep ediyor” dedi.

    Kammenos hemen ardından, Sparta Kralı Leonidas’in MÖ 480 yılında Thermopile geçidinde teslim olup silahlarını bırakmasını isteyen Pers komutan Serhas’a söylediği “Molon lave” (Gel de al) sözünü tekrarladı.

    Yunan Savunma Bakanı “Cevabımız gel de al’dır. Yunanlar öyle öğrendik. Tarihimiz bunu öğretiyor” diye konuştu.

  66. Küçükaydın, sorgulamamaya alışmış beyinleri dağıtıyor.

    Küçükaydın, gerçekten sorgulayabilen az sayıda beyinden biridir.

    Necip, bunlardan bir diğeridir.

    En çok ihtiyaç duyduğumuz eleştiriler de, işte böyle beyinlerin yekdiğerine olan eleştirileridir.

    “[Böyle] eleştiri[ler] bittiğinde çürüme başlar.”

  67. IQ Necip ve Baharat Mahabharatasi

    Ben ünlü IQ Necip
    Raj Kapoor kimmis Satyajit Ray kimmis?, Ingmar Bergman kimmis?, Akira Kurosawa kimmis?, Luis Buñuel kimmis, Andrei Tarkovsky kimmis? pipsqueak kimmis?
    Daima ileriye donuk olmali. Atamizturk bize ne demis di? Gunesın battigi yere bak demisti.
    Aamir Khan benim Hindistanli Amerikan tuccar arkadaslarimin arkadasi. Hindistan’a ne zaman gitsem,eksik olmasin, IQ’uma hurmeti oldugundan beni ziyarete gelir. Projesine Hindistanli Amerikan arkadaslarla yatirim yaptik. Simulasyonuna baktim, basarili olacaktir.
    Biliyorsunuz, bizim baharat kelimesi Mahabharata kelimesinin bir parcasi. Aamir Khan’a söyledim, dizilerine sikistiracak. Baharati ararken bulunmus Amerika’yi bulan Kolomb’u da katacak.
    Kultur tukenmez. Kultur satisle artar. Lavosier doga yasasi.

  68. Küçükaydın Fiyaskosu Ve Ulusçuluk Gerçeği

  69. 64 Anonim Zart Zurtları

    64 Anonim Zart Zurtları
    Bu durum nasıl değiştirilebilir?
    Çok kolay, senin gibi hödüklere ulusun sadece 2 yüz yıllık bir varlık olduğu öğretilerek.
    Sen yoksa o meşhur ibiş Necip misin?

  70. 65 Hortlak ve Homo Luden

    65 Hortlak,
    Wahsi’nin bataklığına batıyorsunuz. Homo Luden’ı okumanızı tavsiye ederiz.
    Siz de Dr gibi daha önce kaçmıştınız.

  71. “Bunun cevabını Küçükaydın yukarıdaki yazısında vermiş;

    ‘İnsanların kardeşliğine inanmayanlar biyolojik olarak insan olsalar bile insandan sayılmazlar.’

    ‘İnsanların kardeşliğine inanmayanlar’, yani kendilerini bir ‘ulus’a ait görenler.”

    Linki verilen yazida bu sozleri gormus, ama ‘baltayi tasa vurmus’ diyerek gecistirmis, baskalarinin da ciddiye almayacagini ummustum.

    Oyle olmamis, anlasilan. Malesef, ciddiye alan olmus..

    Bu bence ciddi bir talihsizlik.

    Ben, boyle laflari Kucukaydin’in edecegine –okumasaydim– inanmazdim. Herhalde militan (ve beyinsiz) gunlerinin hatiralari depresmis…

    Yazik.

    Kim(ler)in insandan sayilmayacagina karar vermek ruhsatini kendinde gorerek hukumler vermege baslarsa Kucukaydin, baskalari da Kucukaydin’in insandan sayilmayabilcegina hukmetmegi mesru gorebilir.

    Bunun sonunun ne olacagini gormek, uzun uzun anlatmak gerekmiyor.

    Taniyan bile varsa, Kucukaydin’dan o cumleleri metinden cikarmasini istese cok iyi olacak. Ayrica, ozur de dilerse dogrusunu yapmis olur.

    “Dolayısıyla, aksine, İnsanların (büyük harfle ‘İnsanlar’, küçük harfle – yani biyolojik – insanlar değil) olduğu bir dünya istiyorum.”

    Ne istediginize ben karar veremem, karisamam; ama, sizden ricam, soylediklerinizin ucunun nereye gittigi uzerinde biraz tefekkur etmeniz..

    (Kucuk harfle) ‘insan’i yokedilebilirligini mesrulastirmaga kalkisirsaniz, anne karnindaki ceninden tutun, zeka ozurluleri, bitkisel hayat yasayanlari, omrunun sonuna gelmis yaslilari, farkli farkli din/irk/cinsiyet/inanc kumesindekileri vs vs vb yani cok sayida insanin imhasini onermis olursunuz..

    Bunu istediginizi hic sanmiyorum.

  72. “İslam ümmetinin birliği” düşüncesi gerici bir hayaldir!
    […]
    “Kudüs kararıyla birlikte İslamcılar yeniden demagojik söylemlerini kabartma fırsatı buldular. Radikal İslamcı çevreler “Müslümanların birliği” düşüncesini öne çıkartıp, Hıristiyan Batı’yı toptan düşman ilan ederler. Emperyalist Batılı güçlerin her adımını Müslümanlara karşı yapılmış bir hareket olarak sunarlar. Onlara kalırsa, dünyada İslam ile Hıristiyanlığın savaşı yürümektedir. Aslında bu görüş Batı dünyasında da “medeniyetler çatışması” teziyle, oranın en gerici ideologlarınca paylaşılır. Dünyaya kapitalist sömürü sisteminin hükmettiği, mülk sahibi zenginlerin milyarlarca yoksul ve mülksüzü iliklerine kadar sömürdüğü, dünyayı yeniden paylaşmak için emperyalist savaşlar yürüttüğü gerçeği örtbas edilir. Her şey dine ve dinler savaşına indirgenir.
    Ama bu aynı çevreler, Ortadoğu’da İslam ülkelerinin birbirinin boğazına sarıldığını, yalnızca İslamın farklı mezheplerinin hâkim olduğu ülkelerin değil, aynı mezhepten İslam ülkelerinin de birbirlerinin altını oyduğunu ve hatta savaştıklarını unutturmak isterler. Gözlerine sokulduğunda da, bu tür çatışma ve savaşları Batılı güçlerin oyununa gelmek olarak açıklarlar. Ama neden bu oyuna bu kadar kolay gelinebildiği sorusuna bir yanıtları yoktur. Aynı şekilde, tüm bu İslam ülkelerinin Siyonizmi lanetlemekte birbiriyle ikiyüzlü bir yarışa tutuşmak dışında neden tek bir ciddi adım dahi atmadıklarını, hiçbirinin İsrail’e gerçek bir yaptırım uygulamaya neden girişmediğini, neden hiçbirinin Filistin halkının davasına sonuna kadar sahip çıkmadığını, neden hepsinin de “Hıristiyan ABD” ve “Siyonist İsrail”le arayı bir biçimde bozmamaya çabaladığını açıklamaya da pek tenezzül edilmez. Zaten açıklayamazlar da! Çünkü dünya dinler arasındaki çatışma ekseninde dönmüyor, dünya kapitalist sömürü ve irili ufaklı kapitalist güçlerin çıkar kavgaları ekseninde dönüyor. Paranın dini imanı yoktur!
    Ortadoğu’da Siyonizm halklara acılar yaşatmaya devam edebiliyorsa, bunun arkasında emperyalist büyük güçlerin yanı sıra İslam ülkelerinin petrol zengini şeyhlerinin, emirlerinin, prens bozuntularının da desteği vardır. Vaktiyle bu gericilik ve onların finanse ettiği çetelerin esas meşgalesi, Ortadoğu’da emperyalistlere karşı mücadele eden sosyalist hareketlere saldırmak idi. Onlar Amerikan 6. Filosunu kıble alıp namaza dururken, sosyalist gençler Filistin’e koşuyor, elde silah Filistinli kardeşleriyle birlikte İsrail sömürgeciliğine karşı hayatlarını ortaya koyuyorlardı.”
    […]
    “SSCB’nin sarsılmaya ve devrimci hareketlerin güçsüz düşmeye başladığı 80’li yılların sonlarına kadar, Filistin davasının diğer ülkelerdeki dostları ve kavga arkadaşları sosyalist örgütlerdi, İslamcı çevreler değil! Filistin kurtuluş hareketinin içinde kendisini sosyalist olarak tanımlayan hareketler son derece güçlüydü. O dönemde yalnızca Filistin’de değil, Afganistan’dan Mısır’a, İran’dan Lübnan’a tüm Ortadoğu’da güçlü sol hareketler mevcuttu. Yalnızca onlar değil, dünyanın tüm ülkelerindeki güçlü sosyalist hareketler Filistin’le enternasyonalist bir dayanışma sergiliyorlardı.
    O dönemde ABD, Ortadoğu’daki bu hareketlerin önünü kesmek için radikal İslamcılığı desteklemeyi öngören bir “yeşil kuşak projesi”ni hayata geçirmişti. Bunda önemli ölçüde başarılı da oldu. Amerikan emperyalizmi, Suudiler aracılığıyla, İslamcı örgütleri sola karşı besledi, büyüttü, himaye etti ve tüm bölgede hâkim hale getirmeye çalıştı, ta ki, kendi yaratığı olan bu örgütler bir noktadan sonra geri tepmeye başlayıncaya kadar. Aynı tezgâhı İsrail’in de kurduğunu biliyoruz. İsrail gerek o tarihlerde sol geleneğin bir parçası olarak görülen Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) gerekse de can düşmanı addettiği İran’daki molla rejiminin uzantısı olan Hizbullah gibi güçlerin önünü kesmek için, ince bir planla bugün Hamas olarak bilinen örgütün önünü açmıştı. İslamcılık, Filistin’de ve Ortadoğu’da etkin hale geldiyse, bunda ABD’nin ve İsrail’in bu oyunlarının da önemli bir rolü vardır.”
    […]
    Ortadoğu Savaşı, Kudüs ve Filistin Sorunu
    16 Aralık 2017 – Marksist Tutum
    http://marksist.net/ozgur-dogan/ortadogu-savasi-kudus-ve-filistin-sorunu.htm

  73. hödükün çelişkilerinden

    19 Aralık 17 / 10am
    “Muhammet’ten önce Arapların dinle “ulussuzluk” sağlayan Bizans ve İran ordularında paralı askerliği.”

    19 Aralık 17 / 6pm
    “Çok kolay, senin gibi hödüklere ulusun sadece 2 yüz yıllık bir varlık olduğu öğretilerek.”

  74. “Ne istediginize ben karar veremem, karisamam; ama, sizden ricam, soylediklerinizin ucunun nereye gittigi uzerinde biraz tefekkur etmeniz.”

    Ucunun “survival of the fittest”a gitmesi gibi mi mesela?

    “anne karnindaki ceninden tutun, zeka ozurluleri, bitkisel hayat yasayanlari, omrunun sonuna gelmis yaslilari, farkli farkli din/irk/cinsiyet/inanc kumesindekileri vs vs vb yani cok sayida insanin imhasini oner”enler “survival of the fittest”çılar diye biliyordum ben.

    Yanılıyor muyum yoksa?

  75. İbrahim'in Sesi Kesildi

    Bu site Hortlak ve Necip gibi çabuk alınan annelerinin orta sınıf kuzularıyla dolu.
    Üç yorum, Üç Yüksek IQ Numarası
    1. Sayın Halil İbrahim Özkurt,
    Dünyaya yayılan kanser tedavisini muğlak ve sonsuz soyut formüllerle anlatmak başka, kanseri anlamak başka. Tekrar edeyim. Hiç de radikal, solcu, devrimci olmayan Toynbee 1976’da sizin sözünü ettiğiniz bütün problemleri “Ana Toprak ve İnsalık” adlı kitabıyla işledi. Diğer binlece örnekler var ve 1960’lardan beri bu konu sayısız yönlerden incelendi. Son zamanlara kadar Türk solu Marksizm afyonuyla uyudu ve hatta şimdi bile uyuyanlar var. Son moda galiba anarşistlik. Bir çeşit bakire Marksizm.
    Biz kuraklıkta yağmur beklerken, eleştiri, devrim rahiplerinin elinde din, ilaç olmuş gibi. İşin kötüsü, bu dinin, eski ve geleneksel dinlere kıyasla çok daha yavan oluşu.
    Sıradan politikacılar ve yamakları bilim adamları soyutlaştıma ve dolayısıyla banalleştirip etkisiz kılmayı çok daha iyi becerirler. Solcu/Sağcı-marksist-anarşist-devrimci ninnileri çok sıkıcı.
    Konu sergilediğiniz kadar basit değil.
    Kanserin ilk medeniyetteki metastazları çok: devlet, bürokrasi, tapınak, ruhanilik pez*venkleri rahipler, okul, bilgi pez*venkleri öğretmenler, şehir, alış veriş dili aritmetik, ilk makine [dışardan emirle çalışan parçalar (insanlar) yığını], yazı …
    Bunlar, yüksek zekalı entelektüel aydınları tatmin edici kazananlar tarihinden ampirik, materyalist, bilimsel kanıtlar.
    Kaybeden bir yerli kafasında aydın, entelektüel antropologu canlandırıp “sorularıyla bize işkence ediyorlar” der.
    Burada sadece sizin bilmediğiniz bir ayrıntıya değineceğim.
    İlk medeniyetle başlayan çok önemli bir bilinç pisliğine bu sayfada rastlayınca sadece pisliğin çok derinlere kadar işlemiş olduğuna değinmekle yetindim. Galiba daha iyi anlatmak lazım.
    .
    İlk medeniyetle doğup başımıza hem sağ hem solun bela ettiği bir mit var. “KURTULUŞ” miti.
    Bu mite ilk medeniyet ve fırlamaları dışındaki hiç bir toplumda rastlanmaz.
    Roma imparatorluğundaki ayaklanmalarda yer alan medenileşmiş yerlerden gelen kölelerle bu mitin olmadığı yerden gelen köleler arasındaki farkları okuyabilirsiniz.
    19. ve 20. yüz yıllarda bütün Türk soluna örnek olan ilk medeniyetin son mirasçısı Avrupa sömürücülerini sırtlarında atmaya çalışanların bu kurtuluş mitinden yoksunluğu yerliler arasında vahim sorunlar yarattı.
    Bu kurtuluş mitinin en güçlü ve olasılığı en akla yatkın en son biçimini sağ ve solcular kardeş kardeş paylaştılar ve paylaşıyorlar.
    Mitin en son tenasühünün kısa bir özeti:
    Kurtulmamıza engel olan o alçak evrime şimdi biz insanlar yön vereceğiz. Bedensiz salt kelleleşeceğiz. Kuvantum fiziğinin buyurduğu gibi aynı anda her yerde olacağız, bin bir delikten aynı anda geçeceğiz. Böylece tamamıyla ruhanileşip salt denklemlerden veya sembol dizilerinden oluşan varlıklar olacağız. Tam ve gerçek bir demokrasiye kavuşacağız, her kes yapay zekalı olacak, pis işleri robotlar yapacak. Kurtulmamıza engel olan rahatsızlıklar ve huzur bozucu seks, hastalık, hatıralar, acılar vs. gibi gereksiz fazlalıklar ortadan kalkacak. Atom altı parçacıkları gibi uzayda vızır vızır dolaşan turistler olacağız.
    50-100 kişiden oluşan komünler GALİBA, ÖZGÜR BİREY HALİNE DÖNEREK, YARATTIĞI BİLİMİ DE KULLANARAK
    ellerindeki akıllı telefonla DOĞRUDAN DEMOKRASİ seçimlere katılacak.
    Brezilya’da her yerde hazır ve nazır adi ve alçak baraj teknisyeniyle çıplak bir yerli kadın arasında geçen konuşma:
    – Bize daha çok enerji lazım.
    – Geldiğinizden beri daha, daha, daha çok enerji peşindesiniz. Bize nasıl yaşandığını sormak aklınızdan bile geçmedi.
    Bu konuşma Sahlins’in “Taş devri: Bolluk Devri” kitabını özetler.
    50-100 kişiden oluşan “komünler” çıplaklar gibi mi yaşayacaklar, yoksa telefonlarına bakmaktan kendilerin kimin besleyip eğlendirdiğini düşünmeyen günümüz zombileri gibi mi yaşayacaklar?

    2. Sayın Halil İbrahim Özkurt,
    “Günümüzde birçok alanda olduğu gibi, politik alanda da sağlıklı bir çözüm ve inşa için, maddenin atomaltı parçacıklarının davranışları ( kuantum fiziği ) dikkate alınmalı diye düşünüyorum.”
    Size zahmet şu “Günümüzde birçok alanda” sağlıklı çözümlerden örnekler verir misiniz?
    Yoksulluk? Eğitim? Sağlık? Tarım? Toprak kirliliği? Hava kirliliği? Su kirliliği? Taşıt-Trafik kirliliği? Üretim-tüketim kirliği? Ruhsuz insanların kirliliği? Banka kirliliği? İlahileştirilen ekonomi kirliliği? Sağ/sol devrimci politikacılar kirliliği? Sağ/sol devrimci kirliliği temizleme kirliliği? Politika kirliliği? …

    3. Sayın Halil İbrahim Özkurt,

    Kuantum, Marks, Bakunin, Lenin, Engels falan filan süper yıldızları bilmeyen geri kalmış bazı çıplak veya yarı çıplaklar arasında çocuklara büyük işler başaranlardan uzak durmaları, aksi halde eninde sonunda onlara köle olacakları öğretilir.

    Benzerini 18. yüz yıl şair söyler:
    “He who would do good to another must do it in minute particulars. General good is the plea of the scoundrel, hypocrite, and flatterer.”
    “Çeviri”:
    “Bir başkasına iyilik ufak tefek çapta yapılmalı. Herkes için büyük yardımı sahtekâr, ikiyüzlü, yaltakçılar savunur.”

    Afrikalı bir antropolog son 40-50 felaketlerinde yardımın %98’inin komşulardan geldiğini ispat etti. Büyük iyilikseverlerden gelen büyük yardımların %98’i ülke içindeki büyüklerin büyük ceplerine büyük yardımda bulunmuşlar.

  76. Mezar kackini wahsi,
    İnsanlar bilimden uzak tutmak için,dilini, gözünü, kulağını,tüm duyum organlarını çıkartıp mezaristan ami yollayacaksin?..
    Bitkiler bile ışığa, yukarıya doğru hareket yaparken…
    kabrime gelme, yaklaşma istemeeeee

  77. “Ucunun “survival of the fittest”a gitmesi gibi mi mesela?”

    Bunu daha once burada tartistik zaten, turler arasi mucadeleden (ya da, ‘tur’un ‘doga’ya karsi mucadelesinden) bahsediyor degiliz.

    ‘Tur’ icinden birilerinin cikip –sanki daha iyisini bilmeleri mumkunmus gibi– toptanci bir sekilde ‘tur-ici’ mudahalelere (budamalara) yonelmesinin ismi ‘Eugenics’tir.

    https://en.wikipedia.org/wiki/Eugenics

    [Turkce wikipedia linkini bilerek vermiyorum; cunku hem tercume cok yetersiz yapilmis, hem de (yazan her kim ise) Eugenics taraftariymis gibi duruyor.]

    ‘Eugenics’ hakkinda daha once burada yazdim. Tekrarlamak anlamina gelecek seyler yazmak icin zamanim yok malesef; ama, iyi bir sey olmadigini, sonuclarinin da hep husran oldugunu soyleyebilirim.

  78. Necip bey, materyalist, pozitivist (olgucu) ve pragmatist misiniz?

  79. "74 hödükün çelişkileri"ne cevap

    Yazınızı [] içine aldım.
    [74 hödükün çelişkilerinden 19 Aralık 17 / 7pm
    19 Aralık 17 / 10am
    “Muhammet’ten önce Arapların dinle “ulussuzluk” sağlayan Bizans ve İran ordularında paralı askerliği.”
    19 Aralık 17 / 6pm
    “Çok kolay, senin gibi hödüklere ulusun sadece 2 yüz yıllık bir varlık olduğu öğretilerek.”]
    Sayın arkadaş, samimi olarak söylüyorum, hödük olduğumu kabul ederim. Mezar taşıma “hiçbir şey anlamadı” yazılsa bana çok uygun düşer. Ama sizden de özür dilerim. Bu sitedeki katkılarımın asıl amacı burnu havada gezen ve hödük olmadıklarına inananların burunlarını kırmak. En derin ve en dürüst düşünürler bilgimizin kısıtlı olduğunu, yazdıklarını bilinenler sınırları içinde kaleme aldıklarını başta söylerler.
    Hödüklükle ilgili en sevdiğim olmuş olaylardan biri:
    Yerliler bir akıl devrinin Avrupalısı sarışın mavi gözlünün mısır tarlasına rastlarlar ve yemeye başlarlar. Mavi gözlü sarışın tüfekle gelir.
    – Durun yoksa ateş ederim!
    – Neden?
    – Mısır benim!
    – Allah, Allah. Tohum lazım, toprak lazım, su lazım, güneş lazım ve hatta bazen hepsi olsa da, mısır olmuyor, tanrılardan yardım da lazım. Sen nasıl bu kadar şeyin sahibi olmuşsun?
    Sanırım hâlâ bu akıl yürütme cambazlarının b*ku içinde yüzdüğümüzü hatırlatmama gerek yok.
    Ben ciddi konularda bütün öğrendiklerimi kitaplardan öğrendim sizin “ulus” kelimesini kullanmada gördüğüm büyük yanlışlığı kitaplar sıralayarak gevezelik edecek değilim. Bu siteye katkı yapmaya başlayalı benzeri sorunları defalarca yaşadım ve tek çarem, istemeyerek, İnternet’te bazı kaynaklar bulup göndermek oldu. Daha önce ve şimdi bulduklarım beni tatmin etmediyse de düşündüğüme az çok uydu. Yine de Fredy Perlman’ın “Milliyetçiliğin Bitmeyen Çekiciliği” makalesini tavsiye ederim. İnternet’te kolayca bulursunuz.
    Ulussuzluk kelimesini tırnak içinde yazmam kelimenin bahsi geçen zaman dilimine uymamasına dikkat çekmek içindi. Osmanlı Ulusu, Roma Ulusu, Bizans Ulusu, İran Ulusu, Asur ulusu, Sümer Ulusu, Hitit Ulusu, Emevi Ulusu, Abbasi Ulusu, Çin Ulusu, Inka Ulusu, Aztek Ulusu vs. terimlerinde “ulus” kelimesinin tuhaflığı gibi.
    Her neyse.
    Şimdi de İnternet’te dandikler dandiği Vikipedia’ya başvurdum:
    https://tr.wikipedia.org/wiki/Millet:
    “Fransız ihtilali yükselen ulus mantığı millet kavramını bünyesine katmıştır. Millet kavramı Arapça, ulus Türkçe’dir. Millet kavramı ile ilgili olarak milliyetçi yorum kadar dini yorumlar da bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de çok yerde millet kavramı geçmektedir. Millet bu anlamda bir inanç ve din topluluğunu kastetmektedir. Fransız İhtilali ile beraber daha çok etnik temelli bir millet kavramı (ulus) ortaya çıkmıştır. ”

    Hatta solcuların sevgilisi “uluslararası” kelimesi şöyle doğdu. Fransız ihtilalinden sonra solcular “ulusculuğu” savundular. Sağcılar bu kavramın bir altın kaynağı olduğunu görüp hemen sahip çıktılar.
    Bunun üzerine donları indirilen solcular “uluslararası”cı oldular. Ve bu uluslararasılıcığıyla dünyanı sömürüsünü şimdiye kadar önlemekteler, maşallah. Laf ucuz!

    19. ve 20. yüz yıl tarihine “dünyanın her yerinde saray civarlarında büyümüş uzun antenli yerli cinler veya sömürenlerin yetiştirdiği yine yeni yerli cinlerin halkları ‘ulus’ ideolojisiyle hoplatıp zıplatması” devri adı verilse abartma olmaz.
    Napolyan’ın dahiliği bu hoplatıp zıplamayı asker toplamada kullanması.

    Diğer bir sık rastlanan ve karıştırılan ama bağlam içinde ayırt edilebilen iki diğer kavram da “ulus” ve “ulusal devlet”. Bakınız: https://tr.wikipedia.org/wiki/Ulus_devlet

  80. Sözde Vahşi yahut Medeni Vahşi’ye söylenmesi gereken tek şey

    Daha önce de kendisine söylenmişti. Fakat, her zaman olduğu gibi, her çürütüldüğünde çıkardığı anlamsız sesler dışında, kendisinden bir cevap gelmemişti.

    Medeniyetin yazısını / alfabesini kullanmadan düşüncelerini başkalarına ulaştıramayan bir ciddiyetsiz olarak, önce burayı, ardından bütün diğer insanları terkederek bir dağ başına, yahut bir çöle, yahut bir ormana giderek savunduğun ilkel yaşam tarzını kendin uygulamadığın sürece, burada yazdığın her şey sadece senin ciddiyetsizliğinin kanıtı olacaktır.

  81. “Şimdi de İnternet’te dandikler dandiği Vikipedia’ya başvurdum:”

    Insallah basiniz hasar gormemistir.

    Diyorum.. cunku, oradan alintiladiginiz su cumleden, Turkcenin neresini zorlarsam zorlayayim, bir anlam cikaramadim.

    “Fransız ihtilali yükselen ulus mantığı millet kavramını bünyesine katmıştır.”

    Bir de, tabii ki, devamindaki bu cumle var.. evlere senlik.

    “Millet kavramı Arapça, ulus Türkçe’dir.”

    Bunu yazan andavalli, daha ‘kelime’ ile ‘kavram’ arasindaki farki bile bilmiyor; tutmus boyundan fersah fersah buyuk bir konuda ‘makale’ yazmaga kalkismis.

    Cahil cureti ancak bu kadar olur.

    ‘Kavram’in Turkce ya da Arapca filani olmaz; ‘kelime’nin olur.

    [Ben, biraz da bu yuzden, Turkce Wikipedia’ya itibar etmiyorum. Yari cahillerin, bazan faydali olmak bazan da hava atmak icin, isgal ettikleri bir mecra olmaktan ileri gidemedi malesef.]

    “Millet kavramı ile ilgili olarak milliyetçi yorum kadar dini yorumlar da bulunmaktadır.”

    Bu, ‘baska yok’ demek midir?

    “Kur’an-ı Kerim’de çok yerde millet kavramı geçmektedir. Millet bu anlamda bir inanç ve din topluluğunu kastetmektedir.”

    Degil.

    Yani, sadece o kadar degil.

    ‘Millet’ kadim gelenekte, disaridan bakildiginda yeterince benzer karakteristikler gosteren bireyler topluluguna verilen isimdir.

    Ornek: [Galiba GirGir’da gormustum]

    Cocuk babasina sorar: ‘Baba, dunyanin en kudretli milleti hangisidir?’. Baba: ‘Erkek milleti, oglum.’

    Bir de, ‘cin milleti’ filan da vardir.

    Dolayisi ile, ‘birey’i bilerek sectim; cunku, ‘birey’ insan olmak zorunda da degil.

    Hepimizin duydugu, eski dilde, ‘Ermeni Milleti’, ‘Rum Milleti’ vb gibi tamlamalardaki ‘millet’ onlarin inanc dairesine isaret etmekte fakat etnik iceriginin ayni oldugu iddiasini tasimamaktadir.

    “Fransız İhtilali ile beraber daha çok etnik temelli bir millet kavramı (ulus) ortaya çıkmıştır.”

    Hikaye!

    Ondan once yokmus da Fransiz Ihtilali ile (‘çok etnik temelli bir millet kavramı (ulus)’) icad edilmis degil.

    Yukaridaki ornekte oldugu uzere, ‘Rum Milleti’ dedigimiz zaman Karaman Rumlarini da ayni kefeye koyuyorduk; halbuki, onlar Rum Ortodoks kilisesine bagli olsalar bile Turk idiler ve Turkce konusuyorlardi.

    Bu arada, ben, ‘ulus’un neresinin Turkce oldugunu da, ne anlama geldigini de bilmiyorum.

  82. “materyalist, pozitivist (olgucu) ve pragmatist misiniz?”

    Istifadeli (mustefid) buldugum zamanlarda, evet.

  83. Sayın 77 Hortlak

    ” İnsanlar bilimden uzak tutmak için,dilini, gözünü, kulağını,tüm duyum organlarını çıkartıp mezaristan ami yollayacaksin?.. Bitkiler bile ışığa, yukarıya doğru hareket yaparken…”
    Cin gibisiniz vallahi, yutmamışsınız.
    Siz Newton kadar keskin bir doğa muhasebecisi-emlakçısısınız ama sizi kimse daha henüz deşifre etmemiş.
    Bu keskinliğinizin sırrı ne? Necip gibi yüksek IQ zekanız mı? Yoksa, doğuştan getirdiğiniz faşit-polis ruhunuz mu?
    IQ Necip’in de henüz kimse kodunu çözmemiş. Birleşseniz hiç de fena olmaz. O yumuşak faşit, siz sert faşist. Eğer birinizden biri kadınsanız, çocuk ortalama olur. Her halükarda, Berlin’de cinsiyet değiştirme bir sorun olmamalı. Ben burad sık sık yaptırırım. Tavsiye ederim. Belki biraz gevşersiniz.

  84. Sayın 81 anonim

    Sayın 81 anonim
    “Daha önce de kendisine söylenmişti. Fakat, her zaman olduğu gibi, HER ÇÜRÜTÜLDÜĞÜNDE ÇIKARDIĞI ANLAMSIZ SESLER DIŞINDA, KENDİSİNDEN BİR CEVAP GELMEMİŞTİ”
    Vahşiden ANLAMSIZ SESLER dışında cevaplar bekleyecek kadar enayi dümbeleği misiniz? Olmaz! Yeteneğinizi bir vahşiyle israf etmeyin.

    Hemen “ÇELİŞKİ BULMA VE TEMİZLEME ÖZEL POLİS” şirketi kurun! Kendinizi harcamayın. işleyen demir pas tutmaz.

    Bir örnek vereyim, geri kalanını sizin yüksek zekanız doldurur.

    Pislik, haksızlık, adaletsizlik, sefalet, her gittikleri yerde köpek muamalesi gördüklerinden dert yanan insanları toplarsınız. Eğer üç gün içinde pisliksiz, haksızlıksız, sefaletsiz, köpek muamalesi görmeyecekleri yerleri bulup gitmezlerse ya hapise atar veya para cezası kesersiniz.
    Ama en büyük geliriniz sizin gibi uslu, temiz, terbiyeli, evcilleşmiş, analarını kuzuları kravatlı erkek-kadınlar orta sınıfların bağışlarla sağlanır. Bu kaymak tabaka mikropsuz, antiseptik ortamda yaşamak, mutlu olmak amacı güder. Yani, bu siteyi dolduran iyi tahsilli, iyi maaşlı, iyi meslekli, sarışın karılı, sarışın çocuklu, güzel daireli, yüklü banka hesaplı sağcı/solcu-devrimci-marksist- üretimci anarşist-dünyayı ıslah etmek isteyen sorumlu yapıcı ve olumlu vatandaş falan filanlar.

    Sizin büyük babanız Hitler benzerini nerdeyse başardı. Benim gibi pisliğinizi burnunuza sürenlerden o da nefret etti. Daha yakınınızda Er-Doğan da Hitler’den pek geri kalmış sayılmaz. Hitler taklitçileri gittikçe artmakta. Çabuk davranın. Eğer işletmecilik hususunda yardım isterseniz eminim zamanımız yumuşak faşistlerinden olan Necip size yardım eder.

  85. Wikipedia - Necip - Recep Tayyip Erdoğan

    Wikipedia linki vermişsin de, senin canla başla savunduğun Recep Tayyip Erdoğan’ın emri doğrultusunda siteye erişim sağlanamıyor Necip. Buna ne diyeceksin?

    Şunu mu: ‘Linkin basina 0 (sifir) yazarak, veya IP ayarlarinizi degistirerek, veya VPN kullanarak siteye erisebilirsiniz.’

    Yoksa şunu mu: ‘Sizin canla basla savundugunuz CKP politburo’sunun emri dogrultusunda, Cin genelinde, ‘facebook’ basta olmak uzere pek cok siteye erisim saglanamiyor. Buna ne diyeceksiniz?’

  86. “Karaman Rumlarini da ayni kefeye koyuyorduk; halbuki, onlar Rum Ortodoks kilisesine bagli olsalar bile Turk idiler ve Turkce konusuyorlardi.”

    Burası tartışmalı.

    Yani, Ortodoks Karamanlıların Hıristiyanlaşmış Türkler mi, yoksa anadillerini unutup Türkleşmiş (veya daha doğru bir ifadeyle Türkofon) Rumlar mı oldukları tarihçiler arasında tartışılıyor.

    Anadolu’da Müslüman Türk yerleşiminden önce de Hıristiyan Türklerin olduğu, Bizans hizmetindeki bu Türklerin Malazgirt savaşına katıldığı biliniyor. Bu nedenle Türk oldukları söylenebileceği gibi, Türkleşmiş Rumlar olmaları da ihtimal dahilindedir. Veya bu farklı toplulukların karıştığı bir cemaat de olabilirler.

  87. Kendi yazdigima atifta bulunmak bahasina, bunu biraz acmam gerekiyor.

    “Istifadeli (mustefid) buldugum zamanlarda, evet.”

    Materyalist miyim?

    Eger sosyal iliskileri (disaridan bakip[) analiz ediyorsam, evet. Materyalist bakis, onemli detaylari kesfetmek acisindan faydali bir yaklasim olabilir. Her zaman oyledir demiyorum; ama, reddedecek kadar da alakasiz degil.

    Fakat, bu yaklasimi kendi hayatimda uygular miyim? Hayir. Ezici cogunlukla hayir.

    Cunku, ne ben, ne de insanlarin (birey anlaminda) cogunlugu/tamami birbiriyle olan iliskilerinde ‘material’ cikarlari her zaman birinci sirada tutar(iz).

    Benzer bir konuyu, gercek hayatta, gundeme getiren bir ahbabima, birakin baskalarina karinca kararinca ve karsiliksiz yardim etmegi, evimizdeki kedilerimizle olan iliskimizi materyalist cercevede aciklayamadigimi itiraf etmistim.

    Maddi anlamda sadece masraf ve manevi anlamda da cogunlukla endise kaynagi olan, dahasi beni adam yerine bile koymayan (‘gel’ desem, keyfi cekmiyorsa, gelmeyen; ‘dur’ desem, aklina yatmiyorsa, orali bile olmayan) bu mahluklarla benim materyalist cercevede anlamli bulunabilecek neyim olabilir ki?

    Baska tonla ornek bulunabilir; ama, tek basina bu bile, benim gercek hayatta tutarli bir masteryalist olamadigimi, olamayacagimi acikca gosteriyor.

    Ve, ben bundan sikayetci filan da degilim.

    Positivist miyim? Evet, ama, hep degil.

    Olmak da mumkun degil.

    ‘Bilim’ dedigimiz anlama gayretinde ‘positivism’in yeri var ve onemlidir; tamam. Ama, abartmamak lazim. ‘Bilgi’ dedigimiz seyin yegane kaynagi kendi aklimiz ya da gozlemlerimiz degil. O kadar ‘omni’ degiliz.

    Baska ‘bilgi’ kaynaklari var –hemen yanibasimizda–; ve bunlarin kaynagini bilmedigimiz gibi, mekanizmanin nasil isledigi hakkinda en kucuk bir bilgimiz dahi yok.

    Aklima iki ornek geliyor:

    Topraga dusen tohumdan buyuyen fidanin alacagi seklin ne olacagi bilgisi nerede? Gul agaclarinin hepsinin birbirine benzer (ama azicik farkli) olmasi nasil oluyor?

    Ya da, herhangi bir canlinin hangi hucresinin ne olacagina karar veren ‘bilgi’ nerededir? Yani, ‘kok hucre’ neye danisarak ‘tirnak’, ‘sac’, ya da ‘noron’ (veya baska bir hucre) olacagina hangi bilgiyi kullanarak karar veriyor? Rastgele olmadigi asikar da, bunun mekanizmasi nedir?

    Bilmiyoruz.

    ‘Uzman’ina sorarsaniz, size, bir suru fiyakali kelime ile bir seyler anlatir; ama, ozunde –sadece isimler yumurtlamaktan oteye gecmeyen– bir hikaye anlatir. O da bilmiyordur. Bilmiyoruz.

    Dolayisi ile, positivism, ‘bilimsel’ iddialari sorgularken istifadeli; ama, gercek hayatta cok da kullanisli degil bence.

    Pragmatist miyim? Gunluk hayattaki karsiligi cinsinden bakiyorsak, evet. Herhangi bir seyin, faaliyetin –bence– bir amaci olmali ve o amaca hizmet etmeli. Bir problemi cozmek, bir ihtiyaci karsilamak degilse bir faaliyetin amaci, benim gozumde kiymeti duser –cok duser.

    Fakat, zaman icinde, bunu da cok fazla abartmamak gerektigini biraz ogrendim. Yani, ‘amac’in mesru olup olmadigina karar vermek acisindan eskisi kadar tez-canli degilim. ‘Amac’in ne oldugunu dahi anlamamis olmak ihtimalimi gozardi etmemegi de ogrendim –her zaman aklima gelmese bile, hatirlatildiginda durmagi becerebiliyorum cogu zaman.

    Bunca laf salatasi sonunda, daha once burada yazmistim diye hatirliyorum, benim kendime uygun gorecegim kelime ‘relativist’ olabilir. Bunu da, ‘bazan oyle, bazan boyle bakmak’ anlaminda soyluyorum.

    ‘Zaman’, insana, saf beyaz veya saf siyah arasinda, griler dahil, cok degisik renklerin oldugunu, olabildigini ogretiyor.

  88. Kahrolsun “gerici” (!) ümmetçilik!
    Yaşasın “ilerici” (!) ulusçuluk!
    İlerici ulus-devletin ilerici medyasının ilerici bir yazarı yazıyor;

    ‘Araplar bizi arkadan vurdu’ o kadar da yalan değilmiş!

    CUMHURBAŞKANI Erdoğan, çok değil daha geçen temmuz ayında…
    Şöyle demişti:
    “Geçmişte ders kitaplarımızda kasıtlı ve yanlış bir şekilde yer alan ‘Araplar bizi arkadan vurdu’ yalanını artık bir kenara bırakmanın zamanı gelmiştir.”
    *
    Birleşik Arap Emirlikleri’nin densiz Dışişleri Bakanı, Medine’yi kahramanca savunan Fahreddin Paşa için “hırsız” deyince…
    Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kez “Araplar bizi arkadan vurdu” tezine hak verdiğini gösterir bir çıkış yaptı.
    *
    Söz konusu densize şöyle çıkıştı Erdoğan:
    “Fahrettin Paşa Medine’yi 2 yıl 7 ay müdafaa etti. Ey bize bühtanda bulunan zavallı! Senin ceddin neredeydi?”
    *
    Sorunun cevabını ben vereyim:
    O densizin ceddi, o sırada bizi arkamızdan vurmakla meşguldü.
    *
    Demek ki neymiş?
    “Araplar bizi arkadan vurdu” tezi… O kadar da yalan değilmiş.
    *
    Demek ki neymiş?
    “Araplar bizi arkadan vurdu” tezini… Bir kenara bırakmanın vakti tam olarak gelmemiş.

    Araplar “biz”i arkadan vurdu!
    Ümmetin “biz”i kötü!
    Ulusun “biz”i iyi!
    İnsanlığın veya işçi-emekçi sınıfın “biz”inden bahsetmek ise ütopya!

    “Bir diğer önemli nokta da bu sözde arkadan bıçaklanan “biz”in kim olduğudur. Bu söylem işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin değil ancak kendini Osmanlı egemen sınıfıyla özdeşleştirenlerin söylemi olabilir. Zira egemenler tarafından kışkırtılıp hedef saptırılmadıkça emekçi halk kitlelerinin genel olarak birbiriyle alıp veremediği yoktur. Tüm dünya işçi sınıfı ve emekçi kitleleri için tek bir “biz” vardır, o da sınıf kardeşliğini ifade eden “biz”dir. Oysa egemenler halkı kendi çıkarları doğrultusunda seferber edebilmek için sanki sömüren/ezen sınıfla, sömürülen/ezilen sınıf arasında ortak çıkarlar varmış gibi sınıflar arası bir “biz” söylemini kullanırlar. Yoktur böyle bir “biz”.”

    Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir / Marksist Tutum
    http://marksist.net/deniz-morali/ermeni-sorunu-gercekler-direngendir.htm

  89. Berzanîler/PDK Bahane, Cehşlerin Hedefi Kürdistan!
    Nasname
    http://www.nasname.com/a/berzaniler-pdk-bahane-cehslerin-hedefi-kurdistan

    “Yıllardır bir noktaya dikkat çekiyoruz ve diyoruz ki; Berzanî şahsında bağımsızlığa saldırıyorlar. Esas dertleri Kürdlerin devletleşme olasılığı iledir. Tıpkı PKK gibi Goran/Komel/YNK-Hero da aynı “demokrasi” söylemleriyle devlet karşıtlığı temelinde Berzanî’ye saldırıyorlar.
    Sorun ne Berzanî düşmanlığı, ne PDK politikaları ne de farklı partiler arasındaki görüş ayrılığıdır. Sorun, devletleşmek isteyenler ile buna karşı olan devletlerin ve bu devletlerin yerel piyonları arasındaki kavgadır. Berzanî’nin hedef seçilmesi ise, birey olarak bağımsızlık/devletleşme ile özdeşleşmiş olması ve bu konudaki kararlı duruşudur.
    Doğu Perinçeklerin, Yalçın Küçüklerin, İranlı Mollaların, Saddamların, Türk-İslamcıların ve enva i çeşit devletçi ırkçıların Berzanî düşmanlığı bayrağını, PKK-Goran-KOMEL-YNK-Hero, orta yolcu aydıncıklar ve kişiliğini satmış çürük yaratıklar devraldılar.
    Gerekçe ne olursa olsun Berzanî’ye saldıranların ortak noktası Kürdlerin devletleşmesine karşı olmaları ve egemen devletlerin sözcülüğünü yapmalarıdır. Kimi “demokrasi”, kimi “eleştiri özgürlüğü” kimi de “herkese eşit mesafe” yalanına sığınarak Berzanî’ye/devletleşmeye saldırdılar.”

    “Son olaylar bir kez daha gösterdi ki, Berzanî düşmanlığının altında yatan gerçek nedenin Kürdistan düşmanlığı olduğudur. Bu gerçeklik artık tartışılmayacak kadar açıktır. Yıllardır bu noktaya dikkat çektik ve “Kürdler, Berzanî şahsında düşmanlıklarını dışa vuran farklı ihanetçilere, cehşlere ve satılmışlara karşı Kürdistanî cephede saflarını tutmalı ve Berzanî’ye sahip çıkmalıdır. Berzanî’ye sahip çıkmak Kürdlerin devletleşme hakkına sahip çıkmaktır” dedik…”

  90. “Wikipedia linki vermişsin de, senin canla başla savunduğun Recep Tayyip Erdoğan’ın emri doğrultusunda siteye erişim sağlanamıyor Necip. Buna ne diyeceksin?”

    Ben, sanki, bu yasagin –bir RTE fermani degil de– bir mahkeme karari ile oldugunu hatirlar gibiyim. Tabii ki, yaniliyor olabilirim.

    Eh, madem canla basla RTE’yi savundugum bu kadar asikar, o zaman –haliyle– yapilan ve yapilmayan herseyin sormlusu da ben olmak zorundayim.

    Kendimi cezalandirmak icin, ilk is, hic girmedigim halde siyaseti birakiyorum. Koseme cekilip cicek sulamakla tuketecegim omrumun geri kalanini.

    Bu ceza sizin icin yeterli degilse, uygulanabilir onerilerinizi yazmaktan geri durmayin lutfen.

    “Şunu mu: [..]”

    “Yoksa şunu mu: [..]”

    Mahkeme kararinin iptali icin dava acmaga ne dersiniz?

    Sonucu alincaya kadar da, evet, VPN kullanmak fena fikir degil bence. Ben oyle yapiyorum.

  91. “Anadolu’da Müslüman Türk yerleşiminden önce de Hıristiyan Türklerin olduğu, Bizans hizmetindeki bu Türklerin Malazgirt savaşına katıldığı biliniyor.”

    Dogru. Ve, sayilari da hic de az degildi diye hatirliyorum.

    “Bu nedenle Türk oldukları söylenebileceği gibi, Türkleşmiş Rumlar olmaları da ihtimal dahilindedir. Veya bu farklı toplulukların karıştığı bir cemaat de olabilirler.”

    Bu ihtimalleri saymak, tabii ki, mumkun.

    Ama, ‘Türkleşmiş Rumlar’ olmalari bana cok da isabetli bir iddia gibi gelmiyor.

    Anadolu’da (hatta Balkanlarda) ‘Türkleş’menin en kestirme/yaygin yolu, once Musluman olmak sonra da konusma dilini Turkce olarak benimsemek (ve yazi dilini de Arap alfabesine cevirmek) olarak goruluyor.

    Fakat, ote yandan, bunun enteresena istisnalari da yok degil.

    Ilk aklima gelen, Oflular (Trabzon). Yakin zamana kadar gunluk dilleri Rumca olmasina ragmen, bilindigi uzere, Musluman din adamlari yetistirmek acisindan ulkede bir tekel olusturdular neredeyse.

    Bir de, tabii ki, Kurt Alevileri var. Martin van Bruinessen’in uzerinde calisip, afalladigi bir ornek.

    Bu ornekler var.

    Var da, Karaman Rumlarinin varligi, bize, en azindan ‘millet’ kavraminin her bakimdan ve her zaman homojen/uniform bir kitleyi ifade etmedigini gostermesi acisindan yeterli sayilabildigini dusunuyorum.

  92. Hortlak ve Berlin Bakire Marksistler

    Berlin Bakire Kız Oğlan Kız Marksistler Örgütü (BBKOKMÖ) kapalı kapı arkası bir toplantıdan sonra Hortlak’ı Irak’da 2017 Karbala Arbaeen’e yollamaya karar verdiler.
    2016 yılında 17-20 milyon insanın Karbala Arbaeen’e katıldığını öğrenen 17-20 kişiden oluşan geçmiş ve gelecek fosilleri BBKOKMÖ bu farkın sırrına varmak için o diyarlardan gelen Hortlak’ı masrafları kendi cüzdanında ödemek şartıyla Irak’a göndermeye karar verdi.
    Ne var ki bu Hortlak ailesinde bir sorun yarattı. Paranın az, özür dilerim, demokrasinin az olduğu yerden gelen aile servetini dönercilik yaparak kazanmıştı ve paranın böyle b*ktan işlere heder edilmesini hoş karşılamadılar.
    Aile çoktan beri Hortlak’ın politika bilgi ve yeteneklerini Türkçe öğrenmekle keskinleştirip geldikleri bölgeye dönmesini ve Merkel gibi adam olarak politika yatırımını sevgili halklarının geleceklerine yapmasını daha uygun buluyorlardı.
    Ama yüksek Almanca ırka alışmış Hortlak, ne ailesinin geldiği yere ne de Irak’a gidip alçak ırklar arasına karışmak istemiyordu.
    Fakat aynı zamanda bazı pürüzler de var.
    Örneğin BBKOKMO uluslararacılığı inancı.
    Ailesinin 30-40 yıl içinde çok az gelişmişlikten çok paralı olmaya zıplamaları.
    İki ateş arasında kalan Hortlak, Engels amcasının diyalektiğiyle Aile-Demokrasi-Para ve Lenin-AmpiriKritik-Necip-Hipotez-Teoriyi evlendirip ampirik çalışmayı seçer.
    Sayın Hortlak’ın Irak’taki ampirik çalışmasını YouDupe, “The road to Karbala” videosunda izleyebilirsiniz.
    Not: Hortlak hortlak olduğundan videoyada görmek için Alamanya’da en son Marksist-Leninist falan filanlar el değmeden teknolojisiyle, yani tam Hortlak’ın ideali gibi, bakire üretilmiş gözlük almanız gerekir.

  93. Necip-Oğlu Fasılları 1

    Cocuk babasina sorar: ‘Baba, sende zeka cok ama zeka ne demek?’. Necip: ‘Kesin koku demek, oglum.’ Cocuk: “dairemizin hep cok pis kokmasını simdi anladim!’
    Cocuk babasina sorar: ‘Baba, benim bir sınıf arkadasim ‘dokumak” yerine “tokumak” diyor, neden?’. Necip: ‘O dag Turkcesi konusuyor, oglum.’ Cocuk: “yani, konusmasini bilmiyor mu?’ Necip: “Biliyor ama benim gibi yuksek maasli is bulamaz olamaz, oglum.” Cocuk: “Biri bana ‘dagda yasayanlar devletten uzak durmak, ozgur olmak icin dagda yasarlar’ dedi.” Necip: “O da kimmis? Sen para istiyor musun? Yoksa, istemiyor musun?”

    Necip bir gün boğazı geçmek ister.
    Kayıkçıya sorar: “Fırtına çıkacak mı?” Kayıkçı cevap verir “Ne bilirem firtina cikacak mi” Necip: “Sen doğru dürüst Türkçe bilmiyorsun. Hayatının yarısı gitmiş.”
    Boğazın ortasında fırtına çıkar, kayık batacak.
    Kayıkçı sorar: “Kelli felli efendi, yuzmasini bilirmisen?”
    Necip: “Hayır.”
    Kayıkçı: “Pohu yedin, efendi. Butun hayatin gitti!”

  94. “”Fahreddin Paşa’yı ve Medine müdafaasını bilmezsek, işte bir kendini bilmez çıkar, bize ‘Erdoğan’ın ecdadı işte böyledir’, adeta ‘hırsızdır’ diyecek kadar adileşir, alçaklaşır, ileri gider. Bu adam neyin şımarığıdır? Petrolün, elindeki paranın şımarığıdır.”

    Bu adam neyin şımarığıdır? Makamının, elindeki devlet aygıtının şımarığıdır.

  95. Arabaların bizi arkadan vurmasi, açıkça vurması kadar haklı birşey varmı?
    Delidogan her zamanki gibi Kendi suçunu görmeyen biri…5.yuzyildir işgal ettiği arab bölgesini unutur,unuttur, İsrail in işgalci olduğunu araplara yuttur sen!
    Sen varya sen… pislikten başka nesin…

  96. Wahsi,kesene bereket emmi,şu Newtonun kitabını ve ABD deki bilimsel kitapları cevirsende bol ???? kazansan..
    Ama sen nerde izmli.mizmli, tarikatçı fikirler varsa orayı buluyorsun.
    Seni anlamak mümkün değil zaten.nerden bulduysan o çöplük kitapları,onlardan haberiniz dâhi yok.dilin yabancı..
    Sattiklarinsa….of çeksem dağların yıkılır..insiz,dinsiz kalirsin..
    Cinsi bozuk yazılarından vazgecip insanlığa dönüş yapın..

  97. 82 Necip Ulus Millet

    “Bu arada, ben, ‘ulus’un neresinin Turkce oldugunu da, ne anlama geldigini de bilmiyorum.”
    ‘Ulus’un neresinin “Turkce” olduğu bir yana, ‘Turkce’nin neresinin Türkçe olduğu da bir sır.
    “Bu arada, ben, ‘ulus’un neresinin Turkce oldugunu da, ne anlama geldigini de bilmiyorum.”
    Bunu yazan andavallı, mekan içinde yer alan somut nesneler için kullanılan ‘neresinin’ kelimesiyle ses imgesi ve kavramdan oluşan ‘ulus’ simgesi arasındaki farkı bilmiyor. Ses dalgadır ve kavram da yüksek IQ-Necip kellesinde bir imgedir.
    Kısacası nasıl ‘ağaç’ kelimesi ağaç değilse, ‘Necip’ çok yalanlar söylediği için necip de değil, ‘ulus’ kelimesi de ulus değildir.
    Not: Bu necip olmayan IQ-Necip “taş toprak bile çıkar peşinde koşar” der ama hemen birkaç hafta sonra da ” Cunku, ne ben, ne de insanlarin (birey anlaminda) cogunlugu/tamami birbiriyle olan iliskilerinde ‘material’ cikarlari her zaman birinci sirada tutar(iz).” der. IQ-Necip-Tüccar tüccarlık zaralı yan etkisi yalan söyleme huyundan bir türlü kurtulamaz.
    Ama yine de soralım bakalım bu andavala:
    ‘Ulus’un u’su, l’si, s’i Türkçe harfler değil mi?
    ‘Ulus’ kendisi gibi ‘uslu” nasıl olur?
    “‘Millet’ kadim gelenekte, disaridan bakildiginda yeterince benzer karakteristikler gosteren bireyler topluluguna verilen isimdir.”
    ‘Millet’e dışarıdan nasıl bakılır?
    Topluluksa, uçakla mı bakacaksınız? Yok, eğer isimse, isime dışarıdan nasıl bakılır?
    Sonra her kadim geleneğin kadim olması şart değil. Ölmüş, gitmiş, varlığı bile bilinmeyen gelenekler de var. IQ-Yüksek Zekalı-Irkçı-Hortlak-Neciplerin taptığı faşist ruhlu alçak putları hepsini kırımdan geçirdiler, şimdi de ötüyorlar.
    Bir “kimmiş?” dil bilginine sorulur: ‘ulus’ kelimesi doğru mu? Dil bilgini cevap verir: “Halk kullanıyorsa, doğru.”
    Allah bizi bu b*kunda boncuk bulmuş yüksek zekalı dil, din, düşünce polislerinden korusun. Âmin!

  98. “‘ulus’ kelimesi doğru mu? Dil bilgini cevap verir: ‘Halk kullanıyorsa, doğru.'”

    Halk kullaniyor mu?

    “Allah bizi bu b*kunda boncuk bulmuş yüksek zekalı dil, din, düşünce polislerinden korusun. Âmin!”

    Ha gayret. Hidayete ermenize az kaldi.

  99. Necip ve Yasaklar

    ‘Ben, sanki, bu yasagin (bir RTE fermani degil de) bir mahkeme karari ile oldugunu hatirlar gibiyim. Tabii ki, yaniliyor olabilirim.’

    ‘Yanilmak’ fiili hafif kalıyor.

    Gerçek şu: ‘Yalan atıyorsun.’ (Olasılık bildiren herhangi bir kelime, ek yok. Kesin, net.)

    Siteye erişimin engellenmesi kararını senin canla başla savunduğun RTE emretti, ‘mahkeme karari’ peşinden geldi. Sen, ‘mahkeme karari’ çıkaranların RTE’den icazet almadan kıllarını dahi kımıldataMAyacaklarını gayet net bildiğin hâlde, bu bağı örtmek için çırpınıyorsun, gönüllü RTE savunuculuğu yapan bir zibidi olduğun gerçeğini gizlediğini sanıyorsun, ama beceremiyorsun, sırıtıyor.

    ‘Eh, madem canla basla RTE’yi savundugum bu kadar asikar, o zaman (haliyle) yapilan ve yapilmayan herseyin sormlusu da ben olmak zorundayim. Kendimi cezalandirmak icin, ilk is, hic girmedigim halde siyaseti birakiyorum. Koseme cekilip cicek sulamakla tuketecegim omrumun geri kalanini. Bu ceza sizin icin yeterli degilse, uygulanabilir onerilerinizi yazmaktan geri durmayin lutfen.’

    ‘Eugenics’ ve ‘survival of the fittest’ gibi başlıkları tartışmaya başlamaktan önce, çeşitli sebeplerle referans linkler aktarırken, ve hâttâ bu referansların yazıldığı dilde hataların & tarafgirliklerin olup olmadığını tespit etmekten önce (özellikle Türkçe ‘vikipedi’de düzensizlikler bol ve nitelik düşük olsa da); eleştirmek için bile olsa, bu referanslara sorunsuz bir şekilde erişilebiliyor olması gerekir. Ortada, her şeyden önce; ‘referans linklere erişeMEmek’ gibi devasa bir problem var. Bu problemi aşmak için palyatif çözümler üretmek, problemin varlığını ve büyüklüğünü değiştirmiyor; kısacası, ‘elephant in the room’ metaforu işlemeye devam ediyor. Ve bunun sorumlusu ‘sensin’ Necip, çünkü Recep Tayyip Erdoğan’ı canla başla savunuyorsun. ‘Kendimi cezalandirmak icin, ilk is, hic girmedigim halde siyaseti birakiyorum. Koseme cekilip cicek sulamakla tuketecegim omrumun geri kalanini. Bu ceza sizin icin yeterli degilse, uygulanabilir onerilerinizi yazmaktan geri durmayin lutfen.’ gibi zırvalarını saçarak, kendini masum gösterme çabasından ve etrafı pisletmekten vazgeç.

    ‘Mahkeme kararinin iptali icin dava acmaga ne dersiniz?’

    ‘Mahkeme karari’ çıkaranların RTE’den korktukları için kendisinden icazet almayı alışkanlık hâline getirdiklerini, bu icazet alan kişilerin, ‘iptal icin dava acanlari’ daha yolun en başındayken ekarte ettiğini gayet net bilen, RTE’yi canla başla savunan ‘Necip’lere karşı mücadele etmeye ne dersin?

    ‘Sonucu alincaya kadar da, evet, VPN kullanmak fena fikir degil bence. Ben oyle yapiyorum.’

    ‘Elephant in the room’ metaforunun işlemesine destek olduğun için, Recep Tayyip Erdoğan’ı canla başla savunmaya devam ettiğin için; evet, VPN kullanmak fena fikir değil sence. Senin öyle yapman, ‘elephant in the room’ metaforunu beslemeye devam ediyor; böylece, ‘eugenics’ ve ‘survival of the fittest’ gibi başlıkların tartışılmasına başlanamıyor.

  100. Necip 30’lar Almanyasında yaşayan bir Alman olsaydı bugün RTE/AKP ile ilgili tutumu (veya pasif – hatta aktif – desteği) ne ise Hitler ve Nazilere karşı da o olurdu.

  101. “Siteye erişimin engellenmesi kararını senin canla başla savunduğun RTE emretti, ‘mahkeme karari’ peşinden geldi.”

    Ilgili mevzuati detaylariyla bilmiyorum; hukukcu degilim.

    Soyle bir sey oldugunu hatirlar gibiyim: Ilgili kuruma basvurulduktan sonra, ilgili kurum, derhal ve birkac saatligine (tam olarak ‘kac saat’ oldugunu hatirlamiyorum) yasaklar. Ama, ardindan –kalici olmasi icin– mahkeme karari gerekiyor.

    Yasak, eger kalici hale gelmisse, mahkeme karariyladir.

    Bir de, hafizam beni yanilmiyorsa, yasagin sebebi bildigimiz klasik seylerden biriydi: Ataturk hakkinda (Ataturkculerin begenmedigi) bir seyler icermesi, ya da Ermeni Mezalimi konusunda Turkiye’nin kabul etmedigi bir seyler icermesi.

    Bu konularin, ister AKP isterse de RTE acisindan, cok da onemli oldugunu dusunmuyorum. Mabedin kazlari ayaklandi ve bu yasak kararini talep ettiler. Iktidar da, itiraz etmek ya da karsi cikmak yerine, ‘peki, o zaman’ dedi.

    5816 nolu kanun orada oylece durdukca, bu tur yasaklar zorunludur. Asil itiraz etmeniz gereken de, dolayisi ile, budur.

    “Sen, ‘mahkeme karari’ çıkaranların RTE’den icazet almadan kıllarını dahi kımıldataMAyacaklarını gayet net bildiğin hâlde,”

    Bunu /bilmek/ bir seyi halletmiyor. Ortada bir mahkeme karari varsa, bunun icin yapilacak olan sey bellidir: Kararin iptali icin dava acmak.

    Bunu yapan oldu mu, bilmiyorum. Iptal davasi acilmis ve reddedilmis ise, o da benim sorunum degil.

    Degil, cunku ben VPN uzerinden sorunsuz erisiyorum. Bu da yasak filan degil.

    “‘Elephant in the room’ metaforunun işlemesine destek olduğun için”

    Alakasi yok. ‘Elephant in the room’ (‘odanin ortasindaki fil’) 5816 nolu kanundur.

    AKP’yi ya da RTE’yi elestirecekseniz, bu kanunun kaldirmadigi icin elestirmeniz lazim.

  102. Yukaridaki yaziyi yazmadan once bakmaliydim. Ama, hala daha cok gec degil.

    Wikipedia’ya erisim yasaginin sebebei 5816 nolu kanun filan degilmis (hayret), sebebi asagidaki linkte yaziyor:

    http://www.hurriyet.com.tr/wikipedia-aciliyor-mu-sorusu-merakla-araniyor-wikipedia-neden-kapatildi-40443414

    Suymus:

    “Türkiye’yi Suriye iç savaşına destek vermekle suçlayan İngilizce iki içeriğin kaldırılmaması nedeniyle yasak konduğu vurgulandı. Kararda söz konusu iki içeriğin kaldırılması durumunda Wikipedia’ya erişim engelinin kaldırılacağı da kaydedildi.”

  103. “böylece, ‘eugenics’ ve ‘survival of the fittest’ gibi başlıkların tartışılmasına başlanamıyor.”

    Gecmis olsun.

    ‘Ayni anda birden fazla konuya odaklanaMAmak’ gibi bir illete ducar oldugunuzu bilmiyordum.

    Merdivenden inerken telefon caldiginda, cevap verip konusmak sozkonusu oldugunda, mesela, merdivenden yuvarlanip duserek kendinize hasar veriyorsaniz, evet, bu cok zor/hayati bir illettir.

    Umarim arac da kullanmiyorsunuz, cunku o ayni anda cok daha fazla sey yapmanizi gerektirir. Yapamiyorsaniz, hem kendinize hem de toplumun geri kalan kismina tehlike arzeder olursunuz.

    ‘Kendi kafasinda komite ile dolasmak’a ek olarak bir de bu olunca, elimden sifalar dilemekten oteye bir sey gelmedigi icin cok uzgunum.

  104. Yüksek IQ-Necip ve Alçak Halk

    Biri yazar:
    “‘ulus’ kelimesi doğru mu? Dil bilgini cevap verir: ‘Halk kullanıyorsa, doğru.’”
    Yüksek IQ’lü Necip sorar: “Halk kullaniyor mu?”
    Bu sitede “ulus” kelimesi binlerce defa kullanıldı. Galiba bu siteye katkıda bulunanlar halktan değiller. Veya Yüksek IQ’lü Necip-klonları.
    Bunak IQ-Necip “Ulus Meydanı” IQ’ünde mi?
    IQ = I (ben) + Q(kü, Fransızca g*t)
    IQ-Necip = Ben G*t Necip

  105. ‘Ilgili mevzuati detaylariyla bilmiyorum; hukukcu degilim. Soyle bir sey oldugunu hatirlar gibiyim. Ilgili kuruma basvurulduktan sonra, ilgili kurum, derhal ve birkac saatligine (tam olarak ‘kac saat’ oldugunu hatirlamiyorum) yasaklar. Ama, ardindan (kalici olmasi icin) mahkeme karari gerekiyor. Yasak, eger kalici hale gelmisse, mahkeme karariyladir.’ & ‘5816 nolu kanun orada oylece durdukca, bu tur yasaklar zorunludur. Asil itiraz etmeniz gereken de, dolayisi ile, budur.’

    Bundan sonra, yukarıda, prosedürü kopyala/yapıştıra öykünür gibi buraya getirip harf israfı yapma, kendini masum gösterme çabasından ve etrafı pisletmekten vazgeç. Bütün benliğine sinmiş RTE savunuculuğunu perdelemek için, mevzuatı bahane edemezsin. Yukarıda yaptığın harf israfı olmasaydı bile, yine, bol rakamlı bir başka mevzuattan kıl maddesinin tüy fıkrasını kendine gerekçe gösterip (yoksa, üretip); siteyi, yine erişime kapatırsın. Yasakçılık, senin gibi zibidilerin bütün benliğine sindiği için RTE’yi canla başla savunuyorsun Necip. Gerçek bu.

    ‘Bir de, hafizam beni yanilmiyorsa, yasagin sebebi bildigimiz klasik seylerden biriydi. Ataturk hakkinda (Ataturkculerin begenmedigi) bir seyler icermesi, ya da Ermeni Mezalimi konusunda Turkiye’nin kabul etmedigi bir seyler icermesi. Bu konularin, ister AKP isterse de RTE acisindan, cok da onemli oldugunu dusunmuyorum. Mabedin kazlari ayaklandi ve bu yasak kararini talep ettiler. Iktidar da, itiraz etmek ya da karsi cikmak yerine, ‘peki, o zaman’ dedi.’

    Sen, ‘cok da onemli oldugunu dusunmeyerek’ kendini kandırmaya devam edebilirsin. Ortada ‘mabedin kazlari’ veya çeşit çeşit kuş türü yok ayaklanan veya uçma hevesiyle yanıp tutuşan; senin, RTE’yi canla başla savunuşun ve yasakçı mizacın var Necip. Herhangi bir mevzuat olsun-olmasın; iktidar, yasaklamak isterse, bahane üretmekte uzmandır, ve bu uzmanlığa boyun eğen senin gibi zibidiler daima hazırdır Necip.

    ‘Bunu ‘bilmek’ bir seyi halletmiyor. Ortada bir mahkeme karari varsa, bunun icin yapilacak olan sey bellidir. Kararin iptali icin dava acmak.’

    Siteye erişimi engelleyen mahkeme kararını çıkaranlar, senin yaptığın gibi, mevzuatı bahane edip (mevzuat yoksa, üretip) siteyi kapatmak konusunda RTE’den onay almış kişiler. Bahsi geçen ‘mahkeme karari’na itiraz edip iptal davası açanlar, daha yolun en başındayken ekarte ediliyor, senin gibi RTE’yi savunan zibidiler tarafından Necip. Gerçek bu.

    ‘Ben VPN uzerinden sorunsuz erisiyorum. Bu da yasak filan degil.’

    VPN konusunda da, şimdilik gözükmese de, ilerleyen günlerde RTE’nin emriyle ‘bir veya birden cok mevzuat’ üretilirse, o zaman görürsün bakalım; ‘sorunsuz erisiyor’ musun, ‘yasak filan degil’ mi, zibidi seni.

    ‘Alakasi yok. ‘Elephant in the room’ (‘odanin ortasindaki fil’) 5816 nolu kanundur.’

    Alakası var.

    ‘Elephant in the room’; Recep Tayyip Erdoğan’dır, emirleridir, emirlerine uyanlardır ve zibidi Necip’tir.

    ‘AKP’yi ya da RTE’yi elestirecekseniz, bu kanunun kaldirmadigi icin elestirmeniz lazim.’

    Bahsi geçen kanunu ‘kaldirmak’ ne demek; daha fazla yasak getirmek için, yeni yeni kanun tasarıları üzerinde harıl harıl çalışıyorlar, ve sen de bu yasakların getirilmesi için emir veren RTE’yi canla başla savunuyorsun Necip. Gerçek bu.

    ‘Yukaridaki yaziyi yazmadan once bakmaliydim. Ama, hala daha cok gec degil. Wikipedia’ya erisim yasaginin sebebei 5816 nolu kanun filan degilmis (hayret), sebebi asagidaki linkte yaziyor. [ http://www.hurriyet.com.tr/wikipedia-aciliyor-mu-sorusu-merakla-araniyor-wikipedia-neden-kapatildi-40443414 ] Suymus. Türkiye’yi Suriye iç savaşına destek vermekle suçlayan İngilizce iki içeriğin kaldırılmaması nedeniyle yasak konduğu vurgulandı. Kararda söz konusu iki içeriğin kaldırılması durumunda Wikipedia’ya erişim engelinin kaldırılacağı da kaydedildi.’

    Unutma, zibidi Necip:
    Herhangi bir mevzuat olsun-olmasın; iktidar, yasaklamak isterse, bahane üretmekte uzmandır, ve bu uzmanlığa boyun eğen senin gibi zibidiler daima hazırdır Necip.

    ‘Gecmis olsun. ‘Ayni anda birden fazla konuya odaklanaMAmak’ gibi bir illete ducar oldugunuzu bilmiyordum. Merdivenden inerken telefon caldiginda, cevap verip konusmak sozkonusu oldugunda, mesela, merdivenden yuvarlanip duserek kendinize hasar veriyorsaniz, evet, bu cok zor-hayati bir illettir. Umarim arac da kullanmiyorsunuz, cunku o ayni anda cok daha fazla sey yapmanizi gerektirir. Yapamiyorsaniz, hem kendinize hem de toplumun geri kalan kismina tehlike arzeder olursunuz.’

    Mesele; RTE’yi canla başla savunuşundur, yasakçı mizacındır Necip. Yukarıda yazdığın lakırtıların hiçbir kıymeti yok. Utanmadan, arlanmadan; multitasking konusunda ahkâm ıkınıp, yasakçı mizacını perdelediğini zannediyorsun, hadi ordan, zibidi.

    ‘Kendi kafasinda komite ile dolasmak’a ek olarak bir de bu olunca, elimden sifalar dilemekten oteye bir sey gelmedigi icin cok uzgunum.’

    Kendini masum göstermek için ıkınmaktan vazgeç.

    Komite – momite yok.

    Senin yasakçılığın var zibidi Necip.

  106. Necip burada haklı değil mi?

    Devrim şehidi Asteğmen Kubilay’ı önce protokol sonra vatandaşlar andı

    İzmir’in Menemen İlçesi’nde 87 yıl önce gericiler tarafından katledilen Şehit Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, Yıldıztepe’deki şehitlikte düzenlenen iki törenle anıldı. Anıtta ilk olarak resmi anma töreni gerçekleştirildi. Ardından da Menemen Tren Garı’nda toplanan vatandaşlar, Yıldıztepe Şehitliği’ne yürüdü, ayrıca bir anma töreni yapıp, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan attı.

    Şehit Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı anma programı kapsamında ilk olarak Yıldıztepe Şehitliği’nde resmi tören düzenlendi. Törende, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Abdullah Recep, Menemen Kaymakamı Gülihsan Yiğit, CHP’li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, CHP’li Menemen Belediye Başkanı Tahir Şahin, Kubilay Ailesi üyeleri hazır bulundu. Anıta çelenk bırakılmasıyla başlayan törende, Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ve diğer şehitler için tören mangası tarafından saygı atışı yapıldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın mesajının okunmasından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri adına Topçu Binbaşı Mustafa Kıraç konuşma yaptı. Mustafa Kıraç, “Kubilay vatanseverlik demektir. Gericiler karşısında boyun eğmemek demektir. Şehit Kubilay ve arkadaşları rahat uyusunlar, onların emanetlerine sahip çıkacağız” dedi.

    Türk Silahlı Kuvvetleri adına yapılan konuşmadan sonra, Kaymakam Gülihsan Yiğit, anıt defterini imzaladı. Kubilay anısına yapılan koşuda dereceye giren atletlere madalyaları verildi. Kubilay Ailesi’nin fertleriyle hatıra fotoğrafı çektiren protokol üyelerinin, şehitlikteki mezarlara karanfil bırakmasıyla resmi tören sona erdi.

    İKİNCİ KUTLAMAYI VATANDAŞLAR YAPTI

    Resmi anmanın ardından bu kez vatandaşlar, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Menemen Belediye Başkanı Tahir Şahin’in yanı sıra çok sayıda ilçe belediye başkanının da katılımıyla, Menemen Tren Garı’nda toplandı. Topluluk buradan bir kilometrelik yolu yürüyüp, Yıldıztepe Şehitliği’ne geldi. Yürüyüşe, Atatürkçü Düşünce Derneği, bazı sendikalar ve sivil toplum kuruluşları üyeleri de destek verdi. Yürüyüşte Türk Bayrağı, Atatürk ve şehit Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın resimleri taşındı, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atıldı. Şehitlikte sesli yayına izin verilmediği için, Kubilay Anıtı önünde saygı duruşunda bulunan vatandaşlar, şehitliği ziyaretlerinden sonra buradan ayrıldı.

  107. “Herhangi bir mevzuat olsun-olmasın; iktidar, yasaklamak isterse, bahane üretmekte uzmandır, ve bu uzmanlığa boyun eğen senin gibi zibidiler daima hazırdır Necip.”

    Bu paragrafta sizin anlamadiginiz, anlaMamakta israr ettiginiz, iki temel nokta var.

    Once sonuncusundan baslayalim:

    2) Benim o ‘uzman’liga boyun egdigim filan yok. Tersine, kolayca gorulecegi uzere, etrafindan dolasarak sorunun bana yansiyan kismini cozuyorum.

    Dahasi, benzer durumdaki baskalarina da cozumun ne oldugunu soyluyorum.

    ‘Kalici cozum’ olmadiginin farkindayim, tabii ki. Ama, dunyada kalici ne var ki?

    Herseyi herkes icin cozmekle vaktimi ziyan edecek luksum yok benim.

    1) Sikayetinizde kullandiginiz ‘iktidar’ kelimesinin anlamini bilmeden konusuyorsunuz. ‘Iktidar’ konjonkture isaret eder; o anda –verili bir zaman diliminde– sozkonusu imkanlari ya da yetkileri temsil eden, kullanan kisi ya da grup anlamina gelir.

    Yani, ‘iktidar’ kalicidir, onun icini kim(ler)in doldurdugu degisir.

    Ve, sunu –en azindan ‘Oyun Teorisi’ne azicik asinaysak– biliyoruz ki, herhangi bir makam/mevki/rutbe gibi gorevi onceden (zimnen dahi olsa) tanimlanmis pozisyonlara gelenlerin davranislari o pozisyon tarafindan ziyadesiyle etkilenir/belirlenir.

    Uzun lafin kisasi, ya da anlamaniza yardimci olacak olan ozet suru:

    ‘Iktidar’da olanlardan sikayet etmek eyyamciliktir.

    ‘Iktidar’a talip olanlar, gorevin genel cercevesini pekala bilir. Onlari oraya getirenler (halk, secmen ya da egemenler) de bilirler.

    Iktidardakilerin icraatlerini ya da iktidarin bizzatihi nasil davranmasi gerektigini, sizin bikmaksizin yaptiginiz uzere, vidi vidi sikayetlerle, sizim sizim husumet sizan dille degistiremezsiniz. Kimse sizi umursamaz bile.

    Tek yolu, iktidarin gorev tarifini yapanlari ikna etmektir.

    Sabir ve sebat gerektirir; zaman alir.

    Bundan baska cozum ihtimali yok denecek kadar azdir.

    Siz ise, bu kadar basit bir seyden habersiz, hala daha ‘holier that thou’ (suret-i haktanmiscasina) beni ve baskalarini itham etmekle omur tuketiyorsunuz.

    Siz kim oldugunuzu saniyorsunuz?

    Sizin bitmez (ve bitmeyecegi belli olan) sikayetlerinizi ve taleplerinizi neden onemsemeliyim?

    Yasagin etrafindan dolasmak icin –minimal de olsa– aktif bir tavir almis olan beni bile ‘yandas’ filan gibi kendinizce ‘derogative’ (tezyif edici) sifatlarla tarif etmege yeltenisinize bakarak, sunu rahatca soyleyebilirim:

    Boyle, kimsenin umursamayacagi seyler soyleyerek, muhalefet yaptiginizi zannederek gececek omrunuz.

    Muhalefet filan degil, bildigimiz eyyamcilik.

  108. Atatürk ilke ve inkılapları
    Ahmet Altan
    31.08.2012

    Bizim ülkede eğitim sistemi, insanları donanımlı, çağdaşlarıyla rekabet edebilecek düzeyde bireyler hâline getirmek için değil, bilinçaltlarına zehir enjekte edip sakatlamak için kurulmuştur.

    Evrensel gerçekler değil, yerel yalanlar öğretilir.

    Çünkü yönetimde kim varsa, o, insanları kendine itaat edecek kullar olarak biçimlendirmek ister.

    Çocukların bütün yaratıcılıklarını, özgürce düşünebilme yeteneklerini kırarak onları dar kalıpların içine tıkıştırır.

    On dokuzuncu yüzyılda küçük ayakları olsun diye “ayaklarına dar gelen” ayakkabılar giydirilen Çinli kadınların ayakları gibi insanların beyinleri de sakat ve küçük bırakılır, o Çinli kadınlar nasıl yürüyemezse bizim eğitim sisteminden geçenler de özgürce düşünemezler.

    Bu sistemli sakatlama çabaları ilkokuldan başlar ve üniversiteye kadar sürer.

    Düşünün ki zaten kendisi bir “köleleştirme” kurumu olan YÖK’ün kanununda çocukları “Atatürk milliyetçiliğine bağlı olarak” yetiştirmek gibi bir amaç vurgulanmıştır.

    “Atatürk milliyetçiliği” Kenan Evren gibi darbecilerin hayalindeki ülkenin insanlarını kalıplara dökmek için uydurulmuş bir klişe.

    Ne demek Atatürk milliyetçiliği?

    Bu Atatürk milliyetçiliğinin diğer “milliyetçiliklerden” nasıl bir farkı bulunuyor?

    Başına hangi insanın adını koyarsanız koyun milliyetçilik milliyetçiliktir ve üniversite eğitimiyle hiçbir alakası yoktur.

    Kimya fakültesinde nasıl bir Atatürk milliyetçisi yetiştireceksiniz?

    Atatürk’ün bulduğu kimya formülleri mi var?

    Ya da Türklere ait, bizim gezegenin ve evrenin yasalarından farklı yasaları bulunan bir kimya bilimi mi bulunuyor?

    Peki, doktorları nasıl Atatürk milliyetçisi yapacaksınız?

    Atatürk’ün tıptaki yeri ne?

    Böbrek transplantasyonunun Atatürk milliyetçiliğine uygun bir ameliyat biçimi mi bulunuyor?

    Hipokrat’ı, Kopernik’i, Edison’u, Madam Curie’yi hangi “milliyetçilik” kriterlerine uygun olarak okutacaksınız?

    Üniversitelerde bütün insanlığın birikimi öğretilir çocuklara, onlar bu birikime bir katkıda bulunabilecek düzeye gelsinler diye yetiştirilirler.

    Üniversite milliyetçilikle taban tabana zıt bir yerdir.

    Adına ister Atatürk milliyetçiliği deyin, ister Nehru milliyetçiliği deyin, ister Mao milliyetçiliği deyin, ister Hitler milliyetçiliği deyin, ister Tito milliyetçiliği deyin, milliyetçilik oldu mu üniversite olmaz.

    Milliyetçilik yereldir.

    Üniversite evrenseldir.

    Buranın bütün yöneticileri de evrensel değerlerden, bu değerleri kavrayacak, bunlara yenilerini ekleyecek özgür beyinlerden korktukları için çocukları içine dökecekleri bir demir döküm fırını gibi kullanmak isterler eğitimi.

    Kenan Evren YÖK denen saçmalığı kurdu ama otuz yıl boyunca hiçbir yönetici de bu kurumu değiştirmedi.

    Hâlâ da olduğu yerde duruyor.

    Yöneticiler çocukları kalıba dökme fikrine hiç karşı çıkmadılar, sadece kalıbın şeklini değiştirmek isteyenler çıktı.

    İnsan beynini bir kalıba göre şekillendirmek istediğinde, onun yaratıcılığını örselersin, düşünme yeteneğini iğdiş edersin.

    Amaç da zaten budur.

    İnsanlar düşünmesinler, bir kalıbın biçimini alsınlar ve kendilerine ezberletilenleri tekrar etsinler.

    Zaten elindeki insan malzemesini bu kadar kötü kullandığı için Türkiye “gelişmişlik” düzeyine hiç ulaşamadı, yaratıcılıkları, yeni düşünceleri, özgürlükleri olmayan insanlarla bir toplum nasıl gelişecek?

    Niye dünyanın en iyi üniversiteleri, çocuklarını herhangi bir “milliyetçiliğe” bağlı olmadan yetiştiren ülkelerden çıkıyor da, “Atatürk milliyetçiliğine” göre insan yetiştiren Türk üniversiteleri bu kadar geri kalıyor?

    Niye “Atatürk milliyetçiliğine” göre adam yetiştiren üniversitelerimize Amerika’dan akın akın çocuk gelmiyor da, Türkiye’den “Atatürk milliyetçiliğini hiç duymamış” Amerikan üniversitelerine akın akın çocuk gidiyor?

    Ve, bu gerçek böylesine açık biçimde önümüzde dururken niye hiçbir hükümet YÖK’ü kaldırmıyor?

    Bir ülkenin insanları Atatürkçü olur, dindar olur, sağcı olur, solcu olur, faşist olur, demokrat olur, bütün gerçekleri özgür bir ortamda öğrendikten sonra ne olacağına kendi karar verir.

    İnsanların “nasıl” olacağına bir otorite karar verdi mi o Ortaçağ olur, tek bir inançla kalıplaştırılmış, yeniliklere bakması yasaklanan, yaratıcılıkları cezalandırılan bir dönem demektir bu.

    Zaten bu yüzden, en gelişmiş teknolojik aletleri kullanırken bile zihinsel bir Ortaçağ’ın bütün geriliklerine sahip sıkıntılı bir ülkede yaşıyoruz.

    Düşünce dünyamız o yüzden böylesine sığ.

    Şimdi YÖK, üniversitede Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi derslerini kaldırmayı düşünüyormuş, dünyanın başka hiçbir üniversitesinde okutulmayan, okutulmayacak, okutulması düşünülemeyecek bir dersi kaldırmayı “düşünmek” bile bu ülke için önemli bir adım olarak gözüküyor.

    Ortaçağ’dan kurtulmak için küçük bir kıpırtı.

    Ne yazık ki buna bile şükredecek kadar geri bir düzende yaşıyoruz

  109. “Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın mesajının okunmasından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri adına Topçu Binbaşı Mustafa Kıraç konuşma yaptı. Mustafa Kıraç, ‘Kubilay vatanseverlik demektir. Gericiler karşısında boyun eğmemek demektir. Şehit Kubilay ve arkadaşları rahat uyusunlar, onların emanetlerine sahip çıkacağız’ dedi.”

    ‘Kurmay akli’ ile ‘memur akli’ arasinda daglar kadar fark var; ama, asiri indoktrinasyonun sonucunda bu fark ortadan kalkabiliyor, malesef.

    ‘Şehit Kubilay ve arkadaşları’nin tam olarak ne oldugunu, cok buyuk bir ihtimalle, sozkonusu Topcu Binbasi bilmiyordur; bilse de farketmez, cunku onu oraya gonderen TSK onun ne okuyacagini eline tutusturdugu metinle sabitlestirmistir zaten. Yani, o bir emir kuludur.

    TSK da, bu anlamda, bir emir kuludur. ‘Kurmay’ dediklerimiz de, aslinda eski metin ve haritalari habire temize ceken bir kadrodur.

    Yani, vaktiyle, belli bir kadronun kendi cikarlari icin soyledigi yalanlari gozden gecirmelerini dusunemeyiz.

    Bunu, o gun, bu yalani kullanmak ihtiyaci duyanlar yapabilmeliydi. Yani, bir sure sonra, bu konuyu unutturabilmeliydiler –kalici kutlamalara donusturmek yerine.

    Yapamadilar.

    Yapamadilar; cunku, ortada uzunca bir zincir vardi –olusmustu– ve bir halkasini cekince geri kalanin da dagilacagindan korktular. Yapmadilar.

    Bu zincirin ilk halkasini, tabii ki, Sultan Vahidettin’in hain oldugu iddiasi olusturuyor.

    Butun Osmanli tarihinde (hem askeri hem de mulki yetkilerle donatilmis) benzer baska kimsenin olmayisinin hikmetini (boyle yetkiler verilirken sanki gorev de verilmezmis gibi) ortmek zorundaydilar.

    Verilen gorevin ne oldugunu kimsenin sormaga dahi curet etmemesi icin, Sultan Vahidettin’in hain olmasi gerekiyordu.

    [Yoksa, Araplar icin agizlara pelesenk edilen ‘arkadan vurmak’in cok daha yakin ornegini konusuyor olabilirdik, mazallah.]

    Canakkale’de ihtiyat kuvvetlerinin basindaki birisini, sanki Baskomutan imis gibi konumlandirmak da gerekiyordu. Baska herseyi carpitmak bahasina.

    ‘Sakarya Meydan Muharebesi’indeki (geri cekilme emrini geciktiren Fevzi Cakmak sayesinde, tesadufen, once Yunan’in cekilmesi sonucu) ‘basari’sini da unutmamak lazim.

    Durduk yerde bir iki rutbe atlanip kendisine ‘maresal’ rutbesini layik gormesi de ayni kapsamdadir. [Bkz ‘Istikbal Harbimiz’, Kazim Karabekir]

    Ayni kadronun ufak elemanlarina da, tabii ki, benzer uyduruk ‘kahramanlik’lar verilmek gerekmistir. Bkz hic olmamis olan ‘2nc Inonu Zaferi’. [Yalcin Kucuk]

    Bu arada, gecenlerde Latife Hanim’in o devirde yaptigi bir soylesiyi gunumuze tasiyan Mustafa Armagan’in aldigi cezanin gerekcesi olarak ‘ozel hayat’ filan soylense de, asil vurucu kisim ortuluyor:

    En cok alti ay icinde Yunan askeri, acliktan dolayi, zaten geri cekilecek, Anadolu’yu terkedecekti. Yani, ‘Baskumandanlik’ vs diyerek askerimizi heba etmemize gerek yoktu. Ustelik, o soyleside, Latife hanim, bunun MKA tarafindan da teyid edildigini soyluyor.

    Yeni bilgi budur.

    Ve, bunun derhal ortulmesi gerekir –ama, bunu (ortmenin asil gerekcesini) acikca soylemek mumkun degildir [‘Streisand Effect’e de yol acmamak lazim.]

    Bunlar, yol boyunca uydurulan, yutturulan ‘gercek’ler.

    Kubilay Olayi da hem bunlarin pekistirilmesi icin, hem de agirlikli olarak Dogu Anadolu’da ortaya cikan ‘isyan’larin bastirilmasi icin gereken uydurma ‘gercek’lere bir arka plan olusturur.

    Yani, oldukca uzun bir zincirdir.

    Oyledir de, bunlar –artik desitiremeyecegimiz– tarihsel seylerdir. Olan olmustur, bugun yapacak cok sey de yoktur.

    O yuzden, onemli olan, bunlarin hala daha neden sahiplenildigi, surduruldugu sorusunun cevabidir.

    Bu zincirin muhafazasi da, Cumhuriyet’in ‘kurucu’suna kendini varis (mirasci) ilan eden, benim ‘Balkan Oligarsisi’ dedigim kadro/yapi/zumre ve buna eklemlenmis, zaman icinde de sayisi artmis, (bir kismi, kendisine, ‘Mustafa Kemal’in askerleri’ diyen) ‘murtezika’ icin hayati onemdedir.

    Formul, aslinda, hayli basittir: Baska herkesi yok sayip, bir tek kisiyi ‘Kurucu’ belirlersiniz. Bu, baskalarinin ortak olmak iddialarini ortadan kaldirir.

    Sonra da, bu ‘kurucu’ kisinin mirascisi oldugunuzu kabul ettirirsiniz. Dolayisi ile, ‘O’nun adina ne yaparsaniz yapin, hakkinizdir.

    Yapilagelen de tam olarak odur.

    O kadar ki, bugun, MKA’nin kendisine ait oldugu su goturmez (sesli ve goruntulu) bir kayit ortaya ciksa ve bu kayitta ‘ben, aslinda, devleti zimmetine gecirmis bir emekli generalim’ dese, ‘Balkan Oligarsisi ve murtazikasi’ bu kayiti hem yok eder, hem de bunu dinleyenleri/izleyenleri.

    Yani, mesele Mustafa Kemal Ataturk degildir; hicbir zaman (en azindan oldugu gunden itibaren) da olmamistir. Ona kendini mirasci gorenlerdir mesele.

  110. Necip iktidar aşığı

    ‘Benim o ‘uzman’liga boyun egdigim filan yok. Tersine, kolayca gorulecegi uzere, etrafindan dolasarak sorunun bana yansiyan kismini cozuyorum.’

    Zibidiler şahı Necip’in hâl-i pürmelâli:

    Yalan atma; sen, ‘uzman’liga boyun eğiyorsun. Kolayca görüldüğü üzere, ‘Etrafindan dolasarak sorunun = ‘Elephant in the room’ görmezden gelerek’ sorunun sana yansıyan kısmını palyatif palyatif çözdüğünü zannediyorsun zibidi Necip.

    ‘Dahasi, benzer durumdaki baskalarina da cozumun ne oldugunu soyluyorum.’

    Palyatif çözümler ürettiğini zannediyorsun, ve bunları başkalarına da söyleyip, onların da ‘zannetmesini’ bekliyorsun. Sen ‘elephant in the room’ görmezden gel, sonra, başkalarına da görmezden gelmelerini söyle; bunu çözüm diye ‘yuttur’, hadi ordan, zibidi Necip.

    IP ayarlarında değişiklik, VPN kullanımı vs. vs. vs., bunların hepsi palyatif çözümler. Asıl problem: ‘Elephant in the room’ = ‘RTE’nin yasaklama emirleri & yasağı meşru kılan mevzuat üretimi’ = ‘RTE savunucuları zibidi Necip’ler’.

    ‘Kalici cozum’ olmadiginin farkindayim, tabii ki. Ama, dunyada kalici ne var ki? Herseyi herkes icin cozmekle vaktimi ziyan edecek luksum yok benim.’

    ‘İktidar’ aşığı, RTE savunucusu zibidi Necip gibiler için; ‘palyatif cozum’ler mühimdir, ‘kalici cozum’ yoktur. Ve bunu yazarken, ‘dünyada nelerin kalıcı olup olmadığı’nı sorarak, kendini masum gösterme çabasına utanmadan, arlanmadan devam eder. Ve hâttâ, yasakçı mizacı o kadar devasa boyutlardadır ki; yasak koymayı, çözüm üretmeye yeğler, çözüm üretmek (‘palyatif versiyonlar’ hariç) zibidi Necip için ‘luks’tür. ‘Elephant in the room’ görmezden gelmek, zibidi Necip’in yaşam biçimidir.

    ‘Sikayetinizde kullandiginiz ‘iktidar’ kelimesinin anlamini bilmeden konusuyorsunuz. ‘Iktidar’ konjonkture isaret eder, o anda (verili bir zaman diliminde) sozkonusu imkanlari ya da yetkileri temsil eden, kullanan kisi ya da grup anlamina gelir. Yani, ‘iktidar’ kalicidir, onun icini kim(ler)in doldurdugu degisir. Ve, sunu (en azindan ‘Oyun Teorisi’ne azicik asinaysak) biliyoruz ki, herhangi bir makam-mevki-rutbe gibi gorevi onceden (zimnen dahi olsa) tanimlanmis pozisyonlara gelenlerin davranislari o pozisyon tarafindan ziyadesiyle etkilenir-belirlenir. Uzun lafin kisasi, ya da anlamaniza yardimci olacak olan ozet suru. ‘Iktidar’da olanlardan sikayet etmek eyyamciliktir. ‘Iktidar’a talip olanlar, gorevin genel cercevesini pekala bilir. Onlari oraya getirenler (halk, secmen ya da egemenler) de bilirler. Iktidardakilerin icraatlerini ya da iktidarin bizzatihi nasil davranmasi gerektigini, sizin bikmaksizin yaptiginiz uzere, vidi vidi sikayetlerle, sizim sizim husumet sizan dille degistiremezsiniz. Kimse sizi umursamaz bile. Tek yolu, iktidarin gorev tarifini yapanlari ikna etmektir. Sabir ve sebat gerektirir; zaman alir. Bundan baska cozum ihtimali yok denecek kadar azdir. Siz ise, bu kadar basit bir seyden habersiz, hala daha ‘holier that thou’ (suret-i haktanmiscasina) beni ve baskalarini itham etmekle omur tuketiyorsunuz.’

    Yolunda yoldaş olduğun, bütün benliğinle, canla başla savunduğun RTE’nin arada sırada vızıldadığı (RTE’nin ve dolayısıyla senin de mentor’unuz Sezai Karakoç’un ‘cezbe’ krizi geçirirken kustuğu) şu velveleyi ‘Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır – Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır – Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır – Yoktan da vardan da ötede bir ‘Var’ vardır’ kendine şiar edinmişsin, sonra gelmişsin buraya; utanmadan arlanmadan, ‘iktidar nedir? / ne değildir?’ lecture’ı vermek için çuvaldan boşaltırcasına lakırtı yazıyorsun zibidi Necip.

    Oku, öğren, zibidi Necip:

    [*]
    ‘İktidar’ denen şey, kendi kendine doğmuş, başı-ortası-sonu belli olmayan, zaman denen mefhuma göre kategorilendirilemeyen; kısacası, ‘omniscient & omnipotent & omnipresent [‘omni-’ler daha da çoğaltılabilir]’ bir ‘şey’ değil.

    Daha somut izah etmek gerekirse, ‘iktidar’, kimselerin ne vakit ve nasıl doğduğunu bilmediği ama ‘var olduğuna kani oldukları’, hayatın ortasında (omnipresent) öteden beri duran bir tür ‘taht’ değil. Senin yazdığın lakırtıya göre, iktidar, bu tür bir ‘taht’, ve asla yıkılamaz. Bu ‘taht’a, ‘demokrasi & seçimler’ denen oyun konseptine göre; bir dönem ‘X’ kliği, bir başka dönem ‘Y’ kliği, bazen koalisyon, bazen ‘darbeciler’ (…) ve benzeri klikler & yöneticiler oturur, ama haaaşaaa ‘iktidar’ (‘taht’) asla ama asla yıkılamaz. ‘Taht’a (‘iktidar’a) poposunu değdiren klikler (koalisyonlar, darbeciler…) geliiir geçeeer, ama omnipresent olan ‘taht’a (‘iktidar’a) karşı mücadele etmek, saçmalıktır, ‘taht’ın (‘iktidar’ın) önünde daima saygıyla eğilinmelidir; hadi ordan, zibidi Necip. Bütün benliğini vererek savunduğun RTE’nin, baştacı ettiğin mentor’un Sezai Karakoç’un, beynindeki ‘komite’nin seni yanlış yönlendirmesine daha fazla izin verme artık zibidi Necip, gülünç oluyorsun.

    ‘İktidar’ denen şey, ‘insan davranışı’dır, açık, net, kesin. Herhangi bir kliğin, bir başka kliğe (kliklere), tahakküm kurmak amacıyla yaptığı her hamle ‘iktidar’dır. İktidar, senin gibi RTE savunucularının omuzlarında yükselir, sonra bu iktidar türlü-çeşitli mevzuatlar üretir, bu mevzuatlara adeta ‘omnipotent’ kılıflar geçirir ve peşinen kendine gerekçe gösterir, iktidar kurduğu hegemonyanın meşru olduğu çarpıtmasını yaymak için bu mevzuatlara legal olduğunu iddia ettiği elbiseler diker (‘hukuk’u kuşatır ve kendi amaçları yönünde kullanır), iktidar bu yolla zorbalığını sürekli pekiştirir, ve nihayetinde sitelere erişimi engeller, hayata yasaklar koyar. ‘X’ kliği, ‘Y’ klliği, RTE ve despotluğu, koalisyonlar, darbeciler, Trump, Putin, Xi, Narendra, Theresa vb. hepsi ‘iktidar’dır = ‘zorbalık’tır, ‘yıkılmalı’dır; Sezai Karakoç’un hayal dünyası ile uzak-yakın ilgileri yoktur.
    [*]

    ‘Siz kim oldugunuzu saniyorsunuz?’

    Ortada ‘sanilacak’ hiçbir şey yok; apaçık, kesin, net, devasa ‘elephant in the room’ görmezden gelen zibidi Necip’ler var / sana + senin gibilere karşı mücadele edenler var. Kendini masum göstermek için ıkınmaktan vazgeç, gülünç oluyorsun.

    ‘Sizin bitmez (ve bitmeyecegi belli olan) sikayetlerinizi ve taleplerinizi neden onemsemeliyim?’

    Sen, ‘iktidar aşığı’ olduğun müddetçe, ‘elephant in the room’ RTE’yi canla başla savunmaya devam ettiğin müddetçe, hayata yasaklar koymaya devam ettiğin müddetçe, bunlar yetmiyormuş gibi yalanlar atmaya devam ettiğin müddetçe (Örnek: Yalan üzerine kurulu, ‘iktidar’ lecture’ın); senin gibi zibidilere karşı mücadele edenler daima olacak.

    ‘Yasagin etrafindan dolasmak icin (minimal de olsa) aktif bir tavir almis olan beni bile ‘yandas’ filan gibi kendinizce ‘derogative’ (tezyif edici) sifatlarla tarif etmege yeltenisiniz’

    Ortada ‘yeltenilen’ hiçbir şey yok; dobra dobra ifade var, dikkatli ve tane tane oku [R-T-E] [s-a-v-u-n-u-c-u-s-u] [z-i-b-i-d-i] [N-e-c-i-p].

    Her şey açık, kesin, net: Devasa ‘elephant in the room’ görmezden gelen zibidi Necip’ler var / sana + senin gibilere karşı mücadele edenler var.

    Sen, yasağın etrafından dolaşarak ‘elephant in the room’ görmezden geliyorsun, minimal minimal, palyatif palyatif ‘aktif tavir aldigini zannediyorsun’, RTE yandaşlığının üzerini örtebileceğini sanıyorsun, kendini masum göstermek için ıkınıyorsun, ama beceremiyorsun, sırıtıyor zibidi Necip.

    ‘Boyle, kimsenin umursamayacagi seyler soyleyerek, muhalefet yaptiginizi zannederek gececek omrunuz. Muhalefet filan degil, bildigimiz eyyamcilik.’

    Sen, önce, yukarıda [*] – [*] aralığında izah edilen ‘iktidar’ kavram ve uygulamasını öğren, Sezai Karakoç’un kustuklarının senin üzerinde kurmuş olduğu hegemonyaya karşı mücadele et.

    Sonra; ‘ömür ölçme’, ‘muhalefet nasıl yapılır? / yapılmaz?’, ‘eyyamcılık nedir? / ne değildir?’ ve benzeri ‘lakırtı lecture’larına devam edersin.

  111. “NeAcayip Bey”den solculara:

    “Başkası olma, kendin ol! Böyle çok daha güzelsin.”

    http://www.youtube.com/watch?v=h-jvl5Yo184

    Ah yanar döner NeAcayip’sin!

  112. “Ya gel bana sahici sahici, ya da anca gidersin!” diyor “Ah Yanar Döner NeAcayip” Bey.

  113. Neden Necip’in Balkan oligarşisi, TSK ve Kemalizm gibi iktidar odakları söz konusu olunca gördüğümüz bu güzel, eleştirel, sorgulayıcı muhalif tutumunun bir benzerini – bir nebze de olsa – AKP ve “kapitalizm” (veya adı her neyse) gibi başka iktidar odakları söz konusu olunca görmüyoruz?

  114. “Palyatif çözümler ürettiğini zannediyorsun, ve bunları başkalarına da söyleyip, onların da ‘zannetmesini’ bekliyorsun. Sen ‘elephant in the room’ görmezden gel, sonra, başkalarına da görmezden gelmelerini söyle; bunu çözüm diye ‘yuttur’, hadi ordan”

    Hala daha ayni seyleri yaveleyip yeni bir seyler soyledigini zannetmenin ismi ‘insanity’ degil miydi?

    Siz, onu da asmissiniz.

    ‘Palyatif’ demek, zaten, ‘kalici olmayan’ anlamina gelir. Hastanelerde, kanser vb gibi son safhasina gelmisleri, bu isimle bilinen bolumlere alirlar. Tedavi etmek sozkonusu olmadigi icin, emr-i hak vaki oluncaya kadar bir nebze rahat ettirmek icin (ve tabii ki, para kazanmak icin; ama, o ayri konudur).

    Teknoloji, hele de iletisim teknolojileri, sozkonusu oldugunda, her ne yaparsaniz yapin, kalici degildir –palyatiftir. Yarin, sizin yaptiklarinizi (kalici cozum sandiklarinizi) tepetaklak edebilecek yeni bir teknoloji ortaya cikabilir.

    Bu kadarinin dahi farkinda olmaksizin, habire ufurup[ duruyorsunuz. Ufuksuzlugunuz urkutucu.

    Bir de, sanki olaganustu bir kavram yakalamis gibi, ‘elephant in the room’ deyisiniz yok mu.. cocukca, fakat daha cok da ahmakca.

    Sizden, ve zeka acisindan benzeri az gelismis bir avuc insandan, baska hic kimse ‘iktidar’i, ‘var oldugu halde yok’ sayiyor filan degil.

    Baskalarinin acikca gordugu bir seyi, siz, sanki hic kimse gormuyor sanarak kendi kendinizle gelin guvey oluyorsunuz.

    Acil sifalar dilerim.

    Dilerim de, dileklerimin tutmak ihtimali de giderek zayifliyor.

  115. Türk Dil Kurumu ve Dil Alimi Necip

    Üniversite hocalarımız “Necip’i dürtükleyin, onun cahilliği sizin bilginizi arttırmaya yararlı olur” dediler.
    TDK sözlükte “ulus” en başta ve sonra defalarca “millet” olarak tanımlanır.
    Diğer çok sayıda sözlüklerde aynı tanımı verirler.
    Necip, siz “ulus” ve “millet” kelimeleri arasındaki farkı açıklar mısınız?

  116. [Danışıklı] Dövüş Kulübü:

    İslamcılar vs Kemalistler

    [Danışıklı] Dövüşün Amacı:

    Sistemin Bekası

  117. Necip’in, RTE’yi meşru gösterme çabaları

    ‘Hala daha ayni seyleri yaveleyip yeni bir seyler soyledigini zannetmenin ismi ‘insanity’ degil miydi? Siz, onu da asmissiniz. ‘Palyatif’ demek, zaten, ‘kalici olmayan’ anlamina gelir. Hastanelerde, kanser vb gibi son safhasina gelmisleri, bu isimle bilinen bolumlere alirlar. Tedavi etmek sozkonusu olmadigi icin, emr-i hak vaki oluncaya kadar bir nebze rahat ettirmek icin (ve tabii ki, para kazanmak icin, ama, o ayri konudur). Teknoloji, hele de iletisim teknolojileri, sozkonusu oldugunda, her ne yaparsaniz yapin, kalici degildir, palyatiftir. Yarin, sizin yaptiklarinizi (kalici cozum sandiklarinizi) tepetaklak edebilecek yeni bir teknoloji ortaya cikabilir. Bu kadarinin dahi farkinda olmaksizin, habire ufurup duruyorsunuz. Ufuksuzlugunuz urkutucu.’

    Hayır, ‘insanity’ değil. Sen, yine laf hokkabazlığı yaparak, konuyu bu kez ‘teknolojinin ilerliyor oluşu’na bağlayıp, RTE savunuculuğuna devam ediyorsun, ‘elephant in the room’ görmezden gelmeye devam ediyorsun. Yukarıda, 112 no’lu metinde şu kısmı ‘IP ayarlarında değişiklik, VPN kullanımı vs. vs. vs., bunların hepsi palyatif çözümler. Asıl problem: ‘Elephant in the room’ = ‘RTE’nin yasaklama emirleri & yasağı meşru kılan mevzuat üretimi’ = ‘RTE savunucuları zibidi Necip’ler.’ kasıtlı olarak görmezden geliyorsun, kendini masum göstermek için ıkınıyorsun, ama beceremiyorsun, sırıtıyor zibidi Necip.

    ‘Bir de, sanki olaganustu bir kavram yakalamis gibi, ‘elephant in the room’ deyisiniz yok mu.. cocukca, fakat daha cok da ahmakca.’

    Senin, RTE savunuculuğun, bu despotun verdiği emirler neticesinde getirilen yasakları meşru göstermek için yazdığın bütün ıkınmalar apaçık ortada. Sen, önce, ‘cocukca’lığı, ‘ahmak’lığı kendi beyanlarında ara; sonra başkalarının beyanlarını analiz edersin.

    ‘Sizden, ve zeka acisindan benzeri az gelismis bir avuc insandan, baska hic kimse ‘iktidar’i, ‘var oldugu halde yok’ sayiyor filan degil.’

    Laf saptırma.

    ‘İktidar’ın ne olduğu / ne olmadığı konusunda çuvaldan boşaltırcasına yavelediklerinle ilgili; başkalarının da seninkiyle aynı ve-veya seninkine benzer düşündüğünü zannetme. Senin gibi bir zibidinin, ‘iktidar’ denen şeye yüklediği anlam; ‘omniscient & omnipotent & omnipresent [‘omni-’ler daha da çoğaltılabilir]’ olduğu yönünde bir Sezai Karakoç velvelesi.

    ‘İktidar’ın anlamı, yukarıda 112 no’lu metinde [*] – [*] arasında gayet net izah edildi. Bu izahat, ‘inanan insan sayısının çokluğuna veya azlığına’ göre oluşmuş bir izahat değildir; tamamı gerçektir.

    Sen, önce, ‘iktidarın zorbalığı & yasakları’nı görmezden gelip palyatif çözümler müptelası olduğun gerçeğini anlamak için didin. Sonra, başkalarının zeka seviyesini ölçmeye devam edersin.

    ‘Baskalarinin acikca gordugu bir seyi, siz, sanki hic kimse gormuyor sanarak kendi kendinizle gelin guvey oluyorsunuz.’

    Başkalarının açıkça gördüğü şey: RTE’nin emirleri neticesinde, hayata getirilen yasakların sürekli arttığı.

    Senin yaptığın ise, ‘elephant in the room’ metaforuna göre; asıl problemin ‘RTE ve emirleri’ olduğunu görmezden gelmen.

    ‘Acil sifalar dilerim. Dilerim de, dileklerimin tutmak ihtimali de giderek zayifliyor.’

    Sen:

    [1] RTE’nin emirleri neticesinde doğmuş problemlerin ‘etrafından dolaşmayı alışkanlık hâline getirmiş olmandan’ kendini kurtarmaya bak; IP ayarlarında değişiklik yapmak, VPN kullanmak, yarın – öbür gün ‘yeni teknolojik çözümler’ ve benzerleri, RTE gibi despotların yasakçı mizaçlarına karşı mücadelenin ‘saçma olduğu’nun göstergesi değildir, bu gerçeği, dimağına sokmaya uğraş,

    [2] Yukarıda 112 no’lu metinde [*] – [*] arasında tane tane açıklanan ‘iktidar’ kavram ve uygulamasını anlamaya gayret et,

    [3] Asıl problemin ‘RTE ve yasaklamak için verdiği emirler’ olduğunu idrak etmeye çırpın,

    [4] Kendi kendini tedavi etmek için palyatif ilaçların çözüm getireceği yanılgısından kurtulmak için çabala,

    [5] ‘Teknolojinin ilerliyor oluşu’nu hem kendine hem başkalarına palyatif çözüm ve bahane olarak sunup, ‘iktidar’ın zorbalıklarının & yasaklarının üstünü örtebileceğini zannetme, ‘Elephant in the room = RTE ve yasaklamak için verdiği emirleri’ görmezden gelmeyi bırak,

    [6] RTE’yi savunan bir zibidi olduğun gerçeğini anla, kendini masum göstermek için ıkınmaktan vazgeç.

    Sonra, başkalarının sağlık durumuna temennilerini gönderirsin, gönderdiğin dileklerin tutup tutmayacağına sonra kafa yorarsın.

  118. “En cok alti ay icinde Yunan askeri, acliktan dolayi, zaten geri cekilecek, Anadolu’yu terkedecekti. Yani, ‘Baskumandanlik’ vs diyerek askerimizi heba etmemize gerek yoktu. Ustelik, o soyleside, Latife hanim, bunun MKA tarafindan da teyid edildigini soyluyor.”

    2018’e girmek üzere olduğumuz bu mübarek günlerde geleneksel YILIN LALESİ

  119. Söverek AKlamak

    [Balkan Oligarşisi’ne] Sövüş Kulübü

    Sövüş Kulübü’nün Sahibi:

    Necip

    Sövüş Kulübü’nün Amacı:

    Yeni Oligarşi’yi AKlamak

  120. “There Is No Spoon”

    İslamcı/Kemalist Danışıklı Dövüş Kulübü (Fight Club) Gerçeği:

    Dövüş Yok (There Is No Fight)

  121. “2018’e girmek üzere olduğumuz bu mübarek günlerde geleneksel YILIN LALESİ”

    Ne lalesi oldugunu soylememissiniz; eksik kalmis.

    Neyse.

    Lale-male bir tarafa; munafik ruhlu oldugumu kabul ederim.

    Ilgili programi yapanlarin, aradan birkac gun gectikten sonra (Menemen Olaylarina ne kadar da benziyor) aniden kovusturmaya ugramasini, sizi bilmem ama, ben cok ilginc buluyorum.

    O, tek basina ilginc olmakla beraber, asil ilginc olan, iddianamede mubarek zat-i muhteremenin mukaddes hatirasina, ozel hayati ile ilgili seyler soylemek suretiyle, hakaret edilmislik filandan bahsediliyor.

    Ben de durup dusunuyorum..

    [boyle zamanlarda durmak ve dusunmek adettendir]

    18’indeki kimsesiz kizlari ‘evlatlik’ almak, Cankaya yokusunun dibinde –cok lazimmis gibi– kiz olgunlasma okulu actirmak, Vedat’in serencami, ‘senin tedaviye ihtiyacin var’ diye kizlari Fransa’ya Isvicre’ye filan gondermek, Cankaya yokusundan asagiya dogru giden bir faytonda kendisini /sirtindan/ vurarak intihara tesebbus etmis Fikriye’ye vb vs gibi ‘ozel hayat’la ilgili bilinmeyen ne vardi?

    Pek yoktu.

    Peki, yeni ne vardi?

    Aslinda ‘yeni’ de denemez de, fi tarihinde yayinlanmis bile olsa, Turkiye ahalisinin radarinda olmayan bir sey var; o da su: “En cok alti ay icinde Yunan askeri, acliktan dolayi, zaten geri cekilecek, Anadolu’yu terkedecekti.”

    Evet. BU.

    Her ne kadar uzerinden nerdeyse 100 sene gecmis olsa da, yayinlanmis olmus bitmis bir seyi aynen tekrar etmek basin yoluyla filan islenmis suclardan sayilamasa bile, bu ozel durumdur.

    Bal gibi sayilir.

    Ve, sayilmistir da.

    Celebi, bizde boyle yurur hukuk.

    [Aslinda baska her yerde, ve her zaman da oyledir.

    Soylenir ki, vaktiyle, gecen trene bakarken resmi cekilen devrin Cumhurbaskani Cevdet Sunay’la ilgili olarak resmin altina ‘okuzun trene bakisi’ yazan kisi ‘devlet sirlarini aciga vurmak’tan ceza almisti. Ben, tabii ki, gormedim; bana anlatanin yalancisiyim.]

    Nice mubarek yilbasilari goresiniz.

  122. “Sonra, başkalarının sağlık durumuna temennilerini gönderirsin, gönderdiğin dileklerin tutup tutmayacağına sonra kafa yorarsın.”

    Yok. Bu ‘sonra’ya birakilabilcek bir sey degil. Muhatabimin bilhassa zihin/akil sagligina kavusmasi, benim acimdan, ertelenebilecek bir temenni degildir.

    Lutfe, geciktirmeyin; ciddiye alin ve tam tesekkullu bir hastaneye basvurun. Sizi bir tek doktor kesmez; genis bir heyet talep edin.

    Bunu kendiniz icin yapmak istemeseniz bile, ben dahil sizi sevenlerin hatirina, yapmalisiniz.

    Ihmal etmeyin.

    Giderek kotulesiyor.

    Ayni seyleri, daha da tutarsiz argumanlarla, tekrarliyorsunuz.

  123. “En cok alti ay icinde Yunan askeri, acliktan dolayi, zaten geri cekilecek, Anadolu’yu terkedecekti. Yani, ‘Baskumandanlik’ vs diyerek askerimizi heba etmemize gerek yoktu. Ustelik, o soyleside, Latife hanim, bunun MKA tarafindan da teyid edildigini soyluyor.”

    Tekrar yazıyorum ki, gözden kaçırmış arkadaşlar da okusun, öğrensin.

    Altı ay daha beklesen Yunan ordusu gerisin geriye Atina’ya doğru, kıçlarında ponponları sallaya sallaya yolculuğa başlayacakmış!

    Sebebi de, İzmir’den Ankara’ya olan yolda çok AÇ KALMIŞLAR!!!!!!!

    Kumanya ısmarlamayı unutmuşlar herhalde:)

    Sırf bu yüzden “aga yok, aç ayı oynamaz, vazgeçtik, işgal ettiğimiz Anadolu’yu geri veriyoruz” kararı almışlar.

    Durum buysa eğer, tüm tarih kitaplarında yazması gerekir, çünkü İzmir gibi bir yerde aç kalıp da geri basıp, eve dönmeye karar veren bir ordu örneği yok dünya tarihinde.

    Ama hiç bir tarih kitabında, gazete haberinde, araştırmada, raporda geçmemiş!

    Bu gerçeğe, dünyada sadece bir kişi vakıfmış, o da Latife hanum 🙂

    Yersen!

    Neden beklemedin Mustafa Kemal?
    Altı ay daha beklesen adamlar zaten geri dönecekti be yav 🙂

  124. “Durum buysa eğer, tüm tarih kitaplarında yazması gerekir, çünkü İzmir gibi bir yerde aç kalıp da geri basıp, eve dönmeye karar veren bir ordu örneği yok dünya tarihinde.”

    Sadece tarih degil en az o kadar da cografya perpektifi gerekiyor.

    Siz, Izmir’i, bugunku nufusuna bakarak, cok munbit (zirai acidan verimli) bir yer saniyorsunuz, anlasilan.

    Degildir.

    Izmi’in ova diyebilecegimiz tek yeri var, o da Bornova’dir. Avuc ici kadar yerdir; ova demege bin sahit ister. Desek bile, olcek icinde bakarsaniz, marul bahcesi filan sayilir.

    Izmir, o tarihlerde, Manisa ovasini sagip yiyerek ayakta kaliyordu –o da, asayis berkemal ve nakliye islerini yurutecek altyapi calisirken.

    Yoksa, siz, Izmir’in dunya capindaki olta balikciligi sektorunu mu kasdetmistiniz 😉

    Simdi gelelim “tüm tarih kitaplarında yazması gerekir” konusuna..

    Evet, azizim, tarih kitaplarimiz oldum olasi objektiflik timsali oldugundan, bunun tarih kitaplarimizda yer almayisi demek boyle bir seyin olMAmis oldugu anlamina gelir.

    Di mi?

    No di.

    Allandira ballandira anlatilan Yunan Ordusunu denize dokmek filana biraz daha geriden bakarsaniz,

    1) Aniden ‘denize dokulmek’ kaderini yasayan bu ordunun hal-i purmelalini gorebilirsiniz.

    2) Ustunde yok basinda yok bir ordu (Turk Ordusu), ne olmustur da, aniden (Bati Anadoluyu isgal etmis) muazzam (!) bir orduyu onune katip denize dokmustur?

    Muazzam (!) Yunan Ordusu, hic mi yerlestigi mintikalari savunmak ihtiyaci duymamistir?

    Duymussa, nerede bu muazzam catismalarin –o objektifliginden sual olunmaz– tarihimizdeki kayitlari?

    Var midir?

    Varsa benim haberim yok.

    Siz biliyorsaniz, bilgilendirin bizi/beni lutfen.

    Ha, bu arada, karinlari ac miydi degil miydi; kesin bilemem, tabii ki. Ama, usudugu icin basgeri kogusuna donen bir ordu vardi galiba: Rusya’yi isgal etmege kalkisip beceremeyince rezil olan Alman ordulari.

    “Neden beklemedin Mustafa Kemal?
    Altı ay daha beklesen adamlar zaten geri dönecekti be yav ????”

    Adamlar kendiliginden geri donerlerse, dunya tarihin gorup gorecegi en buyuk kahraman kim olacakti? 😉

  125. Kurtuluş savaşı adı verilen mücadelede kendisiyle savaşılan yedi düvel (!) her ne hikmetse kendileriyle savaşmayan Osmanlı saltanatının kaldırılmasına ses çıkarmamış ve kendileriyle savaşan (!) Kemalist hükümeti muhatap alarak Lozan anlaşmasını imzalamışlardır. Lozanın hemen ardından Cumhuriyetin ilan edilmesi de enteresandır ve belki de Lozan sürecinin bir gereğidir.

  126. Kemalizm veya Atatürkçülük her dönemde ayrı bir kimliğe, ayrı bir kılığa büründürülmüştür. M. Kemal sağlığında farklı, öldükten sonra farklı, hatta hayatının çeşitli bölümlerinde bile farklı algılanan bir kimlik olarak karşımızda durmaktadır. Günümüzde herkes kendi Atatürk’ünü ortaya çıkardı. Kimisi “sosyalist” bir Atatürk ortaya çıkardı, kimisi “milliyetçi” bir Atatürk… kimisi Atatürk’ü dindarlaştırırken, kimisi ateistleştirdi, kimi de Alevileştirdi. Kimisi militarist ve jakoben, tepeden inmeci bir diktatör, bonapartist bir Atatürk ortaya çıkarırken, bir diğeri liberalleştirdi, demokratlaştırdı.

  127. Necip rezil oldu

    ‘Yok. Bu ‘sonra’ya birakilabilcek bir sey degil. Muhatabimin bilhassa zihin-akil sagligina kavusmasi, benim acimdan, ertelenebilecek bir temenni degildir. Lutfe, geciktirmeyin, ciddiye alin ve tam tesekkullu bir hastaneye basvurun. Sizi bir tek doktor kesmez, genis bir heyet talep edin. Bunu kendiniz icin yapmak istemeseniz bile, ben dahil sizi sevenlerin hatirina, yapmalisiniz. Ihmal etmeyin. Giderek kotulesiyor. Ayni seyleri, daha da tutarsiz argumanlarla, tekrarliyorsunuz.’

    Sen, acilen, yukarıda 112 no’lu metinde [*] – [*] arasında açık açık, tane tane anlatılan ‘iktidar’ kavram ve uygulamasını daha dikkatli oku, öğrenmeye çırpın, RTE’nin emriyle getirilen yasakları meşru göstermeye çabalamaktan, kendini masum göstermek için ‘ayni seyleri, daha da tutarsiz argumanlarla’ ıkınmaktan kurtulmaya uğraş; sonra, başkalarına, ‘temenni kisvesi altında aynı lakırtılar’ını yazmaya devam edersin.

  128. “temenni kisvesi altında”

    Ne ‘kisve’si?

    Ben, son derece samimi ve icten, size acil sifalar diliyorum.

  129. İhtiyar çoban

    Necip mecip, ebleh zihni ve satılmış kiralanmış beyniyle iyiye kötü, eğriye doğru demenin tadıyla iyi şifalar diliyor da, balyoz yumruklu İhtiyar çobanın, kendisini kafasına patlatacağı bir yumrukla şifaya kavuşturacağını, hatta hidayete eriştireceğini yok sayıp münafıklığını sürdürüyor. Buyur gel, iyileştireyim seni; kötü bir şey mi diyoruz; acımayacak.

  130. Yurt-Ulus-Adapazarı

    Necip ulus kelimesinin anlamı konusunda saçmalamış.

  131. “Siz, Izmir’i, bugunku nufusuna bakarak, cok munbit (zirai acidan verimli) bir yer saniyorsunuz, anlasilan.”

    Yine bir ton boş laf yazmışsın, sayın biraderim.

    Komşu ülkeyi işgale giden besili bir ordunun o toprakların verimiyle, verimsizliği ile ilgili bir sorunu olmaz. Oraya gemilerini dayayan, topunu, tüfeğini, askerini getirebilen bir ordu askerinin karavanasını da o karavananın altı aylık yedeğini de aynı bölgeye rahatlıkla getirebilir.

    Sen ne iddia ediyordun: güya Yunan ordusu aç kaldığı için altı ay sonra gidecekmiş de, e o zaman Mustafa Kemal neden savaşmış, bekleseymiş kefereler gidecekmiş!!

    Biz de soruyoruz, bu durumun Yunan, Türk, işbirlikçi padişah yönetimi, İngiliz, Fransız vs taraflarından birinde bir kaydı kuydu yok mu? Bul o belgeleri de getir.

    Nasıl olur da bir savaşın kaderini değiştirecek kadar önemli , altı ay içinde kesin yenilgiye yol açacak bir hata tüm dünyanın gözünden kaçar?

    Kocasıyla kavga eden bir ev kadınının iddialarından başka bir delil yok mu elinde? Böyle bir delil ile tarih mi yazılır yahu?

  132. Necip = Zibidilik timsali

    ‘Ne ‘kisve’si?’

    ‘Temenni’ kisvesi.

    ‘Ben, son derece samimi ve icten, size acil sifalar diliyorum.’

    Sen ‘son derece samimi ve içten davranarak’, yukarıda 112 no’lu metinde [*] – [*] arasında açık açık, tane tane anlatılan ‘iktidar’ kavram ve uygulamasını daha dikkatli oku, öğrenmeye çırpın, RTE’nin emriyle getirilen yasakları meşru göstermeye çabalamaktan, kendini masum göstermek için ‘ayni seyleri, son derece samimi ve icten ama daha da tutarsiz argumanlarla’ ıkınmaktan kurtulmaya uğraş; sonra, başkalarına, ‘temenni kisvesi altında son derece samimi ve içten lakırtılar’ını yazmaya devam edersin.

  133. “Komşu ülkeyi işgale giden besili bir ordunun o toprakların verimiyle, verimsizliği ile ilgili bir sorunu olmaz.”

    Bir gazetecinin, bir Karadeniz koyunde bir eve misafirliginden naklettigi anekdotu yazayim:

    Evin ilkokul cagindaki cocuguna sorar: “Kaca gidiyorsun?”
    Cocuk: “Citmeyrum, conderiliyirum”.

    Yunan ordusu da bu misal.

    Ingilizler (Britanya) tarafindan gonderildiler, vaatler filan. Sonra, Britanya, kendi ic sorunlari yuzunden Yunanlilari yaya/yuzustu birakti.

    “Oraya gemilerini dayayan, topunu, tüfeğini, askerini getirebilen bir ordu askerinin karavanasını da o karavananın altı aylık yedeğini de aynı bölgeye rahatlıkla getirebilir.”

    Yok. “Oraya gemilerini dayayan”lar Yunanlilar degildi; Yunanlilar, Britanya’nin seysiyle gerdege girmege kosulmustular.

    Britanya elini cekince, birakin kumanya ve silahi, geri donecek gemi de bulamadilar. O yuzden ‘denize dokulduler’.

    Bir de, tabii ki, keci ve zeytin agacindan oteye pek birsey yetismeyen Yunanistan, gemi bulsaydi dahi, ordusuna yemek icin ne gonderecekti; o apayri merak konusudur.

    “Sen ne iddia ediyordun: güya Yunan ordusu aç kaldığı için altı ay sonra gidecekmiş de, e o zaman Mustafa Kemal neden savaşmış, bekleseymiş kefereler gidecekmiş!!”

    Ben bir sey iddia ediyor degilim. Bunlari soyleyen kisi Latife Hanim.

    “Biz de soruyoruz, bu durumun Yunan, Türk, işbirlikçi padişah yönetimi, İngiliz, Fransız vs taraflarından birinde bir kaydı kuydu yok mu? Bul o belgeleri de getir.”

    Bazi seylerin kaydi kuydu gozunuzun onunde durur; ama, gormek istemezseniz, tabii ki bunlar namevcut olurlar.

    MKA’nin konusma metinlerine bakin. Uzun zaman boyunca, Saltanat ve Hilafet’e olan bagliligini dile getirir.

    Neden?

    “Nasıl olur da bir savaşın kaderini değiştirecek kadar önemli, altı ay içinde kesin yenilgiye yol açacak bir hata tüm dünyanın gözünden kaçar?”

    Tum dunyanin gozunden kactigini nereden cikarsiyorsunuz?

    Ister Yunan ordusu alti ay bekleyip aclik yuzunden kendiliginden cekilmis olsun, isterse de en kahraman ulu buyuk onderimizin yuksek emirleriyle cekilmis olsun, ‘dunya’ acisindan ne fark eder?

    “Kocasıyla kavga eden bir ev kadınının iddialarından başka bir delil yok mu elinde? Böyle bir delil ile tarih mi yazılır yahu?”

    Walla.. yasayan hafizada ISKI diye bir sey vardi. Kocasiyla sorunu olan bir kadin, birakin kocasinin ikbalini bir yana, kocasinin uye oldugu partinin dahi iktidarina mal olmustu.

    Yani, isimize gelmeyen noktalarda, hosumuza gitmeyen seyleri boyle yana supurmek cok da akillica olmayabiliyor.

    Bir de, Latife hanimi –koyden Kezban gelmis misali– bu sekilde kucumsemek de, bence, ayip oluyor. Cogu zaman Latife hanimin hem ufku hem de dunyasi MKA’dan daha genisti.

    O yuzden, ben, Latife hanimin dediklerini ciddiye almak taraftariyim.

    Sirf ben degil, goruldugu uzere, hukuk sistemimiz de oyle yapmis; ve yuz sene once yayinlanmis bir soylesi yuzunden birilerini cezalandirmak ihtiyaci duymus.

    Soylesinin iceriginin yalan oldugunu soyleyen yok zaten. Birilerinin sahs-i manevisine (!) mugayyir oldugu icin, ceza vermek gerekmis.

    [Not: Ben de bir soru sormustum. Lutfedip cevap vermemissiniz: O muazzam (!) Yunan ordusunu bozguna ugratan muazzam (!) Turk ordusunun verdigi muazzam (!) meydan savaslari nere(ler)de olmustur. Tarihler ve yer isimleri lutfen.]

  134. “yukarıda 112 no’lu metinde [*] – [*] arasında”

    Ol mubarek 112 nolu makalenizde (1), yildizlar arasina bezendirip[ boca ettiginiz onca luzumsuz laf icinden sadece surasi isabetli –yani ciddiye alinabilir.

    “‘İktidar’ denen şey, ‘insan davranışı’dır, açık, net, kesin. Herhangi bir kliğin, bir başka kliğe (kliklere), tahakküm kurmak amacıyla yaptığı her hamle ‘iktidar’dır.”

    Evet.

    ‘Insan davranisi’nin ya da ‘insan fitrat’inin bir (yan)urunudur ‘iktidar’. [Aslinda, hayvanlarda da gorulur.]

    Hangi devire, hangi topluma giderseniz gidin, ‘iktidar’ vardir.

    Icini o doldurmus, bu doldurmus.. olabilir; ama, ‘iktidar’ hep vardir.

    ‘Insan davranisi’ni ya da ‘insan fitrat’ini degistiremediginiz surece de hep olacak gibi gorunuyor.

    Simdi, lutfen, yukarida yazdiklarimi tekrar ve tekrar ve tekrar okuyup anlamaga calisin; ve lutfen artik kabak tadi veren sikayetlerinizle beni daha fazla biktirmayin.

    ‘Iktidar’la ilgili sikayetlerinizin muhatabi ben degilim. BIMER’e yazin, CIMER’e yazin, kutsallariniza yazin.. nereye isterseniz oraya yazin; belki muhatap alan olur.

    Ve, evet, giderek artan dozda sifalar dilerim.

  135. Yunanlılar habire işgal yada fetihlerini genişletmekle değilde biraz kafalarını diplomasiye verselerdi durum farklı olurdu.

    İngiliz, Fransız, İtalyan lari Ege bölgesinde çoğunlukla Yunanlılar larin yaşadığını tarihtede böyle olduğunu bildirebilirlerdi.

    İlginç olanda,MK ler hatta silah almismis İtalyan, Fransız lardan!

    Herşey garip aslında..
    Kurt bölgesi Fransızlar egemendi.
    Kürtler Türklere kanmayip Fransızlar dan Kürdistani kurabilirsiniz.
    Yunanlılarla ittifak edebilirlerdi.
    Araplar da siyaset evetse bu hayır demek turklerde ise her türlü sahtekarlık, kurnazlık,hilelik dir.bu hala böyle..
    Kürt ler kanmasi, Yunanlılarin yalnız hareketleri MK Atatürk lerin işini geldi..
    Atatürk ün esas basarisi, gücü de onun batılı demokrasiyi hayata geçirmesi yönüyle esas işgalci devletleri ikna etmesidir..
    Yoksa Yunanlılar lari yenmiş çok mu önemli haklıydı?!

    Batılılar mavi gözlünun geleceği de mavi olacağını dusundukleri için ülkeyi hatta fazlasıyla ona teslim etmiştir..
    Onun yerine habu Erdoğan yada Necmi ağa olsaydı?!!
    Orta Asya’da tozumuz kalırdı..

  136. 136 Necip İnsan Evrimini Unutmuş

    Kara cahillik ve yalancılığınızla biz öğrencileri bir defa daha hayal kırıklığına uğrattınız ama güldürdünüz de.
    Önce dediğiniz:
    “Siz, ‘iktidar’a (yani, ‘yonetim’e) karsi oldugunuzu soyluyorsunuz. Kim olursa olsun, farketmez, ‘iktidar’a karsisiniz.
    Bunu da, anlamli bir seymis gibi, biteviye soyluyorsunuz.
    Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri MUMKUNDU. Savannah’ta, herkes tek basina AVCİ-TOPLAYİCİ halinde YASARKEN… ”

    Demek ki 30 bin yıl önce insan fıtratı başkaymış. Sonra değişmiş.

    Şimdi “136 Necip”de dediğiniz:
    ” Hangi devire, HANGİ TOPLUMA GİDERSENİZ GİDİN, ‘iktidar’ vardir. Icini o doldurmus, bu doldurmus.. olabilir; ama, ‘İKTİDAR’ HEP VARDİR.
    ‘Insan davranisi’ni ya da ‘insan fitrat’ini degistiremediginiz surece de hep olacak gibi gorunuyor.”

    YALANININZ: 30 bin yıl önce yoktu lafınız.
    KARA CAHİLLİĞİNİZ: İnsan fıtratı değişmiş ve sizin gibi adi ruhlu (galiba bu nedenden kendinize Necip adını seçtiniz), salak, köle fıtratlı insanlar türemiş.

    Böylece ve bir daha sidik yarışı saplantınız, morukluk, bunamışlık bir araya gelmiş. Emekliye ayrılmanızı veya paranız bolsa, başınızı beyin takma mühendislerine vurup kendinize genç bir beyin taktırınız. Şu an burada en UCUZA takılan Suriye ve Komünist Çin genç beyinler. Her zaman UCUZ şeyleri tercih eden bir tüccar olduğunuzdan eklemek istedik.
    Ama,lütfen, her yakalandığınızda yaptığınız gibi kaçmayın. Okulumuzda bütün öğrenciler gülmek için sizin haberlerinizi ve özellikle bu yazımıza cevabınızı merakla bekliyorlar. Korkma, kaçma, sidik yarışına kafa kol atla, yüksek zekalı Necip!

  137. “Demek ki 30 bin yıl önce insan fıtratı başkaymış. Sonra değişmiş.”

    Hayir. Degismis degil. Fitrat ayni fitrat.

    Tek basina yasayanlar icin, baskalarinin ‘iktidar’i sozkonusu degil, tabii ki.

    Tek basina avci-toplayici hayat yasayanlar (ya da kimsenin olmadigi yerlerde tek basina yasayanlar) icin gecerli bu.

    Ama, o devirde de ‘anne’, veletler yetisip kendi baslarinin caresine bakincaya kadar ‘iktidar’ ve ‘otorite’yi temsil ediyordu.

    Ihtimaldir ki, anaerkil toplum o sekilde basladi. Daha sonralari basrolde kadin (ana) tanricalarin oldugu inanclar da.

    Bu kadar basit bir seyi gormeyerek, gormemek icin israr ederek, haftalardir bu konuyu yaveleye yaveleye topuklarimdan isirmaga ugrasmanizi artik garipsemiyorum.

    Kutuphane memuru mentalitesiyle ancak bu kadar oluyor.

    Sunu bir tarafa yazin ve okuyun: Sadece, kendisinden baskasiyla muhatap olmayan tek kisi icin dissal bir ‘iktidar’dan bahsedemeyiz.

    Bunu da, ‘iktidar’ gordugunuz hocalarinizdan rica edin, size izah etsinler.

  138. Siyasi İntiharlar, Yeni İktidar Tuzakları Ve İlk İktidar Tuzağı

    İktidar konusunda okunması gereken kitap[lar] ;

    “Türkiye’nin Siyasi İntiharı: Yeni Osmanlı Tuzağı” – Cengiz Özakıncı

    Osmanlılar’ın Siyasi İntiharı: Yeni Selçuklu Tuzağı

    Selçuklular’ın Siyasi İntiharı: Yeni Gazneli Tuzağı

    Gazneliler’in Siyasi İntiharı: Yeni Samani Tuzağı

    Samaniler’in Siyasi İntiharı: Yeni Abbasi Tuzağı

    Abbasiler’in Siyasi İntiharı: Yeni Emevi Tuzağı

    Emeviler’in Siyasi İntiharı: Yeni Bizans Tuzağı

    Bizans’ın Siyasi İntiharı: Yeni Roma Tuzağı

    Roma’nın Siyasi İntiharı: Yeni İskender Tuzağı

    İskender’in Siyasi İntiharı: Yeni Pers Tuzağı

    Persler’in Siyasi İntiharı: Yeni Babil’li Tuzağı

    Babil’lilerin Siyasi İntiharı: Yeni Asur’lu Tuzağı

    Asur’luların Siyasi İntiharı: Yeni Akad’lı Tuzağı

    Akad’lıların Siyasi İntiharı: Yeni Sümer’li Tuzağı

    Sümer’lilerin Siyasi İntiharı: İlk İktidar Tuzağı

  139. Necip kepaze oldu

    ‘Ol mubarek 112 nolu makalenizde, yildizlar arasina bezendirip boca ettiginiz onca luzumsuz laf icinden sadece surasi isabetli, yani ciddiye alinabilir.’ & ‘Evet. ‘Insan davranisi’nin ya da ‘insan fitrat’inin bir (yan)urunudur ‘iktidar’. [Aslinda, hayvanlarda da gorulur.] Hangi devire, hangi topluma giderseniz gidin, ‘iktidar’ vardir. Icini o doldurmus, bu doldurmus.. olabilir; ama, ‘iktidar’ hep vardir. ‘Insan davranisi’ni ya da ‘insan fitrat’ini degistiremediginiz surece de hep olacak gibi gorunuyor.’

    Laf hokkabazlığındaki maharetini sergilemekten vazgeç, gülünç oluyorsun: ‘Mubarek’ ve benzeri kutsiyet ifade eden kelimelerle uzak-yakın ilgisi yok. 112 no’lu metinde [*] – [*] arasında açık açık, tane tane anlatılan ‘iktidar’ kavram ve uygulaması; tamamen ‘gerçek’tir, herhangi bir başka kelimeyle kapsanmasına, ve hâttâ herhangi bir sıfat eklenmesine gerek yoktur. ‘Gerçek’ yalın bir şekilde ortadadır. Mesele, senin gibi bir zibidinin bunu [yani, ‘iktidar’ denen şeyin ‘omniscient & omnipotent & omnipresent (‘omni-’ler daha da çoğaltılabilir) olMAdığını] görmezden gelmesidir. Hayvanlar alemindeki iktidar konsepti ile insanlar alemindeki iktidar konseptinin arasında kuvvetli bağlar olduğunu ileri sürerek, ‘iktidar’ denen şeyin ‘omniscient & omnipotent & omnipresent’ olduğunu iddia edemezsin. Kendi kafanda bir ‘iktidar’ tarifi uydurmuş ve buna bütün gücünle inanmışsın, sonra gelmişsin buraya, uydurduğun iktidar tarifini satabileceğini zannediyorsun, hadi ordan, zibidi.

    ‘Simdi, lutfen, yukarida yazdiklarimi tekrar ve tekrar ve tekrar okuyup anlamaga calisin; ve lutfen artik kabak tadi veren sikayetlerinizle beni daha fazla biktirmayin. ‘Iktidar’la ilgili sikayetlerinizin muhatabi ben degilim. BIMER’e yazin, CIMER’e yazin, kutsallariniza yazin.. nereye isterseniz oraya yazin; belki muhatap alan olur. Ve, evet, giderek artan dozda sifalar dilerim.’

    Sen ‘giderek artan dozda’, yukarıda 112 no’lu metinde [*] – [*] arasında açık açık, tane tane anlatılan ‘iktidar’ kavram ve uygulamasını daha dikkatli oku, öğrenmeye çırpın, RTE’nin emriyle getirilen yasakları meşru göstermeye çabalamaktan, kendini masum göstermek için ‘ayni seyleri, giderek artan dozda’ ıkınmaktan kurtulmaya uğraş; sonra, başkalarına, ‘temenni kisvesi altında giderek artan dozda lakırtılar’ını yazmaya devam edersin. ‘BIMER, CIMER’ ve türevleri, zaten ‘iktidar’ denen şeyin icat ettiği kurumlar; bunlar aslen ‘senin kutsalların’, frekansları karıştırma.

  140. 139 Necip İyice Bunamış

    Yazıyı iyi okuyun hemen sidik yarışına geçmeyin. Konu iktidarın tanımı değil, sizin yalancılığınız ve bunamış olmanız. Biz öğrenciler sizin gibi bir kara cahille iktidar tanımı tartışmasına girecek kadar alçalmayız. Daha önce benzeri yalanlarınızı yakaladık, bu devamı. Aman kaçmayın! Size gülmek çok hoş.

    Oku Necip, oku! Bunu siz yazdınız.
    “Siz, ‘İKTİDAR’A (yani, ‘yonetim’e) karsi oldugunuzu soyluyorsunuz. Kim olursa olsun, farketmez, ‘iktidar’a karsisiniz.
    Bunu da, anlamli bir seymis gibi, biteviye soyluyorsunuz.
    Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri MUMKUNDU. Savannah’ta, herkes tek basina AVCİ-TOPLAYİCİ halinde YASARKEN… ”

    TEKRAR EDELİM SİZİN GİBİ SİDİK YARIŞINI KAZANMAK İÇİN HAYATI YALANLARLA GEÇMİŞ TÜCCARA.

    ” Siz, İKTİDAR’A (yani, ‘yonetim’e) karsi oldugunuzu … ”
    “… BU DEDİGİNİZ (yani İKTİDAR) ancak 30 bin sene filan onceleri MUMKUNDU. Savannah’ta, herkes tek basina AVCİ-TOPLAYİCİ halinde YASARKEN…”

    Ne MUMKUNDU? BUNAMIŞ YALANCI NECİP.

    Siz, sidik yarışını kazanmak için mutfakta kurguladığınız zırvalamalarla iktidarı ananızda bulacak kadar çıldırmışsınız.
    Size yeniler verelim. Böylece çocuksuz tek başına gezen analarda, tek başına gezen, hayvanlar da dahil, bütün varlıklarda bile İKTİDAR olduğunu zırvalarsınız: BEYİN. Hatta ADN, hatta GENLER. Bakın boşalmanız için size ne emzikler verdik!
    Siz yalan uzmanı tüccar doğmuşunuz, öyle kalın. Veya hocalarımız düşündüğü gibi en iyisi emekliye ayrılın.

  141. Necip Çok Yalancı ve Bunamış
    Bir ara “tek değimeyen şey değişmek” gibi bir şey söyleyip bilgiçliğini ve yüksek zekasını afişlemişti, bakın şimdi bu bunak ne demiş:
    “Hangi devire, hangi topluma giderseniz gidin, ‘iktidar’ vardir.
    Icini o doldurmus, bu doldurmus.. olabilir; ama, ‘iktidar’ hep vardir.”
    “‘Insan davranisi’ni ya da ‘insan fitrat’ini degistiremediginiz surece de hep olacak gibi gorunuyor.”
    Yani iktidar değişmez, yani insan fıtratı değişmez.
    Öğrenciler haklı, bu herif sidik yarışını kazanmak için aklına ne gelirse söylüyor.

  142. “Konu iktidarın tanımı değil, sizin yalancılığınız ve bunamış olmanız.”

    Konunun ne oldugunu belirlemek yetkisini size kim verdi?

    Ikincisi, benim bunamis oldgumu dusunuyorsaniz, daha neden habire ayni yavelerle yazip[ duruyorsunuz.

    Bunamissam bunamisimdir –geri donussuzdur; sizin yapacak bir seyiniz de yoktur.

    Ama, ben, ‘oten canda umit var’ misali, size sifalar diliyorum.

  143. Var Necip Hoca , var

    Yüzünüze yağmur şifası serpiyoruz. Bakın sidik yarışına katılmak için nasıl canlanmışsınız.
    Sizinle kedi fareyle oynar gibi oynuyoruz.
    Yalanınız doğru mu, değil mi?
    Bunaklığa çare yok ama size acımamızı istiyorsanız yalanlarınızı kabul edin.

    Sondan başlayalım: iktidar yalanlarınızı suratınza vurduk, ot için eşeklik numarası sökmez. Salt sidik yarışı için yalanlar uydurduğunuzu yazarsanız belki bunamadığınızı da ispat etmiş olursunuz.
    Bunların hepsi sizin bilimsel allahınız Yüksek Zeka Denklemlerinde yazılı. Aynı denklemlerde sizin iktidar hakkında yazdığınız yalanlar da, itirafınız da yazılı.
    İktidara boyun eğmeye alışmışsınız ama en büyük iktidar Yüksek Zeka’ya itiatte utangaçlık yapıyorsunuz. Kaderinize razı olun! Bakireliğe karşı zaafınızı biliyoruz ama fazla da abartmayın.

  144. “Yani iktidar değişmez, yani insan fıtratı değişmez.”

    Uzun uzun gevezelikler etmenize hic gerek yok.

    ‘Iktidar’ olgusunun olmadigi bir dunya; ya da bir donem kurun/gosterin, veya insan fitratini degistirin; gorelim.

    Gerisi utopik laf-i guzaf.

  145. Anne, Beyin, İktidar, Necip

    Necip’in “İktidar” Fiyaskoları: Anne Ve Beyin

    “[Ama, o devirde de ‘anne’, veletler yetisip kendi baslarinin caresine bakincaya kadar ‘iktidar’ ve ‘otorite’yi temsil ediyordu.]
    Böylece çocuksuz tek başına gezen analarda, tek başına gezen, hayvanlar da dahil, bütün varlıklarda bile İKTİDAR olduğunu zırvalarsınız: BEYİN.”

  146. 139 Necip Çok Çabuk Unutuyor

    Note: Bu yazıyı gönderdim ve bir şahıs okumuş gibi: “147 Anne, Beyin, İktidar, Necip”
    Fakat yayınlanmadı.
    ***
    Yazıyı iyi okuyun hemen sidik yarışına geçmeyin. Konu iktidarın tanımı değil, sizin yalancılığınız ve bunamış olmanız. Biz öğrenciler sizin gibi bir kara cahille iktidar tanımı tartışmasına girecek kadar alçalmayız. Daha önce benzeri yalanlarınızı yakaladık, bu devamı. Aman kaçmayın! Size gülmek çok hoş.

    Oku Necip, oku! Bunu siz yazdınız.
    “Siz, ‘İKTİDAR’A (yani, ‘yonetim’e) karsi oldugunuzu soyluyorsunuz. Kim olursa olsun, farketmez, ‘iktidar’a karsisiniz.
    Bunu da, anlamli bir seymis gibi, biteviye soyluyorsunuz.
    Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri MUMKUNDU. Savannah’ta, herkes tek basina AVCİ-TOPLAYİCİ halinde YASARKEN… ”

    TEKRAR EDELİM SİZİN GİBİ SİDİK YARIŞINI KAZANMAK İÇİN HAYATI YALANLARLA GEÇMİŞ TÜCCARA.

    ” Siz, İKTİDAR’A (yani, ‘yonetim’e) karsi oldugunuzu … ”
    “… BU DEDİGİNİZ (yani İKTİDAR) ancak 30 bin sene filan onceleri MUMKUNDU. Savannah’ta, herkes tek basina AVCİ-TOPLAYİCİ halinde YASARKEN…”

    Ne MUMKUNDU? BUNAMIŞ YALANCI NECİP.

    Siz, sidik yarışını kazanmak için mutfakta kurguladığınız zırvalamalarla iktidarı ananızda bulacak kadar çıldırmışsınız.
    Size yeniler verelim. Böylece çocuksuz tek başına gezen analarda, tek başına gezen, hayvanlar da dahil, bütün varlıklarda bile İKTİDAR olduğunu zırvalarsınız.: BEYİN. Hatta ADN, hatta GENLER. Bakın boşalmanız için size ne emzikler verdik!
    Siz yalan uzmanı tüccar doğmuşunuz, öyle kalın. Veya hocalarımız düşündüğü gibi en iyisi emekliye ayrılın.

  147. 146 Necip Çok Unutuyor

    ” ‘Iktidar’ olgusunun olmadigi bir dunya; ya da bir donem kurun/gosterin, veya insan fitratini degistirin; gorelim.”

    Yüksek Zeka Necip Hocamız, sidik yarışı yapma hırsıyla kendi yazdıklarınızı unutup duruyorsunuz.

    1. “‘Iktidar’ olgusunun olmadigi bir dunya; ya da bir donem kurun/gosterin”

    Gün Zileli’nin aşağıdaki yazısını hatırlıyor musunuz?
    “Yargının Bugün “Altın Devrini Yaşadığını” Söylemeye AKP Bile Cüret Edememişti”
    Unutkan Necip sidik yarışını kaçırmak istemez ve balıklama atlar.
    ” Peh.. peh..
    ‘Iktidar’i yikmak yetmemis; simdi de ‘iktidar olgusu’nu yikmaktan bahsediyorsunuz.
    Yani, hamhayalperestligi asmis, somsalakligin feristahina ulasmissiniz. Bravo.”
    Gün Zileli cevap verir:
    “Haziran 25th, 2017 at 07:39
    Necip’in sorunu ikisine birden mücadele etmek istemesi değil. İktidara karşı mücadele etmek istememesi.”
    Unutkan Necip sidik yarışını kaçırmak istemez ve balıklama atlar. “7 Necip 25 Haziran 17 ” sidik yarışının hızıyla ağzından akıtır:
    “Kim olursa olsun, farketmez, ‘iktidar’a karsisiniz.
    Bunu da, anlamli bir seymis gibi, biteviye soyluyorsunuz.
    Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri MUMKUNDU. Savannah’ta, herkes tek basina avci-toplayici halinde yasarken…”
    Oku Necip oku. Er-doğanlardan ve patronlarından korkmadan oku. Onlara da bir yalan uydur, kabahatini mazur görürler. Sizin gibi askerlere ihtiyaçları var.

    Kısacası, siz iktidarsız toplum olmanın MÜMKÜN olduğunu gevezelediniz. Çenenizi tutamadınız, şimdi de pişmanlık içindesiniz. Bakirelik elden gitmiş Necip Hoca, entropiye göre geri dönülmez. Bunu değişmezler listesine katın. Biz öğrencilerden bir şeyler öğrenin.

    2. “insan fitratini degistirin; gorelim”
    Bize bu soruyu soracağınıza kendi fıtratınıza baksaydınız, maşallah ışık hızıyla değişiyor. Yalanlar, unutmalar, fikir değiştirmeler, kelimelerin Necip için biçilmiş özel ısmarlama anlamları, örneğin trigonometri, analitik geometri, asal sayılar, evrim teorisi, simülasyon, random sayılar, fizik, insan evrimi ve kafatası, IQ diploması var/yok, çok diploması var/yok maşallah “Degismeyen tek sey Necip’in degisimi’.

    İşte yüzünüzü serinletici bir hatırlatma daha:
    “374 Necip 6 Agustos 17” hemen sidik yarışına girer, “Degismeyen tek sey degisim” der.

    Necip’in “Anne-Baba-İktidar” teorisinin kaynağı gittikçe yüzeye çıkmakta. Zavallı Necip tipik orta sınıf ailelerde sık sık rastlanan
    sidik yarışına hazırlık baskısı altında büyümüş. Pavlov köpekleri gibi her fırsatta sidik yarışına düşünmeden katılıyor.
    Size sidik yarışları: İnsan fıtratının ne olduğunu biliyor musunuz? İnsanın bu fıtratının kaynağını biliyor musunuz?

  148. 146 Necip Hatırlamıyor

    ” ‘Iktidar’ olgusunun olmadigi bir dunya; ya da bir donem kurun/gosterin, veya insan fitratini degistirin; gorelim.”

    Yüksek Zeka Necip Hocamız, sidik yarışı yapma hırsıyla kendi yazdıklarınızı unutup duruyorsunuz.

    1. “‘Iktidar’ olgusunun olmadigi bir dunya; ya da bir donem kurun/gosterin”

    Gün Zileli’nin aşağıdaki yazısını hatırlıyor musunuz?
    “Yargının Bugün “Altın Devrini Yaşadığını” Söylemeye AKP Bile Cüret Edememişti”
    Unutkan Necip sidik yarışını kaçırmak istemez ve balıklama atlar.
    ” Peh.. peh..
    ‘Iktidar’i yikmak yetmemis; simdi de ‘iktidar olgusu’nu yikmaktan bahsediyorsunuz.
    Yani, hamhayalperestligi asmis, somsalakligin feristahina ulasmissiniz. Bravo.”
    Gün Zileli cevap verir:
    “Haziran 25th, 2017 at 07:39
    Necip’in sorunu ikisine birden mücadele etmek istemesi değil. İktidara karşı mücadele etmek istememesi.”
    Unutkan Necip sidik yarışını kaçırmak istemez ve balıklama atlar. “7 Necip 25 Haziran 17 ” sidik yarışının hızıyla ağzından akıtır:
    “Kim olursa olsun, farketmez, ‘iktidar’a karsisiniz.
    Bunu da, anlamli bir seymis gibi, biteviye soyluyorsunuz.
    Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri MUMKUNDU. Savannah’ta, herkes tek basina avci-toplayici halinde yasarken…”
    Oku Necip oku. Er-doğanlardan ve patronlarından korkmadan oku. Onlara da bir yalan uydur, kabahatini mazur görürler. Sizin gibi askerlere ihtiyaçları var.

    Kısacası, siz iktidarsız toplum olmanın MÜMKÜN olduğunu gevezelediniz. Çenenizi tutamadınız, şimdi de pişmanlık içindesiniz. Bakirelik elden gitmiş Necip Hoca, entropiye göre geri dönülmez. Bunu değişmezler listesine katın. Biz öğrencilerden bir şeyler öğrenin.

  149. Necip ve ‘Iktidar’ olgusunun olmadigi bir dunya

    “‘Iktidar’ olgusunun olmadigi bir dunya; ya da bir donem kurun/gosterin …”
    Sizin gibi bir dahiler dahisinin paha biçilmez ‘iktidar’ teorisi dururken, haşa huzurunuzdan, “o da kimmis?”lerin teorileriyle arayacak değiliz.
    Siz, iktidar kavramına yeni ve orijinal bir lügat anlamı getirdiniz. Siz, insanın doğal-bilimsel evriminde en az son 2 milyon yıl toplumları yaşadıkları yerde bizzat inceleyip karşılaştırdınız. Veya siz, aynı şeyi Allah’ın insanı yaratmasından bu yana dine bağlı değişen yıl sayısı boyunca yaptınız. Siz, yüksek IQ’lü, yüksek zekalı otantik bir bilim adamı ve/veya din adamısınız.
    Vardığınız sonuç sonsuz orijinal ve eşsiz bir İKTİDAR teorisi:
    HER ANNE (VE SONRA BABA) OLANLARDA, İKTİDAR MUTLAKA OLUR.
    Eğer bunun mantıksal eşanlamını yazarsak:
    İKTİDAR YOKSA, ANNE (ve SONRA BABA )YOK.
    O halde siz bizden anne olmayan toplumlar örneği istiyorsunuz.
    Siz gerçek bir DAHİSİNİZ!
    Eğer canlı tanımında biraz değişiklik yaparsak ve anne yerine doğuran veya ikiye bölünen sözcüğünü kullanırsak, sadece iktidarsız bir toplum değil, ister tek canlı ister canlılar toplumu olsun, canlı varlık bile bulunamaz.
    Hatta daha ileri de gidebiliriz. İKTİDAR aslında ADN ve GENLERDİR diyebiliriz. Hatta ve hatta sizin sivri kellenizin sivri zirvesine bile çıkar asıl İKTİDAR’I sizin YÜKSEK ZEKA DENKLEMERİNDE bulabiliriz.
    Siz galiba dolambaçlı bir yoldan İKTİDAR = ALLAH = DOĞA demek istiyorsunuz. Biz bu kadar yeni ve çığır açıcı bir İKTİDAR teorisini hiç görmemiştik.
    Neyse bizler seviyesine inelim.
    Türkçe ” her şeyde bir hayır vardır.”derler. Önce annenizden, sonra babanızdan ve daha sonra da okul öğretmenleri ve patronlarınızdan yediğiniz dayaklar ve k*çınıza atılan tekmeler size akıl almaz bir yaratıcılık kazandırmış.

  150. Davranış = Fıtrat Mıdır?

    Necip’in Mantıki Çıkarımları Ve Sonuçları

    1) İnsan davranışı = insan fıtratıdır.

    2) Bütün insanların fıtratı aynıdır.

    Katilin “davranış”ı katilin “fıtrat”ıdır.

    Maktulün “davranış”ı maktulün “fıtrat”ıdır.

    Katilin fıtratı ve maktulün fıtratı aynıdır.

    Katilin davranışı ve maktulün davranışı aynıdır.

    Katletme ve katledilme aynı şeydir.

    “There is no human nature, all that exist is human behaviour.”

    Yani; insan doğası (“fıtrat”ı) yoktur, insan davranışları vardır.

  151. 152 Davranış, Fıtrat

    152 Davranış = Fıtrat Mıdır?
    “There is no human nature, all that exist is human behaviour.”
    Benim bildiğim ve sanırım aynı şey,
    “There is no human nature, all that exist is human condition.”
    Bu çekici ve sevdiğim bir ilke ama dünyayı değiştirme isteğiyle ters, çelişkiye düşer gibi. Çok sayıda ve daha güzel örnekler olsa da basit bir örnek vereyim.
    Plastik domates yemeye alışmış biri toprakta yetişmiş tadından geçilmez domatese tercih eder.
    Bu ve benzeri olgular deneylerle de kanıtlandı.
    Çok daha rahatsız edici sayısız örnekler de var.
    Avrupalılar Batı Afrika kıyısında güneye doğru uzandıklarında çok renkli cincik boncukları verip pırlanta, inci, zümrüt ve altın gibi “değerli” şeyleri alırlar. Ben bunu son derece samimi dindar bir müslümana söyledim. Dindara göre Afrikalılar aptalmış. Aynı zamanda “Allah güzel ve güzelliği sever” hadisi var. Afrikalılar güzellik peşinde, Avrupalılar meta peişnde (müslümanların köle ticareti geri kalmaz, tabii).

    Ben, insan doğası kavramını savunma, din-allaha veya bilim-evrim-biyolojiye dayatılsın aralarında bir fark görmüyorum. Her ikisi de ispatı imkansız bir saçmalık, sadece ve sadece ideolojik hüsnükuruntu, hatta daha da kötüsü, gereksiz bir güç k*çı yalama alışkanlığı.
    Diğer yandan, bütün haykırma, çığlık ve ağıtlarda insanı insan olmaya çağırma da var. Ben işin içinden çıkamadım. Ama her neyse.
    İşte bunu dile getiren ve çok sevdiğim bir şiir. Ne var ki çok acı verici yanı da var. Çünkü Winstanley şiiri yenilgiyi gördükten sonra yazdı.

    Truth appears in light, falsehood rules in power;
    To see these things to be is cause of grief each hour.
    Knowledge, why didst thou come, to wound and not cure?
    O power, where art thou, that must mend things amiss?
    Come, change the heart of man, and make him truth to kiss.
    O death, where art thou? Wilt thou not tidings send?
    I fear thee not, thou art my loving friend.
    Come take this body, and scatter it in the Four,
    That I may dwell in One, and rest in peace once more.
    Gerrard Winstanley (1609 – 1676)

  152. “Kaybettikleri şeyleri arayanları gördüm ama çocukluklarındaki saflıklarını arayanları görmedim” diye bir söz okumuştum bir yerde.

    “İktidar”ın olmamasının mümkün olup olmadığını tartışır veya düşünürken, buna bir de saflıklarını kaybetmemiş çocukların bakışıyla bakmaya ne dersiniz?

    Pek çok şeyin saflığını kaybettiği bir toplumda bu zordur elbette.

    Saflıklarını kaybetmiş insanların akıllı, kaybetmemiş insanların akılsız görüldüğü böyle bir toplumda “saf” kelimesi bile küçültücü bir anlam kazanarak “aptal” karşılığında kullanılır.

  153. Saflığı aramaktan bahsedince aklıma geldi. Aşağıdakini ve benzerlerini dinlerken ben buluyorum mesela;

    https://www.youtube.com/watch?v=65As1V0vQDM

  154. "154 Anonim"e Yanıt

    “İktidar”ın olmamasının mümkün olup olmadığını tartışır veya düşünürken, buna bir de saflıklarını kaybetmemiş çocukların bakışıyla bakmaya ne dersiniz?
    Şahane bir fikir derim ve kuşkularımdan bir tane eklerim.
    En çok bilinen örneklerden biri romantik akımı. Romantikler saflığı şiddet ve coşkunlukla savunurlar. Katılırım.
    Ne var ki, şarlatan ve dolandırcıların en başta gelen kazazedeleri genellikle saflar.
    Sorum: Bilginin çalınıp okullara yerleştirildiği “Saflıklarını kaybetmiş insanların akıllı, kaybetmemiş insanların akılsız görüldüğü” toplumda bilgisiz saflık olur mu?
    Not: sufilikten gelen “abdal” kelimesiyle “budala” kelimesi arasındaki ilişki kesin gibi ama “abdal” ile “aptal” kelimeleri arasında bağ var mı bilmiyorum.

  155. "154 Anonim"e 2. Yanıt: Düzeltme

    “youtube”i kullanmaktan elimden geldiği kadar kaçınırım, ama sözlerinizde bir muğlâklık sezdiğimden merak edip verdiğiniz adrese baktım ve inanamadım.
    Düşündüğümde haklılık payı varmış: Bilgisiz insan saf olamaz, enayi olur.
    Enayilerin ucuz ruhlarını gıdıklamak için milyarlar harcanarak yapılan filimler ve filimler beraberinde enayi hislerini manipülasyon etmek için yazılmış müzikler ve özellikle “Star Wars” kendi başına sonsuz çirkin ve tiksindirici.
    Siz iktidar kazazedesisiniz!
    Çocukların saflığını dünyanın her yerinde haklı olarak olumlu gören sayısız insanlar oldu. En eski ve derin savunmalardan birini 2 600 yıl önce Lao Tseu yaptı.
    Sizin dediğiniz şimdi orta sınıflarda çok rastlanan cahilliğini ucuza örtme terapisi.

  156. Star Wars 'din'i ve Joseph Campbell

    ‘Star Wars’ hayranları, takipçileri, gönüldaşları 1977’den beri var. Bunların ekseriyeti, sadece ‘görüntüde’ olanları ve sadece aynı görüntü içine yedirilmiş ‘diyalogları’, bir ritüel gibi 41 yıldır ısıtıp ısıtıp kullanırlar, kendi dünyalarını doyurmaya çalışırlar, ‘hayran teşkilatlarına’ yeni üyeler kazandırmak isterler. ‘Star Wars saga’, adeta ‘din’dir.

    2015’de ‘yeniden ve yeniden ve yeniden diriltilen’ ‘Star Wars saga’; 1977 sonrası oluşturulan hayran kitlelerine 2020’lere doğru koşarken yeni üyeler kazandırmak çabasından başka bir şey değil. Bu ‘saga’nın yaratıcısı George Lucas telif haklarını hâlen elinde bulundurması sayesinde, muhtemelen, zaten banka hesabı ağzına kadar dolu ‘U.S. Dollar’larını daha da arttırmaya devam ediyor; ‘1977-1983 Star Wars’ öldü, sen çok yaşa ‘2015-2017-2019 The Last Jedi’… [2021-2023-2025’de yeni bir üçleme için ‘diriltme’ çalışmaları, senaryo yazımı, ‘karakter-kahraman doğum sancıları’ devam ediyormuş…]

    Star Wars’taki ‘görüntüler’de ve ‘diyaloglar’da kaybolup vakit kaybetmek istemeyenler için; bu ‘saga’nın doğmasına vesile olan, George Lucas’ın bizzat kendi ağzından ‘akıl hocam, ilham kaynağım’ dediği; karşılaştırmalı dinler tarihi uzmanı ve ‘mit’ araştırmacısı Prof. Dr. Joseph John Campbell’ın 1949’da yayınladığı ‘Kahramanın Sonsuz Yolculuğu & The Hero with a Thousand Faces’ kitabını okursanız, ‘Star Wars saga’daki karakterlerin nasıl ölüp ölüp dirildiklerini ve bu ‘saga’nın ‘(para) darphane’ye nasıl dönüştürüldüğünü daha net anlarsınız:

    Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
    Joseph Campbell
    Çeviren: Sabri Gürses
    İthaki Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/kahramanin-sonsuz-yolculugu/430678.html

    Mitolojinin Gücü: Kutsal Kitaplardan Hollywood Filmlerine Mitoloji ve Hikayeler
    Joseph Campbell & Bill Moyers
    Çeviren: Zeynep Yaman
    Mediacat Kitapları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/mitolojinin-gucu/139129.html

    İlkel Mitoloji: Tanrının Maskeleri 1
    Joseph Campbell
    Çeviren: Kudret Emiroğlu
    Islık Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/ilkel-mitoloji–tanrinin-maskeleri-1/366605.html

    Doğu Mitolojisi: Tanrının Maskeleri 2
    Joseph Campbell
    Çeviren: Kudret Emiroğlu
    Islık Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/dogu-mitolojisi–tanrinin-maskeleri-2/366604.html

    Batı Mitolojisi: Tanrının Maskeleri 3
    Joseph Campbell
    Çeviren: Kudret Emiroğlu
    Islık Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/bati-mitolojisi–tanrinin-maskeleri-3/366600.html

    Yaratıcı Mitoloji: Tanrının Maskeleri 4
    Joseph Campbell
    Çeviren: Kudret Emiroğlu
    Islık Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/yaratici-mitoloji–tanrinin-maskeleri-4/366606.html

    Joseph Campbell’ın çağdaşı olan, bir başka ekol ‘mit’ tarihçisi ‘Prof. Dr. Mircea Eliade’nin kitapları:

    Mitlerin Özellikleri
    Mircea Eliade
    Çeviren: Sema Rifat
    Alfa Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/mitlerin-ozellikleri/401752.html

    Doğuş ve Yeniden Doğuş
    Mircea Eliade
    Çeviren: Prof. Dr. Fuat Aydın
    Alfa Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/dogus-ve-yeniden-dogus/367918.html

    Ebedi Dönüş Miti
    Mircea Eliade
    Çeviren: Ayşe Meral
    Dergah Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/ebedi-donus-miti/421200.html

    Arayış: Tarih ve Dinde Anlam
    Mircea Eliade
    Çeviren: Cem Soydemir
    Doğu Batı Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/arayis/423383.html

    Mitler, Rüyalar ve Gizemler
    Mircea Eliade
    Çeviren: Cem Soydemir
    Doğu Batı Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/mitler-ruyalar-ve-gizemler/441405.html

    İmgeler ve Simgeler
    Mircea Eliade
    Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay
    Doğu Batı Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/imgeler-ve-simgeler/441719.html

    Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu: Yaratılış Özlemi
    Mircea Eliade
    Çeviren: Prof. Dr. Mehmet S. Aydın
    Kabalcı Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/dinin-anlami-ve-sosyal-fonksiyonu-amp-yaratilis-ozlemi/360674.html

    ‘Kutsal’ ve ‘Kutsal-Dışı’: Dinin Doğası
    Mircea Eliade
    Çeviren: Ali Berktay
    Alfa Yayınları
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/kutsal-ve-kutsaldisi-amp-dinin-dogasi/426842.html

  157. A-fıtrat-ist

    “Fıtrat”a inanarak onu Tanrı gibi kadir-i mutlak ve baş edilemez bir güç olarak görenlerin aksine, ben “fıtrat” diye bir şeyin varlığına inanmıyorum.

  158. Dünya onu terkedenin ardından koşar

    “Mâlik b. Dînâr yeme içme, giyinme, mal mülk, servet edinme ve şöhret kazanma konusunda riyâzet ve mücâhedeyi esas alarak buna titizlikle uymuş, her günahın temelinde dünya sevgisi ve menfaat hırsının bulunduğuna dikkat çekmiştir. İyi bir mümin olabilmek için bu sevginin yerine Allah sevgisini koymak gerektiğini, dünyanın onu terkedenlerin ardından koşacağını belirten Mâlik bu hususta en güzel örneklerden birinin Ömer b. Abdülazîz olduğunu, Ömer dünyayı terkedince dünyanın onun ayağına geldiğini söylemiştir.”

    “Mâlik b. Dînâr amel ve davranışlarda esas unsurun ihlâs olduğuna dikkat çekmiş, kılık kıyafete önem vermemiş, sûfînin eski ve yamalı elbiseler giymesi gerekmediğini, helâl kazandıktan sonra isteyenin istediği gibi giyinebileceğini söylemiştir. Zühd ve takvânın icaplarını yerine getirmeye, bu esasları halka ve yöneticilere anlatmaya çalışmıştır.”

    [MÂLİK b. DÎNÂR, Ebû Yahyâ Mâlik b. Dînâr el-Basrî (ö. 131/748’den önce), İlk zâhidlerden]

  159. Aşağıdakiler “Bizim Wahsi”nin ağzından çıkmış gibi;

    “Bence yer çekimi diye bir şey olmayabilir; cisimleri yer çekiyor olabileceği gibi gök de itiyor olabilir. Yerin cisimleri çektiği iddiası pozitivist bir dayatmadır. Dolayısıyla fizik derslerinde yer çekimi görüşü kadar gök itimi görüşüne de yer verilmelidir.”

    “Dünya yuvarlak ise dünyanın alt tarafındakiler niye aşağı düşmüyor? “Galileist-Keplerist-Kopernikist” paradigmanın hep gözlerden kaçırdığı bu cesur soruları sormanın zamanı gelmiştir”

    “Dünyanın güneş etrafında döndüğü iddiası “Avrupamerkezci” pozitivist bir paradigma olan Kopernikçi bir dogmadır. Bu paradigma karşısında “Kopernik yalanı, Batlamyus gerçeği” görüşü de görmezden gelinmemeli ve özgürce tartışılmalıdır.”

    “Ben mikrop teorisine inanmıyorum. Gözle görülmeyen küçük canlılar diye bizlere dayatılan bu teori “Avrupamerkezci”, “Pastörist” bir paradigmadır ve birçok başka paradigmadan yalnızca biridir.”

    “Elektromanyetik teori, adı üstünde bir teoridir. Maxwell böyle dedi diye bunun ders kitaplarında okutulması yine “Avrupamerkezci” bir dayatmadır. Bilimin yerine geçirilmesine karşıyım.”

    “Astronominin okutulmasına karşı değilim ancak astronominin yanında astroloji de okutulmalıdır. Sonuçta bu konuda tek bir görüş yok ve her görüşe yer verilmesi gerektiğini düşünüyorum.”

    “Bence Atom teorisi ve “proton iddiası” tekçi bilim çevrelerinin dayattığı pozitivist bir tahakkümdür. Yani bir takım bilim insanları böyle dedi diye buna inanmak zorunda değiliz. Hayatında hiç proton gören var mı? Kişisel olarak deneyimlemediğimiz bu türden paradigmaların zorla dayatılmasını doğru bulmuyorum.”

    “Öklid geometrisine göre üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece olmasını bağnaz bir yaklaşım olarak görüyorum. Başka açıların da varlığına şans tanımalı. Sonuçta her üçgen tek ve ayrı ayrı değerlidir. Bütün üçgenleri aynı kefeye koyan bu Avrupa merkezci görüşü jakoben bir anlayış olarak görüyorum. Üçgenin iç açılarının toplamı üçgeninden üçgenine değişir. İç açılarının topyekün toplanmasını da oldukça totaliter buluyorum.”

    “Mutlak sıfır adı verilen -273 C’yi dayatmacı bir anlayış olarak görüyorum. Sonuçta hiçbir sıcaklık derecesi diğerlerinden hiyerarşik olarak üstün olmamalıdır.”

    Nuray Mert için ‘bilimsel’ yazı yazma rehberi
    Taylan Kara
    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/nuray-mert-icin-bilimsel-yazi-yazma-rehberi-205832

  160. Gazeteci, Gazete Köşe Dönercisi Hortlak'ı Isırmış

    Kim “köpek köpeği ısırmaz” demiş?
    İki gazeteci bu önerinin doğru olmadığını ispatladılar. İspat Bilimsellik’te bir adım İleri, İnsanlık’ta Uzay Zeka’sına uzanan adımdır!
    Allah’a şükür, hayır Bilim’e şükür, hayır gazeteciler gibi hoplayıp zıplayan ve sadece iki delik değil her delikten aynı ayna geçen elektronlara şükür, hayır ücret köleliğiyle kazanılmış parasına şükür temiz bir mahallede oturan, temiz su içen, temiz hava teneffüs eden, temiz yiyecek yiyen temiz beyinli bir gazeteci, E-postası kutusunda aşağıdaki mesajı alır. Bu bilimsel gazeteci gözlerini değil bilimsel teori ve cihazlar kullanarak asıl suçluyu bulur: kendisi gibi temizlenmiş ama üstelik temiz Alamanya’da temiz-helal döner satan diğer bir mutlu Türk Hortlak! Elektronik Yolculuk odasına girer, zerrelere ayrılır, Hortlak’ın evine varıp yeniden yapılandığında yanlışlıkla köpek olur, ısırır.
    ******Gazetecinin aldığı mesaj********
    Bilimsel bir iş adamının bilimsel-gazeteci bir oğlu var. Bütün bilimseller gibi birbirlerini anlamazlar. Sıkışınca, biraz Hayvanlar Çiftliği’ni andıran, İNSANLIK İÇİN milli marşlarıyla işi Devlet babalarına bırakırlar.

    Herif ölecek ve nedense pek bilimsel olmayan bir kuşku içinde: Bilimsel metotlarla biriktirdiği servet kime kalacak?

    Daha henüz bilim aracılığıyla aydınlığa kavuşmuş gazeteci-dedikoducu-jurnalcı (gammaz) gibi parlak zekalılar “Bilim-Teknik Din Müminleri Vakfı (BTDM)” kurmamışlar ki, bu cin gibi bilimseller kurumuna bıraksın. Herif hala insanların %99,9999’u kadar yaşadığı saygı değer yaltakçı bilim adamlarının diliyle “karanlık tarih öncesi” etkisi altında. Bu hapı yutmayanlar aynı çağlara bilimsel Darwin teorisi falan filan yardımıyla “kazanmayanlar tarihi” derler.

    Salak baba en azından asıl Allah Devlet babaya bırakabilir ama neyse.

    Baba bilimsel metotlarla, bilimsel aletlerle, bilimsel mühendis ve teknisyenlerle bilimsel- sucuk fabrikası yaptırır. Bilimsel okullarda aydınlığa kavuşmuş, gazeteci-dedikoducu-jurnalcı (gammaz) gibi hâlâ ümitsizlere ümit dağıtmayı soldan yapanları çalıştırır. Bunların cahillerden farkı yedikleri b*ku, İNSANLIK, İLERLEME, BİLİM-TEKNİK, ANTİK YUNAN MEŞALESİNİN KAVUŞTURDUĞU AYDINLIK gibi dinsel inanışlar için yediklerinden seve seve yapmaları. Kısacası bu bilimsel hödükler banka gişesinde para sayan memurun kendini zengin hissetmesi gibi bir büyünün etkisi altındalar. Bu büyü etkisine saygılı bilim-teknik adamlarda çok daha fazla rastlanır ama insanların tarih ve coğrafyada yerleştirildikleri sağ-sol merdiven basamaklarının alçak basamağındaki yerlerde halka eğlence dağıtan coşkun gazeteciler bunu görecek en son ve salt zengin ülkelerde satılan “Düşünce Görme” makinesinden mahrumlar.

    Baba, gazeteci oğlunu yeni yaptırdığı fabrikayı gezdirmeye götürür. Fabrikada bir uçta eşek koyuluyor, diğer uçtan sucuk çıkıyor. Gazeteci oğlu birden ilgi gösteriyor ve anlamak için bilimsel parçalar ve bilimsel işlemler hakkında sayısız sorular soruyor. Baba zevkten dört köşe.

    Fabrikadan çıktıktan sonra bilimsel arabalarında gazeteci oğul babaya döner ve sorar:
    – Peki, tersi olur mu? Sucuk koy eşek çıksın.
    – Olur, oğlum, annen.
    Not: Dağıtmaya alıştığınız şerbet çok şekerli. En azından bazı saygı değerler arasından bilim filozofları okusaydınız hoplayıp zıplamadan vazgeçip konunun aslını öğrenirdiniz. Daha da açık seçik yargı yapan büyük tarihçi henüz 1976’da saygı değerlerin saygı değeri Toynbee “İnsanlık ve Ana toprak” kitabıyla Batı’yı ve sizler gibi Batı maymunluğu yapanları uyarmak istemişti. Durum acı ve işi eğlenceye dökmek salt sizlerin tekelinde değil. Tabii, bu benim bir hüsnükuruntum. Gerçek, insanlığın düştüğü durumdan bile çok daha acı. Medya, işi asıl becerenlerin dikiz deliği veya muhabbet tellalı olmuş.

  161. “ben ‘fıtrat’ diye bir şeyin varlığına inanmıyorum.”

    Zorunda degilsiniz.

  162. Sag Necip, Sol Hortlak

    Sag devrimci Necip, Brezilya’da Uluslararasi Yuksek IQ’lu Tuccarlar toplantisina gittiginde ayni binadaki Uluslararasi Yuksek IQ’lu Gazeteciler toplantisina Almanya’dan gelen sol devrimci Hortlak’a rastlar. Dunyayı paylasma konusunu sakince ve çevre kirliliginden uzak bir yerde tartismak icin yakin bir ormana giderler.

    Sag Devrimci Necip: “Hortlakcigim, bazi farklarimiz oldugu inkar edilemez ama asil temelde birlestigimiz de bir gercek.” der.

    Sol Devrimci Hortlak: “Evetdogru. Disiplinli emek, durmak sizin calismak sart. Ak si halde insanlar—… da suagactaki .,: tembel hayvan (sloth/faultier) gibi wahsi hayvan kalirdi. … Babam doner ci olmazdi, bengaz edeci olm … mazdim” der.

    Bunu duyan tembel hayvan (sloth/faultier) tembellik uykusundan uyanır: “Yahu ben ne yaptım?” der.

  163. Necip'i Kara Deliğinden Çıkartmışlar!

    Necip aynı Pavlov köpekleri gibi alıştırılmış! Herifle oynayıp duruyorlar.
    Mutfak filozofu Necip “tek degismeyen sey degisme” der. Tuzağa düşürülür, bunamış Necip daha önce dediğini unutur, insan fıtratına inandığını söyler. Hatırlatılıp tekrar tuzağa düşürülür, bu defa da her zaman yaptığı gibi küser, saklanır.
    Pavlovcu usta kemik atar ve zavallıyı saklandığı delikten çıkartır.
    Necip, sen bu fıtrat zırvalamasında vazgeç. Sana “davranış” felsefesi çok daha yakışıyor. Korkma, hep Necip, Necip kalır ama zırvalamaları değişir: Bir taşla iki kuş.
    Tahmin ederiz tüccarlık fıtratınla bu “bir taşla iki kuş”u duyunca ağzından salyaların akmaya başlamıştır.

  164. Hortlak, Taylan Kara'yı Rezil Etti

    Babasının Alamancada helal döner kapitali sayesinde Kapital’i okuyan ama babası gibi helal et kapitali etrafında döneceğine Kapital’in etrafında dönen gazeteci Hortlak kendine benzer iyi bir eğitimden geçmiş gazeteci Taylan Kara’nın yazısını anlamadan kopyaladığından Taylan Kara’nın başını belaya sokmuş.
    Aşağıdaki Taylan Kara’nın e-postasında aldığı ikinci mesaj.
    ***Gülmek sağlığa iyidir! Devam***
    İlk medeniyetle toplum siyasi toplum oldu ve kendi kendini yönetimini “Devlet” denilen bir hilkat garibesine kaybetti. Devlet, sınırları içindeki tüm insanlığın ağzı oldu.

    Her ne kadar taş yazılarda da varsa da, belgelerin daha bol olduğu Çin, Hindistan, İran, antik Grek gibi tarih ve coğrafyalarda bireyler de bulundukları yerdeki tüm insanlar adına konuşmaya başladılar. Yani devlet gibi konuşmaya başladılar. Modern çağlarda gazeteciler bu işe iyice sarıldılar. Irkçı Hegel pek öyle beğendiğim biri değilse de “eskiden halk sabahları İncil’i okurdu, şimdi gazete okuyorlar” lafı çok yerinde ve güzel.

    Diğer bir örnek: bir filozof “en yüce erdem kendini bilmek” der. Öğrencisi “Devlet’i bilmeden kendini bilemezsin” der.

    Ben ne sizin ne de rakibiniz Nuray Mert’in bu yukarıdaki gelenek içinde sorumlu, uslu, iyi eğitim görmüş, iyi ve sorumlu bir vatandaş olarak “politik bütün” hakkında hangi pozitif veya negatif düşünceler oluşturduğunuzu veya savunduğunuzu bilmiyorum. Ne de ne mutlu Türklerin Türkiye politika alemi pek ilgimi çeker.

    “Nuray Mert için ‘bilimsel’ yazı yazma rehberi” yazınızın kopyasına bir anarşist sitede rastladım.

    Marksistlerle anarşistler arasındaki en büyük fark, anarşistlerin çok daha kara cahil olmalarını yüzde yüz kanıtlayan bir site.

    Merak edip sizin yazınızla Nuray Mert yazdıklarını kıyasladım. Dünyayı sıradan basmakalıp siyasi ideolojik at gözlüklerle görenler çok ve pek ciddiye almam ama ben sizi Nuray Mert’ten çok daha cahil buldum.

    Sizin yazdığınız [] içinde:

    [Peki ya şu cümleler?

    “Evrim teorisi de, adından da anlaşılacağı gibi bir ‘teori’dir, yani VARSAYIMDIR.” (1)

    “…evrim teorisinin bilim yerine konmasına karşıyım. Adı üzerinde evrim teorisi, ne kadar bilimsel kesinlik kazandırılmaya çalışılırsa çalışılsın veya ne kadar bilimsel olarak çürütülmeye çalışılırsa çalışılsın, nihayetinde insanın oluşumuna ilişkin bir akıl yürütme biçimi…” (2)

    Bu cümleler, yukarıda yazılanlarla eşdeğerdedir; zırvalık bakımından onlarla yarışacak kadar cehalet doludur.]

    Siz sözlük kullanmışsınız, ben de kullanayım.

    1. Ancient Greek (theoría, “contemplation, speculation, a looking at, things looked at”), from (theoréo, “I LOOK AT, view, consider, examine”), from (theorós, “spectator”), from (théa, “a view”) + (horáo, “I see,look”).

    2. i) existing only in theory : HYPOTHETICAL

    ii) : relating to or having the character of theory : abstract OR

    : confined to theory or speculation often in contrast to
    practical applications : SPECULATIVE

    3. A SUPPOSITION or a system of ideas intended to explain something, especially one based on general principles independent of the thing to be explained. Exm. ‘Darwin’s theory of evolution’

    Bence siz olgularla teoriye karıştırmışsınız.

    Herkes düşmeyi biliyordu. Newton teorisi bilimsel kıldı. Sonra “relativity theory”le düzeltildi. Sorun “düşme” değil, düşmenin teorik veya modern dilde bilimsel açıklanması. Teori ilelebet geçici değildir.

    Sizler bana hacı-hoca-imamları hatırlattınız. Bilinmeyen dünyanın gam tüccarları. Yukarıda sözünü ettiğim site, bu çeşit sağ/sol devrimci gam tüccarlarıyla dolu.

  165. Wahsi,alım olayım derken alem oluyorsun.
    -40 derecelerde hala yaşadığına ve 4 ✋ yazdigina göre taşla bizonu durdurmuş,yere yatırıp iki elle gırtlağına basıp sonrada derisini yüzüp giyinmişsin heralde..
    Tam bir canavarlik..
    Yeah! Doğada yaşamda bunu gerektirir.
    İnsan wahsilesir,hayvanlasir.. çocukluk tecrubemle bunu en iyii bilenlerdenim.
    11yasinda başarısız bir okul bitimi yaz tatilinde issiz bir wahsi bir derede yalnızca tam bir doğa tutkusunu,manyakligini yaşamıştım.
    Dağlardan düşen irili ufaklı kayalarla ve gene bir çocuğa,irili ufaklı gobetlerin derin dehlizleri ve icindede kimbilir ne canavarlar, ejderhalar varolduğu etkisi yaratan binbir çeşit canlıların, kuşlar, böcekler, yılanlar,yabani hayvanlar, yengeçler,baliklarla ürkütücü ve büyüleyici bir macerali gerçek bir doğayi yaşamıştım.
    Hayatımın en önemli,etkisinden hiçbir zaman kurtulamayacagim hayatı dönemim.
    Bütün bu canlılar beni izliyor, nasıl hareket edecegimi hesaplayip en ani ve beklenmedik şekilde savunmaga geçtiklerini görmüştüm.herkesten daha zeki olduğumdan çok Emin olan ben tüm hayvanlar benden daha yamandilar.
    Gizlenip,atak yapmaları hiçbir savaş komutanlarinda yoktu.sevincleri,zafer kutlamaları, dansları,otusmeleri insan üstuydu.
    Bunlarla yaşam ancak insan hayvanlasirsa mümkün olduğunu görmüştüm.
    Savaşın hayvani bir wahset olduğunu içindir ki Rus komutanı jirkof kızıl orduyu köpekler gibi uluturur.

    Hâlâ yaşayan, bu filmi de oynaya”kurt çocuk” un belgeselini izledim.
    Polanyanin bir köyünde ailesinin Naziler tarafından öldürülürken 13,5 yaşındaki çocuğun ormana kaçmasını,orda kurt gibi yaşar.. takı 1,5 yıl sonra Kızılordu ya katilana kadar..
    Yasayabilmek için oda kurtlasmasi, hayvanlaşmaliydi.kurtlasmaliydi.

    Birde gün Zileli nin yaşamından…
    Ankara’da sevgilisinin kollarinda yatarken kendisini Ege’nin 5 parmak dağlarında bulur..biryandan akdenizin muhteşemligi diğer yandan Bafa golü, zeytinlikler, çeşitli üzüm ağaçları,vadileriyle,insani hasta edecek güzellikleri ki Yunan muziginin meleonkolik karekterinin doganedeniolusturur.ilkbasta buyuk bir heycanla yasayacakti belki.. ama gün geçtikçe yaşamın zorluğunu hissedetmege daha başlamadan doğanın diyalektigini düşünür, doğada herşeyin değiştiğini,bu değişimin basitden karmaşığa,nicelikten niteliğe, insanının da maymunluktan insanlığa dönüştüğünü . derken perişan durumuna bakıp birden aklina….yoksa,yoksa diyalikten geriyemi,yoksa ben maymunlasiyormuyum.. gelmesiyle birlikte kendini nedenini kendiside bilmeden şehre atar.. başına sonradan ne hayvanilikler gelsede ..
    Uzun yazmak istemiyorum..
    Soru şu; insanlasmakmi yoksa havanlasmakmi?
    Eğer hayvanlasirsa daha kolay yaşam diyorsan iz.. bayağı hayvanlasmissiniz….

  166. “kendisini Ege’nin 5 parmak dağlarında bulur.”

    Besparmak daglari, daha sonra, Kibris’a tasindi.

  167. Pipsqueak'i hâlâ anlamayanlar var

    HAYVANLAR OLMADAN İNSANLAR NEDİR Kİ?!…

    Pipsqueak’i hâlâ ama hâlâ anlamayanlar var.

    Pipsqueak, hayvanlaşmanın, insaniyeti kaybetmiş insanın yanında pırlanta gibi kaldığını savunur. Pipsqueak’in neleri savunduğunu, nelere isyan ettiğini hâlâ anlamayanlar var.

    Pipsqueak’in isyanını bir nebze olsun anlamak isteyenler olursa, işte burada:

    ‘ABD Başkanı Franklin Pierce’a mektup’

    Tarih: 1854-55

    Yazan: ‘Duwamish’ Kızılderili Kabile Reisi ‘Seattle’

    Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü, yarın bulutlarla kaplanabilir.

    Washington’daki ‘Büyük Şef’, bize, dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Ama biz onun önerisini düşüneceğiz. Çünkü biliyoruz ki; eğer topraklarımızı satmazsak, ‘beyaz adam’ silahlarla gelip onu gene elimizden alabilir.

    Ama biz bazı şeyleri anlamıyoruz:

    ‘Dostluk’tan bahsetmiş Washington’daki ‘Büyük Şef’… Ama biz sizin, dostluğumuza ihtiyacınız olmadığını biliriz.

    Gökyüzünü nasıl satın alabilirsiniz?
    Ya da satabilirsiniz?
    Ya toprakların sıcaklığını?

    Ağzımdan çıkan sözler yıldızlara benzer, Washington’daki ‘Büyük Şef’, hiç sönmezler. Bu yüzden söyleyeceklerime güveniniz.

    Havanın taze kokusuna, suyun pırıltısına sahip olmayan biri onu nasıl satabilir?

    Bu düşünce bize garip geliyor!

    Eğer biz havanın tazeliğine ve suların pırıltılarına zaten sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz?

    Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgarda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır.

    Biz bunları belki de vahşi olduğumuz için anlayamıyoruz! Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır.

    Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri,
    Vızıldayan böcekler,
    Beyaz kumsallı sahiller,
    Karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu;
    halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık tecrübenin bir parçasıdır.

    Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız.

    ‘Beyazlar’ için durum böyle değildir.

    Bir ‘beyaz’, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü kızılderili, gerçek anasının ‘toprak’ olduğuna inanır. Nasıl biz dünyanın bir parçası isek, o da bizim bir parçamızdır.

    Güzel kokulu çiçekler, bizim kız kardeşlerimizdir.

    Geyik, at, büyük kartal bunlar da bizim erkek kardeşimiz.

    Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki damlalar, atın vücudundan buharlaşan ısı ve insan; hepsi aynı aileden.

    Öyleyse, Washington’daki ‘Büyük Şef’, topraklarımızı almak isterken bizden çok şey istemiş oluyor. Bu bizim için büyük bir fedakârlık olur.

    ‘Büyük Şef’ bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayırdığını söylemiş. O bizim babamız olacakmış, ve biz de onun çocukları olacakmışız! Öyleyse topraklarımızı alma önerisini düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır.

    Dereler ve nehirlerden akan pırıltılı sular, sadece su değildir. Onlar bizim atalarımızın kanı. Eğer toprağı size satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlayınız ve bunu çocuklarınıza da öğretiniz.

    Göllerin berrak sularındaki her bir yansıma, halkımızın yaşamından olaylar ve anılar anlatır. Suyun mırıltısı, babalarımızın babalarının sesidir.

    Nehirler ise bizim erkek kardeşlerimizdir. Susuzluğumuzu giderirler, kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler.

    Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek. Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize?

    Eğer toprağımızı size satarsak hiçbir zaman unutmayın ve çocuklarınıza da öğretin ki, nehirler bizim olduğu kadar sizin de kardeşinizdir. Bu nedenle herhangi bir kardeşinize göstereceğiniz saygıyı nehirlere de göstermelisiniz.

    Kızılderili her zaman, ilerleyen ‘beyaz adam’ın önünde geri çekilmiştir. Tıpkı dağlardaki sisin sabah güneşi önünden kaçması gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır. Bu tepeler, ağaçlar dünyanın bu parçaları, bize sunulmuştur.

    ‘Beyaz adam’ın bizim yollarımızı anlamadığını biliyoruz.

    ‘Beyaz adam’ için, toprağın bir parçası diğeri ile aynıdır. O sadece geceleri bir hırsız gibi gelip, topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır. ‘Beyazlar’ için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. ‘Beyaz adam’ topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Aldıklarının kendinden parçalar olduğunun bilincinde değildir. Çünkü toprak ‘beyaz adam’ın dostu değil, düşmanıdır. ‘Beyaz adam’ topraktan istedigini alınca başka serüvenlere atılır. Dünya onun ‘ana’sı değil, ‘düşmanı’dır. Onu yendikçe ilerlemeye devam eder. Ve yolunda giderken babalarının mezarını geride bırakır. Buna da hiç aldırmaz. Dünyayı çocuklarından uzaklaştırır. Buna da aldırmaz. Babalarının mezarları da, çocuklarının bu dünyadaki hakları da unutulmuştur.

    ‘Beyaz adam’, anası ‘dünya’ya ve kardeşi ‘gökyüzü’ne, sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır.

    Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır.

    ‘Beyaz adam’ın kurduğu kentleri de anlayamayız biz kızılderililer.

    Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. ‘Beyaz adam’ın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.

    Bilmiyorum, bizim yollarımız sizinkilerden farklı.

    Sizin kentlerinizin gürültüsü bile kızılderilinin kulaklarına acı verir. ‘Beyaz adam’ın kentlerinde sakin yer yoktur. Orada bahar gelince yaprakların açılışını veya böceklerin kanat seslerini dinleyecek yer bulunmaz. Ama bu belki de benim vahşi olduğumdan ve anlamadığımdandır. Çünkü sizin kentlerinizdeki takırtı bizim kulaklarımıza bir hakaret gibi gelir.

    Ben ‘kızılderili’yim. Bunlardan başkasını anlayamam. Belki de bir vahşi olduğum için anlayamıyorum, ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan eğer ağaçtaki bir kuşun yalnız başına ağlayışını veya su birikintisi etrafında toplanmış tartışan kurbağaların ve doğanın seslerini dinleyemezse, yaşamın ne anlamı ve değeri kalır?

    Ben kızılderiliyim ve siz ‘beyazlar’ı anlamıyorum.

    Biz kızılderililer, bir su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini, yağmurun temizliğini, çam kokulu rüzgarı her şeye yeğler.

    Ormanın kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz.

    Hayvanlar, ağaçlar, insanlar, hepsi aynı nefesi, aynı havayı paylaşır.

    ‘Hava’ kızılderililer için çok kutsaldır. Aldığı nefes, ‘beyaz adam’ın dikkatini çekmiyor gibi. ‘Beyaz adam’ öleli uzun günler olmuş ve kötü kokuyla uyuşmuş gibi görünüyor.

    Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlar. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı? Unutmamalısınız, hava, sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır. Dedelerimize ilk nefesi veren rüzgar, onun son soluğunu da kabul etmiştir, ve aynı rüzgar, çocuklarımıza yaşam ruhunu verir.

    Eğer size toprağımızı satarsak, çayırlardaki çiçeklerden tad alan rüzgarı koklamasını öğrenmelisiniz, onu korumalısınız ve kutsal tutmalısınız. Bu kokuya ‘beyaz adam’ın bile gereksinimi var.

    Toprağımızı almak önerinizi düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek, bir şartımız olacak:

    ‘Beyaz adam’, bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak.

    Kızılderililer sizin yollarınızı, sizin adetlerinizi anlamazlar.

    Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm!

    ‘Beyaz adam’ın geçerken ‘dumanlı demir at’tan (lokomotif) vurup bıraktığı ve ne amaçla öldürdüğünü hâlâ anlayamadığım binlerce bufalo…

    Ben vahşiyim ve ‘dumanlı demir at’ın bufalodan nasıl önemli olabileceğini anlayamıyorum!

    Ve biz vahşi olduğumuzdan bufaloyu yalnız aç kalmamak için öldürürüz, başka hiçbir amaç uğruna öldürmeyiz. Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki?

    Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü hepsinin arasında bir bağ var. Eğer bütün hayvanlar yok olsaydı, insan ruhu o büyük yalnızlığa dayanamaz ölürdü. Ayakları altındaki toprakların, büyük babalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Toprağın, akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu çocuklarınıza söyleyiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar.

    Şu gerçeği iyi biliyoruz:
    Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi, ortaktır. Bu nedenle, dünyanın başına gelen her felaket insanın da başına gelmiş sayılır.

    Bildiğimiz bir gerçek daha var:
    Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. ‘Beyaz adam’ bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu farkedecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için; kızılderili ile ‘beyaz’ın farkı yoktur. Ve kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır.

    ‘Beyaz adam’ı bu topraklara getiren ve kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı bufaloların öldürülüşünü, ormanların yakılışını, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız; gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanın kokusuyla dolmuş. İşte o gün insan için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.

    Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman ‘beyazlar’dan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Halkım için ayrılan bölgeye gitme önerinizi tartışacağız. Ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz o kadar önemli değil artık. Çünkü çocuklarımız babalarının aşağılandığını görürler. Kalan günlerimiz çok olmayacaktır. Bir zamanlar sizin gibi güçlü olanların ve ormanlarda özgürce dolaşanların mezarları da kalmayacak. Onları anmak ve yaslarını tutmak için, bir zamanlar bu dünyada yaşamış olanların çocukları da kalmayacak…

    Bunun için neden yas tutalım? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor.

    Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez.

    Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek. Son kızılderili yok olup kabilemin hatıraları ‘beyazlar’ için bir tarih olduğunda, bu kıyılar, kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak. Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkânda, bir yolda, boş bir yerde yalnız kaldıklarını düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yok. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacak. ‘Beyaz adam’ asla yalnız kalamayacak. ‘Beyaz adam’ın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölüm mü dedim? Ölüm diye birşey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan…

    Toplumsal bir hareketi yönetme iddiası taşıyan kişi veya bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi, siz de kendi çocuklarınıza öğretin:

    Dünya ‘ana’mızdır. Dünyaya ne kötülük olursa, çocuklarına da aynı kötülük olur. Eğer insanlar yere tükürürlerse, kendi yüzlerine tükürürler. Biz bunları biliyoruz.

    Dünya insanlara ait değildir. İnsanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi, birbirine bağlıdır.

    Kabileleri insanlar yapar. İnsanlar gidince, kabileler de olmaz. Kızılderili de yok olur. Tıpkı denizin dalgaları gibi; insanlar gelir ve insanlar gider.

    Şimdi de, sanki arkadaşıymış gibi kendisiyle konuşabilen Tanrısıyla birlikte ‘beyaz adam’ çıkagelmiştir. Bildiğim bir şey var ki, belki ‘beyaz adam’ da bir gün bunu keşfedecektir. Siz nasıl şimdi bizim toprağımıza sahip çıkmak istiyorsanız, ve sonunda sahip olduğunuza inanacaksanız, aynı şekilde Tanrınıza da sahip olduğunuza inanıyorsunuz.

    Ama hiçbir zaman olamayacaksınız!

    Eğer Tanrı sizin anlattığınız gibi gerçek Tanrı ise, sevecenliği yalnız ‘beyaz adam’a olamaz. ‘Beyazlar’ da bir gün diğerleri gibi geçip gidecekler.. Tıpkı denizin dalgaları gibi. Yatağına pislik yığmaya devam eden, bir gece kendi pisliğinde boğulacak!

    Son, bize bir sırdır:
    Sizin getirdiğiniz gibi bir sonu biz anlayamıyoruz.
    Dipdiri tepelerin, ‘konuşan teller’le (telgraf direkleriyle ve kablolarıyla) lekelendiğini,
    Ormanın gizli köşelerini neden pek çok ‘beyaz adam’ın kokusunun doldurduğunu,
    Vahşi atların neden tutsak edildiğini,
    Bufaloların neden katledildiğini biz anlamıyoruz.

    Böyle bir ‘son’ bize bir şey anlatmıyor.

    Çalılıklar nereye gitmiş?
    Kartal nereye kaybolmuş?
    Hızlı koşan ata ve av avlamaya neden veda etmek gerekecekmiş?

    İnsan, hayat dokusunun içindeki bir liftir sadece…

    ‘Beyaz adam’ neyi satın almak istiyor?
    Gökyüzü ve toprakların sıcaklığını mı?
    Koşan antilopların çabukluğunu mu?
    Biz size bunları nasıl satabiliriz? Ve siz nasıl satın alabilirsiniz?

    Bir kağıt parçasını imzaladığımız ve ‘beyaz adam’a verdiğimiz için her şeyi yapabileceğini mi zanneder ‘beyaz adam’?

    Havanın tazeliğine ve suyun pırıltısına sahip değilsek, bunu nasıl satabiliriz size?

    Son bufalo da öldüğünde onları tekrar nasıl satın alabilirsiniz?

    Bütün bunlar ne demek? Yaşamın sonu… Ve herhalde yeniden yaşamaya çalışmanın başlangıcı…

    Toprağımızı alma önerinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu belki de bize vaat ettiğiniz bölge için olacaktır. Orada belki de kalan günlerimizi gönlümüzce yaşayabiliriz.

    Bu dünyada, son kızılderili de yok olduğu zaman, yalnızca çayırlar üzerinde bulut gibi hareket eden bir anı kalacak. Bu kıyılar, bu ormanlar halkımın ruhunu koruyacak. Çünkü onlar bu dünyayı yeni doğan bir çocuk anasının yürek atışını nasıl severse, öyle severler…

    Öyleyse, toprağımızı alırsanız, onu bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgileniniz. Anılarını da aynen saklayınız. Onu çocuklarınız için; bütün gücünüzle, bütün aklınızla ve bütün kalbinizle koruyunuz ve seviniz. Çünkü bu dünya kutsaldır. ‘Beyaz adam’ bile ortak kaderimizden kaçamaz, belki biz hepimiz kardeşiz.

    Bunu zaman gösterecek…

  168. İsimleri aynı, farklı dağlardır.

  169. Bütün yollar Roma’ya çıkar.

    Vakti zamanında bunu kabul etmek istemeyen Germen’lere ne oldu?

    Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nu kurarak Roma yoluna çıktılar.

    Demek ki bugünün “Germen”lerinin dünün Germen’lerinden öğrenecekleri çok şey var.

  170. 167 Hortlak Korkusundan Altına Etmiş

    167 Hortlak Korkusundan Altına Etmiş
    En son quantik-elektronik teknolojik Alaman tuvaletinde altına eden Hortlak, ‘Modern Times’ Şarlo gibi, bir teknolojik şansızlığa uğramış. K*ç temizleme bilimsel vantilatörü b*kunu atomlara ayırıp devrimci, solcu, doğa severler ekolojik devresine tekrar sokacağına etrafa yaymış ve Hortlak’ın b*ku bu siteye kadar yayılmış.

    Almanca dönerci oğlu Hortlak döne döne sersemleşmiş, insan hayatının %99,99999’unun korkudan altına ettiği dünyada yaşadığını bile bilmiyor. Bu enayi dümbeleği, yazdıklarının aslında televizyonla rekabet içinde olan gazetecilerin televizyon taklidi yaparak okuyanlara ninni söylediğinin farkında bile değil. Mantığı? Kendisi uyumuş, o halde herkes uyur !
    Marks amcan gazetecilik yaparken “Eğer Kuba ‘wahsileri’ jürilik etselerdi ne karara varırlardı?” diye bir yazı yazmıştı. Oku, oku Necip gibi bilmediğin konularda arkandan çıkaramadıklarını ağzında çıkarma!

    Raoul Vaneigem daha güzel söyler:
    “Doğa de, bu sıkı götl*lerin ağızlarında hortlaklar çıkmaya başlar”

    Bu herif kendisi hortlak

    Eğer zavallı Marks, senin gibi ırkçı faşist ruhluların onun müriti olduğunu duyarsa, eminim mezarından çıkıp seni boğmak ister. Komünizmliğe ilham olan İlkel Komünizm’i bile duymamışsın!
    Bak sana sen ve Necip gibi ırkçı faşistlere yakışan bir bilgi kaynağı Vikipedi’den bir alıntı.

    “İşi’nin, 1860 ile 1865 arasında kızılderili Yahi kabilesine âit son köylerden birinde dünyaya geldiği tahmin ediliyor. Köye düzenlenen bir baskında, İşi’nin babası ile birlikte kabilenin büyük çoğunluğu öldürüldü. Birkaç yıl sonra bu köylerde yaşamaya devam eden 300-400 kızılderili Yahi’den sadece 7 kişinin hayatta kaldığı belirlendi. Yedi kişilik bu topluluk korku ve hayatta kalabilme güdüleriyle Deer Creek Vadisi’nin o zamanlar henüz balta girmemiş derinliklerine saklanır. 1908 yılında bu topluluktan sadece Işi, İşi’nin amcası, İşi’nin annesi ve İşi’nin kız kardeşi ya da kuzeninin hayatta kaldığı biliniyor. Katliamdan hayatta kalan son 7 Yahi, 40 YIL BOYUNCA SÜREKLİ YER DEĞİŞTİREREK AMERİKA KITASININ YENİ SAHİBİ BEYAZ ADAMDAN (AVCILAR, HARİTA GÖREVLİLERİ, GÖÇMENLER VS.) SAKLANMAYI BAŞARDI.”
    Eğer korkunu ve cehaletini biraz yenersen, Theodora Kroeber’ın “Ishi in Two Worlds” adlı kitabı oku ve ‘wahsilerin’ 40 yıl senin, Marks amcanın, çoğunluk Alaman sarışınlıların, çoğunluk mutlu Türklerin beraberce seve seve kölesi oldukları bir azınlığın sizlere dağıttığı kemiklerle yaşayanların başaramayacaklarını nasıl başardıklarını öğren. Üstelik kemik dağıtan azınlıktan gibi konuşup gurur duyuyorsunuz. İnsan bu kadar sapık olur! Hem sen hem Necip yerlerde sürüne sürüne “sürünmeden yaşam olamaz” tiksindirici türküsü söyleyip duruyorsunuz.
    Senin bu hayvanları hor görmen olsa olsa dönerci babanın et satışından gelmeli. Senin için hayvan = et!
    Sen o kadar ibişsin ki, dağ başında yaşamada tecrübesi olmayanın dağ başına gidip yaşadığında zorluk çekeceğini bilmediğini, karalar karası zifiri cahilliğini, bile farkında olmadan sergilemişsin. Büyük bir şehire gelen birinin otobüse binme işinde bile zorluk çekeceğini düşünemeyecek kadar gözünü ve beynini kör etmişler. Senin anlattığın dağ hikayesinin tek bir anlamı var. Bu konuda, ve her konuda olduğu gibi, bilmediğin konuda b*k yemen.

  171. Nasıl ki bütün cansızların “eşit” olup canlılığa ilerlemesi mümkün değilse, nasıl ki bütün canlıların “eşit” olup insanlığa ilerlemesi mümkün değilse, bütün insanların “eşit” olup aynı seviyede kalması mümkün değildir. Onlardan bir kısmı da, tıpkı diğer canlılar ve cansızlar gibi, diğerlerini geride bırakmak zorundadır.

    Nasıl ki cansızların sadece bir kısmı canlıya dönüşebilmişse, nasıl ki canlıların sadece bir kısmı insana dönüşebilmişse, insanların da sadece bir kısmı gerçek bir bilince sahip olup diğerlerini geride bırakmak zorundadır.

    Diğerlerinin ise, adeta diğer canlılar ve cansızlardan bir farkı yoktur. Onların gözleri vardır, görmezler. Kulakları vardır, duymazlar. Onları ha uyarmışsın, ha uyarmamışsın birdir, gözlerinde perde vardır. Ve olmak da zorundadır. Evrenin düzeni başka türlü olamaz. Tıpkı bütün cansızlar canlıya dönüştüğünde, bütün canlılar insana dönüştüğünde olamayacağı gibi.

  172. 169 Pipsqueak'i hâlâ anlamayanlar var

    Önce, ve yine, şahane çevirinizi zevkle okudum. Çok üzüldüm de ama …
    Anlama, anlamamayı ciddi incelemek isterdim ama değer mi bilmiyorum. ‘Seattle’in dediklerini ‘Büyük Şef’ anlar mı, anlamaz mı? Dünyayı hâlihazırda ‘Seattle’in dediklerine çeviren Avrupa ve köpekleri ABD, Çin, Rusya, Brezilya… gibi yerler sayısız ‘Seattle’i anlayan ince ve asil ruhlu şairler, yazarlar, filozoflar, düşünürler yetiştirdi. Bir tek cümle hepsini siler bir tarafa atar, vitrin süsü eder: İŞ BÖLÜMÜ EFENDİM, İŞ BÖLÜMÜ. Hele anlayan bir de Hortlak gibi Marksist, Necip gibi kafayı dahilikle bozmuş tüccar, endüstri ve ilerleme anarşistiyse, forget it! Bunlar doğuştan insanları ve tüm varlıkları alçak-yüksek merdiveninde görme at gözlükleriyle doğanlar.

    Benim sonsuz sevdiğim bir benzetme bu ölü-yaşayanları çok güzel anlatır. Benzetme aslında ölü-yaşayanların anladıklarını gösterir.
    1. Önünüzde çakmak yok. Siz çakmak görürsünüz.
    Bu halde, sizde bir beyin sorunu var. Günlük dilde, kafayı yemişsiniz.
    2. Önünüzde çakmak yok. Beyninizin görme korteksi manipülasyon edilir ve çakmak görürsünüz.
    Bu halde, kafayı yemiş olduğunuz iddia edilemez.
    3. Önünüzde bir çakmak var. Beyninizin görme korteksi manipülasyon edilir ve çakmak görürsünüz.
    Bu halde hem çakmak var hem de beyinle oynanmış. Yani, anlayanlar olmayanı görmüyorlar, olanı görüyorlar. Soru yanlış görmede değil, anlayanlara kafayı yedirmişler.

    Eğer medeniyet, içerde baskı, dışarıda fetihse, Avrupa iç baskısından kaçanlar vardıkları yerlerde yerlilerle aynı şeyleri gördüler. Hatta aynı Necip, Hortlak ve 19. yüz yıl ‘you know who?” anarşist gibi daha da çok şeyler gördüler. Aynı kendilerini köle edenler gibi, gördükleri ağaçta, sersemleşmiş bir insan kalabalığını kurtarmak için ev yapmada kereste, doyurmak için meyve, ağaçları kesip tarla yapmak için arazi görüp tüm insanlığı kurtarma çılgınlıklarını sayıklamaya başladılar. Saraylara yakın olanlar bu çılgınlıkların “teorilerini” geliştirdiler.
    Çok, çok kısa söylersem, ve mitolojiler ve dinleri çok iyi bildiğimin hindiliğiyle kabarırsam, ben bu çılgınlar kadar dincilere tarihte hiç rastlamadım. Tabii biraz daha cin olanlar büyücü değneğiyle dini yok edip adına metafizik derler ve bizim enayi dümbelekleri üç silahşörler ve milyonlarca diğer aydın entelektüeller bu güzel ambalajlı bilimsel dini damaklarına uygun bulup yutarlar.
    W. Benjamin boşuna “modern politik teoriler üstü örtülü teolojiler” demedi.

    Geleyim yeryüzüne.
    Bir arkadaş resimlerini New York’ta sergiledi. Çok beğenildi. Eserlerini toplayıp döndü, çoğunu yaktı, Michigan kuzeyine çekildi.
    Diğer arkadaşlar “lay about” diye bir müzik gurubu kurdular. Meşhur olunca aynı nedenden gurubu dağıttılar.
    Tanıdığım bir düşünür televizyonda tersini düşünen biriyle tartışmaya davet edildi. Düşünür, televizyonda iki taraf yok, salt televizyon var diye katılmadı.
    Bunları ben model olmaları için çılgınlar gibi devrimcilik ayaklarıyla anlatmadım. Anlama var ve anlama var diye anlattım.
    Örneğin bana göre üç silahşörler tamamıyla değişik bir dünya insanları.
    Bakın şu hilkat garibesi Hortlak’ın yazdığına. İbiş, halk türküleri, “ferman padişahın, dağlar bizim”, İnce Memet, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, yörüklerin dağlarda yaşamaları, dünyanın her yerinde özgürlüğü seçenlerin dağlarda yaşamayı seçmeleri bile bilmiyor. Daha da kötüsü, toplumsal hayatın, örneğin dağda beraber yaşamak ve öğrenmek olduğunu da bilmiyor. Bu sarışın mavi gözlü Alamanca dönerci oğlu turist dağ başında yaşamayı tek başına beceremediğinden gelmiş, aynı hödük Necip gibi, beni anlamış ve yanlışımı bile bulmuş. Bence modern çağların (modern, medeniyet değil) en büyük simgesi utanmanın kalmamış olması. Bu herifin kopyalayıp yapıştırdığı diğer bir gazeteci Taylan Kara kendisi kadar kara cahil çıktı. Bilimin eleştirisi hakkında tek bildiği New Age ucubeleri.
    Sizin çevirinize uyan bir örnek vereyim. Bazı Kızılderililer atalarının bulundukları bölgede bilim adamalarının iddiasından çok daha eskiden yaşadıklarını ileri sürerler.
    Atalarının bazı kemiklerini genetik ve ADN dalında en ileri olan Max Planck enstitüsüne getirirler. İnceleyen bilim adamı onları haklı bulur ve dünyanın her ülkesinde, her mahkemesinde bunu savunacağını söyler. Daha da ileri gider ve atalarının kemiklerinin matkaplarla oyulduğunu görüp üzülen Kızılderililerden özür diler ve böylece önce insan sonra bilim adamı olduğunu gösterir. Bu bilimi bolluk ve aydınlık sanan Hortlak, Necip, Taylan Kara nerede, bu bilim adamı nerede. Dünyanın bir çok yerinde bu Hortlak ve Necip ve benzeri gibi ırkçı faşistlerin gazabına uğramış yerlilerin bilgilerini saygı ve hayranlıkla inceleyen yüzlerce son derece ciddi bilim adamları var. Hakikat, salt Atatürk-Marks / Erdoğan çarpışmasından çıkan kıvılcımlardan oluşmuyor. Gazeteciler meslek icabı fırsatçıdırlar. Enayilere haber yetiştirmak lazım! The show must go on!
    Kendilerini dev aynalarında gören bu zavallı insan harabelerinin beni anlamayışı beni rahatsız etmiyor hatta dalga geçmek, boş konuşmaları tespit etmek hoşuma gidiyor.

    Eğer sizin çevirinizdeki anlamları çok kaba uygularsam, bunlar bir YERDEN diğer bir YERE gitmeyi bu gidişteki bütün HİSSEDİLEN NİTELİKLERDEN soyutlayıp, daha doğrusu soyup soğana çevirip, UZAYDA A NOKTASINDAN B NOKTASINA HAREKET olarak, yani ölü diline çevirerek anlarlar.

  173. Asterix’in bir bölümünde “Bütün yollar Roma’ya çıkar, bütün kollar da Roma’ya çeker” diye bir söz geçiyordu.

    Aslında doğru değil. Orada, Asterix’in köyü gibi “yolu Roma’ya çıkmayan” bir köy var uzakta. Gitmesek de, görmesek de, o köy, bizim köyümüzdür.

  174. 169'a İkinci bir Cevap

    Sayın “169 Pipsqueak’i hâlâ anlamayanlar var” yazısını yazan arkadaşlar.

    Bence bunlar bildiklerini anlamıyorlar. Ama, lütfen “günaydın” demeyin. Bu kerizler farkında olmadan dünyamıza ayna tutanlar, yalnızlar kalabılığında “ben de varım” isyancıları, seyircilikle yetinmeyen seyirciler. Bunlar battığımız bataklığın derinlik ölçüleri.

    Descartes, Hortlak, Necip gibi ayna karşısında doğal olarak kendinden başkalarını görmeyenleri düşünerek “ben”i evrenin merkezine koydu. Bulutlar arasında teorik konuşmayı yeryüzü praksiz dünya diline çevirisini yapan da “herkes birbirine karşı, allah da herkese karşı” dedi.
    Bazı düşünürler hemen sordular: “yahu bu herif hangi ‘ben’ demek istiyor?”.
    Dolaylı da olsa, aynı düşünceye, diğer alçak ırkdan olan ilkeller ve geleneksel toplumlar arasında rastlanır.
    Eskimo, “Ne kadar sadece ‘ben’ olduğumu düşünsem o kadar az var olduğuma inanıyorum” der.
    Seattle, bence, Amerikan, Avrupalı, Çin, Japon, Brezilyalı, Türk, Hindistanlı, Rus falan filan mavi gözlü sarışınların şefler şefi Sonsuz Büyük Şef’ine yazdığı mektupta Eskimo gibi düşünür.
    Çoğu ilkeller arasında 18-30 ‘ben’li olanlar var.
    Hatta beyni yıkanmış biri, okul-televizyon maskesini düşürüp düşünse, kendinin kaç tane ‘değişik’ benden oluştuğunu rahat görür. Ama korku ruhu kemirirmiş. Doğa muhasebeci-emlakçısı süper sıkı g*tlü Newton bile simya deneylerini gizli yaptı.

    Ne var ki, devrimci, bilimci marksist, anarşist, solcu, laik, aydın, ölçü aşan IQ’lü orta sınıf elhamdulillahçı pişmiş kelle gibi sırıtan Sol Hortlak /Sağ Necip ilahileri okuyanların maske sayısı sayısız, görmeleri imkansız. Bunlar televizyon ve sosyal medyada “biz üstün, onlar alçak”, “gelecek nesiller üstün, biz alçak” merdiven milli marşı söylerler.

    Eğer bu enayi dümbelekleri sarışın mavi gözlülerin bilimciliğinin ne kadar televizyon bilimciliği olduğunu görmek isterseniz ‘microbiota’ konusuna bir bakınız. Şu an her zaman ve her yerde “İNSANLIK İÇİN” hastalık ve tedavi vitrin süslemelerini es geçmeyi tavsiye ederim. Gereksiz zaman kaybı olur.
    Asıl üzerinde durulan ve daha henüz anlaşılmayan konu, değişik ‘microbiota’ ekolojik yaşam alanının (nişin), aynı tür içinde ve türler arasında “doğası” değişik canlıların varlığına neden olmasına işaret etmesi. Yani, bizim sivri kelle bilimciler için ADN’e benzer bir soru: “Patron kim?” Veya “Ben kim?”

    Not: Aman, dünya anarşistler anarşisti, anarşistlik rekoru kıran “o da kimmiş?” nakaratçısı-Yüksek-IQ-Necip duymasın. Hemen “bunların hepsi keskin gurum New Age bilimci kelebin bilimsel Allah’ı Uzay Denklemleri’nde yazılı” ilahilerine başlar.

    Bu konuyu inceleyen bilim adamlarının sık sık kullandıkları ‘bilmiyoruz’ lafıyla, bir yandan yüce ruhlu Seattle ve ilkeller, diğer yandan bizim sonsuz yüksek IQ’lü her şeyi bilen, düşünmesini ve insanlığını azınlığa kaptıran, aşağılık duyguları içinde kıvranan televizyon-okul-Atatürk-Marks-ve nihayet son moda anarşizm falan filan BİLİMCİLERİNİN getirdiği gevişlerle kıyaslayın.

  175. 40 yıl boyunca ,Bir türlü oleyimmi yasayayimmi diye karar veremeyen Tolstoy yaşam gücünü inançta, tanrı arayışında bulur.
    Onu en çok etkileyen Hıristiyanlığın şu sözleri; kötüler karanlığa sığınır iyiler ışığa koşar..

    Seninki başka neden; ışıktan kaçma+sudan korkma+ saldırganlık.bunlar kuduz olma amareleri….cook hayvanlarla beraber olunca buda riski..sakın ol.. dr.ara..

  176. Eşitlik Üzerine

    Aman Allah’ım! Sonsuz IQ’lü orta sınıf elhamdulillahçı bilimci- solcu/sağcı-devrimci-falan filanlar arttıkça artıyor. Bu Türkiye’nin çok zengin olmuş olmasına delalet eder.
    Temiz gıda, bol kalori, temiz su, temiz hava, temiz ev, temiz okul, temiz bilim, temiz teknoloji, temiz beyin doğal sonucu çok yüksek IQ’lülerin artması tabii. Bolluğun getirdiği düşünce çeşitlerini bu site vasıtasıyla merak edip okuduğum Taylan Kara, Demir Küçükaydın, İbrahim Özkurt sitelerinde de gördüm. Maşallah!

    2 400 yıl önce biri “dünyada asla iki eşit nesne olmadığı halde eşitliğin ne olduğunu biliyoruz, o halde eşitlik zaman ve mekan dışı, görünmeyen dünyada bir varlık olmalı.” dedi.
    Sonsuz Yüksek IQ’lü 172 Anonim, “eşitlik” olursa hayat olmaz diyor. Daha ileri gitmiş: eşitlik olamaz diyor. Bak şu dahiye!
    Ama siz her dahi gibi soruna çözümünüzün heyecanına kapılıp asıl sorunları unutmuşsunuz. Bu noksanlığa bütün teorilerde rastlanır: teoriye uymayanlar görülmez.
    BİRİNCİ ASIL SORUN, sizin sivri kellenizden fışkıran “eşitlik” lafının ne anlama geldiği.
    A, B’den ağır; B, A’dan uzun. A, B’ye nasıl eşit olacak? Ancak sizin gibi bir dahi veya IQ’sü sonsuz yüksek matematikçi Necip bu işin içinden çıkar.
    Hem de, neden o paha biçilmez beyninizi zahmete sokmuşsunuz. “En Az Eylem İlkesi”ni kullansaydınız: halk arasında yaygın “beş parmağın beşi bir değil” lafı yeterdi.
    Eşitsizlik salt canlılar arasında değil cansızlar ve soyutlar arasında bile var. Örneğin 2≠3, 3≠5 falan filan, örneğin solcu devrimci falan filan dilinde x=x yanlış, x≠x doğru. Bunu sonsuz yüksek IQ’lü Necip mübarek ağzıyla şöyle dedi: “degismeyen tek sey degisme” dedi. Allah, özür dilerim bilimsel Uzay Denklemeleri Allah sizi yetiştiren anne-babanız televizyon-okula bağışlasın.
    Siz farkında olmadığınız kadar haklısınız. Her şey eşit olsa tek ve tek bir şey olur! Böylece siz ve sizin gibi bütün sivri kelle bilgiçler de, İNŞALLAH!, ortadan silinip süpürülür. Siz mantıklı konuşuyorsunuz da mantık diplomanız yok. Reductio ad absurdum (olmayana ergi ya da abese irca) size yeterdi. Yani, her şey aynı olsa değişme olmaz, hayat kalmazdı. Yine, paha biçilmez beyin enerjinizi boşuna israf etmişsiniz. Acele işe şeytan karışır.

    İKİNCİ ASIL SORUN, sizin sivri kellenizden fışkıran hakikati kabul etmeyenleri ne yapmalı?
    Bu hakikate erişmemişler, sizin gibi rahatlık içinde pişmiş kelle gibi sırıtmaktansa, bir türlü rahat durmuyorlar. Siz mavi gözlü sarışın yüksek ırk orta sınıfları evde elektrik süpürgesiyle nasıl etrafı temizliyorsanız, size elektrik süpürgesi veren daha mavi gözlü, daha sarışınlar maşallah insansız hava aracı (İHA), drone ve akıllı bombayla bu pislikleri saklandıkları yer altında, mağaralarda bile bulup temizledikleri halde başa çıkamıyorlar. Bu temizlik işi 7-10 bin yıldır sürüp gelmeke. Siz şifasını bulmuşa benziyorsunuz. Şifanızı Trump, Xi Jinping, Putin, Merkel, Macron, Erdoğan gibi dünyayı pisliklerden temizlemeye azimli gibi görünüp sizler gibi rahatlığı sevenleri uyutanlara satın, vallahi İstanbul’u alacak kadar paranız olur!

  177. Marksis Hortlak Gafı

    Marksist Falan Filan Hortlak,
    Eğer yanlış hatırlamıyorsam Marks toplumları inceledi ve komünizm kelimesinde ‘komün” Türkçe cemaat demek. Hatta Alman politika düşünürler arasında toplumla cemaat arasındaki fark Türkçe’ye kıyasla çok daha incelikle işlenir. Sen babanın dönercilik yaptığı yerdeki politika dili inceliklerini bilmediğin gibi durmaksızın horozluğunu yaptığın Marks’ın inceliklerini bilmiyorsun. Dağ başında tek başına yiyemediğin b*ku topluma mal etmekle enayiliğini sonsuz açığa vurdun.
    Eğer bu yaptığın salaklığını kabul edersen, ben de saldırganlığımı geri alırım.

  178. Saldirmadigin ne var?

  179. “Necip bu işin içinden çıkar.”

    Ben, o ‘işin içinde’ degilim ki, cikayim.

    Ama, sunu soyleyeyim yine de:

    Esitlik filan icin yeri gogu inletmek, yani o turden maksimalizmler, esitsizliklerin mahsurlu taraflarini azaltmaga yardimci olmuyor.

    Tersine, bu toptanci yaklasim, ‘incremental’ (yani, ‘gidim gidim’) olabilecek olanlari da (‘toptan cozum’e yonelik talepleri azalttigi icin) begenmiyor, hatta karsi duruyor.

    Vaktiyle okudugum bir duvar yazisi [orjinalini yaziyorum; umarim Zileli/admin buna izin verir] soyle diyordu: ‘Fighting for peace is like fucking for virginity’.

    Ayni fikirdeyim. En masum, en ideal, en saf hal icin gayret etmek bence hic de akillica degil. Herkesce/cogunlukca en tahammul edilebilir olanini hedeflemek daha dogru.

  180. “ben de saldırganlığımı geri alırım.”

    The Moving Finger writes; and, having writ,
    Moves on: nor all thy Piety nor Wit
    Shall lure it back to cancel half a Line,
    Nor all thy Tears wash out a Word of it.

    Omer Hayyam

  181. İ.Özel = D.Küçükaydın

    “Müslüman komünist olmaz, müslüman zaten komünisttir.”

    Şair İsmet Özel, Memleket Dergi’sine yaptığı açıklamalarda Müslümanlık ve Komünizm üzerine değerlendirmelerde bulundu. Özel, Allah’ın kendisine 20 yaşında komünist olmayı nasip ettiğini söyleyerek, “Eğer bir insan komünist olmadan Müslümansa bu insanın Ümmet-i Muhammet’e yapmayacağı kötülük yoktur” dedi.

    Özel sözlerine “Bizim İslam’ın 5 şartı olarak bildiklerimizin hepsi, Komünistlikten ibarettir” sözleriyle devam etti…

    http://t24.com.tr/haber/sair-ismet-ozel-insan-komunist-olmadan-musluman-olursa-yapmayacagi-kotuluk-yoktur,214079

  182. Hortlak ve Öğrenciler

    Sayın Hortlak,
    Biz şu an Özgür Üniversite’de Marks’ın eserlerini okuyoruz. Bu çalışmalarımızda yazılarınız bize çok yararlı oldu. Bu sitedeki bir yazınızla ilgili bazı sorun ve sorularımızı size iletmek istedik.
    11 yaşınızda başınızdan geçenleri şimdi yetişkin olduğunuz halde doğadan yabancılaşmış bir kişi olarak anlatmışsınız.
    Marks, “1844 el yazmaları – ekonomi politik ve felsefe” kitabında insanı doğal bir varlık görür. Sizse doğayı düşman gibi görüyorsunuz.
    Aynı yazınızda deneyiminizi bireysel, kişisel, öznel değerlendirmişisiniz. Marks için insan doğası, ‘toplumsal ilişkilerin’ toplamı, toplumsal koşullar ürünüdür.
    Uzatmada fayda görmüyoruz.
    Siz “1844 el yazmaları – ekonomi politik ve felsefe” kitabını okudunuz mu? Okuduysanız, çocuklukta başınızdan geçenleri anlatımınız içerisiyle Marksizm arasında bir çelişki söz konusu olabilir mi?

  183. 176 Hortlak Işık, Su, Saldırganlık

    Zifiri kara cahilliğini örtmeye, Tolstoy falan filan isimlerle bana yaltakçılık etmeye çalışma, olan olmuş, medeniyetin en zalim tuzağı olan kurtuluşu bakirelikte arama tuzağına düşmüşsün.
    Çocuklar için dünya oyuncak, medeniler için her şey ama her şey meta.
    Gösterişini yaptığın bilgi metasını ücret köleliği yaptığın mesleğinde, gazeteciliğinle sat. Senin gibi enayilere yutturulan meta-bilgiye zerre kadar saygım yok.

    Örneklerle anlatayım, imkansız ama belki uyanırsın.

    Işıkta akıl yürütülmez. Akıl yürütme karanlıkta olur. Senin halin daha da vahim. Seni ışığa boğmuşlar, gözlerini kamaşmış, görmez olmuşsun.

    Taptığın efendiler hayvanlara su kenarında tuzak kurar öldürürler. Seni de öyle öldürmüşler. Boş boğazlığından yararlanıp seni tuzağa düşürmüşler. Tuzağı sonsuz iştahınla değil aklınla görseydin böyle enayi ölü-canlı hortlak olmazdın.

    2004 Tsunami felaketinde bazı çıplak wahsiler yardım helikopterine ok attılar. Senin gibi bir köle gazeteci helikopterin saldırgan yerlilerin saldırısına uğradığını yazdı. Bu gazeteci de senin gibi kendine tutulan ışıkla görmüş: akıl yürütüp çıplak wahsilerin ‘yardım’ değil özgürlüğü tercih ettikleri, ışığa boğulmuş aklından bile geçmemiş. Olsa olsa, bu inek aynı senin gibi kölelikten kurtulmayı dinlerde, örneğin Marksizm gibi modern afyonlarda arar.
    Bir Eskimo atasözü: Köpekler ancak sopayla evcilleştirilir.

  184. 180 Necip'i Kara Delikten Çıkarmışlar

    ” degilim ki, cikayim” diyen IQ-Necip’e afi kesmesi için kemik attık. New Age Astroloji bilimcisi Caleb Scharf (öz Türkçe, Keleb Sıkıarif; Necip afilik kesme klaviyesiyle Sikiarif) gökyüzü temaşagâhında inzivaya çekilen IQ-Necip gabavet-i mücesseme istiğrakı içinde, kımıldar ama uyanmaz. Afik Yüksek IQ-Necip, uyku sersemliği içinde ilahiler ötmeye başlar.

    “New Age başkanımız Keleb’in allahı ‘Yüksek Zeka Denklemleri’ eski allah değil, bilimsel ambalajlı yeni allah!”

    “Daha Yüksek IQ-Keleb allahı ‘Yüksek Zeka Denklemleri’nde buldu, ben Analitik Geometride buldum. Karınca kaderince!”

    “Kim demiş “evrende iki eşit canlı veya cansız şey yok “? Böyle bir gaflete kim düşmüş? Eşitlik imkansız! Yaşasın eşitsizlik!”

    Afik Yüksek IQ-Necip kımıldar ama uyanmaz:
    ‘Trying to awaken Yüksek IQ-Necip is like ****ing him while he’s in a stony sleep, he simply murmurs: “Is that you Erdoğan? Is that you Atatürk? Is that you Trump? Is that you Putin? Is that you Xi Jinping?”

  185. 181 Necip Simülasyona Dönmüş

    Sayın Doğu, Batı Alimi, Türkçe, İngilizce, Osmanlıca, Arapça, Farsça ve hepsinden daha fazla Hindice konuşan Yüksek IQ-Necip.
    Siz daha önce salt bilgisayar simülasyonlarını simülasyon kabul ettiğinizi yazdınız. Şimdiye kadar çelişkisiz, istifrağlı konuştunuz. Şimdi gerçek dünyanın simülasyonu bir şiir yazmışınız.
    Önce şaşırdık ama sonra sizin hakikati gök yüzünde arama saplantınızı düşününce yeni gurunuz Caleb Scharf ile eski gurunuz Omer Hayyam arasındaki bağı gördük: ASTROLOJİ.
    Sizi gitikçe daha iyi anlıyoruz. Tam bir sert Türk erkeksiniz, allahınız sizin gibi gök yüzünde uzun kamışlı bir erkek. Genleriniz ana tanrıçayı param parça eden Marduk’tan gelme.

  186. İ.Özel = D.Küçükaydın

    Aşağılayıcı deyimler içeren yorumları yayınlamıyoruz. Admin

  187. Köpeklerle ilgili atasözü yanlış. Yani köpekler sopayla evcilleştirilmez, severek dost olunur onlarla.

  188. Yazdiklarimla ilginmeniz beni şaşırttı.

    Tartışan biriyim.okul, öğretmen, öğrencilik bana yabancı.
    Doğa ise asla..
    İnsan bu dünyanın parcasi , ondan oluşmuştur.insanin başka dünyadan, gökten gelmediğini
    Yemesi içmesi, giyinmesi, dili, dini,edebiyatı, müziği, dansı, eğlencesi, derisinin rengi,gece uyumasi, atmosfer basıncına Uygun olarak yaşamasında görünür.
    İnsanlar çoğu hayvanlar gibi, uçma, hızlı koşma, yüzme vs özel yetenekleri olmadığından yalnız değil,toplu olarak yaşamak zorunda.

    İnsani doğaya karşı yaşam mücadelesi çelişkili görünmeside kaçınılmazdır.bu onun, doğayı yok etmek, düşman olması anlamına gelmiyor.tersine onu yaşattığı ölçüde yaşar.
    O dere çevre köylülerin bahçelerini sulaması, yazın yağmurun azalmasıyla,yazın kuruma , kışında taşma sorunu yaşar.tum canlılar,hayat ölür.
    1 akıllı cikipta şuraya bir set yapıp kışın su biriktirip, yazında kuraklıktan kurtuluruz demiyor.kisin dere taşması, yazın katliam devam ediyor..
    Teknolojik gelişmeler,setler,kanallar,kuyulardan, denizlerden,bulutlardan su cikartma sadece insana değil doğaya da yararlı olabilir.
    Diğer yandan enerji üretmek için, çevreyi kirleten, zehirleyen, kömür, petrol, radyoaktif maddelerin sadece insana değil,dogayada zarar verdiğini bilmek gerekir.
    Sizler marksi anlama savaşını veriyorsunuz.onun hakkından gelmek istiyorsunuz.yutmak istiyorsunuz belki.. yaşatmak için onu..

    Devam ediyor

  189. Gün Zileli Ocak 9th

    “Köpeklerle ilgili atasözü yanlış. Yani köpekler sopayla evcilleştirilmez, severek dost olunur onlarla.”

    Sayın Gün Zileli,
    Alıştığınız politically correct hayvan sevgisini ifade konuşma diliniz politically correct evcilleşmişler devrimcilik dilinizin gibi çok fazla şekerli.

    Belki şimdi daha iyi anlarsınız.

    Kızılderileler, evcil ve vahşi köpeklerden söz ettiklerinde, “bu, kamp yeri köpeği; o, gerçek köpek” derler. Tarih boyunca evcilleşmeyi kabul etmemiş kurtları istediğiniz kadar sevin, hatta belki sopayla bile yola getirmek imkansızdır.

    Bu sitede ırkçı ve faşistler insanlar için çok daha ağır laflar ettiler, sesiniz çıkmadı. Hatta sizin gibi devrimcilik kisvesine bürünerek çıplak vahşi insanlar için ancak ve ancak ırkçı ve faşitlere yakışır laflar ettiler.

    Battığınız bataklık çok derin, sizi bilimsel allah Uzay Zeka bile kurtaramaz! Sizi bakire kuantum marksistlik bile kurtaramaz! Sizi bolluk anarşizmi bile kurtaramaz! Sizi Alamanca dönercilik marksisti de kurtaramaz! Başıkaya gibi fırsatçı daha yeni uyanmış ekoloji uzmanı da kurtaramaz!

    Siz sosyal hayatta sonradan görmüşlere benzeyen sonradan görmüş zavallı bir anarşist local bayisisiniz!

    Cahiliğiniz yüz kızartıcı ama şanslısınız, gören yok. Hep bir ağızdan BÜTÜN İNSANLAR İÇİN milli ninninizle taş uykusundasınız.

  190. Temiz İ.Özel = D.Küçükaydın

    Önce size bir övgü: bu iki kişinin eşitliğini görmeniz bana yeniden ümit verdi. Ama sanırım bu sitede ben de b*kunda boncuk bulan oldum. Fikirlerimi kusayım.

    Bu siteyi dolduran dahiler yetmez gibi insan özgürlüğüne veya düştüğü sefalete cevabı kuantum fiziğinde bulan çaresiz dertlere düşmüş biri çıktı.
    Biri karıncalara bakar salt esaret görür, diğeri bakar karşılıklı dayanışım içinde çalışanlara hayranlığını ifade eder. Biri doğaya bakar durmaksızın kavga görür, diğeri bakar karşılıklı dayanışma görür. Biri bilime bakar köpeklere atılan bolluk kemikleri görür iştahı açılır, diğeri bakar boğazımıza takılan cellat ipi görür. Ben yerçekiminde IQ-Necip gibi “para parayı çeker” gördüm ama onun gibi çok yüksek IQ’lü tüccar olmadığımdan bir türlü züğürtlükten kurtulamadım.
    Bağlam ve savunulan ideoloji bilinmeden bu örnekler boş laf.

    Bakalım kuantum masalına. Marks, 2400 yıl önce, etrafta vızıl vızıl dolaşan Grek tüccarlardan ilhamını alan Demokritos zoraki atomları yerine keyfi yol değiştiren atomları savunan Epikür’ü seçti. Yani masal çok eski bir masal. Perikles boşuna ağızlarda demokrasi çikleti olmadı. Kuantum masalı, ” Günümüzde birçok alanda olduğu gibi, politik alanda da sağlıklı bir çözüm ve inşa için …” cümlesiyle başlar. Hangi alanlarda hangi sağlıklı çözümler getirildiğini merak edip sordum ve hatta ipuçları bile verdim: sefalet, eğitim, bilgi eşitsizliği, hava, su, yiyecek, toprak, deniz pisliği, … Cevap yok.
    Merakla D. Küçükaydın sitesine gittim. Bu da bakire Marksizm peşinde bir çizik plak. Son “Çin Komünist Partisi Ulusal Kongresi”ndeki orakla çekici bakire Marksizm olmadığı için görmemiş tipik bir gazeteci-devrimci. Her medyayı yakıp tutan, bilip anlamadığı yenilikte okuyucularına bolluğa kavuşma köşe dönme ümitleri bulup dağıtmakta. İki yazısını satır satır inceleyip rahatsız edici sorular sordum. Cevap yok.

    Üçüncüsü ve yine bu site sayesinde okuduğum diğer bir solcu devrimci bir gazeteci, Taylan Kara. Bilim hakkında bildikleri, dünyayı cehenneme çeviren düzenin orta sınıf hali vakti yerinde kazazedeleri New Age (Yeni Çağ) cesur askerlerin inançları. Kaybolmuş cennet, gizemsiz dünyada gizem, ruhsuz dünyada ruh arayanların gevezelikleri. Zavallılara acımak, anlamak ve dolayısıyla belki kendi zavallılığını görmektense, her aydınlığa kavuşmuş yüksek zekalı gibi başkalarının rezilliği onu mutlu etmiş. Zengin ülkede yaşayan insan harabeleri de bu gazeteci gibi televizyonda sefilleri gördüklerinde sefillerden biri olmadığı için mutlu olur. Bu, onun tek mutluluk kaynağıdır. Böylece kendi sefaletini görmez aş uykusuna döner. Ona da sorular sordum. Cevap yok.

    Nihayet sizin verdiğiniz adrese inanılmayacak laflar eden bir zavallı şairi zor bela işkence çekerek okudum.
    İ.Özel = D.Küçükaydın denkleminizdeki ‘=’i anlamış değilim. Nedeni sanırım bu iki kişi hakkındaki bilgilerimin sonsuz kısıtlı olmasından.
    Ama bir ihtimal daha var: Bunlar Erdoğan’ın yarattığı açık hava hapishanesinde öten bülbüller. Erdoğan giderse, belki akılları başlarına gelir. Hatta bence, bu sitede hava atanların çoğunluğu bu açık hava hapishanesi bülbülleri.
    Bu gazetecilerle ilgili ilginç bir örnek.
    Çok ünlü bir sosyolog medyanın gücünü eleştirir. Derdini anlatmak için televizyona davet edilir. Sadece bu b*k yemek tuzağına düşmekle kalmaz, kendinin üçte bir yaşında seks dolup taşan bir kız tarafından paçavraya çevrilir. Ülkenin en ünlü gazetesinde kendine yapılan haksızlığı dile getirir. Televizyon genel müdürü şahane bir cevap verir: “Biz sokakta dilencilik eden güçsüz birini değil sizin gibi sözü geçen güçlü birini davet ettik, sayın profesör! Üstelik kendini okulda ağzında çıkan altın yumurtaları not alan çoluk çocuk önünde konferans veriyor mu sandın?”

    Enayileri ya düzen ya da hayranları pompalaya pompalaya soytarılaştırırlar.

  191. 2. Temiz İ.Özel = D.Küçükaydın

    Bakın nasıl bu açık hava bülbüller susturulur!
    Dünya tarihin milyarda birini bilen bile insanların zorla hizaya getirildiğini dile getiren bu iki atasözünü anlar ve ırkçılar ve faşistlere sesi çıkmayan bu kişi gibi susacağına anlamadığını itiraf eder özür dilerdi.
    Ama hayvan sevicisi Gün Zileli diğer hava atan artistler gibi dilini yuttu.
    Benim ata sözüm: Enayileri ya düzen ya da hayranları pompalaya pompalaya soytarılaştırırlar.

  192. Bizim wahsi, yırtıcı olmuş.
    Abuk sabuk konuşması dışarda yerlerin buzlastigindan, ayağı kayıp dusmesindendir.iyice huysuzlasti.
    Bagirsin cagirsin,2 kelime markstan konusursam inine döner kıç üstü oturur..
    Kendi wahsilik dini için tüm dinlere hirliyor..
    Yırtıcı hayvanlarida severiz doğadan ötürü.

  193. Marks insanların maddi üretim derken onların yaşamak için yemek ,içmek ,giyinmek, barınmak gibi maddi üretimde bulunmasini kasteder.
    Bu maddi üretim üzerinde din, peygamber,fahise,yönetici, sağlık,sanat, bilimsel uğraşı, eğlence, polis,asker memur,devlet gibi üst yapı oluşur.

    Tüm bu üstyapı maddi uretime bağlıdır.toplumun ekonomisi belirleyen de odur. Ekonominin konusuda bu maddi uretimdir.
    Buda dogasiz olmaz..
    Sorunuzu anladığım kadarıyla insanın tek başına,alet kullanmadan yasamasinin imkansız olması nedeniyle doğadan kacmasi?ona yabancılaşması?
    Dogasiz zaten yaşam olmaz. Hayvanlardaki yetenek olmadığından alet kullanmasi,ve toplumsal yaşam zorunludur.yoksa ruhumu bile çeken doğaya ne maddi nede manevi bakımdan uzaklaşmayı savunurum.
    Sorunuzu biraz acsaniz?
    Burada devamlı abuk sabuk tartışmalar yapıyoruz.sizin ordaki tartışmaları buraya aktarsaniz seviniriz..

  194. Şimdi bizim yırtıcı wahsi iyicene kudurup dağda bir taş bırakmadan bize atar.hayvancasida güçlü..

  195. Yüzmilyonlarca insan senin o doğal hayatını istemiyor işte. Hatta ölürler de bunu kabul ed(e)mezler. Peki bu durumda bunu onlara kabul ettirmek için ne yapacaksın Bay Hitler? Öldürecek misin?

    Hatta sen bile bu hayatı istemiyorsun. Sadece istediğini zannediyorsun. Öyle olsaydı burada değil, o öve öve bitiremediğin topluluklardan birinin yanında olurdun.

  196. Hortlak ve Kanada Karşılaştırmalı dinler

    Sayın Hortlak,

    Yazımız bir tartışma amacı güder ve ümit ederiz öyle algılarsınız.

    Biz de öğrenciyiz. Kanada’da “Karşılaştırmalı dinler” fakültesinde eğitim yapıyoruz.
    Çalışmalarımızın odak noktası mitolojilerin, dinleri ve ideolojilerin sosyal yaşamın aynadaki görüntüsü olduğu varsayımı. Yazınızda modern çağların temel inanış yansımalarını gördük.

    İnsanların doğayı hakimiyet altına almasının çok daha hızlandığı modern çağlarda, eski Yunanlılarca ” hubris sendromu”, Marks’ın deyişiyle, egemen düşünceler, yani ayna görüntüleri, egemen sınıfların düşünceleri oldular. Şu an insanın “gökten geldiğine” inananlar bile sizin gibi bir güvenlik içinde insanın doğa parçası olduğunu savunmaktalar. Evrenin maddesel yapısında ilahilik görenler de ve görmeyenler de var.

    Çalışmalarımızın yoğun noktası, doğal olarak, insanın tanrılar tarafından yaratıldığı veya doğanın bir parçası olduğu ikilik kavramının kendisinin sosyal yaşamı yansıttığı, kendi başına bir inanç olduğu. Hepsinden önemlisi, hangi sosyal nedenlerden doğduğu, menşei kaynağın özellikleri ve gücü, pekiştirici eğitim ve politik kurumları tespit etmek.

    Çok büyük bir yanlış anlamayı önlemek için eklemekte yarar görüyoruz: dünyayı olduğu gibi görsek din, mitoloji, bilim, teori ve sanat gibi aracılarla anlamaktan vazgeçebiliriz.

    Siz dünyayı olduğu gibi görüyor gibi yazmışsınız, doğru mu algılamışız?

    ” İnsan bu dünyanın parcasi , ondan oluşmuştur.insanin başka dünyadan, gökten gelmediğini
    Yemesi içmesi, giyinmesi, dili, dini,edebiyatı, müziği, dansı, eğlencesi, derisinin rengi,gece uyumasi, atmosfer basıncına Uygun olarak yaşamasında görünür.
    İnsanlar çoğu hayvanlar gibi, uçma, hızlı koşma, yüzme vs özel yetenekleri olmadığından yalnız değil,toplu olarak yaşamak zorunda.”

    Aynı düşüncelerle insanın “gökten geldiğine” inanan sayısız büyük düşünürler olduğu gibi sayısız toplumlar var ve tarihte var oldu. Hatta burada, Kanada’da, böyle düşünenler zamanın aynasındaki ideolojiyle kırımdan geçirildiler.

    ” İnsani doğaya karşı yaşam mücadelesi çelişkili görünmeside kaçınılmazdır.bu onun, doğayı yok etmek, düşman olması anlamına gelmiyor.tersine onu yaşattığı ölçüde yaşar.”

    Bu dediğiniz şu an sosyal yaşama egemenlerin egemen düşünceleri, aynada görüntüleri.

    ” Diğer yandan enerji üretmek için, çevreyi kirleten, zehirleyen, kömür, petrol, radyoaktif maddelerin sadece insana değil,dogayada zarar verdiğini bilmek gerekir.”

    Bu da, şu an sosyal yaşama egemenlerin egemen düşüncesi, aynada görüntüleri.

    Özet olarak sizin yazdıklarınız da bizi şaşırttı. Ailelerimiz “yanlış” düşüncelerinden, egemen düşünceleri benimsemediklerinden, değişik dünya görüşlerinden dolayı Türkiye’den kaçmak zorunda kaldılar. Bizi “Karşılaştırmalı dinler” çalışmaya bu olgu itti. Bu yüzden dini inancını bir “gerçek” gibi savunalar bizde korku ve endişe yaratır.

    Marksizm bizim konumuz değilse bile üretimin insan eli değmeden yapıldığı zamanları matematikteki bir limit gibi düşünerek “değer”in ortadan kalkacağını savunur. Doğayı hayatta kalma kavgasında bir araç görme düşüncesiyle, doğaya ihtiyaç bile olmadığı düşüncesini çoktan geçtik. Ama Marks’ın dediği gibi sosyal ilişkiler hep geriden takip eder. Yani, ne insan eli ne de insan olan bir dünyada yaşamaya hazırlıkların bilinci daha henüz pek yaygın değil. Bizce sizin yazınız bu hazırlığı dile getiriyor.

  197. Malthus'a Farklı Bir Bakış

    Klasik iktisatçılar arasında yer alan İngiliz iktisatçı ‘Thomas Robert Malthus (1766-1834)’ 1798’de ‘Nüfus İlkeleri Üzerine Bir Deneme’ adlı ünlü kitabını yayınladı.

    Kitapta ortaya attığı tez, daha yeni yeni bilim olma yolunda ilerleyen ‘ekonomi’ alanıyla sınırlı kalmadı ve bütün bilim alanlarında ciddi tartışmalara yol açtı.

    Tezi, özetle şöyleydi:
    Dünya nüfusu 1, 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128, 256, 512 gibi, gıda ürünleri ise 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 gibi bir oranla artar. 225 yıl sonra nüfus ile gıda ürünleri arasındaki oran 512/10, 300 yıl sonra 4096/13 olur. 2.000 yıl sonra ise, gıda ürünleri büyük ölçüde artmış olsa bile, bu oran hesaplanamaz hale gelir. (Kaynak: T. R. Malthus, ‘An Essay on the Principles of Population’, J. Johnson in St. Paul’s Church Yard, 1798, p.8.)

    Malthus bu kitapta ortaya attığı, ‘insan nüfusunun artış hızıyla gıda ürünlerinin artış hızı karşılaştırması’ndan hareketle, bu ikili arasında ortaya çıkacak olan farkın, insanlığı açlık ve sefalete götüreceği iddiasını öne sürüyordu.

    Aradan geçen zaman içinde Malthus’un tezinin doğru olmadığı, hâttâ tam tersinin ortaya çıktığı görüldü. Ekonomiler hızla büyüdü, yeni alanlar tarıma açıldı, gıda üretiminde bambaşka teknolojiler kullanılır oldu. Tarımda, sanayide yapılan buluşlarla, teknolojik ilerlemeyle gıda ürünleri miktarında sağlanan artışın insan nüfusu artışını misliyle geçtiği görüldü. Durum böyle gelişince; Malthus ‘karamsar iktisatçı’, teorisi de ‘karamsar ekonomi teorilerinden birisi’ olarak tarihte yerini aldı.

    Yirminci yüzyılda bu kez ‘Yeni Malthusçuluk’ adlı bir yaklaşım ortaya atıldı. ‘Gelişme yolundaki ekonomiler’deki hızlı nüfus artışının, ekonomik kalkınmayı engelleyen en önemli meselelerden birisi olarak karşımıza çıktığını öne süren bu görüş, bu hızlı nüfus artışını doğum kontrolü ile önlemek gerektiği düşüncesindeydi. İlginç olan şey; doğum kontrolünün, açlık tehlikesine karşı geliştirilmiş bir yaklaşım olmasına karşılık, asıl uygulamasının ‘doğacak çocukların geleceğinin garanti altına alınabilmesi endişesi’yle yapılmasıydı. Çocuklarına yeterli ve nitelikli eğitim verecek durumda olmadığını düşünen aileler, çocuk sayısını sınırlamak için doğum kontrolüne başvurdular.

    İşin daha ilginç kısmı, doğum kontrolünü yapan ailelerin durumunun, doğum kontrolü yapmayan ailelere göre çok daha iyi olmasıydı.

    Parasal durumu iyi olmayan aileler meseleyi ‘kader’e bağlayarak birden çok çocuk yaparken, parasal durumu görece daha iyi olan aileler, çok çocuğa yeterli ve nitelikli bir eğitim olanağı sağlayamayacaklarını düşünerek doğum kontrolü uyguladılar. Bu gelişmenin sonucu olarak, daha düşük kalitede çocuk yetiştirebilecek ailelerin daha çok çocuğu oldu. Ve doğal olarak düşük eğitim düzeyindeki nüfus arttı.

    Malthus, tezini ortaya attığında (1798) dünyada nüfus 990 milyon dolayındaydı. O dönemde doğa & çevre bugünkü gibi tahrip edilmemiş, yerleşim & kentleşme bu kadar yoğunlaşmamıştı. Bugün nüfus 7,6 milyara yani Malthus’ün yaşadığı dönemdeki nüfusun 6,5 kat fazlasına yükselmiş bulunuyor. Bu dönemde gıda ürünleri üretimi çok daha hızlı artmış görünüyor. Ne var ki, gıda ürünleri üretimindeki artış sürekli olarak dünyanın yapısını bozacak, çevreyi kirletecek, gıdaların yapısını değiştirecek, gelecek kuşakların yaşam koşullarını zorlaştıracak bir biçimde ilerliyor.

    Malthus’un tezine yeniden, bu açıdan bakmak ve çevreyi daha fazla kirletmeden, gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakmak için neler yapabiliriz sorusuna yanıt bulmak gerekiyor.

    Dr. Mahfi Eğilmez
    Hazine eski müsteşarı
    Kadir Has Ünv. iktisat bölümü öğretim görevlisi

  198. Bizim vahşi bir antropomorfist.

    Tıpkı vahşi ataları gibi.

    Ya da anti-kapitalistler gibi.

    Onlar da “kapitalizm” dedikleri şeyi antropomorfize ediyorlar.

    Bu ise “medeniyet” dediği şeyi.

    Medeni dediği toplumların idealize ettiği sözde medeni olmayan toplumlardan fazla bir farkı olmadığının, daha doğrusu insan davranışlarının en eski zamanlardan bu yana pek değişmediğinin bir göstergesi.

    Bazı şeyleri antropomorfize etmek de değişmeyen bu davranışlardan biri.

  199. 195 Anonim ve Çıplak Gezenler

    Bir ünlü düşünür “toplumları ıslah etmek isteyenler politikacı köpeklere benzemekle kalmazlar; boynuzlu kocaya daha çok benzerler, hakikati en son onlar görürler!” dedi,
    Sayın 195 Anonim,
    Dediklerimle sizler gibi dünyayı ıslah etme, pisliklerden temizleme hastalarıyla alay ettiğimi bile anlamamışsınız. Helal olsun vallahi, siz boynuzlu koca olduğunuzu da görmeyeceksiniz. Doğrusu eğer ben, bu sitedekiler gibi, dünyada saymakla bitmez kadar ümitsizlere ümit dağıtacak, 7 milyar insanı ıslah edici uyku hapları tüccarı olacak kadar politikacı olup alçalsaydım çoktan sizler gibi ot olmaktansa intihar ederdim.

    Bakın hatta bir diplomalı- ıslahçı-temizleyici-anarşist düzeltme heyecanıyla nasıl kendini rezil etti. En basit bir (veya iki) atasözünü kelimesi kelimesine anlayarak sizlerin ne kadar gabavet-i mücesseme mücessemleri olduğunuzu kesin kanıtladı. Siz en iyisi Özgür Üniversite’de profesör Kayakelle veya İngiltere’den diplomalı azılı anarşist Misafir profesörün “Söylenenleri Kelimesi Kelimesine Nasıl Anlamamalı” fakültesinde verdiği akşam kurslarına katılın.
    Reklamlara göre eğer 1 yılda afiklikten kurtulamazsanız, paranız iade edilecek. Hemen yazılın. İşinize yaramasa bile sizin gibi cansız canından memnun, alık alık sırıtan, orta sınıf uslu, terbiyeli, kemik atınca hemen kuyruğunu sallayan ucubeler ziyarete geldiğinde konuşma vesilesi olur.

    Eğer kursu başarıyla bitirirseniz, aşağıdaki, belgelerle Enayi Avcı-Devşiricileri büyük elçiliğimize gelin, sizin icabınıza bakarız.
    Özgür Üniversite diplomanız, ilkokul diplomanız, ortaokul diplomanız, lise diplomanız, üniversite diplomanız, lisans diplomanız, ölüm diplomanız, ölüm hikayeniz, iki resim, bir dilekçe, adres, telefon, annenizin adı, babanızın adı, kardeşlerinizin adı, evlenme ve boşanma tarihleriniz, hobileriniz, kimlik fotokopisi, banka hesaplarınız, borç miktarınız, karınız/kocanızla tanıştığınız ve ev aldığınız tarih, evinizin tapusunun fotokopisi,cinsiyetiniz, (erkek /kadın), cinsi ilişkierde erkek veya kadın tercihleriniz, pozisyon tercihleriniz, 5 komşunuzun adları, soyadları, adresleri, telefon numaraları, cep telefonları, politikayla ne zaman nerede nasıl ilgilenmeye başladağınız, kullandığınız haşiş e benzeri uyuşturucu ilaçlar, attığınız antideprasyon hapları, uyku hapları, tuttuğunuz parti, tuttuğunuz futbol takımı, facebok adresiniz, twatter adresiniz, pootube adresiniz, sevdiğiniz televizyon dizileri, okuduğunuz gazeteler, sosyal medyada müptalası olduğunuz siteler… anladınız galiba, yalnızlar kalabalığından biri olarak dökünüz kurtlarınızı.
    Uyarılar:
    1. Bu liste bir bakıma bizim reklamımız: kölelik zincir halkalarınızın çok kısa bir listesi.
    2. Hepimiz çıplak dolaşırız ve babanızı bilirseniz şanslısınız. Eğer namus falan filan saplantınız varsa karınızı kızınızı getirmeyin.
    3. Sakın yanlış veya yalan bilgi vermeyin. Zaten hakkınızda bütün bilgiler bizim veri bankamızda mevcut. Tabii, eğer göründüğü kadar silik biriyseniz, arayıp bulmak çok uzun sürebilir ve bu cevabımızı geciktirebilir.

  200. Dünya Sorunlarına Anarşist Çözüm

    Gün Zileli çok haklı.
    “Köpeklerle ilgili atasözü yanlış. Yani köpekler sopayla evcilleştirilmez, severek dost olunur onlarla.”
    İnsanlar da sopayla değil severek evcilleştirilmeli.
    ABD bu çözümü bir süre önce denedi: “winning hearts and minds”
    Ne var ki, sadece dünyanın her yerinde ve Türkiye’de de hızla artan satın alma güçleri yüksek olan orta sınıflarla kısıtladı.
    Tarihte benzeri girişim ve tatbikata dönüştürme örnekler çok.
    Daha önce, yine ABD’de, Kissinger dünyadaki kargaşalığı yatıştırmak için orta sınıfları arttırma politikasını açık açık savunmuştu.
    Daha daha önce, Avrupa müstemlekecileri yerlilerin arasında yeni dünya düzenini seve seve kabul edecek parlak zekalıları eğitimle yetiştirmişlerdi. Avrupalılar terk edince yerlerini aynı ama aynı değiller aldı – diyalektik olmalı. Hortlak’ın kulakları çınlasın.
    Bazı yerlerde, örneğin Rusya, Mısır, Kazakistan, Japonya sevgi ışığını kendi kendilerine gördüler. Osmanlı saray mensupları da denediler ve nihayet Türkiye’de katıldı bu orta sınıflaşma ve seve seve evcilleşmeye.

    Kısacası hem teori hem praksis çoktan vardı.
    Yani orta sınıfların köpekler gibi efendilerine sadık olmaları artık şüphe götürmez. Yaşadıkları tatsız hayata tuz biber katmalarında, başkaldırmalarında bile evcilleştirildiler. Psikolojik baskıdan yaratıcılık, tatmin edici meslek, iyi maaş, tatil, turistlik gibi meşguliyetlerle boşalmayı öğrendiler. Bazen, şimdi yine her yerde artan sapıklık, faşistlik ve Nazilikle tencere patladı ama “this is a learning planet!”. Orta sınıflara daha çok kemik atmakla işi tekrar yoluna sokma öğrenildi.

    Peki, yenilik nerede?
    Köpek örneğini açık açık söylemekte. Daha önce kimse bu gerçeği böyle olumlu, böyle severek kabul etmemişti.

    Bu şekilde herkesin bildiği ama kimsenin söylemeye cesaret etmediği gerçekleri açık açık söylemek tarihte çok önemli çığırlar açtı. Zileli’nin dediğini haybeye konuşmak görmek büyük bir hata olur.

  201. “İşin daha ilginç kısmı, doğum kontrolünü yapan ailelerin durumunun, doğum kontrolü yapmayan ailelere göre çok daha iyi olmasıydı.

    Parasal durumu iyi olmayan aileler meseleyi ‘kader’e bağlayarak birden çok çocuk yaparken, parasal durumu görece daha iyi olan aileler, çok çocuğa yeterli ve nitelikli bir eğitim olanağı sağlayamayacaklarını düşünerek doğum kontrolü uyguladılar. Bu gelişmenin sonucu olarak, daha düşük kalitede çocuk yetiştirebilecek ailelerin daha çok çocuğu oldu. Ve doğal olarak düşük eğitim düzeyindeki nüfus arttı.”

    Iktisatcilar icin ‘herseyin fiyatini bilir; hicbirseyin kiymetini bilmez’ derler ya; Mahfi Egilmez buna iyi bir ornek.

    Dogum kontrolu uygulayan ‘parasal durumu iyi aileler’ (‘varsil’ demek daha kestirme olur) cok matah bir optimizasyon yaparak, kendi nesillerinin devamini riske atiyorlar.

    Bunun farkinda bile degiller demek isterdim; ama, oyle degil; farkinda olduklari asikar. Yine de, parasal/maddi/mali kriterlerle optimizasyon yapmagi tercih ediyorlar.

    Argumanlari da, ‘yeterli egitim almamis, dolayisi ile, sefil bir hayata mahkum olacak 5 cocuk mu; yoksa, iyi egitim almis, refah icinde yasayacak en cok 2 cocuk mu?’ uzerine kurulmus.

    Ilk bakista, evet, son derece insancil bir bakis…

    Ama, o iki cocuktan birisi bir kaza sonucunda erken yasta sizlere omur; digeri de ‘ozel cinsel tercihler’ gerekcesiyle evrim agacindan budaninca, geriye nesli devam ettirecek kimse kalmayabiliyor.

    Butun bunlar olmasa bile, o 2 cocuk da, kendi cocuklarina daha da iyi egitim verebilmek icin, hem cok uzun zaman bekleyebiliyor, hem de hayallerindeki ‘iyi egitim’in citasi da hep yukseldigi icin, son analizde, gec kalip, hic cocuk yapmamak noktasina geliyorlar.

    Yani, sonuc, cogu zaman, degismiyor: Soyagaci orada sona eriyor.

    Ustelik, bu sadece bireyler icin de gecerli degil. Gerek AB’deki cok sayida ulke, gerekse de Japonya (ve diger benzerleri), cok egitimli, cok mureffeh filan olmalarina ragmen, bu sonuca variyorlar/vardilar.

    Nufus yaslaniyor, ulke insansiz kalacak.

    Butun bunlara bakinca, tuzu kurularin ‘iyi egitim’li ve dolayisi ile daha ‘pahali cocuk’ argumanlarinin ahmakca oldugunu dusunuyorum.

    Malhus filani bosverin. Kendi soyagacinizi kendi ellerinizle buduyorsaniz, yasamanizin anlami nedir?

    ‘Parasal durumu iyi olmayan aileler’in cocuklarina daha iyi bir gelecek birakmak mi?

  202. ‘Bizim vahşi bir antropomorfist. Tıpkı vahşi ataları gibi. Ya da anti-kapitalistler gibi. Onlar da ‘kapitalizm’ dedikleri şeyi antropomorfize ediyorlar. Bu ise ‘medeniyet’ dediği şeyi. Medeni dediği toplumların idealize ettiği sözde medeni olmayan toplumlardan fazla bir farkı olmadığının, daha doğrusu insan davranışlarının en eski zamanlardan bu yana pek değişmediğinin bir göstergesi. Bazı şeyleri antropomorfize etmek de değişmeyen bu davranışlardan biri.’

    Muhtemelen saçmaladığınızın farkındasınız, fakat bunu itiraf etmek işinize gelmiyor.

    Siz, ‘antropomorfizm’ kavramının ne demek olduğunu ya hiç bilmiyorsunuz, ya da bildiğiniz hâlde, yazdığınız kupkuru zırıltıda kendinize malzeme yaparak kavramı istismar ediyorsunuz. Sayın pipsqueak’in hangi bağlamda ‘antropomorfizm’i kullandığını hangi bağlamda kullanmadığını ayırt edemeyecek kadar, bu kavramı ve sayın pipsqueak’in yazdıklarını anlamaktan acizsiniz.

    Sayın pipsqueak’in ‘antropomorfizm’ çemberinde tutsak kalmış gibi davrandığı yok, siz konuyu ısrarla buraya çekmek için uğraşıyorsunuz. ‘Medeniyet’ isimli olgunun günümüzdeki en yüksek mertebesi ‘(modernity) modernite’ye keskin eleştiriler yöneltmek, o eleştiriyi yazan kişileri otomatikman ‘antropormofist’ yapmaz. Sayın pipsqueak’in sık sık hatırlattığı ‘daima merdivenin üst basamaklarına tırmanmayı istemeye alıştırılmış insan’ı anlamaya gayret ederseniz, yanlış sonuçlar çıkarmaktan kurtulursunuz belki…

    ‘Kapitalizm karşıtlığı’ meselesinde ise, önce kapitalistlerin işlediği cinayetleri, yaptığı katliamları idrak ediniz, bunu idrak etmezseniz ‘kapitalizm karşıtlığı’nı asla anlayamazsınız.

    Şunu unutmayınız:
    Kapitalizm, kendi kendine doğup büyüyen bir ‘şey’, bir ‘organizma’ değil. Pek çok türde gözlemlendiği üzere ‘insan’ isimli türde de gözlemlenen ‘davranışlar’dan biri olan ‘rekabet hırsı’nın bir tür mekanizma, bir tür sistem hâline getirilmiş hâline ‘kapitalizm’ denir, bu sistemi inşa eden ve körükleyen bizzat ‘kapitalist’lerdir. Kapitalistler, kurdukları hegemonya ile, sanki bütün insanların (ve hâttâ, bitkilerin ve hayvanların) da ‘doğuştan’ kapitalist olduğu zırvasını yaymak için her yolu denerler, tuzaklar kurarlar. Sizin gibileri de bu tuzaklara düşürmek için, ellerini ovuştura ovuştura iştahla beklerler.

    Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların ‘düzen’ini, ‘sistem’ini insan hayatına da ikame ederek, kapitalist sistemi bu temelden başlayarak savunmaya çırpınan bazı zibidilerin akıl sağlıklarının yerinde olMAdığını anlamaya gayret ediniz, sonra ‘kapitalizm karşıtlığı’nın ne olduğuna kafa yorarsınız.

    Akıl sağlığı yerinde olMAyan bazı zibidilerin, ‘kapitalizm’i meşru göstermek uğruna kustuğu zırvalardan bir demet:

    Galapagos Takim Adalarini bilir misiniz?

    Benim, nacizane, ilgi alanlarimdan birisidir. Elimden geldigince, firsat buldugumda, cikan yazilari, yapilan belgeselleri filan takip ederim.

    Yakin zamanda cikan bir tane daha oldu. [Torrent sitelerinden ‘Galapagos 2017 S01E01’ diye aratabilirsiniz.]

    Bu belgeselde gecen bir cumleyi aktarmak isterim [50:25]

    [mealen] ‘Birkac senede bir, El Nino ismini verdigimiz buyuk bir meteoroljik vaka, Galapagos’u vurur. El Nino surecinde, denizdeki besleyici organizmalarin-maddelerin-planktonlarin seviyesi duser. Bu da, ‘Deniz Iguanalari’nin yegane yiyecegi olan deniz ‘algae’sini (‘yosun’unu) yok denecek kadar aza indirir. Bu yuzden, mesela, 1983’te ‘Deniz Iguanalari’nin nufusunun yuzde 60’i, 1998’de ise yuzde 90’i yok oldu.’

    Simdi.. merakimi mazur gorunuz lutfen.

    Uzerinde bir tek Allahin kulu insan yasamayan bu Galapagos Takim Adalarinda da ‘pazar ekonomisi’ (‘kapitalist ekonomi’) mi var ki, durduk yerde ‘algae’ (yosun) kitligi yaratip ‘Deniz Iguanalari’nin yuzde 90’ina varan kiyimina yol aciyor?

    ‘198’, dikkatle okuyunuz:

    (Genellikle) bitkiler ve hayvanlar aleminde güçlünün güçsüzü sömürdüğü (çoğu zaman da yendiği, öldürdüğü) düzenin aynısının insanda da ‘olması gereken’ bir düzen olduğu, bu düzeni sorgulamanın hayatın normal (doğal) ahengine & işleyişine beyhude karşı çıkmak olduğu, irrasyonel olduğu söylemini savunup, bütün bu savunmalarını ‘verili durumu degistirmek mumkun olmayacagi icin, sadece hayal kirikliklarimizi tescil etmis oluruz’ zırvasıyla paketleyerek kapitalizme dayanak noktası oluşturduğunu zannedenlerin hokkabazlıklarını ya anlamıyorsunuz, ya da anlamazdan geliyorsunuz. ‘Doğadaki düzen’le, ‘insanların düzeni’ arasında benzerlikler çoktur, ama, asla aynı değildir. Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların kendi içindeki sömürü düzenini, o planktonların ‘verili durumu’nu insan hayatına da ikame edemezsiniz. Afrika’daki aslanların hem soydaşlarını hem diğer hayvanları sömürdüğü düzeni (‘verili durumu’) (ve benzerlerini), insan hayatına da ikame edemezsiniz. Akıl sağlığı yerinde olMAyan bazı zibidilerin, ‘kapitalizm’i meşru göstermek uğruna kurduğu tuzaklara siz de düşmeyiniz ‘198’.

    Netice;

    ‘İnsan’ isimli türün, hem kendi türüyle, hem diğer bütün türlerle bağı ne?

    Şu:

    ‘Rekabeti’ temel alan, ve gerçekte, sıklıkla acımasız bir şekilde bir insanın diğer insanı sömürmesine dayalı bir toplumda:
    Egemen ideoloji;
    ‘Çıkar sağlamak amacıyla özellikle sorun yaratmayı’,
    ‘Başka insanların sorunlarından çıkar sağlamak’ durumunu mazur görür.
    Ve bunu, insan doğasının en temel; değişmez özelliklerine bağlar.

    Yani toplumdaki hurafe:
    İnsanların ‘doğuştan rekabetçi’ olduğu,
    ‘Doğuştan bireyci’ olduğu,
    Ve ‘doğuştan bencil’ olduğu yönündedir.

    Gerçek ise tam zıttıdır:
    ‘İnsan’ olarak belirli ihtiyaçlarımız vardır. Somut olarak insan doğasından bahsetmenin tek yolu; belirli insani ihtiyaçlarımızın olduğunu kabullenmektir. Buraya kadar her şey normal; ‘doğanın bir parçası olduğumuzu’ elbette kabul ediyoruz.

    Arkadaşlığa ve yakın ilişkilere insanca bir ihtiyaç duyarız;
    Olduğumuz gibi sevilmek,
    Bağlanmak,
    Kabul edilmek,
    Fark edilmek,
    Ve onaylanmak için.
    Eğer bu ihtiyaçlar karşılanırsa merhametli, yardımsever ve diğer insanlar için empati sahibi bireylere dönüşürüz.

    Fakat toplumumuzda sıklıkla gördüklerimiz; yukarıda açıkladığımızın tam tersine işaret ediyor:
    ‘İnsan doğasının sınırsız tahribatı!’

    Çünkü; insanların ‘çok az bir kısmının ihtiyaçları’ karşılanıyor. Evet, insan doğası hakkında konuşabilirsiniz. Ama yalnızca içgüdüsel olarak uyandırılmış temel insan ihtiyaçları bakımından, ya da:
    ‘Karşılandığında belli özelliklere’;
    ‘Karşılanmadığında da farklı bir takım özelliklere’ sebep olan belirli insan ihtiyaçları demeliyim.

    Çok farklı şartlarda hayatta kalmamızı sağlayan,
    Olağanüstü bir adaptasyon esnekliğine sahip ‘insan organizması’nın;
    Belli çevresel gereksinimler veya insani ihtiyaçlar için sıkı sıkıya programlanmış olduğu gerçeğini fark ettiğimizde, ‘toplumsal zorunluluk’ belirmeye başlar.

    Bedenlerimizin fiziksel besinlere ihtiyacı olduğu gibi;
    İnsan beyninin de gelişiminin her basamağında ‘pozitif çevresel uyaranlara ihtiyacı’,
    Ve-fakat aynı zamanda ‘negatif uyaranlardan da korunmaya ihtiyacı’ vardır.

    Yani eğer ‘olması gereken şeyler’ gerçekleşmezse,
    Ya da ‘olMAması gereken şeyler’ gerçekleşirse;
    Gayet açıktır ki; ortaya, yalnızca birbirini izleyen zihinsel ve fiziksel hastalıklar değil, aynı zamanda ‘birçok zararlı davranış biçimi’ çıkacaktır.

    Bu durumda, bakış açımızı dışa doğru yönelterek ve günümüzdeki şartları hesaba katarak şu soruları sormalıyız:

    * ‘Modern dünyada kendi ellerimizle yaratmış olduğumuz koşullar, sağlığımıza gerçekten yardımcı oluyor mu ?!’

    * ‘Sosyo-ekonomik sistemimizin temelleri; insanlık, sosyal gelişim ve ilerleme için fayda sağlamakta mı ?!’

    * ‘Yoksa, toplumumuzun şu an içinde bulunduğu eğilim; gerçekte kişisel ve sosyal refahımızı yaratmamız ve korumamız için gereksinim duyduğumuz temel evrimsel ihtiyaçlarımızın tersine mi gidiyor ?!’

    ‘Gabor Maté’
    Uyuşturucu madde ve alkol kullanımının aza indirgenmesi,
    Çocukların gelişim süreci ve ‘stres’ üzerine eğitim veren Kanadalı doktor

  203. 197 Çevre, Malthus, Sonu Gelmez Gelecek Nesiller Ninnisi

    Sayın Dr. Mahfi Eğilmez,
    Dünyayı elinde tutanlarla aranızdaki benzerliği görmekte bir kör nokta var gibi. Mesleğiniz yardımcı olabilirdi ama olmamış. Günümüzde dünyayı elinde tutanlar elinde tutma fiyakası bile yapmayı gereksiz gören silik ruhlu, kişiliksiz, sonsuz sıradan, işin erbabı, uzman teknisyenler. Sizin mesleğinizin ayrıntılarını bilmediğim için vereceğim örnek isabetli olmayabilir. Genellikle devlet bakanı kazanan parti tarafından atanır ve bakanlığını ettiği konuda tamamıyla bilgisiz olabilir ve genellikle bilgisizdir veya önemli ayrıntıları bilmez. Bir kapıkulu uzmanını odasına çağırır ve gerekeli bilgileri edinir. Bu, zamanımızda çok yaygındır. Hatta şirketleri kapitalistler veya eski deyişle burjuvalar değil işi bilen uzmanlar yönetirler. Aynı şey çok benzeri devletler için de geçerlidir.
    Eğer salt devlet bağlamında kalırsak, bilirkişi, uzman, işin erbabı, danışman, makinenin girdi çıktısını bilir, bakımını yapar, kendini doyuran güce sadıktır ve maaşını aldığı sürece kendisine çok benzeyen makine gibi çalışır. Maaşını aldığı sürece efendisi kim olursa olsun, kuzu gibi itaat eder.
    Sadece iki tanımla teknisyen veya uzman tanıtayım:
    1. Sınırları gittikçe daralan bir konuda gittikçe çok bilen. Eninde sonunda hiç bir şey hakkında her şeyi bilecek bir mahluk.
    2. Yaptığı işi mükemmel yapmasını bile ama neden yaptığını ve yaptığının dünyadaki yerini bilmeyen bir hilkat garibesi.
    Daha çok kısacası, kendi sahası dışında mükemmel numune kara cahil.
    Halka tatlı şerbet dağıtıp eğlendiren soytarı, halkla ilişki uzmanı, geleneksel adı politikacı, canlılığını bu kara cahillere borçludur. Bir benzetme daha güzel anlatır. Geleneksel dinlerle benzetme yaparsak, örneğin Hıristiyanlık veya İslam’da, politikacılar allahtan haber getirip götüren, insanların günlük işleriyle uğraşan melekler, şeytanlar, azizler, evliyalara benzerler. Kara cahil uzmanlar da allaha benzerler. Bu site politikacı soytarı, allah olmak isteyen ama bir türlü başaramayanlarla dolup taşar.
    Her neyse, bu işin safsatası. Asıl konuya döneyim.
    Ben kendimi 1960’lar sonlarında sizin, GÜNAYDIN!, daha yeni uyandığınız, doğada her türlü canlı ve cansızı sizin mesleğinizde pahada ağır dediklerinizi, “para” denilen yükte hafife çevirerek banka denilen mezarlıklara gömen devletler ve iş adamlarının en güçlüsünün pençesinde, dişlerinin arasında bulmuştum.
    O zaman, uyanışa uyanan ve dünyayı asıl elinde tutan devletler ve iş adamları, suçu enayilere yükleme ve birbirleriyle köpek kavgasına dalıp asıl konuyu unutmaları için üç çözüm buldular: çevre sevgisi veya ekoloji, kadınların kurtuluşu, multikültürizm. Enayi dümbelekleri hâlâ bu sakızları çiğnemekte.
    Bu arada bazı arkadaşlar konuyu çok daha derinden ve etraflıca araştırarak buldukları sonuçları yayınladılar. Kısaca söylersem, çevre kirliliğine nedenin %98’i endüstrilerden kaynaklanır. Ama hemen artık dünyaya asıl hakim olan orta sınıf enayiler kağıt ve camları tayin edilen merkezlere kuzu gibi taşımaya ve yapmayanları kınamaya, köpek gibi havlamaya başladılar. Hatta tek yiyecek bulma kaynakları avcılık olan bazı fosil çıplak veya yarı çıplak vahşi yerlilerin hayvanlara karşı başkan Zileli gibi sevici olmalarını, yerlilerin de kendileri ve sizler gibi süpermarket avcılığı yapmalarını savundular ve savunmaktalar! Ama arkadaşlar kitaplarında sonsuz daha önemli bir bulgularını yayınladılar: eğer devletler ve iş adamlarının yarattığı teknolojiyle bolluğa erişme rüya aleminden uyanılırsa, bu devletler ve iş adamları ortadan silip süpürülürse, kafa ve vücut hastalıklarının %98’i de ortadan kalkacak.

    Daha da katı, daha da bilimsel, daha da materyalist, daha da laik, daha da meşru olduğuna inanan enayileri bu uykuyu bütün dünyaya yayma heyecanı içinde doğayı yok etmede taklit ettiklerini de aştılar. Bu bolluk rüyası din müminleri, bu çevreye ve ayağa dolaşan ayak takımlarına karşı sonsuz daha gaddar davrananlar, birbirleriyle girdikleri köpek kavagasında düşmanlarına değişik ad verdiler: komünist, sosyalist ve endüstri maşukları anarşist. Örnek eski sovyetler ve yeni Çin fazlasıyla yeter. Zaten bu enayiler kapitalist-burjuva dünya görüşünü tamamıyla benimsemiş taklitçiler. Ama hala bu dinlerin el değmemiş, bakire, kız oğlan kızları peşinde koşan sayısız enayi dümbelekleri de var. Mesela, bu sitedeki ucube Hortlak.
    Diğer dinlerde bunlara köktenci veya fanatik veya püriten denir.

    Bakalım şu an, şimdi ne filimler dönmekte: en iyisi siz itilikseverle başlamak.
    ” … çevreyi daha fazla kirletmeden, gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakmak …”
    Bu iyi kalplilik şimdi düzeni elinde tutan, her gittikleri yerde sizin gibi gelecek kuşakları öpen, sırıtan, ümit şerbetleri dağıtanların çoktan, 1970’lerde, eline geçti. Siz ve daha önce sizin gibi çaresiz dertler düşmüşlere çare arayan veya meslek icabı hep ön saflarda koşturan diğer bir tabip de, Dr. Kafasıkaya, iyilikseverler arasında yer aldı.

    Hayret edilecek bir durumla karşı karşıyayız. Siz ve Kafasıkaya gibi teknisyenler, yani asıl işi asıl yürütenlerin iki teknolojik temel ilkesini bilmemeniz.
    1. Teknolojik probleme teknolojik çözüm getirilir.
    2. Eğer teknolojik olarak mümkünse, yapılır.
    Yani sizler gibi hayırsever, hep gözleri yukarda ve ilerde, gelecek kuşaklarda olan teknisyenler sorunlara çoktan teknolojik aramaktalar ve hatta “çözümler” de buldular. Sizlere fazla bilgi vermek istemediğim için salt en fazla bilinenleri sayacağım.
    Bol gıda için deniz yosunları ve bina yüzleriyle çatı sebze meyve bahçeleri; enerji bolluğu için rüzgar (tekniyenlere bol fasulye yedirilecek) ve güneşi evcilleştirmek, füzyon ve hatta yenile yenile yenmesini öğrenen teknisyen beyinsiz askerlerin dedikleri gibi fizyonu daha iyi becermek, başka gezegenlerde enerji bulup getirmek, oralara taşınmak, salt sizler gibi büyük beyinlileri tutup geri kalanları yavaş yavaş robotlara ruh yapıp insan irrasyonelliğinden (bunu anlamak istersenizz Gödel teoremine bir göz atın) yararlanmak; etrafı tehlikeli kalıntıları yiyen bakterilerle temizlemek.
    Hatta bazı sizler gibi sıradan değil çok yukarılarda ve asıl soruları çok daha iyi bilen sonsuz yüksek zekalı bir teknisyen “şimdilik” bir çare önerdi ve uygulanmakta. Afrika’da halklarını çok seven yerli mal Afrika politikacılara birkaç kuruş verip çevreye son derece toksik kimyasal maddeler yayan endüstrileri Afrika’ya taşımak. Tabii, yönetimi sizler gibi mavi gözlü sarışın ama daha mavi gözlü sarışın teknisyenler yapar. Son 10-15 yıldır Akrika’da menşei bilinmeyen bir hastalık yaygınlaştı ve çoğu GELECEK KUŞAK bebekler deforme doğdular. Nihayet sarışınlar sarışını bir Avrupa ülkesi 3 şirketin Avrupa’da müsaade edilende 4-5 bin fazlasını etraf yaydığı kimyasal maddenin neden olduğu ortaya çıktı. Şirketler hemen uluslar arası avukat teknisyenleri iş başı ettiler ve teknisyenler de asıl suçun bu zaralı maddeleri kısıtlama yasalardan yoksun geri kalmış, avanak Afrikalılarda olduğunu ispat ettiler. Bu habaer özellikle bu sitede en azılı ırkçı ve faşit Hortlak ile Necip’i memnun eder. Sarışın mavi gözlü Çinliler Afrika’da daha büyük işler beceriyorlar ama o ayrı bir konu. Laf lafı açmışken, sarışın mavi gözlü olmak da yetmeyebilir. Örneğin bazı Avrupa ülkeleri, yerel politikacılara verilen cuzi bir hediye karşılığı, son 5-10 yıldır nükleer kalıntılarını Avrupalı ama daha az Avrupalı ülkelerin kıyılara yakın denize dağıttı. Kanser, diğer hastalıklar, deforme doğan GELECEK KUŞAKLAR sayısı üssel arttı..

    Tabii, daha da kötü haberler var. Örneğin gıda sorununa teknolojik çözüm ararken çok daha vahim problemlerle karşı karşıya gelinir.
    İnsanlar yaklaşık 10 bin yıl önce yerleşik yaşamaya geçtiğinde ikinci beyin olan mide ve sindirim sistemindeki yararlı bakterilerin hemen hemen hepsi yok olmuş. Dünyada ve bu sitede kafayı yemişlerin müthiş fazlalığının nedeni bu. Şimdi doktorlar bu kafayı yiyenlere gerekli bakterilerin bol olduğu b*k yediriyorlar.
    Şaka etmiyorum, bakın, “yeni gezegen bulundu: vücut” ve özellikle avcı-devşiricilerin dışkılarını toplayıp hastalarına yediren gastroenterolog T. Borody.

    Görüyor veya işitiyor musunuz sayın doktor Mahfi Eğilmez, “problem varsa, çözüm var!” milli marşını anıran teknisyenler çoktan iş başı etmişler. Türkiye hep geriden takip ediyor, hepsi o kadar.

    Sayın Mahfi Eğilmez, bir arkadaşım modern dinleri şöyle tanımlar: din, anında ulaşılmayan yerine laf dağıtır. Yahudilik, Budizm, Hıristiyanlık, İslam, Kapitalizm, Marksizm, Sosyalizm, Komünizm, bu site Anarşizm gibi.
    Yani siz sadece tabip-doktor, müsteşar, iktisatçı, öğretim görevlisi, çevre temizlemeye uyanmış meraklısı, teknisyen değilsiniz, aynı zamanda bir imamsınız!
    Her zaman olduğu gibi, şu an yaşayanların canı cehenneme! Hep ileriyi düşünmek lazım. Çünkü herkes biliyorki allahların hepsi birleşse bile şu an içinde bulunuğumuz bataklıktan bizi kurtaramaz. En iyisi basmakalıp bir formül bulup enayiler marşına katılmak:
    GELECEKTEKİ NESİLLERİ, ÇOCUKLARI DÜŞÜNMELİYİZ! ONLAR İŞİ HALLEDERLER.
    19 Mayıs gençlik bayramı, quoi!
    Yok eğer gerçekten samimiyseniz gözünüzü açayım: ÇOCUKLAR için dünya bir oyuncak, sizler için mesleğinizin allahı sayılan META. Sorun bu, geri kalan koca kellerin dağıttıkları emzikleri emmek, uslu terbiyeli olmak.

  204. 198 Anonim, Bir Türk Dahi Daha

    Türk dahi hekim Dr. Mahfi Eğilmez Malthus’un hatasını buldu ama asıl hatayı işine gelmediği için saklamış. Malthus’un asıl hatası, başta ırkçı faşist Hortlak, Uzay Zekası muavini diğer bir ırkçı faşist IQ-Necip, hayvan sevicisi bolluk anarşisti Gün Zileli, kabadayı moruk Çoban, kuantumda özgürlük bulan Abraham, Özgür Üniversite öğrencileri, çevre sorunlarına yeni uyanan Kafasıkaya, bu siteye ciddi ciddi dünyayı ıslah etme formülleri göndermeyle seks ihtiyaçalarından boşalan sorumlu, terbiyeli, iyi eğitimli, bol diplomalı, bol maaşlı orta sınıf dahilerle dolup taşan Türkiye’yi bilmemesi. Malthus kapı komşusu Jonathan Swift’in sarışınlar sarışını, Zileli’ye diplomasını veren, Çin ile dünya ırkçılık şampiyonluğunu elinde tutan, İngilizlere bir taşla iki kuş önerisini bile bilmemesi: bitip tükenmeyen Türk dahilerini fakirlere yedirmek.
    Bu 198 anonim biraz IQ-Necip gibi pis kokuyor ama neyse. Bu dahiye göre ağaca ağaç demek bile antropomorfizm! Daha henüz laf bu mubarek dahinin ağzında çıkmadan agaç aynı ağaç olmaktan çıkar. Bu ardına nışadır sürülmüş ultra modern dinamik andaval, ilhamını enayilere satılan ölümüne bir an önce kavuşma “jogging”den almış olmalı.
    Ama bir ihtimal daha var: bu 198 anonim dahi, durmadan değişme ilhamını, süpermarketlerde koşturmasından, geviş getirdiği televizyon önünde kanalların ve ağzına sokulan emziklerin durmadan değişmesinden, her gün kölelik ettiği iş yerinde kurduğu hayallerin durmadan değişmesinden de almış olabilir.

  205. Ne Mutlu Türküm Diyene!
    ABD Başkanı Trump kıç*na tekme attığı akıl hocası Bannon’dan boş kalan makama bir TÜRK think tank Necip beyi atadı.
    Gerçeği olduğu görme ve olduğu gibi yansıtma filozofu Türk think tank Necip beyin verdiği “olanı olduğu gibi görme” ilk aklı:
    Trump outburst:
    “Why are we having all these people from shithole countries come here?”
    [Neden buraya hep Türk bok çukuru ülkesinden çıkanlar geliyor?”]

    Ne Yazık Alamancıyım Diyene!

    Aynı zamanda Marksizm’in, kapitalizmin sağ elle sol kulağı gösterme kopyası olduğunu eski Bolşevikler ve yeni Çin gibi gören eski komünist Merkel’e akıl hocası olmak isteyen Almancalı Hortlak kıskançlıktan çatlıyor.

    Merkel’in Alamancalı Hortlak’ı neden seçmediğini öğrenmek için bu erkek-karıyla temasa geçtik.

    Seks özgürlüğü olan Almanya’da Hortlak’ın bakirelik saplantısı, onun çok geri kalmış bok çukuru Türk-İslam kültürüyle yetişmiş olduğunu simgelermiş.
    Her şeyin robotlarla yapılma yolunda dev adımlarla ilerleyen, eski allahın verdiği kusurlu doğadan yeni materyalist kusursuz allahla salt atomlar ve moleküllerle yaratılacak mükemmel dünya projesinin başını çekenlerin başında gelen Almanya’mızda, doğada hayvanlar gibi yaşayan vahşi çıplakları andıran, yavşak yavşak doğa sevgisinden söz eden Hortlak’ın geri kalmış Türk bok çukuru bir ğlkeden geldiğine işaret edermiş.

  206. Adamın biri internet üzerinden birini bulup kendini ona yedirtir.

    Yiyen adama hapisten çıktıktan sonra sorarlar, nasıl, tadını vs.
    Domuz etine benzediğini söyler.
    Deri naklinde de zaten domuzun derisini kullanır dr.lar hastaya.kalbide uygun insana..
    Çok zeki ve entelektüel bir başka bayan da sevgilisini yemesini mahkemede şöyle savunur; patatesin bile genetik ozeleginin yüzde 60i insan genetigiyle aynı,bu oran hayvanlarda yüzde 90larin üzerine çıktığını, bilimsel olarak yenilir birşey der.
    Sevgilisinin bireysel özgürlük ve demokratik hakkıyla hukuksal bir sorun olamayacağı gibi onun arzusunu yerine getirmekle ahlâka ters bir hareket olmadığını belirtir.. hakimler ne diyeceklerini bilemezler..
    İnsanlar birbirlerini wahsice yeseler nüfus yarilanir.hesap ettim,15.yarilamada dünya çapında nüfus 100binin altına düşer.
    İşte ozaman balıklar Sudan sıçrar insanların ağzına doğru,hayvanlar sıraya girer beni ye diye, kuşlar insanların ağzına dalar, bitkiler yönünü güneşe değil insanlara çevirir..
    İnsanlığın altın devri başlar..
    Bir başka çözüm ise; erkekler dişileri ya kandırarak yada wahsice yemesi.. yiyim giz seni yani.böylece köküne kıran girmesi insanların.
    Bizim wahsi de kendini yemiş,beyninin yarısını yemiş.
    Tadı nasıldı ? nasıl yemiş biranlatsada döner e katalim..

  207. 197 Dr. Eğilmez ve 201 Necip Bey

    Sayın yüksek zekalı teknisyenler. Etrafı pisliklerde nasıl arınırız kuşkunuz ve bunu iyi eğitimden geçmiş sosyal ve doğal dünyada sorumluluk yüklenen vatandaşlar gibi incelemenize doğrusu hayran olduk. Zaten biliyorsunuz, dünyada en büyük sorun, eğitim eksikliği, cahillik, ve hatta aynı düşündüğünüz gibi doğal ve sosyal pisliklerin artması sizin gibi yüksek zekalıların azalması – tabii, yüzde olarak veya orantıya vurarak.

    ” … doğum kontrolünü yapan ailelerin durumunun, doğum kontrolü yapmayan ailelere göre çok daha iyi olmasıydı” gözlemini yapan sayın Dr. Mahfi Eğilmez, bu durumu şöyle nitelemiş: “İşin daha ilginç kısmı”

    Necip bey de konuya matematiksel optimizasyon açısından yaklaşarak teknisyene yakışır tekniksel zenginlik getirmiş.
    Necip bey, optimizasyon hangi yöntemle yapıldı? Örneğin fakirler analizde kullanılan türev metodunu veya veya bilgisayarla simülasyon yapmasını veya “finite differential equations” kullanmasını veya … biliyorlar mı?

    Neyse, biz de karınca kaderince bir katkıda bulunmak istedik.

    Evrimci bilim adamlarına göre evrimin bir temel mekanizması
    doğal seçilim diğeri cinsel seçilim. Kadınlar Mahfi Eğilmez ve Necip Bey gibi iyi para kazanan süper erkekleri seçerlermiş ve böylece süperler artarmış.
    Peki, neden tam tersi olmakta? Çok basit Dr. Watson! Zenginler para üstüne para yaparlar, fakirler çocuk üstüne çocuk yaparlar!

  208. Pipsqueak'den 202e cevap

    Sayın arkadaş,
    Ben Pipsqueak ve sanırım size dürüst bir açıklama borçluyum. Çok fazla oynadığım için uydurduklarımla ciddi düşüncelerimi kendim de artık ayırt edemez oldum ve açıklamak istediğim asıl şey de bu. Bu sitede sınırları bilip sınır polisliği yapan ırkçı faşistlerle alay etmem.
    Çok basit bir örnek: Venezuela gibi fakir ülkede kadınlar kıçlarını ve memelerini doldurtup mutlu oluyorlar. Kendilerinin bolluk ve mutluluk ticaretini görmemezlikten gelen g*tü sıkı solcu entelektüeller buna gülerler.
    Ben sonsuz normal buluyorum. Sanki bu püriten burnu havada gezen kabızlar, dünyada en fazla satılan metanın, hem gerçek hem de metaforik anlamda, seks ve pornografi olduğundan habersizler. Sanki satışını yaptıkları mutluluk fiziksel değil ruhani, yani yüksek zekalılık, yani dahilik, yani yaratıcılık, yani kendin uydur kendin inan masallar. Sanki bu ikiyüzlü yüksek zekalılar Eskimoları duymamışlar, sanki hayran oldukları mavi gözlü sarışınların en mavi gözlü sarışını, şimdi en fazla seks ticareti yapanların başlarını çekenlerden biri İngiltere El Niño’su Cook felaketi Havai’ye varmadan önce merdivenin basamaklarının maddesel koşullar değil seks koşullarıyla belirlendiğini duymamışlar.
    Kızılderililer bu bizim yüksek zekalıları pompalayan dünyayı ele geçirmiş beyazlarla tanışır tanışmaz, “çatal dilli”, “aynı anda hemen yalan hem doğru söyleyenler” adını taktılar. Bizim baston yutmuş yüksek zekalıların, hem gece gündüz düşündükleri seks, hem gece gündüz sattıkları seks, hem de gece gündüz düşündükleri ruhanilik, yani yüksek zeka.

    İnternet ve sosyal medya müthiş hasarlar yaptı. Her hangi bir sosyal medya avcı-devşiricisi enayi, “bilsek, yüz binlerce yıl kurgu, mit, din ve teorilere gerek kalmazdı”, veya “dünyamız rüya nakışlarıyla yapılı” gibi basit hakikatleri postmodern ve New Age uçukluğu sanıp mübarek kara cahil bilgiçliklerini sergilerler.
    Dünyanın en cahilinin nakaratı ‘O da kimmiş?’ öten IQ-Necip, gözlerimizi içinde bulunduğumuz bataklıktan yeni allah Uzay Zeka’ya çeken şarlatan Caleb önünde vecde gelir.

    Hortlak, yıllarca komünist ülkelerde ilkokul çocuklarının öğrendiği kapitalist mutluluk peşinde koşma enayiliğini dünyaya yaymak isteyen Marks hafızlığını, Bolşevik ve Çin duymamış gibi 188 ve 195 yazılarıyla utanmadan tekrarlar.

    Zileli, yıllarca bu mutluluk ninnisine uyur, şimdi de aynı şeyi yeni ve bakire anarşizm adı altında politika piyasasına sürer. Anarşistlerin ilkel yaşama daha ciddi bakmalarının antropolojik çalışmalarından kaynaklandığından habersiz Zileli, ilkelciliği doğal ve çevre şapşallığı anlar ve kendisi gibi sosyal medya cahillerine “yeşillik anarşizm” diye tanımlar. 10 bin yıldır sopayla yola getirilen insanlıkla ilgili bir atasözünü bile politically correct hayvan sevgisi diline çevirir.

    Tam kara cahiller, cici bici adların etkisi altında vecde gelen enayi dümbelekleri, ilhamlarını cansızlar bilimi fizik; sanki doğa kalmış gibi, sanki doğayla aramıza giren tek ve tek gerçek varlık kapital değilmiş gibi, sanki tamamıyla soyutlanmış bir doğa parçasını laboratuara sokup ‘tüm doğa’ çıkaran yeni büyücü süt inekleri bilim adamları yokmuş gibi artık “tamamıyla bilinen” doğadan alan uykuda gezenler de var. Daha henüz tek bu enayilerden birinin mide ve bağırsağındaki milyarlarca bakterinin %99’nun ne işe yaradığı bile bilinmiyor. Tabii, yukarıda sıraladığım bilgiç-sağ/sol anarşist- mutluluk Marksistlerinin arkalarından çıkaramadıklarının ağızlarından çıkarmalarına yardım etmekten başka.

    Sizler açıklamak istediğim şu:
    Bu sitedeki salaklar gibi tek aracımız olan dille ifadeleri cahilliklerinden dolayı kelimesi kelimesine anlayanlardan kurtulmak imkansız.
    “O da kimmiş?”, ütopya peşinde koşmayla övünen enayilerin bana “neden hiçbir yer anlamına gelen yere gitmiyorsun”, diyenler, Necip ve Hortlak gibi kendine benzeyen ırkçı faşistlere sesi çıkmayan site müdürü Zileli hemen hayvan sevgisiyle benimle sidik yarışına katılır. Bu ucubeleri ciddiye almak imkansız.

    Benim için sorun doğru/yanlış değil, savunulan ideoloji, inanılan din ve bu dinle ideolojileri burnu havada gezerek savunan ırkçı faşist ruhlular. Veya sizin deyişinizle ‘daima merdivenin üst basamaklarına tırmanmayı istemeye alıştırılmış insan’ harabeleri. Bu hödükleri ciddiye almak imkansız.

    Genelleştirme, soyutlama, evrenselleştirme yapmaksızın konuşmak da imkansız; konuştuğumuz dildeki kelimeler genel ve soyut. Buna rağmen bağlama yerleştirmek özentim de var.
    Ben bilimde antropomorfizm veya metaforun kullanılmasına karşı bile değilim. Ne var ki, bilime tapanlara bilimin, tanımıyla, antropomorfizme yer vermediğine işaret etmek istedim. “Çıkar”ı doğada görmek cahilliğin yapan IQ-Necip’i cahilliğine uyardım. Bu siteyi dolduran zamanımız hilkat garibelerinin, New Age ve postmodern kusursuz müminlerinin sık sık yaptıkları hem bilimin ne olduğunu bilmemek hem de beyinsiz kahraman askerliğini yapmalarına dikkat çekmek istedim.
    (Hatta, bence, yüksek entelektüel aleminde “heresy” olarak algılanacak bir hissimi açıkça söylersem, medeniyet ve kapitalizmin insan ruhuna zararı modern bilimin insan ruhuna zararı yanında çocuk oyuncağı, ama o ayrı bir konu)
    Benim kesin bir bağlam içinde söylediğim bir lafa karşı bir sidik yarışı askeri, anlamadan, hemen cevap yetiştirdi.

    Blake’in “Human Abstract” şiiri aşağıdaki dörtlükle sona erer. (Aman lügat teknisyen-mühendisi IQ-Necip duymasın, bu sidik yarışması mütahassısı, hemen “o da kimmiş?”, hemen “dörtlük” değil “Avustralya kıtası” der.)

    The Gods of the earth and sea
    Sought thro‘ Nature to find this Tree ;
    But their search was all in vain :
    There grows one in the Human Brain.
    W. Blake
    Bilmem gerek var mı? Ağaç, büyük baş harflerle yazılan soyut kavramlardan adı en son geçen Dolandırıcılık.

  209. Medeniyet diye bir şey yoktur. Bütün insanlar medenidir.

    Daha doğrusu havlamak ve tıslamak yerine konuşan, avını gagaları ve pençeleri yerine mızrak ve okla yakalayan, doğal ateşlerden değil kendi yaktığı ateşlerden yararlanan bütün canlılar medenidir.

  210. Sayın 202 arkadaş.
    Ben Pipsqueak. Sanırım size dürüst bir açıklama borçluyum. Çok fazla oynadığım için uydurduklarımla ciddi düşüncelerimi kendim de artık ayırt edemez oldum ve açıklamak istediğim asıl şey de bu. Sınırları bilip sınır polisliği yapan ırkçı faşistlerle alay etmem.
    Çok basit bir örnek: Venezuela gibi fakir ülkede kadınlar kıçlarını ve memelerini doldurtup mutlu oluyorlar. Kendilerinin bolluk ve mutluluk ticaretini görmemezlikten gelen g*tü sıkı solcu entelektüeller buna gülerler.
    Bense Venezuela’da olanı sonsuz normal buluyorum. Sanki püriten burnu havada kabızlar, dünyada en fazla satılan metanın, hem gerçek hem de metaforik anlamda, seks ve pornografi olduğundan habersizler. Sanki satışını yaptıkları mutluluk fiziksel değil ruhani, yani yüksek zekalılık, yani dahilik, yani yaratıcılık, yani kendin uydur kendin inan masallar. Sanki bu ikiyüzlü yüksek zekalılar Eskimoları duymamışlar, sanki hayran oldukları mavi gözlü sarışınların en mavi gözlü sarışını, şimdi en fazla seks ticareti yapanların başlarını çekenlerden biri İngiltere El Niño’su Cook felaketi Havai’ye varmadan önce merdivenin basamaklarının maddesel koşullar değil seks koşullarıyla belirlendiğini duymamışlar.
    Kızılderililer bu bizim yüksek zekalıları pompalayan dünyayı ele geçirmiş beyazlarla tanışır tanışmaz, “çatal dilli”, “aynı anda hemen yalan hem doğru söyleyenler” adını taktılar. Bizim baston yutmuş yüksek zekalıların, hem gece gündüz düşündükleri seks, hem gece gündüz sattıkları seks, hem de gece gündüz düşündükleri ruhanilik, yani yüksek zeka.

    İnternet ve sosyal medya müthiş hasarlar yaptı. Her hangi bir sosyal medya avcı-devşiricisi enayi, “bilsek, yüz binlerce yıl kurgu, mit, din ve teorilere gerek kalmazdı”, veya “dünyamız rüya nakışlarıyla yapılı” gibi basit hakikatleri postmodern ve New Age uçukluğu sanıp mübarek kara cahil bilgiçliklerini sergilerler.
    Dünyanın en cahilinin nakaratı ‘O da kimmiş?’ öten IQ-Necip, gözleri içinde bulunduğumuz bataklıktan, yeni allah Uzay Zeka’ya çeken şarlatan Caleb önünde vecde gelir.

    Hortlak, yıllarca komünist ülkelerde ilkokul çocuklarının öğrendiği kapitalist mutluluk peşinde koşma enayiliğini dünyaya yaymak isteyen Marks hafızlığını, Bolşevik ve Çin duymamış gibi 188 ve 195 yazılarıyla utanmadan tekrarlar.

    Zileli, yıllarca bu mutluluk ninnisine uyur, şimdi de aynı şeyi yeni ve bakire anarşizm adı altında politika piyasasına sürer. Anarşistlerin ilkel yaşama daha ciddi bakmalarının antropolojik çalışmalarında habersiz Zileli, ilkelciliği doğal ve çevre şapşallığı anlar ve kendisi gibi sosyal medya cahillerine “yeşillik anarşizm” diye tanımlar. 10 bin yıldır sopayla yola getirilen insanlıkla ilgili bir atasözünü bile politically correct hayvan sevgisi diline çevirir.

    Tam kara cahiller, cici bici adların etkisi altında vecde gelen enayi dümbelekleri, ilhamlarını cansızlar bilimi fizik; sanki doğa kalmış gibi, sanki doğayla aramıza giren tek ve tek gerçek varlık kapital yokmuş gibi, sanki tamamıyla soyutlanmış bir doğa parçasını laboratuara sokup ‘tüm doğa’ çıkaran yeni büyücü süt inekleri bilim adamları yokmuş gibi artık “tamamıyla bilinen” doğadan alan uykuda gezenler de var. Daha henüz tek bu enayilerden birinin mide ve bağırsağındaki milyarlarca bakterinin %99’nun ne işe yaradığı bile bilinmiyor. Tabii, yukarıda sıraladığım bilgiç-sağ/sol anarşist- mutluluk Marksistlerinin arkalarından çıkaramadıklarının ağızlarından çıkarmalarına yardım etmekten başka.

    Sizler açıklamak istediğim şu:
    Bu sitedeki salaklar gibi tek aracımız olan dille ifadeleri cahilliklerinden dolayı kelimesi kelimesine anlayanlardan kurtulmak imkansız.
    “O da kimmiş?”, ütopya peşinde koşmayla övünen enayilerin bana “neden hiçbir yer anlamına gelen yere gitmiyorsun”, kendine benzedikleri için Necip ve Hortlak gibi ırkçı faşistlere sesi çıkmayan site müdürü Zileli hemen hayvan sevgisiyle benimle sidik yarışına katılanları ciddiye almak imkansız.

    Benim için sorun doğru/yanlış değil, savunulan ideoloji, inanılan din ve bu dinle ideolojileri burnu havada gezerek savunan ırkçı faşist ruhlular. Veya sizin deyişinizle ‘daima merdivenin üst basamaklarına tırmanmayı istemeye alıştırılmış insan’ harabeleri. Bu ucubeleri ciddiye almak imkansız.

    Genelleştirme, soyutlama, evrenselleştirme yapmaksızın konuşmak da imkansız; konuştuğumuz dildeki kelimeler genel ve soyut. Buna rağmen bağlama yerleştirmek dürüstlüğü ve özentim de var.
    Ben bilimde antropomorfizm veya metaforun kullanılmasına karşı bile değilim. Ne var ki, bilime tapanlara bilimin, tanımıyla, antropomorfizme yer vermediğine işaret etmek istedim. Yani, bu siteyi dolduran zamanımız hilkat garibelerinin, New Age ve postmodern kusursuz müminlerinin sık sık yaptıkları hem bilimin ne olduğunu bilmemek hem de beyinsiz kahraman askerliğini yapmalarına dikkat çekmek istedim.
    (Hatta, bence, yüksek entelektüel aleminde “heresy” olarak algılanacak bir hissimi açıkça söylersem, medeniyet ve kapitalizmin insana zararı modern bilimin insan ruhuna zararı yanında çocuk oyuncağı, ama o ayrı bir konu)
    Benim kesin bir bağlam içinde söylediğim bir lafa karşı bir sidik yarışı askeri, anlamadan, hemen cevap yetiştirdi.
    Blake’in “Human Abstract” şiiri aşağıdaki dörtlükle sona erer. (Aman lügat teknisyen-mühendisi IQ-Necip duymasın, bu sidik yarışması mütahassısı, hemen “o da kimmiş?”, hemen “dörtlük” değil “Avustralya kıtası” der.)

    The Gods of the earth and sea
    Sought thro‘ Nature to find this Tree ;
    But their search was all in vain :
    There grows one in the Human Brain.
    W. Blake
    Bilmem gerek var mı? Ağaç, büyük baş harflerle yazılan soyut kavramlardan adı en son geçen Dolandırıcılık.

  211. İdealizm ya da Antropomorfizm

    Bugünkü kapitalizm (veya medeniyet) ile geçmiş dönemlerdeki ya da falan ülkedeki ile filan ülkedeki kapitalizmin (veya medeniyetin) aynı kapitalizm (medeniyet) olduğunu, dolayısıyla hiç değişmediğini savunarak onu idealize etmek antropomorfizm değil de nedir?

    Mesela, bırakalım eğitimli nüfus oranını, okuma-yazma bilenlerin oranının bile yüzde 10’larda, hatta daha aşağıda olduğu (ya da kentli nüfusun kırsal nüfusa oranının böyle olduğu) bir “kapitalizm” (veya “medeniyet”) ile, okuma-yazma oranının yüzde 100’lere ve üniversiteli nüfusun buna yakın bir orana vardığı bir “kapitalizme” (“medeniyete”), yani eğitim bürokrasisinin ve de kentli nüfusun çok zayıf ve çok güçlü olduğu iki ayrı topluma aynı şey demek tastamam idealizm (dolayısıyla antropomorfizm) değil midir?

  212. İdealizm ya da Antropomorfizm

    “Din konusunda bütün kavramlar karışmış bulunduğu için biraz geriden başlayalım.

    Nasıl “canlı” diye bir şey yoksa somut canlılar, hayvanlar, bitkiler vs. varsa; “Toplum” diye somut bir şey de yoktur. Toplum bir soyutlamadır. Somut toplumlar vardır. Klanlar, Aşiretler, Kentler, İmparatorluklar, Uluslar vs.”

    Demokrasi ve İslam (“Demokratik İslam Konferansı” vesilesiyle) / Demir Küçükaydın
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/05/demokrasi-ve-islam-demokratik-islam.html

    Aynı soyutlamayı “kapitalizm” için yapalım;

    Kapitalizm konusunda bütün kavramlar karışmış bulunduğu için biraz geriden başlayalım.

    Nasıl “toplum” diye bir şey yoksa somut toplumlar, ülkeler, kentler, cemaatler, aşiretler vs. varsa; “Kapitalizm” diye somut bir şey de yoktur. Kapitalizm modern toplumda bir soyutlamadır. Somut modern toplumlar vardır. Ülkeler, devletler, paktlar vs.

  213. Sayın Hortlak,
    Yazdıklarınızı dikkatle okuduk ve yararlandık. Bu site ve bu site vasıtasıyla girdiğimiz diğer siteler de çok yararlı oldular: Ersen Olgaç, Demir Küçükaydın, İbrahim Özkurt, Fikret Başkaya, Gün Zileli, Özgür Üniversite …
    Bu nedenden sizin “Burada devamlı abuk sabuk tartışmalar yapıyoruz” sözünüzle ne demek istediğinizi anlamadık.

    Aramızda tartıştığımız temalar, anlamaya çalıştığımız kavramlar sayısız.

    Bilim alt yapıda mı, üst yapıda mı?

    Doğadan çok müze denilecek tatil köyü ve turist ‘doğası” dışında, insan artık doğa değil, kapital içindeler gibi. Siz ne düşünüyorsunuz?

    Kapital elden kaçtı mı? Sanki artık önemli olan kapitalistler değil kapitalin kendisi olmuş. Mesela eski Sovyetler Birliği’nde ve günümüz Çin’inde hakim olan kapitalin kendisi değil mi?

    Eğer patates üreten bir toplum kapitalist, robot üreten bir toplum sosyalist veya komünist olabilirse, önemli olan üretici güçler mi, üretim ilişkileri mi?

    Eğer kapitalizm de bütün yaşamın ve yaşam kaynağının doğa ve madde olduğunu temel alıyorsa, Marksizm salt insanla doğanın karşılıklı etkileştiğini, sürecin diyalektik olduğunu mu eklemiş oluyor?

    İnsan eli değmeyen bir üretim safhasında, insan duygularını tatmin edici geleneksel üretim etkinlikleri yerini ne alacak?

    Tabii, bütün bu sorulara cevap beklemiyoruz ama bunlar bizi meşgul eden sorulardan birkaç örnek.

  214. “Ben Pipsqueak ve sanırım size dürüst bir açıklama borçluyum. Çok fazla oynadığım için uydurduklarımla ciddi düşüncelerimi kendim de artık ayırt edemez oldum ve açıklamak istediğim asıl şey de bu.”

    Bunun bir adi var: ‘Binbir surat sendromu’.

    ‘Multiple personality disorder’ da diyor kefere; ama, Turkcesi bence daha isabetli.

  215. “‘Multiple personality disorder’ da diyor kefere; ama, Turkcesi bence daha isabetli.”

    Orası öyle de keferecede örneği çok. (Dr. Jekyll / Mr. Hyde, Smeagol / Gollum, Ben Solo / Kylo Ren vs.)
    Türkçede – veya müslümancada – ise pek yok gibi.
    Yani daha ziyade keferelerde görünmüyor mu bu illet?

    Yüzüklerin Efendisi’nin Yönetmeni Peter Jackson: Resimdeki Gollum değil Smeagol

    Yüzüklerin Efendisi film serisinin yönetmeni Peter Jackson, Aydın’da görevli aile hekimi Dr. Bilgin Çiftçi’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile serinin unutulmaz karakterlerinden Gollum’u karşılaştırdığı bir Facebook paylaşımı için Cumhurbaşkanı’na hakaret etmek suçu ile yargılanmasının ardından bir açıklama yaptı.

    Jackson, film serisinin senaryo yazarları Fran Walsh ve Philippa Boyens ile yaptığı ortak açıklamada, Erdoğan’ın resmiyle karşılaştırılan karakterin Gollum değil, Smeagol olduğu, dolayısıyla karşılaştırmanın ‘hakaret’ sayılamayacağını belirtti.

    Hollywood’dan haberleri gündeme getiren The Wrap’de yayımlanan açıklamada Jackson, filmde Andy Serkis tarafından canlandırılan Gollum / Smeagol karakterine ilişkin çok önemli bir noktanın atlandığını söyledi. Buna göre, uluslararası medyaya da yansıyan söz konusu resimlerdeki karakterlerden hiçbiri Gollum değil.

    Jackson, “Eğer davaya konu olan resimler bunlarsa, kesin olarak söyleyebiliriz ki hiçbiri Gollum’u yansıtmıyor. Görüntülerdeki karakterin adı Smeagol” dedi.

    PEKİ SMEAGOL KİM VE GOLLUM’DAN NE FARKI VAR?

    Gollum, Orta Dünya Evreni’ndeki kurgusal karakter, aslında Smeagol adında eski bir Hobbit. Tek yüzüğü ele geçirdiğinde ömrünü uzattı, ancak yüzüğün gücü onu tanınmaz hale getirerek çirkin, şeytani, mideden konuşan ve ürkütücü sesler çıkaran bir karakter olarak bilinen Gollum’a dönüştürdü.

    Açıklamaya göre, Smeagol tatlı ve neşeli bir karakter ve güçlerini iyilik için kullanıyor. Dolayısıyla, serinin kötücül karakteri Gollum’la karıştırılmaması gerekiyor.

    Filme ilham veren epik roman serisinin yazarı J. R. R. Tolkien de iki karakter arasındaki bu ayrımın altını çizmişti.

    Dr. Bilgin Çiftçi, kişisel Facebook hesabından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Gollum karakterinin fotoğraflarını yan yana paylaşmış, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı soruşturma başlatmıştı. Doktor Çiftçi, devlet büyüklerine hakaret’ suçundan devlet memurluğundan çıkarılmıştı.

    Dördüncü duruşmada, Mahkeme Başkanı Hakim Murat Saz, dosyanın, Gollum’un kötü bir karakter olup olmadığıyla görüş belirtilmek üzere iki davranış bilimcisi veya psikolog ile bir sinema televizyon eserleri uzmanı tarafından incelenmek üzere bilirkişiye gönderilmesine karar vermişti.

    Çiftçi, Tolkien’in son derece karmaşık bu karakterinin “kötü” olduğu ortaya çıkarsa, dört yıla kadar hapse mahkum olabilir.

    http://www.hurriyet.com.tr/yuzuklerin-efendisinin-yonetmeni-peter-jackson-resimdeki-gollum-degil-smeagol-40022230

  216. Bunun bir adı var: “Necip enayiliğine yanacağına can yanıyor”. Suçu kendinde bulacağına kendini enayi yerine koyanda aramış.
    Ne denildiğini bile anlamadan, İngilizce bildiğinin gösterisi hevesine kapılıp sık sık düştüğü enayi tuzağına tıpış tıpış girmiş.

  217. Selçuk Erdem’in bir karikatüründen

    (İki adam bir psikiyatriste gitmiş.)

    “Ne çift kişiliği be? Siz birbirinden ayrı iki salaksınız!”

  218. Tahsilli Cehaletin Cinneti

    ‘Eğitim (Bildung)’

    ‘Eğitimsizlik (Unbildung)’

    ‘Yarı-eğitimlilik (Halbbildung)’

    Orhan Pamuk’un Nobel alması (veya, ‘Orhan Pamuk’a Nobel verilmesi’) üzerine, hayli büyük bir milliyetçi ve ulusalcı tepki ortaya çıktı.

    Nobel’in Orhan Pamuk’a, bir İsviçre dergisinin kendisiyle yaptığı mülakatta sarfettiği ‘bu ülkede 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü’ sözleri üzerine verildiğinden emin olan; ödülün ilanının, Fransız parlamentosunda Ermeni soykırımını inkâr etmeyi suç sayan kanun tasarısının kabul edilmesiyle aynı güne denk gelmesinde bu ‘fesadın’ teyidini gören; Nobel’i önünde sonunda Türkiye’yi bölmeye veya hiç değilse destabilize etmeye yönelik tertiplerin bir manivelasına indirgeyen bir bakış açısından yapılan yorumlar, hızla yayıldı.

    Orhan Pamuk’un Nobeli, sadece son vesileydi aslında.

    Birkaç yıldır, her ‘millî’ addedilen meseleye yönelik, daha doğrusu her toplumsal sorunu bir millî mesele olarak kodlamaya yönelik, benzer tepkileri görüyoruz.

    Okur-Yazarların Fanatizmi

    Konu her ne olursa olsun, burada aynı ‘zihniyet kalıbı’nın, aynı ‘söylem’in işlediğini görüyoruz. Bulunabilecek en ileri mantık bağıntısı, ‘komplo teoremleri’dir.

    Hedef alınan şahsiyet veya şahsiyetlerin ‘objektif’ hıyanetini, (mümkünse Kürtlük, Ermenilik, Sabetaycılık türü bir soy-sop ‘bozukluğu’ veya bir ‘dış mihrak’la [Amerika-Avrupa] bağı üzerinden), ifşâ etmekten öte bir ‘argümantasyona’ ihtiyaç duyulmuyor. Herhangi bir konunun kendi bağlamı, kendi nesnelliği içinde mütalaa edilmesinin yolu baştan kapanıyor. Ufûnet yüklü bir söylem bu aynı zamanda. Komplo teoremlerinin hiçbir şeyi açıkta bırakmayan kahredici kurgusu altında her türlü öznellik ve ‘yapıcılık’ ihtimalini peşinen iptal eden, ‘irade-i cüz’ü hiçleştiren bakış açısı, muazzam bir acz duygusu, ona bağlı olarak da muazzam hınç ve negatif enerji üretiyor. Bu söylem, hamâsî bir dille bütünleniyor. Savlar değil, menşei belirsiz birtakım anekdotlar veya kudsî sayılan kişilerden (başta Atatürk) alıntılar konuşuyor. Uğur Mumcu’nun ünlü ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma’ tarifini de aşan bir durum bu: İyi kötü bir ‘fikir’ sahibi olmadan, kanaat ve tavır sahibi olanlar konuşuyor! İçeriklerden önce, bilgiyle, fikirle ve sözle kurulan ilişkide faşizan bir tutum hüküm sürüyor. Daha fiyakalı hamâset yapmanın, daha ağır konuşmanın cezbesi, fanatizmi teşvik ediyor. Bilhassa sanal âlemin yalan yanlış anekdotları, sözümona parlak habis lâfları çoğaltmaya elveren yayılma hızı ve yüz yüze iletişimin sağlayabileceği empati ihtimalini yok eden kışkırtıcılığıyla, bu fanatizm narsistik bir yankıyla pervasızlaşıyor.

    Burada dikkat edilecek olan, sadece ‘milliyetçi & ulusalcı’ partilerin, yayınların, çevrelerin, kanaat önderlerinin ‘örgütlü’ tepkileri değil. Bu çevrelere angaje olanların dışında, böylesi tepkileri kendi ilişki ağları içinde (çoğunlukla ‘internet’ üzerinden) dolaşıma sokmayı refleks hâline getirmiş ‘münferit’ kişilerden oluşan genişçe bir ‘taban’ var. Temel vasıflarından birisi ‘okur-yazarlık’ olan bir toplumsal taban bu. ‘Okuma-yazma’yla ilişkileri, ortalama ‘Türk insanı’ndan, ‘halkımız’ diye anılan insanlardan biraz daha ileri. (Ama sadece biraz daha ileri. ‘Ulusalcı duyarlılık’ gösterenlerin doçent-profesör-mühendis ünvanlı olanlarının mektupları & mesajları arasında dahi, bitişik yazılmış ‘ki’ ve ‘de & da’ ekleri, anlatım bozuklukları, mebzûl miktardadır.)

    Söz konusu tepkilerin (az evvel değindik), ayrıcalıklı mecrasının ‘internet ve elektronik posta zincirleri’ olmasından da çıkarsayabilirsiniz bunu. Bilgisayara âşinâlığı olan, elektronik posta yazıp yollayabilen birileri söz konusu olduğuna göre, umumiyetle ‘orta sınıf’ mensuplarından müteşekkil bir toplumsal profille karşı karşıyayız. ‘Elit’ okulların, üniversite üyelerinin, tahsilli meslek erbâbının oluşturduğu elektronik posta gruplarının mensuplarının sürekli tecrübe ettiği gibi, en azından kültürel sermayeye temellük itibarıyla ‘üst-orta sınıf’ olarak konumlandırılabilecek kesimler de, milliyetçi & ulusalcı reaksiyonun etki alanında bulunuyorlar. Tahsilli meslek erbâbının korporasyon örgütlerinde son yıllarda yaşanan iklim değişikliği de, (son olarak Ekim 2006’da yapılan büyük baro seçimlerinde milliyetçi&ulusalcı grupların kazandığı ağırlık) buna delâlet ediyor. Bu ‘okumuş-yazmış zümreler’deki fanatizm ve medeniyetsizleşme, had safhadadır. Herhangi bir konuyu sükûnetle ve aklî savlara dayanarak tartışma girişiminin, Mustafa Kemal’den bir alıntı, bir Çanakkale anekdotu veya içinde ‘hain’, ‘aymaz’, ‘satılmış’ kelimelerinden en az birisi geçen hamâsî efelenmelerle püskürtülme ihtimalinin bu tahsilli, ‘elit’ muhitlerde bilhassa yüksek olduğuna tanıklık edebilecek çok insan var!

    Murat Belge, 21 Ekim 2006 tarihli Radikal’deki yazısında, tahsilli ‘seçkinler’in, refleksleşmiş, ezberlenmiş milliyetçi replikleri, jestleri, ‘sıradan’ halka kıyasla çok daha cân-ı gönülden sahnelediklerini, daha ‘ballandırarak’ tekrarladıklarını belirtiyordu. (Millî) Eğitim aygıtının kazandırdığı manevî donanım ve böylelikle edindikleri ‘seçkin’ konumu, onları bu milliyetçi ezberi daha ‘duyarak’ oynamaya sevkediyordu. ‘Eğitim görmemişlerde hâlâ biraz umut var’ diyerek bitiriyordu yazısını Murat Belge.

    Osmanlı devlet adamının ‘bunca cehalet ancak tahsil ile mümkündür’ sözünü hatırlatan bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz gerçekten. Millî-Eğitimin gerek ezberci, şabloncu öğretim formasyonu, gerekse milliyetçi zihniyet kalıplarını her bilgi alanının zeminine döşeyen içeriği, bir öğrenilmiş cehalet hâsıl ediyor. Kemalist ideoloji, eğitimle aydınlananların ‘topluma önderlik edeceğini, toplumu yükselteceğini’ vaz’etmiş, doğrusu Türkiye’de ‘sol’ dünya görüşünde olanlar da bu ‘Aydınlanmacı iyimserliği’ büyük ölçüde devralmıştı. Tıpkı Kemalist-milliyetçi & ulusalcı söylemin sapkın ‘sözde-aydınlar’ hakkında serdettiği hayal kırıklığı gibi, şimdi ‘sol’da da tahsilliler hakkında bir umut kırıklığı yaşanıyor, anlaşılabilir şekilde. Peki, bu tahsilli cehaletini, bu diplomalı dar görüşlülüğünü, Türkiye’de eğitimin ‘çağdaşlıktan uzaklığı’na mı bağlamalı sadece?

    Topyekûn ‘yarı-eğitimlilik’

    ‘Türk millî eğitimi’nin özel gayretleri dışında, genel olarak eğitim-öğretim rejiminin performansından öte; bizzat ‘çağdaş’ toplumun (‘kapitalizm’in) kültürel düzeninin, yapısal olarak ‘yarı-eğitimlilik’ & ‘yarı-cahillik’ ürettiği tezini hatırlatmak üzere soruyorum bu soruyu.

    ‘Theodor W. Adorno’nun 1959’da yayımlanan ‘Theorie der Halbbildung’ adlı makalesinin meselesi budur. (‘Soziologische Schriften 1’ içinde, Suhrkamp, Frankfurt a.M. 1997, s. 93-121. Makalenin geniş bir tartışması için: Stefan Müler-Doohm, ‘Die Soziologie Theodor W. Adornos: Eine Einführung’, Campus, Frankfurt a.M., New York 2001.)

    Bu başlığı ‘Yarı-Eğitimlilik Teorisi’ diye çevirebiliriz, ama şu şerhi düşerek: ‘Eğitim’e indirgeyerek çevirdiğimiz ‘Bildung’ kavramı, öncelikle ‘tahsil-ve-terbiye’yi, ama aynı zamanda, onun zımnında bütüncül bir formasyonu, kişiliğin oluşumunu ifade eder.

    Adorno, öncelikle ‘eğitim (Bildung)’, ‘eğitimsizlik (Unbildung)’, ‘yarı-eğitimlilik (Halbbildung)’ arasındaki ayrımı kavramlaştırır.

    Eğitim, özgür ve dinamiktir, belirli bir amaç doğrultusunda araçsallaşmamış, sabitlenmemiştir. Eğitimsizlik, ‘salt naiflik, salt bilmemek’tir, böylelikle nesnelerle dolayımsız bir ilişkiye elverir. Dolayısıyla, eğitimin başlatılabileceği bir başlangıç noktası da sağlar. (Murat Belge’nin ‘Eğitim görmemişlerde hâlâ biraz umut var’ deyişini hatırlayalım!) Yarı-eğitimlilik ise ‘eğitimden önce gelmez, onu takip eder’; sabitlenmiş, kültürel veya toplumsal bir amaca bağlanarak araçsallaştırılmıştır. ‘Yarım anlaşılmış ve yarı öğrenilmiş olan, eğitimin ön basamağı değil onun can düşmanıdır.’ der Adorno. (Bu paragrafta tırnak içinde verilen alıntıların hepsi Adorno’nun anılan makalesindendir.)

    Meselenin esası, ‘Kültür’ün iki cepheli oluşuyla ilgilidir.

    Kültürün bir cephesi ‘tinsel kültür’dür, diğer cephesi ise ‘yaşamı biçimlendirmenin reel’ araçları, yordamlarıdır.

    ‘Yarı-eğitimlilik’, kültürün bu ikili karakterinin yitirildiği noktada ortaya çıkar. Kültürün iki cepheliliğini ‘göz ardı ederek kendini mutlaklaştıran bir eğitim, ‘yarı-eğitim’ olmuş demektir.’ Adorno’nun yitirilmemesi gerektiğini söylediği şey, kültürün iki cephesi arasındaki gerilimdir. ‘Bu gerilim yittiğinde, uyum [‘konformizm’, T.B.] mutlak hâkimiyetini kurar.’ Gerilimin her iki kutbunun da kendi içinde donmaması gerektiğine dikkat çeker Adorno. Oysa, gerek ‘Tin’ ve hükümran bilinç, gerekse ‘Doğa’ ve uyum sağlama yeteneği, mutlaklaşıp sabit kategorilere dönüşmüş, velhâsıl ‘Kültür’ün her iki uğrağı da fetişleşmiştir. ‘Tin’in özerkleşmesi (kendi başınalaşması), başlangıçta, tinsel bağımsızlığın doğrudan doğruya egemenlerle eklemlenmiş bir azınlığın imtiyazı olarak kalmasına karşı eleştirel ve özgürleştirici bir işlev görüyordu. Bu evrede Eğitim, ‘statüsüz ve imtiyazsız bir insanlık’ fikrini vaz’ediyordu. Ancak burjuva egemenliğinin tesisiyle, böyle bir misyondan kopmuş, reel yaşamı biçimlendirmeyle bağıntısını yitirmiş; belirli bir tatbikatın bilgisine indirgenmiş, bununla beraber (yine) bir imtiyazlı konum algısına dönüşmüştür. Kendi içine kapanıp mutlaklaşan ‘Tin’in işlevi, ‘ideoloji’dir artık. Öte tarafta, ‘Doğa’yla ilişkiye ve ‘reel yaşama’ baktığında, bütün beşerî münasebetlerin ‘ekonomik mübadele ilişkileri’ne ve ‘tüketim’e indirgendiğini görür Adorno. Bu vasatta bilgi-malûmat salt ‘reel’in yansıması olarak algılanır, hâlihazırdakinin ötesine işaret etme selâhiyetinden yoksundur, böylece ‘konformizm’i pekiştirir. Öte yandan ‘Tinsel’in kavramlarının yerini alan klişeler, ‘reel’ olanla bağıntı kurmadan, her şeyi mutlaklaştırıp kendine tabi kılar. Bu ‘şeyleşmiş bilinç’, öznellikle nesnellik arasında süreçsel-diyalektik bir ilişkiye izin vermez. Eğitimin diyalektik niteliğinin feshedildiği bu durum, ‘objektif’ olarak bütün bilgiyi-öğrenmeyi-idraki ‘eksikli’, ‘yarım’ kılar; yarı-eğitimliliği süreğenleştirir.

    Velhâsıl yarı-eğitimlilik, ‘yabancılaşmış Tin’dir; ‘metaların fetiş karakterinin Tin’i de kavramasıdır’: ‘Konularının içerdiği hakikati ve canlı nesnelerle olan canlı ilişkisini yitiren eğitimin ‘şeyleşmesi’dir.’ Adorno, bu deformasyonun âmilleri olarak ‘kültür endüstrisi’ni, ‘bilincin sürekliliğinin kaybı’nı, ‘eleştirel bilincin yitişi’ni ve ‘kolektif narsizmin hâkimiyeti’ni görür. ‘Bilincin sürekliliğinin kaybı’yla ilgili yazdıkları bilhassa önemlidir. Bilinç ve idrakteki süreklilik kaybı, modern-öncesi toplumlarda geçerli olan ‘otoritelerin ve geleneklerin çözülmesi’yle, özne ile toplumsal gerçeklik arasındaki ilişkiyi düzenleyen yeni kalıplara ihtiyaç duyan insanların, nesneler ve diğer insanlarla aralarına bir önyargı tabakası döşemek üzere, timsallere-simgelere meyletmeleriyle kendini gösterir (‘millî simgeler’ burada işlev görür). Bu sürecin vardığı nokta, (‘kültür endüstrisi’nin belirleyici katkısıyla) şudur:

    ‘Bilincin sürekliliği içindeki idrakin, öğrenmenin yerini, noktasal, unsurları birbiriyle bağlantısız, sürekli yeni verilerle ikame edilebilir bir haberdarlık-malûmattarlık alır. Onun kendi idrak-öğrenme sürekliliği içinde erimeden bilince sızan eğitim unsurları; bâtıl inançları eleştirdiklerinde bile bizzat bâtıl inanç halini alma eğiliminde olan zehirli maddelere dönüşürler.’

    ‘Kolektif narsizm’le ilgili bir cümlesini de aktarayım: ‘Yarı-eğitimlilik’le ‘kolektif narsizm’i birleştiren; bir şeylere temellük etme, söze dahil olma, kendini uzman olarak satma ve bir yere aidiyet edâsıdır.’

    Adorno, yarı-eğitimliliğin, ‘onca ‘Aydınlanma’ya ve ‘bilginin yayılması’na inat ve bizzat bunlar sayesinde, bugün hâkim bilinç tarzı hâlini aldığını’ söyler.

    Adorno’nun ‘karamsar’ eleştirisine kulak verecek olursak, ‘yarı-eğitimlilik’, veya ‘yarı-cahillik’, veya ‘Türkçesiyle’ ‘tahsilli cehalet’, eğitim formasyonunun kalitesinden bağımsız olarak, kapitalist modernleşme süreci içinde ortaya çıkan bir tarihsel-toplumsal durumdur. Ve bu ‘sosyalleşmiş’ bilinç tarzı, eleştirel aklı dumura uğratarak, az evvel aktarıldığı üzere, bâtıl inanç formatını yeniden üretir. Bu savı hatırlayarak ve akılda tutarak, Türkiye’nin özgül koşullarına geri dönelim.

    Tahsilli ‘Orta sınıf’ın Krizi

    Tahsilli orta sınıf seçkinlerin milliyetçi & ulusalcı fanatizme kapılmalarının ve bu fanatizm içinde ‘medeniyetsizleşme eğilimi’ne girmelerinin, doğrudan doğruya milliyetçi endoktrinasyonla ve onun öğüttüğü millî meselelerle ilgili olmayan bir veçhesi olduğunu düşünüyorum. Bu veçhe, şehirli, tahsilli, laik orta sınıfların, iktisadî ve toplumsal statülerini kaybetme endişesi içinde bulunmalarıdır.

    Neo-liberal deregülasyon süreci altındaki iktisadî ve toplumsal dönüşümün tahripkâr etkilerini uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Gerek formel sosyal güvenlik yapılarının gitgide büzülmesi, gerek toplumsal dayanışma ilişkilerinin aşınması, topyekûn ‘aşağıdakiler’in hayatını zorlaştırıyor; alt ve orta sınıflar, yoğunlaşan bir tehdit hissediyorlar.

    ‘Orta sınıflar’ın tehdit algısının ‘alt sınıflar’ınkinden (işçiler, vasıfsız işsizler, ‘deklaseler’-marjinalleştirilmişler…) farkı, onların kaybedecek bir şeyleri olması – veya kaybedecek bir şeyleri olduğunu, en azından kaybedecek bir şeye malik olabileceklerini düşünmeleridir. Mülk ve nakit cinsinden bir varlıkları olmasa bile, tahsille edindikleri donanım (‘kültürel sermaye’ de diyebilirsiniz) sayesinde, kendilerini mala-mülke, en önemlisi bir kariyere, bir statüye erişebilecek potansiyele sahip görürler.

    Tahsilli orta sınıfların kariyer beklentileri, aslında yaklaşık 10 yıldan ama özellikle travmatik bir etki yaratan 2001 ekonomik krizinden beri, büyük bir sarsıntıya uğradı.

    Bütün dünyada olduğu gibi; tahsilin ilk basamağını oluşturduğu, insanı emekliliğe kadar taşıyacak bir ‘iş yaşamı ve hayat akışı öngörüsü’nün karşılık bulması giderek istisnâîleşiyor, ayrıca tahsil yoluyla sınıf atlama ‘şansları’ da azalıyor. Buna koşut olarak, üniversiteli ve diplomalı olmanın getirdiği saygınlık, aslında çok daha uzun bir zamandır, yıpranıyor. (‘Akademik proleterleşme’, başlıbaşına ilgiye değerdir. Üniversitelerin öğrenci alımları ‘kitleselleşirken’, yüksek lisans programlarındaki öğrenci nüfusu da artıyor. Bu programlara yönelen üniversite mezunlarının önemli bir kısmının saiki ‘CV’sini geliştirmek’tir; üstelik bunların da önemli bir kısmı, gelişmiş CV’leriyle de istihdam şanslarının fazla yüksek olmayacağı kaygısını duyuyor, üniversitede bulunma sürelerini uzatarak, işsizlik kariyerlerini ertelemeye bakıyorlar. Genç akademisyenlerin konumları da, eski tabirle ‘asistan’ oldukları zenaatkâr usûlü yetişme zincirinin yerini alan ‘anonimleşmiş’ terfi-tenzil sistemi içinde, güvencesizleşiyor. Bu da global bir krizdir. 2006’nın ilk aylarında Fransa’da üniversite öğrencilerini ucuz [hâttâ ‘bedava!’] işgücü rezervi olarak kullanmaya dönük tasarıya karşı gelişen büyük protestoların temelinde, üniversitenin, resmi işsizliğe geçişten önceki bir ‘ara istasyona’ dönüşmesinden duyulan kaygının birikimi vardı.)

    Buna, zenginlik ve tüketim teşhirinin (sadece ‘maddî’ değil, ‘kültürel’ göstergeleriyle de) kazandığı itibarın, bir 10 yıl öncesine kadar ‘okumuş’ olmanın sağladığı itibardan çok daha fazlasını ve ‘ezicisini’ temin ediyor olmasının getirdiği değişimi de eklemeliyiz. Neticede, orta sınıfların önceki kuşaklardan devreden ‘huzurlu’ zihin dünyaları, güçlü bir maddî ve manevî tehdit altındadır. Kendilerini ‘toplumun seçkin bir zümresi’ olarak algılamaları zorlaşıyor. Büyüyen acz duygusuyla beraber ‘hınç üreten’ bu tehdit algısı, bir ‘agresifleşme istidâdı’nı tetikliyor. Bir mazlum söylemiyle birleşen ve yer yer ‘toplumsal eleştiri’ kisvesi altında ‘yozlaşma’dan sorumlu saydığı bir düşman figürüne hınçlanarak oluşan bir agresif ruh hali bu. ‘Daralan’ seçkin konumlarına tutunabilenler de, rekabetin anksiyetesi ve ‘kazanma’nın küstahlığıyla buna katkıda bulunuyorlar.

    ‘Tahsilli orta sınıfların krizi’ konusunu açarken, ‘laik’ sıfatını da kullanmıştım.

    Üzerine eğildiğimiz ‘reaksiyoner dalga’nın temel bir karakteristiği, bununla ilgili. Zira sözkonusu krize refakat eden ‘elit değişimi’nin sancıları, ‘laiklik’le ilgili hassasiyetlerde ifadesini buluyor.

    1990’lara kadar büyük çoğunlukla laik orta sınıfların hâkimiyeti altında olan bürokrasilerde, sinâî-ticarî iş alanlarında, akademik mevkilerde, medyadaki pozisyonlarda, bir zamandır, dindar-muhafazakâr menşelilerin ağırlığının arttığını biliyoruz. Nicel değişim, beraberinde elit olmanın kültürel müktesebatının ve ifadelerinin de değişmesini getiriyor. Bu değişim, tahsilli orta sınıfların şehirli ve laik zümrelerinin hissettiği tehdit algısının derinleşmesine yol açıyor; zira sadece liyakat ölçüleri veya rekabet nedeniyle değil, kültürel-ideolojik nedenlerle de dışlandıkları veya dışlanabilecekleri endişesini duyuyorlar. Bu zümrelerin, ‘reaksiyoner bir Atatürkçülüğe meyletmeleri’nin ardındaki temel saik, budur. Atatürkçülüğün otoriter ve ‘intizamlı’ modernleşme tahayyülünde (‘bağımsızlığın’ da bu tahayyüle uyan bir çağırışımı var), ‘özledikleri istikrarın vaadi’ni okuyorlar. ‘Atatürkçü söylem’in erken Cumhuriyet dönemini ‘yitik altın çağ’ olarak yücelten imgelemi, laik orta sınıfların kendi mevkilerini yitirme kaygılarına tekabül ediyor. Nitekim onların ‘bölücülük’, ‘terör’, ‘Kıbrıs’, ‘A.B.’, ’emperyalizm’ vb. âlî millî meselelerle ilgili reaksiyonları ve genel olarak milliyetçilikleri & ulusalcılıkları, mutlaka ‘Atatürkçü referanslar’a dayanıyor ve mutlaka AKP iktidarına (genel olarak ‘şeraitçilere’) yönelik şedit bir nefret içeriyor. Daha önceleri İslâmcı siyasal partiler ve kadrolarla alışveriş içinde olmasına, onlara hizmet vermesine alıştığımız milliyetçi-muhafazakâr entelijensiyanın da, bir elit olarak dışlanma endişesi içinde bu reaksiyoner dalgaya katıldığını eklemeliyiz. Buna, 18 Eylül 2006’da Radikal gazetesinde yer alan söyleşisinde ‘Yüksel Taşkın’ işaret etmişti:

    ‘Türkiye’de ne zaman AKP gibi bir sağcı parti iktidara gelse, hepsi, daima ‘Türk Ocakları’ ve ‘Aydınlar Ocağı’ gibi kendi mensubu olmayan milliyetçi çevrelerdeki entellektüellerden yararlandılar. Onları, devletteki kadrolara yerleştirdiler. Ama AKP’yle bu ilişki koptu. Çünkü onun 1980’lerde devleti İslamlaştırma iddiasıyla ortaya çıkan ve sonra yavaş yavaş sisteme katılan kendi entellektüel aydın fidanlığı vardı. Ve AKP merkez sağda bildiğimiz ilişkileri yenilemedi, ‘Aydınlar Ocağı’, ‘Türk Ocağı’ gibi yapıları hiç dikkate almadı ve RTÜK’ten TMSF’ye, bütün görevlere kendi organik entellektüellerini getirdi. İlk defa bir sağ iktidarın bu milliyetçi gruplarla hiç dirsek teması kurmadan kendi kadrolarıyla hareket etmesi milliyetçi kesimde çok ciddi bir kriz yarattı.’

    Tahsilli laik orta sınıfların içine düştüğü acz duygusunun ve hıncın, kolayca, ‘Batı’ya ilişkin hasetle ve A.B.’yle ilgili öfkelerle titreşime girebildiğini düşünüyorum. Okullarını bitirmiş, ‘müsbet ilmi’ öğrenmiş, diplomalarını almış, velhâsıl iyi (ve ‘modern’) bir kariyer için gereken adımları atmış birisinin işsizlikle veya kendisine reva görmediği nafile meşguliyetlerle boğuşurken kapılacağı değersizlik ve aşağılanma duygusu ile, ‘A.B. kapısında bekletilen Türkiye’ imgesi ve ‘ne yaparsak yapalım bizi almayacaklar’ sinizmi, coşkuyla kucaklayabiliyor birbirini.

    Milliyetçi & ulusalcı fanatizmin toplumun ‘okur-yazarları’nı, ‘tahsilli zümreleri’ni tesiri altına almasının görünümlerini, üç ayrı düzeyde tartışmaya çalıştım. Tartışmanın, adı üstünde, ucu açıktır. Kesin olduğunu söyleyebileceğimiz bir şey varsa, o da, okumuşların fanatizminin ve ‘cehaletinin’, maalesef o kadar da şaşırtıcı bir şey olmadığıdır…

    [Tanıl Bora
    Kasım 2006
    ‘Birikim’ dergisi]

  219. Öğrencilerin arkasında bizim yırtıcı wahsi varsa onun kurtuluşu olmaz.

  220. “Ne denildiğini bile anlamadan”

    Ne dediginizi anlamak zor degil: “Ben bir troll’um” diyorsunuz.

    Acikca soylemis oldugunuz icin, bir nebze onemli; ama, farkinda olmadigimizi zannetmis olmaniz hayal kirikligi.

  221. Bu vahşiye uysak bizim yaşamamamız lazım. Düşünmememiz lazım. Ot gibi yaşamamız lazım.

    Doğa güzeldir. Otlar güzeldir. Ama bütün ömrünü otlar arasında ot gibi geçirmek değil. Çünkü hayat bunlardan ibaret olmadığı için bir süre sonra otlardan sıkılabilir insan.

    Doğa gibi, (karşı cinsle kurulan) doğal ilişkiler de güzeldir mesela. Ama hayat bunlardan da ibaret olmadığı için insan bazen bunlardan da sıkılabiliyor. Çünkü başka duygusal ihtiyaçları da oluyor insanın.

    Doğal ihtiyaçlar olan yeme-içme ve uyumadan da ibaret değildir hayat.

    Kısacası doğadan ibaret değildir.

    Peki doğa “gerici” mi? “İlerleme” için ortadan kaldırılmalı mı?

    Tabii ki değil.

    Sadece doğal hayat konusunda ölçülü olunmalı. Tıpkı, (karşı cinsle kurulan) doğal ilişkilerde ölçülü olunması gerektiği gibi.

  222. En tehlikeli, Necip'tir

    Necip, sağcıdır, Recep Tayyip Erdoğan’ı destekler ve kapitalisttir.

    Bunlara ek, Necip, mühendislik fakültesi mezunudur. Mühendislik tecrübesini, hedonistliğini pekiştirmek için kullanır.

  223. Hayvanların da böyle şeyleri yapacak akıl ve imkanları olsa bunları yapmak isterlerdi;

    https://www.youtube.com/watch?v=QtXby3twMmI

  224. “Adventure Of A Lifetime”

    Turn your magic on
    Umi she’d say
    Everything you want’s a dream away
    And we are legends every day
    That’s what she told me

    Turn your magic on,
    To me she’d say
    Everything you want’s a dream away
    Under this pressure, under this weight
    We are diamonds

    Now I feel my heart beating
    I feel my heart underneath my skin
    And I feel my heart beating
    Oh, you make me feel
    Like I’m alive again
    Alive again
    Oh, you make me feel
    Like I’m alive again

    Said I can’t go on,
    Not in this way
    I’m a dream that died by light of day
    Gonna hold up half the sky and say
    Only I own me

    And I feel my heart beating
    I feel my heart underneath my skin
    Oh, I can feel my heart beating
    ‘Cause you make me feel
    Like I’m alive again
    Alive again
    Oh, you make me feel
    Like I’m alive again

    Turn your magic on,
    Umi she’d say
    Everything you want’s a dream away
    Under this pressure under this weight
    We are diamonds taking shape
    We are diamonds taking shape

    If we’ve only got this life
    This adventure, oh, then I
    And if we’ve only got this life
    You get me through

    And if we’ve only got this life
    In this adventure, oh, then I
    Want to share it with you
    With you
    With you
    Yeah I do
    Woohoo
    Woohoo
    Woohoo

  225. Necip yine kelimer, cümleler arasında saklanıp asıl konuyu vurdumduymazlıktan gelmiş.

    Irkçı Necip, ırkçı Hortlak, eski Stalinist şerbetini anarşist yeni tasla dağıtan Zileli, Pipsqueak’e neden olmayan yer anlamına gelen ütopiyaya gitmiyorsun diyen Hortlak ve benzeri beyinsizleri ciddiye almanın imkansızlığı.

  226. Multiple …. Disorder..
    Bizim wahsi böyle bilimsel kavramlardan anlamaz.
    Binbir surat değil, DÖNER sürat..

  227. Necip Karince Kaderince

    Necip, bu sitede en azılı, en hızlı, en atılgan, en cesur devrimci anarşist!
    Bakın şu Türk Dil Kurumu’nun YEDIĞI HALTA!
    http://www.tdk.gov.tr/
    karınca kaderince (zarf) = Az da olsa, elden geldiği kadar.
    “Bu, karınca kaderince, memleketime az da olsa yararlı olacağımın, olmak için çalışacağımın sevincidir.” – F. Otyam

    Necip yırtmış VALAHİ BİLLAHİ. Herif hiç bir otorite tanımıyor. TDK’ye bile zeka dolu kafasını tutmuş:
    “‘Karinca kararinca’ demek istediniz herhalde.
    Buradaki ‘karar’ kelimesi ‘yeterlilik’ anlamina gelir.”

    KEŞKE bütün aydınlarımız Necip gibi anarşist olsa!

    Necip dibi notları:

    Halt yemek: yakışıksız ve kötü bir iş yapmak.

    Türk Dil Kurumu’na göre “vallahi billahi”:
    ünlem “Allah’a ant olsun ki” anlamında kullanılan bir yemin sözü,
    “Vallahi billahi böyle giderse eşyasını toplayıp annesine gidecekti.” – H. E. Adıvar

    Türk Dil Kurumu’na göre “keşke”:
    ünlem (ke’şke) Farsça kāşki
    ünlem Dilek anlatan cümlelerin başına getirilerek “ne olurdu” anlamında özlem veya pişmanlık bildiren bir söz, bari, keşki

  228. 221 Ölçülü Seks Mühendisi

    “Sadece doğal hayat konusunda ölçülü olunmalı. Tıpkı, (karşı cinsle kurulan) doğal ilişkilerde ölçülü olunması gerektiği gibi.”

    Nihayet orta sınıftan biri orta insan tüketiciliğin felsefesini özetlemiş: orta kaliteli arzudan arzuya koşarız ama bir türlü tatmin olmayız, zaten başka bir b*k da yok, en iyisi durmadan koşmak, alışmak, kaderine razı olmak.

    İlk soru: Seksi karşı cinsle yapma lafınızın altında ne yatıyor? Uslu ve terbiyeli olduğunuzu mu ima ediyorsunuz? Müslüman olduğunuzu ve Erdoğan’dan korktuğunuzu mu? Karşı cinsle ilişki ne zamandan beri ölçülü olmuş? Avrupa ve Amerika gibi çok gelişmiş, çok medeni, çok zengin ülkelerde kadınların tecavüz ve ölçüsüz seks ilişkilerini ifşaları mı bu hacı-hoca-imam ölçü vaazlarınıza neden oldu? Karşı cins mi daha sık sıkılıyor siz mi?
    Doğru ki sizler nasıl zengin olmak isterseniz ve onları üstün görürseniz, vahşilerin çoğu da her iki cinsle seks ilişkisine girenler gibi olmak ister, onları üstün görürler. Sizler altını para olduğu için seversiniz, vahşiler güzel olduğu için.
    Her iki taraftan yararlanın. Tavsiye ederim, deney bilimin en güvenilir kanıt kıstasıdır, belki seversiniz. Allah salak değil, yaptığında mutlaka bir hikmet vardır.

    İkinci soru: Okula gidip iş başı yapmaya hazırlandınız sonra iş başı yaptınız. Şimdi de emekliliğinizi bekliyorsunuzdur. Hayatınız ücret köleliğine hazırlık ve ücret köleliğiyle geçmiş. Sıkılıp terk etme cesaretiniz oldu mu? Hayatınızın %90’ında fazlasında terk edememişseniz, hayatta en zor şey kendi kendine yalan söylememek diyen bir filozofun düşündüğü insan olmalısınız.
    Vahşilerin dilinde filler çok, medenilerin dilinde isim çok. Sık sık sıkılmanızın diğer bir nedeni her şeye seyirci olmanızdan, hayatınızın dikizlikle geçtiğinden olabilir.
    Sizdeki bu ruh hastalığı dünyanın her yerinde, orta sınıflılar arasında sonsuz yaygın. Bu site size benzerle dolu. Türkiye’den ileri ülkelerde terapi, antideprasif ilaç, bilişsel davranışçı tedavi, meditasyon veya tefekkür tavsiye edilmekte. Bir de hastalar kendi aralarında destek grupları kurmakta, dertlerini aralarında paylaşmakta, birbirlerinin tecrübelerinden, çektikleri cefalardan yararlanmakta. Eğer siz de diğerleri gibi solcu-devrimci havalar içindeyseniz, bu toplantılar eskiden proleterlerin yaptığına, birleşerek mücadele etmelerine benzediği için sizde “ah o eski güzel günler” nostalijisi yaratabilir.

    Üçüncü soru: zincirler içinde yaşayıp memnun olmakta başka ne çareniz var?

    Ama doğrusu sizi kıskanıyorum: doğadan, otlar arasında olmaktan, yemek-içmekten, s*çmaktan, seksten sıkılacak kadar hali vakti yerinde olmak isterim.

  229. “Necip, sağcıdır, Recep Tayyip Erdoğan’ı destekler ve kapitalisttir.”

    Bir sey biliyormuscasina, boyle beyanlarla beni bana ve baskalarina anlatmaga calismanin ne kadar ahmakca oldugunun dahi farkinda degilsiniz.

    Dediklerinizi birer beyan degil de soru olarak sorsaniz, rahatca cevaplayabilirdim.

    Rahatca, ic rahatligi ile, cunku benim –kendimle ilgili– tercihlerim icin ne sizin ne de baskasinin onayini alacak degilim. Tipki, kimsenin de benim onayima ihtiyaci olmadigi gibi.

    Simdi gelelim ‘sagcidir’ sallamaniza.

    Daha once de yazdim; simdi azicik daha detaylandirayim:

    Ben, solcu olmak istedim hep. Ama, ‘sol’ denen seyi tanidikca, kendini ‘aydin’ da diyen ‘solcu’larin bir beyinsizler surusu oldugunu gordum.

    O yuzden, solcu olmadim; cunku, ‘sol’cu kisvesinde dolasanlar solcu filan degildi.

    Hic olmadilar.

    Hala daha degiller.

    Solcu olmamak, sagci olmami gerektirmiyor. Hic sagci da olmadim.

    Olmadim; ama, kendine solcu diyenlerle rezonansta olmadigim icin, onlar, kendilerini rahatlatmak icin, bana –zaman zaman– sagci etiketini reva gormek isteyebiliyorlar.

    Umurumda degil. Aldirmiyorum.

    RTE’yi destekliyor muyum?

    Bu soruyu sorus sekliniz sakat.

    Ben, benim durdugum yeri aciklayayim:

    ‘Devlet’ dedigimiz yapiyi, basitlestirmek pahasina, bir ‘vakif’ ya da ‘sirket’e benzetirsek; ve, ben de o vakfin ya da sirketin ortaklarindan olsam, “vakfi/sirketi kim yonetsin?” sorusuna, su anda else olan adaylar arasindan, RTE’yi isaret ederdim.

    Maasinin da, daha dogrusu yillik gelirinin de, GSMH’nin binde biri civarinda olmasini onerirdim.

    Yani, 2016 yili rakamlarini kullanacak olursak, (857.7 milyar USD imis), yilda 850 milyon USD.

    [Gercek hayatta kimse ne ‘karin tokluguna’, ne de sirf ‘san olsun’ diye calisir. Ya ucretini dogrudan ve pesin odersiniz, ya da dolayli olarak o alir. Bu, bu kadar basittir.]

    Dolayisi ile, ‘desteklemek’ degil; ‘tayin etmek’, ‘atamak’ demek daha dogru olur.

    Bunun sizin hic de hosunuza gitmeyecegini tahmin edebiliyorum; ama, akli bir karis havada, hayatta hic bir baltaya sap olamamis, muhalefet etmegi sadece ‘hayir’ demek sanan birilerini bu tur konularda kaale almam icin anlamli bir sebep goremiyorum.

    Son olarak, ‘kapitalist’ miyim?

    Hayir. ‘Kapital’ ticareti yapmiyorum. Hic de yapmadim.

    ‘Kapital’ sahibi olanlara ozel bir hayranligim da yok.

    “Mühendislik tecrübesini, hedonistliğini pekiştirmek için kullanır.”

    Siz, ‘hedonist’ kelimesinin anlamini bilmiyorsunuz.

    Bilseniz, ne benim hakkimda, ne de baskasinin hakkinda bu tur genelleme sifatlari kullanmazsiniz.

    Cunku, ‘hedonist’ demek, “a person whose life is devoted to the pursuit of pleasure and self-gratification” anlamina gelir.

    Meal veriyorum; estaguzibillah:

    ‘Hayatini zevk u safaya ve kendi hazlarinin tatminine hasreden kisi’..

    Boyle bir mahluk var midir; bilemem.

    Ama, ben onlardan birisi degilim.

    O kadar degilim ki, baska nice kimsenin gonullu olmadigi cok sayida zor is ya da angarya icin gunlerimi, gecelerimi harcamisligim coktur. Her zaman da severek degil; cogu zaman, birisi yapmak zorunda oldugu icin.

    Bu dediklerim de bir kahramanlik segilemesi filan degil; herkes az ya da cok boyledir.

    Siz bir istisna olabilirsiniz, tabii ki.

    Iste, bu yuzden, kendinize ‘solcu’ diyebilirsiniz.

  230. Anti-resmîideolojist

    Anti-kapitalizm – belki diğer ülkeler için değil ama – Türkiye için yanlış bir ideolojidir.

    Türkiye’deki kötülüklerin ana kaynağı kapitalizm değil resmî ideolojidir. Bu nedenle ana hedef de o olmak zorundadır. Hatta anti-kapitalistler bile böyle düşünebilir. Çünkü, belki de resmî ideoloji düşürüldüğünde – onunla beraber – devlet – dolayısıyla kapitalizm – de imamesiz kalmış bir tesbih gibi dağılabilir.

  231. Necip yine yalan atıyor

    ‘Son olarak, ‘kapitalist’ miyim?

    Hayir. ‘Kapital’ ticareti yapmiyorum. Hic de yapmadim.

    ‘Kapital’ sahibi olanlara ozel bir hayranligim da yok.’

    Isyerim Taksim-Beyoglu veya civarinda degil.

    Gun beyin sitesinde benim gibi birine rastalamak biraz garip olsa gerek, sundan dolayi:
    Kategorize etmek isteyenler icin, ben bir ‘kapitalist’im. Otomotiv sektorunde dogrudan (yerli ve yabanci) ana sanayiye uretim yapan KOBI-irisi sayilabilecek bir sirketin sahiplerinden bir pir-i faniyim. Yonetici kadromuzda villada oturanlar var; ben hala daha dairede oturuyorum. ‘Var-yemez’ diyenler olmustur; sikayetci degilim.

    40 seneyi askin suredir otomotiv sektorunde para kazanan birisi olarak sunu diyebilirim:
    Benim gibi ‘patron kati’nda olmak pek de bir seyi degistirmiyor. Ben de emir alirim, aldim, ben de uc-otuz paraya calisirim, calistim. Turkiye’de hic de seyrek olmayan kriz donemlerinde bunlari fazlasiyla yasadik. Sag olanlarin daha da yasayacaginin garantisi de var.

    Ekonominin, istikrara ihtiyaci var.

    Bazan istikrari bozmak da evla olabilir tabii ki, ama bugun (bu ‘t’ aninda) bunun oyle oldugunu dusunmuyorum.

    Necip
    14 Temmuz 2013
    Yorum numarası: 7

    ‘Paris Komünü ve Esnaf’
    ( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/#comment-19460 )

  232. “Kategorize etmek isteyenler icin, ben bir ‘kapitalist’im.”

    Dikkatle okumamissiniz.

    Orada, o cumlede, onemli bir ‘qualifier’ (‘ayristirici’ diyelim) var: ‘Kategorize etmek isteyenler icin’.

    Yani, detaya hic bakmayan, kolaya kacanlar icin.

    Bu tur kolaya kacislar hic de yeni degil aslinda.

    Komik ve trajik bir ornegi de vardir: Vakt-i zamaninda, TKP’nin kongrelerinden birinde, uye olan bir seyyar koftecinin ’emek’ mi ‘sermaye’ mi oldugunu uzun uzun tartismislardi.

    [Uzun zaman onceydi. O tartismanin sonucunu simdi cok da iyi hatirlamiyorum. Galiba ‘sermaye’ olduguna karar verip uyelikten cikarmislardi. Daha iyi hatirlayan birisi vardir muhakkak. Yazarsa memnun olurum.]

    Simdi.. sizinkisi de ayni hikaye.

    Elinde bir miktar ‘kapital’ olan herkersi ‘kapitalist’ diye yaftalamanizdan bahsediyorum.

    O kafayla, bu ulkenin neredeyse yuzde 80-90’larini ‘kapitalist’ saymaniz gerekir; cunku kimisinin isporta tezgahi vardir, kimisinin kucuk bir atelyesi, kimisinin (istedigi zaman paraya cevirip ‘kapital’ haline geirecegi) bir konutu ya da arsasi, ya da baska birilerinin bankada (ya da yastik altinda) tuttugu kucuk/buyuk bir parasi..

    Konuya ideolojik nasslar ya da dogmalar uzerinden yaklasirsaniz, olacagi budur: Kolayci, etiketci zirvalamalar.

  233. Necip kapitalisttir

    ‘Dikkatle okumamissiniz. Orada, o cumlede, onemli bir ‘qualifier’ (‘ayristirici’ diyelim) var. ‘Kategorize etmek isteyenler icin’. Yani, detaya hic bakmayan, kolaya kacanlar icin. Bu tur kolaya kacislar hic de yeni degil aslinda. Komik ve trajik bir ornegi de vardir. Vakt-i zamaninda, TKP’nin kongrelerinden birinde, uye olan bir seyyar koftecinin ’emek’ mi ‘sermaye’ mi oldugunu uzun uzun tartismislardi. [Uzun zaman onceydi. O tartismanin sonucunu simdi cok da iyi hatirlamiyorum. Galiba ‘sermaye’ olduguna karar verip uyelikten cikarmislardi. Daha iyi hatirlayan birisi vardir muhakkak. Yazarsa memnun olurum.] Simdi.. sizinkisi de ayni hikaye. Elinde bir miktar ‘kapital’ olan herkersi ‘kapitalist’ diye yaftalamanizdan bahsediyorum. O kafayla, bu ulkenin neredeyse yuzde 80-90’larini ‘kapitalist’ saymaniz gerekir; cunku kimisinin isporta tezgahi vardir, kimisinin kucuk bir atelyesi, kimisinin (istedigi zaman paraya cevirip ‘kapital’ haline geirecegi) bir konutu ya da arsasi, ya da baska birilerinin bankada (ya da yastik altinda) tuttugu kucuk-buyuk bir parasi.. Konuya ideolojik nasslar ya da dogmalar uzerinden yaklasirsaniz, olacagi budur. Kolayci, etiketci zirvalamalar.’

    ‘Komünizm’ zırvasını ve ’emekçilerin çilesini kendi ‘dava’larına mühimmat yaptıklarını zannederek laçkalıklarda boğulmaktan hoşlanan’ TKP’de yaşananları kendine malzeme yaparak, kendini masum göstermek için ıkınmaktan vazgeç.

    Zibidilik konusunda timsalsin.

    Sende utanma, arlanma yok.

    Unutma: ‘Beyan’ esastır.

    ‘Kapitalist’ olduğunu, açık açık yazmışsın: ‘Ben bir ‘kapitalist’im. Otomotiv sektorunde dogrudan (yerli ve yabanci) ana sanayiye uretim yapan KOBI-irisi sayilabilecek bir sirketin sahiplerinden bir pir-i faniyim. 40 seneyi askin suredir otomotiv sektorunde para kazanan birisi olarak sunu diyebilirim: Benim gibi ‘patron kati’nda olmak’ [ Necip & 14 Temmuz 2013 & Yorum numarası: 7 & ‘Paris Komünü ve Esnaf’ & ( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/#comment-19460 ) ]

  234. “Unutma: ‘Beyan’ esastır.”

    Muhatap hem andavalli hem de ahmak olursa, beyan filan kar etmiyor.

    Bu bir.

    Ikincisi, ‘kapitalist’ olmak ne zamandan beri gunah ya da gunah-i kebir oldu?

    Onlar da bu ekolojinin bir parcasi, hatta ekolojinin bir urunu.

    Bir ihtiyaci karsiliyorlar. O ihtiyac olmasa, onlar da var olmazdi.

    Sizinki, her zaman yapageldiginiz gibi, carpik bir ahlak anlayisi..

    Ne demisti, Suleyman Demirel, ‘kerhaneleri kapatalim’ diyenlere: ‘Kerhaneleri kapatalim da millet bizi mi saapsin?’

    Marifet, ihtiyaci karsilayanlara karsi olmak degil; ihtiyaci ortadan kaldiramiyorsaniz, luzumsuz lagalugadan oteye gitmez soyledikleriniz.

  235. Son dakika… TÜSİAD adını değiştirdi

    1971 yılında kurulan Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) isim değişikliği kararı aldı. Türkiye’nin en büyük sanayicilerinin bünyesinde olduğu TÜSİAD’ın yeni adı Türk Sanayici ve İşinsanları Derneği oldu. TÜSİAD’da isim değişikliği planını Hürriyet Yazarı Jale Özgentürk yazmıştı.

  236. Necip kapitalisttir ve laf hokkabazıdır

    ‘Muhatap hem andavalli hem de ahmak olursa, beyan filan kar etmiyor. Bu bir.’

    Konuyu saptırma.

    Yalanının üstünü örtmek için ıkınma.

    Sen, ‘kapitalist olMAdığın yalanı’nı atıyorsun, ve peşinden, yalanının üstünü örtmek için ‘andavalli’ ve ‘ahmak’ arayışına başlıyorsun. Önce, samimi olmayı, ‘beyan’ının arkasında durmayı, ‘kapitalist olduğun’u açık açık söylemeyi öğren, sonra, kimin-kimlerin ‘hem andavalli hem de ahmak’ olup-olmadığını tespit etmek için ıkınırsın.

    ‘Ikincisi, ‘kapitalist’ olmak ne zamandan beri gunah ya da gunah-i kebir oldu? Onlar da bu ekolojinin bir parcasi, hatta ekolojinin bir urunu. Bir ihtiyaci karsiliyorlar. O ihtiyac olmasa, onlar da var olmazdi.’

    Konuyu saptırma.

    Yalanının üstünü örtmek için ıkınma.

    Sen, 229 no’da ‘kapitalist olMAdığın yalanı’nı attın, sonra, ‘kapitalist olduğun gerçeği’ suratına 231 no’lu metinde ‘kendi kelimelerinle’ çarptı; hemen kıvırmaya başladın, hemen laf hokkabazlığına başladın.

    Sen önce, samimi olmayı, ‘beyan’ının arkasında durmayı, ‘kapitalist olduğun’u açık açık söylemeyi öğren, sonra, bir başka zırvalık olan ‘din’ sahasında ‘günah/sevap’ analizin için ıkınırsın.

    ‘Sizinki, her zaman yapageldiginiz gibi, carpik bir ahlak anlayisi..’

    Sen önce, samimi olmayı, ‘beyan’ının arkasında durmayı, ‘kapitalist olduğun’u açık açık söylemeyi öğren, sonra, ahlak anlayışlarının çarpık mı / çurpuk mu / eğri mi / doğru mu olduğuna karar vermek için ıkınırsın.

    ‘Ne demisti, Suleyman Demirel, ‘kerhaneleri kapatalim’ diyenlere: ‘Kerhaneleri kapatalim da millet bizi mi saapsin?’

    Sen önce, samimi olmayı, ‘beyan’ının arkasında durmayı, ‘kapitalist olduğun’u açık açık söylemeyi öğren, sonra, Süleyman Demirel’in sözlerini düşünürken, kerhanelerin akıbetinin ne olması gerektiğine karar verirken ıkınırsın.

    ‘Marifet, ihtiyaci karsilayanlara karsi olmak degil; ihtiyaci ortadan kaldiramiyorsaniz, luzumsuz lagalugadan oteye gitmez soyledikleriniz.’

    Sen önce, samimi olmayı, ‘beyan’ının arkasında durmayı, ‘kapitalist olduğun’u açık açık söylemeyi öğren, sonra, lagalugaların ne olup-ne olmadığını düşünürken, hangilerinin lüzumlu, hangilerinin lüzumsuz olduğuna karar verirken ıkınırsın.

  237. Hortlak Neden Bakire Marksizm Arıyor?

    Hortlak Kurtulmuş Haberi Yok
    Hortlak Marksist.
    Marksizm enayilere kurtuluş vaat eder.
    Kurtuluş defalarca olur.
    Hortlak süpermarkette doğmuş büyümüş.
    Yedikçe şişer, şiştikçe daha çok yer.
    Süpermarkette daha çok Marksizm avcılığına gider.
    This is a con-suckers’ planet!

  238. “Konuyu saptırma.”

    Ortada sapacak ya da saptiracak bir konu yok ki.

    Var olan, sizin bitmek tukenmek bilmeyen yaveleriniz.

    Az ya da cok ‘kapital’ sahibi olmak kisiyi otomatik olarak ‘kapitalist’ yapmaz.

    ‘Kapital’inin nasil olduguna, neden ibaret olduguna, ve –daha da onemlisi– onu nasil kullandigina bakmak gerekir.

    Ornek vermek gerekirse, ‘kapital’i bir toprak parcasindan (arazi ya da arsa) veya bir ya da birkac daireden olusan kisiye ‘kapitalist’ demek abestir.

    Ayni sekilde, ‘kapital’ini makina ve ekipmana yatirmis birisine de ‘kapitalist’ demek anlamsizdir.

    Cunku, burada sozkonusu olan ‘kapital’ menkul degildir; bir ticaretin de objesi olamazlar. Ya da, topragi ya da fabrikayi istediginiz anda toptan satamazsaniz, paraya ceviremezseniz, o ‘kapital’ dediginiz sey, esasen, lafta kalir.

    Maliniz mulkunuz vardir, paraniz yoktur durumlari, yani.

    Benim acimdan, ‘kapitalist’ diyebilecegim meslekler –ana baslik halinde– bankacilik, tefecilik, doviz bufeciligi ve fon yonetimi gibi, dogrudan dogruya para ticareti yapanlardir.

    Bunu soyleyerek bu meslekleri tekfir ediyor degilim. Her biri bir ihtiyaca binaen var.

    Ben, bu mesleklerden birinde degilim; o ayri.

    Simdi, umarim, anlamissinizdir neden ‘sizin gozunuzde’ diyerek baslamis oldugumu.

    Sizin gozunuzden bakmak demek dunyanin geri kalan kismini carpik ahlakciliginizla etiketlemek demek, cunku.

  239. IQ-Necip'e Müjde!

    Yüksek IQ’lü sizlerin allahı Kara Delik osurm*ş!
    12 Ocak 2018, “Huge black hole blasts out ‘double burp'”
    Sıradan, görüntü sevenlere:’Youtube’da, “New Star Wars Tacticks: Farting.”
    Hortlak, Necip ve Zileli gibi sıradan çıkmayan ama sırada daha yüksek IQ’lü olanlar aynı haberi facebok veya twatterda bulabilirler.

    Mücessem olduğunu ifade eden bu allaha doğal olarak Hıristiyanlar sahip çıktılar. Dünyanın dört bucağında, Necip-Hortlak-Zileli-diğer aydınlığa kavuşmuş materyalist-bilimsel-üretimsel-bolluk gerçekten gerçek dinin yedikçe daha çok yemek isteyen yüksek IQ’lü müminler gibi, salt gözle görüp burunlarıyla kokladıklarına inananlar büyük bir heyecan içindeler. İbrahim Özkurt’un kulakları çınlasın, kuantumcu olduğundan her yerde bir anda olabilen, ki bundan daha büyük bir özgürlük düşünelemez, Necip’in gurusu Caleb Scharf (öz Türkçe, Keleb Sıkıarif, iyi ki Necip veya Hortlak yazmadı bu soyadı) yüzlerce ünlü televizyon kanallarında bu konunun ciddi olduğunu, fasulye falanla ilgisi olmadığını beyan etti.

    Bu haberi, böyle egzotik konulara düşkünlüğü olan bu site müdavimlerine iletmekten dolayı mutluyum.

  240. Yalancı, laf hokkabazı, kapitalist Necip

    ‘Ortada sapacak ya da saptiracak bir konu yok ki. Var olan, sizin bitmek tukenmek bilmeyen yaveleriniz. Az ya da cok ‘kapital’ sahibi olmak kisiyi otomatik olarak ‘kapitalist’ yapmaz. ‘Kapital’inin nasil olduguna, neden ibaret olduguna, ve [daha da onemlisi] onu nasil kullandigina bakmak gerekir. Ornek vermek gerekirse, ‘kapital’i bir toprak parcasindan (arazi ya da arsa) veya bir ya da birkac daireden olusan kisiye ‘kapitalist’ demek abestir. Ayni sekilde, ‘kapital’ini makina ve ekipmana yatirmis birisine de ‘kapitalist’ demek anlamsizdir. Cunku, burada sozkonusu olan ‘kapital’ menkul degildir, bir ticaretin de objesi olamazlar. Ya da, topragi ya da fabrikayi istediginiz anda toptan satamazsaniz, paraya ceviremezseniz, o ‘kapital’ dediginiz sey, esasen, lafta kalir. Maliniz mulkunuz vardir, paraniz yoktur durumlari, yani. Benim acimdan, ‘kapitalist’ diyebilecegim meslekler [ana baslik halinde] bankacilik, tefecilik, doviz bufeciligi ve fon yonetimi gibi, dogrudan dogruya para ticareti yapanlardir. Bunu soyleyerek bu meslekleri tekfir ediyor degilim. Her biri bir ihtiyaca binaen var. Ben, bu mesleklerden birinde degilim, o ayri. Simdi, umarim, anlamissinizdir neden ‘sizin gozunuzde’ diyerek baslamis oldugumu. Sizin gozunuzden bakmak demek dunyanin geri kalan kismini carpik ahlakciliginizla etiketlemek demek, cunku.’

    Laf hokkabazlığını bırak.

    Sırf kendini masum göstermek için, tereyağından kıl çeker gibi kendini çekip ‘kapitalist olMAdığın yalanı’nı yayabileceğini zannediyorsun, gel gör ki, ‘kendi ellerinle yazdığın kelimeler’ yumruk olup suratında patlıyor, dişlerin etrafa saçılıyor.

    Sende utanma, arlanma yok; ‘kapitalist olMAdığın yalanı’nı yutturmak için hâlâ ıkınıyorsun.

    ‘Benim acimdan, ‘kapitalist’ diyebilecegim meslekler…’ Bla bla bla. Laf hokkabazlığındaki maharetini sürekli sergileyip konuyu bulandırmak için ıkınma. Kapitalistler ve kapitalizm, sarı çizmeli Ahmet/Mehmet ağanın-ağaların, birkaç zırtapoz komünist ergenin, ‘kutsal devlet memurluğu’ndan emekli ve saçları fönlü altı adet CHP kadın kolları üyesi teyzenin, iki üç tane zibidi Necip’in ‘bakis acilari’ndan ibaret değil. İş alanlarını/meslekleri sıra sıra yazıp, ve hâttâ mütevazılık taslayıp ‘tekfir etmedigini’ özellikle belirterek, ‘kendi acindan’ üfürdüklerini kapitalist olmakla mimleyip, ‘otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin hırt patronu olman gerçekliği’ni tereyağından kıl çeker gibi çekip, kendini ‘kapitalist değilmiş gibi’ göstermek için ıkınma, gülünç oluyorsun.

    Sen önce, samimi olmayı, ‘beyan’ının arkasında durmayı, ‘kapitalist olduğun’u açık açık söylemeyi öğren, yavelerine sonra devam edersin.

    Isyerim Taksim-Beyoglu veya civarinda degil.

    Gun beyin sitesinde benim gibi birine rastlamak biraz garip olsa gerek, sundan dolayi:
    Kategorize etmek isteyenler icin, ben bir ‘kapitalist’im. Otomotiv sektorunde dogrudan (yerli ve yabanci) ana sanayiye uretim yapan KOBI-irisi sayilabilecek bir sirketin sahiplerinden bir pir-i faniyim. Yonetici kadromuzda villada oturanlar var; ben hala daha dairede oturuyorum. ‘Var-yemez’ diyenler olmustur; sikayetci degilim.

    40 seneyi askin suredir otomotiv sektorunde para kazanan birisi olarak sunu diyebilirim:
    Benim gibi ‘patron kati’nda olmak pek de bir seyi degistirmiyor. Ben de emir alirim, aldim, ben de uc-otuz paraya calisirim, calistim. Turkiye’de hic de seyrek olmayan kriz donemlerinde bunlari fazlasiyla yasadik. Sag olanlarin daha da yasayacaginin garantisi de var.

    Ekonominin, istikrara ihtiyaci var.

    Bazan istikrari bozmak da evla olabilir tabii ki, ama bugun (bu ‘t’ aninda) bunun oyle oldugunu dusunmuyorum.

    Necip
    14 Temmuz 2013
    Yorum numarası: 7

    ‘Paris Komünü ve Esnaf’
    ( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/#comment-19460 )

  241. IQ-Necip'e Müjde!

    Yüksek IQ’lü sizlerin allahı Kara Delik osurm*ş!
    12 Ocak 2018, “Huge black hole blasts out ‘double burp'”
    Sıradan IQ’lü, görüntü sevenlere:’Youtube’da, “New Star Wars Tacticks: Farting.”
    Hortlak, Necip ve Zileli gibi sıradan çıkmayan ama sırada daha yüksek IQ’lü olanlar aynı haberi facebok veya twatterda bulabilirler.

    Mücessem olduğunu ifade eden bu allaha doğal olarak Hıristiyanlar sahip çıktılar. Dünyanın dört bucağında, Necip-Hortlak-Zileli-diğer aydınlığa kavuşmuş materyalist-bilimsel-üretimsel-bolluk gerçekten gerçek dinin yedikçe daha çok yemek isteyen yüksek IQ’lü müminler gibi, salt gözle görüp burunlarıyla kokladıklarına inananlar büyük bir heyecan içindeler. İbrahim Özkurt’un kulakları çınlasın, kuantumcu olduğundan her yerde bir anda olabilen, ki bundan daha büyük bir özgürlük düşünelemez, Necip’in gurusu Caleb Scharf (öz Türkçe, Keleb Sıkıarif, iyi ki Necip veya Hortlak yazmadı bu soyadı) yüzlerce ünlü televizyon kanallarında bu konunun ciddi olduğunu, fasulye falanla ilgisi olmadığını açıklamakta.

    Bu haberi, böyle egzotik konulara düşkünlüğü olan bu site müdavimlerine iletmekten dolayı mutluyum.

  242. Döner sürat wahsi,markslar var burda ha! Hadi host hoşt, kış kış ..

    Şimdi ciddi işler var dünyada sen inine git.orda ölmüş dünyalara yaşa.
    Şu soruları da kendi kendine sor bakalım..
    Neden ben istediğim yerde Fransız şarabını, Alaska balığıyla icmeyim?
    Neden yanina Avustralya dan kivi, Latin Amerika dan patates, Himalaya eteklerinden pirinç pilavı,vsden mahrum kalayım?
    Neden ulaşım araçlarından vazgeçip Küba yi gormeyim, ABD’den haberim bile olmasın? Detroit ini hicbilmeyim?
    İletişim aracından. Olmasın kimseyle gorusmeyim? Yok tel.telofon.telgraf, internet, yok gazete, Yok kitaplar..var ağaçlara resim işaretler??
    Neden ben sağlıktan yararlanma imkanı ndan vazgeçip, aspirin yerine YouTube de var , başarısına Afrikalı çözüm, kafaya Tokat mi atacağız?
    Bir orman yangınında,erken uyarı sistemi, uçaklarla, araçlarla, mücadele yerine venutu dansı mı yapacağım?
    Dünyanın bütün ülkelerin müziklerinden, Opera, klasik müzik lerden vazgeçip tamtam mi dinleyeceğiz?
    Bunları normal birisine anlatigin zaman sana ne tür iltifatda bulunur?
    Sağlık, güvenlik, seyahat, iletişim,refah,ferah olmayan magra yaşamı,ilk an hoş gelebilir de.. tıpkı denize girmek gibi, ısınmak için ateşe elini uzatmak gibi..ama kısa süreliğine…
    İninde bunları sor kendi kendine… önce düşünmeyi öğrenirsin böyle..

  243. “‘kapitalist olMAdığın yalanı’nı yutturmak için”

    Dedim ya: Muhatap ahmak otesi olunca, laf anlatmak zor.

    ‘Kapitalist’ olsam, inkar etmek icin neden ugrasayim?

    Sonucta, ‘kapitalist’ denen meslek, culsuz ahmaklarin butun cemkirmelerine ragmen, sosyoekonomi dedigimiz ekolojide mevcut olan, sosyoekonomik ekolojinin yarattigi bir meslektir.

    Dahasi, ‘kapitalist’ –yani, ‘kapital’ ticareti yapanlar– sosyoekonomik ekolojideki ‘gida zinciri’nin en tepesinde yer alir.

    Baska bir benzetme yapacak olursak, nasil ki ‘insan’ biyolojik ekoljinin ‘gida zinciri’nde en tepededir; ve istedigini yemek hakkini kendinde gorur, ‘kapitalist’ dedigimiz meslek de oyledir.

    Bu onun dogasinda/fitratinda var –olmasaydi, ‘kapitalist’ demezdik zaten.

    Sizin hosunuza gidip gitmedigi de, ahlaki bulup bulmadiginiz da, kimsenin umurunda degil.

    ‘Kapital’e ihtiyac oldugu muddetce, ‘kapitalist’ler olacaktir.

    Dunyanin en eski meslegi kadar da eskidir.

    Sizin dininizde gunah sayiliyor olmasi sizin dininizin sorunudur.

    Sonuc su: Ben ‘kapitalist’ degilim; ama, sizin dininize de mensup degilim.

    Siz, hala daha ayni seyleri kopyala+yapistir ile tekrarlayabilirsiniz.

    Yeni ya da ilginc bir sey soylemediginiz icin, bu konuda daha fazla vakit/byte ziyan edecek degilim.

  244. Necip'in yalan atmaktaki mahareti

    ‘Dedim ya, Muhatap ahmak otesi olunca, laf anlatmak zor. ‘Kapitalist’ olsam, inkar etmek icin neden ugrasayim? Sonucta, ‘kapitalist’ denen meslek, culsuz ahmaklarin butun cemkirmelerine ragmen, sosyoekonomi dedigimiz ekolojide mevcut olan, sosyoekonomik ekolojinin yarattigi bir meslektir. Dahasi, ‘kapitalist’ [yani, ‘kapital’ ticareti yapanlar] sosyoekonomik ekolojideki ‘gida zinciri’nin en tepesinde yer alir. Baska bir benzetme yapacak olursak, nasil ki ‘insan’ biyolojik ekoljinin ‘gida zinciri’nde en tepededir, ve istedigini yemek hakkini kendinde gorur, ‘kapitalist’ dedigimiz meslek de oyledir. Bu onun dogasinda-fitratinda var, olmasaydi ‘kapitalist’ demezdik zaten. Sizin hosunuza gidip gitmedigi de, ahlaki bulup bulmadiginiz da, kimsenin umurunda degil. ‘Kapital’e ihtiyac oldugu muddetce, ‘kapitalist’ler olacaktir. Dunyanin en eski meslegi kadar da eskidir. Sizin dininizde gunah sayiliyor olmasi sizin dininizin sorunudur. Sonuc su, ben ‘kapitalist’ degilim, ama sizin dininize de mensup degilim. Siz, hala daha ayni seyleri kopyala+yapistir ile tekrarlayabilirsiniz. Yeni ya da ilginc bir sey soylemediginiz icin, bu konuda daha fazla vakit-byte ziyan edecek degilim.’

    Hem laf hokkabazısın, hem çirkeflik abidesisin.

    Konuyu bulandırmak için ıkınıyorsun; ‘kapitalist olduğun gerçeği’ni perdelemek için ‘ahlak polisi rolü’ne bürünüyorsun.

    Kapitalist olMAdığın yalanı:

    Son olarak, ‘kapitalist’ miyim?
    Hayir. ‘Kapital’ ticareti yapmiyorum. Hic de yapmadim.
    ‘Kapital’ sahibi olanlara ozel bir hayranligim da yok.

    Necip
    17 Ocak 2018
    Yorum numarası: 229

    ‘Halil İbrahim Özkurt – Kuantum, Toplum-Toplumsallık, İşbirliği ve Geleceğimiz’
    ( http://www.gunzileli.com/2017/12/05/halil-ibrahim-ozkurt-kuantum-toplum-toplumsallik-isbirligi-ve-gelecegimiz/#comment-234978 )

    Kapitalist olduğun gerçeği:

    Isyerim Taksim-Beyoglu veya civarinda degil.

    Gun beyin sitesinde benim gibi birine rastlamak biraz garip olsa gerek, sundan dolayi:
    Kategorize etmek isteyenler icin, ben bir ‘kapitalist’im. Otomotiv sektorunde dogrudan (yerli ve yabanci) ana sanayiye uretim yapan KOBI-irisi sayilabilecek bir sirketin sahiplerinden bir pir-i faniyim. Yonetici kadromuzda villada oturanlar var; ben hala daha dairede oturuyorum. ‘Var-yemez’ diyenler olmustur; sikayetci degilim.

    40 seneyi askin suredir otomotiv sektorunde para kazanan birisi olarak sunu diyebilirim:
    Benim gibi ‘patron kati’nda olmak pek de bir seyi degistirmiyor. Ben de emir alirim, aldim, ben de uc-otuz paraya calisirim, calistim. Turkiye’de hic de seyrek olmayan kriz donemlerinde bunlari fazlasiyla yasadik. Sag olanlarin daha da yasayacaginin garantisi de var.

    Ekonominin, istikrara ihtiyaci var.

    Bazan istikrari bozmak da evla olabilir tabii ki, ama bugun (bu ‘t’ aninda) bunun oyle oldugunu dusunmuyorum.

    Necip
    14 Temmuz 2013
    Yorum numarası: 7

    ‘Paris Komünü ve Esnaf’
    ( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/#comment-19460 )

    Sen önce, samimi olmayı, ‘beyan’ının arkasında durmayı, ‘kapitalist olduğun’u açık açık söylemeyi öğren, yavelerine sonra devam edersin.

  245. Eski Din, Yeni Din ve Necip

    ‘Kapitalist’ olsam, inkar etmek icin neden ugrasayim?
    Eski dinlerde her şey Allah’ın elindeyse günah neden insanda sorusu hayli çene gevşetti, hayli mürekkep akıttı.
    Bakalım Necip’in yeni dini Yüksk Zeka simülasyonu ne buyurmuş?
    [“There is nothing to suggest that truly detailed simulations, in which the agents experience themselves as real and free, are impossible in principle.”]
    “Özen ve son derece ayrıntılı bir simülasyonda, (Necip gibi) varlıkların kendilerini gerçek ve özgür sanmaları, prenipte imkansız değildir.”
    Necip, şirket çalıştıracağına kafanızı çalıştırın, inkar etmen simülasyonda programlanmış, hiç uğraşma farkında olmadan yalan söylüyorsun.
    Eski dinlerde, çene çalma ve mürekkep akıtmalara rağmen, insana özgürlük ve sorumluluk yüklendi. Necip tam köle.

  246. Madem beyan esastir, buyrun size bir cift beyan daha:

    Kategorize etmek isteyenler icin, siz, beni, nasil isterseniz oyle kategorize edebilisiniz.

    Kategorize etmek isteyenler icin, ben, sizin beni nasil kategorize ettigizi hic bir zaman umursamadim.

    Bunlari da muhkem bir sekilde not edeceginize eminim.

    Hayir yani, insanin bir ‘hadis katibi’nin olmasi hos bir sey.

    Herkese nasip olmaz.

    Olmaz da, kara bahtim kem talihim, cika cika, bana da ‘hadis katibi; olarak somsalak biri cikti.

  247. “Özen ve son derece ayrıntılı bir simülasyonda, (Necip gibi) varlıkların kendilerini gerçek ve özgür sanmaları, prenipte imkansız değildir.”

    Bu tercume yanlis. Daha dogrusu berbat.

  248. Beyanının arkasında durmayan biri

    Kategorize etmek isteyenler, beni, “Beyanının arkasında durmayan biri” diye kategorize edebilirler.

  249. Kapitalist Necip'in ıkınmaları

    ‘Madem beyan esastir, buyrun size bir cift beyan daha. Kategorize etmek isteyenler icin, siz, beni, nasil isterseniz oyle kategorize edebilisiniz. Kategorize etmek isteyenler icin, ben, sizin beni nasil kategorize ettigizi hic bir zaman umursamadim. Bunlari da muhkem bir sekilde not edeceginize eminim. Hayir yani, insanin bir ‘hadis katibi’nin olmasi hos bir sey. Herkese nasip olmaz. Olmaz da, kara bahtim kem talihim, cika cika, bana da ‘hadis katibi, olarak somsalak biri cikti.’

    Laf hokkabazlığını bırak.

    Kendi ellerinle ‘kapitalist olduğunu’ beyan etmişsin, şimdi, beyanını inkâr ediyorsun, biteviye cavcav biteviye cavcav biteviye cavcav zibidi: ‘Ben bir ‘kapitalist’im. Otomotiv sektorunde dogrudan (yerli ve yabanci) ana sanayiye uretim yapan KOBI-irisi sayilabilecek bir sirketin sahiplerinden bir pir-i faniyim. 40 seneyi askin suredir otomotiv sektorunde para kazanan birisi olarak sunu diyebilirim: Benim gibi ‘patron kati’nda olmak’ [ Necip & 14 Temmuz 2013 & Yorum numarası: 7 & ‘Paris Komünü ve Esnaf’ & ( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/#comment-19460 ) ]

  250. 242 Hortlak Cenneti

    Bir fark hariç, 242 Hortlak’ın Marksist cenneti, Muhammed’in miraç gecesindeki vardığı Müslüman cennetinin aynısı.
    Fark, Muhammed’in sözettiği bakire kızlar. Tarih boyunca, k*çı sıkı Hortlak ve alim ulema Necip gibi baston yutmuş yobaz sofular bu ayrıntıyı utandırıcı bulup ellerinden geldiği kadar örtbas etmeye çalıştılar.
    Hortlak, her türlü bolluktan sözetmiş ama aynı yobaz ve sofu Müslümanlar gibi seks ve bakire kızlardan söz etmemiş.
    Zavallı Hortlak, bastırılmış cinsel dürtülerini ve bastırılmış cinselliğini bakire Marksizm hayaliyle boşalmada bulmuş.
    Not: Evcil Hortlak’ın asıl bastırdığı taptığı medeni-modern Allah’tan korkusu ama …

  251. Necip Farkında Olmadan Ikınıyor

    “Bu tercume yanlis. Daha dogrusu berbat.”
    Daha doğrusu berbat olacaksa zahmet edip tercüme etmeyin, bırakın İngilizce kalsın.
    Yalancılığınız Simülasyon’da yazılı, çareniz yok.
    Bakınız, “249 Kapitalist Necip’in ıkınmaları”, farkında olmadan yalan söylediğinizi bir daha ifşa etti.

  252. “Daha doğrusu berbat olacaksa zahmet edip tercüme etmeyin, bırakın İngilizce kalsın.”

    Oyle yaptim zaten.

    Seyrek de olsa, ‘birak cahil kalsin’ dedigim de oluyor.

    Oluyor, cunku ‘sokma akil’la bir yere varacaginiz yok; o belli.

  253. Kizlardan niye bahsedeyim?..
    Onlari paylasmam..
    Papasi ateizme ikna edebilnecegine inanirimda seni taskafali dininden hic degil..
    Gecmisi yasayanlar gelecegi yasayanlar gelecegi yasayanlarDan daha hastadir..

  254. Hortlak her şeyden önce kadınların özgür iradelerine değinmeliydi.

    Öteki taraftaki bu “huri”ler kimdir, eğer verilecekleri erkekleri istemiyorum derlerse ne olacak? “Bu taraftaki” cariyeler gibi zorla mı olacak?

    İslam inancının açmazlarından.

    Unutmadan, kimdirler diye bakarken şöyle bir şeye denk gelmiştim bir keresinde;

    “Ancak herhalükarda bunlar, cin, peri vs. gibi yaratıklar olmayacaklardır. Çünkü insan başka bir cins ile ilişki kuramaz. Muhtemelen küçükken vefat eden kız çocukları, ebeveyni Cennet ehlinden değilse eğer, onlarla beraber olmayacağı için, huri olarak Cennet ehline verileceklerdir.”
    TEFHİMÜ-L KUR’AN’DAN
    Rahmân Suresi 72. Ayet ve Tefsiri
    http://www.kuranmeali.com/tefsir.asp?sureno=55&ayet=72

  255. Marksist Hortlak'ın Özel Mülkiyeti:Kızlar

    Bu adam kadar yobaz ve sofu bir dinci bulmak zor.
    Alamanca’da Merkel’e danışmanlık yapmak girişiminde kıçına atılan tekmeyi unutmuş: geldiği ülkeden getirdiği bakirelik saplantısı ve seks sapıklığı. Şimdi de bu hödükler hödüğü, farkında bile olmadan, Marksist maskesini takmayı unutmuş. Kızları, özel mülkiyet ve başkalarıyla paylaşılmaz seks köleleri gördüğünü gururla açıklamış.
    Seni pislik çamuruna batırmışlar Hortlak, boşuna çırpınma, battıkça batıyorsun. Seni daha önce uyardık ama kafan çok kalın. Seninle kedi fareyle oynar gibi oynanıyor, gülünçlük sınırını bile aştın, trajik oldun.

    Bak şu zavallı sofu yobazın düştüğü diğer bir tuzağa, diğer bir bataklığa:
    ” Gecmisi yasayanlar gelecegi yasayanlar gelecegi yasayanlarDan daha hastadir..”
    Sen geleceği fala bakarak mı, Necip gibi bilimsel Allah’tan sesler işiterek mi biliyorsun, Hortlak-Necip ikiz?
    Seni enayilikte rekor kıracak kadar şaşırtmışlar. Geçmişi yaşayan geçmişe dönmenin imkansızlığını bilir ama senin kadar andaval olmadığından kendimizi tanımak için geçmişe bakmadan yararlanır.
    Sen şimdi yaşadığın hayatı, kızlar la seks hariç, gelecekle karıştırıp duruyorsun. Farkında olmadan ileriyi elinde tutanlara dalkavukluk yapıyor, onları övüyor ve seni unutmamaları için dua ediyorsun, yalvarıyorsun.
    Beynine bir baktır, Almanca Hortlak! Sen uluslarda ve kişilerde geçmişi hatırlama geleneksel özel günleri bile düşünmeden, aynı Necip gibi, sidik yarışına balıklama dalmışsın.

  256. Necip Meğer Kapitalistmiş

    Necip’in yalanını hatırlatanlar haklıymış.
    Kapitalistler, yoksullara, kapitalizme ve iktidara karşı olanlara bu düzenin doğal ve normal olduklarını yıllardır anlatıyorlar. Ama salaklar bakire, hakiki hakikati bir türlü görmüyorlar. Nihayet, kapitalistler ve özellikle alçakta kapitalist Necip, sokma akılla bu hakiki hakikate veya Necip diliyle bakire hakikate varılmayacağını anlar ‘birak cahil kalsin’ hikmetine varırlar.
    Bilgiçlik gösterisi içinde debelenen tumturaklı Necip sidik yarışı heyecanıyla kendine hiç yakışmayan bir pot kırar, epistemolojiyle ontolojiyi karıştırır.
    Enayiler enayisi Necip, karşı tarafın söylem değil başka bir şey istediklerini anlamaz.
    Bu defa da, karşı olanlar, “bu kadar salak bir insan, sokma akılla bir yere varmaz, ‘birak cahil kalsin’” derler.

  257. Hortlak’ın cennetinde daha çok seçenek var.

    Muhammed’in zamanında mevcut olmayan bugünkü bütün bu kıyafetleri, ayakkabıları, şortları, mini etekleri vesaireleri, bunların dışında makyajları, güneş gözlükleri, ve hatta normal numaralı gözlükleri bile bazı kızları doğal hallerinden daha çekici yapmıyor mu?

    Arada değişiklik isteyince onları yine doğal kılıklarına sokabiliriz de. Doğaya veya geçmişe dönmemize gerek yok.

    Numaralı gözlüklerden sözetmişken, bunu bulamayan vahşileri konuşmaya sıra gelmedi bu arada.

    Doğal hayatta herkesin gözü de sağlıklı ve doğal olduğundan buna ihtiyaç yok muydu acep?

  258. Muhammed’in zamanında Asyalı-Beyaz, Kızılderili-Beyaz, ve hatta Zenci-Beyaz melezi olan bütün bu güzel kadınlar da pek yoktu sanki değil mi? Bunu da unutmamalı bu arada.

    Yalnız Muhammed’in cennetinde böyle melez huriler var mıdır onu bilmiyoruz tabii.

  259. Hortlak ve Necip Aynı mı?

    Her ikisi de gösteriş için yabancı dil klavye kullanırlar.
    Her ikisi de kafaya bakirelik takmışlar: Hortlak bakire Marksizm peşinde, Necip bakire el değmemiş hakiki hakikat peşinde.
    Her ikisi de çok dinci ve gaipten sesler duyarlar: Hortlak, Kıyamet günü yerine Cennet günü haberleri işitir; Necip, Internet dedikodusundan Yüksek Zeka Simülasyonu, Kara Delik’ten Sızan Işıklar, Doğa Yasaları Denklemleri gibi bilimsel haberler işitir. Her ikisi de ileriye dönükler. Hortlak, ilerde, huriler-bakire kızlar da dahil, bolluk görür; Necip, ölümsüz süper insan, bir çeşit Allah olmak görür.
    Her ikisi de aynı dinciler gibi ne olur ne olmaz, belki bilimsel hacı-hoca-imamlar haklı çıkar, reklamını yaptıkları gelecek gerçekleşir diye modern, bu dünya, laik dinin müminleri olmuşlar. Daha doğrusu, reklamı yapılan geleceği asıl yapmayı becerebileceklerini iddia edenlere yaltakçılık ederler.
    Her ikisi de büyük bilgeler gibi büyük laflarla büyük dünya sorunlarını inceleyen, uslu, terbiyeli, evcil vatandaş.
    Her ikisi de saçmalıklarıyla alay edenin tuzağına düşer dururlar.

  260. 257 Anonim Aceleden Maskesini Takmadan Konuşmuş

    257 Anonim Aceleden Maskesini Takmadan Konuşmuş

    “Arada değişiklik isteyince onları (yani kadınları) yine doğal kılıklarına sokabiliriz de.”

    Bu herif sadece tüketiciliğin diğer bir adı olan “seçenekler bolluğu” b*kunda debelendiğini sergilemekle hep geriden takip eden bir Türk maymun olduğunu farkında olmadan ve utanmadan ifşa etmeyle kalmamış. Kadınları ne kadar alçak, iradesiz seks oyuncakları gördüğünü de açık açık söylemiş.

    Galiba bu sitede, katkı yapan bir kadın yok. Galiba bu site, uzun kamışlı, sert, pala bıyıklı Türk Erkekler Kulübü (TEK). Her halükarda, bu azılı anarşistler sitesinde bu herif gibi olmayanları bir eldeki parmaklarla sayabiliriz. Geri kalan alçakları köşeye sıkıştırıp asıl kim olduklarını söyletmek fena olmuyor.

    Bu adi lağım mahlukuna uygun bir fıkra:
    – Ampul değiştirmek için kaç tane böyle adi erkek lazım?
    – Bir tane. Adi herif ampulü tutar, dünya etrafında döner.

  261. Zavallı vahşi oltaya gelmiş. Kendisiyle nasıl oynandığının farkında değil.

  262. 258 Anonim’e Bir Öneri
    Cennete gidip melez hurilerin varlığını/yokluğunu tespit ediniz. Bu girişiminizde size hem dinci bilimsel Erdoğan destek olur hem de bu sitede dolup taşan gerçekten bilimsel laik sağ/sol devrimciler.
    Bu arada seks açlığınızı göz ve hayalle tatmin edeceğinize bilimsel, laik, gerçekten doyurursunuz.
    Sayın televizyon+okul+İnternet evladı 258 Anonim, sosyal medyanızda mutlaka duymuşunzdur, size benzer ama çok daha cin biri ‘Erkekler Seks Düşünmediğinde Ne Düşünür’ adlı 600 boş sayfa bir kitap yazdı, köşeyi döndü. Bence siz, düşük de olsa, zekanızı bu cennete gitme işinde çalıştırın. Suriye’ye saldırmada gönüllü asker olmanız cennete gitmenin en çabuk ve kısa yolu

  263. Hân-ı Yağma

    Öfkelenin vahşiler öfkelenin, bu hân-ı iştihâ sizin,
    Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar öfkelenin!

    “Erdoğan: Tıksırıncaya kadar içiyorlar

    Başbakan Tayyip Erdoğan, hükümetinin 8 yıldır hiçbir özgürlüğü kısıtlamadığını belirterek, “Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar” dedi….”

    Bak şu modernlere! Hiçbir özgürlükleri kısıtlanmadığı halde hükümetten şikayetçiler!

  264. Hân-ı Yağma

    Vahşi aşağıdaki habere baksın;

    “Şehit Cumhuriyet Başsavcısı Uzun’un adı bombanın üzerine yazıldı”
    http://www.hurriyet.com.tr/sehit-cumhuriyet-bassavcisi-uzunun-adi-bombani-40724127

    Mastürbasyon dediğin böyle olur!

    Bu sitedeki muhaliflerle uğraşacağına biraz da iktidarın boşalmalarına laf atsana!

  265. ‘Suriye’ye saldırmada gönüllü asker olmanız cennete gitmenin en çabuk ve kısa yolu’

    *

    Bu sayfadaki hakiki anarşist sayın Pipsqueak’tir.

    Gün Zileli’yle geçmişte bir muhabbetleri olduğundan, Zileli’ye ‘takılmaktan’ kendini alıkoyamıyor.

    Necip gibi bir şarlatanın fesatlığını daima ifşa ediyor. Necip, Af(e)rin operasyonuna katılmaya hazır, lideri Erdoğan’dan işaret bekliyor. Sayın Pipsqueak, iktidarların düzenbazlıklarını bir bir anlatırken, Necip gibi saldırgan gönüllü askerler yerinde duramıyor, hoplayıp zıplayıp sayın Pipsqueak’in deneyimlerini çökertebileceklerini sanıyor.

    Bu hayatı sayın Pipsqueak gibi insanlar güzelleştirecek, Necip gibi fesatlar eriyip kaybolacak…

  266. pabuçsuz anarşist muhterem vahşi

    Pabucumun anarşisti pabuçsuz vahşi.
    Hakiki vahşi olan pabuçsuzlar kadar bile anarşist değil.
    Gücü anca anarşistlere karşı anarşistlik yapmaya yetiyor.
    Gitsin iktidara karşı anarşistlik yapsın.
    Hatta ona gerek yok, burada bir-iki iktidar karşıtı kelam etsin.
    Ama yok tabii, buradaki herkes birer RTE fakat en hakiki iktidar karşıtı kendisidir.
    Kendisi öyle diyor.
    Biz de yedik.

  267. Necip Bey’e desek ki;

    “İktidar veya kapitalizm karşıtlarına eleştirileriniz önemli. Ne de olsa her şey ve herkes eleştirilebilmelidir. Sadece iktidar/kapitalizm ve temsilcileri değil, karşıtları da.

    Fakat bu değerli görüş ve eleştirilerinizi neden onların karşıtları değil de kendileri söz konusu olunca pek göremiyoruz?”

    Acaba şöyle bir cevap mı verir?

    “Burada iktidar veya kapitalizm dediğimiz olgunun doğal bir şekilde geliştiğini, onu bir ideoloji gibi görüp karşıt bir ideoloji ile savaş açarak ortadan kaldırmaya çalışmanın beyhudeliğini anlatmaya çalışıyorum.

    Hem benim burada veya başka yerlerde iktidarı veya kapitalistleri eleştirmem onları ikna edip düşüncelerini değiştirerek bir değişikliğe yol açmayacaksa neden eleştireyim ki?”

    Eğer böyle düşünüyor ise o zaman kendisine şöyle sorabilir miyiz?

    “Peki iktidar karşıtlığı veya anti-kapitalizm dediğimiz olgu da doğal bir şekilde gelişiyor ise sizin yaptığınız da iktidar karşıtlığı veya anti-kapitalizm ideolojilerine karşıt bir ideolojiyle savaş açmak değil midir?

    Hem sizin burada veya başka yerlerde iktidar karşıtlarını veya anti-kapitalistleri eleştirmeniz onları ikna edip düşüncelerini değiştirerek bir değişikliğe yol açmayacaksa neden eleştiresiniz ki?”

  268. 263-264 Hân-ı Yağma, Bolluğu Yağma
    Vahşi, Nuh zamanı fosili. O zamandan kalma muhaliflik masallarınızla dalga geçmesi doğal. Çok yaşamış, çok görmüş, çok duymuş. Az çok Benjamin.

    “Bak şu modernlere! Hiçbir özgürlükleri kısıtlanmadığı halde hükümetten şikayetçiler!” zart zurtunu görür, en “özgür” ülkelerden biri olan İngiltere’nin Bolşevik Rusya’dan pek farklı olmadığı girişin kitaba eklenmediğini hatırlar ve “Affet şu uykuda gezer modern özgürü Allah’ım! Affet şu ‘it ürür kervan yürür’ atasözünü bile bilmeyen enayiyi Allah’ım!” der.

    “Hân-ı Yağma” zart zurtunu görür, bu sitedeki muhaliflerin “Bolluk iyi, Vahşilik kötü” milli marşını hatırlar ve “Affet şu bolluk içinde daha çok bolluk isteyen ‘süpermarket-i yağma’ adlı enayiyi Allah’ım!” , “Affet şu yüzü aşkın yıl önce ‘iktidar, modernler üzerine kılıçla yüz binlerce iştah asar’ yazısını okumamış evcil andavalı, Allah’ım!” der.

    ” Bu sitedeki muhaliflerle uğraşacağına biraz da iktidarın boşalmalarına laf atsana!” zart zurtunu görür. On bin yıldır kansere benzer iktidarın ne b*ktan bir hastalık olduğunu görmemek için “Hân-ı Yağma”dan bile daha ibiş olmalı ama iktidara karşı olanların ne b*k olduğunu görmenin zor olduğunu bilir.

  269. Vahşi aşağıdaki habere baksın;
    “Şehit Cumhuriyet Başsavcısı Uzun’un adı bombanın üzerine yazıldı”

    Vahşiyle yukarıdakini yazanın farkı.

    Erdoğan, dünya düzeni, savaş, iktidar ve en son Suriye’ye saldırıyı destekleyen ve savunanlar “Şehit Cumhuriyet Başsavcısı Uzun’un adı bombanın üzerine yazıldı” haberini görünce zevkten dört köşe olurlar.

    Bu sitede dolup taşanlar ve en son buluşların rüya aleminde zevkten dört köşe olanlar, maşallah, her şeyi bilirler ama yine de bir sunuş fena olmaz.
    Bilgisayar yapay dil kullanır. Art arda gelen sembollerin “anlaşılması” için doğal dil gibi dilbilgisi kurallarına uygun olması gerekir. Ben, bu dilbilgisini öğrettim ve hatta binlerce program yazdım.
    Ne var ki, tek bir örnek verirsem, ‘bitcoin’ alış verişinde maymunları hoplatıp zıplatan “şifre” sökme becerisinde kullanılan bir çeşit ‘Reverse engineering’de kullanılan sözcükleri bile anlamam. Bunda bir gizem yok.
    Vahşiliğe karşı sitede bini bir para ırkçılar böyle bir bilgiye varmayı insanlığın vardığı en yüksek başarılardan biri olarak görür, ağızları sulanır. Bu gizeme varmak isterler, bu modern laik dinciler, bu güç-taparlar.
    Kuantum fizik içinde doğmuş yoğrulmuş genç fizikçiler klasik fiziği anlamada zorluk çekerler. Bunda da bir gizem yok.
    Vahşiliğe karşı sitede bini bir para “anlamazsan derin olmalı” masalıyla uykuda gezenler kuantum fiziğinden akıl almaz yorumlar çıkarırlar. Gizem yaratıcılığı yaparlar. Göz kamaştırırlar. Kuantum bilgisi ağızlarını sulandırır bu güç-taparların.
    Hatta bazıları eski/yeni Marksist.
    Doğayı nesne gören ustaları Marks’ın bile Demokritos yerine atomlara “özgürlük” tanıyan Epikür’ü seçmesini bile bilmez bu azılı devrimci maymunlar.
    Bu sitede yazı yazanların %95’inde fazlasının Kuran-ı Kerim’i, ucuz reklamcıların ‘En son, En iyi’ kitabı.
    Bir örnek daha:
    Salt en son ve en son ıvır zıvırla yapılan benzetmenin şık adı, ‘Simulation’ gizem uykusuna dalmış diğer bir şapşal, yapılan benzetmenin amacı değil, matematiksel kompleksliğinin ağız sulandırması etkisi altında zırvalar durur. Her deney gibi benzeterek aslının nasıl olduğunu anlamaya çalıştığını bile kabul etmez bu güç-tapar laik bilim mümini.

    Bu silik, gurursuz, yerlerde sürünen ırkçı muhalifler utanmadan vahşiye kendilerinin aynısı ama rakipleri olanların adreslerini yollar.
    Modern özgürlük = Oyunu oynar ama hile yaparsan, affedilirsin. Oynamazsan, muhalif köpekler bile sana saldırırlar.

    Bu sözüm ona otorite muhalifleri gelmiş geçmiş en güçlü otorite modern bilim-teknolojisi önünde günde beş defa değil gün boyunca domalırlar ama eski dinlerde bile felek, kader, alın yazısı, “destin” gibi allahların bile karşı gelemediklerini dolaylı kabulünü bile bilmez bu modern bilim-teknoloji güce-tapan hilkat garibesi çirkin ruhlu mahluklar.
    Sarışın mavi gözlü allahlarının allahları ne demiş?
    Güce, baş eğerek başa çıkarsın! İşte sana modern özgürlük!

  270. Vahşi'ye bir soru

    Neden vahşilerin kullanmadığı araçlarla düşüncelerinizi ifade ediyorsunuz? Yoksa siz bir vahşi değil misiniz?

    Daha önce soran olduysa kusura bakmayın. Cevabınızı göremedim de.

    Eh, herkesin aklına aynı sorunun gelmesi doğal. Kusura bakmazsınız artık.

  271. “Gücü anca anarşistlere karşı anarşistlik yapmaya yetiyor.”

    Vahşi anarşist değil. Sadece, vahşileri küçük gören siz analşitlerin aslında ırkçı, faşist, aklınız sıra iktidara karşı, iktidar ruhlu tiksindirici mahluklar olduğunuzu hatırlatıyor, hepsi o kadar.

  272. 270'e "Cevap"

    Bana karşı yapılan saldırılarda en fazla bu soru soruluyor. Irkçılıklarını yüzlerine tükürmemden gocunanlardan başka bir soru da beklenmez zaten.

    Hayır vahşi değilim. Hiçbir zaman olmaya heves de etmedim.

    En başta gelen neden, kendimi kandırmak istemeyişim. Siz ırkçılar aynaya baktığınızda kendinizi değil, maskenizi görüyorsunuz. Sorudaki sözcükler ırkçılığınızı bir daha kanıtlıyor.

    Daha önce de söylemiştim: Alçak ve faşist ruhlu ırkçılara farkında olmadan kim olduklarını söyletmem bana zevk veriyor.

  273. Vahşi geri zekalı, yeteneksiz ve cahil, bu kesin. Ama, Hotlak-Necip ikizini klavye değiştirmeye mecbur etmeyi başardığını inkar edemeyiz.

  274. “Vahşi” kendi hayal aleminde yaşayan zavallı bir çocuk.

  275. 272 itirafçı değil iftiracı

    Kendisi, “Tamam, beni köşeye sıkıştırdığınızı, sizler gibi bir medeni olduğumu kabul ediyorum. Ama ben en azından pislik olduğumu inkar etmiyorum sizin gibi. Kabul, ben de pisliğim ama siz de pisliksiniz!” diyen bir “itirafçı” olduğunu sanıyor.

    Fakat yalan söylüyor. Burada pislik olan biri varsa yalnız kendisidir. Başkalarına iftira atarak kendi pisliğini bulaştırmaya çalışıyor.

  276. Zavallı deli ve cahil 273 kendi uydurduğuna inanıyor.

  277. Dünyanın bütün kanalizasyonları bu herifin b.k çukuru beyninin yanında çok temiz kalır. Dünyanın bütün tımarhanelerindeki zır deliler de Einstein.

  278. Claudius Neidiubelirsus

    Bir “itirafçı” olsaydım en ufak bir tereddüt ve pişmanlık duymadan ihbar edeceğim tek kişi bu tımarhanelik zır deli olurdu.

    Çünkü bu herif – başka herkesi geçelim – kendisini bile satar. Çünkü o kendisinin bile ne olduğunu bilmeyen bir neidiğü belirsiz.

  279. Bir yazardan alıntı: “Kitabım bir şeye yaramadı denilemez. Bütün birbirlerini yiyen muhalif köpekleri birleştirip bir ağızdan havlattı!”
    Bu sitede yazanlarda klasik sol/sağ devrimci zart zurtlarını tekrarlamada çok ortak noktalar var ama bir tanesi gerçekten sonu gelmez işletme madeni: kelimeleri harfi harfine anlamak, kelimenin eleştirici düşünürler arasında kullanışını bilmemek.
    ‘Vahşi’ ve ‘çıplak vahşi’ yerinde misaller.
    Bir zamanlar ırkçılık aynı bu sitedekiler gibi gururla sergilenirdi. Irkçılar dillerini değiştirdiler ama ırkçı düşüncelerini, aynı bu sitedekiler gibi, değiştirmediler.

    Bu sitedeki ırkçı lağım mahlukları gibi aynı şeyi kibar dillerle söyleyenlerle alay etmek isteyen eleştirici düşünürler eski terimleri olduğu gibi kullanmaya devam ettiler. İşte hepinizin ne kadar alçak ruhlu ırkçılar, ne kadar kara cahiller olduğunuzu nasıl tespit ettiğimin itirafı.

    Hatta benim en çok sevdiğim ve çok daha derinden alay eden bir düşünür, “evet bu ilkeller aynı farz edildiği gibi hayvanlara benzerler: yer, içer, sı*ar, seks yaparlar” dedi.
    Kudurun evcil köpekler!
    Trump’tan tut Erdoğan’a kadar sözüm ona deliler – benzeri şeyler Hitler için de söylenmişti- boynunuza tasma takmışlar, hayatından memnun evcil köpeklere daha çok metalar gösterip kudurtuyorlar.

  280. 275 272 itirafçı değil iftiracı
    Bu Türk dahi, “275 272 itirafçı değil iftiracı”, paha biçilmez beynini ücret köleliği hapishanesinde harcayacağına, hapishanedeki bir mahpusun hapishaneden nefret etmesinde mantık hataları bulmuş:
    Mahpus, mahpustur. Bunu inkar eden çelişkiye düşer.
    Mahpus hapishaneyi sevmiyorsa, diğer mahpuslar da sevmiyor diyemez. Tüme varış hatası.
    Bu yüksek IQ’lü lügat mühendisi dahi devam eder: “iktidarı ele geçirmeye çalışan muhalif partilerle iktidardaki parti aynı” lafına inek trene bakar gibi bakar ve Arşimet gibi ‘buldum!’, ‘buldum’ , ‘muhalif ≠iktidar!’, ‘aynı olamaz’ diyerek koşar.
    Bu ücret kölesi Türk dahi, isim tamamlayıcı sıfatlarla avunur: “Biz, solcu/sağcı/devrimci muhalifler gerçek muhalifleriz!” diye öter.

  281. 277 Anonim ve Einstein
    Pavlov köpekleri gibi ağzı Einstein adını düşününce sulanan bir muhalif köle daha.
    Ulan ibiş, Einstein’a dahi ama adına hiç bir zaman entelektüel sıfatı eklenmediğini hiç düşünmedin mi? Bak karşı geldiğiniz iktidar düşünce sizi ne hale sokmuş. Düşünürle iktidar düşüncenin süt ineğini bile ayırt edemiyorsunuz.

  282. Wahsi kendi dünyasında yaşıyor.
    Dünyada hiçbir şey onu ilgilendirmez.
    O ilkel toplumların neden zulme uğradığı düşünür durur..onun için başka haksızlık yok..tekderdi o..
    Dünyaya isyanı bundan.nefretide.

    Bu doğruyu sanki sadece Kendi biliyor..
    Bilmeyen yok.delidogan ABD nin Kızılderililerin kültürel hakkını savunur.. Kendi ülkesinde dev bir dünya kültürü olan Kürtlerin kültürünü yoksaysada..

    Gorbacova sscb nin en büyük hatası halklarin kendisine göre yaşam anlamlarını hiçe sayması, değiştirmeye kalmasıdır.der

    Modernleşme de çin tarihi de eşi benzeri olmayan ilerleme sağladığını biliriz.bugun dünyada her iki binadan biri Çin’de inşa ediliyor.
    ???? yıllık ABD nin kullandığı beton Çin’de 2 senede harcanıyor..
    Çin’in modern görüntüsü için Çinliler ilkel gördükleri çadırda yaşayanlar için güzel evler yaparlar çadırların yanlarına..
    Bakarlar,denerler çadırlarına dönerler..evleri boş yada depo gibi bir şey için kullanılır..
    Çinliler zorlama yapmıyorlar..
    Bu doğruları , meseleleri sadece Bizim wahsi biliyor.. başka meselede yoktur onun için..
    Yanında deprem olsa, yangın çıksa, dünya savaşı çıksa onun derdi niye kizildererelilere baskı yapildiydi..

    Takıntısı büyük.. Kürt meselesi ıvır zıvır dir onun için..kimseyide dinlemez.okumaz.anlamaz..bu yazdigimida..

  283. Bir soru

    Sanırım Necip Bey de aynısını sorabilirdi.

    Kapitalist ABD ve Batı Avrupa ülkelerindeki düzen mi, anti-kapitalist Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ndeki düzen mi insan doğasına / fıtratına daha uygundur veya daha aykırıdır?

    Yahut, “kapitalizm”den ziyade Kemalist Balkan / Vehhabi Suudi / Şii Molla oligarşilerinin düzeninin geçerli olduğu T.C. / S.Arabistan / İran İslam Cumhuriyeti mi örneğin?

    Stalin(izm) de ilk akla gelen örneklerden ama birçok kişi bunu konuşmaktan bıkmış olabilir diye değinmiyorum.

  284. 265 Anonim Necip

    Necip-Suriye-İktidar Bağları.

    “Necip, Af(e)rin operasyonuna katılmaya hazır, lideri Erdoğan’dan işaret bekliyor.”
    Bunu yazan arkadaş haklı ve dediği doğru ama Yüksek Zekalı, Türk Think Tank olma hevesi içinde yanıp tutuşan IQ-Necip’in güdüsü açıklanmamış. Bunu ben yapacağım. Kısaca.

    Tüccar-makine teknisyeni IQ-Necip, think tank olmada ilk adımını atar: İktidar ne? Nasıl başladı? Falan filan. Lügat biti dahi Necip, İngilizce lügatle başlar Latince lügatle işin sırrına varır: Madde bile anne demek!
    Salt tellerden oluşan teknisyen beyninde elektrik yanar yanar, söner: Madde olduğundan beri (insan sayılmaz Savannah’ta seks yapmadan tek başına gezenler hariç) İktidar olmuş ve madde olduğu müddetçe İktidar olacaktır!
    IQ-Necip’e göre, meyve veren anne ağaç, Necip gibi yatağa gitmez ama seksle meyve doğurur. Ağaç, “Ağaç yoksa, meyve de yok” İktidar’ı kurar. Evren başlangıcındaki var olan atom altı parçacıklar (cici bici kuantumun cici bici solcularının kulağı çınlasın) bile birleşerek çoluk çocuk yapmışlar: atom, elemanlar, molekül, sen, ben falan filan.
    Yahu bunun, IQ-Necip’in Suriye savaşına katılmaya can atmasıyla alakası ne?
    Çok basit. Türkiye’deki Suriyeliler tek başlarına gezmiyorlar ama İKTİDARSIZ, yani devletsiz.

    [Aynı diğer bir Yüksek Zekalı Hortlak’ın Alamancasındaki ‘gastarbeiter’lar, açık-hava hapishanesindeki Filistinliler, Rohingya, Türkiye ve yüzlerce diğer ulus-devletlerde yaşayan veya dışarı sürülen azınlıklar gibi ama galiba o başka bir konu.]

    IQ-Necip, savaşın bir an önce bitmesini ve Suriyelilerin İKTİDAR’A kavuşmasını istediği için bu savaşa gönüllü. Yani o ünlü ÇIKAR’I için.

    Kesip yapıştırma solcu/sağcı devrimci yalnızlar kalabalığının azabına uğramamak için kısa kesiyorum. Bilge, alim, dahi, yüksek IQ’lülerden oluşan yalnızlar kalabalığıyla dalaşmaya hiç gönlüm yok.

  285. Einstein a profesörlük verilir.
    İsmi unvanindan büyük olduğundan pek zikredilmez.
    Dünyanın delillerini toplasan Einstein..diyen arkadaş güzel konuşmuş..

  286. Hortlak = Einstein
    Her ikisi işe yarar enayi; her ikisi dahi.

  287. Sayın ‘278 Claudius Neidiubelirsus’
    “Çünkü bu herif – başka HERKESİ geçelim – kendisini bile satar. Çünkü o KENDİSİNİN BİLE NE OLDUĞUNU BİLMEYEN bir neidiğü belirsiz.”
    HERKES kimler?
    Yoksa, sadece siz ve bu sitedeki ırkçı ve bolluk dini devrimcileri mi?
    Kimliği, TC kimliği vatandaşı+ücret kölesi olan siz basit insanların ne olduğunu bilmeniz beni şaşırtmıyor. Asil ruhlulara, “sen nesin?” sorulduğunda, “Hangi ben?” der.

    Bu sitedekiler televizyon+okuldan doğdukları için arada bir biraz bilgi verip uyudukları taş uykusundan uyandırmak fena olmuyor.

    Sizler gibi vatandaşlık kimliği taşımayan, ücret kölesi olmayan ilkeller 15-20 benli. Türklük vitrinlerini süsleyen Yunus, “beni bende deme bende değilim” demiş.
    Not: Sayın televizyon+okul fırlaması, Yunus balık değil, şair.
    Hatta bazı ilkeller oldukları ‘ne’yi sevmezlerse merasimle ölür yeniden doğardı.

    Şaka ediyorum. Sizlerin “TC vatandaşlık+Ücret Köle” tek ‘ne’li dışında, özellikle süpermarketlerde, siz orta sınıflıların ‘çok-ne’li özgür tüketiciler olduğunuz çoktan biliniyor.
    Reklam afişlerine baksanız bile sizlerin de sayısız ‘ne’ler olduğunuzu görürdünüz. Bir reklam: “İçeri gelin, yapacağımız makyajla asıl ‘ne’yinize kavuşun!”

    En sevdiğim filozoflardan biri 2600 yıl önce, “mükemmel kral halkın karnını doyurur, beyinlerini boşaltır” demişti. Ben buna hâlâ inanıyorum ama, siz, sayın Fatuus-Modernasskissus, beni tiksindiriyorsunuz. Neden?

  288. Hortlak ve Einstein
    Her ikisi işe yarar enayi; her ikisi dahiler dahisi.

  289. Sayın Hortlak’a Sorular ve Fikirler.
    Konu: BAKİRE Marksizm dininiz ve paylaşmak istemediğiniz kişisel özel mülkiyetiniz BAKİRE kız seks köleleri huriler hareminiz.
    Cevaplarınızda diyalektik veya klasik mantık kullanabilirsiniz.

    Bakire kız seks köleleri huriler hareminiz idealiniz mi? Bu, İDEALİST FELSEFEYE kayma olmuyor mu?
    Yok eğer değilse, ÜST YAPININ yarattığı seks açlığı içinde kıvranan sizin gibi koca kamışlı erkeklerin fantezisi, yaratıcı edebiyat veya sanat eseri mi?
    Eğer o da değilse, huriler gibi el değmemiş bakire Marksist materyalist asıl ve saf dünyada gerçekten var olan ama sakladığınız bir harem mi? Yoldaş Hortlak, Bakire Marksizm bakireliğini böyle kaybetti. Ele geçenler eşit paylaşılmadı!
    Yoldaş Hortlak, Çin konusunda da sinirlenerek gazete-haber satış uzmanlığınızı unutmuşsunuz. Dediklerinizi okuyanlar “bak, şu ucube Marksist Hortlak ne demiş?” demeyecekler; “Marksistler enayi dümbeleği olmuş!” diyecekler. Çin’in çoktan Marks’ın bir b*ka yaramadığına uyandığını bilmemeniz çok ayıp. Artık Çin, Marksizm değil, Konfüçyüsçülük mantosunu giydi.
    Benzeri bir İLERLEME’yi bu sitede bile görebilirsiniz, sayın Hortlak. Türkiye gibi geri kalmış bir ülkede bile, solcular, Marksizm’in bir b*ka yaramadığına uyanıp, DEV TÜRK-MÜSLÜMAN-KÜRT, yani DÜNYA KÜLTÜRÜ falan filan etkisi altında, daha henüz el değmemiş BAKİRE ANARŞİST ideolojiye sarılıyorlar, yoldaş Hortlak.

  290. Bakire Marksist Hortlak Neler Ötmüş:
    Bakire Marksist Hortlak’ın Şantaj Dolu Buyuruları

    ” Wahsi kendi dünyasında yaşıyor.”
    – Yani bir parti üyesi değil. Yani koyun değil.

    “Dünyada hiçbir şey onu ilgilendirmez.”
    – Biz bolluk dini müminleri ırkçı faşistler = Dünya

    ” O ilkel toplumların neden zulme uğradığı düşünür durur..onun için başka haksızlık yok..tekderdi o..”
    – O, basın özgürlüğünden yararlanıp biz gazeteciler gibi ormanı görmediği için ağaçlar arasında kaybolmamış. Onun için sadece biz faşist ve ırkçıların zırvalamaları var. Pisliğimiz tek derdi. Az ve özle yetiniyor.

    ” Dünyaya isyanı bundan.nefretide.”
    – Biz bolluk dini müminlerine karşı isyanı ve nefreti = dünyaya karşı isyanı ve nefreti.
    Sanırım kendilerini dünya yerine koyanlar megalomanlar, daha doğrusu totaliterler.

    “Bu doğruyu sanki sadece Kendi biliyor..”
    – Zavallı Hortlak diğer bilenleri imdada çağırıyor. Destek arıyor.

    ” …delidogan ABD nin Kızılderililerin kültürel hakkını savunur.. Kendi ülkesinde dev bir dünya kültürü olan Kürtlerin kültürünü yoksaysada.. Gorbacova … falan filan”
    – İnsanları merdiven basamaklarına koyan Hortlak ırkçılık ve faşistliğini açık açık beyan etmiş. “Dev Dünya Kürt Kültürü” ve “Hayvandan Farksız Cüce Kızılderili Kültürü”. Hortlak, dolandırıcıyla enayiyi kardeş yapan MİLLİYETÇİLİK pisliği kokuyor.
    Hortlak, “sanki sadece Kendi biliyor” der ama sitede gözünün önünde kendine ayna tutan ” Gurur duyabileceği hiçbir şeyi olmayan zavallı budalalar, son araç olarak mensup oldugu milletle övünür. A. Schopenhauer” lafını bilmiyor.

    ” Modernleşme de çin … her iki binadan biri Çin’de inşa ediliyor. … ABD nin kullandığı beton Çin’de 2 senede …”
    – Bolluk dini ilahileri, nakaratları.

    ” Çin’in modern görüntüsü için Çinliler ilkel gördükleri çadırda yaşayanlar için güzel evler yaparlar çadırların yanlarına.. Bakarlar,denerler çadırlarına dönerler..evleri boş yada depo gibi bir şey için kullanılır..”
    – ‘güzel evlere’ koşmamanın bu sitedeki sayısız sağ/sol bolluk dini müminlerin sinirlerini bozacağını bilen Hortlak yine destek aramış.

    ” Çinliler zorlama yapmıyorlar..”
    – Aşk olsun Hortlak, Çinliler son 3-4 bin yıldır zorlamamışlar, şimdi neden zorlasınlar? Çadırda yaşayanlar şapşallığa devam ederse senin gibi evcil modernler kuyruklarını zevk içinde sallıyarak ‘güzel evlere’ dolarlar.

    ” Yanında deprem olsa, yangın çıksa, dünya savaşı çıksa onun derdi niye kizildererelilere baskı yapildiydi..”
    – Siz profesyonel haber tüccarları gazeteciler dururken, wahsiye neden iş çıkarıyorsun? Neden medya dedikodusuna katılmasını istiyorsun?

    “Takıntısı büyük.. Kürt meselesi ıvır zıvır dir onun için..kimseyide dinlemez.okumaz.anlamaz..bu yazdigimida..”
    -Şantaj, şantaj, şantaj: Kürt MİLLİYETÇİLİĞİ hislere hitapla şantaj.
    Her halükarda, bak seni çok iyi dinlemişim. Daha önce de dinledim ve tek çareyi seninle alay etmede buldum. Irkçılığın, faşistiliğin, bolluk-tüketicilik dinin, bakire Marksizm avcı-devşiriciliğin, bakire seks kölelerin hurileri paylaşmaman, evcilleşmiş güzellik salonu (tecavüze hazır bakire) hayal doğasını yutup sevmen, herkesin inandığı ama senin gibi enayi daniskaları hariç kimsenin artık açık açık beyan etmediği Merdiven veya İlerleme teorisi.

  291. Bu zır deliye kim inanır?

    Ben bile inanmam!

  292. Buda fikrami?
    Ben anlatayım.cahil baba okumuş oğlunu alır ormanda kamp kurar.cadiri kurup uyurlar.
    Ansızın gece yarısı baba oğlunu uyandırıp ,ne görüyorsun tepemizde der.. yıldızları gören oğlan başlar, astrolojik olarak yıldızlar .. demeye kalmadan babadan Tokat yer.. neden bahsediyon, çadırı çalmışlar!
    Eline çöpten bir değnek al biraz bahçede oyna.. şimdi işimiz var..

  293. Hortlak’ın Fitili Tükenmiş
    Hortlak, siteyi süsleyen diğer kendisi gibi ırkçı, faşist, bakire huri köle kızlar sahibi, milliyetçi, dev Kürt kültürlü, bakire marksist, bakire anarşist, bakire devrimci orta sınıflar ayıbını pişkinlik, tek cümle, fıkra anlatma donuyla kapatmış.

    Olsun, her işte bir hıyar vardır. Bir fıkra da ben anlatayım.

    Avrupa’nın en zengin ülkesine kapak atmış baldırı çıplak, sokakta yatan, dilencilik yapan alkolik bir Arap’a şu an mağrip ülkelerinde güncelleştirilmiş dilencilik duasını anlattım.
    Tercümesi:
    Eskiden, dilenciler sadaka verene “Allah seni cennete göndersin” derlerdi; şimdi “Allah seni Avrupa’ya göndersin” diyorlar.
    Arap, “doğruyu söylüyorlar” diyerek kahkahalara boğuldu.

    Değişik ve politically correct dilencilikle Avrupa’ya kapak atan evcil, uslu, terbiyeli, tahsilli, mazbut, okuma yazma çizme bilen, bol maaşlı orta sınıf Hortlak ve bu site müdavimleri de “doğruyu söylüyorlar” derler.

    Peki fark ne?
    Arap anlamış.
    Bu sitedeki iyi maaşlı büyüyünce devrimci olmak isteyen enayi dümbelekleri bolluk uykusundalar. Bu sağ/sol devrimciler değişik bir yaşam değil, bakire vicdanlarının bakire kalması için bolluk-tüketiciliğin daha da çok bolluk-tüketicilik olmasını, herkesin aynı b*ka girmesini isterler. Bu bolluk-tüketicilik evanları basit bir gerçeği bakire marksist, bakire anarşist, bakire sosyalist, bakire Yüksek Zeka bilimsel Allah’ın alın yazısı denklemleri, bakire devrimcist falan filan süslerle yayarlar.

  294. Tengi Mengi yi dinle.gokturklerin bogrtleme ilahi müzik.
    Hayvanca, eşek, Kadir, ayı fıkralar, müzik lerden bilgim az.sunamam.inaf is inaf.
    Pes etmek de erdemlilik.
    Seninle tartışınca depresyona giriyorum.birde kış zaten..

  295. Sayın Bakirecilik Teknisyen-Uzmanı Hortlak,
    “Tengi Mengi yi dinle.gokturklerin bogrtleme ilahi müzik.”
    Her yazdığına derin bilgilerini çıtlatıp gözüme girmeyi artık adet edinmiş gibisin.
    Deprasyon için DÖRT çare var.
    1. Bakire Marksizm arama placebosu, veya taş uykusu. Afganistan uzun havası, tarihten bir yaprakla başla:
    Soviet film stars replaced Hollywood. Farm machinery appeared instead of tape recorders and fridges.
    We find reflections even of the Soviet preoccupation with utopias.
    Yet, for all the depictions of Lenin and gymnastics teams, THERE IS SOMETHING SIMILAR about the United States and the Soviet Union in their visions of modernity as revealed in Zhvandun (= Türkiye’de ‘Life=Hayat’ dergisi)
    2. Bakire Marks ne demiş: “her şey maddedir.” Yani temiz beden temiz beyin demektir. Bu ilhamları Marks’dan alan jimnastik salonlar sayısı, bilimsel ve dolayısıyla Bakire Marksist istatistiklere göre, okul+cami+kilise sayısını geçti. Alamanca’da bunlardan birine hemen yazılın. Sosyal assistanınıza sorun, belki temiz beyinler tercih eden devlet abonelik ücretini öder. Beden moleküllerinizin kinetik enerjisini arttırırsanız beyin molekülleriniz de çalkalanır deprasyonunuzu beyin deliklerinizden dışarı iterler. Böylece kış deprasyonundan kurtulursunuz.
    3. Yukarıdakiyle hemen hemen aynı diğer bir çare de, göktetürk ve devkürt tarihi yerine, Alamanca eski tarihi öğrenin. Germenler her zaman sıcağa, Akdeniz’e inmek istediler. Bir mitlerine göre sınırlarda demirden canavarlar (Roma askerleri?) engel olurmuş. Ama şimdi Alamancalar nereye gitseler sırıtan yerliler karşılıyor. İtalya’ya inin, beyniniz ısınır, ‘kötü ruhlar’ veya bilimsel Marksist elektron kazanan de-pres-iyon ağır moleküller beyin deliklerinizden kaçarlar .
    4. Kış aylarını paylaşmak istemediğin bakire çok genç kızlar hareminde geçirme de bir seçenek. Ama sakın hadımlarınıza güvenmeyin. Bilim-tekniğe şükür, hadımlar İnternet’ten aldıkları bazı maddesel eklerle işi beceriyorlar.
    Bakire kız, bakire Marks, bakire devrim, bakire Türk kültürü, bakire dev Kürt kültürü falan filanla yediğiniz kafayla bakire sapıkı olduğunuz da belli. Bu sapıklığınıza da çareler var. İsterseniz size bu konuda da yardımcı olurum.
    Salt ve tek bir konuda yardımcı olamam.
    Kapitalizm-burjuva düzeni yeni adlarla piyasaya süren siz dolandırıcılar karşısında Allah bile çaresiz. Her b*ku çıkan canavar düzenin küllerinde, ‘lo and behold’, yeni hortlaklar dirilir.

  296. Özdemir İnce yazmış;

    “”Kuran’ı Türkçe ve Fransızca tercümelerinden okuyorum. Peki siz Kuran Arapçasını yüzde yüz anlıyor musunuz?” Bu soruyu domuzuna sordum!

    “Hayır, ama büyük müfessirlerin tefsirleri var, onları okuyorum” dedi.

    “Benim müfessire ihtiyacım yok. Bütün müfessirler felakettir. Kuran tefsircileri de, Marx tefsircileri de, Freud tefsircileri de… Ben kendi kendimin tefsircisiyim!”

    “Ama müfessirler álimdir” diye itiraz etti.

    “Aziz dostum, karşınızda oturan bendeniz de bir álim sayılırım!””

    [Gene aynı püsküllü bela – Hürriyet – 05 Mayıs 2009]

  297. SUFİ ve CENNET

    Yunus Emre, cennet cennet dedikleri üç beş köşkle üç beş huri, isteyene ver onları, bana seni gerek seni, der. Kadın evliya Rabia (hatun) ise şöyle söylemiş: Tanrıma, hizmetinin karşılığında ücret bekleyen bir işçi gibi hizmet etmek istemiyorum. İster cennete, ister cehenneme atsın, umurumda değil. Neyi uygun görüyorsa, hiç itiraz etmeden oraya giderim. Yeter ki sürekli onu içimde hissedeyim; onun sevgisinden mahrum kalmayayım. (Halife) Ebubekir’e atfedilen şu söz ise, yukarıdakiler gibi kişisel değil toplumsaldır: Allah (c.c) benim vücudumu o kadar büyütsün ki , cehennemi doldursun da hiç bir kafir (insan) girmesin! (Sözün, kafir (insan) yerine, Müslümanın geçtiği varyantı vardır!)

    Kuran’da, inanan ve doğru işler yapanların, öldükten sonra mükafaten yerleştirilecekleri cennetler ve oralardaki nimetler anlatılır: Süt, bal, şarap akan ırmaklar, köşkler, meme uçları yeni olgunlaşmış esmer kızlar(1), oğlanlar (gılman) (2). Yüzyıllardır, samimiyetle inanan Müslümanlar, ki onlar dünyada kimseden hiçbir menfaat gözetmemiş, sade yaşamış, insanlara maddi ve manevi katkılarda bulunmuş vb. insanlardır; imanlarına, Allah’a bağlılıklarına, onun emirlerine göre yaşamalarına karşılık olarak kendilerine cennet sunulacak olmasını adeta hakaret telaki etmişlerdir. Yukarıdaki sözler, bence, buna delil olan sadece üç örnektir.

    (1) İnternette biri, ben sarışın-mavi gözü bir hatun istesem, illa esmer mi verilecek, diye soruyordu!

    (2) Oğlanların kadınlar için hazırlandığına dair yorumlar duyuluyor (Çünkü, artık 21. yüzyıldayız, okuyan, çalışan kadınların sayısı çok arttı!). Ayetlerden cennette eşcinselliğin/oğlancılığın (ve sübyancılığın) helal olacağı sonucu çıkarılabilir ama kadınlara genç erkekler verileceği yorumuna ancak gülünür!

    Not. Düşünen Müslümanlar, ibadet ve iyilik karşılığında cennet nimetleri formatına ilişkin rahatsızlıklarını gidermede, Allah’ın rızası/hoşnutluğu formülünü de kullanırlar…

    https://www.ateistforum.org/index.php?/topic/37527-m%C3%BCsl%C3%BCmanlar%C4%B1n-hi%C3%A7biri-h%C3%BCr-de%C4%9Fil/

  298. Selfie medeniyeti

    Aşağıdaki olayın bir benzeri daha önce bu sitede tartışılmıştı;

    Selfie faciası… Durumları ağır

    Hatay’ın İskenderun ilçesinde selfie (öz çekim) yapmak için tren istasyonundaki bir vagonun üzerine çıkan 2 kişi elektrik akımına kapılarak ağır yaralandı.

    http://www.hurriyet.com.tr/selfie-faciasi-durumlari-agir-40731172

  299. Anladım derdini şimdi.
    Dünyanın bütün milletleri kızılderili milletin üzerine gelmiş.sende kızılderili milleti için tüm milletlere karşı savasiyorsun.
    Kızılderili milliyetçisi..irkcisi..
    Apaçi, savaşçı Kızılderililerin savaşçıları.kumenice!
    Kizildererelilere laf dokundurmuyor.beyazadam çevreyi kirleten!
    Sanayi mi vardı ozaman ABD de?
    1840 lara kadar çin sanayide ABD den 38 katıydı.sonra 1870 lere kadar ingiltere sonra ABD öne geçer.
    Kizildererelilere beyaz adamın içini pisler sigara icirterek!
    Bugün ün kizilderlisi kürler.sende bunu anla..

  300. “Müslümanların hiçbiri hür değil
    Çünkü hepiniz, beyninizdeki kelepçe ve sahte cennet-cehennem hayalleriyle yaşamak zorundasınız.
    Bütün yaşamınız korku üzerine kurulmuş. Halen bir kısım din patronlarına kölelik etmekte olduğunuzun farkında bile değilsiniz.
    Yıllarca ben de onlara ve mabudlarına kölelik ettim
    Fakat, şimdi içim rahat. Gerçekleri gördüm. Artık sizin gibi köle değilim.
    HÜRÜM…”

    296’daki linkte yer alan yazının başında geçen bu cümleleri şöyle değiştirelim;

    Devrimcilerin/Marksistlerin/Anarşistlerin/Liberallerin/Ulusalcıların hiçbiri hür değil
    Çünkü hepiniz, beyninizdeki kelepçe ve sahte cennet-cehennem hayalleriyle yaşamak zorundasınız.
    Bütün yaşamınız korku üzerine kurulmuş. Halen bir kısım Devrim/Marksizm/Anarşizm/Liberalizm/Ulusalcılık patronlarına kölelik etmekte olduğunuzun farkında bile değilsiniz.
    Yıllarca ben de onlara ve mabudlarına kölelik ettim
    Fakat, şimdi içim rahat. Gerçekleri gördüm. Artık sizin gibi köle değilim.
    HÜRÜM…

  301. Stalin'i niçin hâlâ seviyorlar?

    Dünyanın en yaşlı cerrahı 91 yaşındaki ‘Alla Levuşkina’, SSCB liderlerinden Josef Stalin’i halen saygıyla andığını belirterek, ‘Eğer gazetede Stalin’in resmini görürsem, o gazeteyi çöpe atmam, korurum.’ dedi.

    Kafkassam’dan Fuat Safarov’un haberine göre; Rus medyasına konuşan Levuşkina, Stalin ile ilgili görüşünü de anlatırken, ‘Çocukken biz Sovyet terbiyesi aldık ve öyle yetiştik. Oktyabryat (Küçük Leninci) üyesi olduğumda rozet takardık. Sonbahar ayında Oktyabryat rozeti gözüksün diye paltomun düğmelerini iliklemezdim. Annem bana kızardı.’ dedi.

    GAZETEDE STALİN’İN RESMİNİ GÖRÜRSEM O GAZETEYİ ÇÖPE ATMAM, KORURUM

    Levuşkina sözlerini şöyle sürdürdü:

    ‘Stalin’i çok severdik. Stalin öldüğü zaman onun portresini evimizin duvarında çerçevelemeye başladık. Gerçi amcam cezaevinde yatmıştı. Bir fıkra anlattı diye boş bir şeyin yüzünden tutuklanmıştı. Ama amcam yine de Stalin hakkında hiç bir zaman kötü bir şey söylemezdi. Şunu derdi: ‘Stalin liderimiz. Asıl lider.’

    Brejnev döneminde (Sovyet lideri Leonid Brejnev) Komünist partisine üye olmayı reddettim. Çünkü bu artık Stalin’in partisi değildi. Bugün de gazetede Stalin’in resmini görürsem o gazeteyi çöpe atmam, korurum.’

    Rusya’nın ‘Ryazan’ kentinde bir hastanede çalışan 91 yaşındaki Levuşkina günde 4 hastayı ameliyat etmekte.

    (odatv, 4 Şubat 2018)

  302. “İNSANIN KİŞİSEL TANRISI:

    Kadim Ortadoğu’da her veya pek çok ailenin aile putu varmış… Bugün değişen nedir? Çok tanrı yerine tek ve soyut (gibi görünen) bir Tanrı inancı sözkonusudur günümüzde geçerli olan. Kadim çağların aile putunu, çağımızda, cemaat/aile tanrısına, hatta tek tek insanların kişisel tanrısına izdüşürebilir miyiz?!

    Konunun cemaat/aile boyutunu, yani sosyolojik yönünü bir tarafa bırakıp kişisel/psikolojik yönüne yoğunlaşalım. İnsan, gelenekleri, hikayeleri, ibadetleri, duaları vs. olan bir kültür/inanç ortamında doğar, bu ortamın duygu dünyası ile meczolur ve inanmaya başlar. Elbette, o kültür ortamının kompartımanları da vardır. Bunlar ekonomik/sınıfsal ve çeşitli etkilenmelerle sentez olmuş inançlardan oluşur.

    Şimdi asıl soruya gelelim: Kişi, inandığını söylediği bir dinin kaynak/mukaddes kitabındaki, açık hukuksal, metafizik vs. ifadeleri özümseyebilmekte midir, içine sindirebilmekte midir? Hayır. İçine düştüğü çelişkiyi, tabii farkındaysa, kendi ruh haline göre ve kendince aşar; benim anlama yeteneğimin üzerindedir, der ve aşama aşama kendine göre bir inanç-değer sistemi oluşturur Sosyal baskı olmasa ve şüpheleri bulunsa da, psikolojik ihtiyaçla inanır, dini vecibeleri de az veya çok yerine getirir. Keza, bazı din adamlarının yorumları da kendine özgü inanç-değer sisteminin meşruiyet kaynaklarıdır.

    Sonuçta, kadim Ortadoğu’nun tek Tanrısı, inananların tek tek kişisel tanrısı haline gelmektedir. Yani görünürdeki tek Tanrı inancı, binlerce yıl önceki putperestliğin/paganlığın egemen olduğu kadim Ortadoğu’daki insanların çok tanrılı inançlarına benzemektedir; tek fark, insanların günümüzde, Tanrılar yerine tek Tanrı demesidir!”

    Linkteki yazıdan

    “Davranış bilimleri profesörü Nicholas Epley ve dört diğer akademisyen tarafından 2009 yılında yapılan bir dizi deney, insanların “Tanrı’nın dileği” olarak gördükleri pek çok şeyin aslında büyük ölçüde kendi düşüncelerinin bir yansıması olduğunu ortaya koydu.
    İlk dört deneyde, deneklerden, idam cezası, Irak Savaşı, eşcinsel evlilikleri ve kürtaj gibi bir dizi ihtilaflı konudaki pozisyonlarını belirtmeleri istendi. Denekler bunu yaparken, (1) ortalama bir Amerikalının, (2) Bill Gates’in, (3) George W. Bush’un, ve (4) Tanrı’nın aynı konulardaki tavrı hakkında tahminler de bulundular. Deney sonuçları, deneklerin kendi yanıtlarının Tanrı hakkındaki düşünceleri ile sistemli olarak aynı doğrultuda olduğunu ortaya çıkardı.

    Mülakatlar, her Atatürkçünün Atatürk hakkında farklı bir tahayyüle sahip olduğunu, dahası, kendisine “Atatürk kimdi?” diye sorulan bir Atatürkçünün, aslında “Ben kimim?” sorusunu yanıtladığını ortaya çıkarıyor. Kimi Atatürkçülerin dinle barışık bir Atatürk imgesine sahipken, kimi diğerlerinin dine eleştirel bakan bir Atatürk tahayyül etmeleri, bu durumun bir sonucu.
    Hilal Kaplan, bu verilerden hareketle, (bir semiyoloji terimi kullanarak) Atatürk imgesinin “boş bir gösteren” haline geldiğini söylüyor. Bunun anlamı, Atatürk imgesinin içinin, kişiye göre farklı şekillerde doldurulabilmesi. Mülakatlardan birinde Atatürkçü bir kızın Atatürk için, “Işık gibi, yani birçok şeye uyarlanabilir” demesi, bu yanlışlanamaz belirsizlik ile ilgili.
    Sonsöz
    Atatürk, Atatürkçülerin Tanrısı haline geldi. Bu tanrı, Atatürkçülerin sayısı adedince farklı anlamlar ifade ediyor. Mantık dizisinin formatı ise aynı: (1) din iyi/kötü, (2) Atatürk yanlış düşünmez, o halde (3) Atatürk de dinin iyi/kötü olduğunu düşünüyor. Ya da: (1) Dersim Katliamı kötü, (2) Atatürk mutlak manada iyidir, o halde (3) Atatürk Dersim’de katliam emri vermiş olamaz.
    Özetle, siyasi değil, psikolojik bir vaka ile karşı karşıyayız. Ama neyse ki tespiti MR cihazı ile mümkün.”

    Tanrı, Atatürk ve İnsan Beyni
    Serdar Kaya
    6 Kasım 2011 tarihli Taraf gazetesi

  303. ODATv tutup bunu ciddi ciddi haber yapmış. Bunda anlaşılamayacak bir şey yok ki. Kitleler liderlere taparlar, kendilerini onunla özdeşleştirirler. O liderin nasıl bir cellat olduğu, yanı başlarındaki komşularının bile canını aldığı umurlarında değildir. Bunu bilmezler de zaten. Firavunlar devrine gitseydiniz, bundan da daha büyük bir tapınçla karşılaşırdınız.

  304. Çaylak Hortlak, bilgilerin gazeteci bilgileri.

    “1840 lara kadar çin sanayide ABD den 38 katıydı.sonra 1870 lere kadar ingiltere sonra ABD öne geçer.”
    Maşallah maşallah. Sen neler biliyormuşsun!
    Ne de Kürtleri Kızılderili etmekle senin ırkçılığını, faşistliğini, bakire sapıklığını unuturum.
    Sen de yaltakçılık da var. Durmadan yukarıdaki gazeteci bilgileriyle gözüme girmeye çalışıyorsun.

    Kürtlük sayesinde mi süt ve bal diyarı Alamancaya kapak attın böyle böbürleniyorsun?
    Sana tavsiyem şu seni sonsuz enayi eden bakire Marksizm’i silk gitsin. Alamancada beyin temizleme sanayisi hayli ilerde. Sosyal asistanınla konuşmanın tam zamanı. Erdoğan’ın kovboyluğunu senin gibi televizyon önünde öğrenen, senin gibi başkalarının mağdurluğunu dikizleme ile hislenip göz yaşı döken sosyal asistanın, katıksız, saf, otantik bakire Kürt olduğun için hemen senin beyin temizleme masraflarını ödemeyi kabul eder. Şaka etmiyorum sana benzer halis Kürt, halis Alevi, hatta bir ara halis Yahudi asıllı Türk, müslüman-kürt olduğu için ezilen ve nihayet senin gibi azılı solcu Türk devrimcilerle asistanlar arasında tercümanlık yaptım. Sizleri çok iyi tanımamın bir nedeni de bu.
    İşte senin cahil suratına Kızılderili’den bir tokat: “İnsanı doğuşu,
    deri rengi değil düşüncesi Kızılderili yapar.”
    İsa da benzerini söyler: “Hortlak gibi ‘Kürt milletim’, ‘dev Kürt kültürüm’, ‘ bakire marksistliğim’, ‘ bilim, ilerleme, sanayiye kör inancım’ klişelere, bahanelere sığınmayın, hür insan olun der.”

  305. Meryem/Artemis/Kybele

    Meryem kültü > Artemis kültü > Kybele kültü ?

    “Ayasuluk, Anadolu’daki ilk hıristiyan merkezlerinden biri olması, Pavlus’un uzun süre burada kalıp Hıristiyanlığı yayması, diğer taraftan havâri Yuhanna’nın (St. John Theologos, St. Jean le Théologien) burada yaşayıp ölmesi, Hz. Meryem’in burada yaşadığı iddiası ve “yedi uyurlar” hadisesinin Efes’te vuku bulduğu inancı sebebiyle Hıristiyanlık’ta büyük önem taşımaktadır.

    Hıristiyanlık öncesi Efes şehrinde Tanrıça Artemis ve imparatorluk kültleri ile Yahudilik inançları mevcuttu. Bilinebilen en eski dönemlerden itibaren burada daha sonra Artemis adını alacak olan büyük ana tanrıça Kybele (Cybele) kültü yaşamaktaydı ve milâttan önce VI. yüzyılda bu tanrıça adına büyük bir tapınak (Artemision) yapılmıştı. Birçok defa yakılıp yıkılan ve tekrar yapılan bu tapınak, IV. yüzyılın sonunda her türlü putperest tapınmayı yasaklayan Théodose fermanından sonra tamamıyla ortadan kalkmıştır. Hıristiyanlık geldiğinde Efes yöresine hâkim olan inanç Artemis kültüydü. Pavlus (St. Paul) misyonerlik gezileri sırasında Efes’e iki defa gelmiş, ikinci gelişinde burada iki yıldan fazla kalarak Hıristiyanlığı yaymaya çalışmışsa da Artemis kültünü benimseyen Efesliler’in sert tepkisiyle karşılaşmıştır (Resullerin İşleri, 19/23-41).

    Şehre Ayasuluk adının verilmesine sebep olan ve uzun süre burada yaşayan, hatta burada öldüğü kabul edilen Yuhanna’nın Efes’e ne zaman geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Hz. Îsâ’nın semaya urûcundan sonra annesi Hz. Meryem’in nerede yaşayıp öldüğü tartışmasına bağlı olarak Yuhanna’nın Efes’e ne zaman geldiği de inceleme konusu olmuştur.

    Milâttan sonra 431 yılında, İstanbul patrikliği yapmış olan Nestorius’un görüşlerinin tartışıldığı üçüncü ökümenik konsil Efes’te toplanmıştır. Efes konsilinde Hz. Meryem’in durumu tartışılmış ve onun “tanrı doğuran” (theotokos) olduğu resmen ilân edilmiştir. Konsilin burada toplanması ve Meryem’e tanrı doğuran unvanının verilmesi ilginçtir. Zira aynı yörede daha önce ana tanrıça Artemis kültü mevcuttu. Pavlus’un davetine karşı çıkan ve Tanrıça Artemis kültüne bağlı kalan Efesliler, IV. asrın sonunda İmparator Theodose tarafından her tür putperest tapınma yasaklanınca Meryem’e, Artemis’e ait nitelikleri vermişler, onu büyük bir ana tanrıça olarak kabul etmişlerdir. Efes konsili putperest mahiyetteki bu inancı, Artemis’in yerine Meryem’i koymak ve onun tanrı doğuran olduğunu kabul etmek suretiyle Hıristiyanlık adına tasdik etmiştir.”

    AYASULUK
    İslâm Ansiklopedisi
    http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c04/c040182.pdf

  306. Hirhirgh ,dediklerin harra vara.
    Kürt olmak şimdi kolay değil,cesaret ister, kahramanlık ister..
    Sen ölmüşlerle bir oluyorsun, kolayına kaciyon..
    Detroit de hava soğuk olunca kafazatturesi olmuşsun.
    Kizildereliler ordami yaşamışlar?
    Şu soruyu cevaplamazsan hiç bir şey bilmiyon demektir.
    ABD değince aklımıza kapitalizm gelir.
    Kapitalizm ABD de deyince Ford ve Detroit gelir.
    Neden şimdi Ford fabrikasında şimdi fareler iş yapıyor?..
    Fareler daha fazla üretken mi?

  307. Modern Çin'den Hortlak'a Tükürük

    Breastfeeding mother sells milk to fund hospital bills.
    5 February 2018
    The sign explains that the family is in urgent need of money and the mother can provide breastfeeding for 10 yuan per minute
    A young mother in China is selling her breast milk on the street to raise money for her sick daughter’s medical bills.
    KABA ÇEVİRİ:
    [emziren anne hastane faturalarını ödemek için meme sütünü satıyor.
    5 Ekim 2018
    (Annenin yanındaki) tabela ailenin acil paraya ihtiyacı olduğunu, annenin sütünü dakikada 10 yuana ( $1,5 , 6 TRY) emzirttiğini açıklar. Genç anne kazandığı parayı hasta kız bebeğinin faturalarını ödemekte kullanacak.]

    Aşağıdaki yazıyı Hortlak adlı bir mahluk yazdı. Kimseden de gık çıkmadı bu faşist ruhlu ırkçıya, bu insanın ideolojik nedenden ne kadar alçak olabileceğini kanıtlayan hilkat garibesine. Stalin’i sevenin hatasını bulmak çok kolay, bu herifin Stalin’in hortlağı olduğunu görmek için ideolojik at gözlükleri, hatta gözlerini çıkarma pahasına da olsa çıkarmak şart. İşte bu bir türlü gebermeyen, canlı kanıyla beslenen hortlaklar. Aynı kapitalistler gibi ancak ve ancak başkalarını sömürmekle hayatta kalan ebedi ruhsuz canlılar.
    “Modernleşme de çin tarihi de eşi benzeri olmayan ilerleme sağladığını biliriz.bugun dünyada her iki binadan biri Çin’de inşa ediliyor.
    yıllık ABD nin kullandığı beton Çin’de 2 senede harcanıyor..
    Çin’in modern görüntüsü için Çinliler ilkel gördükleri çadırda yaşayanlar için güzel evler yaparlar çadırların yanlarına..
    Bakarlar,denerler çadırlarına dönerler..evleri boş yada depo gibi bir şey için kullanılır..
    Çinliler zorlama yapmıyorlar..”
    Not: Bir ara Çin fakirleri fare zehirleriyle intihar ediyorlardı. Eğer yanılmıyorsam günde 125 000.

  308. Faşist Türk milliyetçileri Cezayirliler gibi Kızılderilileri de çok seviyorlar. En azından öyle iddia ediyorlar. Ne zaman Ermeni soykırımı ve Kürt meselesi karşılarına çıkarılsa onların haklarını canhıraş savunuyorlar. Bu sevgiden gözleri yaşarıyor insanın ????

  309. Cesur Kürt Avrupa'ya Nasıl Girer

    Meksikalı gebe kadınlar ABD sınırına gelir bebeğin doğumunu beklerlerdi. Doğum sancıları başladığında kendilerini sınırın ABD tarafına atarlardı. Çocuk ABD’de doğduğu için otomatik vatandaşlık kazanırlardı. Bazıları lağımlarda geçerek ABD’ye girdiler ve senin gibi lağım fareleri ısırınca öldüler.
    Ben Türkiye dışında sen ve sana benzer kahraman çok Kürt’e rastladım. Salt Kürt olmakla kolayca bolluğa kavuşan Kürtler ile hayatını göze alan Meksikalılara arasındaki cesaret farkı çok.
    Ortak nokta sendeki gördüğüm bolluk dinine tapmaya mecbur edilmiş olmak.
    Ama ne yazık ki senin gibi yobazlar için bu bilimsel, ekonomik, endüstriyel, materyalist falan filan tarihi gerçek. Seni çok fena aldatmışlar. Sana acıyorum.
    Aynı boynuzlu kocalar gibi gerçeği en son sen öğreneceksin. Marksizm’in kapitalizmin akla daha uygun (rasyonel) bir bolluk dini olduğunu anlaman imkansız. Maskelerin derini yapışmış, ancak derini yırtarak çıkarabilirsin

  310. Ne Mutlu Kürdüm Diyen Milliyetçi Çin-Hortlak

    Doğrusu bu dedikodu sitesine uymak beni rahatsız ediyor ama …

    Bu siteden bir alıntı:
    ” Gurur duyabileceği hiçbir şeyi olmayan zavallı budalalar, son araç olarak mensup oldugu milletle övünür. A. Schopenhauer”

    In the remote north of Vietnam, girls are disappearing. These girls, some as young as 13, are victims of bride trafficking, having been kidnapped and taken to China to be sold into marriage.
    ÇEVİRİ
    [Erişmesi zor uzak Kuzey Vietnam’da kızlar kaybolmakta. Bazıları 13 yaşında olan bu gelin trafiği mağdurları kızlar, kaçırılıp Çin’e evlenmek için satılmaktalar. ]
    Not: Bazı kaynaklarımıza göre bu kızların bazıları Hortlak’ın bakire huriler haremindeler.
    Not: Çin nüfusu 1,4 milyar ama kız kıtlığı var.
    ***
    Xinjiang’da kuş uçurtmayan Çin polisleri nedense bu yıllardır süren insan trafiğinden habersizler.

    China Xinjiang police state: Fear and resentment
    … concerns over religious freedom in the country’s mainly Muslim province of Xinjiang.
    One man, who fled the country for Turkey, has told the XYZ he’ll “pay for the bullet” to kill his family to save them from a detention camp.
    ÇEVİRİ
    [Xinjiang’da Çin polis devleti: Korku ve kızgınlık. … çoğunluğu müslüman olan Xinjiang bölgesinde din özgürlüğü sorunu tedirgin edici. Türkiye’ye kaçan biri (geride kalan) ailesinin toplama kampına götürülmesi yerine kullanılan mermilerin bedelini ödeyip öldürülmelerini tercih ettiğini söyledi.
    Not: Hortlak’ın Çin’inde, Marksist devrimci devlet bakireliğini kaybetmeden önce, öldürdükleri insanların ailelerinden kurşun paraları alırlardı. Hortlak gibi alt-üst yapı, ekonomik, diyalektik materyalist, diyalektik tarih falan filan yobaz Marksistlik gözlüğü takanlar bunu normal görürler.]
    Bu sitede dolup taşan bolluk dini yobazlar da Amerika’dan ithal edilen bilim-teknolojik mucizesi üç-boyutlu gözlüklerle gerçek Hitler-Stalin hortlaklarını görmeyi beklerler, Hortlak’ı görmezler. Marks bile Hortlak gibi ikinci defa ortaya çıkan faşistlerin komik olacaklarını demişti.

  311. insanlık düşmanları/sapkınlar

    Gerçekler her yerde gerçektir.

    “Kürdler, insanlık düşmanlarını/sapkınları ciddiye almamalı; onlara hesap vermek, açıklama yapmak yerine onlardan hesap sormalıdır; hem Kürdler adına hem de insanlık adına.

    Devletlerarası yaşanan egemenlik/çıkar kavgasında hiçbir taraf ve devlet insani değerleri temsil etmiyor. Neredeyse hepsi aynı derecede kirli ve şaibelidir. Ve hepsinin de öncelikli amacı kendi çıkarlarını korumaktır. Bu gerçeklik göz önünde tutulduğunda Kürdlerin herhangi bir devletin veya cephenin taraftarı olması beklenmemelidir.”

    ​Tarihi Sınav; Bağımsızlık Referandumu / Nasname
    http://www.nasname.com/a/tarihi-sinav-bagimsizlik-referandumu

    İşçi-emekçiler, insanlık düşmanı/sapkın kapitalistleri ciddiye almamalı; onlara hesap vermek, açıklama yapmak yerine onlardan hesap sormalıdır; hem işçi-emekçiler adına hem de insanlık adına.

    Kapitalistlerarası yaşanan egemenlik/çıkar kavgasında hiçbir taraf ve kapitalist insani değerleri temsil etmiyor. Neredeyse hepsi aynı derecede kirli ve şaibelidir. Ve hepsinin de öncelikli amacı kendi çıkarlarını korumaktır. Bu gerçeklik göz önünde tutulduğunda işçi-emekçilerin herhangi bir kapitalist cephenin taraftarı olması beklenmemelidir.

  312. Ne Mutlu emekçi-işçi Kürdüm diyene!

    Benim tanıdığım Kürt anarşistlerin sloganı: “bayrak dolu dünyaya bir bayrak daha eklemek istemiyoruz!”
    Bu siteye katılan bir kara cahil ne der:
    “Bu gerçeklik göz önünde tutulduğunda işçi-emekçilerin herhangi bir kapitalist cephenin taraftarı olması beklenmemelidir.”
    Cahilerin bini bir para olduğu bir sitede hatırlatmak bir işe yaramaz ama olsun. Daha 19. yüz yıl sonlarında (Marks 1881’de öldü) devrimi işçi-emekçilere bırakırsak bir b*k yemezler diye asıl sorunun, ne anlama geldiği artık malum olması beklenen, “işçi-emekçi olmak değil, İŞÇİ-EMEKÇİ BİLİNCİNE sahip olmak” ideolojisi gelişti ve buna dayanan devrimle mantar gibi çoğaldılar.
    Bu cahiller bir türlü kapitalizmin, işçi-emekçi ve kendileri gibi dilenci felsefesi içinde debelenenlere istediklerini taklitçileri Marksistlerden, çok daha iyi vermeyi başardığına bir türlü uyanmak istemiyorlar.
    1970’lerde Sovyetleri gezen biri, Sovyetlerde bu yukarıdaki cahile benzer gerekli enayilerin kazandıklarıyla fabrikada çalışanların arasındaki farkın ABD’den çok daha büyük olduğunu tespit etti. Sovyetlerde işten kaytaranların ABD’yle kıyasla kıyas edilmeyecek daha fazla olduğunu da ekledi.
    Cahilliğinden utanmayan okuma yazma bilen diplomalı orta sınıf silikler sonsuz arttı, faşitslik ve totaliter rejimler de aynı orantıda artıyor. Bir ilişki var mı acaba?
    Kapitalist olsun Marksist olsun, sorarsan ne istiyorsun, cevapları adı meta olan b*k: “daha çok”!
    Türk olsun Kürt olsun, sorarsan hangi dili konuşmak istersin, cevapları :”İngilizce”.
    Rönesanstan beri canavar kendi kendisiyle konuşuyor be cahil hödükler!

  313. Afrika'dan Modern Çin Hortlak'a Tükürük

    E. B. Martin, one of the world’s leading investigators into the global illegal ivory and rhino horn trade, has been found stabbed to death in the Kenyan capital, Nairobi
    In the last few years he travelled to China, Vietnam and Laos with collaborator Lucy Vigne, going into places few outsiders would dare to set foot, posing as ivory and rhino horn buyers.
    In a Chinese-run casino in Laos, this odd couple would navigate gangsters, drug barons and traffickers of people, guns and wildlife to gather their data.
    Their research, funded by Save the Elephants, revealed that Laos has become the fastest-growing ivory market in the world.

    “What has happened over the last few years is that many more Chinese have moved into Africa… There are probably about a million or more Chinese now working in Africa.

    “What we have are these large, open, illegal ivory markets in places like Angola, Nigeria, Egypt, Sudan – and Mozambique, I think – and most of that ivory is being bought by the Chinese.”

    ÇEVİRİ

    [Kenya’nın başkenti Nairobi’de bıçaklanarak öldürülen E. B. Martin, dünyada, küresel yasadışı fildişi ve gergedan boynuz ticaretini araştıranların başında gelenlerdendi.

    Son birkaç içinde E. B. Martin ve iş arkadaşı gittiği Çin, Vietnam ve Laos’da çok az kimsenin girmeye cesaret edebilecekleri yerlere girdiler. Laos’da, Çinlilerin çalıştırdıkları kumarhanede, gangsterler, uyuşturucu baronları, insan ve silah tacirleri, vahşi (here is that wahsi again) hayatın içine girmeyi başarıp veri toplamışlardı. Araştırmalar, Laos’un dünyanın en hızlı gelişen fildişi marketi olduğunu açığa çıkarmıştı.

    “Son birkaç yıl çok Çinli Afrika’ya taşındı … Şu anda Afrika’da çalışan bir milyon veya daha fazla Çinli olduğu tahmin edilir.

    Angola, Nijerya, Mısır, Sudan – ve sanırım Mozambik’de, büyük, açık, yasadışı fildişi pazarlar var. Fildişini en çok alanlar Çinliler.”]

    Afrikalı arkadaşlara bakire Marksizm bilen cesur-Kürt Hortlak’tan söz ettim.
    Sayın Hortlak, ırkçılığın bir taraf bırakır Afrikalıları hor görmeni saklarsan, sana bir iş buldum: Afrika’daki Çinlilere gerçek, otantik, bakire kız oğlan kız Marksizm dersleri vereceksin.
    Hadi Hortlak, Hic Rhodus! (what the f*ck is that?), göster şu laf olunca ağırlığını kaybeden Kürt cesaretini!

  314. Markstan bir iki kelime edince tüm kabilesini toplayıp savaşıyor..
    Kıtlık,sefillik teorisini de aklınca zenginlik ve bolluk la anlatıyor..
    Kafa daha kıt.
    Gid gid,gid gid gidaak ediyor.. kurtlar, Kürtler geliyor, kaç!

  315. Hortlak’ın İlerleme İdeolojisi Saplantısı

    Zamanımızda İLERLEME mitine inanmayan birini bulmak samanlıkta iğne aramaya benzer.

    Ama 16. ve 17.yüz yıllarda İLERLEME miti bebeklik ve çocukluk devrini yaşarken çok karşı gelen oldu. 19. yüz yılda meta o kadar çoğaldı ki, kimse aksini düşünemez oldu. Hel şimdi, forget it!

    Sociologist Robert Nisbet finds that “No single idea has been more important than . . . the Idea of Progress in Western civilization for three thousand years”,
    [Sosyolog R. Nisbet’e göre ” Batı medeniyetinin 3 bin yıllık tarihindeki düşünceler önem taşıma sıralamasında, en başta İlerleme Fikri gelir.”]

    Karşı gelenler nicelik ve sayılabilir ıvır zıvır çoğalması yanı sıra insan niteliğinin azaldığını gösteren sayısız örnekler verdiler.

    21. yüz yılda bir örnek: Dev Kürt Kültürü’nü Cüce Kızılderili Kültürü ile kıyaslayıp ikinciyi çöplüğe atan İLERLEME dininin imamı Hortlak ile 18. yüz yılda yaşayan John Woolman, İLERLEME yobazlarıyla asil ruhlulular arasındaki farkı çok şahane güzel simgeler.

    “To consider mankind otherwise than brethren, to think favours are peculiar to one nation and exclude others, plainly supposes a darkness in the understanding.” John Woolman

    [Bütün insanları kardeş görmemek, ayrıcalığın sadece bir millete mahsus olduğunu sanmak, kara cahil anlayışına delalet eder.]

  316. Yani ileri toplum var birde geri kalmış olanı var.
    Hayat pisiklete binmek gibidir.ilerlemezsen düşersin.
    Çok düşmüşsun.biraz ilerle..
    Kizildereliler in 300 kelime hazinesi varmış..ilk yazının,ilk universitenin ,vs.vs.koca mezepotamya kültürü yle kıyaslanamaz.
    Bugün dünyanın konuştuğu dil, politika,polis,devlet,dr.tum bilim dallarında eski Yunanca..
    Yunan medeniyeti çok ilerlemiş ti.
    Bugünkü Yunanlılar nastoljik, hüzünlü, meleonkolik müziğiyle ileri..
    Tüm insanlar ,toplumlar eşittir derken bunu siyasi, hukuksal olarak deriz..yoksa senin gibi yamyamla benim bir olmam mümkün mü?
    Kizilderelilerin yamyam kabilesinden oldugun insanlara takilmandan belli oluyor fikirlerine değil..her kuşun eti yenmez..yedirtmem..

  317. Sayın anarşist Gün Zileli, kedi, köpek, kadın gibi konularda çok hassas ve duygulu davranıyor, hemen kısa ve öz bir eleştiri yapıyor.
    Ancak Hortlak gibi ırkçıya sesi çıkmıyor. Neden acaba?

  318. 315 nolu soruya cevap.
    Çok basit ikisi de aynı Marksist bataklığında doğdu. Fark?
    Biri İngiltere’de vaftiz olup günahlarını yıkadı.
    Daha kısa cevap: her ikisi de ırkçı. İnsanları merdivene koyma sapıklığı her ikisinde de var. Her ikisi de politically correct olmak için can atan gazeteci tipler.
    Kedi, köpek, kadın Gün Zileli için politically correct; müritlerinin nabızlarına göre şerbet.
    Hortlak da Kürtlük şantajıyla Zileli’yi korkutmuş.

  319. Yahu uzak dur başımdan.komanicelerin kafaderisi yuzenlerdensin.
    Sonrada dans edeni!
    Başımızın etini yedin, derisini yüzdürmem. Git manituna..

  320. Irkçı, faşist ruhlu olduğunu sergileyip duruyorsun. Doğrusu beni korkuttun.
    Avrupa’ya ilk geldiğimde sana benzer devrimcilerle alay etmek için duvarlara afişler yapıştırdım.
    “Alçak kapitalistler genleri manipülasyonla Türk ve Kürtleri sarışın mavi gözlü; daha alçak Afrikalıları beyaz yapabildiklerini gizil tutuyorlar. ” O zamanlar işçisiz işçi komünist partisi kabadayıları beni aynı senin gibi tehdit ettiler.

    Her neyse, bir fıkra anlatayım da gülelim.
    Avrupa bolluk diyarına kapak atmış bir Kürt eve dönerken bir reklam görüyor. Sarışın mavi gözlü olma pudrası. Alıp eve geliyor. Küvete su dolduruyor, pudrayı ekleyip içine giriyor. Mucize! Sarışın mavi gözlü oluyor, ardından karısı.
    Birkaç saat sonra oğulları okuldan dönüyor.
    Baba zevk içinde anlatmaya başlıyor. “Oğlum bak, biz sarışın mavi gözlü olduk. Bundan böyle Avrupalılar bizi kendilerinden biri sanacak ve ırkçılık gazabından kurtulacağız! ”
    sadece!
    Alır sazı oğul eline.

    “ Biz Mezopotamya medeniyetinde gelen, Med ve Pers kalıntılarıyız. Biz Avrat-Asya dili konuşuruz ve tarihimiz özümüz, kökenimiz Avrupalı. Alçak, barbar, karılarını örten Türkler bilim ve teknolojide, ekonomide, sosyolojide, tarih ve felsefede, orkestra müziğinde falan filanlarda bizim ilerlememize engel oldular. Ayıp, ayıp, çok ayıp. Aslınızı bir kaç kuruş için inkar ediyorsunuz. ”

    Baba alır sazı eline: “Ulan, daha birkaç saattir sarışın mavi gözlü olduk, işte sana ülkemize ‘b*k çukurundan’ dilencilik etmek için gelip sığınmış bir bize pislik çıkarıyor. ”

  321. Çin’de boş dairelere ağzı sulanan Hortlak’a uyarı. Avrupa dilenciliğinde yetkililere hoşlarına giden “geldiğimiz yerde bolluk yok, pardon, bir dil sürçmesi oldu, özgürlük yok” masalı Çin’de başınıza dert açabilir. İkna olmak isterseniz aşağıdaki medya dedikodusunu okuyun.

    Çin polisi şüpheli suçluları belirlemek için yüz tanıma teknolojisi ile donatılmış güneş gözlüğü kullanmaya başladı.
    Ancak eleştiriciler, teknolojinin hükümete daha fazla güç vereceğinden korkuyor.
    Çin’in otoriter liderlerinin siyasi muhalifleri ve/veya etnik azınlıkları izlemek için güneş gözlüğü kullanacağı yönünde korkular var.
    (Ne güzel değil mi? Nihayet Hortlak Marksizm! Ah, o güzel günler!)
    Yüz tanıma teknolojisinde dünya lideri Çin, vatandaşlarına, bu teknolojiyle devlet makamlarından kaçmalarının imkansız olduğunu sürekli hatırlatır.
    Çin, “dünyanın en büyük kamera gözetim ağı” inşa ediyor.
    Şu an mevcut olan 170 milyon CCTV’ye (kapalı devre televizyon kamerası) önümüzdeki üç yıl içinde yaklaşık 400 milyon yeni CCTV eklenecek.

    Ek tavsiye: son 30-40 yıldır Çinliler senin taptığın Avrupalıların dünyaya egemen oluşunu et yemeye bağlamaktalar. Et yiyince senin gibi tam erkek, saldırgan falan filan olunuyormuş. Hatta senin gibi sarışın mavi gözlü falan fistan bile olunurmuş. Aileniz Avrupa’da dönercilikle köşeyi dönmüş sana eşsiz bir eğitim sağlamışlardı. Sen de Türk-Müslüman kökenli Sincan eyaletine git ve dönercilik yap. Bütün insanlara yardımcılık şarlatanlığından kurtulur, anne-baban gibi çoluk çocuğuna yardımcı olursun.

  322. Yamyam yoldaş,
    Gel seninle anlaşalım.iki taraflı,win win kazançlı bir iş,bussinies..
    Bu Türkiye’nin basbelasi,basdusmani olan faşist e.dogan, bahçe köpeği bahçesinden kacipta afrine saldirirsa bende onları sana yedirtecegim. Nasıl yersen ye..
    Yoksa başka anlasacagim birşey yok seninle..
    Sen gericiliği istemek,ben ilericilik.
    Sen yoksulluk istemek ben zenginlik.
    Sen karanlık istemek ben ışık istemek
    Sen akılsızlık istemek ben fikir.
    Sen çirkinlik istemek ben güzellik istemek.
    Sen aşağılık yaşamak istemek ben yüksek istemek.
    Sen cüce yaşam kültür istemek ben devasa ….
    Yani aşağıdaki aşağılık larla işim olmaz.yukardakinlerin yukarı yaşamını yukarı çıkartıp komünist ötesi daha iyi bir yaşam mücadelesi vermek le uğraşmak.

    Haa bir noktada anlaşırız tabii..
    Gereksiz, anlamsız, akılsız hatta zararlı olan gülünç, görgüsüz hayatlara karşı çıkmak, eleştirmek.
    Buda onların abartılı yaptığı gibi bizde abartılı mücadele yerine…
    Uyumak..

  323. “Başımızın etini yedin”
    Zavallı ırkçı faşit Hortlak, her kişiliği zayıf olanlar gibi arkasını birilerine dayatmak istiyor. Kimler bu “başımız” ?
    Kendine benzeyen Necip, Zileli ve siteye yazan silik orta sınıf azılı sağ/sol devrimciler olmalı. Arkasını dayadığı Kürt milliyetçiliği, Kürtlük şantajı, Çin, Marksizm de var.

    Benim okuduğum ve tanıdığım Avrupa ve Amerika eleştirici düşünürler bu faşist ruhlu ırkçıları tiksindirici bulurlar. Hemen hemen bütün Avrupa ve Amerikalılar bu herifleri “b*k çukuru” vatandaşları olarak görürler ama bu hilkat garibeleri dünyada artık teknolojik kültür, teknolojik meta, teknolojik tatil, teknolojik kültür, teknolojik doğa dışında hiç bir şey kalmadığına uyanmaktansa suratlarına tükürenlere katılıp onlar gibi evrensel “İNSANLIK” lağımında uyumayı tercih ederler. Horoz gibi kabarmalarının nedeni bu.

    Necip gençliğinde belk devrim olur yüksek bir makam elde eder hayaliyle solcu olmuş, bakireliğini kaybetmiş, şimdi modern kinikliğini bilgiçlik diye satıyor. Üsteliki herif sonsuz ahmak. Sorun “çıkar, ne demek?”Bu enayi kafasını kuma sokar ve güneş’in çıkarı için enerji yaydığından, çakılın çıkarı için yuvarlanmasına kadar zaman ve mekanda her şeyin çıkar için yapıldığını ilan eder ve utanmaz da.Sıkışınca “o da kimmiş?” der ve Zileli gibi moda-anarşisti olur.
    Zileli de benzeri devrimci bataklığında büyümüş, ama boynuzlu koca gibi gerçeği 20-30 yıl sonra “öğrenmiş”. Tam bir burjuva-kapitalist olan bu mahluk hayatı boyunca kendini bir yatırım aracı olarak gördüğünden önce beynini marksist-leninist-stalinist-pirinçist, daha sonra beynini aynı bolluğu farklı vaat edenlerin masallarıyla doldurmuş. Son 50-60 yıldır yapılan eleştiriler hakkında bilgisi sıfır. Örneğin bu zavallı, modern devirde umursamama ve çaresizliğin hoşgörü olduğunu bile bilmiyor.

    Hortlak hâlâ bakire Marksistlik peşinde. Ne Bolşevik Rusya, ne de Çin bu hilkat garibesi hayaletini yolundan şaşırtır. Ama Hortlak ve diğer bazı bana saldıranlar çok dürüster, tam ırkçı faşist olduğunu saklamazlar. Herifle de oynamak ve deliye çevirmek çok kolay. Milliyetçi ettim, dev Kürt Kültürcüsü ettim, kendini b*k çukurunda gören mavi gözlüleri övdürttüm, geri kalan bütün insanların üzerine safrasını boşalttırdım. Herif o kadar kafayı yedi ki, müze-doğasını veya teknolojik-doğayı doğa diye yuttuğunu farkında olmadan itiraf etti. Bu sapıka Çin’i bile övdürttüm.

    Sitenin ırkçı faşistlerle dolu olduğunun apaçık kanıtı: benden başka bunu gören yok, sesi çıkan yok.

  324. Öküz fıkrası anlatmana gerek yok gülmek için.
    Tüm yazdiklarin zaten fıkra.gulunc fikra.

  325. Irkçı faşist Dev Kürt Kültürlü Alamanca Hortlak,
    Sen her iki tarafta ölenler müslüman olduğundan etlerini helal döner yap, Alamancada sat. Babandan sana geçirilen dev Kürt kültürünü yaşat.
    Sen milliyetçi, ben değil.
    Sen k*ç yalayan, ben değil.
    Sen mavi gözlü sarışın, ben değil.
    Sen karanlıktan korkan bir bebek, ben değil.
    Sen ırkçı, ben değil.
    Sen faşist, ben değil.
    Sen güzel bakire huriler haremi sahibi, ben değil.
    Sen ırkçı merdivende yükseklere tırmanan çevik maymun, ben değil.
    Sen adi ve sıradan bir tüketici, ben değil.
    Sen tüketiciliği komünist ötesi sanan bir zavallı, ben değil.
    Sen adi bir şantajcı, ben değil.
    Bu sitede senin gibi ırkçı faşistler zibil gibi, onlardan biriyle birleş. Kürtler, sadece karıları asker etmede değil eşcinseller arasında birleşmeyle de ne kadar Avrupalı olduklarını göstermiş olurlar. Anında, olmak için yanıp tutuştuğun, sosyal medya artisti olursun.
    Uyarı: Çin’den kapalı devre televizyon kamerası satın alıp haremine kurmayı unutma. Ne olur ne olmaz. Seninle birleşen senin ne kadar devasa bir enayi dümbeleği olduğunu çakarak bakireler hareminden yararlanmak istemiş olabilir.

  326. Yamyam,
    Muyy myyy Edip bisseye yaramiyon.
    Yamyamca bilmem.
    Senden bişey olmaz.topluma zarar,kendine zarar piskopat,suiz e kalkma tehlikesi olan bir mahluksun.
    Aklini başına getiririm, adam ederim de no time now..

  327. Senin kafan gibi benimde turkcem bozuk olabilir.
    Adamın biri herkes ileri giderken otoyolda oda tersine giderse biz ona deli deriz. eksi 30 larda soyunup dama çıkarsa deli deriz.
    Burada deli denilir de diyebiliriz.
    Ben yerine biz kullanım alanları..

  328. Faşistler nasıl sıkışır? Sıkışınca ne yapar?

    Bu sitede, ırkçı faşistler sıkışınca kısa ve öz laflar ederler.
    324 Hortlak
    Yamyam,
    Muyy myyy Edip bisseye yaramiyon.
    Yamyamca bilmem.
    Senden bişey olmaz.topluma zarar,kendine zarar piskopat,suiz e kalkma tehlikesi olan bir mahluksun.
    Aklini başına getiririm, adam ederim de no time now..

    325 Hortlak
    Senin kafan gibi benimde turkcem bozuk olabilir.
    Adamın biri herkes ileri giderken otoyolda oda tersine giderse biz ona deli deriz. eksi 30 larda soyunup dama çıkarsa deli deriz.
    Burada deli denilir de diyebiliriz.
    Ben yerine biz kullanım alanları..

    Bak şu herifin kızgınlıktan farkına olmadan dediğine: ” herkes ileri giderken otoyolda oda tersine giderse biz ona deli deriz.”

    Site süsünü gören Hortlak süsü, “Sadece ölü balıklar akıntıyla birlikte yüzer.” cümlesini oraya koyanın kendisi gibi ırkçı olduğunu bildiği için kulak asmaz.
    Marksist Rusya’da ters yüzenlerin “deli” olmakla suçlandığını eski satalinci yeni ırkçı Zileli de unutur, bu da.

  329. Eeee.. sende doğru söylüyorsun..sende haklısın..

    Suda doğru; hayat akıntıya karşı koymaktır.olursen akıntı seni sürükler aynı ölmüş balık gibi.

  330. Erdoğan a benzerliklerin var. Bir şamar la ABD yi,bir tekmeyle AB yi,bir anda etrafını ezip gecmen.

    İkinizde bidon kafayla ???? larla kafavurusuyorsunuz.

    ABD sözcüsü ne tatlı gülüyor soruya yanıt olarak.osmanli samarini yememissin ,sorulunca..
    Cevabı da, korkunuzu anlıyorum diyor..afrinlilerden korkunuzu anlıyoruz… bunlar anlamıyor..

    Ülkeyi deliler yönetiyor resmen..

    Savaşa hayır diyenleri sorgulama yapılıyormuş Türkiye’de sonra birakiyormus.demokratik, özgürlük olduğundan diyor cinali pınar Atalay a..ama savaştır demek sucmus!
    Bunları insan diye ciddiye almak suçtur, ayıptır..

  331. Cübbeli'nin "vahşi" kuzenleri

    “Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü İbn-i Sina ve Farabi’nin kafir olduğunu iddia etmiş (1). Gerekçesi ise bu düşünür-bilim insanlarının olayları “akıl süzgecinden geçirmeleri, işi akla dayandırmaları” imiş.

    Cübbeli Ahmet Hoca’nın hedef kitlesi izleyicisi bizimkilerden bambaşka olduğundan ne söylediği bizi fazla ilgilendirmeyebilir. Ancak Cübbeli’nin birçok “fikir kuzeni” vardır ve bu kuzenler bizi fazlasıyla ilgilendirmektedir. Çünkü Cübbeli’nin bu fikir kuzenlerinin bir kısmı kendini solcu, sosyalist, ilerici, Atatürkçü, cumhuriyetçi ya da laik olarak tanımlamaktadır. “Cübbelinin kuzenleri”nin çoğu cübbe giymez, cübbe giyenlerin ise hemen hepsi sadece akademik cübbe giyer. Bir kısmı sosyolog, siyaset bilimci, akademisyen ve köşe yazarıdır.
    Örneğin bir metinde aydınlanmaya, akla, laikliğe, Fransız Devrimi’ne ya da Jakobenler’e küfrediliyorsa orada çok büyük bir olasılıkla “cübbelinin bir kuzeni” vardır.
    Ne kadar da indirgemeciyiz değil mi!
    İndirgemekten korkmayalım. Ne kadar indirgerseniz indirgeyin, karşınızdakilerin “inikliği” karşısında hep daha yukarıda kalacaksınız.

    Bu yazı bir “Cübbeli eleştirisi” değil “cübbelinin kuzenleri”nin eleştirisidir. Cübbeli’nin açıklamalarının alıcısı, hedef kitlesi farklıdır. Her hangi bir ortak noktamız yoktur. Ancak cübbelinin sol- sosyalist cenahtaki düşünsel kuzenleriyle entelektüel olarak tereddütsüz hesaplaşmak gerekir. Bilincimizi ve bilinçleri böylesi “zararlı yazılım”lardan korumamız gerekir.
    İbn-i Sina, Farabi bizimdir, cübbelinin kuzenleri onların…
    Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde…”

    Çok kaba bir akılcılık yazısı ve Cübbeli’nin “solcu kuzenleri” / Taylan Kara
    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/cok-kaba-bir-akilcilik-yazisi-ve-cubbelinin-solcu-kuzenleri-174579

  332. Irkçı faşist Hortlak yine sıkışmış

    Bu ucube bakire marksizm peşinde koşar ama ısıramadığı kapitalist eli öperek bakireliğini kaybeden marksizm gibi ısıramadığı eli öpüyor.
    Her neyse. Ben bu kalın kafalı Hortlak’ın ırkçı ve faşist ve ruhunu tek tek ifşa etmeye devam edeceğim.
    Bu ucube Hortlak, aklı sıra doğa dediği nesnenin aslında dünyayı harabeye çeviren kapitalistler ve marksistlerin yapay-doğası, enayilerin gezdiği müze-doğası olduğundan habersiz. Bakire sapığı Hortlak, son 50-60 yıldır medya ve kitaplarda her gün tekrarlanan müthiş bir hızla azalan sayısız hayvan türleri, insan azınlıkları, diller, içilecek su, teneffüs edilecek hava, yiyecek, ekilecek toprak haberleri odun kafasındaki bakire marks amcasının süzgecinden geçirir. “Evet, ama biz başa geçtiğimizde … ” falan filan ilahileriyle bakire haremindeki bakire kızlarına döner.
    Sıfır kadar az bir haber örneği:
    Son 20 yıl salt Borneo’da günde 16-17 orangutan öldürülmüş.
    Neden ve sorumlular: ormanı yok etme, ağaç kesme, palm yağı üretimi, madencilik ve kağıt endüstrisi.
    Tabii, asıl sorumlu, bakire marksizm afyonu yutmuş enayilerin beklediği öbür dünya kadar uzaklardaki bakire marksizm olamaz: Her zaman ki şeytan kapitalizm. Kâr peşinde koşan, topladıkları kârlarını biz bütün insanlarla paylaşmayan alçak kapitalistler. Yaşasın bolluk yolu açan kapitalizm! Kahrolsun bolluğa yolu tıkayan kapitalizm! Yaşasın Bakire Marksizm Bolluk Cenneti! Yaşasın Marks amcamızın tamir edeceği Doğa!

    Hortlak, partisindeki diğer enayilere “Ölme yandaş, yaz gelsin!” der.

  333. YPG terörist ki askerlerimizi öldürüyor!
    Terörist olmazsa askerlerimizi öldürüp,yaralananlar!
    Bunu ABD niye görmüyor? Feto ya uflemis yâda ???? vermiş olabilir mi?

    Deas YPG ye katiliyormus?!
    ABD YPG i PKK ye savastiracakmimis?

    Savaşta olur böyle haberler, şeyler.normaldir.

    Birisinin oğlunu sormuştum çocukken t tanıdığım.
    Öldü o dediler..
    Nasıl olur, genç yaşta?
    Birisi yoldan geçerken,ne bakıyorsun lan yan? Demiş.
    Oda bakmadım.yok baktin, bakmadım.
    Bak işte bakiyon demiş.
    İkiside bıçağı çeker.
    İkiside birbirlerini vururlar.
    İkisid orada ölürler..

    Çavuşoğlu böyle diyor işte..
    Delilbasin kahrını zavallı çocuk lar çekiyor.
    Korkunç komedi!

  334. YAMYAMDAS,
    Caktim şimdi
    Doğa yi insanlar mahvediyor.olsunler.
    Kürt, türk ölsün,banana cikita

    Ok. Madem doğayı sen çok düşünmek ozaman afrine koş malisin.

    Orda, ağaçları boomluyor F-16 lar.oluyor mahluklar, canlılar, kuşlar, böcekler, keçiler,tavşan.nlar
    !
    Tanklar eziyor o guzelim zeytin ağaçlarını!
    Birde alay Edip , zeytin dalı maskesine burunuyorlar..
    Tipki arbeit macht frei! Gibi

    Gel de onları koru! kahramanlık eyle!
    Deki onlara,ne işin var bu zeytin bahçesinde? Kovala şu hırsızları!
    Sende bisseye yara artık,,ceneyle olmiy!????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????
    ????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????

  335. Onurdan ve gururdan yoksunluk, siliklik, kendi kendini kandırma, küçük adamlık modern yazma çizme bilenlerin simgesi, tanımı.
    Bu Hortlak denilen mahluk modernler moderni.
    İnsanların Marks’dan öğrenmiş olduğu kendisi kadar çirkef bir değer merdivenine koyar, üsttekileri över, alttakilere tükürür, üsttekilerin altakileri kırımdan, soy kırımdan, kültür kırımından geçirmesini doğal görür, alkışlar.

    Şimdi de aynı adi bir politikacı gibi insan hisleriyle oynar, his şantajı yapar. Kendi gibi ahlaksız, gurursuz, onursuz, ırkçı, faşist ruhlulardan medet bekler. Bence, Hortlak’ın his şantajı ve binlerce azınlıkların yok edilmesini en adice ve gurur içinde utanmadan alkışlamasından sonra şu iki son yazısını utanmadan yazması, bu sitedekilerin %99’unun kimler olduğunu, kalitesizliklerini çok şahane ifade eder.
    Lenin olmasaydı, büyük bir ihtimalle tarihçilerden başka kimse Marks’ı hatırlamaz, tanımazdı. Bu eşsiz enayi, bu kadar basit bir şeyi bile düşünemeyecek kadar basit beyinli ve benim tanıdığım asil ruhlu Kürtlerin yüz karası. Benim tanıdığım Kürtler, birbirlerini yakından tanıdıklarından, bu herif gibi tamamıyla lağımlara layık kişinin çirkin ruhunu hemen görüp uzak dururlar. Subcomandante Marcos’un okuma yazma bilmeyen yerlilere katıldığında öğrendiği ilk ders buydu.
    Hortlak gibi artık hiçbir insanlık kalmamış adi politikacı için o yerlilerden söz etmek bile bir suç.

  336. Dinini degistireni yiyin!

    Kawuhata kabilesi..
    6. tamtam.
    Yamyam kanunu imiş.
    Birinin face nde gördüm. Sakın dinini değiştirme..
    Yanindakinler seni hamhum Şalom yapar..

  337. Gazeteci Marksist-Kürt milliyetçisi yoldaş Hortlak’a Suriye’den haberler.

    SURİYE HÜKÜMETİ YANLISI SAVAŞÇILAR Doğu Ghouta’da ‘hayal gücü ötesi’ bombalar yağdırıyorlar.
    “Kadınların ve çocukların ağlamalarını pencerelerinden duyabiliyoruz.”
    “Füzeler ve havan topları yağmur gibi düşüyor, bu kabustan saklanacak hiçbir yer yok ve bombardıman hâlâ devam ediyor.”
    “… ölenler arasında 50’den fazla çocuk vardı.”
    HÜKÜMETİ YANLISI SAVAŞÇILAR , Doğu Ghouta’yı Jaysh el-İslam hizipçi TERÖRİSTLERE karşı savaşıyorlar. Fakat El-Kaide’nin Suriye’deki bir cihad ittifakı olan TERÖRİST Hayat Tahrir el-Şam da orada.

    Aynı HÜKÜMETİ YANLISI SAVAŞÇILAR, salı günü (20 şubat 2018), Türkiye’nin KÜRT TERÖRİSTLERE karşı savaşında, TÜRK TERÖRİSTLERE karşı savaş etmek için Türk sınırının hemen güneyindeki Afrin’in Kürt bölgelerine girdi. HÜKÜMETİ YANLISI SAVAŞÇILARIN
    KÜRT kardeşlerimize bu İNSANCIL yardımı unutmamalıyız!

    Gazeteci tarihinden bir yaprak.
    MEDENİYET beşiği Mezopotamya’ya ilk terörist, ilkel, barbar Sami saldırısı Akkadlarla başladı. Biz Kürtler ve diğer Avrupa halklarıysa erkeksi Ayran ırkındanız. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam Sami dinleri, büyük Avrupa düşünürleri kuzenlerimizin savundukları gibi, köle dinleri. Herkesi eşit edip bedavaya konmak isteyen dişil doğalı parazitler.
    Not: Bazı yalan rivayetlere göre, İslam peygamberi Muhammed’in yola gelmeyenlere karşı bizzat kılıca sarıldığı anlatıldığında,Hitler, “keşke Puvatya Muharebesi’ni, (10 Ekim 732), Müslümanlar kazansaydı!” demiş. Bu bir yalan! Bu bir Müslüman komplosu.
    Biz Ayranların MEDENİYET beşiğimize daha sonra değişik bir terörist, ilkel, barbar bir ırk geldi: Türkler.
    Eğer bu iki felaket başımıza gelmeseydi, biz Kürtler de aynı kuzenlerimiz Ayranlar gibi malı bol, üniversitesi bol, özgürlüğü bol, orkestra ve konservatuarları bol, droneları bol, bol, bol, bol olurduk.
    Yakın kuzenimiz İran ve Ayran kelimelerinin benzemeleri tesadüf değil.
    Ne Mutlu Marksist Hortlak’ım Diyene!
    Ne Mutlu Kürt Hortlak’ım Diyene!
    Ne Mutlu MEDENİYET beşiğinde mışıl mışıl uyuyan Hortlak’ım Diyene!
    Ne Mutlu Alamancalı Ayranlar arasında büyümüş Hortlak’ım Diyene!
    Ne Mutlu MEDENİ klavye ile yazan Hortlak’ım Diyene!

  338. Erdoğan a karşı yamyamlarindan faydalanmak,wahsi hayvanlardan, o uzaydan gelen taşlardan yararlanma pratik bir olaydır.

    Sen ne anlarsın politikadan,bu dünyanın sorunlarından?
    Sana kimse bakmıyor ki?!.. saldirmana gerek yok…

    Deli saçması yadiklarin için çok ???? kazaniyorsun.
    Ben milyon dolar a böyle saçmalık için 1 kelime yazmazmazdim.
    Zengin olmalısın..

  339. Hortlak Fiyaskosu
    Cehaletin mi yanlış düşünceyi beslediği, yoksa yanlış düşüncenin mi cehaleti körüklediği sorusu her zaman kafamı meşgul etmiştir.
    Hortlak’ın http://www.gunzileli.com sitesinde çıkan yorumlarıyla kafamdaki bu ikilem çözüldü: Yanlış düşünce cehaleti körüklüyormuş.
    Hortlak’ı epey zamandan beri tanırım. Medyada ve aydınlar arasında tanınmak hırsıyla köşe yorumculuğu gibi kötü bir mesleğe intisap etti.
    Cahil bir insan olduğunu biliyordum. Kapıldığı azgın Siyonist sular onu hızla daha da büyük cehalet uçurumuna doğru sürüklemekte. Beni üzen ve endişelendiren de bu. Şimdi, tarihte bütün kasaplara sembol olmuş, Hitler, Stalin gibi yazıyor ve düşünüyor. Hortlak’ın medyada dikkati kendine çekmek için bu kadar alçalacağı aklımdan geçmezdi.

  340. Necip Fiyaskosu
    Cehaletin mi yanlış düşünceyi beslediği, yoksa yanlış düşüncenin mi cehaleti körüklediği sorusu her zaman kafamı meşgul etmiştir.
    Necip’in http://www.gunzileli.com sitesinde çıkan yorumlarıyla kafamdaki bu ikilem çözüldü: Yanlış düşünce cehaleti körüklüyormuş.
    Necip’i epey zamandan beri tanırım. Medyada ve aydınlar arasında tanınmak hırsıyla köşe yorumculuğu gibi kötü bir mesleğe intisap etti.
    Cahil bir insan olmadığını biliyordum. Fakat kapıldığı azgın Anti-Balkanoligarşist sular onu hızla cehalet uçurumuna doğru sürüklemekte. Beni üzen ve endişelendiren de bu. Şimdi, gelecekte bütün kasaplara sembol olacak Anadolu Oligarkları gibi yazıyor ve düşünüyor. Necip’in medyada dikkati kendine çekmek için bu kadar alçalacağı aklımdan geçmezdi.

  341. Hortlak’ın büyük babaları (evet, onlar da dönerciydi) beyazlar (evet onlar da Ayran Kürttü) yamyamlara “yamyam” kelimesinin tanımını yapmışlar. Yamyamlar, “biz öldürdüklerimizi yeriz, o halde, birbirlerini öldüren beyazlar yamyam.” demişler.
    Neyse, iyi ki, Marks = Bolluk = Tüketim = Medeniyet = Bilim = Teknoloji = Ayran Irkından Kürt Dev Kültürü dinin yobazı ırkçı faşist Hortlak orada yokmuş. Bağnaz hemen başlardı yerlilere hafızladığı alttan yapan, üstten yapan, alttan değen, üstten değen, doğadan doğan falan filan ilahilere. Yerlilere topraklarını neden aldıklarını böyle ilahilerle anlatan benzeri faşist Hortlaklar da oldu. Tek fark Marks yerine Allah lafı. Yerliler de “Galiba Allahınız, yani Marksınız, toprağımızı bize danışmadan verdiğinde sarhoşmuş!” dediler,

    Hortlak, dinini politika sanan mükemmel bir beyinsiz asker, mükemmel bir hafız, mükemmel bir enayi.

    Kendine baktırmak için ne kadar alçaldığını arkadaşı yazmış.

    Deli, milyon dolar, zengin lafları bu adamın alçaklığını eşsiz gösterir ama bu sitedeki kendisi gibi bolluk dininin yobazları da alçak olduğundan farkına bile varmazlar.

    Faşistliğin zorla dayatıldığına inanan hödükler, faşistliklerini görürler mi?

  342. Sayın Hortlak,
    “Marks insanların maddi üretim derken onların yaşamak için yemek ,içmek ,giyinmek, barınmak gibi maddi üretimde bulunmasini kasteder.”
    Tarihte hangi toplum veya toplumlar bunu en iyi başardı?

  343. “Necip’i epey zamandan beri tanırım.”

    Beni de tanistirir misiniz, rica etsem.

    “Necip’in medyada dikkati kendine çekmek için bu kadar alçalacağı aklımdan geçmezdi.”

    Iki soru:

    1) Hangi medyada?

    2) Kendi seviyenizi bu kadar mi alcak sayiyorsunuz?

  344. Uretim,
    Tabiki gelismis zengin kapitalist ulkeler.
    Maddi uretim feodal ulkelerde yuzde 90 uzerinden bu oran gelismis ulkelerde yuzde 10 lara duser.
    Uretimin coklugu, cesitliligi,kalitesi gozonunune alirsak 1000 basar. Bunlari neden tartismasi olsun?bu sorunun arkasinda Döner Surat Mi var?

  345. Döner Surat Mi var?
    Sayın Hortlak, başka bir kişi biz öğrencileri taklit edip sizi tuzağa düşürmek istemiş.
    Zaten böyle durumlara meydan vermemek için sizinle kurduğumuz diyalogu durdurmuştuk.

  346. Günümüz Faşistleri

    Faşist ülkede yaşamış, daha sonra aşağıdaki gibi laflar ettiğinden sağ ve solun nefret ettiği ve nihayet öldürülen bir düşünür ne der?
    “Günümüz anti faşizmi, en azından anti-faşizm sakızı çiğnemesi, ya bönlük ve enayilik ya da kötü niyet bahanesi, antifaşizm olmanın rahat ve huzuru, bir terapi.
    Sosyologlar, günümüz gerçek faşizmini zararsız ve tamamen gösterge niteliğindeki kibar dille ‘tüketici toplulumu’ olarak tanımlarlar. Ne var ki, dünyaya ve nesnelere, örneğin peyzaj, şehircilik ve özellikle insanları okumayı bilir gözlerle bakarsak, bu kaygısız tüketici toplumun bir su katılmamış faşizmin, bir diktatörlüğün sonucu olduğun görürüz.”

    Irkçı faşist Hortlak ne der?
    ‘Gelismis zengin kapitalist ulkeler’! Marks amcamın göklere çıkardığı aynı yolun yoldaşları! Verin daha çok verin! İnsanlık adına verin! Hepimiz kardeş değil miyiz? Tabii, yağma yok! Franklin falan filanlar gibi yüksek dev kültürlü Kürt Ayran ırkından atalarımız, Marks amcamdan önce, Marks meşalesini Afrika, Amerikalar, Avustralya ve Asya’ya taşıdılar. Buldukları wahsi, edepsiz çıplak, kızılderili, sarı derili, siyah derili, güjeratlı yerlilere vermektense daha da çok zengin olmak için almalıyız. Bu alçaklar alçağı ırklar yüz binlerce yıl ne üretime ne de bizler gibi ye ye doymaz köpeklik yapıp kapitalizmi kamçılayan tüketime katkıda bulunmuşlar.
    Marks amcam ne demiş: “Dünya faşit tüketicileri, birleşin!”

  347. Çeneni, nefesini tüketme boşu boşuna.. dünyanın tüm çene tüketicileri birleşin ci.
    En kötüsü zaman tuketimi…
    Paran kadar konuş,paran yoksa konuşma!paran yoksa şerefinde yok! Hiç duymadinmi bu lafları? Dünyanın en zengin, dolarlar ulkesine gittin bunlari unudin.. ayıp ayıp..

    Sen git dağlarda,ormanlarda dolaş.

    Kanadada bir hayvan var,ismini bilmiyorum.eskiden TV.de görmüştüm.
    Saldirmadigi canlı yok.
    Neydi onun adı? yarı kurt yarı ayı bissey..

  348. Hortlak Yoldaş Anarşist Olmuş

    Sizi daha önce de uyarmıştık. Bu azılı anarşistler sitesine katıldığınızdan beri küçük burjuva isyankârlığı içinde bilimsel Marksizm’den gittikçe uzaklaşıyorsunuz. Siz de anarşistler gibi cahilce konuşuyorsunuz.
    Bir sizi tuzak kurdu ve siz de faka bastınız: değer teorisindeki gibi olmayana ergi yöntemini burada tekrar edersek, bolluk maddelerin bol olduğu yerde üretimde gayret ve gelişme, sizin gibi, gülünç olur. Yani başarı, insan teknolojik gayretiyle çevrenin (doğanın) beraberce ele alınmasıyla ölçülür.
    Sokaklarda Marksist devrimci broşürü dağıtan veya gazetesi satanı bir çaylak gibi konuşuyorsunuz. Gençken öğrendiğiniz Marksizm’i Kuran hafızları gibi tekrarlıyorsunuz.

    Üretim çerçevesi içinde, Marks’ın değer teorisinin dayanağı aklın biçim vermesi, doğanın hammade sağlaması (form/substance). Emek doğanın dönüşümünü gerçekleştirmede. Bu fikri ampirist John Locke daha önce geliştirmişti. Marks, dönüşüme değer katmayı ekledi.

    Bu alanda en fazla araştırma yapan ünlü Marksist Maurice Godelier’i okumanızı tavsiye ederiz. Fakat o sizden çok daha bilgili olduğundan ve uzun yıllar araştırmalar yaptığından çok daha temkinli konuşur. Örneğin 1986’da yazdığı Zihinsel ve Maddi (The Mental and the Material) kitabında Batılı olmayanlar arasında , ‘doğanın insanlar tarafından dönüşümü fikri hiçbir anlam taşımaz’ der.

    Maurice Godelier’i çok küçük bir tanıtma:
    “kapitalizmin ayaklarıyla yürüyerek ancak kapitalistsiz kapitalizme varılabilir” diye esaslı bir lafı etmiş bulunan Fransa’da antropolojinin en etkili sayılan isimlerinden birisi.

    Türkçe’de sol yayınlarından çıkan asya tipi üretim tarzı ile ilgili bir kitabı var. Ayrıca, antropolojide, marksizmin kurumsallaşmasının en erken savunucularındandır. Papua Yeni Gine’deki Baruya’lar arasında 1960’lardan 1980’lere kadar 30 yıl saha çalışmasında bulundu.

  349. Bolluğun bol olduğu yerde?..

    Çöp e atılmış kitapları bol bol okuyup reklam yapmak.
    Dediklerin bulmaca gibi olursa okuduğun o kitaplar ne bilmecedir..
    Hayatın kaymış..
    Amerikan tarikatçı tarzı anlattıkların..
    Kandırmak, kendini kandırmak….
    Başka hiçbir derdin yok,mevzun yok.. hastalığın big belirtisi..

  350. Hortlak enayiler Marksizm’i seni çok fena bellemiş, kara cahil olmuşsun. Bak, Marks amcan, sosyalizmin “bilimsel ilkeleri” sınavının acımasız çapraz sorgusu karşısında senin şaşırıp zırvalayan birine ne demiş: “Cehalet henüz kimseye yardımcı olmadı”

    Tuzak kuran sorar:
    “Sayın Hortlak,
    “Marks insanların maddi üretim derken onların yaşamak için yemek, içmek, giyinmek, barınmak gibi maddi üretimde bulunmasini kasteder.”
    Tarihte hangi toplum veya toplumlar bunu en iyi başardı?”

    Enayi Hortlak faka basar:
    “Tabiki gelismis zengin kapitalist ulkeler.”

    Amma atmışsın be mübarek! Marks gibi bilgili insanlar dünyaya senin gibi bön bön bakmazlar. Çok daha başarılı toplumlar var. Seni bu hale getiren Osmanlıları örnek verelim.

    Orta Asya’ya gelmeden önce göçebe çoban olan bu Türkler bozkırdaki yiyemedikleri otları senin gibi evcil koyun ve ineklere yedirtir, etini yer, sütünden değişik içecek ve yiyecek yapar, derisini de diğer ihtiyaçları için kullanırlardı. Diğer senin gibi evcil köpekleri de koyun ve inekleri hizada tutmak için kullanırlardı.

    Orta Doğu’ya geldiklerinde senin gibi çoktan evcilleştirilmişleri bulunca aynı düzeni uygularlar. Evcilleşmişler arasından bazılarını devşirmeyle ailelerinden uzaklaştırarak sadakatlerinden tam emin olacakları köpekleri toplayıp idare ve askeriyede kullandılar. Sana benzer koyun ve inekleri böyle yola getirdiler.

  351. İki Aydınla Mülakat

    İki büyük entelektüel, Anarşist Türk Necip ve Marksist Kürt Hortlak ile aşağıdaki haberle ilgili bir söyleşi yaptık. Bu yüce iki ulusun temsilcileri sayın Hortlak ve sayın Necip, haberle ilgili derin görüşlerini açıkladılar.
    HABER:
    “Her yıl Hindistan’da yarım milyondan fazla çocuk kaybolmakta.
    Kuzey Hindistan’ın Uttar Pradesh bölgesindeki sapa bir kasabada bulunan bir tuğlacı Ram Bharan’ı ziyaret ettiğimde aile düğün hazırlıkları içindeydi. Gelin, Bharan’ın 15 yaşındaki kızıydı. Ancak düğün törenlerindeki müzik, dans, sevinç yerine matem havası hüküm sürüyordu.
    Ram Bharan kızını çok genç yaşta evlendirmeyi planlamamıştı Okuryazar olmayan, günlük ücretli bir emekçi Ram Bharan her baba gibi çocukları için iyi bir hayat ümit etmekteydi.
    Ama kızı kaçırıldıktan sonra, kızlarını koruyamayacağından, kalan altı kızlarını kim isterse hemen evlendirmeye karar verdi.
    Uttar Pradesh, kadınlara ve çocuklara karşı özellikle çok suç işlenen, kanunsuz bir yer.
    Kayıp olayından bir gün sonra polise giden Ram Bharan, otobüse binmeyi göze alamadığından iki saatlik yolu yürüdü ve polise, kaçıranlardan birinin kendi komşusu olduğunu bildirdi.
    Polis merkezini ziyaret ettiğimde, şikâyetinin yazılı bir kaydı bile yoktu. Olayı küçümseyen bir subay, “kızlar kaçıyor” dedi.”

    Marksist Hortlak: Uttar Pradesh nerede? Gujarat’a yakın mı? Bu insan sayılmaz insanların medeniyet, ekonomi, bilim-teknolojiye bir katkıları olmuş mu? Bunlar biz Dev Kürt Kültürlüler gibi Yüce Ayran ırkından mı? Neden bu alçak ırklarla zamanınızı heder ediyorsunuz? Yoksa o alçak wahsi misiniz? Hem de o kaçırılan küçük kızların bazıları benim haremde ve hayatlarından memnunlar!

    Anarşist Necip: Bu bilgiyi hangi önceden belirlenmiş kelimelerle aradınız? Kim saymış? Kimmiş bu haberi verenler? Kanıtları var mı? Hem de Hindistanlı çok diplomalı arkadaşlarım, her yıl sayısız çocuğun, arkadaşlarım ve benim gibi daha iyi bir hayat yaşamak için, zaten kendi istekleriyle kaçtıklarını bana çoktan söylemişlerdi. Üstelik Lavosier emmim ne demiş: “Kaçırılan çocuklar vardan yok olmazlar. Yer değiştirirler!” Bakın bazıları Marksist-Hümanist Hortlak’ın haremindeymiş. Yani, ev karısı olacaklarına, hizmet endüstrisinde emekçi olurlar.

    Bu anda, Hortlak ve Necip galeyana geldiler ve beraberce, kardeş kardeş, bir ağızdan devrimci ünlü Marksist-Anarşist marşı “işleyen demir pas tutmaz” uzun havalarına başladılar.
    Allah bu çok bilenleri başımızdan eksik etsin! İnşallah!

  352. Bolluğa bolluk la savaşmak.
    Kıtlığa kıtlık la savaşmak.
    Yokluğa yoklukla savaşmak Deli yamyam ideolojisidir.

    Kapitalist uretime hâkim olan zengin meta uretimdir
    Das kapitalin ilk giris cümlesidir.
    Yamyamcaya ceviremem..

    Uyduruk kitaplar üzerinden konusacagina doğrudan oku..
    Oku da hayatın degissin..

  353. Şair ve Şa’r Hortlak
    Bir mite göre Allah dünyayı insanlar çok gürültü ettikleri için yok etmiş.
    Ne var ki, bilimsel laik Türklere, özellikle bollukçu Marksist materyalist falan filanlara yakışır gerçek başka.

    Allah her Hortlak gibi durmadan fazla isteyenlerin gütültüsünden bıkar, bir araya toplar, neyi varsa hepsini bu durmadan havlayan köpeklerin sesini kestirmek için dağıtır. Hortlak ve diğer bütün şiarlar bolluk peygamberleri burjuva Marks gelene kadar havlamayı keserler.
    Allah malını mülkünü dağıttıktan bir süre sonra cılız bir şair gelir:
    Şair: Baba, baba çok acım.
    Allah: Oğlum her şeyimi dağıttım. Dağıttığımda burada değil miydin?
    Şair: Buradaydım.
    Allah: Ee?
    Şair: Senin güzelliğine dalmıştım, bir şey almayı unuttum.
    Bir Marksist Alman filozof “Auschwitz’den sonra şiir olmaz” dedi. Belki çok aşırı, belki çok sert ama hakikat payı var. Her halükârda, Hortlak’ın kitsch, ucuz edebiyat, şekerleme ambalajlarında rastlanan bolluk şiirleri için bu yargı sonsuz asil. Yapmaya değmez.
    Marks’a yalanını ve iftirasını geri aldırtan George Sand Hortlak gibilere “rahat yaşamak için yaşamaktan vaz geçmişsiniz!” der

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir