Mihail Gorbaçov

Artıgerçek

Mihail Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nin son başkanıydı. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra 32 yıl daha yaşayıp 91 yaşında öldü. Demek 1985 yılında parti genel sekreterliğine gelip Glasnost ve Perestroyka siyasetlerini başlattığında henüz 54 yaşında, kendisinden önceki “bir ayağı çukurda” Sovyet liderleriyle karşılaştırıldığında oldukça genç bir lidermiş.

“Akıl yaşta değil, baştadır” denir. Gorbaçov’un görece genç olması bir avantajdı. Sadece dinamizmi değil, yeniliklere açık olması açısından da. Kendisinden önceki Sovyet liderlerinin büyük çoğunluğu parti kademelerinde yıllarını geçire geçire o kapalı atmosfere o kadar alışmışlardı ki, pencereleri açıp içeriyi havalandırmak bile onlara zül gelmiştir. Tabii, Kruşçev’i bir ölçüde bunun dışında tutmak gerekir. O da Sovyet bürokrasisinde yetişmesine, Stalin’in cinayetlerinde bir hayli sorumluluğu olmasına rağmen, reform yapma ve kilitli kapıları açma teşebbüsünde bulunmuş bir liderdir. Sovyet sistemini yürütmek için Stalin mührünü açmaktan başka çaresi yoktu. Fakat bu mühür açılınca da bu sefer sistem aşağıdan ayaklanmalarla tehlikeye girdi, o da acilen sert önlemlere başvurdu. Macaristan’ın işgali vb. onun iktidarı altında gerçekleşti. Biz o zamanki Maocuların “Kruşçevci karşıdevrim” teorisi, Kruşçev’in bu zikzakları göz önüne alındığında iyice komik kaçıyor! Tabii, bu teoriye göre en büyük “günah” Stalin mührünü açmaktı. Mantıksız teorilerin peşinde harcanmış yıllar!

Toplumun büyük özgürlük ihtiyacını kavrayan Gorbaçov ise, Kruşçev’den farklı olarak, Stalin mührünü sadece “siyasi suçlar” alanında değil, kültür ve entelijansiyaya karşı tavır alanında da açmıştır. Sovyetler Birliği’nde uzun yıllar yasak olan, Kafka, John Steinbeck’in Bitmeyen Kavga’sı, Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’su dâhil yasaklı bütün edebiyat ve sanat eserleri onun altı yıllık iktidarı döneminde (1985-1991) birbiri ardından yayınlanmış, oynanmış, Sovyet entelijansiyası, Lenin döneminden beri sahip olmadığı özgürlüklere, kendini serbestçe ifade etme özgürlüğüne onun döneminde kavuşmuştur. Bu da az buz bir başarı değildir.

Baskı rejimlerini reforme etmek isteyenler bir dilemma ile karşı karşıya kalırlar. Reform yapmazlarsa çürüyen rejim çöküp gidecektir; reform yaparlarsa da rejim bu sefer baskının gevşediğini gören kitleler tarafından çökertilme tehlikesine maruz kalacaktır. Kısacası, baskı rejimlerinde reform yapmak, özgürlükçü açılımlarda bulunmak riskli bir iştir. Uzun yıllar baskı altında olan toplumsal katmanlar, özgürlüğün ışıltılarını gördükleri an, kapalı kapılara yüklenirler ve verilen özgürlüklerle yetinmek yerine sistemin bütünüyle yıkılmasını isterler. Kapılar içerden zorlanır ve büyük bir basınç meydana gelir. Reformcu lider bir açmazın içine düşer. Ya kapıların sökülüp sistemin çökmesine seyirci kalacaktır ya da Kruşçev’in yaptığı gibi, yeniden baskı önlemlerine geri dönecektir. Gorbaçov ikisini de yapmadı. Sistemin sınırları dâhilinde özgürlükçü tutumunu sonuna kadar sürdürdü ve tek parti sistemiyle birlikte yıkılıp gitti. 70 yıllık dönem böyle sona erdi.

Gorbaçov’un en büyük yanılgısı, tek parti diktatörlüğünün doğurduğu kötülükleri yine tek parti iktidarı aracılığıyla ortadan kaldırmaya çalışmak olmuştur. Terzi makası sadece kumaş kesmeye yarar, onunla tırnak kesemezsiniz.

Bizim sol, en özgürlükçü olanları da dâhil, Gorbaçov’u sevmez, hele bazıları nefret eder. 1990’larda gençliğini yaşayan, bugün özgürlüklerin değerini bilen bir kadın arkadaşım, Gorbaçov iktidardan devrildikten sonra, 1993’te, ODTÜ yönetiminin davetiyle ODTÜ’ye geldiğinde, solcu öğrencilerin “Gorbaçov’u protesto” gösterisinde sırtına bir polis copu yediğini anlatmıştı da, “bari copu hayırlı bir iş için yeseydin sırtına” diye dalga geçmiştim onunla. Bizim sola göre, Gorbaçov Sovyet sistemini kapitalistlere açan ve yıkılmasına neden olan kişidir. Oysa çok büyük bir yanılgıdır bu ve Osmanlı İmparatorluğu İslahat Fermanı’ndan ve Tanzimat’tan dolayı çöktü demekten farksızdır. Sovyet sisteminin kurtulması için küçük bir şans varsa o da Gorbaçov reformlarıydı. Eğer Sovyet sisteminin yıkılışına illa bir sorumlu aranacaksa, kurucu baba Lenin ve onun kurduğu tek parti diktatörlüğünü cehennemî bir siyasi polis diktatörlüğü haline getiren Stalin başta gelir. Ondan sonra da sırasıyla, Gorbaçov’a kadarki eyyamcı Sovyet liderlerini saymak gerekir. Solun, kazara iktidara gelse nasıl bir “sosyalizm” uygulayacağını anlamak için, Gorbaçov gibi özgürlükçü açılımı olan liderlere karşı tutumu iyi bir ölçüdür.

Gorbaçov reformlarının gündeme gelmesi, o zamanki bizim Maocu partide de tartışmalara neden olmuştu. Tartışmanın iki zıt ucu ben ve Halil Berktay’dık. Ben anti-Stalinist tarafın temsilcisiydim ama aynı zamanda sekter bir anti-Gorbaçov tutum içindeydim. Halil Berktay, Gorbaçov’u savunuyordu. Doğu Perinçek ise, bütün kurnaz politikacılar gibi, Gorbaçov başarılı olacak mı diye durumu kollamakta ve o sırada Halil Berktay’a “açık kapı” siyaseti izlemekteydi. Bir toplantıda, iki tarafı da dinledikten sonra, “burada en yanlış görüşü Mehmet Gündüz temsil ediyor” demişti, beni kast ederek. Ne diyeyim, haklıydı. Gerçekten de öyle kritik bir anda “Gorbaçov devrimci değil, reformisttir” diye tutturmak saçmalıktı. Ama Doğu Perinçek, “en yanlış tutum” diye beni işaret ederken, “en doğru tutumun” ne olduğunu söylememişti. Elbette en doğru tutum Halil Berktay’ınkiydi. Doğu Perinçek, bir süre ortamı kolladıktan sonra, Gorbaçov’un başarısız olacağını anlamış olacak ki, Halil Berktay’a karşı büyük bir Stalinist kampanyayla saldırıya geçti. Anti-Gorbaçov tutumda o güne kadar ısrar eden “Mehmet Gündüz” de ister istemez Halil Berktay’la ittifak yapmak zorunda kaldı.

İnsanların çoğunluğu tutucudur. Öyle olmasa, saçma sapan dini akidelerin, her türlü akıl dışı dogmanın, o berbat aile geleneklerinin kuşaktan kuşağa devredilerek genç insanlara ulaşması, onların da hiçbir sorgulamaya tabi tutmaksızın bunları benimseyip uygulamaları, kendilerinden sonrakilere devretmeleri mümkün olur muydu? 20. Yüzyılın başlarında, insanlığın ufkunda yenilikçi ve özgürlükçü söylemlerle parlayan sosyalizmin, reelsosyalistlerin tutumuyla içine düştüğü dogmalar yığını durumun vahametini göstermektedir.

Bu hurda yığınının güçlü bir buldozerle temizlenmesine cesaret etmek gerekiyor.

Buldozer bulunur da, cesaret nerede!!!

Gün Zileli

4 Eylül 2022

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Yerelden Yenmek!

Artıgerçek YEREL MÜCADELELER Merkeziyet-âdemimerkeziyet tartışması son 200 yılın en önemli tartışmalarından biridir. Marksist sol, her …

9 Yorumlar

  1. Moğolistan’dan habersiz bir dünya… Ne tv’de bir haber, ne gazetelerde bir yorum… Sosyalist bir yönetim altındaki halk nasıl, insanlar ne yapıyorlar? Mutlular mı, karınları tok, sırları pek mi? Sizin bu konuda bilginiz, araştırmanız var mı Gün abi?

  2. Moğolistan’da sosyalist yönetim mi var?

  3. 90 sonrası çok partili sisteme geçilse de Moğolistan Halk Partisi MPP iktidarda oldu hep. Sosyalizm düşüncesi, Demokrat Parti karşısında seçimlerde başarılı oldu. Sosyalist rejim değil ama, sosyalist yönetim var.

  4. MPP kadroları, eski yönetim izinde, Sosyalist Enternasyol üyesi.

  5. ilginç bir deneymiş. Bir inceleyeyi, dönerim yeniden.

  6. Evet, inceledim. SB zamanındaki tek parti iktidarı, SB yıkıldıktan sonra çok partili seçimlere gitmiş ve seçimi kazanmış. Devlet Başkanı ise muhalefetteki Demokrat Parti’den. Kısacası, Moğolistan özgün bir deneyle, bir komünist partisinin de çok partili bir rejimde iktidar olabileceğini göstermiş oluyor. Diğer reelsosyalist ülkelerin hiçbirinde k’ler bu cesareti gösteremedi.

  7. Sanırım toplumsal hareketlerin olmadığı ortamda insanlar halihazır iktidar partisine oy vererek istikrardan yana tutum takınmışlar.

  8. İlgilendiğin ve cevapladığın için teşekkür ederim abi.

  9. özgürlükçü

    Devlet teori ve pratiği ilkelinden modernine ve adeta devasa askeri-endrustriyel yıkım ve imha silahı haline gelen günümüzün ulus devletleri insan hayatında geçici bir form olduğunu bize öğretir. Sosyalist devlette bundan azade olamayacağına göre sovyetlerin sosyalist devletten daha çok bürökratik devlet kapitalisti bir devasa organizasyonun iktidarında kim olursa olsun yukardan aşağıya devlet-iktidar eliyle yeni bir üretim ilişkisi inşa edilemeyeceğinin örneği olmuştur sovyetler birliği. Hayatımızdan ilelebet çıkmayacakmış gibi görüntü verip her krizini aşma becerisi gösterip rol çalıp ömrünü uzatan kapitalizmin işlevsel aparatlarından olan ulus devletlerin hurda yığınını kaldıracak buldozer bulmadan evvel bu devasa askeri-endrustriyel yıkım makinasını aşındırıp işlevsizleştirmek gerekecektir. Günümüzün egemen sosyalist geleneklerin pratikleri ulus devletleri aşındırmayı değil tam tersine merkeizileşip daha güçlenmesinin taşlarını döşediklerini üzülerek izliyoruz. Bütün devletler katildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir