“Vatan Haini”

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CNN Türk’teki Enver Aysever’in “Aykırı Sorular” programında, dün gece, “Mustafa Kemal’e karşı çıkmak vatan hainliğidir” diye kelamda bulunmuş.

Ben programı izlemedim. CNN-Türk’ün sabah haberlerinde dinledim.

Siyasi alanda birbirine karşıtmış gibi çekişen güçlerin en kritik anlarda, bilmeden de olsa birbirlerinin yardımına koştuklarına çok tanık olmuşumdur.

Şu somut durumda: Siz AKP hükümetinin ne kadar anti-demokratik olduğunu anlatmaya çalışıyorsunuz, onun diktatörce tutumundan somut örnekler verip bütün demokratik güçleri AKP hükümetinin tek parti diktatörlüğüne karşı mücadeleye çağırıyorsunuz, bütün eksiklerine ve gediklerine rağmen önemli bir muhalefet gücü olan CHP’ye de bu ortak tutumda yer veriyorsunuz, öyle ki, giderek artık liberaller bile AKP’yi savunamaz duruma gelip başlarını önlerine eğiyorlar ve işte böyle bir anda Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’ın imdadına yetişip tam da faşistlerin ağzına yakışacak bir laf ederek size “beterin de beteri varmış” dedirtiyor.

Valla başkalarını bilmem ama ben bu sabah haberi dinleyince böyle dedim. AKP iktidarı yerine, başında Kılıçdaroğlu’nun olduğu CHP iktidarının olmadığına şükrettim. Demek bunlar iktidara gelince hepimizi içeri atacaklar “vatan hainliği”nden. Kendi adıma söyleyeyim en azından: Atatürk’e karşı çıktığıma göre, Kılıçdaroğlu’nun nezdinde ben de “vatan haini” oluyorum. Hayır, “vatan hainliği” suçlamasından korktuğumdan değil, bu tür şeylere eskiden beri alışkınız. Beni esas korkutan ve üzen, CHP’nin, ne yazık ki, kendini genel başkanın ağzından, AKP’den de beter bir faşist parti olarak ilan etmesi.

Neyse, karamsarlığa kapılmaya gerek yok. Faşizme karşı mücadele, gerekiyorsa, tek partinin hakkından geldiği gibi çift partinin de hakkından gelir.

Kılıçdaroğlu, batı dillerinde “high treason” diye geçen “vatana ihanet” suçlamasıyla, örneğin Hitler Almanya’sında kaç insanın kellesinin baltayla kesildiğini biliyor mu? Birinci Dünya Savaşı’nda eline silah almayı reddeden yüzlerce vicdani retçinin “vatana ihanet”le suçlanıp kurşuna dizildiğini ve bugün Londra’da onları temsilen  gözü bağlı bir gencin heykelinin bulunduğunu biliyor mu? Aynı şekilde, Hitler Almanya’sında binlerce vicdani retçinin ve Yehova Şahidi’nin savaşa gitmeyi reddettikleri için ölüme yollandıklarını biliyor mu? Ya Sovyetler Birliği’nde “vatana ihanet”le aynı anlamda kullanılan “halk düşmanlığı” suçlamasıyla milyonlarca insanın ölüme gönderildiğini?

Vatanın tek bir insanla özdeşleştirilmesi nasıl bir mantıktır? Haydi onu geçtik, bir insanın fikirlerine karşı olmayı “hainlik”le suçlamak hangi mantığın ürünüdür?

Nazi mantığının, faşist mantığının ürünüdür. Neo-Nazi ideolojinle mutlu ol Kılıçdaroğlu, yolun açık olsun. O yoldan gitmeye devam edenlere de güle güle diyelim.

 

Gün Zileli

3 Ocak 2013

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Altı ay önce, farklı bir bağlamda ama aynı konuda ve aynı başlıkla bir başka yazı daha yazmışım. Buraya yeniden alıyorum.

                                               G.Z.

 

Vatan Haini?!

 

İnsan sık sık kendini gözden geçirmeli. Acaba yazdıklarımda haksız bir yargıda bulundum mu, birisini eleştirmekte fazla mı ileri gittim diye durup düşünmeli. Ben de son yazdığım, 6 Haziran 2012 tarihli “Hadi Uluengin Tedavi Olmalı” yazım üzerine böylesi bir iç sorgulama içindeydim ki, Aynı yazarın Taraf  gazetesinin 9 Haziran 2012 tarihli nüshasında yer alan “Suriye 5. Kolu” yazısını okuyunca, “az bile yazmışım” dedim içimden.

Bu yazının Suriye konusundaki saçmalıkları üzerinde duracak değilim. Bazı yazılar o kadar saçmalar ki, ona karşı bir şeyler yazmaya kalkmak “saçmalıkla iştigal etmek”tir. Ben bu yazıda sadece, Hadi Uluengin’in, güya ulusalcılığı eleştirirken ulusalcılara bile parmak ısırtacak bir ulusalcılık sergilemesi ve 1953 yılında “vatana ihanet” suçlamasıyla elektrikli sandalyede idam edilen Ethel ve Julius Rosenberg’i, neredeyse 60 yıl sonra Amerika adına “vatan haini” ilan etmesi üzerinde duracağım.

Ethel ve Julius Rosenberg çifti, Birleşik Devletler Komünist Partisi’nin üyesi mühendislerdi. Soğuk savaşın en soğuk günlerinde ve McCarthy anti-komünizminin doruklarda olduğu günlerde, atom sırlarını Rusya’ya aktardıkları suçlamasıyla yargılandılar, “vatana ihanet”ten (high treason) ölüme mahkûm edildiler ve infaz, korkunç bir aletle, elektrik sandalyesiyle 19 Haziran 1953 tarihinde gerçekleşti. Rosenberglerin trajedisi film de yapılmıştı, TV’de izlemiştim. Gerçeğe bire bir uygun bir şekilde çevrilen filmde özellikle Ethel Rosenberg’in infazı gerçekten insanın yüreğini kanatacak ölçüde zalimceydi. Julius ilk elektrik şokuyla ölmüş, fakat Ethel kolay ölmemişti, üçüncü şokta saçından dumanlar yükseliyor ve yanmış et kokusu infazcıları bile irkiltiyordu.

Rosenberg’lerin idamı, aradan 60 yıl geçtikten sonra, bugün dahi tartışma konusudur. İdamlarının 50. Yılında, 2002’de New York Times gazetesi konuyu yeniden tartışmaya açmış ve Rosenberg’lerin idamını soğuk savaş ortamına bağlamış, delillerin yetersizliğine dikkat çekmişti.

“Vatana ihanet”, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan halkları ezen muktedirlerin sık sık başvurduğu bir suçlamadır. Hitler ve Stalin de çok sayıda insanı “vatana ihanet” suçlamasıyla ölüme göndermişlerdi. Hatta, Jan Valtin’in Karanlığın Ötesi’nde (çev: G.Zileli, Kibele, 2009) anlattığı gibi, Hitler, “vatana ihanet”le suçlayıp mahkûm ettirdiği komünistlerin başını baltayla uçurmak gibi (Giyotin Fransız icadı olduğundan bunu kullanmamayı tercih ediyordu) yollara bile başvurmuştu.

Yakın zamanlarda da “vatana ihanet” suçlamasıyla insanlar mahkûm edildi, uzun yıllar hapse atıldı ya da idam edildi. “Vatana ihanet” kurbanlarından biri de, 1986 yılında İsrail’in gizli nükleer silah programını İngiliz Sunday Times gazetesine açıklayan, İsrailli teknisyen Mordehay Vanunu’dur. Vanunu, 1986 yılında, Roma’da, Mossad ajanları tarafından bayıltılarak kaçırılmış ve İsrail’de “vatana ihanet”ten 18 yıla mahkûm edilmişti. İngiltere’de olduğum yıllarda Vanunu’nun serbest bırakılması için yürütülen kampanyaya ben de omuz vermeye çalışmıştım. Bir avuç insan, Vanunu’nun serbest bırakılması için yoğun bir kampanya sürdürüyorlardı. Vanunu, 2004 yılında serbest bırakıldı ama bundan sonra da çeşitli bahanelerle tekrar tekrar tutuklandı ya da ev hapsine alındı.

Uydurma suçlamalar bir yana, bir insanın, bir devletin askeri sırlarını açıklamasının “vatana ihanet”le hiçbir alakası yoktur. Tam tersine, bu, insanlığa büyük bir hizmettir. Vatana da, halklara da, insanlığa da ihanet edenler, aslında hem başka halklara hem de kendi halklarına karşı bu korkunç imha silahlarını, üstelik halkların sırtından imal eden imhacı devletlerdir.

Nazım Hikmet’in bu konuda güzel bir şiiri vardır. Şöyle der:

“Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
           hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
                            ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”

 

Hadi Uluengin’e dönecek olursak… Kendisi gerçekten bir vaka. Tutmuş, 60 yıl sonra ABD’de bile idamları tartışma konusu olan iki insanın “vatan haini” olduğunu yazmış. Neymiş “vatana ihanet”? Kanıtlanmamış bir suçlama ama diyelim ki, kanıtlanmış olsa bile bunun “vatana ihanet”le bir ilgisi yoktur. Eğer gerçekten Amerikan nükleer sırlarını Rusya’ya vermişlerse iyi de etmişler. Vanunu da İsrail nükleer sırlarını açıklamakla çok iyi etmiş. Bütün imhacı muktedirlerin sırları açıklanmalı, teşhir edilmelidir.

Casusluk denen şeyden hiç hoşlanmam ama nükleer casusluğu ve casusları destekliyorum. Ben de böyle bir olanağım olsaydı askeri sırları açıklardım, eğer açıklama olanağı bulamıyorsam birilerine verirdim.

Kısacası, bir vatansız olan ben, dünya yüzündeki, üzerinde canlıların yaşadığı bütün vatanların ve halkların dostu, bütün sınırların, askeri sırların ve devletlerin düşmanıyım. İngilizcedeki “high treason”u kelimesi kelimesine çevirecek olursak, bütün devletlere en üst düzeyde “ihanet etmeyi” bir insanlık borcu olarak görürüm.

Bilmem anlatabildim mi, Amerikan ulusalcısı Hadi Uluengin?

 

11 Haziran 2012

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

12 Mart ve Sol

Artıgerçek Ümit Zileli, Tele-1’deki programın başında “Neydi 12 Mart?” diye sormuş, ben de bugüne kadarki …

30 Yorumlar

  1. Benim asıl merak ettiğim, Kılıçdaroğlu bunu söylerken Enver Aysever’in suratının nasıl bir şekil ve renk aldığıdır. Her daim Kılıçdaroğlu’nu cilalayarak devrimcilere pazarlamaya çalışan bu kariyerist adam, programında Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini duyunca içinden “tühh, onca çabalarım boşa gitti” demiş midir acaba? Belki de “nasıl olsa bu haliyle de kakalarım” diye düşünüp önemsememiş de olabilir.

  2. Biliyorsun, gazetecilik mesleğinin bir özelliği de renk vermemektir:)

  3. Gün Zileli’nin kafası yine karışmış. Günde 2 defa doğruyu gösteriyor, gerisi ortaya karışık.

  4. eh, bu koşullarda bu da idare eder. Akrepten de yelkovandan da yoksun olanları düşünürsek.:)

  5. bence vatan dedikleri mülkün ve paranın kamufle adıdır. parası olan herkes, isterse dünyanın her yerini satın alıp vatan ya da yurt edinebilir. başka deyişle, mülkiyetine geçirip sahiplenebilir. bunun için de devlet denen bekçiye gereksinim duyacaktır. bu anlamda bütün vatanseverler evrensel insanlığın açık örtük düşmanı olduklarını, gizlemeye; uygun bir kamuflaj imkanı bulamamış oldukları sürece bu kelimelerle nefretlerini kusmaya devam edeceklerdir.
    tıpkı bizim de bunlarla mücadele edeceğimizin devam edeceği gibi…
    insanın içinde doğup büyüdüğü ortamı ve onunla dünyayı anlamlandırmaya başladığı kültürü sevmesi ise doğal bir olaydır ve bunlarla karıştırılamaz. buna isterim ki memleket sevdası diyelim.

  6. Avni’nin Atları

    Bu atlar Avni’nin atları
    Kuvayi Milliye atları
    Kara yamçı altında ak sağrı dolgun
    Titrer burun kanatları
    Bu atlar Avni’nin atları

    Kuvayyi Milliye gelecek yine
    Şahin atlar aşarak yeli
    Çiğneyerek gavuru da, Anzavur’u da
    Kuvayi Milliye gelecek yine
    Hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da ışık içinde.

    Bu atlar Avni’nin atları
    Kuvayi Milliye atları
    Titrer burun kanatları.

    Bana Avni’nin atlarına
    Binmek nasip olmasa gerek
    Ama Memet binecek
    Gelecek düşmanla topuz topuza!
    Gülüm, Kuvayi Milliye atları
    Gözüm, Kuvayi Milliye atları,
    Memleketi satanları bağlasınlar,
    Kuyruğunuza…

    Nazım Hikmet Ran

  7. Mantıklı Memur

    Engin Ardıç da bu Rosenberg’ler konusunu bir ara diline dolamıştı ve Hadi Uluengin gibi o da bu çiftin “suç”larının daha sonraki yıllarda kanıtlandığını iddia etmiş ve onlarla ilgili tiyatro oyununu yazan kişinin bu nedenle oyununu geri çektiğini, hatta oynanmasına da engel olduğunu ileri sürmüştü.

    Bunlar çok biliyor ve de .ok biliyorlar. Bildiklerini de böyle insanlık değerlerini karalamak için kullanıyorlar. Rosenberg’ler böyle bir işe karışmışlarsa çok iyi yapmışlar; ama ulu ve de engin biraderlere göre bu bir suçmuş!..

  8. gün abi yazılarınızı ve kitaplarınızı takip ediyorum, okuyorum. gördüğüm bir şey var: siz anarşistsiniz ama bu ülkede anarşizm mücadelesi yürüten devrimcilerle ilgili en ufak bir değerlendirmeniz yok. hep chp, tkp, ip, ödp gibi ideolojik devlet aygıtlarını eleştiriyorsunuz. bunlar egemen iktidarın ve devletin farklı yüzleri. yani düşman. siz dostlarınızla birlikte olmalısınız. bırakın artık kılıçdaroğluna sinirlenmeyi. size ne chpden ya da iletişim yayınlarının falan ne yaptığından! siz kendi gündeminizi oluşturun. aydınlıktan kopmuşsunuz ama çoğu yerde hala bir aydınlıkçı gibi, büyük anlatıların içinden yorum yapıyorsunuz. klasik anarşizmle gelebileceğiniz en son yer de burası zaten: yani ödpyi, tkpyi, chpyi, birikim tayfasını falan neden sol olamadıkları için eleştirmek.

    egemen iktidarın öznelerini özgürleştirerek yönetme yöntemi değişti artık. devlet aygıtının işleyişini klasik anarşizmle değil postyapısalcı bir anarşizmle değerlendirmek gerekiyor. mesela günümüzde sosyalist solun neden milliyetçi olduğu, deleuze’ün kapma aygıtı nosyonuyla açıklanabilir. ama maalesef siz deleuze, foucault gibi sistem karşıtı düşünürlere çok uzaksınız.

    mesela geçen aylarda oturmuş, aydınlığın, solun, birgünün tirajlarını üst üste koyarak, her gün yüz bin kişi sol gazete okuyor, diye değerlendirme yapmışsınız. yani bir anarşist olarak sizi niye heyecanlandırır ki bu gazetelerin kaç okuru olduğu? bu okurların tamamı vatanseverdir. yani düşmanınızdır. öte yandan…

    ister klasik olsun, ister postmodern, bugün anarşizm mücadelesine yönelmiş yüzlerce genç var bu ülkede. okuma grupları kurarak, atölyeler oluşturarak ya da sokağa çıkarak, bedel ödeyerek, eylem yaparak bir şeyler üretmeye çalışıyorlar.
    mesela devrimci anarşist faaliyet için ne düşünüyorsunuz? o çocukların kapısını bir gün olsun dostça çaldınız mı?

  9. kapılarını çaldığım gibi kütüphanelerini bile düzenledim ve akşama geldiğimde düzenlediğim kütüphaneyi eski yığın haliyle buldum. Hakkımda yanıldığını söyleyeyim şimdilik. Eğer bu siteyi biraz daha dikktatli incelemiş olsaydın sağ taraftaki “anarşizm üzerine Yazılar” kategorisindeki 56 yazıyı görecek ve okuyacaktın. Ayrıca sol taraftaki Ayyuk’ları da görüp okuyacaktın siyahi kardeşim.

  10. Gun Bey, siyahi isimli yorumcunun elestirilerinin bir bolumune, yani bir anarsist olarak “asil davasi” olmasi gereken(!) anarsizme yeterince deginmemesine; bu konudaki calismalarini, yazdiklarini ve katkilarini refere ederek cevap veriyor.

    Ancak ben de, siyahi gibi, kendisinin CHP, TKP, Aydinlik, v.b. gibi birer “aparatcik” olmaktan oteye gecemeyecek duzen araclariyla zaman kaybetmesine uzuluyorum. Okudugum ve halen okuyor oldugum kadariyla daha cocuklugundan baslayarak hep ilerici davalari gutmus olan Gun Bey’den, once lafa bakmasini beklerdim laf mi diye, sonra donup soyleyene bakmasini isterdim bunu soyleyen adam miymis diye. Hem basbakan hem de onun en buyuk yardimcisi olan ana muhalefet lideri (ve elbette muhalefet liderinin selefi), ne yazik ki uzerinde zaman kaybetmeye degmeyecek politik zirvalarla tribunlere oynuyorlar (oynadilar yillarca), ben ne o tribunlerde ne de karsisindaki tribunlerde olmayi kabul etmiyorum, yapacak daha onemli islerimiz var. Ozellikle Gun Bey’in aktarmasi gereken ve hala gelistiriyor oldugu muthis bir birikimi var.

    Siyahi’nin sitemi bana, fasist AKP’nin her hamlesi icin “yetmez ama evet”cileri suclama modasini hatirlatti; Gun Bey’in de “yetmez ama evet” diyenlere sitem eden en az bir yazisini hatirliyorum. Fasist AKP veya fasist CHP-MHP koalisyonu veya “milliyetcilikle sosyalizm arasinda savrulup duran” BDP arasinda secim yapmaya zorlanip da ozgur iradesiyle kendince kotunun iyisini secmek zorunda birakilan insanlarin, hukumetin skandal politikalarindan sorumlu oldugunu dile getirmek en hafifinden acimasizliktir. O zaman size “Hirsizin hic mi sucu yok?” diye sorarlar.

    Elbette hangi konuda ne yazacagini yazarin keyfi bilir, benim nacizane elestirilerim yazarin potansiyelinin, politikacilarin incir cekirdegini doldurmayacak demeclerini yorumlamakla ya da ana akimda kose kapmak icin davalarindan donen eski yoldaslarina sitem etmekle harcanmamasi yonunde, emnim Siyahi’nin elestirileri de benim gibi ayni yolda yurudugunu dusundugu bir yoldasa ufak serzenisten ibarettir.

  11. Konunun belkide en komik boyutu, Atatürk’ü red edenleri vatan hainliği ile suçlayan Kılıçdaroğlu’nun, aile üyelerinin 1938 tarihinde Dersim’de Atatürk tarafından vatan hainliği ile suçlanıp imha edilmiş olmasıdır. Bu durumun açıklamasınıda herhalde psikologlara bırakma zorundayız. Politik olarak bu durumu açıklamak benim açımdan oldukça zor görünüyor.

  12. ” özgürlük.. anarşiye yol açar.. anarşi diktatörlüğe götürür.. diktatörlük yeniden özgürlüğe geri getirir.”

  13. arkadaşlar, chp’ye, ödp’ye, tkp’ye, bdp’ye falan oy veren, grup yorum gibi nasyonal sosyalist grupları dinleyen insanlar, daha en baştan kaybedilmiştir. egemen iktidar, bu insanları devrimci mücadeleden kapmış ve kendisine mal etmiş, kendisine benzetmiş, kendisinin bir aparatı kılmıştır.

    türkiyede anarşizm mücadelesi kendi geleneğini oluşturamadığı için, yani henüz daha kendine hayrı olmadığı için, hali hazırda pek az olan enerjisini ve birikimini neden nasyonal sosyalizme yenik düşmüş sosyalist solcuları kurtarmak için harcasın ki?

    siyasal alanda var olan bütün kavga, egemen iktidarın kendi içinde yaşadığı bir iç savaşa aittir. bu savaşa müdahale eden devrimciler, birbirleriyle çatışan egemen iktidarlar tarafından kapılmakta, egemenlerden birinin tarafında saf tutmaya zorlanmakta ve asimile edilmektedirler.

    öte yandan, bu ülkede anarşizme sempati duyan önemli bir gençlik kesimi var. geçtiğimiz dönemde sınav sorularının cemaate servis edilmesi neticesinde on binlerce genç sokağa dökülmüştü.
    bu gençler, yeni ve farklı, aşağıdan yukarıya mücadele biçimleri örgütlediler, nasyonal sosyalist olmayan ama yetmez ama evetçi de olmayan anarşizan eylemlilikler ortaya koydular.

    artık bu potansiyele derli toplu bir yol haritası sunmak gerekiyor. yoksa bu gençler, tkp, ödp, halk cephesi gibi militarist devlet aygıtlarınca asimile edilecekler ve ediliyorlar da.

    mesela geçtiğimiz yıllarda karakök otonomu, türkiye anarşist federasyonu benzeri bir organizasyon için çağrıda bulunmuştu. daha önceki yıllarda da istanbulda çeşitli fraksiyonların ve bireylerin organizasyon için bir dizi toplantı yaptıklarını internetten okuyoruz. ama neticede bir şey çıkmamış.

    bence saint imier toplantılarına katılmış bir anarşist olarak gün abi, türkiyeli anarşistlere yol haritası niteliğinde bir metin sunmalı.
    kapsayıcı, didaktik ve indirgemeci olmayan, egemen iktidarın her yerde olduğunu görebilen bu metin, anarşist, anarşizan, otonom, herkese bir şekilde ulaşmalı ve tartışılmalı. daha sonra da vakit kaybetmeden istanbulda yüz yüze görüşebileceğimiz çalışma grupları, seminerler dizisi oluşturulmalı. tıpkı doksanlı yıllarda sosyalist solun kuruçeşme toplantıları gibi. gün abi o günlerin konjonktürünü daha iyi bilir tabi.

    bununla birlikte, burada kimseye abilik yap falan demiyorum. bu ülkede sıfır kilometre bir anarşizm mücadelesi var. organizasyon konusunda en deneyimli olanlarımız bir yol haritası çizsinler, samimi bir şekilde tartışılsın, diyorum.

    yurt dışında bu işler nasıl yapılıyor? yunanlı anarşistler nasıl o denli bir örgütlülüğe ulaşmışlar, ne yapmışlar, nasıl yapmışlar, bunları bilenler görüşlerini paylaşmalı. yunanistandaki egemen iktidarla türkiyedeki ceberrut egemen iktidarın farklı yapıda olmaları her şeyi açıklamıyor.

    öte yandan türkiyede üniversitelerde dağınık bir şekilde örgütlenen ve okul bittiğinde siyaset yapmayı bırakan önemli bir anarşist öğrenci kitlesi var lakin çok az olan enerjilerini hiç bir kazanım getirmeyen polisiye çatışmalarda harcayarak çabucak yok oluyorlar. neden? çünkü yol haritaları yok. kim kime dum duma. her kafadan bir ses çıkıyor. ondan sonra devlet 15 tane anarşisti tutukladığında ülkede yaprak kımıldamıyor. hiçbir şey yapamıyoruz.
    en başta, teoride, manifestoda, yol haritasında bir şeyler eksik.
    bazıları tam da bu eksikliği anarşizm olarak adlandırıyorlar, bense yozlaşma olarak adlandırıyorum.

  14. Siyahi arkadaşım, öncelikle şu “nasyonal sosyalist” deyimini o kadar bol keseden kullanmayı bırakmalısın. Bütün sol’u “nasyonal sosyalist” ilan etmek son derece sekter bir tutum. Manifesto meselesine gelince. Neden ben? Siz gençler hazırlayın, bizler de katılalım.
    Taslak metne elbette katkı ve eleştirilerim olur. Ama dediğim gibi, genç arkadaşlarımız sekter tutumdan sıyrılmalı, 50 yıllık deneyimim bana her şeyden önce sekterlikten uzak durmayı ve kucaklayıcı olmayı öğretiyor. “Saf” anarşizm gerçek anarşizmin çok uzağındadır.

  15. Bizdeki “saf” anarşistler Mısır’da yaşıyor olsalardı, sıradan insanların Tahrir’de ellerinde taşıdığı Mısır bayraklarını ve Nasır fotoğraflarını bahane ederek buradaki halk ayaklanmasına da burun kıvırırlardı 🙂

  16. Sayın Zileli,
    CHP’nin iktidarda olmadığına şükrettiğiniz yer, şu videodaki arkadaşların mevzilerine çok yakın gibi görünüyor: http://www.dailymotion.com/video/xwhmel_azy-karar-coyu-zarar-huseyin-celik_news?start=298#.UOklT3c57tQ

  17. bence modernizm ve moderniteyle ile malul olmayan bir anarşizm olmalı
    konuşmayı önermekle zaman yitirmek yerine, konuşmaya biryerlerden başlama gerekir diyerek konuya girmiş olayım.

  18. Gün Zileli’ye bir sorum var:
    Otoriter uygulamalar/fikirler hakkında yazdığınızda, hep bir hitler bir stalin ya da bir faşizm bir reelsosyalizm örneği veriyorsunuz. Bu, “hür dünyaya karşı totatiler rejimler” yaklaşımına varmıyor mu ya da siyasal demokrasiyi kutsama noktasına varmıyor mu?

  19. 🙂 Bence varmıyor. Kapitalist rejimlerin eleştirisini de ayrıca yapıyoruz zaten. Ama totaliter rejimler başka bir kategori.

  20. haklıyken haksız konuma düşmüş olabilir misiniz twitterda? doğru argümanlar söyleyip de “bey sensin, senden öğrenecek değilim, kalın kafalı mısın” gibi sorularınızla kendi ayağınıza sıktınız. şimdi bana da “senden öğrenecek değilim” der misiniz 🙂 münazara tekniğinde tartışmayı şahsileştirmemek “sen, ben” diyaloguna girmemek başarıya götürür. bırakın karşınızdaki ne derse desin, siz o “marksist liberal fikir öne sürer” argümanını yazsanız sadece nakavta edecektiniz. hem de yakışmadı size bu sert üslup.

  21. Haklı olabilirsin tabii ki. Ama koray’ın ilk mesajındaki “Gün mü, leyla mı” lafı genelde dikkatlerden kaçıyor. Öte yandan, bu da benim kusurum belki, kendini bir şey zanneden “yukardakiler”den birini görünce karşımda, çileden çıkıyorum. Ama haklısın. Kendime hakim olmalıydım.

  22. Müjde Ar: Aygün’e bunları yapmak mı yenilik
    Türkiye’nin gündemindeki 3 PKK’lının öldürülmesiyle ilgili oyuncu Müjde Ar da konuştu. Ar’ın hedefindeki isim CHP lideri Kılıçdaroğlu’ydu.

    Ünlü sanatçı Müjde Ar’dan, 3 PKK’lının Fransa’da öldürülmesi ve sonrasında yaşananlarla ilgili değerlendirme geldi.

    Ar, suikatlerle ilgili ‘alçakça’ ifadesini kullandığı televizyon programında, Kürt sorununun çözümüne ilişkin arayışlara tam destek verdiğini belirtti.

    Ar, CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün Sakine Cansız’ın ailesine taziye ziyaretinde bulunmasına da destek verdi.

    Ar şunları söyledi:

    “Çok alçakça bir şey olduğu açık. Sakine Cansız’ın Diyarbakır’da yattığını biliyorum. Hüseyin Aygün’ün taziye ziyaretini destekliyorum. Ben de o bölgenin insanı olsam ben de giderdim. Hatta, sade bir vatandaş olarak o cenazeye gitsem mi diye düşündüm. Bu savaş bitmeli”

    “NE BİÇİM PARTİ BU”
    Ar’ın eleştirilerinden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da nasibini aldı.

    Müjde Ar, “Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğini yorumlamak bana düşmez ama beğenmiyorum. Zayıf ve yetersiz buluyorum. Ercan’a da (Ar’ın eşi olan Ercan Karakaş, eski milletvekili ve şu an CHP parti meclisi üyesi) ne biçim parti bu diyorum. Yeni CHP deniyor ama Hüseyin Aygün’e bunları yapmak mı yenilik” diye konuştu.

    http://www.ntvmsnbc.com/id/25414663/

  23. bir türk tunus seyahati sonrası arkadaşına dert yanmış;
    -ne biçim bir ülke bu. burgiba havaalanına indik. burgiba caddesinden geçtikten sonra burgiba meydanındaki otele geldik. her yer burgiba.
    -eee. sen hangi havaalanına indin?
    -atatürk havalimanı
    -hangi caddeden geçtin?
    -atatürk cd.
    -evin nerde?
    -ataşehirde
    -hangi sitede oturuyorsun?
    -atakentte

  24. Kime Ata Denir! Atalarımız Kimlerdir? – 1

    Bir insanın zihniyetini ve milletten ne anladığını öğrenmek için “ataların kimlerdir?” diye sorunuz. Eğer ısrarla “Kemalist önderleri” ata sayıyorsa , İslâm öncesi Türkî şahsiyetlerden ata sıralıyorsa o kişinin Müslüman millete aidiyeti tartışmalıdır. İnsanın aynası tercih ettiği atalarıdır. Kendini onlarda görür. “Atalarım dediği” şahsiyetler , insanın zihniyetini ele verir. İslâmlaşmış devirlerde dinî kutsiyet izafe edilen menkıbevî şahsiyetlere , dervişlere, âlimlere, ululara ve cemiyet içinde itibar sahibi büyüklereata unvanı verilirdi. Korkut Ata, Zengi Ata, Sâhib Ata, Mansur Ata gibi… Atanın bir mânası da ceddir. Çoğul ifadesi ecdât. 12. yüzyıla doğru Müslüman Türk mutasavvıflarınca terbiye eden, edep öğreten, yol gösteren, kendisine bağlananları kayıran ve koruyan şeyh, pir ve halife mânasında da kullanılmıştır. Atanın târif ve ölçüleri İslâmî değerleri temsil ve gâye noktasında aranır. Ecdâdın vasıflarını, Müslümanlığın bütün oluş ve hususiyetlerini şahsında mecz etmiş, İslâm’ı yayıp ilerletmiş olanlarda aramak lâzım.

    İ’lâ-yı Kelimetullah’ı, Hz. Peygamberin sünnetini esas alan ve gâye edinen devlet adamlarına, veli ve âlimlere, fikrî ve edebî şahsiyetlere ata denir. Abdestsiz dolaşmayan, namaz kılan devletlû ile ilim, edebiyat ve sanatta Müslüman cemiyetemal’olmuş büyükler ata ölçülerini haizdir. Bu ölçülere göre, Kemalizm’in kurucusu atamız olamaz. “Kemalist önderler” İslâm’a ve millete mugayir vasıf ve amellere sahip oldukları için ecdât olma hakkını haiz değildir. Altı Ok’çu cumhuriyetçiler “ebedî şef” ve “millî şef” gibi yücelttikleri “önderleri” cebren ve ideolojik olarak “ata” ilân etseler de, millet vicdanında “ata” olmaları gayr-ı kabildir, yani imkânsızdır. Cumhuriyet döneminden atamız olabilecek şahsiyete sahip insan gayet azdır. Cumhuriyeti Batılı modernleşme ideolojisi olarak ilân eden “Kemalist önderler” İslâm’ın bin yıllık yaşayagelen medeniyetini redd-i miras ettikleri için ecdâtvasıflarını kaybetmişlerdir . Bu bakımdandır ki, “Büyük Önder”le birlikte İsmet İnönü, Kılıç Ali gibi lâ-dinî cumhuriyet erkânı ile 27 Mayıs darbecisi Cemal Gürsel ve benzeri despot generaller milletin zâlimi oldukları için atalarımız sayılmazlar. Kazım Karabekir Paşa İslâm’a ve millete yakın durduğu ve Kemalizm’e karşı çıktığı için cumhuriyet dönemi atalarımızdan sayılabilir.

    Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Nurullah Ataç, Orhan Veli gibi kişiler Müslüman millet olmaklığımızın fikir ve edebiyatında reddiyeci, Nihal Atsız, Ziya Gökalp ve benzerleri de sentezci oldukları ve din ü millete tam intisap etmedikleri için edebî vefikrî ata vasfına sahip değildirler. Meselâ, cumhur reisliği yapan Süleyman Demirel’den ata olmaz. Çünkü ata olabilecek ruh ve vasıfları şahsında toplamış biri değildir. “Hakk’a tapan milletin” ecdâd-ı âlisi Hz. Peygamberin dinî sulbünü devam ettiren Hz. EbuBekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali’dir. İmam Gazâli ilimdeki büyük atamızdan biridir. Yunus Emre, Hz. Mevlâna, Hacı Bayram Veli ve benzeri şahsiyetler ecdâdımızın has tipleridir. Müslüman milletin damar damar öncüleri olanBediüzzaman Said-i Nursi, İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Esat, Süleyman Hilmi Tuna Efendi, Mehmet Âkif,Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Zahit Kotku, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Menzil’deki merhum Şeyh Muhammet Raşit Erol Hazretleri ecdâdımızdır.

    Asya ’daki İslâm öncesi Türklerin büyükleri olarak yâd edilen şahsiyetler İslâmî inanç ve zihniyet sulbünü sürdürdüğümüz ata vasfını taşımadıkları için din-i İslâm üzere ecdâdımız ölçüsüne dahil değildir. Onlar sadece soy itibariyle köklerimizin temsilcileridir. Atasını yanlış ve bâtıl yerde arayanlar da var. Meselâ, Altemur Kılıç adlı yazar çok zaman önce bir yazısında “Hititler Türk atalarımız arasında sayılır” demişti. Beş bin yıl önce yaşadığı iddia edilen “Mu Türkleri”ni ata kabul eden Türkçüler vardır. Atilla ve Cengiz Han, İslâm olmadıkları ve İ’lâ-yı Kelimetullah üzere fütuhata çıkmadıkları için atamız değildir. “Kemalist önderler”, Osmanlı devrine ait velileri, padişahları, dinî ve edebî şahsiyetleri ata kabul etmeyip, pozitivizmin kurucusu A. Comte ’u, imparator Napolyon’u, J. J. Russo’yu, materyalizmin kurucusu Büncher gibi Batı’nın tanrısız filozoflarını fikren ata kabul etmişlerdir. Demek ki insan hangi zihniyeti ve kimi muratederse, onun atası odur.

    Kanûnî Sultan Süleyman, İ’lâ-yı Kelimettullah’ı gâye edindiği için bulunduğu görev ayrıca manevî bir makam sayıldığından halife-i ruhi zemin olan bir ecdâdımızdır. Müslümanlarda özel ve genel hayat olmadığını bilmeyen modernist eblehler, Kanûnî’nin mahremiyetinin film yapılmasına Müslümanların niçin itiraz ettiklerine bir türlü akıl erdiremiyorlar. İslâmların ecdât kavramına yükledikleri mânayı bilmedikleri için “êcdâda sahip çıkma” tepkisindeki sebepleri de bilemiyorlar. Osmanlı ecdâdımıza seküler bir zihniyetle baktıkları için Müslümanların tepkisini de anlamaları mümkün değildir. Kanûnî’nin temsil ettiği makam cümle âlem İslâmların din ü devlet merkezi olduğu için şahsiyetiyle ecdâd-ı âli sayılmaktadır. Ona sahip çıkmamıza “ecdât fetişizmi” diyen Kemalistler asrın en bâtıl ata fetişizmini oluşturdukları malûmdur.

    Ata, Müslüman medeniyetimize, irfanımıza, kimliğimize yön veren, bu mânada eserler bırakan insanlardır. “Gökten ecdât inerek öpse o pak alnı değer” diyen Âkif tam da din-i İslâm’ı yüceltmiş atalarımızı târif ediyor. “Kökü mâzide olan âti” vasıflarını taşıyan büyüklerimize yürekten ecdât dememiz boşuna değildir. “Ecdâdın ruhlarının gökten indiğini” söyleyen mütefekkirlerimiz kimleri işâret ediyordu? Kimlerin ruhları göklere, yani Allah ’ın hakikatlerine bağlıysa onlar ecdâdımızdır. Cumhuriyetin kurucuları arasında ruhları göklere ermiş ecdât denilebilecek şahsiyet yoktur. Bu ölçülere göre, Kemalist devlet erkânını, fikrî ve edebî şahsiyetlerini ecdât sayamayız . Şânlı ecdât derken kimler aklımıza gelir? Müslüman millete zulmetmiş cumhuriyetin totaliter şeflerinin akla gelmesi mümkün müdür? Ecdâdın izleri câmilerde, türbelerde görülür. Onun içindir ki, “ecdât yâdigarı” sözünün anlamı İslâmî oluş ve köklere dayanır. Meselâ, Ankara’daki Başmezar ecdâdın ruhunu yansıtmadığı için orası bir ecdât yâdigarı sayılmaz. Ecdât mezarlarından manevî ilham alınır ve dua edilir. Cetlerimizin ruhunu hangi mekânlarveriyorsa, orada yatanlar atalarımızdır. “Cumhuriyet önderlerinin” mezarları manevî duygu vermediği, Müslüman varoluşumuzu çağrıştırmadığı ve Müslümanca dualar yapılamadığı için orada yatanları ecdât olarak gönlümüze alamıyoruz. Şair, Süleymaniye Câmii için “Ulu mabet seni ancak bu sabah anlıyorum / Senelerden beri rüyada görüp özlediğim / Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim” derken Müslüman kimliği yaşatan eser ve cedlerden bahsediyor. Bu cedlerin mezarları da, yaptırdıkları câmiler de ecdât ruhunu yansıttığı için aynı zamanda kudsî yâdigardır. Atalarımız, İslâm ahlâk ve faziletini, din ü milletin dünya görüşünü taşıyan ve eserler bırakanlardır. Ecdât yâdigarlarını yok eden Kemalizm’in “şefleri” atalarımız olabilir mi?

    Kime Ata Denir! Atalarımız Kimlerdir ? – 2

    Bir ataya tâbi olma ölçüleri, eskilik, yenilik ve atalar yoluyla olup olmaması değil; İslâm’ın ölçülerine uygun olmasıdır. İslâm’a uymuş ve onu yüceltmiş atalara tâbi olmak esastır. Hakk’ın emrini tanımayanlar ata kabul edilemez. Bu durum eskilerde bu şekilde olduğu gibi yenilerde de böyledir.

    İslâm öncesi Asya köklerimizi Kur’an ölçüsüne göre ecdât saymamız mümkün görünmüyor. İslâm’a göre eski olsun yeni olsun, nesep itibariyle öne çıkan herkesi ata olarak kabul edemeyiz ve onların izinden gidemeyiz.

    “Kemalist önderler” rehberlerini “muasır Avrupa” da aradıkları ve “Hakk’a tapan Türk milletinin” dinî, tasavvufî, ilmî ve edebî ecdâdını “karanlık çağların temsilcileri” olarak görüp reddettikleri için atalarımız arasında yer almazlar.

    Kur’an’da müşriklerin, babalarının (atalarının) bâtıl dinlerine bağlılıklarını kınayan âyetler vardır. A’raf sûresinin “Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu. Bize ise onlardan sonra gelme bir kuşağız. İşleri bâtıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helâk mı edeceksiniz…” diye buyuran 173. âyeti ata tercihimizde kesin ölçüdür.

    Yusuf sûresinin “Atalarımız İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un dinine uydum…” diye devam 38. âyeti ata mevzuunda evvel ve sonra arasındaki tercihimizin daima Hak dini üzere olanların atalığını kabul etmemizi hatırlatıyor.

    Bakara sûresi 170. âyetin “… Ya atalarınız bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler” buyruğunu ata tercihinde esas almak durumundayız.
    .
    Bin dokuz yüz yirmi üç cumhuriyetçileri ısrarla “atamız Kemalizm’dir” diyorlarsa, onların atası din-i İslâm üzere olan bir ata değil, pozitivist ve lâ-dinî bir atadır.

    Kemalist cumhuriyetçiler “çağdaş put” olarak ikonlaştırdıkları sözde “yeni Türk ulusunun atasını” cebir ve baskıyla “Türkiye’nin atası” diye ilân etmiş olsalar da, “Hakk’a tapan Türk milletinin” ata ölçüsünü ve inancını değiştirememişlerdir.

    “Kimlerin ahfâdıyız?” denildiğinde Müslümanlığıyla temayüz etmiş atalar aklımıza gelir. “Kemalist önderleri” bu mânada ata olarak düşünemeyiz. Şairin, “Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim” mısraındaki mağfiret, İslâm geçmişimizi yücelten ecdâdın mağfiret yurdu değil midir? Ancak Müslüman ceddin mağfiret ikliminde İslâmlaşmış kimliğimizi her dem taze hissedebiliriz?

    Mağfireti olan cet şüphesiz İslâm’ı yüceltmiş ve yaymış olandır. Pozitivist Cumhuriyet “önderlerinde” mağfiret bulmak mümkün mü? Onların kanlı ve Batılı inkılâp ikliminde Müslüman kimliğimizi ve ecdât ruhunu ihya edebilir miyiz?

    Müslüman Türk milleti İslâm’a hizmet etmiş ve şeref vermiş ecdâdıyla övünür. Ne olduğu belirsiz ütopik ata arayan bâzı Türkçüler yanlış yoldadırlar. Onların “Ön Türk” dedikleri “Ön ata” arayışları zihnî bir sapmadan başka bir şey değildir. Müslüman Türklüğün atasını Ergenekon’da arayanlar da gaflet ve dalâlet içindedirler. Hz. Peygamberimiz “Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır” buyuruyor.

    Bozkurt’u ata sayanlar ve “Kemalist önderi” “ bozkurt ata” olarak kabul edenler “Başmezara” tazimde bulunanlardır. Cumhuriyet Türkçülerinin atası, kendi ifadeleriyle “Gök Börü, Asena, Bozkurt” gibi sözde Türk soyunun menşei olan yol gösterici totemlerdir. Bu zihniyet Asya’daki totemist Türkî çağların ritüel ve destanlarından beslenmektedir.

    Kemalist Türkçüler atalarını Tanrı Dağı’nda, Ergenekon’da ararlar. “Kemalist önder”, ilk Meclis’ten geçirebilseydi şayet Tanrı Dağı’ndaki atalarının mavi zemin üzerinde bozkurt kafası bulunan gök bayrağını ata bayrağı olarak ilân edecekti. Oysa Müslüman atalarımızın bayrağı al yeşil ve ay yıldızlı bayraktır.

    Türkçüler “Orhun Anıtlarını” ecdât yâdigarı olarak görürler. Oysa Müslüman Türklerin ecdât yâdigarları Eyüp Sultan’dır, Selimiye’dir, Süleymaniye’dir, Hacı Bayram Câmii’dir. “Kemalist atanın” yâdigarı ise Başmezar’dır, Taksim Anıtı’dır ve bütün ülkeye dikilmiş olan heykellerdir.

    Her yerde Müslüman ecdâdın izleri ve ruhu vardır. Cumhuriyetin ilân ettirilişini müteakip ülkemizde millet-i beyzâ’yı önce aldatan sonra Altı Ok ilkelerine faşistçe baş eğdirmeye çalışan “Kemalist ataların” iz ve ruhunu gören var mı?

    Ecdâdın, torunları üzerinde hakkı vardır. Fakat, Kemalist ata olarak dayatılan “önderlerin” millet üzerinde hangi hakkının olduğunu söyleyebiliriz? Din ü millete zulmeden kâtil cumhuriyet “atalarının” üzerimizde hakkı olabilir mi?

    Şair, “Sen bu ulu mabedde bulacaksın ecdâdı” diyor. Bir müddet Allahsızlığını ilân eden milletsiz cumhuriyetin “Kemalist atalarını” şairin dediği ulu mabette bulmak mümkün mü?

    “Ecdâdınızla iftihar ediniz” derken kimler kastediliyor? “Kemalistlerin atalarıyla” iftihar eden Müslüman Türk milletinin bir ferdini duydunuz mu? İftihar etmesi için bir sebep var mı?

    Ecdât sevgisinden bahsederken “Kemalistlerin atası” yüreğinizde bir şeyler hissettirir mi? “Kemalist ata”, bu milletin ecdâdını ve yadigârlarını hiç sevmemiş ki, kendisi sevilen ecdât hakkına sahip olabilsin.

    Cumhuriyetle birlikte “en büyük Türk” diye ata övgüsü üstüne sayısız şiirler yazılsa da bin yıllık İslâmlaşmış ecdât ruhunu taşımadığı için paganizm kokan o medhiyeler gönüllerde yaşamayacak, Başmezar dahilinde fosilleşip taşlaşacaktır.

    Ali İlbey – Habervaktim