Yavuz Alogan /    VIZILTILAR

Eski arkadaşım Yavuz Alogan Aydınlık  adlı gazetede hakkımda bir yazı yazmış. Buraya aynen alıyorum. 

             G.Z.                 

              

CHP’nin yürüyüşü, çıkış arayıp da bir türlü bulamayan bazı sosyalistlerde, sosyalist gibi duran işbirlikçilerde ve solcu gibi duran liberallerde bir zihin ışıması yarattı. Eskiler buna “küşâyiş” derler; açıklık ferahlık anlamında. Çok sevdiğim bir sözcüktür. Kullanımı da pek eğlencelidir: paça çorbası mideye, kahve ise  zihne küşâyiş verir gibi…

Bütün sosyalistleri aynı kefeye koyamayız elbette. Pek çok kefe var.  Sesi fazla duyulmasa da gayet ciddi  teorik analiz yapan, olayları kendince değerlendiren, emperyalizmin farkında olan bireyler ve gruplar olduğu gibi, sürekli sevindirik bir tutumla  güvenli hayatında devrimci mücadele vehmederek ve kendisine yaşanmamış bir geçmiş icat ederek öne çıkmak için debelenen soytarılar da var.

Bir olay olduğu zaman, bazı gazeteler “sosyalistler bu işe ne diyor?” sorusunu ortaya atıp, her nedense özellikle fosilleşmiş ya da içine kapanmış sosyalist partilerden, olaylarla kafa bulan neşeli solcuların dergilerinden, dernekçilik yapıp her harekette bereket arayan çevrelerden ve kişilerden fikir sorar.

CHP’nin “adalet” yürüyüşünden sonra da aynı şeyi yaptılar.  Soruya muhatap olanlar da güzelce yanıtladılar. En komiği şu: “Gezi, Adalet yürüyüşüyle güncellendi.” Bak sen şu işe! Bu anlamlı lafı edebilmek için garibim kim bilir ne kadar kafa yordu!  Sanki Mikrosoft Şirketi vindovs programını güncelliyor. Bir diğeri, “Devrimci güçler için yeni bir dönem başlıyor” demiş.

Başlamaz olur mu? Adam hem Dersimli, hem Kemalizm’i ve laikliği beğenmiyor, hem emperyalizmin  etnik ve dini özgürlük talepleriyle donattığı yeni insan hakları kavramını “içselleştirmiş”, ister PKK’li ister FETÖ’cü olsun bütün mağdurların savunucusu, parti yönetiminde CHP’li bırakmamış, üstelik    dünyaya hitap ediyor, Avrupa onu seviyor ve en önemlisi tek başına iki milyon insan topluyor.  Artık “Ne yapsak da çalışmadan ve ezilmeden varlığımızı belli etsek” kaygısı yok. Araya “kaynak yapmak” mümkün. Y-CHP’nin mitinglerinde boy göstermek yeterli. Zamanla pankart da açarlar: dans eden soluk mavi sempatik harflerle “Ö-Z-G-Ü-R-L-Ü-K!”. Kafa yormaya  gerek yok: “A-D-A-L-E-T.” Ya da “Viva la quatrième Internationale!” Çok güzel! İyi eğlenceler, tatlı rüyalar…

Bir de “Faşizme Karşı Omuz Omuza” diyen anarko-liberterler var. Yahu insan kiminle omuz omuza olduğunu düşünmez mi? Ben mesela omuz hizamda Michael Rubin’i, Graham Fuller’ı, tasfiye edilmiş NATO’cu subayları, Foreign Policy dergisini, Emre Uslu’yu, Amerikan ordusunun ayakçılarını, TÜSİAD’ı görsem, en azından irkilirim. Burada başka kimler varmış diye etrafa bile bakmam. İsterse yüz milyon kişi toplansın.

Kimseyle dalga geçmiyoruz. Herkes kafasına göre takılmakta serbest.  Adamın 52 senelik örgüt ve siyaset tecrübesi var, yaşı 70’e gelmiş, elinde 1930’lardan kalma anarşist kara/kırmızı FAI/CNT bayrağı ve boynunda kara fularla  dolaştı. Böyle görsellikler entel/dantel barlarında, Kadıköy’ün solcu birahanelerinde ortamı şenlendirir. 19. asrın devrimci filozof anarşistleri mezarlarında ters dönerler. Fakat marifet iltifata tabidir, bir şey demedik. Hatta Stalin’e benzettiği Başkan’ın, Buharin’e benzettiği beni, eninde sonunda kasap Vasiliy Blohin’e  teslim ederek Liyubliyanka’nın bodrumunda kulak arkasına üç kurşunla infaz ettireceğini bile iddia edebilir (ciddi söylüyorum!). Ne dese yeridir. Bir şey demedik.

Fakaaat, “Herkes Aydınlık’a saldırıyor, şuna da bir tane çakalım” diyerek  HOPkültür (aynen böyle!) sayfalarında  beni “AKP’ye yanlamış” olarak gösterince, başka bir şey olur. O kadar kolay olmaz…  İnsan kuru sıkı sallamadan önce okuduğunu anlayacak sabır ve inceliğe sahip olacak. Anlamak ve anladığını çarpıtmadan aktarmak dürüstlük ve namus gerektirir.  Stalin’le kafayı bozmuş olabilirsiniz, ama dersinize iyi çalışacaksınız.

Bütün ulusalcılar birleşecekmişiz, hep birlikte batacakmışız. Olabilir. “Çağın ruhu”na gayet uygundur. Şu anki güçler dengesine de uygundur. CIA sizin gibi işbirlikçi ne yaptığını bilmezlerin katılımıyla neşeli kitlelere bayrak sallatıp İzmir Marşı söyletirken, bütün ulusalcıları “şenlik havası” içinde tasfiye edebilir. Amerikan conileri, AB’ciler, PKK’liler, FETÖ’cüler ve “cinsel tercihi farklı” olanlarla birlikte münasip yerlerinize kınalar yakıp demokrasi şölenlerinde devrimci sloganlar atarsınız. Havanız binbeşyüz olur, turuncu tatlı su frenkleri!  Konuşalım bu konuları, bekliyorum…

yalogan@gmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü ya da Kılıçdaroğlu Meselesi

Artıgerçek Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin …

21 Yorumlar

  1. Baran Deniz B.

    Ağzına sağlık Yavuz Abinin!

  2. PKK ve FETÖ’ye karşı yapılan operasyonları desteklemek demek Tayyip Erdoğan’ı desteklemek demek değildir ama PKK ve FETÖ’ye karşı operasyonları desteklememek Tayyip Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürmektir. Millet vatan savaşını desteklerken, desteklemeyenlere vatan haini gözüyle bakarken, Tayyip Erdoğan’ı rüyanızda yenersiniz. Tabbi eğer Tayyip Erdoğan’dan kurtulma gibi bir derdiniz varsa. Nasıl bir Türkiye istediğiniz de çok önemli. Kemalist mi yoksa bölünmüş mü (Türk, Kürt, Çerkez, Laz vs…? Doğu Perinçek ve Vatan Partisi doğru yolda.

  3. Ulusların varlığı bölücülüktür

    “Nasıl bir Türkiye istediğiniz de çok önemli. Kemalist mi yoksa bölünmüş mü (Türk, Kürt, Çerkez, Laz vs…?”

    Nasıl bir Dünya istediğiniz de çok önemli. Uluslara bölünmüş mü (Türk, Kürt, Çerkez, Laz vs…?) yoksa, Demir Küçükaydın’ın istediği gibi, “Ulussuz, Eşitlikçi ve Dayanışmacı Bir Dünya” mı?

  4. İşçinin adalet talebi AKP gibi CHP’ye de çok geldi!
    Gerçek
    Temmuz 22, 2017

    OHAL dördüncü kez uzatıldı. OHAL bahanesiyle birçok grev yasaklandı, birçok eyleme müdahale edildi. Yayınlanan her bir KHK’nın ardından işçiler ve emekçiler işlerinden oldu. İşçiler grevler ve direnişlerle kendi haklarına yapılan saldırılara cevap vermeye çalışırken Erdoğan “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” diyerek hükümetin işçi sınıfına bakışını gösteriyor.

    Hükümetin işçi sınıfına dair niyeti ortada. Peki ya CHP nasıl bakıyor? CHP adalet isterken emekçiler için de adalet istedi mi gerçekten?

    OHAL uzatılıyor, patronlar bayram ediyor. Sınıf mücadelesinin ise ısısı yükseliyor. Daha 9 Temmuz’da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’li Aziz Kocaoğlu ”Adalet” mitingindeydi. Herkese adalet götürmeye, istibdad cephesinin adalet ihlallerine karşı çıkmaya gitti. Memleketin nüfusunun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfını ise hariç tuttu. Nitekim İzmir Büyükşehir Belediyesine ait İZDENİZ ile Türkiye Denizciler Sendikası arasında anlaşma sağlanamayınca işçiler greve çıktı. Adalet arayışındaki Aziz Kocaoğlu ise tüm görüşme kanallarını kapattı, İZDENİZ’de ”deniz adamları” statüsünde çalışan işçilerin yasadan gelen vergiden muaf olma hakkına yıllardır el koyan belediye şimdi bunu bir lütuf gibi verip ama işçiye bir kuruş zam yapmayarak süreci tıkadı. Adalet yürüyüşü, İzmir halkını taşıyan, bir yakadan diğer yakaya ulaştıran işçiler için yapılmamış oldu. Adalet yürüyüşü sendikalaştıkları için işlerinden atılan AKG ve Orkide işçileri için yapılmamış oldu. En önemlisi adalet yürüyüşü grevi yasaklanan işçiler için yapılmamış oldu.

    Ama en ilginci “Adalet” yürüyüşünün başladığı günlerde yaşandı. Genel başkanı “Adalet” için yürüdüğünü söyleyen CHP’nin ülkedeki en önemli belediyesi ikramiye ve kadro hakkı için mücadele eden 58 işçiyi “performans yetersizliği ve devamsızlık” gerekçesiyle işten çıkardı. Türkiye’de işçiler çok iyi bilirler “performans yetersizliği ve devamsızlık” patron sizi işten çıkarmak istiyorsa kullanacağı önde gelen bahanelerdendir.

    “Adalet” talebi için yürüyenler daha önce greve gitmiş, grevlerine kara çalınmış İZBAN işçilerini, kapıları önünde İZDENİZ grevini, kadro istedikleri için işten çıkarılan 58 işçiyi, şehirlerinde AKG Termoteknik, Orkide direnişlerini arkalarında bırakarak yola çıktılar. İşçileri, işçilerin taleplerini ve mücadelelerini arkada bırakanlar TÜSİAD, MÜSİAD ve TOBB’a mektup yazarak gelin bizimle beraber yürüyün dediler.

    Bu satırlar yazılırken, İzmir Bornova Belediyesi’ne bağlı olan İZBAŞ’ ta işçiler greve çıktı. İZDENİZ işçileri ve emekçileri grevlerinin 9. gününde. Grev Bostanlı, Karşıyaka, Konak ve Üçkuyular iskelelerinde devam ediyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve başkanı Aziz Kocaoğlu ise bırakın işçilerin taleplerini karşılamayı görüşmeye bile yanaşmıyor.

    Yaşananlar bir kez daha gösteriyor ki; adalet, TÜSİAD’a, MÜSİAD’a, TOBB’a değil, grevi yasaklanan metal işçisine, cam işçisine; üç kuruş paraya yaşamaya çalışan taşeron işçisine; KHK ile işinden edilen kamu emekçisine; sendikalı olduğu için işten çıkarılan AKG, Orkide işçilerine; kadro istedikleri için işten çıkarılan İzmir Büyükşehir Belediyesi işçilerine; hakkınca bir sözleşme için mücadele eden İZDENİZ, İZBAŞ işçilerine lazım. Yani adalet için mücadele edeceksen önce toplumun çoğunluğunu oluşturan işçilere adalet için mücadele edeceksin!

    http://gercekgazetesi.net/isci-hareketi/iscinin-adalet-talebi-akp-gibi-chpye-de-cok-geldi

  5. Yazıdaki “Böyle görsellikler entel/dantel barlarında, Kadıköy’ün solcu birahanelerinde ortamı şenlendirir” gibi cümlelerde, hiçbir şey yoksa, çok demode bir aydın düşmanlığı var.

  6. VP’liler, ancak Kral’ın (RTE’nin) soytarılığını yapabilirler.

    Bunlar, uluSOLcu bile değil, ancak ulusAKçı olabilirler.

    Bunlar, AK-Kemalist’lerdir.

    Bunlar, engerekler ve çıyanlardır.

  7. VP tayfası bunlara ne der?

    Yakın tarihimiz facialarla, rezaletlerle, cinayetlerle, kepazeliklerle, vicdansızlıklarla, vahim insan hakları ihlalleriyle doludur. Bunlardan biri şapka devrimine muhalefet edenlerin idam edilmesidir. İkincisi, bu idamları yapanların haklı, asılanların haksız gösterilmesidir. Bu iki rezalet ve cinayetten hangisi daha büyüktür?
    ***
    Resmî ideolojik tarih yaygaracılarına: İşi o kadar çığırından çıkarttınız ki, M. Kemal Paşa’nın, Sultan Vahidüddin’in yaveri olduğunu, Padişahın kızı Sabiha Sultan ile evlenmek için yanıp tutuştuğunu, Samsun’a çıktıktan sonra Sultan’a gönderdiği iki telgrafın birinin altına kulları M. Kemal, ötekisinin altına kulunuz M. Kemal yazdığını bile bilmezlikten ve görmezlikten geliyorsunuz.
    ***
    İslamcı-Kemalist hibrid rejim…
    ***
    (Şapka İçin Adam Asmak, Mehmed Şevket Eygi, Milli Gazete, 28.06.2017)
    http://www.milligazete.com.tr/sapka_icin_adam_asmak/mehmed_sevket_eygi/kose_yazisi/35030

  8. abd karşıtı subayların ergenekon’dan tutuklanması

    olay özünde “nato”cu subayların “avrasya”cı olanları tasfiye etmesidir. bir taraf medeniyeti, evrensel hukuku temsil ederken diğer taraf sınırları olan bir dünyayı, yerel hukuku temsil ediyor. ben yerel hukuktan korkarım arkadaş. bak avrsaya bloğundaki ülkelere: iran’ı çin’i bilmem ne. durum ortada. batı’ya püri pak demiyorum ama kabul etmesen de adamlar evrensel bir çıtayı temsil ediyorlar. yıllarca kendimize özgü koşullarımız var diye kendi “hukuk”umuzu icat ettik yani çok hukuk dışına çıktık. yaptıklarımızın suç olmadığını söyledik. daha yeni ışık koşaner itiraf etti bir dünya şey. netice itibariyle çok da yanlış olmayan bir tespit.

    gece gece nato’cuları savunarak emperyalist de olduk ama neyse.

    https://eksisozluk.com/entry/25111792

  9. Gün abi bence artık siyasi konulara kafa yorma. Yazı falan yazma, düşünme. Biliyorum çok zor şeyler ama artık kimseye yol falan gösterdiğin, ışık tuttuğun yok. Amaçsızlık amacın olmuş. Git rakını iç, balığını ye, sevdiklerinin halini hatırını sor, yürüyüş yap…

    Tecrubelisin, birçok şeyi görmüş geçirmişsin, birikimlisin…

    Birikiminle, tecrübenle herkese kafa tutabilirsin…

    Senin gibi kişilerin düşüncelerini ciddiye almak istemiyoruz artık…

    İçinden geldiğin insanları aşağılamayı ve değersizleştirmeyi ne zaman bırakacaksın, o olgunluğa ne zaman erişeksin bilmiyorum…

    İçinden geldiğin bir yere saldırınca, hakaret edince, onları belli kişilerle birlikte hareket ediyor diye yaftalayınca ne anarşist olunuyor, ne de en büyük muhalif olunuyor…

    Kötü dediğin bir şey kötü ise bunu bir milyon kez tekrarlamanın hiçbir anlamı yok..

    Saygılar..

  10. Tayyip değilse kim?
    “Benim oyum Tayyip’e” başlığıyla geçen hafta yazdığım yazıda bence gayet net, gayet anlaşılır, son derece açık bir şey söyledim. Okuduğunu düz okuyup anlama alışkanlığı ben görmeyeli memleketten büsbütün gitmiş sanırım, vatandaş Kuran tefsir eder gibi tefsire girişmiş, ne manalar çıkarmış, üff, aklın durur. Yok Stockholm sendromundan mustaripmişim de, yok ironi yapıyormuşum da, yok ben Tayyip’e oy verince adamlar minnettarlıklarından beni kayığa koyup uğurlamışlarmış da, neler neler.
    Bir kere farkında mısınız bilmem, Türkiye’de seçim sistemi değişti. 2019’da veya daha önce yapılacak seçim, bugüne kadar alışık olmadığımız bir sistemle yapılacak. İkinci tura sadece iki aday katılacak ve yüzde 49,9 veya daha az alan direkman elenecek. Peki sizce Yaya Kemal Beyin, VEYA onun göstereceği bir adayın yüzde 25’ten bir puan fazla alma ihtimali var mıdır? Kıçını yırtsa veya Güney Kutbuna kadar yürüse bu gerçek değişecek midir? Son üç veya beş veya yirmi beş seçimden beri ne değişmiştir ki halkımız “hımmm bak yanılmışık, Kemal Bey eyiymiş” deyip bu sefer o muhteremi tercih etsin?
    MHP seçmeninin ikinci tercihinin kim olduğu belli. HDP seçmeninin büyücek bir bölümünün ikinci tercihinin de aynı olduğunu 1 Kasım 2015 seçimlerinde gördük. 2019 veya öncesinde, Yaya Kemal VEYA onun seçip kutsayacağı 2. Ekmel’i aday göstermek demek otomatikman Tayyip’e beş sene daha iktidarı hediye etmek demektir, bunu göremeyecek kadar kör mü bu millet? Danışıklı dövüş olduğunu hakikaten göremiyor musunuz? Adamın yürüyüşünün adalete madalete faydası yok. Tek amacı ve tek sonucu, memlekette var olan ve patlama noktasına gelmiş olan muhalefet potansiyelini çıkmaz sokağa kanalize etmek. Siyasi açıdan leş değerinde bir seçeneğin avlusuna sokmak. Bunu göremeyenlerin ya aklından ya niyetinden şüphe etmez misiniz siz?
    Ayrıca bu adam kazara iktidara gelse ne yapacağına dair en ufak bir fikriniz var mı sizin? Benim yok. Zatı muhteremin tüm söylemi, 2013 Aralığından beri başta olan iktidar blokunu meşrulaştırmaktan, ayıp yerlerinin üstüne incir yaprağı örtmekten ibaret. Kimseye tek kelime açıklama yapmadan bir akşam milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay vermiş bir şahıstan söz ediyoruz. Devlet Bahçeli’den ciddi bir farkı var mıdır? Yarın daha başka nelere “devletin ali menfaatleri” deyip onay verecek, bir fikrimiz var mı? Aklını veya emirlerini nereden alıyor, biliyor muyuz?
    Türkiye’nin CHP’den kurtulması lazım. Ben 1980’den beri bunu bilirim, bunu söylerim. Mesele Kemalizm memalizm değil, o işin köpük tarafı, taktik aracı. Asıl mesele memlekette sağ iktidarlara karşı tek veya asli seçenek olarak, yetmiş seneden beri seçim kazanma ihtimalini yitirmiş, doğal ölümle ölmüş bir partinin suni solunumla ayakta tutulmasıdır; her seçimde allanıp pullanıp yeniden sahaya sürülmesidir. İnsan nasıl bu kadar kör olabilir, hakikaten anlamıyorum. Bu ülkede sağın yetmiş senedir sarsılmayan iktidarının tek sebebi, tek dayanağı, vazgeçilmez unsuru CHP’nin varlığıdır, bunu gerçekten göremiyor musunuz? Kim bunları ısrarla ayakta tutuyor, onu ayrıca konuşuruz. Ama her kim ise, asıl niyetinin topal atı sahaya sürüp öbürü lehine şike yapmak olduğu apaçık değil mi?
    *
    Bana sorarsanız yeni anayasa, diğer sorunları ne olursa olsun, ilginç bir fırsat sunuyor bize. Profesyonel siyasetçi olmayan ve var olan partilerin desteğine sahip olmayan biri de, yeni sistemde, yüz bin imzayı toplayıp aday olabiliyor. Şaka maka, kazanma ihtimali de hiç küçük değil.
    Yunanistan’da Syriza çıktı, İspanya’da Podemos çıktı, İtalya’da Beppe Grillo çıktı. Ne başardılar ayrı mesele, ama bizde benzeri neden olmasın? Eski partilerin hepten çürümüş oldukları aşikar değil mi? Neden seçeneklerimiz onlarla sınırlı olsun? Neden taze bir isimle, taze bir yüzle, yeni bir söylemle, yeni bir rüzgar estirilmesin? Toplumda muazzam bir öfke birikimi ve tahmin ettiğinizin çok ötesinde bir muhalefet potansiyeli birikti. Neden o devasa gücü, yetmiş sene öncesinin kokmuş sloganlarıyla siyaset yaptığını zanneden ezikler güruhunun güdümüne terk edelim?
    Kasım 2019’a daha iki yıl var. İktidar sahibi o tarihi muhtemelen az veya çok öne çekmek isteyecektir. Bir an önce doğru dürüst bir muhalefet adayı üzerinde konuşmaya başlamanın vakti gelmedi mi?
    Seksen milyonun içinde, yüz ya da bin dört yüz yıl öncenin ahmaklıklarıyla beyni uyuşmamış, bir tanecik eli yüzü düzgün kadın – ya da adam – çıkmaz mı diyorsunuz?
    Sevan Nişanyan
    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/07/tayyip-degilse-kim.html

  11. “Adalet yürüyüşü” ve somut durumun somut analizi

    Garbis ALTINOĞLU

    CHP’nin başlattığı “adalet yürüyüşü”; Türkiye devrimci hareketinin ve Türkiyeli devrimcilerin bir bölümünün ne denli sığ, Marksist-Leninist strateji ve taktik anlayışından ne denli habersiz ve ne denli özgüvenden yoksun olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bunları söylerken esas olarak, CHP’nin giriştiği eylemin bu çevrelerde yeni bir sekterlik, süper devrimcilik ve dogmatizm patlamasına, daha doğrusu gösterisine yol açmasını kastediyorum. Bir de, özellikle Gezi direnişinden sonra kurulan forumlarda aktif olan ve kitle hareketini bu forumlar aracılığıyla yönlendirme, hatta onu yaratma çabası içinde olan devrimciler var. Bu forumlar Gezi’nin hemen sonrasında ve 16 Nisan 2017 referandumu sırasında olumlu bir işlev gördüler; ama bu dönemeçlerden sonra da varlıklarını sürdürmekle birlikte -kaçınılmaz olarak- giderek daha zayıf ve etkisiz hale geldiler.

    Herhalde Türkiye tarihini ve güncel siyasetini iyi kötü bilen herhangi bir devrimcinin CHP’nin, özellikle Kılıçdaroğlu CHP’nin ne menem bir parti olduğunu bildiğini ve ona karşı gereken tavrı aldığını varsayabiliriz. (Her dönemde, özellikle yenilgi dönemlerinde devrimci konumunu terk ederek CHP’ne sığınanların yanısıra TKP türü, Kemalizmle göbek bağını hala koparamamış grupçuklar olmuştur ve olacaktır elbet. Ama onları zaten apayrı bir kategoriye koyuyoruz.) Hal böyleyken birilerinin çıkıp CHP’nin karşı-devrimciliği, gericiliği, devlet yanlılığı, Kürt, Alevi, Hristiyan düşmanlığı, korkaklığı gibi hepimizin çoktandır bildiği olguları sayıp dökmesi ve bu parti hakkında sonu gelmeyen uyarılarda bulunması hiç de gerekli değil. Zaten CHP bu haliyle, bırakalım herhangi bir devrimci/ ilerici birey ya da çevre, kendi üyeleri ve tabanı üzerinde de ciddi bir etki yaratma gücüne sahip olmaktan uzak ve zavallı bir aygıt olmanın ötesine geçemez ve geçememektedir.

    Bu grup ve çevrelerin, ilk bakışta çok haklı, yerinde ve devrimci gözüken bir başka tutumları daha var. O da bizim sadece AKP gericiliğini değil, CHP de içinde olmak üzere tüm burjuva kampını, gerici düzenin ta kendisini hedef almamız gerektiği düşüncesidir. Zihin tembelliğiyle de ilişkili olan ve iki kez ikinin dört ettiğini yeniden ve yeniden ilan etmekle yetinmekten farksız olan bu hata, strateji ile taktiğin rol ve görevlerinin birbirine karıştırıldığını gösterir. Konuyu stratejik düzeyde ele aldığımızda CHP’nin ve diğer burjuva parti ve kurumlarının da düşman konumunda olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Ancak taktiksel planda baş düşman;

    a) “100 ya da 150 yıllık parantezi” kapatarak ülkeyi en geri türünden bir İslami-faşist rejimle yönetmeye koyulan,

    b) İttihat ve Terakki’nin yayılmacı dış politikasını -Pantürkizmin yerine Panislamizmi geçirerek- sürdürmeye çalışan ve

    c) başta Suriye halkı olmak üzere komşu ülkeler halklarının da kanını oluk oluk akıtan Erdoğan kliğidir. Bu evrede CHP, işte bu baş düşmanı kollayan ve koruyan, kitlelerin ona karşı savaşımını frenleyen, felceden ya da en iyi olasılıkla sulandıran bir gerici güç konumundadır ve tam da bu nedenle ve de işte bu işlevine uygun olarak hedef alınmalıdır.

    1960’ların sonlarından bu yana aktif devrimci çalışma içinde olan örgütlerin devamı niteliğinde olan grup ve çevreler için şunu söyleyebiliriz: Bunların kendi çalışma tarzlarını gözden geçirmek, Türkiye’nin somut koşullarını ve Türkiye toplumunun özgün niteliklerini incelemek ve öğrenmek ve belki de hepsinden önemlisi Türkiye devrimci hareketinin son 50 yıllık pratiği ve deneyiminden ders çıkarmak için daha fazla kafa yormaları gerek. Böylesi bir çaba, CHP ile ve bugünlerde neredeyse ana görev konumuna yükseltilmiş gözüken “CHP kuyrukçuluğu” ile uğraşmaktan çok daha yararlı ve verimli olacak ve AKP gericiliğinin temsil ettiği büyük tehlikeyi görmezden gelmeyi ya da küçümsemeyi önleyecektir.

    Gezi-sonrası platformlarında ise, ne yazık ki daha çok, kendilerine bir çeşit “toplum mühendisi” ünvanı bahşetmiş gözüken, ama sınıf savaşımının gelişim diyalektiğini çok iyi kavramamış devrimci genç ve aydınların iyi niyetli, ama çok da yararlı olmayan tartışmaları ve gerçek durumla çok bağlantılı olmayan projeleri görülüyor. Onlar sanki, işçiler ve diğer emekçilerin siyasal bilinç edinmeleri, devrimcileşmeleri ve sokağa dökülmelerinin önündeki esas engelin, devrimci öncünün yetersizliği ya da yanlış çalışma metotları olduğunu düşünüyor gibiler. Dolayısıyla bu arkadaşlar yığınları harekete geçirmek için çeşitli yol ve metotların yanısıra çeşitli kurum ve örgütlenmeler öneriyorlar. Onlara Marksizmin yığınlara şu ya da bu savaşım biçimini dayatmayı kesin bir biçimde reddettiğini ve Şubat 1917 ve Ekim 1917 devrimlerinde belirleyici bir rol oynayan Sovyetler’in herhangi bir devrimci parti değil, yığınlar tarafından yaratıldığını anımsatabilirim. Lenin bu konuda şunları söylemişti:

    “[Marksizm- G. A.] En değişik savaşım biçimlerini kabul eder ve onları ‘uydurmaz’, ama devrimci sınıfların, hareketin gelişimi içinde kendisini gösteren savaşım biçimlerini yalnızca genelleştirir, örgütler ve bunlara bilinçli bir ifade verir. Bütün soyut formüllere ve bütün doktrinci reçetelere düşman olan Marksizm, hareket geliştikçe, yığınların sınıf bilinci arttıkça, iktisadi ve siyasal bunalımlar keskinleştikçe, savunma ve saldırının yeni ve daha değişik yöntemlerinin sürekli bir biçimde doğmasını sağlayan ilerleme içindeki kitle savaşımına karşı dikkatli bir tutum takınılmasını gerektirir… Bu yönden Marksizm, kitle pratiğinden, eğer öyle ifade edebilirsek, öğrenir ve ‘sistem yapanların’ tek başına çalışmalarıyla keşfedilen savaşım biçimlerini yığınlara öğretmek yolunda hiçbir iddiada bulunmaz.” (“Gerilla Savaşı”, Marx, Engels, Marksizm, Ankara, Sol Yayınları, 1990, s. 131-132)

    Bu her iki kümede yer alan devrimcilerin en önemli eksikliği, somut durumun somut analizini yapamamalarıdır. Lenin, 12 Haziran 1920’de kaleme aldığı ve Kommunismus adlı bir dergide yayımladığı makalesinde Alman ‘sol’ komünisti B. K. yoldaşı eleştirirken onun, “en önemli şeyden, Marksizmin özünün kendisinden, yaşayan ruhundan, yani somut durumun somut analizinden bütünüyle kaçın”dığını belirtmişti. Demek ki bizim, CHP’nin “adalet yürüyüşü”ne yaklaşımımız da bugün Türkiye’de varolan somut durumdan yola çıkmalı, ona dayanmalıdır.

    Peki bugün Türkiye toplumunun somut durumu ve bunun ışığında CHP’nin “adalet yürüyüşü” için neler söyleyebiliriz? Bir kez daha yinelemek gerekirse bu somut durumun bellibaşlı çizgileri;

    a) AKP gericiliğinin Türkiye’yi 100 ya da 150 yıl öncesine, hatta daha da gerisine taşımaya,
    b) toplumun ana fay hatlarını kaşımaya,
    c) bir yeni Osmanlı İmparatorluğu kurma hayaliyle İttihat ve Terakki kliğinin maceracı ve yayılmacı dış politikasının bir benzerini yaşama geçirmeye girişmiş olması ve
    d) ülkeyi gerici bir iç savaşa ve tam bir çöküşe sürüklemekte olmasıdır. Bir başka deyişle, halka ve devrimcilere karşı büyük-ölçekli bir beyaz terör uygulamış olan geçmişteki askeri-faşist rejimlerden farklı olarak bugünkü iktidar hem önemli sayılabilecek bir kitle temeline sahiptir ve hem de Türkiye toplumunu baştan aşağı yeniden dizayn etmeyi hedeflemekte, onu İslami bir cumhuriyete dönüştürmeyi kurmaktadır. Bu koşullarda Türkiye halklarının en büyük engel Erdoğan kliği ve AKP gericiliğidir. Bu temel saptamaları yapmayan, onları esas almayan/ böylesi saptamalardan yola çıkmayan tüm taktiksel planlar hatalıdırlar ve en radikal ve anti-kapitalist söylemlerle bezenseler de yığınların öfke ve eylemliliğini çıkmaz yollara sürükleme potansiyelini taşırlar.

    Bugünkü somut duruma ilişkin bir başka ve son derece önemli olgu da şudur: Erdoğan kliği, geleneksel burjuvazi ve devlet aygıtının ona yakın duran bölümü de içinde olmak üzere toplumun büyük çoğunluğunun çıkarlarına karşıt bir konumdadır. Dahası bu klik giderek, en yakın yol arkadaşları (AKP’nin kurucu kadroları, İslami burjuvazinin bir bölümü, Gülen hareketi, Saadet Partisi, Türk milliyetçilerinin önemli bir bölümü, bazı gerici tarikatlar vb.) da içinde olmak üzere kendi doğal ve geleneksel dost ve bağlaşıklarını dıştalayan bir rota izlemeye yönelmiştir. Komşu ülkelerle ilişkilerini Türkiye’nin geleneksel gerici, ama daha dengeli rotasından çıkarmış ve onu neredeyse tam bir izolasyona mahkum etmiş olan Erdoğan kliği ülkeyi -Suriye’nin yanısıra- İran başta gelmek üzere komşu ülkelerle açık savaşa sokmaya çalışmaktadır. (Ki bunun; dünya gericiliğinin merkezinde duran ABD, Britanya, İsrail, Suudi Arabistan gerici ekseninin yararına olduğu tartışma götürmez.) Ve bu iktidar özellikle 2011’den bu yana uyguladığı ekonomik ve dış politikalar nedeniyle işçi ve emekçi yığınları gerçek bir sefalete sürüklemiştir. Ancak bütün bunlara ve Erdoğan kliğinin Türkiye toplumunun dokusunu olumsuz doğrultuda değiştirme ve onu İslamileştirme, “kadınsızlaştırma”, kültürsüzleştirme vb. yolundaki çabalarına rağmen, bazı önemli istisnalar bir yana bırakılırsa yığınlar sokağa dökülmemekte ya da dökülememektedir. Bir iki örnek vermek gerekirse;

    a) 16 Nisan 2017 referandumunda toplumun yarısına yakınının ülkenin, başında Erdoğan’ın bulunduğu çıplak bir faşist diktatörlük rejimini ve onun gerici ve halk-düşmanı uygulamalarını onadığı,

    b) hukuğun ana direğini oluşturan avukatların ve baroların son bir kaç yıldır, varolan Anayasanın ve yasaların, hem de göstere göstere ayaklar altına alınmasına ve savunma olanaklarının ellerinden alınmasına ses çıkarmadığı,

    c) yüzbinlerce KHK mağduru içinde sadece bir avuç insanın, açlık grevlerinin 105. gününü aşmış olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yanında olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yani, Kürt halkı bir yana bırakılacak olursa Türkiye’nin, deyim yerindeyse bir “toplumsal hipnoz” hali yaşadığını söylemek bir abartma sayılmaz. Bunun, kimi tarihsel, kimi konjonktürel bir dizi nedeni var. Ama, başka bazı yazılarımda kısmen ele almaya çalıştığım bu konunun tartışılması, bu yazının konusu değil.

    İşte Türkiye’nin bugünkü somut durumunda herhangi bir devrimci öznenin öncelikle düşünmesi ve çözmesi gereken sorun bu yığınların öfke ve hoşnutsuzluklarının nasıl eyleme dönüştürülebileceğidir. CHP’nin başlattığı “adalet yürüyüşü” işte bu nedenle, ama SADECE bu nedenle biz devrimciler için bir önem taşır. Asla demokrasi gibi bir derdi olmadığını bildiğimiz CHP yönetiminin bu yürüyüşü neden başlattığı tartışılabilir; bu eylem girişiminin ardında CHP tabanının basıncının yanısıra devletin ve büyük burjuvazinin AKP-karşıtı öğelerinin Erdoğan kliğinin devleti ve siyasal yaşamın tümünü kendi tekeli ve denetimine almasına ilişkin kaygılarının bulunduğu söylenebilir. Ancak bunun böyle olması, devletle ve CHP ile arasına gereken mesafeyi zaten koymuş olan devrimci güçlerin taktiksel duruş ve yaklaşımını etkilememeli. Devrimci güçler bütün bunları ve CHP yönetiminin yığın katılımını kısıtlama ve engelleme çizgisinden ayrılmayacağını, olanaklı olduğu takdirde bu yürüyüşü sefil bir uzlaşmayla noktalayacağını vb. bilerek bu eyleme katılmalı, ona destek vermeli, onu yaygınlaştırmaya çalışmalı, ama bunu geleneksel sekter ve dar grupçu metotlarıyla değil, en geniş yığınları hareketin içine çekme perspektifiyle yapmaya çalışmalıdırlar. Varsın geniş Türk emekçi yığınları ve ilerici aydınları, devrimci olmasa da, hatta şimdilik CHP’nin önderliğinde de olsa demokratik taleplerle ya da hatta sadece “adalet” talebiyle sokağa dökülsünler. Rusya’da 1917 Şubat devrimini de öncelikle “barış”, “ekmek” ve “toprak” talebiyle ayağa kalkan işçi, köylü ve askerler yapmışlardı. Yığınların sınıf bilinci ya da siyasal bilinci, devrimci öncülerin yazıları ya da forumların kararlarıyla değil, sınıf savaşımı ve siyasal eylem içinde gelişir. Hareketin büyümesi ve -umalım- milyonları kucaklaması halinde yığınlar bu “adalet” sloganının içini kendi daha devrimci talepleriyle dolduracaklardır.

    Devrimci güçler CHP yönetiminin şimdiye kadar bir dizi alanda AKP gericiliğini desteklemiş olmasından hareketle de bu eyleme uzak ve mesafeli davranma tutumunu benimseyemezler. “Madem şimdiye kadar onlar bizim yanımızda olmadı; o halde bizler de şimdi onların yanında olmayız ve olmamalıyız” türünden bir yaklaşım sergilemek ya da CHP yönetiminden bir tür özeleştiri beklemek tam bir siyasal ya da ‘sol’ çocukluk olur. Yinelemek gerekirse, kendi devrimci tutumunu muhafaza etmek kaydıyla böyle bir kavganın içinde ve yanında olmak CHP’nin yanında olmak değildir. Hatta böyle davranmak özünde, CHP’nin yanında DEĞİL, karşısında olmak anlamına gelir. Bu anlama gelir; çünkü CHP’nin öncü olması, olabilmesi nesnelerin doğasına aykırıdır. Zaten, temel özelliği sokak korkusu ve temel kaygısı “devlete zeval gelmemesi” olan CHP’nin yığın katılımını sınırlandırma ve -büyük olasılıkla- eylemi bir an önce sona erdirme eğiliminde olmasının nedeni de budur. Burada önemli olan, burjuvazinin saflarında ortaya çıkmış olan bu çatlağın devrimci güçler ve ezilen sınıf ve katmanlar için bir hamle yapma, mevzi elde etme fırsatı yaratıyor olmasıdır.

    “Adalet yürüyüşü” ve somut durumun somut analizi
    21-22 Haziran 2017
    Garbis Altınoğlu

    https://yenidemokrasi.blogspot.com.tr/2017/06/adalet-yuruyusu-ve-somut-durumun-somut.html

  12. Bu Aydinlikci kafasını anlamak zor değil de amaçlarının halk düşmanlığı olduğunu halka anlatmak asıl sorun. Salt bir maskeden ibaret anti emperyalistlikleri içler acısı hallere sokuyor bunları. İnsan aydınlanmasinin saf ürünleri olan herkes için adalet ve herkes için insan haklarını batılı bir canavara indirgeyerek kendilerine oligark payesi almak için umarsizca biteviye egemene yalakalik yapabiliyorlar. Bu yazı bunların içler acısı dramatik ama hepsinden önce aydınlanma dusmanliginin bir kanıtı. Karşılarına aldıklarını ne diye sucluyabiliyorlar? Herkes için adalet istiyor ? Efendiler sizin şu 15 temmuz destanı dediginiz şeyin bir gericilik ulumasi buradan belli. Zira bundan 200 küsür yıl önce fransız devrimi sırasında da bunlar dile getiriliyordu. Aristokrat bir kan emici yahut komprador bir burjuva dahi olsa herkes adil yargilanmayi hak eder diyordu devrimciler o zaman. Bunları Aristokrasinin bir maskesi olarak görmüyordu sizin çağ dışı kafanızdan çok çok ileri idi düşmanına karşı bile 2 Asır önceki insanlar. Hele gün hocayı tasvir etme çabası annesinden saç uzatma izni alamayan bu yüzden bütün saç uzatanlara düşman olan ergen gibi tıpkı. Ki vatan partisi çevresinin entelektüel dusmanliginin altında da bu yatıyor. Olamadiklari için olanları hor görmek gibi çocukça bir Ruh hali içersinde kivraniyorlar. Soğuk savaş sonrası rus yayilmaciliginin bayraktarligini yapıp avrasyaci nutuklar çekerken anti emperyalizmi agizlarina bile almaları komik. Mızrak o kadar büyük ki AKP’nin cuvalina bile sizmiyor bu VP çevresinin yalanları. Sizin anti emperyalizminiz insan hakları, hukuk,eşitlik içermiyor ise siz insanları emperyalizmin kucağına itersiniz tıpkı Stalin’in 948’de berlini ablukaya alıp halkları batının kucağına ittigi gibi. Oralarda bugün bile hava köprüsü (luftbrücke) günü kullanır. İnsanları açlığa mahkum eden Stalin sayesinde havadan gelen batı erzaki ile yaşam süren berlinliler bugün bile minnet duyarlar. İşte sizin anti emperyalistliginiz budur. İnsansız bir ülkede robotlasmis yığınları hak hukuk adalet taleplerinden arindirmak. Fakat yemezler…

  13. Seni fazla bekletmeyeceğim Yavuz Alogan arkadaşım.

  14. I. Yavuz (Yavuz Sultan Selim)

    II. Yavuz (Yavuz Sultan Erdoğan)

    III. Yavuz (Yavuz Sultan Alogan) ya da II. Yavuz’un sadrazamı (Alogan Yavuz Paşa) olmaya aday Yavuz Alogan

  15. Gün Bey, vereceğiniz cevapta Yavuz Alogan’ın şu efsane tespitlerini de dikkate alır mısınız lütfen?

    “Şeyh Sait’ten demokrasi kahramanı çıkaracak kadar hödük olmaktansa, Topal Osman Ağa’nın manevi torunu olmayı tercih ederim.”

    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/yavuz-alogan/andimiz-82079

  16. Wizz..wizzzzzzz..wizz…

  17. Cinsel tercihi farkli olanlar,kadikoy solculari vs vs… Bol miktarda homofobi, bol miktarda aydin dusmanligi, bol miktarda demagoji bir kapta guzelce harmanlanir,yaglanir,akp’ye servis edilir.

  18. e hani nerde yazı?

  19. Tartışmanın özünün “devlet meselesine bakış- yaklaşım” olması gerekmiyor mu*?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir