Devrim Uzun Sürer ve Tüm Yanlışları Ortaya çıkarır –Süleyman Kırteke’nin Anıları

Süleyman Kırteke, Devrim Uzun Sürer, (Hazırlayan: Oktay Duman), İzan Yayıncılık, 2022

Süleyman Kırteke, yaklaşık 60 yıldır sol saflarda mücadele etmiş ve etmekte olan, Malatya köylerinden yetişmiş, solda yer alan herkesin büyük saygısını kazanmış, bugün 84 yaşında, kitabının adının da çağrıştırdığı gibi, uzun erimli bir devrimcidir. Oktay Duman, Kırteke’yle yaptığı, 60 yılı kapsayan olayları ve mücadeleyi kapsayan nehir söyleşiyi kitaplaştırmış.

Kırteke’nin anılarının en önemli özelliği, herhangi bir fraksiyonu ya da kişiyi parlatmadan ya da çamura batırmadan, olayları, gördüğü, yaşadığı ve bildiği gibi, sübjektif kanılardan olabildiğince arındırarak aktarmaya çalışmasıdır. Elbette her sübjektif anlatım bazı hatalar, yanlış hatırlamalar barındırabilir ama bence Kırteke’nin anıları, objektiflik ve dürüstlük bakımından son derece güvenilir.

Nitekim Kırteke, kitabında, sol saflarda yıllardır vicdanları rahatsız eden “İlyas Aydın olayına” da açıklık getiriyor. Anlattıkları, bu konudaki tereddütlere son noktayı koyacak nitelikte. Hem Kırteke’nin güvenilirliği, hem de o süreçte, İlyas Aydın’ı 8 ay Malatya köylerinde saklayan ve İlyas’ın istekleri doğrultusunda onu Filistin’de “ilgililere” teslim eden kişi olması açısından.

Aslında İlyas Aydın’ın “ajan olduğu” tevatürüne ilk darbeyi indiren, geçen yıl kaybettiğimiz Orhan Savaşçı’nın 2015 yılında yayınlanan anıları olmuştu:  https://www.gunzileli.net/2015/12/20/ilyas-aydin-adi-orgutsel-paranoyaya-karsi-devrimci-masumiyetin-simgesi-olsun/ . Bu konudaki ilk yazıyı da ben 2010 yılında yazmıştım: https://www.gunzileli.net/2010/03/03/ilyas-aydina-devrimci-onuru-iade-edilmelidir/

Elbette benim 2010’daki yazım, herhangi bir kanıta değil, akıl yürütmeye dayanıyordu. Bu bakımdan, olayı ilk kez olgularla ele alan Orhan Savaşçı’ydı. İşte, ondan 7 yıl sonra da Süleyman Kırteke’nin anlatımları, Savaşçı’nın kanaatlerini iyice ete kemiğe bürüyor ve İlyas Aydın’ın iftiraya uğrayan bir devrimci olarak Filistin’de işkenceyle öldürüldüğünü ortaya koyuyor.

Kırteke’nin anlatımlarını yer yer özetleyerek, yer yer alıntılayarak burada ele almak istiyorum:

Kırteke’nin bu konudaki anlatımı, “Kapanmayan Bir Yara, İlyas Aydın olayı” başlığı altında, kitabın 153-169. sayfalarında yer almaktadır.

12 Mart dönemidir. Günün birinde, TİP Malatya eski il başkanı Hayrettin Abacı[1] Süleyman Kırteke ve arkadaşlarıyla görüşmek ister. Yazıhanesine giderler. Abacı, Kırteke’yi ve yanındaki arkadaşını yazıhanenin arkasındaki bir odaya alır. Odada şalvarlı, kasketli bir adam oturmaktadır. Abacı, bu kişiyi onlara şöyle tanıtır: “Bu arkadaş Elrom’u öldüren İlyas Aydın’mış (Mahir Çayan’ın mahkemedeki açıklamasından sonra İlyas artık böyle bilinmektedir, belki o da kendisini böyle tanıtıyor olabilir. GZ). Yaralı. Saklanması gerek, ben sizi uygun gördüm.” İlyas Aydın, Abacı’yı, Malatya’da teğmen olarak bulunduğu dönemden bilirmiş. “Biz İlyas adını Elrom’un ölüm haberinden, Mahir’in mahkeme savunmalarından duymuştuk. Mahir mahkemede, ‘Elrom’u İlyas öldürdü’ diyor. Onun üzerine Elrom’u öldüren ajanmış dedikoduları çıkıyor… Kendi aramızda, Mahir’in İlyas’ı ajan olarak deşifre ettiğini konuşuyorduk… Mahir gibi birinin kadrosunu durduk yere bir spekülasyon konusu haline getirerek deşifre etmeyeceğini herkes gibi biz de biliyorduk.”

Kırteke ve arkadaşları durumu aralarında değerlendirirler, her ne kadar “ajan” olduğuna ilişkin duyumlar olsa da onun o an yaralı ve kendilerine sığınmış bir insan olduğunu göz önüne alarak saklamaya karar verirler. Samanarığı’nda bir tanıdıklarının evinde birkaç gün saklarlar. Sonra oradan alıp Ören’e götürürler.

İlyas bacağından yaralıdır ve yara kötüye gitmekte, dize doğru morarmaktadır. Muhtemelen alt baldırına bir kurşun saplanmıştır. Tanıdıkları bir doktoru eve getirip tedavisini yaptırırlar. Sonra Mulla Hoca adlı birinin evine koyarlar. İlyas burada üç ay kalır. İlyas’ın durumunu Ankara’daki “örgüt sorumlularına” sorarlar. Tam net yanıt alamazlar. İlyas’ın tedavisine tanıdık hemşirelerle devam edilir. İlyas’ın yarası iyileşmeye yüz tutar.

İlyas Aydın, Filistin’e gitmek ve orada örgüt temsilcileriyle buluşmak istemektedir. Kırteke ve arkadaşları, onu Filistin’e göndermenin yollarını aramaya başlarlar. Bu arada onu yeniden Ören’e getirirler. Kamuflaj için bir traktör kiralarlar. İlyas traktör kullanmayı kısa sürede öğrenir ve “şoför Abbas” kimliğiyle çalışmaya başlar.

İlyas’ın birkaç Filistin’e geçme girişiminin başarısızlığa uğramasının ardından yeni bir girişim için fırsat kollamaya başlarlar. Bu arada, Filistin’de bulunan Teslim Töre, Kırteke’yle görüşmek üzere haber yollar ve Filistin’de yapılacak görüşme için bir randevu gönderir. Kırteke sınırı gizlice geçerek randevu yerine gider. Fakat Teslim gelmez. Bunun üzerine kampa giderek Teslim’i arar. Orada, daha önce Teslim’le bağ kurmak için gönderdikleri Ali’nin, Teslim tarafından, “disiplinsizlik suçuyla”  “çadır hapsine” alındığını öğrenir. Hapis tutulduğu çadıra giderek Ali ile görüşür. Ali, Teslim’den şikâyetçidir.

Kırteke, daha sonra Yaser Arafat’la görüşür. Ona, İlyas’ın durumunu anlatır. Arafat, yardımcı olacaklarını söyler. Kırteke, Teslim’le yine görüşemez. Bunun üzerine, Ali’nin “çadır hapsi”ne son verip, onu da yanına alarak Teslim’in kaldığı eve gider. Kırteke, ‘randevuya neden gelmedin?’ diye sorar. Teslim, ‘geldiğini haber vermediler’ yanıtını verir. Kırteke, oradan ayrılırken, İlyas meselesini Arafat’la konuştuğunu, ondan yardım sözü aldığını, İlyas’ı göndereceğini söyler. Teslim ilgisizmiş gibi davranır.

Kırteke, Türkiye’ye döner ve İlyas’ı Filistin’e göndermek üzere harekete geçer. İlyas’la vedalaşırlar. “Aynı yollardan çok rahat geçmiş, kampa varmışlar. Kâzım’la Ali’nin daha sonra bana anlattıklarına göre, İlyas’ın geldiğinin duyulduğu gün Filistin kamplarında bulunan birimler, havaya yüzlerce mermi sıkarak gelişini kutlamışlar. İlyas’ın geldiğini bütün teşkilat öğrenmiş.”

“Teslim tetikte bekliyor. Tezgâhını kuruyor. Kampta herkes fısıltıyla İlyas’ın getirildiğini konuşuyor. Ali de Şam’daki göçmen kampına gidiyor. İlyas, göçmen kampının bürosunda bekliyor… O sırada İsmail Yılmaz ile Kâzım geliyor. Teslim’in niyetini bunlara söylüyor. ‘Seni sorgulayacaklar’ diyor… İlyas, ‘Beni devrimciler sorgulasın. Bu kadar badire atlattık, ben rahatım. Kim gelirse gelsin’ diyor”

Bütün uyarılara rağmen İlyas, bir yere ayrılmayıp bekler. Teslim, Kâzım’la İsmail’i, İlyas’la kendisinden habersiz görüştükleri için tutuklattırır.

Teslim, Ali ile İlyas’ı jipe bindirip “Karargâh”ına götürür. Bodruma indirilirler. Kafalarına çuval geçirilir. “Teslim, adamlarıyla işkence yaparak sorguya başlıyor. Bu arada sorguyu kasete alıyorlar… Sorgulamaya başladıklarında İlyas bunlara tepki göstermiş, ‘Ben devrimciyim, ölürsem elinize ne geçecek, bunun hesabını tarihe nasıl vereceksiniz?’ demiş. Ali’nin bize anlattıkları bunlar. ‘Yan yanaydık. Arada bir bana da dönüyorlar ama yoğunluk şekilde İlyas’a yükleniyorlardı. Ben yine bağırdım fakat İlyas hiç bağırmadı. Sadece inliyordu. Sorguda İlyas fenelaşınca telaşlandılar. Yukarıya, odaya çıkardılar.’ Ali, çok iğrenç ve dramatik şeyler anlattı. Falakadan tutun, her türlü kaba dayak ve hakaret yapılmış. Aşağılık bir işkence yapmışlar… İlyas orada ölüyor. Apar topar nereye götürülüyorsa götürüp gömüyorlar. Ali’yi de bırakıyorlar fakat kampa göndermiyorlar. Bunun üzerine Ali, bildiği yollardan Türkiye’ye dönüyor.”

İlyas’ın son sözleri, “Ben devrimciyim, ölürsem elinize ne geçecek, bunun hesabını tarihe nasıl vereceksiniz?” olmuş.

3 Mart 2010’da yazdığım yazı da şöyle bitiyordu:

“İlyas Aydın dürüst bir devrimcidir. Rehabilite edilmeli, hak ettiği devrimci onur 40 yıl sonra da olsa kendisine iade edilmelidir.”

Anlattıklarınla, yıllar sonra da olsa olayı tam olarak aydınlığa kavuşturduğun için sana minnet borçluyuz Süleyman Kırteke.

Gün Zileli

9 Mayıs 2022

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com


[1] Burada, Hayrettin Abacı’yla ilgili, adımın geçtiği yanlış bir hatırlamaya değinmem gerekiyor: “Gün Zileli’yle FKF Başkanı Yusuf Küpeli, yazıhanesinde Hayrettin Abacı’yı tokatlamışlardı.” Hayrettin Abacı’yla hayatımda hiç karşılaşmadım. Dolayısıyla, olay yerinde bulunmuş ve söylenen fiili işlemiş olmam mümkün değildir. GZ.

——–

Hayrettin Abacı’nın oğlu Sahir Abacı’dan facebook mesajları yoluyla bir not aldım. Burada yayınlıyorum:

“Sayın Zileli, bu kitaptaki anlatımlar için ‘Elbette her sübjektif anlatım bazı hatalar, yanlış hatırlamalar barındırabilir ama bence Kırteke’nin anıları, objektiflik ve dürüstlük bakımından son derece güvenilir’ demişsiniz ama bu çok iyimser bir yaklaşım, aynı kanıda değilim. İkincisi, babam Hayrettin Abacı’ya konuşurken yumruk atan ve ardına bakmadan kaçan Yusuf Küpeli, yanındaki de Mustafa Kemal Çamkıran’dır. Olayın gerçek yüzü, Küpeli’yi kimin, hangi nedenlerle kışkırttığı, yazıhanesine kimin götürdüğü de biliniyor…”


Sahir Abacı, Türk Solu dergisinin 27 Mayıs 1968 tarihli 80. sayısının pdf’sini göndermiş. Yusuf Küpeli’nin bu sayıdaki “Keller ve Hançerli Köylülerinin Yürüyüşleri” başlıklı yazısının sonunda, TİP Malatya İl Başkanı Hayrettin Abacı’yla yaptığı tartışma kendince anlatılmakta ve yazı, Abacı’ya kendisi tarafından yapılan çirkin saldırı kastedilerek, “Hayrettin Abacı hayatında hiç unutamayacağı bir ders aldı” diye bitmektedir. “Hem suçlu hem güçlü” sözünü fazlasıyla hatırlatan bu cümle, MDD hareketinin o günlerde nasıl bir saldırganlık ve küstahlık içinde olduğunu ortaya koyduğu gibi, bunu sayfalarına olduğu gibi taşıyan Türk Solu sorumlularının sorumsuzluğunu göstermesi bakımından da ibret vericidir.

Gün Zileli

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Toplumsal Mücadele ve Uzlaşma…

Artıgerçek Türkiye solunun en uzun erimli ve değişmeyen sloganlarından biri “Kurtuluşa kadar savaş”tır. Bir kararlılık …

3 Yorumlar

  1. Sahir Abacı, Türk Solu dergisinin 27 Mayıs 1968 tarihli 80. sayısının pdf’sini göndermiş. Yusuf Küpeli’nin bu sayıdaki “Keller ve Hançerli Köylülerinin Yürüyüşleri” başlıklı yazısının sonunda, TİP Malatya İl Başkanı Hayrettin Abacı’yla yaptığı tartışma kendince anlatılmakta ve yazı, Abacı’ya kendisi tarafından yapılan çirkin saldırı kastedilerek, “Hayrettin Abacı hayatında hiç unutamayacağı bir ders aldı” diye bitmektedir. “Hem suçlu hem güçlü” sözünü fazlasıyla hatırlatan bu cümle, MDD hareketinin o günlerde nasıl bir saldırganlık ve küstahlık içinde olduğunu ortaya koyduğu gibi, bunu sayfalarına olduğu gibi taşıyan Türk Solu sorumlularının sorumsuzluğunu göstermesi bakımından da ibret vericidir.

    Gün Zileli

  2. Büyük bir tarihçi olayları sıralamanın tarih olmadığını, ancak anlam kazandırırsa tarih olduğunu savunur. Tamamıyla katılırım.
    “Devrim Uzun Sürer ve Tüm Yanlışları Ortaya çıkarır –Süleyman Kırteke’nin Anıları” yazısı okuyuculara olayları ve anlatanın olayları doğru bulduğunu anlattır. Daha da acıklı olan ve modern insanın yaşadığı nihilizm ve anlamsız dünya örneği olması. Kısacası arkada oynanan ve bu olaylara neden olan alçaklılar yokmuş gibi. Tıpkı şimdiki komedi Ukrayna-Rus televizyon dizisi gibi. İki sapık boğaz boğaza (gerçi doğrusu kışkırtma da yok değil), ölenler medyanın ekmeğine yağ sürer.
    Olaylar “ah o güzel, heyecan, eylem dolu, ihanet, gizlilik vs günlerimiz”, bir çeşit bollywood, hollywood filimleri veya Türk televizyon dizisi. Kozmetik güzleştirmeler de var: Devrimcilik, mahkemeler, o zaman adı medyada dolaşan kahramanlar, şimdi İsrail elinde oyuncak olmuş Filistin ve diğer anılar.
    Peki, anlam nerede?
    Anlamı genel olarak bilsem de Türkiye bağlamı içindeki sahneyi Avrupa devrimci solcuların anlatılarından çıkardım. Çoğu işkenceden geçmiş bazıları idama mahkum edilmişti. Avrupa’da az çok ve hala eski hücre, şefler, paneller, hatta Avrupa’da diğer gurupların üyelerini öldürme veya yola getirmede merkezden gelen emirlerle görevlenip yer yer dolaşmaları bile oluyordu. Hatta ve hatta bazı bankalar tüzüklerine uymadıklarından bazı çok yaygın olan zengin olma çılgınlarına borç veremiyorlardı ama bunların kendileri gibi küçük çocuklarını fahişeliğe satacaklarını çok iyi biliyorlardı. 11’nci yüzyılda, haçlı Seferleriyle Müslüman olan Avrupalılar sadece “Allah rahim” işini sevmemişlerdi. Bankalar çabucak diğer yollarla bu çılgınlara, bu özgürlük ve demokrasi sevdalısı yabancı mültecilere diğer yollarla borç veriyordu. İşi daha da sağlama bağlamak için de bu kahraman solcu devrimcileri de paralarını tahsil etmekte mafya vari kullanıyorlardı.
    Bu eski solcu devrimciler asıl canlılıklarını sadece Türkiye hatıralarını aralarında paylaşarak yeniden yaşıyorlardı. Buralardaki işkencesiz ve/veya baskısız yavan yaşam, sosyal asistan ve benzeri görevlilerin tıpkı kendileri gibi, ama değişik, yukarıdan aşağıya emirlere uymaları, umursamazlıklar bunları umutsuzluğa ve bunalımı sokmuştu. Eski günleri anma dışında bu eski hızlı solcu devrimcilerin hayatına sadece ve sadece bol para kazanma, lüks araba alma ve sürme, daha büyük televizyon önünde geviş getirme, evlerini en adi ve ucuz kitsch cincik boncukla doldurma heyecan katıyordu.
    Peki tarih bunun neresinde? Tabii en basitçe, yukarıda adını ettiğim Ukrayna-Rus trajikomedisi.
    Dünyada esen devrimcilik, aynı şeyi isteyen ABD ve Sovyet rekabeti, ABD ve Sovyetlerin halklarını çok eski bir taktik olan öbür öcülerle korkutup kontrolü kolaylaştırmaları ve benzeri Sovyetler ile ABD (ve Batı Avrupa) arasındaki danışıklı dövüşe kurbanı olanların acı durumu.
    Sovyetler yıkılınca akan yardım ve silahların kökü kurumuştu. Tabii bu arada, 2nci Dünya Savaşından sonra başlayan tüketicilik ve her yerde sıradanlara bu tüketicilik emziğini satma, ağız sulandırma büyük bir hız kazanmıştı.
    Ben kendim dışarıda büyüdüm diyebilirim. Ama bu devrimcileri dinlerken sanki süpermarkette doğmuş, bolluk içinde televizyon önünde büyümüşleri işitiyordum. Basit bir örnek: 2010 yılında Türkiye’ye gitmeyi tasarladığımı öğrenen İsviçreli bir arkadaş bana bir cep telefonu alıp hediye etti. Adam iyice medya tiryakisi felsefe eğitimi yapmış ve hatta ünlü sinolog J. François Billeter’nin öğrencisi ve yakın arkadaşı müzikologdu. Bana “sen iyice saf ve cahilsin, oradakiler her türlü tüketiciliğin en başında koşturanlar vs, al şu telefonu lazım olur” dedi. Çok haklıydı, Türkiye’de halka açık tuvalete girmek için bile cep telefonun olması gerekiyordu. Halk derilerinin altına çip (chip) koydurup her şeyi dijitalleştirmek istiyordu. Sapıklık öyle bir dereceye varmıştı ki, salt medyada olduğu için tüketicilik tenkit edilirken kendilerinin de tüketim-israf dünyasında yaşadıklarından iftihar ettiklerini açıktı. Bana ABD’de çocukların ırzına geçme “edepsizlik” haberlerini anlatırken içi gıdıklanan komşularımı hatırlattı.
    Bu zenginleşmenin diğer bir tezahürünü Müslümanlarda gördüm. En çok işittiğim mantra: “Evet, her şey Allah’ın elinde ama Allah akıl da vermiş.” Bu da bana Avrupa tarihinin 11’nci yüzyılındaki ilk kapitalistlerin bu çeşit tekerlemelerini hatırlattı.
    Bu sıradanları alıp götüren tarih. Bir de büyük beyinlilikle kasılanlar var. Bunların çoğu medya yıldızı ve artisti olmuşlar. O güzel günlerin anıları, pişmanlıklar, aldatılmalar, ideoloji değiştirmeleri vs. paneller, kitaplar, konferanslar vs olmuş. Twit, twit, retwit, re-retwit ede ede twat olmuş bu medya kazazedeleri. Et-kemikli insanla sohbet yerine, ekranlarla dijital lak lak etmelerinin tarihte ruhaniliğin zirvesine ulaştığının bile farkında olmayan uykuda gezenler. Asla buna mecbur oldukları için yaptıklarını bile dile getirmeyen ve sadece siteyi süslemek için yazılmış olan “akıntıya takılmış ölü balıklar”.

  3. Çinli yazar Ba Jin. Çin’de ünlü bir yazar. 1947 yılında yayınladığı Soğuk Gece romanı son zamanlarda tekrar popüler oldu.
    Ba Jin’in, yazarın kendine seçtiği takma ad. Gerçek adı Li Yaotang. Ba Jin adını, Bakunin ve Kropotkin isimlerinin ilk hecelerini alarak oluşturmuş.
    Bilgine, Gün Ağabey.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir