Fikret Başkaya / Siz dine karışırsanız, din de size karışır…

Bütçe görüşmelerinde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in, “sizin tarikat-cemaat dediğinize biz STK diyoruz” demesiyle, laiklik tartışma gündemine gelir gibi oldu… Diyanet İşleri Başkanlığı  3 Mart 1924’de Şeriyye ve Evkaf Vekaletinin yerini aldı. 1924 Anayasası’nın 2. maddesinde: “Türkiye Devletinin dini, dîni İslamdır” deniyordu. 1928 yılında yapılan değişiklikle ‘Devletin Dini İslamdır maddesi anayasadan çıkarıldı… İlerleyen dönemin anayasalarında da (1961, 1982) laiklik maddesi yer almaya devam etti…

Bir ilkenin, bir şeyin anayasada ve yasalarda yer alması, onun gerçek dünyada reel bir karşılığı olduğu anlamına gelmez… Nitekim, 1982 cunta anayasanın ikinci maddesinde: Türkiye Cumhuriyeti ‘demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” deniyor… Geride kalan dönemde bunların her birinin gerçek yaşamda ne kadar karşılığı vardı?.. Eğer tevatür edildiği gibi ‘hukuk devleti’ olsaydı devlet onca zamandır bu kadar katliam yapabilir miydi? Eğer ‘demokratik’ olsaydı Türkiye bu günkü sefil hallerde olur muydu? En temel insan hakları ayaklar altına alınır mıydı? Düşünce suçu diye bir şey olur muydu? ‘Soysal olsaydı’ insanlar açlık, yoksulluk ve işsizlikle, çaresizlikle cebelleşir miydi?

Laikliğin bir tanımı var: ‘Devlet hiçbir dinî işlev görmeyecek, din de siyaset alanının dışında kalacak, politika alanına burnunu sokmayacak’… Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devasa bir kurum devletin göbeğinde yerini almışken, hala laiklikten söz edilebilir mi?.. Aslında söz konusu olan da ‘başkanlık’ değil, ‘bakanlık’… Din Bakanlığı… Örgüt yapısı bakanlıklarınkinden farklı değil… 1924 Anayasasından ‘devletin dini İslam’dır’ maddesinin çıkarılmasının reel bir karşılığı yoktu… Benim ilk nüfus cüzdanımda “Dini İslam, mezhebi Hanefi” yazılıydı… Laik bir rejimin insanların diniyle-imanıyla, inancıyla ne ilgisi olabilir? Türkiye’de geçerli olan “Türk-İslam Sentezi” denilendir… Din her zaman politikaya karışmaya devam etti…Tabii politika da dine… En büyük tarikat/cemaat Diyanet İşleri Başkanlığıdır…

Laiklik sadece devletin, siyasi otoritenin tüm dinler ve inançlar karşısında ‘eşit mesafede durması’ değil, ne surette olursa olsun dine bulaşmamak, ‘karışmamak’, müdahale etmemeyi varsayar…

O halde sadede gelebiliriz…  Türkiye’de laikliğin neden hiçbir zaman gerçek bir varlığı olmadı? Türkiye’nin egemenleri, mülk sahibi sınıflar, sadece uyduruk resmî ideolojiye dayanarak yönetemeyeceklerini biliyorlardı… Dini yardıma çağırmak zorundaydılar ve çağırdılar… Dinin devlet aygıtına daha çok nüfuz etmesinin bir nedeni de ABD faktörüydü… ABD- NATO cephesinin dini ,toplumsal uyanışın, demokrasinin ve sosyalizmin önünü kesmenin aracına dönüştürmek gibi bir planı vardı… Türkiye 1945 sonrasında ama asıl 1952 de emperyalist bir askeri saldırı paktı olan NATO’ya üye olmasıyla din devlet aygıtına daha çok sokuldu… Süreç 1980 NATO’cu darbe sonrasında daha da hızlandı… 2002’de Politik İslamcı AKP’nin iktidara taşınmasıyla da zirve yaptı… AKP iktidarı bidayette şimdilerde FETÖ’ denilenle bir ittifaktı… 2010’dan sonra aralarında sürtüşme başladı, 2016 da da FETÖ’cü darbe girişimi denilenle de son buldu ama AKP darbe girişimini bir fırsata çevirerek devlet aygıtını baştan sona dizayn etmeyi başardı… Elbette “FETÖ’den boşalan yer de başka tarikat ve cemaatler tarafından doldurulmak kaydıyla… Şimdilerde Türkiye’deki rejim ‘ İslam soslu faşizm manzarası arz ediyorSiz anayasada yazılana bakmayın…   

Geride kalan dönemde Türkiye’de din, burjuva partilerinin seçimi kazanma araçlarından biriydi… Ama asıl amaç sosyal uyanışın, demokratikleşmenin, sosyalist mücadelenin önünü kesmekti… Din o için araçlaştırıldı… Tarikatların ve Cemaatlerin devlete sızdığı bir vakıa ama hep sızan sorun ediliyor da sızdıranın dahli hiçbir zaman ilgi ve kaygı konusu yapılmıyor…

Diyanet İşleri Başkanlığının 2024 yılı bütçesinden aldığı pay 79 milyar 557 milyon 847 bin TL… 6 Bakanlığınkinden fazla… Geçen yıla göre %151 artış var… İstediğinde daha çok kaynağı kullanmanın önü açık olmak kaydıyla… 211 bin 164 personeli var… Devlet aygıtı içinde bir din ordusu…

‘Laik demokratik’ dedikleri Türkiye’de 87 bin 806 cami var… Nüfusu yaklaşık aynı olan İran İslam Cumhuriyetinde 48 bin cami var… Ve cami inşaatları hız kesmeden devam ediyor… Okul sayısı da 70 bin 393… Bu rakamlar size bir şey ifade ediyor mu?

Öyle laik bir ülke ki, bir mezhebin finansmanı için 85 milyondan vergi alınıyor… Ve sadece Sünni Müslümanlara ‘hizmet veriyor’… Bu ülkede herkes Sünni Müslüman mı? Farklı inançlar yok mu, dini farklı yorumlayanlar, Aleviler, ateistler, bir dinî inancı olmayanlar yok mu?

Devlet aygıtının tüm gözeneklerine ‘sızdırılan’ Cemaat-Tarikat denilenlere gelince, bu yapılanmalar, dini servete el koymanın aracına dönüştürüyorlar… Tarikat ve Cemaat Liderleri müritlerini köleleştiriyor… Düşünme yeteneklerini dumura uğratıyor… Yurttaş olmalarının önünü kapatıyor… Söylemleri başka olsa da asıl yapılan dini özel çıkarlar için araçlaştırmak,  din kisvesi altında zenginleşmek… Tarikattan-Cemaatten çok, büyük kapitalist holdinglere dönüşüyorlar… Büyük servetlere sahipler… En önemli kozları Batılı düşünce ve yaşam tarzlarına yönelik itirazları ama Batı karşıtlıkları da bir ikiyüzlülükten ibaret… Elbette Batı Düşüncesi ve yaşam tarzı da eleştiriyi hak ediyor ama onu bir zenginleşme aracına dönüştürmemek kaydıyla! Retorik öyle olsa da Batı’nın ürettiği ne varsa kullanmakta acele ediyorlar ve asla bir sakınca görmüyorlar… Velhasıl ikiyüzlülük istisna değil, kural…

O halde laikliği tartışmaya var mısınız?

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Toplumsal Mücadele ve Uzlaşma…

Artıgerçek Türkiye solunun en uzun erimli ve değişmeyen sloganlarından biri “Kurtuluşa kadar savaş”tır. Bir kararlılık …

24 Yorumlar

  1. Sangar Paykhar / Mepa News
    İslam aleminde Sünni veya Şii devletler yok, modern ulus devletler var

    Son zamanlarda bir dizi tanınmış Müslüman yorumcu, İsrail’in Filistin işgalini sona erdirmek için Sünnilerin Şiilerle iş birliği yapması gerekip gerekmediğini tartışıyor. Bu hararetli tartışmalarda yorumcular düzenli olarak aynı hataya düşüyorlar.

    Tartışmanın tüm taraflarında, yorumcular kendi argümanlarına dayanak olarak düzenli olarak tarihi anekdotlara dayanıyor. Örneğin, Selahaddin Eyubi’nin Haçlı seferleri sırasında aldığı kararlar uzun uzun tartışılıyor.

    Bu akıl yürütme biçimindeki sorun, yanlış bir varsayıma dayanmasıdır. Müslüman dünyasındaki mevcut siyasi manzara, rekabet halindeki bir dizi ulus-devlet tarafından karakterize edilmektedir. Ulus-devletler dini inanç ve değerlerine göre hareket etmezler çünkü bunlar yapıları gereği seküler hedeflerin peşinde koşmak için oluşturulmuş seküler oluşumlardır.

    Uluslararası ilişkiler oyununda çok sayıda oyuncu vardır. Bu oyuncular ulus-devletlerdir. Ulus-devleti ve siyasi gücü olmayan diğer tüm siyasi oluşumlar ve hareketler, oyun alanının dışında kalan küçük aktörlerdir.

    Oyunda yer alan oyuncular ise İsrail, Suudi Arabistan, İran, BAE ve diğerleri gibi hem ekonomik hem de askeri güce sahip ülkelerdir. Tüm bu ulus-devletler güç maksimizasyonunu amaçlayan varlıklardır. Uluslararası ilişkilerde güç maksimizasyonu, devletlerin diğer devletlere göre güçlerini ve etkilerini artırmaya çalıştıkları bir stratejiyi ifade eder. Bu, küresel hiyerarşideki konumlarını güçlendirmek için askeri, ekonomik, siyasi veya kültürel yeteneklerini genişletmeyi, genellikle hakimiyet kurmayı veya en azından güvenlik çıkarlarını ve ulusal çıkarları sağlamayı amaçlamayı içerir. Bu yaklaşım, daha fazla gücün daha fazla güvenlik ve uluslararası sonuçları etkileme kabiliyeti anlamına geldiği inancıyla yönlendirilir.

    İster Sünni ister Şii olsun, ulus-devletlerde din genellikle gücü artırmak için bir araç olarak işlev görür. Dini metinlerden ve ritüellerden alınan sembolik unsurlar, öncelikle halktan destek toplamak için kamusal alanda yaygın olarak sergilenir.

    Bu nedenle herhangi bir Müslümanın uluslararası siyaseti teoloji ve İslam hukukuna dayalı argümanlarla tartışmasının bir anlamı yoktur. Bu, FIFA’nın futbol kurallarına atıfta bulunarak bir basketbol maçını analiz etmeye benzer. Bu tamamen farklı iki dili konuşmak gibidir.

    Müslüman dünyasındaki mevcut siyasi dinamiklere ilişkin anlayışımız pratik, gerçekçi strateji ve hedeflere dayanmalı, ideoloji veya ahlaki ilkeler yerine güç ve pratik hususları vurgulamalıdır. Bunu ahlaksız olduğumuz için değil, gözlerimizin önünde oynanan oyun her türlü ahlaktan yoksun olduğu için yapıyoruz.

    Gerçek şu ki, Müslüman dünyasındaki mevcut siyasi manzarada, İslami ahlakla motive olan ve gerçek anlamda güce sahip olan hiçbir oluşum yoktur. Burada güç, diğer devletlerin davranışlarını etkileme, askeri güç, ekonomik kaynaklar, diplomatik güç, kültürel etki veya teknolojik avantajlar yoluyla sonuçları kendi lehine şekillendirme yeteneği anlamına gelmektedir.

    Dolayısıyla sosyal medyada Müslümanlar arasında yapılan tüm teorik ve tarihsel tartışmalar, mevcut durumumuzun gerçekliğini görmezden geldikleri sürece sonuçsuz kalacaktır.

    Sadece ideolojik ve teolojik bir tartışmanın Gazze, Doğu Türkistan, Myanmar, Keşmir, Sudan veya başka bir Müslüman bölgedeki mevcut durum üzerinde herhangi bir etkisi olmayacaktır.

    Mevcut durum üzerinde hiçbir etkisi olmayan meseleleri sürekli olarak tartışmak, dünyanın dört bir yanında acı çeken milyonlarca Müslümana kötülük etmektir.

  2. Devlet, küçüklü büyüklü bütün işletmelerden, işyerlerinden vergi alır. Bunların arasında yasaya dayalı genelevler, kumarhaneler, meyhaneler, bütün içki türleri, sigara, tütün, gece kulüpleri, dinli-dinsiz, imanlı-imansız, ayık-sarhoş saymakla bitmez vergi odakları vardır. Öyleyse bütün AKP milletvekillerinin, Diyanet İşleri Başkanı’nın maaşlarında İslam’a aykırı sayılan, dahası dince kesinlikle yasaklanan nesnelerden toplanan vergilerin bir bölümü vardır. İslam’ın “haram” diyerek yasakladığı vergi odaklarından toplanan akçelerin de içlerinde bulunduğu bütçelerden müftüye, imama, hocaya, AKP’nin devletten aylık alan sayın üyelerine, yandaşlarına gerekli bölüm düşmektedir.
    Demek ki akçenin ucu keskin! “İslam’a hizmet” için çalıştığını ileri sürerek oy toplamaya, seçim kazanmaya çıkanların “İslam imanı”yla pekiştirilmiş gönüllerini kolaylıkla delebiliyor, bir yandan girip öte yandan çıkabiliyor! Paranın gücü “iman”ın üstesinden geliyor!

  3. Türbaniye dini

    Türbaniye Dini, birtakım Sünni Müslüman Türklerin İslam’dan saparak oluşturdukları yeni bir inançtır.

    İman ve İslam’ın koşulları da aralarında olmak üzere, türban takma, İslam dininin 32 farzı arasında bulunmamaktadır. Türbaniye Dini’nin tek dinsel (!) koşulu vardır: Türban takmak. Türban tak yeter, İslam’ın Kuran’ını da paranın veri tabanına göre dilediğin gibi yorumla!

    Bu yeni din gerçekte bir erkek dinidir. Erkekler biçimsel olarak türbanlı kadın başı biçimindeki puta taparlar. “Kim olursan ol ey avrat, yeter ki türban takarak gel!” tekerlemesini kullanarak hönkürürler!

    ORGANİZMANIN PARÇASI

    Türban tapıncı tek başına değil. Büyük bir organizmanın önemli parçalarından biri. Eğer imam hatip okulları mezunları, üniversitelere bir lise mezunu gibi girmek hakkını yasal olarak elde edemezlerse, türban “delirium”u epeyce zaman alsa da yavaş yavaş tavsar. Ama tersi olup imam hatip mezunları, lise mezunlarının hakkına sahip olarak üniversitelere girebilirlerse türbanın yükselişini kimse engelleyemez. İslam’dan giderek daha da kopacak olan Türbaniye Dini, Türbanistan’ı kurar!

    https://www.hurriyet.com.tr/turbaniye-dini-8129860

    https://www.hurriyet.com.tr/yalan-ruzg-rlari-8152326

  4. ” O halde laikliği tartışmaya var mısınız?”

    Dünyada sadece kafeste olanlar ve kafesi kuranlar var. Bu tartışma sosyal bilim adam-kadınlarının kafesin nasıl yapıldığı ile ilgili aile içi kavgası. Hatta başlık ” Siz dine karışırsanız, din de size karışır.” bunun bir dolaylı itirafı.

    Birine göre ahlakın kaynağı tanrılar, diğerine göre insanlar ve yasaları. Ama her ikisi de insanları kurtarma dini, kurtarma vaadi. Birinin temsilcileri klasik tek ve aşkın Allahlı dinler; diğerinin temsilcisi sekülarizm/laikizm ile ün kazanan kapitalizm, nasyonalizm, sosyalizm, komünizm, Marksizm, Konfüçyüsçü-Marksist-Komünist Çin, anarşizm, faşizm, Nazizim, Darwinizm vb. Bunlar aslında temel sekülerizm/laikizm dininin hizipleri.

    Her iki din de cennet/cehennem vaat ederler, biri bu dünyada, diğeri öbür dünyada.

    Cesur Yeni Dünya kitabının yayınından 50 yıl sonra Huxley’e sorulur:
    – Şimdi ne düşünüyorsunuz?
    – İçinde yaşıyormuşum ama gelecek sanmışım!

    Sekülerizm/laikizm dininin cesur yeni dünya hacı hocalarının çektikleri son cennet hû huuu’larından biri:

    “Nobel ödülü sahibi 34 kişi, gen düzenleme konusunda yapılacak önemli bir oylamadan önce AB’nin “bilim karşıtı korku çığırtkanlığının karanlığını reddetmesi” gerektiğini söyledi.”

    Bunlar sütü bol inekler/işe yarar salak bilim adam-kadınları. Hani bilim gözlemle başlar dı? Bu robotlaşmış çığırtkanlara göre iklim (ve nükleer savaş olasılığı) felaketlerinin suçlusu TÜM İNSANLIK. İklim felaketine neden olmanın tüm insanlara yüklenmesi bile iki yüz yıllık ve neden olanların %99’u zengin ülkeler. Hem de zengin ülkelerde de %90’nı zengin tabakalar. Bu bilim adam-kadınları, bu iş ve işçi bulma kurumları olan okulların mezunları devamlı iş ararlar. Kendilerinin seküler/laik Devlet-Endüstri-Banka yaltakçıları olduğunu sadece kendileri gözlemlemeden acizler. Tabii eski Sovyetler ve yeni Rusya ile Çin buna fazlasıyla, ama değişik bir dille, dahil.

    Bir bilmece:
    Duvar yıkılıp Doğu ve Batı Almanyalar birleşmeden önce Batı halkında bel ağrısı son derece yaygın, Doğu halkında sıfırdı. Belki Doğu Almanlar açıkta Marksist(-Leninist), ateist, seküler/laik dine inanır görünüyordu ama gizli gizli “Ne gelirse Allah’tan gelir” falan filan dinine mi tabidiler? Her neyse. Birleştikten sonra Doğulular arasında da bel ağrısı üssel arttı. Neden?

    Her halükarda, Nobel ödülü bu ayakları yerden ve toplumdan kesilmiş yararlı enayilere dağıtılan bir çeşit emzik. Üstelik bunları dinciler de çok severler. Mesela Müslüman entelektüeller, İslamlığın, İslam şimdiki Batı gibi dünyayı kuyruğuna taktığı ve ileriye koşturmada öncülük ettiği zamanlarda, ilk defa laiklik yani hakikate insan aklıyla da ilahi vahiyle de varır düşüncesini ileri süren İbn Rüşd yerine Gazzâlî’yi seçmekle modernlik trenini kaçırdığını savunurlar.

    Seküler/laik dinin müritlerine göre Hegel-Marks taklaları diyalektik icabı cennet cehennem birbirini doğururmuş. Müslümanlar benzerini söylerler: “Her işte bir hayır vardır.” Hadi inşallah!

    Cennet, diğer bir deyişle, işi Devlet-Endüstri-Banka dalkavukları bilim adam-kadınlarına bırakmak, hû huuu’larının ilan edildiği aynı gün bir daha önceki cennet hû huuu’ları fiyaskoya dönüşür. “Tesla’nın pilleri neden soğukta ölüyor?”

    Daha önce vaat edilen Seküler/laik dininin cennetleri ve dönüştükleri cehennemler:
    Kapitalizm, Nasyonalizm, Internasyonalizm, Sosyalizm, Marksizm, Komünizm, Faşizm, Nazizm, Totalitaryanizm.

    Son zamanlardaki cennet-cehennemler: DNA (alın) yazısı, Genetik Manpülasyon, Her Şey teorileri, Yapay Zeka, Algoritma, Kendin Kullan Kendin Hoşlan Seks Oyuncakları ve nihayet, sadece kısmen de olsa, hala bakire Anarşizm. Bu arada asıl ve sonsuz başarılı olanlar da var: Nasyonalizm ve Demokrasi.

  5. “Bir taraftan “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar ülkesi olamaz” denilip geleneksel dini mekânlar kapatılırken, diğer taraftan birçok “Şeyh”in tek parti rejimi sona erene dek daimi mebusluğa atanmasına ne demeli? İnsanların ölülerden medet ummaması gerekçesiyle türbeler yasaklanır, oysa kendileri kişi putlaştırmasının en alasını yaparlar. Ya da pek laik eğitim sisteminde zorunlu din derslerine, devlete ait imam-hatip liselerine, ilahiyat fakültelerine, okullardaki mescitlere ve en başta da Diyanet İşleri Başkanlığına ne demeli?

    İktisadi bir temele dayanmaksızın da birtakım kararnamelerle toplumun gündelik yaşantısının bugünden yarına dönüştürülebileceğini, kültür kararnameleriyle bir kopuş yaratılarak Batı seviyesine çıkılabileceğini hayal eden bu tepeden inmeci, seçkinci anlayışın gündelik yaşam içerisinde yaratabileceği tek şey muazzam bir toplumsal travma idi.

    Bir bütün olarak bakıldığında bu dönüşüm çabalarının esas amacı, Kemalistlerin iddia ettiği gibi, modernleştirerek halkın yaşam düzeyini yükseltmek değildi. Bu reformlar, esas olarak mülk sahibi sınıfların kapitalist Batı dünyasıyla ilişkilerinde ortaya çıkan uyumsuzlukları ortadan kaldırmayı, özel mülkiyet rejimini ve emeğin sömürü olanaklarını genişleterek güvence altına almayı amaçlıyordu. Özel mülkiyet sisteminin önü bir kez açıldığında, zaman içerisinde kapitalist gelişmenin hızlanması zaten kaçınılmazdır. Ne var ki, geniş emekçi kitlelerin seferberliğine dayanarak toprakta pre-kapitalist ilişkileri Jakoben bir tarzda ortadan kaldırmakla, kırsal kesimde kapitalist gelişimi Prusya tipinde sancılı bir evrimsel sürece havale etmek arasında dağlar kadar fark vardır. Kemalist rejim, ikinci yoldan yürümüş ve kırı kendi kaderine terk etmiştir. Hatta bununla da yetinmemiş, kırın geri unsurlarıyla (toprak ağaları, şeyhler, vb.) ittifak kurarak onları meclise taşımıştır.”

    https://marksist.net/ozgur-dogan/kemalizmin-alti-oku-ve-gercekler

  6. Anonim 21 Ocak 2024 “İnsanların ölülerden medet ummaması gerekçesiyle türbeler yasaklanır, oysa kendileri kişi putlaştırmasının en alasını yaparlar.” der ve aşağıdaki adresi verir:
    “https://marksist.net/ozgur-dogan/kemalizmin-alti-oku-ve-gercekler”

    Burjuva ve burjuva devrimcilerin sözcüsü (Mesih) ve mükemmel bir burjuva olan Marks ismini görünce adrestekilerin de burjuvalar olup kişileri putlaştırdıklarını tahmin ettim. Tahminim doğru çıktı! Site, tüm Marksistler gibi, on dokuzuncu yüzyılda başarısı zirveye ulaşan burjuva dünya görüşüne saplanıp kalmışlar ve o zamanın ilahi hu huu’ları çekip durmaktalar. Marks ” burjuvalık sizin geleceğiniz, bari işi kendiniz becerin! Ben ve İngilizler gibi sarışın mavi gözlü olun (gerçi şimdi tüm dünya sarışın mavi gözlü ama… neyse)” der. Sadece Lenin, Mao değil tüm fakir ülke burjuvaları kuyruğuna sarılırlar. İyi ama her sarılıp “başarılı” olanın Kapital allahına tapmaya dönmesine rağmen neden hala MarksistNet sitesindeki ” Kurtarıcı Mesihlere aldanma” nasihatine kendileri kulak vermezler.
    Nedenler çok, ben ikisini yazacağım.

    – Belki de bu eski burjuva yeni orta-sınıf Marksistler, bir ihtimal, özel mülkiyet belasıyla başlayan ama sonra ahlak kitabına uydurulan bakirelik saplantısı içindeler. Her başarılı olmayan din ve din- ama- din değil ideolojiler aynı saf, kız oğlan kız, bakire, el değmemiş orijinaller peşinde koşarlar. Aynı oyalamaya Hıristiyanlık, İslam (Mehdi), Yahudilik, modern Türkiye’yi kuran ilk mavi gözlü sarışın Batı maymunu ve yüzlerce diğer cehennem yolunu iyi niyetlerle döşeyen dolandırıcılar peşine düşenlerde rastlanır. Enayilere göre nedeni yozlaşmakmış. Eğer sorarsanız “peki, bu yozlaşma neden oluyor?”, cevap zamana göre değişir. Şimdiki laik moda: alın yazısı DNA veya İnsan Doğası.

    – İnsan doğası safsatası için Marshall Sahlins’in ” BATI’NIN İNSAN DOĞASI YANILSAMASI” kitabında sözünü ettiği ve şimdi sık sık rastladığımız “demokrasi” nakaratı var:
    ” Aynı çelişkiler, kölelik tarihini bir yana bıraksak bile, hayatlarının büyük bir kısmını aile, okul, kapitalist işyerleri gibi demokratik olmayan kurumlarda geçirmelerine rağmen, “bir demokraside yaşadıkları” fikrinden gayet hoşnut günümüz Amerikalıları için de geçerlidir; bizzat hükümete bağlı olan askeri ve bürokratik kuruluşlarda çalışanların çelişkilerinden bahsetmiyorum bile. Hey Amerikalılar bakın, demokrasi çıplak!
    Benden ek not: çok benzeri “laiklik” için de söylenebilir.
    Sarışın olmak için diğer bir örnek daha var: Nasyonalizm (ulus-devlet). Tam ve katıksız sarışın olmayı, şimdiye kadar sadece Japonya tam becerdi ise de ümit ümitsizler içindir. Özellikle Saray etrafında dolaşanlar için.
    Nasyonalizmin bir tanımı: dolandırıcı ile enayiyi kardeş eder.
    Nasyonalizm başını da, Saray içindekiler ve etrafında girmek için can atanlar çekti. Ve tıpkı şimdi dünyanın her yerinde, özellikle zengin sarışınların Batı’sında olduğu gibi kendi aralarında, demokratik oylamalarla onaylayıp uyguladılar. Başı çekilenler çoktan beri bu numaraları işitmekte! 1920’lerde Moskova’da bir duvar yazısı: Başımızdakiler buranın komünist olduğu numarası yapıyorlar, biz de inanıyor numarası yapıyoruz.

    Bu arada çok önemli bir değişme oldu.
    Burjuvaların somut bir misyonu, bir düşmanı ve bir ilkesi vardı: Hıristiyanlık-Gökyüzünü yeryüzünde kurmak ve Kovboy-Aristokratlar yerine tüccarları oturtmak. Bu 11’nci yüzyılda başladı ama ancak 18’nci yüzyıl sonunda kemale erdi.
    O zamana kadar paraya tapmak, sözüm ona, günahtı. Yeni düzende paraya/güce çıplak tapmak İnsanları sefaletten kurtarma aracı oldu. Sonsuz başarılı oldu da. Her kimse sadece ve sadece kendi çıkarını gözetirse, toplumun kendisi zengin olurmuş peri masalı ama yalan da olsa inanılmakta.
    Şimdi is artık solcu-devrimci laklakları dışında burjuvalar yok bile. Burjuvalar zamanımız tatsız tuzsuz orta-sınıflıları görünce intihar ettiler! Yerlerini Batı zengin ülkelerde tüm halk, diğerlerinde gittikçe artan bir çoğunluk ve onlara hayran olup taklit edenler, Marksist Net, bu site falan filanlar aldı.

    Bu orta-sınıflılar her şeyden önce bireycilik peşinde koşan bo*unda boncuk bulanlar. Ya kendisi seyirci (dikizci) ya da seyirci(dikizci) avcıları. Kısacası, başkaları becerir, bunlar da ya heyecanlanırlar ya da taklit ederler. Bunları başka nitelik ve tanımları da var.
    – Ağzında kemik olan köpek ısırmaz.
    – Yalnızlar Kalabalığı (Zengin ülkelerde, putlaşmış/ölmüş emekçiler de dahil).
    – En önemlisi: Batı’sının Nazilerden öğrenip uygulamada son derece başarılı olduğu bir teknik: Bunlar ÖZGÜRCE BOYUN EĞERLER!

    Biraz da coğrafya ve zaman turistliği yapayım.

    Hıristiyan misyonerler Güney Amerika yerlilerine güzel hikayelerini anlatıp inandırdılar. Ne var ki, 4-5 yüzyıldır asıl konuda hala bir terslik çıkmakta. Bu “düşmanını bile sev (ama sevilmek istemezse, öldür)” barışseverler bir türlü yerlileri bir inanıştan caydıramıyorlar. Yerli, Kilise kapısında aldığı coca-colayı, Meryem Ana’nın kafasına döker. Meryem Ana toprak gibi doğurgan, oğlu ise “-izm” satıcısı, daha da kötüsü beyazlar gibi komisyoncu. 20’nci yüzyılda bile bir yerli “misyonerler bize yiyecek için Allah’a dua edin” diyorlar; “biz yiyeceğin nerede olduğunu biliyoruz” dedi.

    Zaten tüm “-izm”ler üstü örtülü tek tanrılı kurtarıcı dinidir. Marksizm de öyle, hatta bir çeşit ikinci derece din, daha somut, daha cana yakın. Ana ve asıl din İLERİCİLİK (ve TARİH DE). Kapitalist, faşist, Nazi, diktatörlük, anarşist, totaliter, liberal, falan filanların hepsi İLERLEMEYE inanırlar. Ama bir Marksist’in İLERLEMEYE İNANMAMASI imkansızdır.

    Eğer alışılagelmiş sarışınlar bilimsel otoritesinden bilgi isterseniz, demokrasiye şükür, sarışınlar kimsenin umurunda olmayanları saklamıyorlar.

    Bakınız: Scientific American, Vol. 236, No. 5 (May 1977), ss. 96-105 (10 sayfa)
    Exploring the Herbarium by Siri von Reis Altschul
    Aşağıdaki ilk paragraf:
    “Yeryüzünde 800.000 kadar bitki türü olabileceği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bunların ne kadar azının insanoğlu tarafından doğrudan kullanılmış olduğu dikkat çekicidir. Dünya insan nüfusu için kıtlık ve hayatta kalma arasında sadece üç büyük tahıl ve belki de 10 diğer yaygın olarak yetiştirilen tür durmaktadır ve bir avuç ilaç bitkisi birkaç bin yıldır Batı medeniyetine hizmet etmiştir. Ortaya oldukça açık bir soru çıkıyor: Bir şeyleri mi kaçırıyoruz? Bilinen, adlandırılan ve tanımlanan 250.000 kadar tür arasında, dünyanın gıda arzını arttırmak için yetiştirilebilecek veya aktif kimyasal bileşikleri tıbbi amaçlar için izole edilebilecek başka bitkiler de vardır. Bunları nasıl bulabiliriz?”

  7. Primitivist Messiahs

    Don’t be fooled by the so-called “primitivist” Messiahs!

    If you want a primitive, savage, uncivilized life, away from the civilized and progressivist modern world, then go live that life that you’ve been dreaming of in wildlife somewhere, instead doing circlejerk on the internet with some Primitivist Messiahs.

    Remember; “Zaten tüm “-izm”ler üstü örtülü tek tanrılı kurtarıcı dinidir”, including your precious primitivism.

  8. It began with the forging of the Deceiving Ideologies.

    Three were given to the bourgeoisie: Nationalism, Republicanism and Liberalism.
    Three to the bureaucracy: Bonapartism, Kemalism and Fascism.
    Three to the working class: Anarchism, Marxism and Bolshevism.

    For within these ideologies was bound the strength and will to govern each class.

    But they were all of them deceived. For another ideology was made.

    In the land of internet, in the fires of circlejerk, the chump hunter Pipsqueak forged in secret a Master Ideology, to fool all others. And into this Ideology, he poured his cruelty, his malice, and his will to dominate all life.
    One Ideology to fool them all!

  9. Cevap, site müdürüne göre, twit mwit-EKS mEKS gibi kısa ama öz olmalıymış. Aksi halde, uzun olduğu için, büyük beyinliliğe yakışır fikirler dolup taşan, ideolojik gözlüklerle okudukları kazananlar tarihini ha öven ha yeren cahiller cennetinde okunmazmış. Sitedeki çok tanrılı dinin ibadetçilerinin bireyci-hoşgörücü Tanrısı ile alay ettim: Heyhat! Zaman israfı bir cevap yazmam gerekti.

    En kısa cevap en kolayı. Bu sitede beni “primivitizm” savunucu olarak nitlendirenlerin “primivitizm” hakkında bilgisi eksi sonsuzu bile aşar. Daha da kötüsü var. Küçük beyinlilerin bile kaçırmayacağı bir çelişkiyi “Primitivist Messiahs 28 Ocak” ve “Anonim 28 Ocak”, maşallah, kaçırmadılar ama bir öncesini yuttular!

    Bundan bir ay önce site müdürü, aşırı anarşist olacak ki, “Kedi ve Köpeklerin Kaderlerini Tayin Hakkı!” yazısı ile benden çok daha “primitivist”lik etti. Ama onun çok daha aşırı “primitivist” olduğunu gören olmadı. Üstelik “primitivist”lerin konusu genellikle insan kültürü. Bu aşırı anarşist şimdi moda olan “Doğa”da daha da derinlere dalmış: kedi köpeklerin de bizim gibi yazılı haklara sahip olmasını, onların da bizim gibi özgür olmasını ileri sürüyor. Kedi köpeklere merhametsizlik ancak bu kadar olur! Hangi “-izm kedi köpekleri kurtaracak acaba?

    Peki, bu anarşist benden çok daha “primitivist” olduğu halde neden saldıran olmadı?

    Bence nedeni cahillik cennetinde geyik sohbetleri yapanların rahatlığı!

    “Anonim 28 Ocak” ek eğlendirici. Cahillik yetmez gibi, mantık da eksik. Matematik de bile kurulan sistemin doğru/yanlış olduğu o sistemin diliyle kanıtlanamaz, dışına çıkmak, kapsamı genişletmek gerekir. Bilim de hakeza. Bu neden büyük beyinliler metafizik altını yumurtladılar. Bu arkadaş kendi çalıp kendi oynamış. Bildiği ideolojileri kendine model alması bir yana, Medeni büyük beyinli cambazların en büyük tuzağına düşmüş. Bildiğimi şu: Daha henüz ideolojisi olmayan bir cemaate rastlanmadı. Tuzak kuranlar hepsine bir TEK isim (nominalizm masalları), MİT, vererek beyin çabukluğu ile hepsinin aynı olduğunu cahillere yuttururlar. MİTLERİ incelemeler de “Anonim 28 Ocak” gibi, %99’u beyinleri okul denilen beyin yıkama fabrikalarında yıkanmış, iş bulmaya çalışan yararlı işgüzarlara bırakılır.

    Sorun ideolojinin olup olmadığı değil, ideoloji ile ne yapıldığı. Avustralya aborijinleri ideolojileriyle eşitsizliği gizlerler; medeniler ise eşitliği gizlerler!

    Üstelik eğer bilim gözlemle başlarsa, hangi gözlemler, ilkel insanların küçücük beyinlerinde, MİTlerinin belirlediği gibi, bu sonsuz çeşitliliğin TEKTEN geldiği düşüncesini doğurdu?

    Kozmosun bir yumurta kırılarak YANLIŞ var oluşuna ancak SALAKLAR inanırmış! Uzayda turistlik etmek, uzaya da egemen olarak yararlı düşmanları* öldürmek, bu yaşanmaz hale gelen eşsiz yeri benzeri buluşlarla harabeye çevirmiş olan Devlet-Endüstri-Banka- yaltakçıları bilim adam ve kadınları- Okul gibi insan düşmanlarına hizmet eden Big Bang ise DOĞRU! Doğal olarak, buna da sadece ve sadece BÜYÜK BEYİNLİLER inanır!

    *Not: Özel olarak bu sitede sürekli anal-izciliği yapılan Sovyetler ile ABD’nin birbirine yararlı düşmanlar oldukları çoktan ortaya çıktı.

    Yararlı düşmanlık, Laik/Seküler- ama- Laik/Seküler değil Avrupa ile Laik/Seküler- ama- Laik/Seküler değil Osmanlılar arasında da oynandı. Son modaların başında gelen demokrasi/otokrasi.

    Günümüzde bile bu Laik/Seküler “busy-ness”i ciddiye alan analizciler var. İsrail-Gazze acındırıcı gaddarlık bağlamında bir örnek:

    “( tricky dick) Nixon’un (1969-74) zamanında İsrail, Sovyetler Birliği’nin Arap dünyasındaki etkisine karşı mücadelede önemli bir müttefik olarak görülüyordu. Ancak aynı zamanda Yahudilerin içinde bulunduğu kötü durumla özdeşleşen HIRISTİYAN SEÇMENLERİN hakim olduğu ABD seçmenleri için de sembolik bir önem kazandı.
    Nixon 1973’teki bir röportajında: “ABD stratejik değerlerden daha FAZLASIYLA ilgileniyor. BU BELKİ BİR ZAYIFLIKTIR (benden not: zayıflık mı, ayıp donu mu?), AMA BİZ BÖYLEYİZ VE BURADA AHLAKİ SORUNLAR DA VAR,” dedi.”

    Bak şu laik/sekülerliğe! Buna bir de DEMOKRASİYİ kat, vallahi büyük beyinli anal-izcilere kıyamete kadar iş çıkar.

    Not: Günümüz Avrupa’sı ki, zaten bir ABD eyalet, benzeri cambazlık dolu.

  10. Show Must Go On!

    Primitivist parrot didn’t surprise as always.

    This is x1000 times funnier than the most funniest reaction video I’ve ever watched!

    Thanks Mr. Zileli for introducing us this amazing comedian!

  11. Yazım sansürü tekrar geçmemiş. Orta sınıf alınganlığı olduğunu tahmin ediyorum ama emin değilim. Bu sürüm sosyal ağ dünyasına alışmışlara uygun, yani çok kısa ve çok yoğun.

    Eskilerden Judaizm, Hıristiyanizm, İslamizm, Konfüçiyanizm, Budizm vb. Yenilerden Humanizm, Marksizm, Sosyalizm, Komünizm, Anarşizm, Faşizm, Nazizm, Totalitaryanizm, vb. Tüm “-izm” ler GENEL İYİLİK çığırtkanlığı yaparlar.

    Çok sevdiğim bir şair buna cevap verir:

    “Bir başkasına iyilik yapmak isteyen kişi bunu küçük ayrıntılarla yapmalıdır; GENEL İYİLİĞİ alçaklar, ikiyüzlüler ve dalkavuklar savunur.”

  12. sansür yok. ulaşmamış olabilir. yeniden yollayın. Admin

  13. Tekrar yolladım. Ulaşıyor galiba ama sansürü geçemiyor!

  14. Galiba bu site İsrail’den bazı şeyler öğrenmiş: sansür var ve yok; ulaşmış ve ulaşmamış vs. Sansür varlığını ispat imkansız olduğundan yazana bırakılmış. ne güzel ama değil mi? Demokrasi bu olmalı!

  15. Sansürü geçmeyecek ya da ulaşmayacak bir yazı daha
    İdeoloji Küçük Ama …

    İdeoloji, sadece ve sadece davranışları rasyonalize eder ve meşrulaştırır. Zaten ikna olmuş olanlar dışında kimseyi ikna da edemez, ikna olmayanları da ya eğlendirir ya da sıkar. Tarih boyunca rastgele dolaşan düşünce ve bunu besleyen kültürlerin keyfiliğiyle karşılaştırıldığında, ideoloji, küçük bir şeydir.

    Beyinleri büyük site sakinlerine küçük bir soru: Neden vahşi insanların ancak sömürgeleştirildikten sonra Mesihleri oldu?

  16. Sayın “Primitivist Messiahs 28 Ocak 2024”, “Anonim 28 Ocak 2024” ve “Show Must Go On! 12 Mart 2024” Amer-kanlı/Amer-kanlılar.

    Galiba yazdıklarım çok basit ve safça olduğundan hiç bir şey anlamamışsınız. Hatta KANIT da var: Sitenin büyük beyinlilik kıstasına göre çok adi bir yazı olacak ki defalarca İsrail modasına uyan sayın site müdürü sansür yerine kibar “ulaşmamış” nakaratına takılmış kalmış. Laf lafı açar.
    ” Üst düzey MUHAFAZAKAR Parti’den sızan kayıtlarda İngiltere hükümeti avukatları İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ettiğini söylüyor ve çoktan söylemekte.”

    Artık şu Yahudi Düşmanı olmaktan korkmaya gerek kalmadı, Sayın Zileli.
    Ama şu da var. Almanlar Yahudileri nasıl gördüyse İsrailliler de Filistinlileri öyle görürler. Filistinliler de Filistinli Bedevileri öyle görmekteler. Bakın Filistin’de yaşayan yaşlı bir Bedevi kadın ne der:
    “Bu bizim yaşamımız değil, başkalılarının yaşamının kopyası.”
    Not: Üzülme be teyze, tüm Orta Doğu ülkeleri ve hatta tüm dünya ülkeleri aynısını yaşamakta!
    Müjde laik/seküler ilerici-devrimci-solcular! Muhammed de, tıpkı günümüz anarşist-Marksist devrimci solcular gibi, o zamanın ilericiliğine yüzen Müslüman müritlerine, “sakın Bedevilere inanmayın, onlar inanır gibi görünüyorlar ama inanmıyorlar”

    Bu site profesörünün ve sloganı “Marksist-Leninizm kötü, anarşizm iyi” ama hala Marks dili konuşan site müdürünün huşu içinde andıkları Karl Marks’ın en sık tekrarladığı ve en sevdiği atasözü: “Cehennem yolu iyi niyetlerle döşelidir!”
    İyi ki Marks, bunu daha henüz sizler doğmadan önce ve Marksizm daha henüz cehennem olmadan önce söyledi. Aksi halde sizin gibi süper beyinleri olanlar “peki, sizin cehennem yolu da komünizm iyi niyetiyle döşeli değil mi?” derlerdi.

    Her neyse. Ne yazık! Süper büyük beyinlerinize rağmen yazdıklarımı zerre kadar anlamamışsınız. Nedeni TEK ama süsleri çeşit çeşit: Okul+Medya+Orta-sınıflılık deli gömleği+site müdürüne dalkavukluk etmek+… Zaten bence düşünmeye değer tek epigenetik de bu SOSYAL EPİGENETİK!
    Bakın çok sevdiğim bir şair sizler gibi Saray etrafında tur atan ve Saray dili konşanlara ne der: “Bir başkasına iyilik yapmak isteyen kişi bunu küçük ayrıntılarla yapmalıdır; genel iyilik alçakların, ikiyüzlülerin ve dalkavukların savunmasıdır.”

  17. “Zaten ikna olmuş olanlar dışında kimseyi ikna da edemez”

    This is exactly what Pipsqueak does: Preaching to the choir. *
    (Or, more likely, preaching to himself.)

    * “Preaching to the choir means you are trying to make believers out of people who already believe, or convince people who are already convinced.”

  18. Sansür eden mi çok hızlı, yoksa hemen hemen ışık hızı kadar hızlı elektronlar mı çok yavaş?

    Sayın “Primitivist Messiahs 28 Ocak 2024”, “Anonim 28 Ocak 2024” ve “Show Must Go On! 12 Mart 2024” Amer-kanlı/Amer-kanlılar.

    Galiba yazdıklarım çok basit ve safça olduğundan hiç bir şey anlamamışsınız. Hatta KANIT da var: Sitenin büyük beyinlilik kıstasına göre çok adi bir yazı olacak ki defalarca İsrail modasına uyan sayın site müdürü sansür yerine kibar “ulaşmamış” nakaratına takılmış kalmış. Laf lafı açar.

    ” Üst düzey MUHAFAZAKAR Parti’den sızan kayıtlarda İngiltere hükümeti avukatları İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ettiğini söylüyor ve çoktan söylemekte.”

    Yani artık şu Yahudi Düşmanı olmaktan korkmaya gerek kalmadı. Ama şu da var. Almanlar Yahudileri nasıl gördüyse İsrailliler de Filistinlileri öyle görürler ve Filistinliler de Filistinli Bedevileri öyle görmekteler. Bakın Filistin’de yaşayan yaşlı bir Bedevi kadın ne der:
    “Bu bizim yaşamımız değil, başkalılarının yaşamının kopyası.”
    Not: Üzülme be teyze, tüm Orta Doğu ülkeleri ve hatta tüm dünya ülkeleri aynısını yaşamakta!
    Müjde laik/seküler ilerici-devrimci-solcular! Muhammed de, tıpkı günümüz anarşist-Marksist devrimci solcular gibi, o zamanın ilericiliğine yüzen Müslüman müritlerine, “sakın Bedevilere inanmayın, onlar inanır gibi görünüyorlar ama inanmıyorlar” dedi.

    Bu site profesörünün ve sloganı “Marksist-Leninizm kötü, anarşizm iyi” ama hala Marks dili konuşan site müdürünün huşu içinde andıkları Karl Marks’ın en sık tekrarladığı ve en sevdiği atasözü: “Cehennem yolu iyi niyetlerle döşelidir!”
    İyi ki Marks, bunu daha henüz sizler doğmadan önce ve Marksizm daha henüz cehennem olmadan önce söyledi. Aksi halde sizin gibi sivri kellelerinde çok süper beyinleri olanlar “peki, sizin cehennem yolu da komünizm iyi niyetiyle döşeli değil mi?” derlerdi.

    Her neyse. Ne yazık! Süper büyük beyinlerinize rağmen yazdıklarımı zerre kadar anlamamışsınız. Nedeni TEK ama süsleri çeşit çeşit: Okul+Medya+Orta-sınıflılık deli gömleği+site müdürüne dalkavukluk etmek+… Zaten bence düşünmeye değer tek epigenetik de bu SOSYAL EPİGENETİK!

    Bakın çok sevdiğim bir şair sizler gibi Saray etrafında tur atan ve Saray dili konşanlara ne der: “Bir başkasına iyilik yapmak isteyen kişi bunu küçük ayrıntılarla yapmalıdır; genel iyilik alçakların, ikiyüzlülerin ve dalkavukların savunmasıdır.”

  19. İlkelci Bey’e bir soru

    Hangisini savunuyorsunuz?

    Hayvanların ve bitkilerin evcilleştirilmesinin, yani tarım ve hayvancılığın öncesine, insanların sadece avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği Paleolitik Çağ’a geri mi dönelim?

    Yoksa o kadarına gerek yok, sadece tarım ve hayvancılığın olduğu, fakat ilk şehirlerin ve şehir devletlerinin henüz ortaya çıkmadığı Neolitik köylü ve göçebe-çoban toplumlarına mı?

    (Tahminimce, daha “geri ve ilkel” olduğu için birincisi.)

    Bunların dışında bir öneriniz varsa onu da söyleyebilirsiniz elbette.

    Gerçi, Neolitik devrimin son Buzul çağının sona ermesiyle eşzamanlı olarak, yani dünyanın birçok bölgesinde iklimin kuraklaşması sonucu avcı-toplayıcılığın insanları geçindirememesiyle birlikte onları hayvan ve bitkileri evcilleştirmeye zorlamasıyla başladığını, tarım ve hayvancılık tekniklerinin de zamanla ilerleyip karmaşıklaşmasının sonucu toplumsal örgütlenmenin de karmaşıklaştığını, ilk küçük köylerin daha büyük köy ve kasabalara, oradan da kentlere; ilk kabile şefliklerinin daha büyük kabile konfederasyonlarına, oradan ilk şehir devletlerine, şehir devletlerinin ise birleşerek merkezi krallıklara dönüştüğü tarihsel süreci bilenler için bunların hepsi boş sorular.

    Sanayileşmenin kaçınılmaz sonucu olan küresel ısınma ve iklim felaketlerinin, modern sanayi toplumunun da sonunu getireceğini bilenlerin boş tartışmalardan kaçınması gibi tıpkı.

    Yani merak etmeyin İlkelci Bey. 7/24 küfrettiğiniz medeniyetin ve insanlığın sonuna, doğada sadece “en ilkel” olanların, yani hayvan ve bitkilerin yaşayacağı yeni bir İlkel Çağ’a az kaldı. Zil takıp oynamaya başlayabilirsiniz!

  20. Sanırım siz de dine karşılık modasına katılan Atatürk ve Marks müritleri uyanık laik/sekülerdensiniz. Bilirsiniz Batı’nın temelinde Hristiyanlık yatarmış. Batı’nın diğer bir temeli de göz boyamak, her şeyi tersine çevirmek.

    Paskalya’dan dolayı bir hafta tatil yaşıyorum. Ben de büyük beyinli olmak hevesiyle biraz araştırma yaptım ve Paskalya’nın aslında Hristiyanlıkta bir ayıp donu olduğunu buldum çıkardım.

    Hristiyan Allah tatile gitmek ister. Yer tavsiyesi için bir seyahat acentesine uğrar. Acente görevlisi “bu yıl en gözde yer dünya, herkes oraya gidiyor” der. Allah , “yok ben oraya asla gitmem. 2 bin yıl önce gittim, Yahudi bir kızla bir ufak numaramız oldu, hala dedikodusunu yapıyorlar!” der. Yani aslında Allah tatiline son verdi, “ulan Allah belanızı versin ne kadar gaddarsınız” diyerek tekrar gökyüzüne kaçtı.

    Allah’a şükür, Batı, bu tatilden kaçmayı tatile çevirdi.
    Siz “Primitivist Messiahs 28 Ocak 2024”, “Anonim 28 Ocak 2024” ve “Show Must Go On! 12 Mart 2024” ve şimdi de “Preach! 01 Nisan 2024” , aslı ve özü “groupies and cheerful robots” olan siz masumları, gerçi cahil asla masum olamaz ama artık her şey muaf, kim yoldan çıkardı? Hatta sanırım, Mevlana’ya benzeyen ( “gel kim olursan gel falan filan”), sonsuz hoş görülü anarşist site müdürü bile sizi küçük beyinli sınıfına koyar.

    Yüce, değerde paha biçilmez ve sizleri taş uykunuzdan uyandıracak fikirlerime cevap vereceğinize kişiliğime saldırıp duruyorsunuz. Çok basit bir soruma bile cevap vermekten acizsiniz. Tekrar edeyim: Neden vahşi çıplaklar arasında ancak ve ancak koloni olduktan sonra Mesihler peyda oldu? Yoksa bu sizin konuyu sonsuz az anladığınıza işaret edeceğinden mi cevap vermediniz? Bence sizin bu konuda cahilliğiniz sonsuz ve diğer bu site sakinlerinin de. Hatta daha henüz konuyu anlayan bile çıkmadı. Yazdıklarıma cevap verecek bilginiz yok, hepsi o kadar! Aksi halde, bir şeyler öğrenir, şu saplandığınız Mesihçilik bataklığından kurtulur, taş uykusundan uyanır ve yanlış kapı çaldığınızı anlardınız. Heyhat! Siz sadece bir “-izm” müridi değil, çoktan beri (özellikle BOLLUK devrinin başlangıcı 1950’lerde) çok sayıda kişilere olan size de olmuş: biyolojik mutasyon sizler gibi yeni ucubeler yarattı.

    Bu bağlamda bir gözlem: Çok kısa ömürlü ve hala yaşayan çok uzun ömürlü 68 kuşağı, hem Batı hem Doğu bataklığını gördü ve ikisini de reddetti. Aynı kuşağın Türkiye taklitçileri ise Sovyetler ve Çin modellerinin, şimdi daha apaçık olmasına rağmen dırdır edenler var, zenginliğe varış yolları olduğu ve kendilerinin buna önder olma sevdasına tutuştular ve hala devam etmekte. Şimdi de bir anarşizm sevdası başlamış, hadi hayırlı olsun.

    Sizin bu kapı kapı yeni ve coşturucu Mesih aramanıza en güzel seyirci toplumunun incelenmesi ışık tutar. Siz bilgi değil kurtarıcı arıyorsunuz. Ben bunun teşhisinde bulununca, beklenen oldu. Cahilliğinizi ele verici son derece banal ve kişisel saldırılara geçtiniz. İşte sizin dahiliğiniz: “Eğer Mesihlere karşıysanız siz de Mesihlik yapıyorsunuz!”

    Aynısı 2600 yıl önce oldu. Lao Tzu’nun müritleri, tabii hâşâ huzurdan sizler gibi ucube-dahi değillerdi, Lao Tzu’nun ana mesajının, aşağı yukarı, “kimseye akıl verme” olduğunu gördüler. Tabii bu kendisiyle çelişir. Ama sizin gibi kendi Mesihlerinize dalkavukluk edeceklerine çok daha titiz, zarif ve ince bir çözüm buldular. Boşuna şimdi Batı, Uzak Doğuluların kendilerinden bile daha sarışın mavi gözlü (yani büyük beyinli) olduklarını kabul etmekteler. Sizler Ortada kaldınız, vallahi.

    Bir örnek de sizin seyirci ve tüketici olduğunuzla ilgili.

    Marksist olduğundan, C. Wright Mills, henüz yeni olmuş bir komünist devrime karşı görüşü savunanla televizyonda tartışması için davet edilir. Sizler gibi günümüz solcu-devrimcilerinin ağızlarından salyalar akar ama C. Wright Mills, sizleri düşünmüş olmalı, “televizyonda iki taraf olmaz, sadece televizyon olur” diyerek daveti reddeder. Yani sizle biri ya da öbürü olmak isterdiniz, o kadar!

    Ben benzerini ilk Medeniyet Sümer’de gördüm. Benzetme biraz lastikli olsa da, sizin bu konuda sonsuz cahil olduğunuzu bildiğim için yazacağım.

    İnşallah az çok astronomi bilirsiniz (en azından 29 Şubat tantanasını). Çıplak vahşiler için iki dünya var. Biri sizin gibi büyük beyinlilerin beyinlerinde yarattıkları dünya ki onda sadece mantık hatası olabilir. Bir örnek:
    Bu sitede bana cevap verenlerin hepsi 2 yaşında,
    Siz cevap verdiniz,
    O halde siz iki yaşındasınız.
    Bu asla yanlış olamaz.
    Bir de olumsal, olasılı, bağlı dünya var. Bu dünya olumsal bir dünya ve olmaktan var olmamaya dönebilir.
    İnşallah birazcık antropoloji bilirsiniz.
    Dünyanın her yerinde çıplak vahşiler evrenin olmasından önceki her türlü düzenden yoksun (sizlere benzer ilk cahil anarşistler arasındaki buna cici bici “kaos” adı verdiler.) bir dünya taklidi yapılır, dünyanın tekrar var olması ümidi yaşanırdı.

    Sümer’de Kral ve Kraliçe zigguratın en üst basmağına çıkar, çocuk yapma işi için gereğini yapar ve sizin gibi seyirciler Kral ve Kraliçe evrenin var olmadan önceki hale dönmesini önleyip yeniden var olmasını sağladıkları için müthiş sevinirlerdi. Bildiğim kadar o zamanın insanları gerçekten inanırlardı. Sizlere gelince, şimdi artık her birey kendini evrenin merkezi olarak görür ama tamamıyla değersiz olduğunu da bilir. Boşuna kafa terapileri mantar gibi bitmiyor. En kötüsü ki bence bu son zamanların en önemli devrimlerden biri, ezilenler ezenlere hayranlar ve onlar gibi olmak isterler!
    C. Wright Mills’in “sadece televizyon var ” demekle sizler gibilerin televizyonda ve daha geniş olarak medyada gördüklerinin yerinde olmak istediğini ima etti. Ne var ki, kendisi çok ünlü olduysa da, asıl isteği “Wobbly” olmaktı.

    Uzatmayacağım. Ben ne İngilizce, ne Fransızca, ne Türkçe ne de daha az bildiğim Arapça ve İspanyolca yazmasını bilen biriyim. Bunu görmemişsiniz bile. Bu nedenden Mesihlik yapmak istediğimi söyleyen sizleri sonsuz komik buluyorum. Zaten Mesih olduğumu size yuttursam bile, seyirci-tüketici olduğunuzdan kısa bir süre sonra benim pabucumu da dama atarsınız.

    Benim daha da ağır yargım şu: İlkeller hakkında bilginiz eksi sonuz. Medeniyet hakkında bilginiz eksi sonsuz. Hatta tek bilginiz medyada yıldız olanları tanımak, yemek, hazım bile etmeden kusmak!

    Mademki İngilizce biliyorsunuz, Mesihlik yapıp Devlet başkanı ve dolayısıyla maskara olan Havel, İsviçre’yi (aynı fırıldak Lenin gibi) görüp çok beğenir. Yazar Dürrenmatt’ da ona 1990’da bir açık mektup yazar. Okumanızı tavsiye ederim. Gerçi Fransızcasını bulmak daha kolay ama Avrupalılar sonsuz daha cimriler, bedavaya elde etmek imkansız

  21. İlkelci Bey’e bir soru/Hangisini savunuyorsunuz. Cevabım paragraf paragraf olacak.

    1 ve 2’nci paragrafa cevap.

    Şakamsı ama kapsamı ciddi bir soruna değinen cevabım: Her ikisinden de çok daha ilkelliği savunuyorum. Olmuş bir olayla anlatayım.

    Hristiyan misyonerlerin ilkeller hakkında yazdığı bir rapor. Ben bu ve benzeri raporları çok severim. Çünkü kendilerinin üstün olduklarından zerre kadar şüphe etmedikleri için kıvırıp, laf kalabalığı yapmadan anlatırlar. Raporda ilkelleri, alışmış oldukları medenilere (İslam, Hint, Çin vb) kıyasla bitkilere benzetirler. Medenileri de sert ve direnişli olduklarından mermere benzetirler. Hatırlarsanız 16’ncı yüzyılda insan dolu ama boş yerleri bulan Avrupalı beyazlar ilk defa devletsiz toplumlarla karşılaştılar ve bu da, başta Hobbes ve diğer düşünürlerin, Devlet’in ne olduğu, nasıl ve neden ortaya çıktığı üzerinde teoriler üretmesine neden oldu. Benzetmede esas olan bitkilerin direnmemeleri. Bu sitede benim başıma gelenler de buna bir örnek: senin ideolojin ne? Hangi “-izm’i” savunuyorsun. Ben ise binlerce benzeri yazılardan en az şunu öğrendim:

    Kıyaslarsak nasıl anlarız, kıyaslamasak nasıl anlarız. Bu iki tarafı keskin bir kılıç.

    Ancak ilkeller bu katı yüreklilerin anlattıklarını bir masal değil, bir gerçekler gerçeği olduğunun öğrendiğinde iş işten geçmiş oldu. Bu site aslında Marksist olduğundan Marks’tan bir örnek vereceğim. Yalnız Marks anlattığın asıl kaynağının dünyaya az gelmişler arasında bile eşsiz olan rahip (allah kahretsin adam laik/seküler değil, dinci) Bartolomé de las Casasl olduğunu bilmez, başkasına atfeder.

    İlkeller beyazlardan kaçar dururlar. Nihayet biri uyanır. Biz “beyazların fetişlerini taşıyoruz onun için bizim peşimizi bırakmıyorlar” der. İlkeller de ne kadar altın süsleri varsa toplar, ırmağa atarlar.

    Marks o zaman bir gazetede yorumlar yazmakta. Bir köylü ormana kaçak girip bir domuzu vurmuş, mahkeme cezalandırmış.
    Marks da yazmış: “Eğer jüri vahşilerden oluşsaydı, köylüyü kurtarmak için Avrupalıların fetişi özel mülkiyet ormanı yakmaya karar verirlerdi”

    Üçüncü paragraf.

    “Gerçi, Neolitik devrimin … hayvan ve bitkileri evcilleştirmeye zorlamasıyla başladığını…” parçasında “zorlama” çok yanıltıcı. Ben en başta bu görüşte ünlü ikicilik (düalizm) gördüm. Dahası da var ama konuya dalarsam çok uzar.

    Kısaca sadece bitki ve hayvanlar evcilleştirilmediler. Doğa ve İnsan da evcilleştirildi. Doğa, Doğa Kaynağı; İnsan, İnsan Kaynağı oldu. Tabii, 16-17’nci yüzyıl filozofları bu ayırımı ancak, artık her şeyi anlatan Allah, Şeytan, Cin ve periler yere inip laik/seküler olduktan sonra onların yerini alanları bulup çıkarmak istediler. Yani, eğer büyük beyin dili kullanırsam, yeni bir ontoloji, metafizik, varlıkbilim falan filan aradılar. Sonuç: Descartes’ın ünlü İnsan/Doğa ikilimi. Tabii, hemen soruldu: Peki, bu iki varlık bağımsızsa, neden insan dağa bakıp peynir görmüyor falan filan. Descartes tekrar eski Allah’a başvurdu, Allah iyi kalpliymiş, insanları deli etmek istemezmiş falan filan. Aynı şey Newton’un da başına geldi. O zaman temassız hareket imkansızdı. “Güneş görülmeyen bir iple mi dünyayı çekiyor, yahu daha henüz allah, şeytan falan filanı kapıdan kovaladık, sen pencereden geri içeri soktun” dediler.

    Ama her ikisi de, günümüz dolandırıcılara kıyasla çok daha dürüstlerdi. Bir yerde bir hata olduğunu, sözsüz de olsa, kabullendiler

    Bu görüşleri daha etraflı açıklayan çok sayıda kitaplar var. Bir tane seçmem gerekirse en uygunların başında Marshall Sahlins’in “Taş Devri Ekonomisi”. Diğer bir ismi içerisini daha açık belirler: “Taş Devri, Bolluk Devri”

    Çok daha kısaca neden “zorlama” yanıltıcı? Birkaç katkı daha.

    Eskimolar, sanki buzul çağın hasreti içinde, dünyanın en “yaşanılmaz” yerinde bal gibi yaşadılar.

    Cambazlar hem nasıl “doğayı” dize getirdikleri uzun havalarını yayar horoz gibi kabarırlar, hem de bu da sanki kendiliğinden olmuş uzun havaları çekerler. DNA ve genetik alın yazıları, Evrimsel psikoloji…

    Beni 60’larda uyaran da sizin lafını ettiğiniz “küresel ısınma ve iklim felaketleri”. Eklemeye gerek var mı? Diğer devasa felaket de Nükleer Savaş olasılığı.

    Bir zamanlar Medeniyet hayranı olan ama devrimci solcu falan filan olmayan ünlü tarihçi Toynbee 12 ciltli kitabında tüm medeniyetleri inceler ve 19 geçekten farklı medeniyetler bulur. 1976’da, ölmeden önce, “İnsanlık ve Ana Toprak” kitabında tek bir medeniyet olduğunu ve dünyayı yok etmeye kararlı olduğunu yazdı. Üstelik asıl sorunun milyonlarca yıl içinde oluşan metal ve petrol gibi ürünlerin israfı olduğuna işaret etti. Tabii şimdi bu artık iyi kalpli ve iş arayanların dilinden düşmez sürdürülebilirlik oldu.

    Kişisel tanık olduğum bir durum. Daha geçen yıla kadar nehir kenarında ve ağaçlar arasında yürürdüm. Şimdi gezegeni kurtarma haçsız seferine çıkanların çok hızlı bisiklet ve trotinetlerinden korktuğumdan olur olmaz yerlerde yürüyorum. Bunların çoğu bataryalı ve bataryalar için gerekli olan metallerin çıkarıldığı yerlerdeki kanser ve deforme çocuk doğuşlarının artışı sadece bir haber, galiba.

    Son Paragrafa yanıt:
    Medeniyete nasıl küfür ediyorsam, bu “b*klarında boncuk bulmuşlar” (kendine dönük) neşe dolu gezegen kurtarıcılarına küfür etmekten başka çare bulamıyorum. Nihayet, bunları pompalayanlar ve Medeniyet denilen ucubeyi savunanlar aynı.

  22. Kasap et derdinde, koyun can derdinde.
    Bunu bu sitede okuduğum özet olarak “dünya şimdiye kadar asla bu kadar ileri olmadı ama daha da ileri olabilir” uzun havalara tercüme ettim.

    Marksist- sosyalist-anarşist solcu devrimciler solculuğu ayakta tutma derdinde, aşağıdakine benzer milyonlarca haberleri bilip alay edenler gülmek derdinde.

    “Toplamda 12,5 milyar dolar (10 milyar £) zimmete geçirildi, bu da Vietnam’ın gayri safi yurt içi hasılasının neredeyse %3’üne denk geliyor, ancak savcılar Perşembe günü dolandırıcılığın yol açtığı toplam zararın şu anda 27 milyar dolar olduğunu söyledi.”

    ” Duruşma, Vietnam Komünist Partisi genel sekreteri Nguyễn Phú Trọng liderliğindeki ulusal yolsuzluk mücadelesinin bir parçası. “Ateşli Ocak” olarak da bilinen ve son yıllarda giderek artan kampanya, binlerce kişinin suçlanmasına, iki cumhurbaşkanı ve iki başbakan yardımcısının istifasına yol açtı.”

    (Parantez içi bir not: Belki Vietnam Komünist Partisi’ni aynı işi uzun zamandır beceren Çin Komünist Partisi yoldaşları uyardı.)

    Dünyanın her yerinde insanlar tanrılardan geldiklerine inanırlarsa da sarışın mavi gözlü Batılılar — bence bu sitede yazanlar sarışın mavi gözlü — doğadan geldiklerine, insanın bir doğası olduğuna ve yırtıcı doğasının da doğada, sözüm ona, yırtıcı olan hayvanlardan (genetik) kalıtsal olduğunu savunurlar. Ne güzel ama değil mi? Kendi kendini gerçekleştiren kehanet!

    Ama yine de Allah bu iyi kalpli orta-sınıf solcu devrimcileri başımızdan eksik etmesin. Bu ve benzeri binlerce yolsuzluklar hep yukarılarda olur. Böylece bel bağladıkları aşağıdakiler ve özellikle emekçi işçiler bakireliklerini korurlar ve belki de gelecek binlerce yıl orta-sınıf profesyonel solcu devrimcilere ümit şerbeti dağıtma pınarı olurlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir